๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Emri Maruf Nehyi Münker => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 28 Mayıs 2011, 20:17:45



Konu Başlığı: Cumhur Ulemânın görüşünün geniş bir tahlili
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 28 Mayıs 2011, 20:17:45
Cumhur Ulemânın Bu Konudaki Görüşünün Geniş Bir Tahlili


"Ma'rufu emr-münkeri nehiy" görevinin; gerek farz-ı ayn gerekse farz-ı kifâye olduğu konsunda görüş sahiplerinin delilleriyle ilgili açıklamaya geniş yer vermiş olduk. Bu görüşlerden birincisi Cumhur-ı Ulemanın görüşüdür ki bazı yönlerinin şerh ve izaha muhtaç olduğunu ifâde ile konu ile ilgili açıklamaları maddeler halinde sıralayalım:
1-Ma'rufu emr-münkeri nehyetme çalışmasının, "farz-ı ayn olduğu" fikri-cumhurun savunduğu gibi-farziyet açısından ve hüküm itibariyle bir değişiklik arzetmez. Yani farz-ı ayn olduğu gerçeğinde ihtilâf yoktur. Keza farz-ı ayn ve farz-ı kifâye olayında da bazı kimselerin var sandıklan ve inandıkları ihtilaf doğru değildir.
Allâme el-Âmidî der ki:
"Farziyetin, her ikisinin hududunu kapsamına alması, vücûp açısından farz-ı kifâye ile farz-ı ayn arasında mezhebimiz açısından fark olmadığındandır. Buna muhalif olan bazı kimseler, "farz-ı ayn, başkasının yapmasıyla sorumluluk düşmez, farz-ı kifâyede olduğu gibi" derler ki maksad, sorumluluğun kalkması-kalmaması konusundaki ihtilâftır. Bu ise hakikatte ihtilâfı gerektirmez.102
2-Farz-ı ayn, ümmetin her ferdine ayrı ayrı farz iken, farz-ı kifâye ümmetin tümüne müştereken bir farzdır. Her ferdin nasıl ki farz-ı aynda gösterdiği azmin, yapılmadığında sorumluluk kalkmayacağı konusunda gösterilen inancın, farz-ı kifâyede gösterilmesi gerekir. Zira farz-ı kifâye âmmeyi ilgilendirdiğinden; bilerek önem vermemek, ihmâl etmek veya ihmâle sevkedecek her çeşit engelleri kaldırmağa çalışmamak, ümmetin tümünü isyana ve gûnüha sokmak anlamını taşır.
Evet, bir ehil grubun bu görevi yapmasıyla, ümmetin sorumluluğu kalkmış olur. Ve bu görevi yapanlar sevab ve ecre nail olur. Ümmetin de bu ecirde ortak olması için, bu görevi yürütecek ehil cemaatın yetişmesinde ortak olması şarttır. Zaten bu yönüyle farz-ı kifâye ümmetin tümüne şâmil bir görevdir, denilmektedir. eş-Şeyh Abdul Ali el-Ensarî, farz-ı kifâyeyi şöyle sınıflandırır. "Yapanların yapmalarından dolayı sevap kazandığı ve terkedenlerin cezalandırılmadığı farz. Bir cemaatin yapmasıyla edâ edilen farzdır. Eğer bir tek kişi bu farzı edâ etmezse hepsi âsî olur. 103
O halde, Allah'ın (c.c.) azabından- maddî-manevî olarak- korkan, herşeye gücü yeten ve yegane galib Cenâb-ı Hakkın her çeşit cezalandirmasından kurtulmak isteyen cemaatin, farz olan bir nizama suresizce ve tavizsizce tâbi olması, itaat etmesi böyle bir farziyete, her çeşit ihtimamı -her görevden önce- göstermesi ve ma'rufu emr-münkeri nehiy çalışmasını ümmetin her ferdine mâl etmesi gerekir.
3- Farz-ı kifâye mi yoksa farz-ı ayn mı daha üstündür veya hangisi ilk planda getir? sorusu gündeme gelmektedir. Bu konuda Celâlüddin el Mahallî şöyle buyurur;
"Zihinlerde münakaşaya yer vermeksizin, bazan aklımızda, farz-ı ayn, çoğunlukla her mükelleften istenmesi nedeniyle Allah Teâlâ'nın çok önem verdiği" sonucu ortaya çıkar. Halbuki Ebu İshak el İsferâyinî, İmam'ul Harameyn ve babası eş-Şeyh Muhammed el-Cüveynt gibi itim otoriteleri farz-ı kifâyenin, sorumluluk ve kapsam bakımından farz-ı ayndan daha üstün olduğu fikrini savundular. Zira ehliyetli ve iktidar sahibi bir cemaatin bu görevi yapmakla, mükellef müslümanların topluca Allah'a isyandan kurtulmalarını sağlar. Farz-ı ayn ile ancak onu bizzat yapan, terkiyle yine işleyeceği günahtan yalnız kendisi korunur. 104
Bu yönü ile ma'rufu emr-münkeri nehiy çalışması, farz-ı kifâye olduğu sözü ile konun önemini daha da arttırır.
4- Tüm insanlığı Allah'ın dinine da'vet etmek ve aralıksız bu da'vet görevini sürdürmek, insanın Allah ile olan ilişkisini sürdüren namazın kılınmasını sağlayacak zemini hazırlamak, terkine götürecek engelleri yoketmek, içki içip aklı sahasının dışında kullanacak her çeşit haramların terki için, organizeli ama ısrarlı bir çatışma sistemi kurmak (basın-yayın gibi) da ma'rufu emr münkeri nehiy görevinin gereğidir.
Allah'ın dinine da'vet, kesiksiz ve daimî olduğu halde ikinci şıktaki namazı terk ve içkiden vazgeçme ve vazgeçirme gibi çalışma, her ferdin hayat boyu ve iktidan nisbetinde yürütmesiyle mümkündür. Bir kimse "bu çalışmanın pratikte sona erdiğini" asta iddia edemez. Bu vadinden bakılınca ma'rufu emr münkeri nehiy çalışmasının hükmen farz-ı ayn olduğunu söylemek mümkündür. Fakat ikinci çalışma için, her ferdin ayrı ayrı yapması gerekmez, İslâm'a aykırı bir münkerin işlenmesi halinde cemaatten bir kişinin müdahalesi yeterlidir.
Meselâ; bir toplulukta şeriat'a aykırı ve uygun olmayan bir söz sarfedilirse, hazır olan cemaatin tepki gösterip reddetmeleri gerekir. Bu tepkiyi, topluluğun birden ve müştereken değil içlerinden birinin müsamaha ile yaklaşıp onu mehyetmesi yeterlidir. Zaten tümünün anî bir şekilde karsı koymasına da ihtiyaç yoktur. Ehil birinin meseleyi soğukkanlılıkla halletmesi ve kargaşaya meydan vermemesi halinde, orada oturanların sorumluluktan kurtulmalarına vesile olur. Böyle bir ortamda mevcut topluluğun susması ve hiç birinin cevap vermemesi, hepsini günaha ve isyana sokmuş olur. Ma'rufu emr-münkeri nehiy çalışmasına bu açıdan bakılınca, onun farz-ı ayn değil, farz-ı kifâye olduğunu görürüz.
5- "Ma'rufu emr-mûnkeri nehiy" görevi farz-ı kifâyedir" dememiz şöyle de anlaşılmamalıdır: Yeryüzünün belirli bir mıntıkasında İslâm ümmetinin bir veya bir kaç grubunun bu farziyeti ifâ etmesiyle, bütün ümmeti sorumluluktan kurtarır. Kaldı ki ma'rufu emr-münkeri nehiy çalışması, bir taraftan gayr-ı müslim ülkelerde icra edilmesi gerekirken, bir taraftan da müslümanlar arasında edaya ihtiyaç duyacaktır. Eğer birinci iş gayet zor ise, ikincisi ona nisbetle küçümsenmiyecek kadar büyüktür.
Şüphesiz ki İslâm ümmeti, belli sınırla çevrili ve belli bir kıt'ada oturan küçük bir azınlık değildir. Bugün (kitabın yazıldığı tarih olan 1966 yılı itibarıyla) 900 milyonu aşmış, muhtelif ülkelere dağılmış, birbirine uzak mıntıkalarda yaşamaktadır. Lisanları ayrı, bir çatıda birleşemeyecek kadar- bugün için- mümkün olmayan bir dağınıklık içerisinde yaşamaktadır.
Aynı şekilde bugün bu ümmet, dinî bir birlik oluşması gerekmesine rağmen, davranışlarında, görünüşlerinde, giyinişlerinde, dâva ve problemlerinin çözümünde gruplara ve cemaatlara bölünmüş, tabiatıyla idareleri ve anayasaları da ayn, büyük coğrafî sınırlarla çevrili ve değişik medeniyetlere boyun eğmiş ve eğdirilmiş olması sonucu bu dîni vahdetin oluşmasını zorlaştırmaktadır. Binâenalyh ümmetin iç ve dış dünyasını kuşatan bu emperyalist çember karşısında, ma'rufu emr-mûnkeri nehiy görevini bir ferdin veya bir grubun üstlenmesi ve yürütmesi gayet zordur. Bunun için devlete tâlib bir ümmetin bü kadar geniş bir organizasyona ihtiyaç duyacaktır. Da'vet kadrosunu ve ulemasını yetiştirmeyen bu cemaatin böyle bir çaışmaya kalkışması gülünç olur, saf dillik olur. Bu nedenle her kıt'a ve ülkede her İslâmî cemaat, ehliyetli ve ilmî kariyeri taşıyan İslâm âliminin yönlendirmesinde birlikler oluşturmalı ve ma'ruf-münker görevini bugünkü şartlarda yürütmelidir. Bu, ümmet olmanın ilk basamağıdır ve büyük olmanın ilk şartıdır. Şayet tüm dünyada üstün gücü ile ilkel olmayan bir takım vasıta ve yollarla ma'rufu emr-münkeri nehiy görevini yürüten bir cemaatin varlığını kabul etsek bile yine bu cemaat, aynı şekilde, her ülkede kendilerini kuşatan giyiniş, davranış ve yaşadıkları şartları ve bölge özelleklerini gözetip strataji tesbit edecek olan ehliyetli-tebligci ve- da'vetçilere ihtiyaç duyacaktır. 105
Kur'ân-ı Kerim bu çalışma metodunu şöyle işaret buyurur: "(Bununla beraber) mü'minlerin hepsinin (topyekün) savaşa çıkmaları lâyık değildir. O halde (onlann her sınıfından birer zümre savaşa gitmeli) kimi de din ve şeriat ilimlerini iyice öğrenmeli ve vimleri (savaştan) dönüp kendilerine geldikleri zaman, onları Allah'ın azabıyla korkutmaları için (gitmeyip kalmalıdırlar.) Olur ki (bu suretle mü'minler dine aykın hareketlerden) kaçınırlar. Âyette önerilen metod, Beyzâvî'nin açuıklamalarma uygunluk arzetmektedir. Beyzâvî şöyle der: "Kabile gibi her büyük bir topluluktan bir kişi, şehir ahalisinden de bir cemaat... Bunlar, çalışma gayelerini, yüce ideal ve maksatlarını İslâm Hukukuna göre düzenleyecek, topluma yol gösterip yönlendirecek ve şeriata aykın tutum ve davranışlardan dolayı uyaracakladır. Bu açıklamalardan anlaşılmaktadır ki, ma'rufu emr münkeri nehiy görevi, muhtelif şehirlerde ve değişik mıntıkalarda aralıksız sürdürülecektir. Varılmak istenen gaye ve maksatların gerçekleşmesi için bununla da yerinilmeyecek, büyük veya küçük şehirlerde, köy ve kasabalarda bu organizeye bağlı çalışmalar sistemli bir şekilde sürdürülecektir. 106
Allâme el-Bagavî bu âyeti tefsir ederken şöyle der: "Fıkıh, şeriat hükümlerini tanımaktır. Bu hükümleri tanımak da farz-i ayn ve farz-ı kifâye yollarıyla olur. Farz-ı ayn bilgisi; taharet, namaz ve oruç gibi sahalara hitabeden Her mükellefin bilmesi gerekir." Allah'ın Resulü (s.a.v.) şöyle buyurur: "İlim öğrenmek her müslüman erkek ve kadına farzdır." Aynı şekilde Allah Teâlâ kullarından bir kişiye farz kıldığı ibâdeti, onu tanıyacak ilmi öğrenmesini de farz kılmıştır. Eğer dince zengin ise Zekât bilgisini, hacc ibâdeti için de haccı ifâye ve sıhhatli bir şekilde edaya yarayacak ilmi öğrenmesi farzdır. Farz-ı kifâye'ye gelince; ictihad derecesine ve fetva verecek rütbeye erişinceye kadar ilim öğrenilir ve öğretilir. Bir şehir halkı, söz gelimi, bu farzı terkeder de ehliyetli kodroyu yetiştirip, dini sıhhatli bil kaynaktan öğrenmezse, o cemaatin tümü Allah Teâlâ'nın şeriatına isyan etmiş olur. Aksi bir ifâde ile "dini bütün yönleriyle" ve "Bir bütün olarak" öğrenip anlatacak bir "ilim kadrosu'nu yetiştiren münslümanlar farz-ı kifâye sorumluluğundan kurtulmuş olur Halkın başına gelecek herhangi bir olayda bir fıkıh âliminin taklidi ümmete vacip olur.
Hakkında kesin hüküm bulunmayan davalarda, haktan ve hak çizgiden sapmamaları için, insanlara hakkı gösteren her mıntıkada İslâmi çözümler getiren ulemanın varlığı farzdır. Bu, geçmişin değişmeyen sünnetidir. Her asrın İslâmı cemaatlerinde olduğu gibi, her gelen İslâmî Cemaatlerin de Ma'ruf ve mûnker görevini öğretecek İslâm âlimini yetiştirmesi zorunludur. Bunun dışındaki her çalışma, ümmete zaman kaybettirmekten başka bir işe yaramaz. Bu görev yerine getirilmediği sürece Ümmet âsîdir ve günahkardır.
6- İmam ibn-i Teymiyye' şöyle buyurur:
"Ma'rufu emredip münkeri yasaklama görevi bizzat herkese (yani direkt herkese) farz olmayan bir görevdir. Kur'an-ı Kerim'in işaret buyurduğu gibi, bu farz yeterlilik ve iktidar ehliyetine göre cereyan eder. Cihad bu görevin tamamından sayılınca, aynı şekilde kifâye Farzlarından olur. 107
İslâm Hukukçuları, cihad hakkında şu mütalaada bulunur: "Düşman İslâm ülkelerinden birine taarruz edince halkı savaşa çağıran ister güvenilir olusun, ister fâsık olsun farz-ı ayn açısından ikisi de eşit sorumluluk taşırlar.
İslâm ümmetinin son 300 yılı içerisindeki dağılışını hızlandıran Emperyalist güçler, çok yönlü bir sömürü plânı hazırlayan haçlı zihniyeti, İslama karşı tarihî kinini nihayet peygamberin varislerini ortadan kaldırmakla ortaya koymuşlardır. Demek oluyorki İslâm'ın devlet ve iktidardan düşüşü; gerçek ve mûcâhid ulemanın ortadan silinişiyle sağlanmıştır.
Ümmeti cephede yenemeyen İslâm düşmanları toprak işgalinden ümit kesmiş, uzun vadeli plânlarını devreye sokmuş, ümmeti ayakta tutan merkezi otoriteyi ortadan kaldırmış, böylece ümmet başsız kalmıştır. Ümmet olma şuurunu, inandığı genç nesle aşılama uğrunda hayatını zindanlarda feda etmiş ve hâlis hürriyeti Hakka kölelikte bulan şair: (Nfk):
İpi kopan teşbihim, Dağılmış tane tane, Acı amma teşbihim. Hani nerde İmame? Taneleri toplayın, Hak ipine derleyin, Bir Îmâm'e bağlayın, Tevhid gelsin meydana" «yerek, İslâm ümmetinin arzetügi enkaz karşısında acı acı ağlamıştır. Evet, şimdi tes-bıh kopmuştur. Ümmeti yönlendiren Ulema itelenmiş, İslâm dışı modern câhiliyye bütün kurumlarıyla sultasını kurmuştur. (Çeviren)
Bu nedenle o ülke halkının tümüne seferberlik farz olur. Aynı şeilde bu ülke halkından olmasa bile, bu ülkenin müslüman ahalisine cihâd, kifâye vasfına göre farz olur. Yakın veya komşu bir müslüman ülke yoksa, yani arada kâfir bir devlet var da ondan sonra İslâmî bir ülke varsı, bu defa seferberlik halindeki İslâm ülkesinin yardımına koşması bu ülke halkına farz olur. Böyle bir ortamda "ben uzak bir ülkeyim, yapamam, edemem, diyerek bu farklı konumlu İslâm ülkeleri, cihad ve savaş halindeki İslâm ülkesine yardımda bulunmayıp, 9 ihmalkâr davranırsa, isyankârlar ile sorumsuzlukta yâni isyanda eşit olurlar. Binâenaleyh sorumluluk çemberi, böylelikle doğulu ve batılı İslâm ümmetini kuşatır ve farz-ı ayn durumuna geçer. 108
Bu açıklamalar zaviyesinde konuya bakılınca, kıyasın zarûretininin ortaya çıktığım görürüz. Söyle ki: "Bir yerde şeriat emirleri zayıflamış, nehiyleri yaygın hale gelmişse, bu emirleri tekrar yaşanır hale getirmek, yasakları da toplumdan uzaklaştırmak, o yerin ahalisine farz olur. Şayet o yerin halkı sorumluluklarını taşımaz veya bu sorumluluklarını taşımada gaflete düşerlerse, yakın komşu müslüman ülke, isyan halinde olan bu topluma, sorumluluklarını hatırlatmak ve yardımda bulunmak üzere devreye girecektir. Ya da fiilen ihmal yüzünden yönetimini düşmana kaptırma derecesine getiren bu halkın yönetimini üstlenecektir..Sözgelimi, müslüman bir cemaat veya ülke, şeriatın yasakladığı herhangi bir haramı veya suçu işleme tehlikesine düşmüş, bu da onu dinden çıkaracak kadar tehlikeli bir fitne halini almışsa, inanç ve itikadları da bozulmaya yüz tutmuşsa, içlerinde de kendilerini ıslah edecek bir dâvetçisi ve dâvetçileri de yoksa, bu takdirde, bu cemaate yakın olan müslümanlara, onları ıslah edip tekrar İslâm'a ısındırma sorumluluğu düşmüş olur. Bu komşu cemaat veya ülke de bu görevini yapmazsa, sorumluluk cihadda olduğu gibi- ümmetin tümünü kapsar.
7- Ma'rufu emretmek münkerden nehyetmek, cunıhur'a göre farz-ı kifâye olmasına rağmen, bazı şartların ortaya çıkardığı zorunluluklar nedeniyle farz-ı ayn olur. Bunlardan birkaçını arzedelim:
a- İslâm Devleti'nin görevlendirdiği kimselerin bu görevi yapmaları farz-ı ayrıdır.
Nizamuddin-en-Nisâbûri: “Devlet, ma'rufu emr-münkeri nehiy görevini yürütmek için bir kişi tayin, etse, o kimseye bu konuda yetki vermiş demektir. Ve o kimse Muhtesib”dir der109
b- Bir yerde Ma'rufu emretme esasları değişikliğe uğrar, mimker de işlenmiş olup, bu durumu, bir kişiden başkası da bilmiyorsa, mafu emr münkeri nehiy görevi, otomatikmen bu kişiye verilmiş demektir.
Aliyyul-Kârî der ki: "Ma'rufu emredip münkeri nehyetmek, bir kişiden fazla kimseler tarafından bilmiyorsa farz-ı kifâye olur. Aksi halde gören herkese farz-ı ayndır. 110
c- Ma'rufu emredip münkeri nehyetmek, usûlüne uygun olarak münakaşa ve mücâdeleyle ihtiyaç hissettiriyorsa, buna ehil olan herkesin iştiraki farz-ı ayndır.
İbnul-Arabt el-Malikî: "Ma'rufu emr münkeri nehyetmek farz-ı kifâyedir. Mü'min kendinde bu görevi yapabilme salahiyet ve yetkisini görüp, tek başına ve bağımsız olarak yürütebileceğine inanıyorsa bu durumda bu vasıfları taşıyan herkese farz-ı ayn olur," der. 111
d- Ma'rufu emr-münkeri riebiy görevini yürütecek bir tek kişi kalmışsa, bu kişi de bu görevi yürütebilecek iktidarı kendinde bulabiliyorsa bu, hükmen farz-ı ayn olur.
İmam İbni Teymiyye şöyle der: "Ma'rufu emr, münkeri nehiy; güç, iktidar ve ehliyet kapasitesine göre farzdır. Gücü yeten herkesin bu görevi üstlenmesi farz-ı ayn'dır. 112
İmam Gazâlî de aynı anlamı desteleyerek şöyle der: "Ma'rufu emr münkeri nehyetmek farzdır. Şüphesiz ki bu farziyetin sorumluluğu; kudret ve ehliyet sahibi olanların ifâ etmesiyle kalkar. 113
Genişçe incelemeye çalıştığımız ve görüşlerle desteklediğimiz bu konu, her nekadar farziyeti, iktidar ve ehliyet şartlarıyla kayıtlı görünüyorsa da, zaruretlerin gerektirdiği her yer ve zamana, bu görevi yapabilen her kese farzdır. Fakat herkesin yapması ve bu konuya el atması, nazik bir konuyu hakkıyla izah edememe zorluğunu da ortaya çıkaracaktır. Bu caiz de değildir. Aslında bu duruma düşmeden önce tedbir almak en çıkar yoldur. Çünkü bu, ihmal kabul etmeyecek kadar nâzik bir konudur. Peygamberler hayat boyu yürüttükleri bir görevi ihmal etmezken, müslümanm ihmal etmesi ve bu sahanın bilincinde olmadan, sahanm adamım yetiştirmemesi kadar büyük cürüm olur mu?
Ma'rufu'emr-münkeri nehiy konusunda, hiç bir ihmal müslümam mazur göstermez.




102 el-İhkâm fi-usûl-il Ahkâm (ÂMİDÎ): 1/141-142
103 Şerh-u MÜSLİM es-Sübût: 1/62-63
104 Serh-ul-Celâl el Mahallî ala Cem'i Cevâmi': 1/185-186
NOT: "Farz-ayn şahıs plânında, farz-ı kifâye ümmet plânında cereyan eder. Birincisinin terkinde şahsî cürmü, ikincisinin terkinde umûmi cürmü ortaya çıkarır. Kıyas bu yönü ile değerlendirmelidir. (ÇEVİREN)
105 et-Tevbe: 9/122.
106 Envâr-ût-Tenzil ve Esrâr-üt-Te'vil (Mezkûr âyetin tefsiri)
107 Meâlim-ur Tenzil (Hazin tefsirinin kenarı): 3/138
108 el-Hisbe fil-İslâm: 66
109 Feth-ul-Kadir vel-înâyetü Alel-Hidâye: 4/270-271
110 Garâib-ul Kur'an ve Regâib-ul Furkan (İbn-i Cerir'in ken....) 4/30
111 el-Mubin-ul-Muin Li-fehm-il Erbain: 189
112 el-Ahkam-ul-Kur'an: 1/122
113 el-Hisbe fil-Îskam: 37