๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Fetavayi Hindiyye => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 07 Haziran 2010, 06:44:42



Konu Başlığı: Zekat
Gönderen: Ekvan üzerinde 07 Haziran 2010, 06:44:42
Fetavayi- Hindiyye Zekat

1- ZEKATIN MANASI, SIFATI VE ŞARTLARI
Zekâtın Sıfatı :
Zekâtın Vücubunün Şartları:
Hürriyet :
İslâm..
Akıl Ve Bulûğ :
Nisab Miktar! Mal :
Mala Tam Malik Olmak :
Havaic-İ Asliyeden Fazla Mal :
Nisabın Namı Olması :
Malın Üzerinden Bir Sene Geçmesi :
2-OTLAK HAYVANLARIN ZEKÂTI
Mukaddeme.
Develerin Zekâtı
Sığırların Zekâtı
Koyunların Zekâte.
Zekâta Tabî Olmayan Mallar
3- ALTININ, GÜMÜŞÜN VE TİCARET MALLARININ ZEKÂTI
Altının Ve Gümüşün Zekâtı
Ticaret Mallarının Zekâtı
Zekâtla İlgili Bazı Mes´eleler
4- ÖŞÜR TOPLAYAN KİMSELERİN DURUMU..
5- DEFİNELERİN VE MÂDENLERİN ZEKÂTI
6- ZİRAÎ MAHSULLERİN VE MEYVELERİN ZEKÂTI
Öşür Suyu :
Haraç Suyu :
7- ZEKÂT VERİLECEK KİMSELER..
Fakirler :
Miskinler :
Âmil :
Mükâteb Köle :
Borçlu:
Allah Yolunda Olanlara :
Yolcu :
Beytü´l - Mâl´in Gelirleri
8- SADAKA-İ FITIR..
Fıtır Sadakası Ne Zaman Vacib Olur :


ZEKAT


1- ZEKATIN MANASI, SIFATI VE ŞARTLARI


Şefcât: Bir müslümanın, Hâçmıî veya bir Hâşİmî´nin kölesi olmayan, müsliiman bir fakire, ondan hiç tir menfaat beklemeksi­zin, sırf Allah nzasi için, i malını verniesidir. Zekâtın şerif şerifteki tarifi budur. Tefeyîn´ de de bökedir. [1]



Zekâtın Sıfatı :


Zekât, muhkem bir farzdır. Onu inkâr eden Jcalir olur. Ver meyen ise öldürülür. Serahsî´nin Muhıyt´inde de böyledir.

Malın üzerinden tam bir sene geçince, zefcâtını^hemen ve-mek vacip olur. Özürsüz olarak, zekâ*, vermeyi geriye bırakan kim­se ise günahkâr olur.

Râzî´nin rivayetinde, zekâtın verilntesi fevrî değildir, (yani, farz olur olmaz, hemen vermek gerekmez.) Bir kimse onu Ömrünün so­nuna kadar tehir edebilir. Ancak, evvelki kavil esahhtır ve zekâtını tehir edip ölürken veren kimse günahkâr olur. Telızîb´de de böyle­dir.

Veya, bir kimse verilmesi gereken zekâtını,-malından Sı­rırken, ^-onun zekât olduğuna— niyyet etmelidir: Kenz´de de böyle­dir.

Zekât vermeye niyyeıt eden kimse, maluıdan bit-şey ayırma­dan, senenin sonuna kadar, zaman zaman tasaddıakta bulunsa ve bu sadakaları verirken, zekâta niyyet etmiş olmasa, verdiği bu sadaka­lar, zekât olarak caiz olmaz. Tebyîn´de de böyledir.

Bir kimse, bu sadakaları verdiği sırada, kendisine, «bunu ne için veriyorsun?» denilse ve o kimsenin de, hiç düşünmeden: »Zekât olarak veriyorum.» demesi mümkün olsa, o şahsın bu hali niyyet olur.

Ancak, bir kimsenin : «Senenin sonuna kadar verdiğim sadaka­ları, zekâtıma niyyet ettim.» demiş olması caiz olmaz. SSrâciyye´de de böyledir.

Zekâtını vermek üzere, birisini vekil eden kimsenin —zekât için ayırdığı malı—o kimseye verirken, zekât için niyyet etmesi caiz olur. Şayet, bu şahsı vekil tayin ederken değil de, bu vekile, zekâtı verirken niyyet etmiş olsa yine bu niyyeti caiz olur. Mî´râcü´d - Dirâ-ye´de de böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsa zekâtını verip onu fakirlere ver­mesini emretse, o kimse de verirken niyyet etmese, bu da caiz olur. Çünkü, bu durumda, âmirin niyyeti bulunmaktadır. Serahsî´nin Mu-hıyt´inde de böyledir.

Bir kimse, zekâtını vermek üzere vekil tayin ettiği şahsa, zekâtını verdikten sonra, henüz o vekil zekâtı fakirlere dağıtmadan önce, zekâtın, sahibi niyyetini değiştirip yenilemiş olsa, ikinci niy­yeti ne ise o, caiz olur.

Bu kimse, malının zekâtından vekiline bir kaç dirhem vermiş olsa, memur (= vekil) onu fakire vermeden önce, amir, o miktarın, , nezri yerine verilmesine nıyyet etse, verilen o şey zekât değil, nezir olur. Sirâcü´l - Vehhâc´da da böyledir.

Zekât vercek olan bir kimse, bir şahsa : «Eğer, şu eve gi­rersem, Allah için, sana şu yüz dinarı vereceğim.» demiş olsa ve o kimse de, mezkur eve girse, zekât verecek olan kimse de, o yüz di­narı zekâtı yerine vermeye niyyet etse; bu yüz dinar, zekât olarak caiz olmaz. Serahsî´nin Muhiyt´inde de böyledir.

Kendisine emanet olarak konulmuş -bir malı zayi etmiş bu­lunan bir kimse, emanetin sahibi olan fakir kimsenin düşmanlığın­dan kurtulmak için, zayi olan emânetin bedelini, o fakir şahsa zekât niyyeti ile verse bu, caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîbân´da da böyledir.

Bir kimse, niyyetsiz olarak fakire vermiş olduğu bir malı, henüz fakir harcamadan zekât olarak niyyet etmiş olsa, bu caiz olur. Fakat, fakir harcadıktan sonra, böyle niyyet etmiş olması caiz ol­maz. Aynî´de de böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsın malından, mal sahibinin haberi olmadan, bir fakire zekât vermiş olsa ve mal sahibi de buna razı olsa; eğer bu durumda ayiu mal, aynı fakirin elinde bulunmakta İse, bu zekât caiz olur. Aksi takdirde caiz olmaz. Sirâciyye´de de böyle­dir.

Bir kimse, ihtiyacından fazla olan malının hepsini tasad-duk eylese de, bu halde zekâta niyyet etmemiş bulunsa, bu kimse­den zakâtm farziyyeü düşer. Bu istihsandır. Zâhidî´de de böyledir.

Nafile tasaddukta, niyyetin bulunmuş olması ile olmaması arasında bir fark yoktur.

Bir kimse, nisabının tamamını nezir veya başka bir vacip niyyeti ile, fukuraya vermiş olsa, neye niyyet etmişse onu vermiş olur. Diğerine ise borçlu kalır.

İmâm Muhammed (R.A.)´e göre, nisabının bir kısmını fa­kire hibe etmiş olan, mal sahibinden zekât sakıt olur. Tebyîn´de de

böyledir.

İmâmı A´zam Ebû Hanîfe CR.A.) ´den de bunun gibi bir rivayet gelmiştir. Bu kavil, eşbehtir. Zâhîdî´de de böyledir.

Bir fakirde alacağı olan bir kimse, bu alacağından vaz geç­miş olsa; zekâta niyyet etsin veya etmesin vazgeçmiş bulun­duğu bu malın zekâtı kendisinden düşer. Çünkü o,*helak olmuş mal hükmündedir.

Fakat, bu kimse, bu alacağından bir kısmından vaz geçmiş ol­sa, vaz geçtiği kadarının zekâtı zimmetinden sakıt olur.

Bu kimse, vaz geçtiği miktarı, kalan alacağının zekâtına niyyet etmiş olsa bile kalan alacağının zekâtı, bu şahsın üzerinde kalır. (Yani onun da zekâtını vermesi^ gerekir.) Tebyîn´de de böyledir.

Bir kimse, bir zenginde olan ve üzerinden bir yıl geçmiş bu­lunan alacağını o zengine bağışlamış olsa, Câmî´in rivayetinde, esahh olan kavle göre, o kimse bağışlamış bulunduğu bu malm zekâtını da borçlu olur. Serahsî´nin Mııhıyt´inde de böyledir.

Bir kimse, bir fakire başka bir fakirde olan alacağının ze­kâtı niyyeti ile bağışlamış olsa veya kendisinin yanında bulunan ma-Jımn. zekâtı niyyeti ile bağışlamış olsa, bu caiz olmaz. Kâfi´de de böyledir.

Bİf kimsenin, bizzat yanında bulunan malının zekâtını, biz­zat yanında bulunan malı ile veya alacağının zekâtım, bizzat yanında bulunan malının zekâtı yetine sayması caiz olmaz. Ancak, alacağını, almamış bulunduğu! alacağının yerine zekât olarak verse caiz olur. Seraibsî´nm Muhiyt´inde de böyfödir.

Zekât verecek kimsenin zekâtını açıktan vermesi, nafile sa­dakalarını ise gizli vermesi daha efdaldir. Fetâvâyi Kâdîhân´da da böyledir.

Bir fakire; bağış veya bprç diyerek para veren kimsenin, zek&ta niyyet etmesi caiz olur. Esahh olan görüş budur. Bahrü´r -Râık´ta da da böyledir. [2]



Zekâtın Vücubunün Şartları:


Bir kimseye zekâtın farz olması için şu şartlar vardır : [3]



Hürriyet :


Bir kimseye zekâtın farz olması için, o kim-senin hür olması şartır. Köleye zekât,, —kendisine

ticaret izni verüL miş olsa bile-^- farz değildir.

Mükatep, ümm^ü veled ve müdeber de böyledir. Yani, bunlann da zekât vermeleri farz değildir. Ebû Hanîfe (R.A.) ye göre, müstes´-â*mn hükmü de mütkâtebin hükmü gibidir. Bedâî´de de böyledir. [4]



İslâm


Bir kimseye zekâtın farz olması için, o şahsın müslüman olması gerekir. Kafirin zekât vermesi faiz değildir. Be-dât´de de böyledir.

Bize göre, islâm, zekâtın, vücubünun şartı olduğu gibi, bekası­nın, da şartıdır. Mesela: Kendisine zekât farz olduktan sonra, irtidâd eden bir kimseden, —Kİlümde olduğu gibi— zekâtın farziyyeti düşer. Ve bu kimse, senelerce irtidad halinde kaldıktan sonra,.yeniden müslüman olsa, mürted olarak kaldığı o senelerin zekâtı kendisine farz olmaz. Mİrâcü´d - Dirâye´de de böyledir.

es - Sıyr, Fîmâ´da : Dâr-ı harbde müslüman olan bir kâfir, müslüman olduktan sonra, orada senelerce yaşasa, sonra da çıkıp îslâm Diyarına gelse; bu kimseden îmâm, (=: veliyyül-emr) zekât namına hiç bir şey almaz. Çünkü, bu kimse, o veliyyü´l - emrin vela­yeti altında değildi ki, kendisine zekât vermek vacip olsun

Ancak, bu kimse îalâm Diyarına gelmeden önce zekâtın: farz olduğunu biliyor idiyse, onun zekât vermesi ile fetva verilir. Btt nu bilmiyor idiyse, zekât vermesine fptva yoktur; onun zekât verme­si vacip olmaz.

İslâm Diyarında müsiüman olan kimselerin durumu; bu kaide­nin hilafınadır. Çünkü, bu kimselerin zekât! vermesi, zekât verme­nin farz olduğunu bilseler debilmeseİer de— farzdır. Sirâcu 1 - Y«h-hâc´da da böyledir. [5]



Akıl Ve Bulûğ :


Bir kimseye zekâtın fa^z olması için, o kimsenin, akıllı ve bulûğa ermiş olması şarfctır.

Çocuğun ye delinin; zekât vermeleri farz değildir. Ancak, delaliğin/, sene boyunca devam etmesi gerekir. Cevheretü´n-Neyyire´de de böyledir.

Bir mecnun (= deli), nisaba ulaşacak mala sahip olduktan son­ra, senenin bazı günlerinde delilikten çıkmış olsa, ^-bu günler, ister senenin başında, ister senenin sonunda bulunsun; ister çok, isterse az olsun—, o delinin/zekât vermesi farz olur. Aynî´de de böyledir. Zahirü´r - rivaye budur. Kâfî´de de böyledir. SadruH - İslâm Ebû´l* Yüsr : «Bu esahhtır,» demiştir. Ebî´1 - Mekârim´in Nikâye Şerhi´nde de böyledir.

Bu, anzî cinnetlerdedir. Bu ise, bulûğdan sonra ve geçici olarak meydana gelir.

Fakat, Ebû Hanîfe (R.A.) ´ye göre, deli olarak bulûğa erişen kim­se için, iyileşmiş olduğu zaman senenin başlarına itibar edilir. Kâfî´­de de böyledir.

Çocuk da böyledir. Bulûğa eriştiği zaman, senenin evveline itibar olutıur. Yani, bulûğa erdiği günden itibaren, zaman işlemeye başlar. Bu andan itibaren, bir yıl dolunca, o çocuğa zekât farz olur. Tebyüı´de de böyledir.

Baygın olan bir kimsenin, baygınlığı bir yıl devam etse bile kendisine zekât farz olur. Fetâvâyi Kİidîhân´da da böyledir. [6]



Nisab Miktar! Mal :


Zekâtın farz olmasının şartların­dan biri de, malın nisab miktarına baliğ olmasıdır. Nisap miktarın­dan az olan mal için, zekât farz olmaz. Kenz Şerhi Aynî´de de böyle­dir.

Bir kimse, bir sene tamamlanmış olduğu için mevcut ikiyüz dinarının zekâtı olarak, bir fakire veya zekâtını dağıtmak üzere kendisine vekil ettiği bir şahsa, beş dinar vermiş olsa; sonradan da, dinarlarının iki yüz değil ide, altmış dinar olduğu anlaşılsa, ze­kâta konu o ian malm nisaptan az olması sebebi ile, bu beş dinar zekât olmaz. Fakat, o kimse, bu beş dinarı, fakirden geri almayı is­tese, geri de alamaz. Vekilinden almak istediğinde, şayet vekili o beş dinarı fakire vermişse, ondan da alamaz. Ancak, vekil fakire verme­mişse, bu dinarları sahibi geri alır. Fetâvâyi Kâdîhân´da da böyledir. [7]



Mala Tam Malik Olmak :


Zekâtın farz olmasının şart­larından birisi de, tanT temellük yani kişinin mala tam sahip olması­dır.

Tam temellük, malın kişinin elinin altında bulunmasıdır. Mal, bulunduğu halde, kişinin elinin altında olmazsa, (eline alma­dan önce, kaidının kocasında olan mehri gibi) veya mal elinde oldu­ğu halde, kişi ona tam sahip olmazsa, (mükatep veya borçlu gibi) bu kibi kimselere zekât vermek farz olmaz. Slrâcü´l - Vehhâc´da da böyledir.

Teslim alınmadan Önce parası Ödenmiş bulunan mala ge­lince, «Bu mal nisaba -^dahil— değildir.» diyenler olmuşsa da, esahh olan, onun nisab (a dahil) olduğudur. Yani, bu malın da ze­kâtı verilir. Serahsî´nin Muhiyt´inde de böyledir.

Bir kimse, ticaret için kölesine mal vernüş olsa ve o köle de kaçsa, o mal için zekât farz olmaz. Mecma´ Şerhin´de de bövle-dir.

Bir kadının, kocasından bin dinar mehir alacağı olsa da, seneler geçmesine rağmen, bu kadın, kocasından bu parayı almamış bulunsa; kadına, bu bin dinardan dolayı zekât farz olmaz. Muzma-rât´da böyledir.

Rehine verilmiş olan bir mal, kendisine rehin olarak bıra­kılmış olan kimsenin elinde bulunduğu müddetçe, rehine bırakan kimsenin bu maldan dolayı zekât vermesi gerekmez. Bahrü´r -Râık´ta da böyledir.

Kendisine ticaret yapmak için izin verilmiş olan bir kölenin, elinde bulunan mal, borcunu karşılamıyorsa, bu mal için de zekât yoktur.

Eğer, bu kölenin borcu yoksa, kazancı efendisinindir. Bu malın üzerindne bir sene geçince, zekâtını vermek, o kölenin efendisine farz olur. Mi´râcü´d- Dlrâye´de de böyledir.

«Münasip olan, almadan önce, zekâtını vermektir.» denil­miş ise de; sahih olan, almadan önce zekâtının verilmesinin lazım gelmiyeceğidir. Serahsî´nin Muhıyt´inde de böyledir.

Yolcu olan kimselere de, mallarının zekâtını vermeleri farz ölür. Çünkü, o yolcu, naibi vasıtası ile harcamada bulunma yetkisi­ne sahiptir. Fetâvâyi Kâdîhân in Ticaret Malı Bölümü´nde de böy­ledir. [8]



Havaic-İ Asliyeden Fazla Mal :


Zekâtın farz olması­nın şartlarından biri de, malm havaic-i asliyeden (— aslî ihtiyaçlar­dan) fazla olmasıdır.

İçinde oturulan eve, giyilen elbiseye, evin zarurî eşyaları­na, binek hayvanlarına, hizmet gören kölelere, kuiamlan silahlara, aile fertlerinin bir senelik yiyeceğine, altın ve gümüşten olmayan kap kaçağa zekât gerekmez. Keza, cevahir, inci, yakut, zümrüt ve benzeri şeylere de, —şayet bunlar ticaret îçin kullamlmıyorlarsa— zekât gerekmez. Keza, nafaka temini için bulundurulan para için de zekât gerekmez. Hidâye Şerhi Aynî´de de böyledir.

İlim ehlinin kitaplarına, sanatkârların aletlerine veya evde kullanılan aletlere de zekât gerekmez.

Fakat, elbise boyacısı olan bir kimsenin, başkasının elbisesini boyamak için satm almış bulunduğu boya ve zaferân gibi şeylerin kıymeti, nisap miktarına ulaşır ve bunun da üzerinden bir sene ge­çerse, bu gibi şeylerin zekâtlarının verilmesi farz oîür.

Keza, bir iş yapmakta kullanmak için satın alman ve yapılan işte tesiri ve izi kalan, (dibagatta kullanılan yağ gibi) şeylerin üze­rinden sene geç$e ve bunların miktarı da nisaba baliğ olsa, bunların da zekâtının verilmesi lazım gelir.

Şayet, o şeyin kullanıldığı işte, bir eseri ve bir izi kalmazsa, (sa­bun gibi veya çöğen gibi) bu gibi şeylere zekât gerekmez. Kifâye´de de böyledir. [9]



Borçlu Olmamak :



Zekâtın farz olmasının şartlarından biri de, borçlu olmamaktır.

0 Alimlerimiz - «Kullar tarafından talep edilen borçların hep­si zekâtın farz olmasına manidir. Bu borç; ister kulların her hangi birinin, ödünç gibi; alınmış olan bir şeyin bedeli gibi, telef olunmuş bir şeyin ödenmesi gibi, yaralama diyeti gibi bir alacağı olsun; is­terse nakitlerden, ölçülebilen, tartılabilen şeylerden veya elbise, hayvan kan bedeli ve emsali gibi şeylerden olsun; isterse bu borçlar, te´cil edilmiş olsun veya isterse bu borç, zekât borcu gibi Allah için bir borç olsun, bunların hepsi, —zekâtın farziyyetine mani olma bakımından— müsavidir.» demişlerdir.

Bu borç, şayet saimenin zekâtından dolayı bir borç olursa, âlimlerimiz arasında bir ihtilaf olmaksızın, zekâtın vücubuna mani olur, İsterse bu borç, bir kimsenin bizzat yanında bulunan mal gibi, ayni mal olsun; isterse, nisabın helak olması sebebi ile zimmette kalmış olan bir borç olsun, müsavidir.

Eğer bu borç, meyvelerin ve ticaret mallarının zekâtı sebebi ile meydana gelmiş bir borç olursa, bunlar4 hakkında âlimlerimiz ara­sında ihtilâf vâki olmuştur. İmâm Ebû Hanîfe CR.A.) ile İmâm Afu-hammed (R.A.)´in görüşlerine göre, bunlar da sahne gibidir. Eğer borç, toprağın haracı gibi olursa, miktarı kadarının zekâtına mani ölu£. Bu kaide, haraç hakkı ile alındığı ve buğday zamanına eriştik-ten sonra senenin tamam olduğu zaman geçerlidir. Eğer, buğday zamanına erişihnemişse haraç vermek yoktur.

Haksız olarak alınmış olan mallar, sene tamam olmadan önce alınmadığı müddetçe, zekâtın vücubuna mani olmaz.

Öşür arazisinden mahsul çıktıktan sonra, zekâtı verilmeden he­lak olsa, mislini ödemek gerekir. Bu, dirhemlerin üzerinden sene ge­çerse, üzerine zekât yoktur. Tatarhâniyye de de böyledir.

Keza, mehir de, ister müeccel olsun, ister muaccel olsun ze­kâtın vücubuna manidir. Çünkü mehir, istenilerek bir borçtur. 3e-rahsî´nin Muhiyt´inde de oöyledir. Zahirî mezhepde sahih olan bu­dur.

el - Bezdevî, Câmiu´l - Kebîr Şerhinde : «Âlimlerimiz şöy­le demişlerdir : Bir kimsenin üzerinde, karısının mehr-i müecceli olsa ve bu kimse de onu vermek istemese, bu hâl, zekâtın vücubuna mani olmaz. Çünkü, bunu istemek adet değildir. Bu, yukarıda da geçi İği gibi güzeldir.» demiştir. Cevâhirü´I - Fetâvâ´da da böyledir.

Fakat, hanımların nafakaları borç değildir. Bu borç, haki­min karârı ile veya iki tarafın rızasrile olsa bile, .zekâtın vücubuna mani değildir. Hakimin kazası veya iki tarafın rızası olmasa da du­rum aynıdır. Mahremlerin nafakaları da böyledir Hakimin bir aydan aşağı olan kısa bir müddetle hüküm verdiği zaman durum böyledir. Nafakanın müddeti uzun olursa, durum yine böyledir. Fakat; bu tak­dirde, bu miktar nisabtan çıkarılır. Bedâi´de de böyledir.

Bunların tamamı, zekât kendisine vacip olmadan önce, zim­metinde bu borçlar bulunduğu zamandadır. Fakat zekât vacip olduk­tan sonra, br kimse borçlanmış olursa, bu borç, zekâtın farziyyetini düşürmez. Cevheretü´n - eyyire´de de böyledir.

Fakat, bu borç, senenin içinde arz olmuş ise, bu hususta, Uyûn´da : «Bu, durumda, İmâm Mujıammed (R.A.), zekâtı men eder; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.). ise, zekâtı men etmez.» denilmiştir. Serah-sî´nin Muhiyt´inde de böyledir.

Bir kimsenin, ticaret için bir kölesi olsa ve bu köleden do­layı da bir miktar borcu bulunsa, malından, bu borç miktarı kada­rın m zekâtı gerekmez.

Bir kimsenin, başka bir şahıstan bin dirhem alacağı olsa, borç­lu olan şahsın da, kendi emri ile veya emri olmadan bir de kefili bulunsa; asıl borçlunun ve kefilinin de Ijiner dirhemleri bulunsa ve bu dirhemlerinin üzerinden de bir sene geçmiş olsa, borçluya da, ke­file de, —bu biner dirhemlerinden dolayı— zekât vermek farz olmaz.

Bir-kimse, başka bir kimsenin bin dirhemini gasfaetmiş olsa, ikinci bir şahıs da, geüp onun elinden bu bin dirhemi gasbetse ve bu bin dirhemi harcasa; bu iki gasıbında şahıslarına ait biner dir­hemleri bulunsa ve bunların da üzerlerinden birer yıl geçmiş olsa; birinci gasıb, bin dirheminin zekâtını verir. îkinci-gasıb içinse —bu bin dirheminden dolayı zekât vermek gerekmez. Fetâvâyİ Kâdîhân-da da böyledir.

Bir kimsenin, bin dirhemi ve bin dirhem de borcu olsa: ti­caret için olmayan hizmetçisi ve evi de bulunsa, bunların kıymetle­ri on bir dirhem bile olsa, o kimsenin zekât vermesi´gerekmez. Çün­kü elindeki, borcunun karşılığıdır. Borç, bunlara harcanmıştır. Ev ile hizmetçi ise, o kimsenin hacet-j asliyesindendir. Ve borç, bunla­ra harcanmamıştır.

Bu ev ile hizmetçi, o kimsenin zekât almasına da mani değildir. Çünkü bunlar, ihtiyacını gidermez; bil-akis ihtiyacını artırır. Bu, Ha-san-ı Basrî´nin kavlinin manasıdır. O : «Şüphesiz ki, sadaka (= ze­kât), on bin dirheme sahip olan kimseye bile helal olur.» de­miştir. «Bu nasıl olur.?» diye soranlara İse : «Evi, hizmetçisi ve si­lahı bulunup, bunları satamayan kimselerin durumu böyledir.» de­miştir.

Keza, âlimlerimiz : «Çok kıymetli kitaplara sahip olan bir âlim, eğer onlara muhtaç ise, ve başka bir şeyi yoksa bu âlimin zekât alması helal olur. Ancak, bu kimse, ihtiyacından başka, iki yüz dirhem bir fazlalığa sahip bulunursa, bu durumda, o âlimin ze­kât alması,haram ölür.» İmâm Serahsî´nin Mebsût Şerhi´nde de böyledir.

Kitabın ihtiyaçtan fazla olması, her tasniften, iki nüshadan fazla olmasıdır. «Üç nüshadan fazla olmasıdır.´) da denilmiştir. Fa.kat, muhtar olan, birinci kavildir. Yani, iki nüshadan.fazlası, fazla demektir. Fethü´l - Kadîr´de de böyledir.

Bir alacaklı, alacağından vaz geçip, borçlunun borcu´ düş­tüğü zaman, İmâm Muhammed (R.A.)´e göre, borcun düştüğü güne itibar edilir. O günden itibaren, üzerinden tam bir sene geçince, borcundan vazgeçilmiş olan kimsenin üzerine zekât farz olur. Fet­hü´l - Kaclîr´de de böyledir.

Nezirler, keffaretler, fıtır sadakaları ve hac gibi, kullar tara­fından istenilmeyen her borç, Allah borcu gibidir ve bunlar zekâta mani değildir. Serahsî´nin Muhlyt´inde de böyledir.

Bulunmuş eşyaların, tazminatı ile hak sahibine vermeden Önceki Ödemelerin tazminatı da zekâta mani değildir. Tatarhânîyye´-de de böyledir.

Âlimler : «Ödemelerin tazminatı, sene içinde olursa, zekâ­ta manidir; sene çıktıktan sonra olursa, mani değildir.» demişlerdir. Bedâî´de de böyledir.

Bir kimse, eğer dirhemler, .dinarlar, ticaret malları ve ev hayvanüarı gibi muhtelif nisablara sahip olursa ve bu şahsın borcu da bulunursa; bu; kimse borcunu, önce dirhem ve dinarlarına karşı­lık tutar. Eğer borcu, bunlardan fazla olursa, ticaret mallarını da borcuna karşı tutar. Ondan da fazla gelirse, hayvanlarını karşılık tutar. Şayet hayvanları muhtelif cinslerden ise, en az olanların, bor­cuna karşılık tutar. Eğer, mallar değerce müsavi olurlarsa, dilediği­ni borcuna karşılık tutar ve bu kimse, borcunu karşıladıktan sonra, kalan malının zekâtını verir. Tebynvde de böyledir.

0 Bu ^hükum—, âmil (= zekât toplama memuru) hazır bu­lunduğu zaman içindir. Amil hazır bulunmazsa, mal sahibi serbest­tir. D:lerse, alacağını sâimeye sarfeder ve zekâtını sâimeden verir. Çünkü mal sahibinin, ikisinde.de eşit hakkı yardır. İhtilaf, âmilde­dir. Çünkü onun, dirhemlerden değil, sâimeden zekât almaya vela­yeti´ vardır. Bunun içindir ki, alacağını dirhemlere harcar ve zekâtı sâimeden alır. İmâm Serahsî´nin Mebsût Şerhî´den de böyledir.

İkiyüz dirhemi ve hizmetçileri bulunan bir kimse, hizmet­çilerini evleııdirse ve ihtiyacı kadar da borç buğday alsa, bu durum-da, iki yüz dirhemi de durmakta olsa, bu kimsenin zekât vermesi la­zım gelmez. Çünkü, malı yok demektir.

İmâm Züfer ise : «Bu kimse, alacağını, cinsine sarfederse, zekât verir.» demiştir. Kâfi´de de böyledir. [10]