๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Fahreddin Atar - Usul => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 03 Nisan 2010, 01:29:09



Konu Başlığı: Mükellefin Fiilleri
Gönderen: Ekvan üzerinde 03 Nisan 2010, 01:29:09
Mükellefin Fiilleri



I- KAPSAM
2. TEKLİF VE MÜKELLEF KILMANIN ŞARTLARI
3. KUDRET VE MEŞAKKAT
4. TEKLÎFU MÂLÂYUTÂK
1. En Yüksek Derecesi
2. Orta Derecesi
3. Aşağı Derecesi
5- ALLAH VE KUL HAKLARI
A- Allah Hakları
B. Kul Hakları
C. Allah Hakkı Ağır Basan Haklar
D. Kul Hakkı Ağır Basan Haklar





4. FASIL

EL-MÂHKUMU FÎH (MÜKELLEFİN ^FİİLLERİ):

I- KAPSAM:


İslam Hukuku´nda mükellefin fiillerine "el-mahkûmu bih" veya "el-mahkûmu fîh" denir. Bunlar, şer´î hükmün konusu veya taalluk ettiği şeydir. Yani mahkûmu bih, mükellef kimsenin şer´an müsbet veya menfi fiilleridir.

Mesela, bir müslüman, namaz .kılmak, oruç tutmakla mükelleftir. İşte bu namaz ve oruç, birer mahkûmun bih´tir ve mükellefin birer müsbet fiilidir. Yine bir müslüman, yalan söylememekle, hırsızlık etmemekle mükelleftir. İşte hırsız­lık etmemek ve yalan söylememek birer mahkûmu bihtir.


2. TEKLİF VE MÜKELLEF KILMANIN ŞARTLARI


Teklîf lugatta, bir kemseye külfetli, meşakkatli bir işi yüklemektir. Istılah­ta, bir kimseye, âciz bırakmak kasdi olmaksızın külfetli ve meşakkatli bir işi yük­lemek ve ondan o işin yapılmasını istemektir. Muhatabı âciz bırakmak, onun aczini ve kudretsizliğini ortaya çıkarmak kasdıyla vâkî olan teklifler, hakiki tek­lif değildir. İnsanı kudreti üstünde bir iş ile mükellef tutmak caiz değildir. İnsa­na kudretinin üstünde bir şeyle teklifte bulunmaya, ´´teklîfu mâlâyutâk" denir. Usûlcüler, kulun takatinin üstünde olan şeylerden sorumlu tutulmayacağında bir­leşmişler ve kulun bir fiilden mes´ul tutulabilmesi için aşağıda sıralayacağımız üç şartın bulunmasının gerektiğini ileri sürmüşlerdir.

1. Kul fiili ile ilgili teklifi tam manasıyla bilmeli: Mükellef bir fiili eda ede­bilmesi için, onu anlayıp, kavraması gerekir. Kur´ân´da, manası açık nasslar ya­nında, mücmeller de vardır. Mükellef, mücmellerin Peygamber tarafından açıklanmasından sonra mes´ul tutulmuştur. Meselâ, Kur´ân´da, "Namazı dos­doğru kılınız" âyeti vardır. Bu âyet ile namaz farz kılınmıştır. Fakat nasıl kılına­cağı açıklanmamıştır. Peygamberimiz, "ben namazı nasıl kılıyorsam, siz de Öyle kılınız" hadisi ile namazın nasıl kılınacağını açıklamıştır. Hac, zekât, oruç gibi hususlar da böyledir.

2. Fiil ile ilgili teklifin AUah´dan südûr ettiği malum olmalı: Kul, Allah ta­rafından südûr eden emirlere uyar, nehiylerden kaçar. Kul, bir fiil ile ilgili tekli­fin AUah´dan sadır olduğunu, Peygamberden öğrenebilir. Peygamberden sonra da geride bıraktığı Kur´ân ve Sünnette bulabilir. Hiç şüphesiz, Kur´ân ve sün­nettin nasslan Arapça olduğu için onları, Arapça bilmeyenler anlayamaz. Fa­kat, "Şayet bilmiyorsanız, ilim ehline sorup öğreniniz" âyeti gereğince, kişinin bilmediğini âlimlerden sorup, Öğrenmesi gerekir. İslâm kanunlarım bilmemek, mazeret teşkil etmez.

3. Kul, teklif edilen fiili yapacak kudrette olmalı: Allah insanlara, güçleri­nin yetebileceği şeyleri teklif ettiğini "Allah kişiye ancak gücünün yeteceği şeyi teklif eder" âyetiyle açıklamıştır.



3. KUDRET VE MEŞAKKAT


Kudret, bir işi yapabilmesi için insanda bulunması gereken iktidar ve kabili­yettir. Allah, insanın kudretine göre teklifde bulunur. "Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez"[1], "Allah, üzerinize güçlük kılmak istemez"[2] âyetle­rinde, Allah tarafından, kulların güçlüğe düşürülmesinin söz konusu olmayaca­ğı ifade edilmiştir.

Ancak kul, Allah´ın emirlerini ifa ederken, az-çok meşakkat çekebilir. Bu­nun neticesinde de sevap kazanır. Mesela, namaz kılmak, oruç tutmak, meşak­katli ibâdetlerdendir. Fakat kul bunları ifa edebilecek kudrete sahiptir.

Kulun teklifle ilgili bir fiili ifa ederken, iki çeşit kudrete sahip olması gerekir:

1. Kudret-i mümekkine.

2. Kudret-i müyessire.

1. Kudret-i mümekkine: Bu, emredilen şeyi yapmaya iktidara sahip olacak derecede bulunan kudrettir. Bu kudret, her vacibin şartıdır. Kendisinde bu kud­ret bulunmayan kimse, ne namaz gibi bedeni bir ibadetle, ne de zekat gibi mali bir ibadetle mükellef olmaz. Çünkü şart bulunmadıkça, meşrut da bulunmaz.

Kudret-i mümekkine ile vâcib olan bir şey, bu kudretin zevalinden sonra da zimmette kalır, sakıt olmaz. Mesela, namaz bu kudret ile vacip olur, sonra­dan mükelleften namazı kılabilmeye mahsus olan bu kudret zail olsa, bundan önceki kazaya kalmış namazlar, yine uhdesinde bir borç olarak kalır.

Hac ve fıtır sadakası da böyledir. Çünkü kudret-i mümekkine bir şarttır, bunun sonradna zevalinden dolayı, bununla evvelce zimmete terettüb etmiş bir borç (vecîbe) sakıt olmaz. Nitekim nikâh için şahitlerin varlığı bir şarttır. Nikâh-dan sonra şahitler ölseler de nikah bozulmuş olmaz.

Burada ifade edelim ki, bedenî ibadetlerde niyabet ve vekâlet câri ve caiz değildir. Bu sebeple, başkasının yerine bilvekâle namaz kılmak, oruç tutmak ca­iz değildir. Hac gibi bir yönüyle bedeni, diğer yönüyle mali olan ibâdetlerde Özre binâen niyabet caridir. Kişi, haccı edadan bedence âciz olursa, yerine başka biri­sini vekil olarak gönderebilir. Ancak vekil olan kişinin, daha önce kendisi.için haccetmiş olması şarttır. Zekât, öşür, sadaka-i fıtır gibi mali vâcibâtta niyabet caridir. Bu sebeple biri başkasının zekâtım ödemeye tevkil edebilir.

2. Kudret-i müyessire: Bu, emredilen şeyi kolaylıkla yapabilmek için iktida­ra sebebiyyet veren yüksek derecedeki kudrettir. Bu da mali vâcibâtın şartıdır. Bu kuvvet bulunmayınca zekât, öşür gibi mali vâcibât zimmete tealluk etmez.

Kudret-i müyessire ile vâcib olan şey, bu kudretin zevali halinde zimmetten sakıt olur. Bu vacibin devamı için bu kudretin devamı şarttır. Çünkü Sâri´, Teâ-lâ, bazı vâciblerin ifasını böyle kolaylık verecek bir kudretinin vücûduna bağla­mıştır. Bu kolaylık bulunmayınca, bu vucûb da bulunmaz. Bu da Cenab-ı Hakk´ın mükelleflere bir rahmetidir.

Mesela, nisaba mâlik olan bir müslümana zekât farz olur. Bu zekât, müd­deti içinde daha verilmeden nisab telef veya zayi olsa, bu zekât vecibesi zimmet­ten sakıt olur. Öşür de böyledir.

Kudret-i müyessirede de, bir nevi illiyyet vasfı vardır. Bu illet hükmünde bir şarttır. İlletin zevali ise, malulün zevalini iktiza eder.

Ancak zekât, öşür gibi mali vâcibât, telef veya ziyan olması halinde zim­metten sakıt olursa da, itlaf (telef etme) ve istihlâk (tüketim)halinde sakıt olmaz. Zekâtın vücübundan sonra zekâtı verilecek malı harcamak ve tüketmek gibi. Çün­kü bur bir taksirdir. Taksir ise kolaylığa sebep olmaz.



4. TEKLÎFU MÂLÂYUTÂK:


Bir kimsenin, kudretinin üstünde birşey ile mükellef tutulmasına, "teklifu mâlâyutâk" denir. Bizce böyle bir teklif caiz değildir. Mesela Kur´ân´da, "Hay­di bunun bir suresinin benzerini getiriniz" diye müşriklere hitap vardır. Bu emir, teklifi bir emir değildir. Bu, muhatablara acizliklerini bildirmek için yapılmış bir emirdir ki, buna "emr-i ta´cizî" denir.

"Teklifu mâlâyutâk" sayılacak emirler, üç kısma ayrılmıştır:


1. En Yüksek Derecesi:


Bu haddi zatında mümteni olan birşeyi teklif etmektir ki, ne vâkî, ne de ca­izdir. İki zıddı cem etmek, birşeyin mahiyetini değiştirmek gibi. Mesela, bir an, hem gece, hem de gündüz olamaz. Bir kişi bir anda hem diri, hem de ölü ola­maz. Bir şahsa bir anda bir şeyi hem emretmek, hem de ondan nehyetmek böyle­dir. Yine birşey bir anda hem kara hem de beyaz olamaz.


2. Orta Derecesi:


Bazı fiiller vardır ki, Allah´a nazaran mümkin, insanlara nazaran mümteni-dir. Vasıtasız göğe çıkmak, bir cisim yaratmak, bir ölüye can vermek gibi ki, bunlar Allah Teâlâ´mn kudretine göre mümkindir. Fakat insanlara göre mümte-nidir. Böyle teklifler, kullara tevcih edilemez.


3. Aşağı Derecesi:


Allah, birşeyin vuku bulacağını veya bulamayacağını ezelî olan ilmi ile bi­lir. Allah´ın olacağım bildiği şey, zamanı gelince vücûda gelir, olmayacağını bil­diği şey de asla vücûda gelmez. Cenâb-ı Hakk, vücûda gelmeyeceğini bildiği birşeyi vücûda getirmek için bir insana emirde bulunsa, bu böyle bir teklif, teklifu mâ­lâyutâk olur. Ebû Cehil´e iman etmesi için emir gibi. Bu tür teklîfu mâlâyutâk bilittifâk vâkidir. Çünkü bu tür bir emri yerine getirmek haddi zatında müm­kündür. Nitekim Ebû Cehil için iman etmek mümkündür. Çünkü iman etmek, insanların kudretlerinin üstünde birşey değildir. Nitekim milyonlarca insanın imanları buna şahittir. Ebû Cehil gibi şahıslar hakkında imanın mümteni olması ise Allah Teâlâ´mn bilmesinden dolayı değildir. Bu şahısların kendi iradelerini, ihtiyarlarım kötüye kullanmalarından dolayıdır. Bu şahısların ihtiyarlarını kö­tüye kullanacaklarını Allah Teâlâ bildiği için, iman etmeyeceklerini de bilmiştir.

İşte haddi zatında muhal olmayan böyle bir teklif, hem caiz ve hem de vâkîdir.[3]

Burada ifade edelim ki, Kur´ân ve Sünnette bulunan bazı emirler, teklifu mâlâyutâk gibi gözükmektedir. Bunlar tahlil edildiği zaman, bu emirlerin gerek­lerinin yerine getirilmesinin insanın takatinin üstünde olmadığı anlaşılır. Mese­la, Hz. Peygamber (s.a.v.) bir hadisinde "öfkelenme"[4] diye buyurmuştur. Bu hadisde zahiren, insanın öfkelenmesi yasaklanmıştır. Bazan öfkelenme insanın elinde ve kudretinde olmayabilir. îşde bu hadiste insan, öfkelenmesiyle yapabi­leceği şeylerden nehyedilmiştir. Çünkü insan, öfke ile hissi hareket edebilir. Bu sebeple Peygamberimiz, "hâkim öfkeli iken hüküm vermesin" buyurmuştur.

Aynı şekilde, "Ancak müslüman olarak ölünüz"[5] âyetiyle insanın, dini gerçekleri anlamak için iz´anlı olma, yanlış düşünce ve nefsi arzulara uyarak doğru yoldan sapmamak için gayret gösterme hususunda sebat etmesi bildirilmiştir. Bu ise, insan kudretine dahil bir işdir.

İşte insan kudretinin üstünde gibi görülen bu teklifler, mecaz ve kinaye yo­kluyla insanın yapabileceği şeyleri emir veya nehyetmektedir.

5- ALLAH VE KUL HAKLARI


Teklif ile ilgili olan fiiller, Allah hakkı ve kul hakkı olması bakımından dör­de ayrılır:


A- Allah Hakları


Allah hakları, âmme menfaatini gerektiren haklardır. Bir cemiyetin devam edebilmesi, düzen içerisinde yürüyebilmesi, yükselebilmesi ancak bu haklara ri­ayet etmekle mümkündür. Önemine binaen bu haklar Allah´a nisbet edilmiştir. Bu haklar düşürülemez, affedilemez. Allah haklarının sekiz kısma ayrıldığını gör­mekteyiz:

1. Halis İbâdetler (İbâdât-ı Hâlise):

İman, namaz, oruç, zekât, hac, cihad gibi ibâdetler, fertlere ve cemiyete fayda temin ettikleri için meşru kılınmıştır.

2. Mali yükü (külfet, meşakkat, meûnet) bulunan ibâdetler:

Fıtır sadakası gibi, Mükellef, bu sadakayı vermekle Allah´a yaklaşmış olur. Ancak fıtır sadakasında mali bir yük bulunmaktadır. Çünkü bu sadaka, mükel­lefe başkası sebebiyle vâcib kılınmıştır. Halbuki diğer ibâdetler, başkası sebebiy­le mükellefe vâcib kılınmamıştır.

3. İbâdet manası bulunan mali yükler (külfetler):

Öşür gibi, öşür, arazinin vergisi olması sebebiyle mali bir yüktür. Öşürde ibadet manası da vardır. Çünkü alınmakta olan öşür, arazinin mahsulün (ürün)ün zekâtıdır. Zekâtın verildiği yerlere harcanır.

4. Ceza (ukûbât) manası bulunan mali yükler:

Haraç gibi. Haraç vergisi, haraç arazisinden alman vergidir. Bu vergiyi top­rak sahibi olan gayr-ı müslimler öderler. Bu vergiler, âmme hizmetlerinin ifasın­da kullanılır.

5. İbadet manası bulunan cezalar (ukûbât):

Keffâretler gibi. Bir kişinin Ramazan´da orucunu bozması günahtır ve kef-fâreti gerektirir. Bu keffâret, bir günah sebebiyle gerektiği için, bir ceza oluyor. Bu keffâret, oruç tutmak, sadaka vermek, köle azad etmek gibi bir suretle ifa edilir.

6. Tam cezalar:

Haddler (hudûd) gibi. Sirkat, şirb, zina gibi hadd cezalarının miktarları bellidir. Hudud cezalan, kamu menfaati için meşru kılınmıştır. Bunlarda af cari değildir.

7. Eksik cezalar:

Katilin mirastan mahrumiyeti gibi. Mİrasdan mahrumiyet ile katil, bedeni bir eziyete maruz kalmadığı ve hürriyetinde de herhangi bir kısıtlama söz konu­su olmadığı için bu ceza, yani mirastan mahrumiyet, eksik bir cezadır. Bu ceza sebebiyle katil, miras yoluyla kendisine intikal edecek malların mülkiyetine sa­hip olamaz.

8. Zimmette Sabit Olmayan Haklar:

Ganimetlerin beşte biri, araziden çıkarılan madenlerin beşte biri, Allah´ın hakkıdır. Ancak bu haklar, Önceden fertlerin zimmetlerinde sabit değildir. Bir şahıs, bir araziden çıkardığı madenin beşte birinin, ganimet olarak kendisine isabet eden malların beşte birini vergi olarak ödemek mecburiyetindedir.


B. Kul Hakları


Kul hakkı, ferde ait olan bir menfaat ve maslahattır. Mesela, alacak hakkı, mali bir haktır ve kul hakkıdır. Aynı şekilde, satm alınan malın bedeli veya gas-bedilen malın bedeli şahsi haktır.

Fertler bu tür haklardan feragat edebilirler, vazgeçebilirler. Kişiler bu ko­nuda muhayyer oldukları için diledikleri gibi tasarrufta bulunabilirler.


C. Allah Hakkı Ağır Basan Haklar


Kazif haddi gibi. Zina iftirası, ırz ve namusları lekeleyen bir suçtur. Bu suç için ceza uygulanmaktadır. Bu cezanın uygulanmasında cemiyetin faydası bu­lunmaktadır. Çünkü ceza uygulandığı takdirde, bu tür iftiraların önüne geçilmiş olur, fertler töhmetten kurtulmuş olur. Bu yönüyle bu ceza, Allah hakkıdır.

Diğer taraftan, zina isnad olunan şahsa ait bir menfaat de bulunur. Zira, bu ceza ile şeref ile izzetini ortaya koyarak kendisinin temiz olduğunu isbatlamış olur. Bu bakımdan bu cezada kul hakkı da vardır. Ancak bu hadisede Allah hakkı, kul hakkından daha fazla ve çoktur. Bu sebeple fertler bu cezayı affedemezler.


D. Kul Hakkı Ağır Basan Haklar:


Kısas gibi. Kısas ile, insanların hayatları teminat altına alınmakta ve cemi­yette can emniyeti muhafaza edilmektedir. Bu itibarla kısâsda, Allah hakkı bu­lunmaktadır.

Diğer taraftan kısasda mağdurun veya varislerinin de hakkı bulunmakta­dır. Kısas uygulanmakla, mağdurun ve varislerinin katile karşı duydukları kin ve ^fke hisleri bertaraf edilmiş olur.

Ancak kısasda kul hakkı, Allah hakkından fazladır. Bu sebeple, mağdur veya mirasçıları katili affedebilir ve kısas cezasının infazını durdurabilirler. An­cak kısasta Allah hakkı da bulunduğundan, hâkim, ölümden kurtulan katile ta´-zîr cezası verebilir.







--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bakara, 185.

[2] Mâide, 6.

[3] Bilmen, I, 58.

[4] Buhârî, Edeb, 76.

[5] Bakara, 132.