๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Emri Maruf Nehyi Münker => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 25 Mayıs 2011, 20:23:03



Konu Başlığı: Yapıldığı anda etkisi olmasa bile önemi
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 25 Mayıs 2011, 20:23:03
Yapıldığı Anda Etkisi Olmasa Bile, Ma'rufu Emredip Münkeri Nehyetmenin Önemi


Peygamber'den (s.a.v.) rivayet olunan hadis-i şerifler de bu tezimizi desteklemektedir. Bu hadislerden anlaşılmaktadır ki, genellikle her şeyin bozulduğu ortamda kişinin, ma'rufu emr münkeri nehyetmeyi bırakıp kendisiyle başbaşa kalıp (yukarıda açıklandığı gibi inanç ve dininin esaslarını korumak üzere) oturması caiz olur.
Yine hadislerin ortaya koyduğu diğer bir esas da; toplumdan koparak onun bozulmuş karakterlerini düzeltmekten kaçınanların, hakkı kabul etmeye kabiliyetli olan kalplerin bir gün hakka dönmelerine vesîle olmaları için ıslah ve hatırlatma görevini sürdürmelerinin övülmüş olmasıdır.
Şimdi burada evvelâ, etkisi olmadığı zaman ma'rufu emr münkeri nehyetme farziyetinin kalktığını açıklayan üç hadis-i şerif arzedelim:
1- Birbirinize iyiliği emrediniz ve fena şeylerden birbirinizi men'ediniz. Hatta (ey mü'min!) insanlar arasında cimriliğe boyun eğildiğini, nefsâni arzulara uyulduğunu, dünyanın (dine) tercih edildiğini ve her görüş sahibinin (ictihad ehli ve müctehid sünnet takipçilerini değil de) kendi görüşünü beğendiğini (ve seyirden başka da bir iş kalmadığını) gördüğün zaman artık sen kendi başının çâresine bak ve halkı bırak." (Ardınızdan gelecek olan) öyle günler var ki o günlerde (dinin emirlerine uymak hususunda gösterilen) sabır, bir ateş parçasını elde tutmak gibi (çetin) dir. O günlerde (dinin ahkâmı ile) amel edenlere, sizin amelinizi isleyen, elli kişinin sevabı kadar sevap verilecektir.) 351
Bazı rivayetlerde: "Gücünün yetmediği bir iş gördüğün zaman" ilâvesi vardır. 352 Yâni fesat gücünün yetmediği ve karşı koyamadığın seviyeye ulaşınca,' ma'rufu emredip münkeri nehyetme çalışmasını bırakman caizdir.
2- "Abdullah b. Amr (b. El As) dan (R. anhuma) rivayet edilmiştir ki Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"İnsanların elekten geçirilerek iyilerin gittiği, kötülerin kaldığı, ahidlere sadakat ve emanetlere riâyetlerin bozulduğu, ihtilâfa düştükleri (Resûl-i Ekrem (s.a.v.) parmaklarını birbirine geçirerek) ve "şöyle oldukları "yakın bir gelecekte hâliniz nasıl olacak?" buyurdu. Sahâbiler:
"Yâ Rasûlellah! Anlattığın duruma erişince nasıl yapalım? diye sordular. Rasûl-i Ekrem (s.av.): "(Hak olduğunu) bulduğunuzu tutarsınız. Mûnker gördüğünüzü terkedersiniz. Kendinize ait şeylere (şahsınız ve ailenizi ilgilendiren işlere) yönelirsiniz ve başkalarının isini terkedersiniz. 353 Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle soruldu "Yâ Rasûlallah! İyiliği emretme kötülüğü nehyetme görevini ne zaman bırakalım?
Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle cevp verdiler:
"İsrailoğullarında ortaya çıkan durum içinizde de çıktığı zaman. Biz: "İsrailoğulları içinde ortaya çıkan durum ne idi? diye sorduk, buyurdular ki: "Devlet idaresi ve yöneticilik (yaşça) küçük (ve tecrübesiz) olanlarınızın eline geçer, zina ve fuhuş (yaygınlaşarak) büyüklerinize bulaşır ve ilim de (karaktersiz ve aşağılık olan) rezilleriniz (dilinden verip öğretildiiği kimseler) de olur." 354
Bu hadisler bütün açıklığıyla bizi uyarıp aydınlatmaktadır ki bu şartlar içinde ve buna benzer durumlarda ma'rufu emr münkeri nehiy, vacip veya mendup değil, ancak mubah olduğu hatırdan asla uzak tutulmamalıdır.
Allâme Cessas hadisi açıklarken dedi ki: "Yani -Allah (c.c.) en iyisini bilir ya- ma'rufu ve münkeri kabul etmeyip görüş ve arzularına tâbi oldukları zaman, insanları kendi hallerine bırakmakta serbestsin. 355
İkinci hadise gelince; Sünen -i Ebi Davud'un Hindli Şârih eş-Şeyh Muhammed Eşraf-ul Azim Âbâdî der ki:
"Hadis, kötüler çoğalıp iyiler güçsüz duruma düşünce ma'rufu emr münkeri nehiy görevinin terkedilebileceği hususunda bir ruhsattır." 356 Allame Taftazânî üçüncü hadisi yoruma tabî tutarak şu neticeyi çıkarır:
"Hadis, fesadın devamlı ve sürekli olup ma'rufu emretmenin faydasız hale gelmesiyle şartın yok olması anında, vücûbün kalkacağına delâlet etmez." 357
Şayet fesat ve şerr hâkim duruma gelip, insanın kendisi hariç, din ve inancını koruyamayacak bir çaresizliğe uğrar ve insanlarla ilişkilerini kesmek mecburiyetinde kalırsa, bu görevi teketmesi caizdir. Çünkü imam korumak, herşeyden öncedir. Bir şeyden dolayı terkedilmez ama herşey onun için terkedilir. Bu durumda ma'rufu emr ve münkeri nehiy vücübbiyeti düşer. Fakat ümmeti ıslahı için Allah'ın (c.c) gönderdiği seçkin insanlar, yalnız farz ve şahsî görevlerin edasıyla yetinmezler. Aksine bunların da ötesinde doğacak muhtemel durum ve şartları da hesaba katarlar. Yalnız kendi çıkarlarını değil, başkalarının durumu da kendilerini ilgilendirir. Hem insanlardan uzak yaşamak hem de alâkayı kesmek kendilerine caiz olduğu halde buna rıza göstermezler. Çünkü eğer meydandan çekilip kaçarlarsa asıl kahramanlar kendileri iken ma'ruf lehine söylenecek bir tek kelime dahi söylenemeyeceği gibi, münker aleyhinde de hiç bir ses yükselmez. Şüphesiz ki insanın, dinini korumak üzere, fitnenin hakim olduğu zamanda yaşadığı toplumla ilişkisini kesmesi caizdir. Bunda hiçbir şüphe yoktur. Bu da gösteriyor ki mücerred îman, münkeri ortadan kaldırmağa yeterli bir güç değildir ve olamaz da. Fakat hakkı yüceltmek ve bâtılın hâkimiyetini yok etmek için Allah yolunda cihad etmek, Allah yanında münkeri değiştirmekten daha üstündür. Nebî'nin (s.a.v.) mübarek hadislerinden üç tanesini burada arzedelim:
1- "Ebu Hüreyre'den: Nebî (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Yaşayan insanların en hayırlısı; Allah yolunda atının dizginini tutup onun sırtında uçan, düşman sesi veya düşmana hücum naraları işittikçe at üstünde rüzgârlaşan, öldürmeyi ve ölümü, ümid edilen yerlerinde arayan adamdır. Yahut şu tepelerden birinin üstünde veya şu vadilerden birinde koyun sürüsünün içinde bulunup namazını kılan, zekâtını veren ve eceli gelinceye kadar Rabbine ibâdet eden insanlara hayırdan başka bir şey yapmayan kimsedir." 358
Bir kimse bu hadis, "Allah yolunda cihad eden, tepelerden birine sığınıp bir yerde ayak üstü durup ibâdet eden kişinin durumuna" işaret ettiğini sanmasın. Şüphesiz bu -bilindiği gibi- zulümdür. Allah ve Rasûlü yanında bir geçerlilik ifâde etmesi mümkün değildir. Diğer bir hadis-i şerif de bu anlamda vârid olmuştur. Bu hadis birinciden daha veciz olmakla beraber, cihadın mekân bakımından daha üstün ve derece açısından yüce olduğunu açıklamaktadır. Sonra îmanı korumak üzere dünya sevgisinden uzaklaşmayı ve insanlardan ayrı yaşamayı önermektedir. "Ebû Said-i Hudrî'den (r.a) şöyle dediği rivayet olunmuştur. (Bir kere Rasûlallah'a (s.a.v.) Yâ Rasûlellah! Hangi insan daha üstündür? diye soruldu da Rasûlullah (s.a.v.):
Canıyla ve malıyla Allah yolunda cihad eden mü'min, buyurdu Sonra kim? diye sordular. Rasûlullah:
“Vadilerden birinde (uzleti tercih eden) mü'mindir ki o, Allah'tan korkar da insanları, şerrinden dolayı rahat bırakır,” buyurdu. 359
2- '"Kuvvetli mü'min (îman ve kültür açısından) Allah (c.c) katında zayıf müminden daha hayırlı ve daha sevgilidir. Her ikisinde de hayır vardır. 360
İmam Nevevî bu hadisin izahında der ki:
"Kuvvetli mü'minden" murad, âhiretle ilgili işler hakkında tam bir şuur, sarsılmaz bir azim ve kesin bir karar gücüne sahip olan uyanık mü'mindir. Bu vasfı taşıyan kimse cihadda düşmana karşı herkesten önde olur, cesaretle bunu ister ve ona koşar Hiç kimseden çekinmeden iyilikleri emretmek ve kötülükleri yasaklamak görevini tam bir ciddiyetle îfâ eder; bu uğurda karşılaştığı eziyetlere sabreder., Allah Teâlâ'nın zatına îman uğrunda çektiği meşakkat ve zorluklara katlanır. Namaz, oruç, zikir vesair ibâdetler hususunda çok istekli, bunları yapmakda ve korumakda gayretlidir."
"Her ikisinde de hayır vardır." cümlesinden maksat ise; "Kuvvetli olan mü'min ile zayıf olan mü'min îmanda ortak olmaları nedeniyle ikisinde de hayır vardır. Ayrıca zayıf olan mü'min yukarıda arzedildiği gibi îman kuvvetine sahip olmamakla beraber, ibâdetler bakımından da kendisinde hayır vardır.
3- İnsanlar arasına karışıp onların eziyetlerine katlanan müzminin ecri, insanlara kanşmayıp ve eziyetlerine sabır göstermeyen mü'minin ecrinden daha büyüktür. 361
Hadis, "İnsanlara karışıp dinin mesajını onlara duyurmak, yasakladığı tüm serleri kaldırıp onların dünya hayatlarını İslâm'la renklendirmeye sebep olanların fazileti açıklamakda ve bunun, insanlara kanşmayıp yahut onlara karışıp da eziyetlerine sabır göstermeyenlerin ecrinden daha çok olduğunu hükme bağlamaktadır." 362
Yukarıda verdiğimiz hadislerden ve ulemânın çıkardığı yorumlardan anlaşılmaktadır ki; durumlarını ıslah etmek için ortamın müsait (tebliğ şartları ve zemini) olmadığı bir toplumda ma'rufu emredip münkerden nehyetmek gerekmez. Fakat bununla beraber bu görevi tatil etmemenin, yabana atılmayacak bir fazileti ve büyük bir önemi vardır. Bu da yapılacak çalışmanın topluma ma'rufu yerleştirmek (dini ihtiyaç haline getirip, toplumun kültür seviyesini ve dînî hayatı pratiğe aktaracak ve kabul edecek duruma getirmek) ve münkere de hayatında yer vermeyecek bir anlayışa ma'tuf olması gerekir. Bu çalışma bugün etkisini göstermezse yarın göstermesi kuvvetle muhtemeldir. Fakat bu konuda yapılacak çalışma tümden ihmal edilirse, ıslaha götürecek ümit sebepleri ortadan kalkmış olacak ve toplum topyekün (cehalet silahıyla) yok edilecektir.


352 İhyâ-u Ulûmi'd Din:.2/280
353 Şerhu'l-Makasıd: 2/281
354 Şerh-u Siyeri'l-Kebir 3/239-240
355 Hakkı bulma fırsatlarını, insanlığa arzeden yegâne nizam islâm'dır. Asırlarca bu sağlanmışsa, devlet dizgininin ve siyasi gücün İslâm ümmetinin elinde olmasmdandı. Tevhid nizamı İslâm, tâğût'u hezimete uğrattığı tüm tarihi dönemlerde insanlık huzur içindedir. Dünyanın dengesi İslâm'la düzelmiş, küfürle bozulmuştur. İslâm bize "eğer dünyanın en ücra köşesindeki insan, İslâm da'vetini duymamışsa ümmetin topyekûn günahkâr olacağını" telkin etmiştir. Mücâhid S. Havva der ki: "Allah Teâlâ, O'nun hâkimiyetine boyun eğdirilmesini müslûmanlar üzerine farz kılmıştır. Yeryüzünde bir karış toprak veya tek bir kâfir bile İslâm'la hükmeden müslümanların hâkimiyetinin dışında kalmayacaktır. Müslümanların gücü yeterli olduğu halde Allah'ın hâkimiyetine boyun eğmeyen bir karış toprak veya bir tek kâfir kalsa, müslûmanlar onun için Allah'ın huzurunda sorumludurlar. Yeryüzünde Allah'ın hükmüne boyun eğdirmelerini farz kılmıştır. Müslûmanlar, kâfirin kaçtığı hakikatin en azına boyun eğmesi için onun mecbur tutacaklar ve istediği dinde kalma serbestiyetini de kendisine tanıyacaklar. Biri çıkıp İslâm'ın dışında olan bir şeyle bazı insanların boyun eğdiklerini iddia edebilir. Ona deriz ki: "Allah'a boyun eğmek, ancak Allah'ın istediği yoldan gitmekle olur. Bu yolu da Rasûlullah (s.a.v.) bize göstermiştir. (Çeviren)
356 Tirmizî-Kitabu't-Tefsir (Maide Sûresi) (Tere. 5/172) Ebu Davud-Kitabu'l-Melâhim (Emir ve Nehiy babı)
357 İbn-i Mace-Ebvabu'l-Fiten (Emir ve Nehiy Babı) (Tere: 10/238)
358 Ebu Dâvud-Kitabu'l-Melâhim (Emir ve Nehiy babı) İbn-i Mace-Ebvâbu'l-Fiten (Fitne döneminde sabır ve teenni ile hareket babı) (Tere: 10/170) Ahmed b. Hanbel-Müsned: 2/220
359 Ahmedb. Hanbel-Müsned: 3/187 İbni Mâce-Ebvâbu'l-Fiten (Emir ve Nehiy babı) (Ter. 10/240)
360 Ahkâmu'l-Kur'an: 2/38
361 Avnu'l-Ma'büd: ; 4/217
362 Şerhu'l-Makâsıd: 2/180