๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Delilli Şafi İlmihali => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 11 Mart 2010, 12:02:50



Konu Başlığı: Köle Azad Etmek
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 11 Mart 2010, 12:02:50
Köle Azad Etmek

Köleyi Azat Etmenin Hukmu

Mülkünde tasarruf edebilmesi caiz olan herkesin kölesini azat etmesi sahihtir.

Köleyi azat etmek sarih olabileceği gibi, niyetle birlikte kinayi de olur. Kölesinin bir kısmını azat ederse, köle tamamıyla azat olup, lügat anlamı serbest olmak demektir. Şeriatta ise Cenabı Allah´a yaklaşmak için bir kölenin üzerindeki efendisi olan sahibine ait mülkiye­tini kaldırmaktır.

Köle azat etmek sünnettir.

Azat; sarih olarak yani "Seni azat ettim." demesi ile azat olabileceği gibi kinaye olarak ta azat edebilir.

Kinayede niyet şarttır. Yani kalbinde azat edip o manada başka bir söz­le mesela,

"Sen hürsün." veya "Sen serbestsin." gibi sözlerle de köle azat edil­miş olur.

Delil olarak, Kuran-ı Kerim köle azadını insanın ahiret yolu üzerinde­ki sarp yokuşları aşmanın yollarından biri olarak tavsiye etmekte, yetimi doyurmak, fakir ve muhtaç kimseye sadaka vermekle eş tutmaktadır.

Yüce Allah şöyle buyurur:

"O (sarp yokuşu aşmak), köle azad etmek, yahut sıkıntılı bir günde ye­timi doyurmak veyahut hiç bir şeyi bulunmayan fakir ve miskinlere yar­dımcı olmaktır." (Beled: 90/11-13)

Özellikle kadın köle olan cariyeler hususunda şu noktaya Kuran-ı Ke­rim dikkatimizi ne güzel çekmektedir.

"Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde edeceğiz diye namusu ile yaşamak isteyen cariyelerinizi asla fuhşa zorlamayın. Fuhşa zorlanan kö­le ve cariye hür olur." [1]

Dikkat edilirse (ileride işleyeceğimiz Ümmül veled konusunda da de­ğineceğimiz gibi) cariyeler ile cinsel ilişkiye girilince onlar (cariyeler) için bir azat yolu açılacak, doğumu gibi durumlarda artık onlar otomatik-men hür olacak. Efendileri hayatta olduğu sürece hizmet devam etmek kaydıyla artık satılamazlar, hibe edilmezler. Burdan anlaşılıyor ki kadın köle olan cariyelere fuhuş yapılma gözüyle bakılmayacaktır...

Hz. Peygamber (s.a.v.) çok sayıdaki hadisleri ile, müslümanları elleri

altında bulunan köleleri azad etmeye teşvik etmiştir. Hadisi şerifte peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurur: "Hangi mümin, bir köleyi azat ederse, Allah da azat ettiği kölenin her uzvuna karşılık kendisinin bir uzvunu cehennem ateşinden azad eder." [2]

Başkası ile ortak olan bir kölesini azat ederse ve zengin biriyse ortağı­nın hissesinin bedelini ödeyerek köleyi tamamıyla azatlığına kavuşturur. Eğer zengin değilse kendisine ait olan payı azat olunur, diğer pay devam eder.

Bir kimse anne babasından veya çocuklarından herhangi birini başka­sından temellük ederek köle edinirse bunlar azat edilmiş olur. Zira dini­mizde herhangi birisi anne babasını veya çocuklarından birini köle edine­mez.

İmam Malik, İmam Şafii ve İman Ahmed´in görüşlerine göre başkası ile ortak olan bir kölesini azad eden efendi eğer zengin biri ise diğer orta­ğın hissesi de azatlanmış olur. Ancak ortağına ödemek zorundadır. Eğer hissesini azatlayan fakir ise ona herhangi bir şey lazım gelmez, köle sade­ce bir kısmı azatlanmış diğer kısmı devam eder.

Anne babasından ya da çocuklarından herhangi birinin köle olması du­rumunda bunlardan herhangi birisi başkasından mülk edinerek satın alın­dığı takdirde bunlar azad edilmiş olur. Zira İslam dininde herhangi birisi ana babasını ya da çocuğunu köle edinemez.

Delili. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:

"Hiçbir çocuk, baba veyahut annesinin üzerindeki hakkını ödeyemez, meğer onu, herhangi bir kimsenin elinde köle olarak bulup da satın alıp azatlarsa...." [3]

[1] Risalesi 33- Huku-u hlamıve O, Nethı Bilmen 4/33

[2] Bitlimi, ttk l 3/117, Müslim,  No21 - 1509

[3] Müslim- İtk, 2016 No. 1510; Tirmizi, 28/8 No. 1906

VELAYET

Velayet azat olunan köleden sonra oluşan bir haktır. Vela, asabelerde oludan veraset hükmü gibi oluşan bir hukuktur. Vela konusu olan hak, asabelerden erkek olanlara nakledilir. Velada oluşan asabelerdeki lertib, irste oluşan tertib gibidir.

Vela hakkının alım-satımı caiz değildir, hibe de edilemez.

Vela;yakınhk, sahiplik ve yardımlaşma manalarına gelen vela, ıstılahta köle azat eden kişinin azatlık olayından sonra oluşan bir haktır. Bacı İs­lam alimleri neseb akrabalığından sonra gelen ve azad eden kişiyi azad edilene varis kılan bir akrabalık sağıdır, demişlerdir. Bu görüşler çerçeve­sinde Feraiz bölümünde de görüldüğü gibi Erkeklerden varis olanlardan son sınıf olan "Mü´tik" (Köle azad eden erkek) vela hakkına sahiptir, bu velayet hakkı asabelerden erkek olan varislere nakledilerek devam eder. İşte köle azad eden efendi veya onun ölümünden sonraki asabeleri azat ettiği kölenin varisi olabilir hükmü burdan çıkmaktadır.

Delil, Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurur: "Vela, köleyi azad edene ait olan bir haktır." [1]

Vela, yukarıda da ifade edildiği gibi satılamaz ve hibe edilemez.

Sahihi Müslim´in Şerhinde şöyle bir ifade vardır: Hz. Peygamber vela-mn satılmasını, alınmasını ve hibe edilmesi nehyetmiştir. Şafii alimlerin­den İmam Nevevi de bu konuda şöyle demiştir:

"Velanın alım satımı ve hibe edilmesi haramdır."

Tedbir

Efendini kölesine, ´Ben ölünce sen hürsün´ demesiyle artık o köle müdebber olur.

Müdebbir, azatlığı sahibinin ölümüne bağlı olup efendisinin malının üçte birinden çıkar.Sahibi hayatta olduğu sürece kölesinden tasarruf ede­bilir. Kölesi için aldığı o tedbir henüz hükümsüzdür. Müdebbir olan köle­nin hükmü efendisi hayatta olduğu sürece diğer köleler gibidir.

Tedbir (Efendinin Ölümüne Bağlı Azad) Tedbir, efendinin kölesine "Ben öldükten sonra sen hürsün" anlamında bir söz söylemesidir. Kölesine bu sözü söyleyen kimseye Müdebbir, kendisine bu söz söylenen köleye de Müdebber denir.

Tedbir lugatta, bir işin yürütülmesi iîe ilgili zorlukların çaresini önce­den düşünme ya da bir işin sonunu hesaplama gibi manalara gelir.

Istılahta ise, köle sahibi olan efendinin, kölenin hürriyeti kendi ölümü­ne bağlamaktadır, şu halde efendi kölesine, ´Ben öldüğüm zaman sen hür­sün.´ demesi tedbirdir.

Bütün İslam alimleri kişinin kölesini tedbir etmesini caiz olarak gör­müşler. Ama tedbirin vasiyet mi yoksa vasiyetten ayrı bir şey mi olduğun­da ihtilafa düşmüşlerdir. Bazı alimler tedbirin vasiyet ile aynı şey olduğu­nu söylemişse de, bir kısım alim de tedbirin vasiyetten daha da ayrı bir şey olduğunu ve "Tedbir, bozulması caiz olmayan bir tasarruftur. Vasiyet ise sahibi tarafından istendiği zaman iptal olunabilir." demişlerdir.

İmam Malik ve İmam-ı Şafii tedbirin vasiyet gibi olduğunu, efendinin istediği zaman vasiyet gibi onu bozabileceğini ifade etmişler ise de İmam Ebu Hanife ise tedbir hakkında şöyle görüş bildirir:

"Açık olan şudur ki efendi kölesine, ben ölünce sen hürsün, derse bu tedbirdir ve tedbirden artık dönüş yapılamaz. Efendinin ölümüyle köle azat olur." İmamı Malik´in tabilerinden İbnü´l Kasım, ve Eşheb gibi bü­yük alimler de bu görüştedirler. [2]

Tedbire delil olarak Peygamberimiz (s.a.v.)´in şu hadisi şerifi göstere­biliriz: "Tedbir edilen köle malın üçte birinden çıkarılır." [3]

Tedbirin hibe gibi olduğunu söyleyen alimler de vardır.

Kölelik müessesesinin İslamın öngörmüş olduğu bu temel prensiplerle köleliğin menbaınm çürütülmesi akıl sahibi kimseler için ibretlerle dolu Jüşünceler mevcuttur.

İslamda Kölelik Müessesine Bakış

İslam hukukunda köleliğe bakış tarzı diğer batı hukuklarından tama­men farklıdır. Kölelikle ilgili romanları okuyan veya daha değişik şekilde kölelik ile ilgili bilgisi olan bir kimseye sorulduğu zaman hemen ´Ayakla­rına zincirler ellerine kelepçeler takılan, sopalarla dövülerek hayvan sürü­sü gibi bir yerden bir yere sevkedilen, bir kuru ekmeğe muhtaç, evi barı­nağı olmayan hep esarette yaşayan insanlar´ gelir.

Suudi Arabistan cahilliği devrinde, cehalet o kadar yaygın hale gelmiş­ti ki hüküm sürebilen zenginler fakir ve kimsesizleri hep esaretleri altına alıp köleliği geliştirmekteydiler.

Bu hal öyle bir vaziyete geldi ki neredeyse bir yerde yaşayan insanla­rın yarısı köle idi. Bu kölelik bahsi geçince herkes Suudi köleliğini algı­lar. Halbuki Asr-ı Saadet´ten önce Suudi Arabistan´da yaygın olduğu gibi kölelik, dünyanın her tarafında vardı.

İslam dini, bu zulmü elbette gözardı etmemiş olmakla birlikte köleliği hemen kaldırabilecek bir durum da sergilemedi. Çünkü böyle bir işe he­men tevessül edilseydi, köle sahipleri açısından da bazı sorunlar sözkonu-su olacaktı. Fakat olduğu gibi de bırakmadı.

Tedrici olarak köleliğin kaldırılması rçin menbaını, yani kökünü kurut­maya, kölelik izlerini azaltmaya, o günlerde yaygın olan hükümlere göre kölelere normal insan gibi bakmaya teşvik etmiştir.

İslam dini, köleliğin menbaını kurutmak için daha sonra müeyyide yo­luna da başvurarak bu büyük belayı kısmen de olsa yavaş yavaş kaldırma­yı başardı. Burada bîr hakikati ifade etmekte yarar görüyoruz.

İslam hukukunda hükümler iki kısımdır:

Birincisi,

îslamın doğrudan doğruya va´zettiği ve daha Önceki hukuk sistemle­rinde bulunmayan hukuki hükümler. Bu durumda olan hükümler dini da­ha da tesirli hale getirerek hakim hale getirdi ki, burda bütün insanlar için maslahat olmuştur. İslam hukukçularımızın izahlarına göre bu çeşit hü­kümler tamamen insanlığın menfaati gereğidir. Bunların en başında Zekat müessesesi gelmektedir.

İkincisi,

İslamın doğrudan doğruya va´zetmediği belki daha önceki hukuk sis­temlerinde vahşi bir tarzda bulunan ve İslamiyetin onları medeni bir kalı­ba soktuğu hükümlerdir. Bunların da başında kölelik geliyor. İslam, köle­liği tasvib etmemekle beraber hemen yasak etmedi. Çünkü şart getirdiği kardeşlik müessesesi ile bu köleliği önce medeni bir kalıba sokup daha sonra tedrici olarak kaldırdı. Nitekim rnüslümanlar içerisinde öyle bir za­man geldi ki zekat alacak kimse kalmadığı gibi kölelik de haliyle ortadan kalkmış oldu.

İslam kardeşliği ve insanların birbirine şefkatle yaklaşmasını emret­miştir. Kuran-ı Kerim´deki bir çok ayeti kerimede bu konuda Yüce Allah, "Eliniz altındakilere iyi davranınız." buyurmuştur.

Mükatebe durumuna giren (azat olabilmesi için imkânlara sahip olan) kölelere zekat verilip bu sistemin tasviye edilmesi.

Zıhar, yemini bozma, Ramazan ayında eşiyle cinsel birleşme dahi ve buna benzer bazı suçlardan dolayı dini bir müeyyide olarak konulan kef-faretlerin birinci alternatifi olarak köle azat etmeyi şart koşması bunlara verilecek en bariz misallerdir. O halde İslam hukukunun köleye bakış açı­sı müsbet ve olumlu olarak bilinmelidir. Köleliği sistem olarak içten hezi­mete uğratır ve bu müesseseyi kölelikten hürriyete geçiş safhası olarak vasıflandırabiliriz.

[1] Buhari ve Müslim

[2] Bidayet´ül-Müctehid, 4/203

[3] İhni Matce- Itk, 1911 No. 2514

KİTABET

Kitabet, sahih olup aynı zamanda sünnettir. Bu şekildeki kitabet mik­tarı bilinen belirli bir değerle sahihtir. Bu değer peşin olduğu gibi vadeli yani tecilli olan borç ile de olur. Vadeli durumu olunca borcun süresi belli ve ert az iki taksit olması gerekir.

Bu anlaşma seyyidi cihetinde lazım olup feshedilmez. Mukateb (azat­lığı şarta bağlanan köle) cihetinde de dilediği şekilde fesh hakkı vardır. Mukateb durumuna giren köle, taksit veya parasının kalan kısmını seyyi-dine ödedikten sonra elinde kalan parasından tasarruf hakkına sahiptir.

Kitabet konusunun eda edilebilmesi için seyyidin elinde olan kölenin mal ve parasını çalıştırıp onun yardımına sunmak vaciptir.

Mukateb durumuna giren köle borcun hepsini ödemeyene kadar azat olunmayarak, köleliği devam eder.

Kitabet; lugatta, usulüne göre bir şeyi yazmak manasındadır. Istılahta­ki anlamı ise, belirli bir zaman içerisinde ödenen paraya karşılık kölenin azat edilmesidir.

Kitabet, kazanabileceğinden emin olan bir kölenin seyyidine;

´Ben sana şu kadar para veririm beni azat et´ ya da efendi kölesine, mesela; ´İki ay içerisinde iki bin dirhem getirsen artık hürsün.´ demesi ile köle bu şartlan yerine getirir getirmez hürriyetine kavuşur.

Kitabete delil, Peygamberimiz (s.a.v.)´ın şu hadisi şerifidir:

"Mukatib üzerinde (Kitabet anlaşması üzerinde) olan kölenin malın­dan bir dirhem dahi kalsa (ona da ödeyinceye kadar) köledir." [1]

Burdan anlaşılıyor ki kitabet caizdir. Köle ile efendisi arasında böyle bir mukaveleye girişmeleri dinimizce uygun görülmüştür. Yalnız efendi­nin dekölesini daha evvel bir ücret ile elde ettiği hesabı yapılarak kölenin üzerindeki kitabet parasının hepsini ödemedikçe hürriyetine kavuşmaz.

Kitabet akdi kölenin kendini ve malını, çalışıp kazanacağı bir miktar mal karşılığında efendisinden satın almasıdır. Buna göre kitabet akdinin rükünleri şunlardır:

1.  Köle,

2. Kitabet bedeli.

3.  Vade,

4. Kitabet akdinin deyimleri. [2]

Kitabet akdi için yapılan anlaşmanın en az iki taksit ile oluşması köle­nin lehine olan bir durumdur. Çünkü peşin olması veya bir taksite bağlan-mazı köle için hayli zorluk teşkil edecektir.

Bilindiği gibi İslam dininin kölelik müessesesine bakış açısı diğer hu­kuk dallarının (!) bakış açılarından çok farklıdır. İslamın hukukla ilgili konularda teşri etmiş cezalardan en önemlilerinin ´köle azat etme´ gayet düşündürücüdür.

Yapılan kitabet akdinde kendi malından köleye yardımcı olması vacip­tir. Böyle bir durumda efendinin kölesine yardımcı olması gerektiğine de Ayeti Kerime de delil olarak gösterilebilir:

"Köle ve cariyelerinizden sizinle mükatebe akdi yapmak isteyenlerle, eğer onlar hakkında hayırlı olacağına kani iseniz, onlar ile mükatebe ak­di yapınız ve bedeli ödemede yardımcı olmak gayesiyle Allah´ın size ver­diği maldan onlara veriniz." (Nur: 24/33) Bu ayeti kerimeden hareket eden bir kı­sım İslam hukukçularına göre, mükatebe isteğinde bulunan köleler için böyle bir akdi yapmak, köle için bir hak ve efendisi için bir dini görevdir.

Yukarıdaki ayet-i kerimenin zahiri anlamına bakılırsa bir vücubiyet yani bir gereklilik söz konusu olmaktadır.

[1] Sünem Ebu Davud ilk. 23/1 No. 3927

[2] Bidayet´ti! Müctehid. 4/183

ÜMMÜL VELED (ÇOCUK SAHİBİ CARİYE)

Cariye sahibi olan seyyid, cariyesiyle cinsi münasebette bulunup ço­cuk veya çocuğa benzer bir mahlukat peyda olursa anık bu cariye ne satı­lır ne rehn bırakılır ve ne de hibe edilir. Aksi halde bu işlemlerden herhan­gi birinin yapılması haramdır. Her çeşit tasarrufu yapabilip, eskisi gibi de­vam eder. Çalıştırabilip, cinsi münasebette de bulunabilir. Bu durumda olan bir cariyenin seyyidi Ölürse, vasiyet ve borçlarından önce azat olu­nup, serbest bırakılır. Hatta bu cariyeden kalma başkasına ait çocuk varsa o da serbest bırakılır. Bir seyyidin cariyesiyle birisi nikahlanıp, cinsi mü­nasebette bulunup daha sonra çocuk doğurursa seyyide aittir. Ama şüphe ile bir cariyeyle cinsi münasebette bulunma neticesi bir çocuk doğmuşsa bu çocuğu da hür edebilmek için seyyide kıymetini ödemek gerekir.

Talak ile boşanmış bir cariyeyi alan yeni seyyidine (cariye önceden ço­cuk sahibi olmuşsa) cinsi temasıyla ümrnül veled hükmüne girmez. An­cak iki görüşten birine göre daha evvel bu seyyid şüphe ile onunla cinsi münasebette bulunmuş ve o münasebetten dolayı çocuk doğurmuş, o kişi de bu cariyeyi satın almışsa o zaman bu cariye ümmü veled olur. Allah daha iyi bilir.

Ümmülveled

Ümmül Veled efendisinden çocuk doğurmuş olan cariye demektir. Bu durumda olan bir cariye yukarıda da ifade edildiği gibi ne satılır, ne rehin bırakılır ve ne de başka birisine hibe edilir. İşte burda dikkat edilirse İslamın cariyeye bakış açısı çok anlamlıdır. Yani cariye İslam nazarında orta­lık kadını değildir. Efendisi istediği gibi onunla cinsel ilişkide bulunur, daha sonra doğum yapar, tabiri caizse damızlık gibi kullanılır, sonra da yine istediği gibi satar veya köleliği de devam eder diye herhangi bir şey düşünülemez. Yüce dinimiz İslam, bu ve buna benzer hassas konulan hep düzenli bir kalıba oturtmuştur. Yani cariye cinsi temas yollarıyla kul­lanıldığı takdirde artık cariyelik izlerinin kaybolacağı yollar takib edilir.

Ümmül Veled´in satışı: Ashabı Kiram devrinden beri Ümmül Veled olan cariyelerin satılıp satılamadığı ihtilaflı ise de, Hz. Ömer, "Ümmül Veled olan cariye satılamaz ve efendisi öldüğü zaman geri kalan ana ma­lından çıkarılarak azatlanmış olur." şeklinde hükmederdi,

Ümmül Veled´in satılamayacağı için delil:İbni Abbas Peygamberimiz (s.a.v.)´in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Hangi kadın efendisinden çocuk doğurursa, o kadın efendisi öldüğü zaman hürdür." [1]

Ümmül Veled´den doğan çocuk, da aynen annesi hükmünde olup satı­lamaz, hibe edilemez , herhangi bir verecek için rehn olarak bırakılamaz. Çünkü çocuk annesine tabidir.

İbni Abbas şöyle rivayet eder: İbrahim´in annesi (Peygamberimiz (s.a.v.)´in zevcesi) doğum yaptığında Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Mariye´nın çocuğu onu hürriyetine kavuşturdu." [2] Bu hadisi şerif Ümmü´l Veled durumuna giren cariyenin çocuk annesi olması hasebiyle hürriyeti için bir delil teşkil etmektedir.

[1] İmam Ahmed, t/317. Ihın \fu, c - ırk. 19/2

[2] İbnİHazin,sahih

CARİYELİK KAVRAMI

Toplumumuzda cariyelik ve kölelik kavramları çok değişik şekilde al­gılanmaktadır. Hatta üzülerek ifade edelim ki Özellikle cariye kelimesinin çok yanlış manalarda kullanıldığın ifade edilmesi gereken husus şudur:

Cariye tabiri ile köle tabiri arasında hukuki muhteva itibarıyla hiç bir mana farklılığı yoktur. Yani ikisi de kulluğa maruz kişiler olup erkeğine köle, kadınına ise cariye tabiri kullanılmaktadır.

Dalıa evvel de ifade ettiğimiz gibi İslanım köleliğe bakış açısı, müey­yide ve medeni olacak şekilde haklar kalıbına yerleştirmek idi. Cariye için ise de hüküm aynen geçerlidir. Toplumda yerleşen rriana ile cariye denilince ´sahibinin \e efendisinin istediği zaman cinsi arzularını tatmin için bir zevk aleti olarak kullandığı kadınlara cariye denir´ şeklindedir ki bu mana İslam hukuku açısından tamamıyla yanlıştır.

İslam´ın Cariyeliğe Bakış Açısı

Cariye denilen kadın köleler ile efendilerinin İslam hukukunun aradığı şartlara uymak kuralıyla karı-koca münasebetlerine girmeleri ve meşru bir zemin ile bunu bir evlilik müessesesi gibi yürütmeleri mümkündür.

Şu Ayet-i Kerime köle ve cariyelerin de meşru bir şekilde bu hakları­nın verilmesi gerektiğini ve onların da insan yerine konulup medeni ka­lıpta olduğunu belirler. "Aranızda bekârları, erkek kölelerinizden ve ca­riyelerinizden durumu müsait olanları evlendiriniz. Eğer bunlar fakir ise­ler, Allah kendi lüîfundan onları zenginleştirir." (Nur: 24/12) Şimdi bu hükmü gö­rünce sormak gerekmiyor mu?

Eğer her cariye efendisinin cinsi münasebetleri için kullandığı bir zevk aleti ise. bir efendi Kur´an´ın bu emri gereği başkasıyla hür veya erkek bir köle olabilir farketmez evlendirdiği cariyesi ile nasıl cinsi münasebeti­ni sürdürecektir. Haşa İslamda böyle bir hüküm kesinlikle yoktur.

Yukarıdaki hüküm ve açıklamadan sonra anlamamız gerekir ki, nasıl olacak. Efendi cariyesini evlendirecek, cariyesi başkasının karısı olacak. Kendisi de istediği gibi şehevi arzularını tatmin edecek, olmaz böyle şey.

Ancak bugün tıpkı olduğu gibi özellikle evlerde çalışan hizmetli ka­dınlar gibi, ama kölelik statüsünde olarak efendisinin evine gelip hizmet­lerini görmeye devam edecek. Efendisinin kölesi ve kocasının da karısı olacak. Demek ki cariye demek, kölenin kadını demektir. Efendisiyle is­tediği gibi kan-koca hayatı yaşayan ortalık kadını demek değildir.

Acaba cariyelik kavramında efendisi ile kan-koca hayatı yaşayan cari-> z yok mudur? Elbette o da vardır. Ama nasıl, açıklayalım:

İslam hukukunda cariye ile karı-koca hayatı yaşama seri şartlar ve hü­kümler çerçevesinde ve bu statüde olan cariyeler de vardır. Bu durumda­kiler evli kadınların hükmüne tabi tutulurdu. Yani hemen hemen çok az hükümlerle evli kadınlarından ayrılmaktadır. Sadece efendisi ile yatıp kalkmakta ve bunun için belli sınırlar bulunmaktadır.

Bu mana ayırımı hakkında Rasulullah (s.a.v.)´den bir misal verelim.

Hz. Peygamberin kadın köleleri vardı. Bunlar iki kısım idi:

Birinci Kısım: Hz. Peygamberin karı-koca yaşadığı cariyelerdir. Bun­lara misal olarak önce yahudi olan ve sonradan İslamı kabul eden Reyha-ne Bint-i Zeyd´dir. Hz. Peygamber kendisine hürriyeti ve evliliği teklif etmesine rağmen, O cariye olarak Hz. Peygamber ile yaşamayı tercih et­miştir. Bu nedenle Peygamberimiz (s.a.v.)´in yanında kalmaya devam et­miştir.

Bir diğer cariye de Peygamberimiz (s.a.v.)´in çocuklarından İbrahi­m´in annesi olan Kıpti asıllı Mariyye Bint-i Şemun´duı. Bu iki cariye de peygamberimiz (s.a.v.)´in diğer hanımları gibi muamele görmüşlerdir. (2)

İkinci Kısım: Peygamberimiz (s.a.v.)´in yanında bulunan ikinci kısım cariye ise başkaları ile evlendirdiği cariyelerdir. Yani bunlar Rasululla-h´ın evinde hizmet ederlerdi. Ancak başka erkeklerle evli idiler. Bunlara misal olarak yine Rasulullah´ın erkek kölelerinden Zeyd ile evlendirdiği Ümmü Eymen´i ifade edebiliriz.

Burda anlamamız gerekir ki İslam, köle ve cariyeye müsber bir bakış ile onları rahata kavuşturmuştur. Peygamberimiz (s.a.v.) vefat etmeden Önce, bütün erkek kölelerini ve kan-koca hayatı yaşamadığı cariyelerini hürriyetlerine kavuşturmuş ve azad etmiştir.

TAKLİDİN HÜKMÜ VE ŞARTLARI

Taklid; bir müctehidin delilini bilmeksizin görüşüyle amel etmektir. Kişinin buna kalbiyle niyyet etmesi, yeterlidir. Dil ile söylemese tîe olur. Müctehid "olmayanın, bir müctehidi taklid etmesi vacip ve müctehidin de

karşılaştığı herhangi bir amelde başkasını taklid etmesi haramdır.

Kişi, başlangıçta dört mezhebten dilediği birini taklid eder. Sonra bun­lardan bir mezhebi taklid ettikten sonra başka bir mezhebe geçebilir. Di­lerse bütün konularda başka mezhebe intikal eder ve dilerse bazı hüküm­lerde o mezhebi taklid eder.

Kuvvetli ve kendisine güvenilen bir görüşe göre durum budur. Yeter ki ciddiyet olsun. Şimdi bu taklitlerin hangi şartlarda olması gerektiğii öğre­nelim.

Taklidin şartlan altı tanedir:

1)  Takliid eden kişi, taklit edeceği mes´elede kendisini taklid ettiği kimsenin o mes´eleyle ilgili şart ve vacibleri bilmesi.

Mesela Şafii biri, İmam Malik´i; şehvetsiz olarak kadına dokunmanın abdesti bozmaması hususunda taklit etmek istese, İmam Malik´in abdest konusunda vacib olduğunu ileri sürdüğü hususları bilmesi gerekir ki, söz-konusu hususun abdesti bozmaması hususunda onu taklid edebilsin.

2)  Taklidin ´Kablel amel´ diyebileceğimiz amelden önce olması fi­ilin vuku bulmasından sonra olmaması.

Sıhhati hususunda mezhebler arasında ihtilaf bufunan bir ibadeti eda eden kimse, onun sahih olduğunu söyleyen mezhebi taklit etmekten eda etmişse, onu iade etmesi gerekir. Daha önce yapmasının değeri yoktur. Çünkü bu yoruma göre o ibadeti, o şekilde yerine getirirken onun fasid olduğunu biliyordu. Böylece o zaman, o ibadeti boşuna yapmış olur. Ama Şafii olan biri, cinsiyet organına dokunur ve sonra dokunduğunu unutur yahut kendisinin mezhebinde dokunmaktan dolayı abdestin bozulacağını bilmez ve bu bilmemekte mazur olup, sonra namaz kılacak olursa; o na­mazın kazasını iskat etme hususunda Ebu Hanife´yi taklid edebilir. Çün­kü O´na göre. olayın ve vuku bulmasından sonra taklid caizdir.Hanbeliler aksi görüştedir. Maliküere gelince; onlar bu hususta ihtilafa düşmüşlerdir.

3)  Mükellefiyet bağından kendisini kurtaracak şekilde ruhsatları araştırıp onlara sarilmaması. Mesela namazın vakti daralır ve abdest alacak su ve teyemmüm alacak toprak bulamayıp temiz bir kaya bulur ama Şafii´yi taklid ederek o kaya ile teyemmümü terkeder ve İmam Ma-lik"i laklid ederek bu namazın kazasını terketmesi gibi. Çünkü Şafii´ye göre, teyemmüm ancak temiz toprakla yapılabilir.

İmam Malık´e göre, temiz toprak bulamazsa, temiz bir kaya ile teyem­müm yapabilir. Temiz bir kaya da bulamazsa, ondan namaz sakıt olur. O namazı kaza etmez. Kişinin, mükeliefliği kaldıracak şekilde bu taklid yollarına sapması caiz değildir.

4) Taklid ettiği kişinin müctchid olması. Velev ki er-Rafii, en-Neve-vi, er-Rameli ve İbni Hacer gibi fetvada müctehid olan biri olsun. Ancak alimler, o müctehidin o mes´eledeki görüşünün çok zayıf olduğunu söylemişlerse, o zaman taklid edilemez. Yine, bir imamın kendisinden döndü­ğü görüşünü taklit etmek sahih değildir. Ancak o imamın Mezhebi´nin alimleri, o imamın kurallarına dayanarak ve bir delile bağlı olarak o görü­şü seçmiş iseler, onu taklid edebilir.

5) Telfikin olmaması.Telfik, dini konularda bir mes´ele hakkındaki mezhep müctehidlerinin birbirine ztt olan görüşlerini birleştirme işidir. Bu zıt görüşler birleştirilirken taklit konusu olan diğer görüşlerle yetin­mektir.

Bir mezhebin herhangi bir konuda olan bir görüşü benimsendiği za­man ne başlangıçta ve ne de devamlı olarak bir mes´elede taklid ettiği her iki müctehidin söylemediği bir sonuca varmamak gerekir. İki içtihadın arasını uzlaştırma yapmak caiz değildir. Şafii, Hanefi ve Hanbeli Mez-hepleri´nde telfik caiz değildir. Ama Malikiler´de sadece ibadetlerde tel-fık caizdir.

Telfikin bazı şekilleri vardır:

a)  Bir kimse başının bir kısmını meshetmiş ve lezzet kasdı olmadan yabancı bir kadına dokunmuş ve dokunduğunda da lezzet duymamıştır.

Bu kimse, Maliki´ye göre zikredilen dokunma ile abdest bozulmadı-ğından İmam Malik1 i taklid ederek namaz kılar ve Şafii´yi takliden başın bir kısmını meshetmekle yetinirse, her iki İmam´a göre hem abdesti ve hem de namazı batıldır. Çünkü İmam Şafii, her ne kadar başın bir kısmı­nın meshedilmesiyle abdestin sahih olacağını söylüyorsa da, yabancı bir kadına dokunmakla abdestin bozulacağını söylemektedir.

İmam Malik de, her ne kadar sözkonusu olan dokunma ile abdestin bo­zulmayacağını söylüyorsa da, O´na göre başın bir kısmının meshedilme­siyle olan abdesti batıldır.

b)  Şafii´yi taklid ederek başın dörtte birinden daha azını meshedip sonra Ebu Hanife´yi taklid ederek cinsiyet organına dokunacak olursa, bu iki İmam´a göre abdesti batıldır. Çünkü Şafii her ne kadar dörtle birinden az kısmının meshedilmesiyle abdestin sahih olacağını söylüyorsa da. cin­siyet organına dokunmasıyla abdestin bozulacağını söylemektedir.

Ebu Hanife, her ne kadar cinsiyet organına dokunmakla abdestin bo­zulmayacağını söylüyorsa da, başın dörtte birinden az bir kısmının mes-hedilmesinin yeterli olmayacağını söylemektedir.

c)  Abdest alır, sonra cinsiyet organına dokunur ve kan aldırır, sonra da cinsiyet organına dokunmakla abdestin bozulmaması konusunda Ebu Hanife´yi, kan aldırmanın abdesti bozmadığı hususunda İmam Şafı´yi taklit ederse her iki imama göre abdesti batıldır.

d) Başın bir kısmının meshi İmam Safi´ yi ve köpeğin temiz olduğu konusunda İmam Malik´i taklit edip namaz kılanın namazı kuvvetli görü­şe göre batıldır.

e)  Kişi zorla karısını boşamış ve Hanefi biri ona boşamanın vaki oldu­ğunu söyler ve o da iddeti bittikten sonra o kadının kızkardeşi ile nikahla­nır sonra Şafii biri ona boşanmanın vaki olmadığını bu nikahın baki oldu­ğunu söylemiştir. İmam Şafi´yi taklit ederek birincisiyle ve Ebu Hanife´yi taklit ederek ikincisiyle yatamaz. Çünkü her iki imama göre iki kızkarde­şi cem´etmek caiz değildir. Şayet İmam Şafı´yi taklit ederse, kuvvetli gö­rüşe göre ikincisi ondan ayrı düşmüştür. Ta ki iki kız kardeşi birarada bu­lundurmasın.

f)  Eğer Ebu Hanife´yi taklid ederek kadının velisi olmadan nikah kıy­mış ve sonra talak ile bir işi yapmayacağına dair yemin edip unutarak o işi yapar ve bir hanefıye gidip durumunu sorar. Hanefi de yemin ettiği şe­yi unutarak yapmasından dolayı boşamanın vaki olduğuna dair fetva ve­rir. Sonra da Şafii birine gidip o da unutarak yemini bozmanın boşanma­ya sebep olmayacağını söyler. Bu kişinin İmam Şafi´yi taklit ederek o ka­dınla yatması caiz değildir. Çünkü Ebu Hanife´yi taklid ederek, velisiz kıydığı nikah, yeminini bozmasına zail olmuştur. Eğer Ebu Hanife´nin taklidini bırakıp Şafii Mezhebini taklid ederek nikahını mezhebine göre tazelerse caizdir.

İmam Remli´ye göre, bir kimse Hanefi´ye göre velisiz bir kadınla ev­lenirse ve zifaftan sonra üç talakla boşarsa, Hanefi taklidini bırakıp Şa­fii´ye göre yeniden nikahını akd etmesi caizdir. Yeter ki bir hakim, birinci nikahın sahih olduğuna dair bir hüküm vermemiş olsun. Yoksa caizdir, hatta bizzat hakim nikahı akd ederse hüküm sayılmaz, söz ile buna hük­mettim demesi gerekir.

Birisi üç talakın vuku bulmaması için eşini hul´ eder, sonra iddet esna­sında kendisi için yemin ettiği şeyi yapmadan Safi Mezhebi´nin ileriye sürdüğü şartlan yerine getirmeden -Velisiz oluşu gibi- onu taklid eder, sonra yemin ettiği şeyi yapar. Böyle bir şey yapmak caiz değildir. Çünkü Şafii, velisiz olan bu akdi caiz görmez. İmam-ı Hanefi-, sahih görse de id­det esnasında yemin ettiği şey meydana gelse hul´ üç talakın düşmesine engel olmaz, diyor. Mutlaka iddetin bitimine kadar kendisi için yemin edilen şeyin meydana gelmemesi için dikkat edilmesi gerekir.

Bir kimse komşuluk sebebiyle, İmam-ı A´zam´ı taklid ederek şuf a ile bir ev alır, sonra satar, bilahare geri satın alır. Fakat bu defa birisi komşu­luk sebebiyle şufa hakkını açar, o da Şafii´yi taklid ederek vermemezlik eder. Çünkü Şafii Mezhebi´ne göre, komşuluktan dolayı şufa hakkı yok­tur. Ancak ortaklıkta şufa vardır. Bu muamele de caiz .değildir, çünkü bu da telfiktir.

6) Taklid edilen hüküm, nassa veya icmaa yahut bunlara benzer bir delile muhalif olduğu için, hakim onunla hükmettiği takdirde, ha­kimin hükmünün nass, icma´ ve kıyasa muhalif bir hüküm olmamalı­dır.

Bunun pek çok misali vardır. Bunlardan bir kaçı şöyledir:

a) Bir sözle üç talakın yahud bir mecliste söylenen üç talakın, bir ric´ talak olduğunu söyleyen görüştür. Çünkü bu görüş, sahabenin icma´ına ve onlardan sonra tabiinin ve müctehid imamların icma´ına, Kur´an´ı Ke-rim´in zahiri hükümlerine ve Sünnet-i Seniyye´nin sarihine açıkça muha-liftir.

b) Ümm-ü veled´in satışının ve mut´a nikahının sahih olduğunu söyle­yen görüşler,

c) Ramazan´da fecir doğduktan sonra ve Güneş doğmazdan önce yiyip içmenin caiz olduğunu söyleyen görüş.

d)  Said b. Müseyyeb ve İbnu Cübeyr´e nisbet edilen, üç talakla boşa­nan bir kadının sırf ikinci birine nikahlanmasıyla birinci kocaya helal ola­cağını ve ikincinin onunla yatmasının şart olmadığını ileri süren görüştür

Sözde alimlik taslayan bu kişilerin İslam´a muhalif olan görüşlerin or­taya atılmasıyla bu amel günümüzde yaygın haie gelmiştir.

Büyük İslam alimleri, bu mes´eleye şiddetle karşı çıkmış, hatta onlar­dan biri şöyle demiştir:

"Bu görüşle amel eden kişi, yüzü siyaha boyanmak ve sürgün cü:1-mekle ta´zir edilmelidir."

Hanefi fıkhına ait El-Hulasa eserinde şöyle denilmektedir:

"Her kim bu görüşle fetva verirse, Allah´ın, Meleklerin ve bütün in­sanların la´neti onun üzerine olsun."

e) Davud Ez-Zahiriye nisbet edilen, nikahın veli ve şahit olmadan kı-yılabîleceğini söyleyen görüştür.

Bazı kimselerin bu hususta Ez-Zahiri´yi taklid etmenin caiz olduğunu söylemelerine aldanılmamalıdır. Bu görüşte, onu taklid etmenin haram olduğunu açıklayan alimlerden biri, Eş-Şebramlesi*dir. Eseri olan En-Ni-haye´nin haşiyesinde buna açıkça cevap vermiştir.

Faide: İmam Şafii (r.a.) şöyle demiştir:

"Bir mes´elede sahih bir hadis bulunursa, benim mezhebim odur. Ona muhalif bir görüşümü bulursanız, onu çöplüğe atın."

İmam Şafi´nin bu sözle söylemek istediği şudur:

"Bir hükümde tereddütlü olup, o konuda kesin karar vermemişsem ve siz de o konuda sahih bir hadis bulursanız, o hadise göre amel edin."

Akşam namazının vakti gibi.

Bu hususta tereddüd vaki olmuştur: ´Akşam namazının vakti, yatsıya kadar devam eder mi, etmez mi?´

Şafii Mezhebi alimleri; akşam vaktinin, şafak batıncaya kadar devam ettiğine dair hadisin sahih olduğunu bulmuş ve ona tabi´ olmuşlardır.

Onun bu sözü, bazı kıt anlayış sahiplerinin dediği gibi bunun manası:

"Her nerede sahih bir hadis görürseniz, onunla amel edin" manasına değildir. Pek çok sahih hadis vardır ki, İmam Şafii onlarla amel etmemiş­tir. Çünkü tahsis ve onları nesneden bir nass bulma gibi bunu gerektiren sebeplere uyarak onlarla amel etmemiştir.


Konu Başlığı: Ynt: Köle Azad Etmek
Gönderen: Ceren üzerinde 13 Mayıs 2015, 20:35:50
Esselamu aleyküm.Rabbim razı olsun paylaşımdan kardeşim.Köle azat etmek sünnettir.Ve bunu yaparken niyet edip,Allah rızası için  yapması gerekir.


Konu Başlığı: Ynt: Köle Azad Etmek
Gönderen: besiye 8 üzerinde 13 Mayıs 2015, 20:37:18
Allah razı olsinn paylasim için Teşekkürler