> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Usulü Fıkıh Eserleri > El- Muvafakat - Şatibi > Vaz´i Hükümler
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Vaz´i Hükümler  (Okunma Sayısı 2457 defa)
27 Eylül 2010, 00:52:24
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 27 Eylül 2010, 00:52:24 »



Vaz´i Hükümler


Hükümlerin ikinci kısmı vaz´î hitaba racidir. Bunlar, yani vaz´î hükümler: Sebeb, şart, mâni, sıhhat, butlan, azimet ve ruhsat ol­mak üzere beş kısımdan ibarettir.[1] Şimdi bunlar üzerinde meseleler vaz edilmek suretiyle durulacaktır.

Vaz´ı Hükümlerin Birinci Nevi: Sebeb


Birinci Mesele

Haricde vücudu bulunan ve kendileri yüzünden teşrî kılmayı ya da bazı durumların vaz edilmesini gerektiren fiiller genel anlamda iki türlüdür:

a) Mükellefin kudreti dahilinde bulunmayan fiiller.

b) Mükellefin kudreti altına girmesi sahîh olan fiiller

Birinci türden olan fiiller sebeb, şart ve mani olabilirler.

Sebebe örnekler: Lâşenin helal olması için zaruret hâlinin bu­lunması; câriye ile nikâhlanmasımn miibâh olabilmesi için zina kor­kusunun olması; vücuddan çıkan ve abdesti bozan bir şey olmasına rağmen, her namaz için abdest alma gereğinin düşmesi için idrar tu-[188] tamama (selesu´1-bevl) halinin bulunması; namazların vâcib olması için güneşin zevali, batması, fecrin doğması... ve benzeri gibi şeyler hep sebeblerdir.

Şarta örnekler: Zekâtın vâcib olması için senenin dolması; sa­tış akdinin sahih olması için mebîin teslimine kadir olunması; yetim malının kendisine verilmesi için rüşd çağma ulaşmış olması; sevâb ve azab için peygamberlerin gönderilmiş olması ve buna benzer şeyler de şarttırlar.

Mâniye örnekler: Hayzm cin sî münâsebete, talâka, Kabe´yi ta­vafa, namazların vücûbuna ve orucun edasına mâni olması; deliliğin (cünûn) ibadetlerin ifasına ve onun tasarrufları konusunda serbest bı­rakılmasına mâni olması ve buna benzer örnekler.

İkinci türden olan yani mükellefin kudreti dâhilinde olan

fiillere gelince, bunlar iki açıdan ele alınacaklardır:

1. Bunlar Önce, maslahatların celbini ya da mefsedetlerin defini gerektirmiş olmaları cihetin den emir ya da yasak konusu ola­rak ya da haklarında muhayyerlik hükmü verilerek teklif hitabı altına girmeleri açısından ele alınacaklardır. Mesela faydalanmak için alış verişte bulunmak, nesil için evlenmek, kurtuluşa ermeye vesile olan tâat için boyun eğmek vb. gibi. Bu açıdan durum açıktır.[2]

2. Bunların sebeb, şart ya da mâni olarak vaz´î hitap altına girmiş olmaları açısından ele alınması.[3]

Bu türden ve sebeb olanlara örnekler: Nikâhın, eşlerin birbirleri­ne mirasçı olmalarına, sıhriyet haramlığına, eşlerin birbirlerinden is­tifâdede bulunmalarına sebeb olması; boğazlamanın boğazlanan hay­vanın etinin yenmesinin helâlliğine sebeb olması; yolculuğun na­mazın kısaltılmasına ve Ramazan orucunun tutulmamasma sebeb ol­ması; katil ve yaralama olaylarının kısas için sebep olması; zina, içki,hırsızlık ve iftiranın ilgili cezalar için sebeb olması... vb. gibi. Bu say­dıklarımız, müsebbeblerinin (sebebiyet verdikleri şeylerin) teşri kı­lınması için sebeb olarak konulmuşlardır.

Şarta örnekler: Talakın vukuu için veya üç defa müracaatın he­lalliği için nikâhın şart olması; zina eden kimsenin recmedilmesi için muhsan (evli) olması şartının aranması, namazın sıhhati için temizli­ğin şart olması, bütün ibâdetlerin sıhhati için niyetin şart olması... gi­bi. Bu verdiğimiz örnekler ve benzeri şeyler sebeb değillerdir, şart ko-şuldukları şeylerin sıhhati için şarttırlar.

Mâniye örnekler: İki kîzkardeşten biriyle olan evliliğin diğeri ile evliliğe mâni olması; bir kadınla olan evliliğin o kadının hala ya da teyzesiyle aynı anda evliliğine mâni olması; îmânın kâfire karşı kısasa´ mâni olması; tâatlerin kabulüne küfrün mâni olması... vb. gibi.

Bazen tek bir şeyin hem sebeb, hem şart, hem de mâni olması mümkün olabilir. Mesela îmân gibi. O sevaba sebebtir, tâatlerin vücûbu ve sıhhati için şarttır, kâfire karşı kısasa mânidir. Benzeri çoktur. Şu kadar var ki, bu üç şey, tek bir şey için bir arada bulunamaz­lar. Dolayısıyla şer´î bir hüküm için sebeb olarak vâki olan bir şey, aynı anda bizzat o şeyin şartı ya da onun için mâni olamaz. Çünkü böyle bir durumda bunların birbirlerini ortadan kaldırma durumları söz konu­sudur. Ancak bir hükmün sebebi, başka bir hükmün şartı, bir üçüncü­nün mânisi olabilir. Tek bir hüküm üzerinde bir araya gelmeleri sahih olmadığı gibi, aynı cihetten olmak kaydıyla ikisinin bir araya gelmesi de sahîh değildir. Nitekim aynı şey teklîfî hükümlerde de sahîh değil­dir. [4]

İkinci Mesele


Her ne kadar genelde telâzumun bulunması (birbirini gerektir­mesi) sahîhse de sebeblerin meşruluğu müsebbeblerin de meş­ruluğunu gerektirmez.[5] Bunun anlamı şudur: Sebeblere herhangi bir mübahlık, mendubluk, haramlık... gibi bir şer´î teklifi hüküm taal­luk ettiği zaman, bu hükmün o sebebin müsebbebine de taalluk etmesi [190] zorunlu olarak gerekmez. Sebebin yapılması emredilmişse,müsebbe-bin de emredilmiş olması gerekmez; sebebin işlenmesi yasaklanmış-sa, müsebbebin de yasaklanmış olması gerekmez; sebeb hakkında muhayyer bırakılmışsa, müsebbeb hakkında da muhayyer bırakılmış olması neticesi zarurî olarak lâzım gelmez. Örnek vermek gerekirse: Mesela alış verişde bulunmayı emretmek, mebî ile faydalanmanın mübâh kılınmasına da emir mânâsına gelmez.[6] Nikâhla emirde bu­lunmak, zevcenin kadınlığından istifâdenin helalliğinin emri mânâ­sını gerektirmez. Kısasta Öldürmeyi emretmek, ruhun çıkarılmasını emretme mânâsını istilzam etmez. Haksız yere insan öldürmeyi ya­saklamak, ruhun çıkarılmasını da yasaklamak mânâsını gerektir­mez. Kuyuya düşmekten nehyetmek, orada elbisenin yırtılması ve re­zil olmaktan da nehyetmek mânâsını gerektirmez. Elbiseyi ateşe at­mayı yasaklamak, bizzat yakma işini yasaklamak mânâsını gerektir­mez. Benzeri örnekler çoktur:

Delili:

Bunun delillerinden birisi şudur: Kelâm ilminde sabit olduğu üzere, mükellef üzerine gerekli olan sadece sebeblere yapışmaktır; müsebbeblere gelince, onlar Allah´ın işidir ve O´nun hükmü altında­dır; onlar hakkında mükellefin herhangi bir kesbi bulunmamaktadır. Bizzat Kur´ân ve Sünnet bu esâsa delâlet etmektedir. Buna en açık bir şekilde delâlet eden örneklerden biri de, rızkın Allah´ın tekeffülünde olduğunun ortaya konmasıdır. Meselâ bazı âyetlerde şöyle buyrul-maktadır: "Ehline namaz kılmalarını emret, kendin de onda devamlı ol. Biz senden rızık istemiyoruz, sana rızık veren Biziz.[7] "Yeryüzün­de hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah üzerine olmasın.[8] "Rızkınızda, size söz verilen azâb da yukarıdan gelir.[9] "Allah kendisine karşıgelmekten sakınan kimseye kurtuluş yolu sağlar, ona beklemediği yerden rızık verir...[10] Bu ve benzeri rızkın Allah tarafından tekeffül edildiği­ni ifâde eden âyetlerde murâd olunan mânâ rızk için sebeblere sarıl­ması değildir; bilakis elde edilmek üzere sebeblerine yapışılan rızık (müsebbeb) olmaktadır. Eğer murâd bizzat esbaba yapışmak olsaydı, o takdirde mükellefin hiçbir şekilde rızkını elde etmek için —lokmayı ağzına koyup çiğnemek veya tohum ekmek ya da dağ bitki ve yemişle­rini toplamak şeklinde de olsa— bir faaliyetle memur olmaması gere­kirdi. Bu ise ittifakla bâtıldır. Dolayısıyla bu âyetlerden maksadın, bizzat sebebleri hazırlanan şey olduğu ortaya çıkmaktadır. Hadiste: "Eğer siz gerçek anlamda Allah´a tevekkül etmiş olsaydınız, kuşların rızıklandırıldıkları gibi siz de rızıklandır ılır diniz..."[11] başka bir ha­diste de "Deveni sağlam bağla ve tevekkül et.[12] buyurmuştur. Bu ve benzeri nasslarda, geçen mânânın beyânı bulunmaktadır. Bu mânâyı açıklayan hususlardan biri de şu âyetlerdir: "Söyleyin; akıttığınız me­niden insanı yaratan siz misiniz, yoksa Biz miyiz [13]"Söyleyin; ek­tiklerinizi yerden bitirenler sizler misiniz Yoksa biz mi bitiriyo­ruz [14] "Söyleyin; içtiğiniz suyu buluttan indirenler sizler misiniz Yoksa onu indiren Biz miyiz [15] "Söyleyin;yaktığınız ateşi var eden siz misiniz Yoksa onu biz mi var ederiz [16] Bütün bunların üstüne de "Allah sizi ve sizin yaptıklarınızı yaratmıştır.[17]"Allah her şeyin ya­ratıcısıdır.[18] âyetleri gelmektedir. Amelin onlara ait kılınması sade­ce hesaba çekilmeleri için olmuştur; sonra o hususta hüküm ise ancak Allah´a hastır. Bu mânâ şeriattan istikra yoluyla elde edilen kesin bir netice olmaktadır. Durum böyle olduğuna göre, mükellef olunan se-bebler de, hem aklın hem de naklin delâlet ettiği bu umûmun gereği [192] içerisine girecektir. Dolayısıyla kulların kesblerinin taalluk ettiği şey müsebbebler değil, sadece sebebler olmaktadır. Şu halde teklif ve onu getiren hitap, sadece müktesebolanayani kulun kesbi altına girebilen hususlara taalluk etmekte ve neticede müsebbebler teklif hitabı hari­cinde kalmaktadır. Çünkü müsebbebler, kulların kudreti dahilinde olmayan şeylerdir. Bununla birlikte, eğer müsebbeblere de taalluk edecek olsaydı, bu bir teklîf-i mâ la yutak (takat üstü yükümlülük) olurdu. Usûlde de ortaya konulduğu gibi, böyle bir yükümlülük İse mevcut değildir.

İtiraz: İstilzam yani sebebin hükmünün müsebbebde lâzımı (zo­runlu) olarak geçmesi vardır. Dikkat edilirse, alış veriş, icâre vb. gibi

akitlerin mübâhlığı, bunlardan her birine has olan faydalanma yolla­rının mübâhlığım da gerektirmektedir. Bunlara mesela ribâ, garar veya cehalet gibi sebeblerle haramhk hükmü taalluk ettiğinde, bu du­rum onlardan faydalanmanın haramlığını da gerektirmektedir. Keza tecâvüz, gasb, hırsızlık vb. gibi durumlarda da vaziyet aynıdır. Hay­van boğazlama, şer´î usûle göre olduğunda mübâh olmakta ve o hay­vanlardan faydalanmayı da gerektirmektedir. Boğazlama ameliyesi gayrimeşrû bir tarzda olursa, bu o hayvanlardan faydalanmanın ha-ramlığını gerektirmektedir. Hâsılı bu tür örnekler pek çoktur. Bu du­rumda nasıl olur da "Sebeblerinin emredilmiş ya da...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Vaz´i Hükümler
« Posted on: 26 Nisan 2024, 06:36:18 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Vaz´i Hükümler rüya tabiri,Vaz´i Hükümler mekke canlı, Vaz´i Hükümler kabe canlı yayın, Vaz´i Hükümler Üç boyutlu kuran oku Vaz´i Hükümler kuran ı kerim, Vaz´i Hükümler peygamber kıssaları,Vaz´i Hükümler ilitam ders soruları, Vaz´i Hükümlerönlisans arapça,
Logged
27 Eylül 2010, 00:55:08
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 27 Eylül 2010, 00:55:08 »

Sekizinci Mesele


Sebeblerin işlenmesi, müsebbeblerin ortaya konulması mertebe­sindedir. Mükellefin sebebi işlerken, müsebbebe yönelik kasdının olup olmaması arasında fark yoktur. Çünkü carî olan âdet-i ilâhîye gö­re müsebbebler sebeblere bağlı kılınmıştır. Bu itibarla sebebi işleyen kimse sanki doğrudan müsebbebi işlemiş kabul edilmektedir. Carî olan âdet-i ilâhî buna şâhid bulunmaktadır. Zira bunlarda müsebbeb­ler sebeblere nisbet edilmektedir. Mesela doymak yemeğe, kanmak suya, yakmak ateşe, ishal müshile [72]ve diğer müsebbeblerin kendi se-beblerine nisbetleri gibi. Bizim kesbimizin sebebiyet verdiği fiiller de aynı şekilde bizim kendi fullerimizden olmasalar da bize nisbet edil­mektedirler. Bu durumun böyle olduğu malûm ve maruf olduğuna gö­re, şer´î örfte de, şer´î sebeblerle onların müsebbebleri aynı paralelde câri olacaktır.

Meşru olan-olmayan bütün sebeblere nisbetle durumun böyle ol­duğuna dair şer´î deliller pek çoktur. Bu meyanda şu âyet ve hadislere bakılabilir: "Bunun için Isrâîloğullarına şöyle yazdık: ´Kim bir kimse­yi, birkimseye veya yeryüzünde bozgunculuğa karşılık olmadan öldü­rürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu diriltirse (ölümden kurtarırsa) bütün insanları diriltmiş gibi olur.´[73] hadiste de şöyle buyrulur: "Haksız yere öldürülen hiçbir kimse yoktur ki, onun günahından Âdem´in ilk oğluna bir pay ayrılmasın. Çünkü yeryüzün­de ilk kan akıtma çığırını açan odur."[74] Yine hadiste; "Kim güzel bir çığır açarsa, onun sevabı ve kıyamete kadar da onu işleyenlerin sevabı kendisine yazılır. Keza kim de kötü bir çığır açarsa..[75] buyrulur. Başka bir hadiste de.[76] "Gerçek şu ki, çocuk ebeveyni için ateşe karşı bir örtüdür. Bir müslüman bir ağaç dikerse, o ağaçtan yenilen (yemiş) mutlaka onun için sadakadır. O ağaçtan çalınan (yemiş) onun için sa­daka, yabanî hayvanların yediği sadaka, kuşların yediği dahi onun için sadakadır. Hâsılı bir kimse o ağacın yemişini yiyip azaltırsa, bu onun için mutlaka sadaka olur.[77] buyurmuşlardır. Ekin de aynıdır. Âlim ilim yaymaktadır ve onun ilmiyle faydalanan herkesin sevabı kadar onun da sevabı olmaktadır. Buna benzer sayılamayacak kadar çok örnek vardır. Oysa ki, bu örneklerde fayda ya da zararın meydana gelmesini intâc eden müsebbebler sebebi ortaya koyan kimsenin fiili değildir.

Durum böyle olduğuna göre, sebebi işleyen kimse, onun müseb-bebini gerektirici bir tarzda onu işlemiş olmaktadır. Ancak bazan se­bebin müsebbebi gerektirici tarzda işlenmesi genel anlamda ve —bütün tafsilatıyla ihata durumunda olmasa bile— yine de tafsilâtlı [2i3] denilebilecek tarzda bilinçli olarak olur. Bazan da tafsil üzere değil de, sadece genel anlamda olur. Şöyle ki: ALLAH tarafından her emredilen şey, mutlaka işlendiği zaman ortaya çıkaracağı maslahat için emre­dilmiştir. Yasaklanılan her şey de, işlendiği zaman gerektireceği mef-sedetten dolayı yasaklanmıştır. Bu durumda mükellef bir sebebe te­vessül ettiği zaman, o sebebin altında bulunan maslahat ya da mefse-detlere sebebiyet vereceği şartı üzere ona girmiş olacaktır. Mükellefin o şeyin (sebebin) üzerine terettüb edecek maslahat ya da mefsedetleri veya onların miktarlarını bilmemesi, kendisini bu konumdan çıkar­mayacaktır. Çünkü o şeyin emredilmiş olması, emredilen şeyin işlen­mesinde ALLAH tarafından bilinen bir maslahat bulunduğu ve bu yüz­den de onu emretmiş olduğu mânâsını tazammun etmektedir. Keza nehiyde, nehyedilen şeyin işlenmesinde ALLAH tarafından bilinen bir mefsedet bulunduğu ve bu yüzden de onun nehyedilmiş olduğu mâ­nâsı bulunmaktadır. Dolayısıyla fail, o sebebin ortaya çıkaracağı bü­tün maslahat ve mefsedetleri —bunların detaylarını bilmese bile— il­tizam etmiş, kabullenmiş olmaktadır.

Soru: Kişi, yapmadığı şeyden dolayı sevâb görür veya cezalandı­rılır mı

Cevap: Sevâb ve ceza, kişinin ancak işlediği ve irtikabda bulun­duğu şeylere terettüb eder; işlemediklerine gerekmez. Ancak şer´an bir fiilin değeri, ondan neşet edecek olan maslahat ve mefsedetlere gö­re ölçülür. Sâri´ bunu beyan etmiş ve fiilleri bir ayırıma tabi tutarak onlar içerisinden maslahatı büyük olanları esâs ve temel (rükün) yap­mış; mefsedeti büyük olanları da büyük günah (kebîre) kabul etmiş­tir. Keza bu ayarda olmayanları da açıklamış ve onları da ayırıma tabi tutarak, maslahat içerenlere ´ihsan´ (iyilik); mefsedet içerenlere de ´küçük günah´ (sağîre) adını vermiştir. Böyle bir yolla, dînin rükün ve esaslarını teşkil edenlerle, furû ve tâli unsurlarını teşkil eden şeyler birbirinden ayrılır olmuş; günahlardan hangisinin büyük (kebîre, ç. kebâir), hangisinin de küçük (sağîre, ç. sağâir) olduğu anlaşılmış ol­maktadır. Sâri´ Teâlâ´nın emrettikleri arasında daha fazla önem atfet­tiği şeyler, dînin esaslarından (usûlu´d-dîn) olmakta; aynı ayarda önem atfetmediği emir ve istekleri de dînin furûu ve tamamlayıcı un­surlarından olmaktadır. Yasakladığı şeyler içerisinde de, ayrı bir önemle üzerinde durduğu şeyler büyük günahlar (kebâir); aynı seviye­de Önem atfetmediği yasaklar da küçük günahlardan olmaktadır. Bütün bunlar, emredilen ya da yasaklanılan şeylerin işlenmesi netice­sinde ortaya çıkacak olan maslahat ve mefsedetler ölçüsünde olmak­tadır. [78]

Dokuzuncu Mesele


Geçen meselelerde müsebbeblerin mükelleflerin kudreti dâhilin­de olmadığı, onlar için yükümlü olunan şeyin sadece sebeb olduğu zik­redilmişti. Şimdi bunlar göz önüne alındığı zaman bunun üzerine bazı durumlar bina edilecektir:

1. Sebeb mükellef tarafından tam şartları yerli yerinde, mâni­lerinden uzak bir vaziyette ortaya konulmuşsa, bundan sonra onun müsebbebin vuku bulmamasına yönelik kasdı, olmayacak bir şeyi (muhal) isteme ve kendisinin kaldırma güç ve yetkisinin bulunmadığı bir şeyi kaldırma, menine dâir yetkilikılınmadığı bir şeyin menine git­me çabasından başka bir şey değildir. Mesela, şeriattaki konulusu üzere bir kimse nikah akdinde bulunsa veya satış ya da başka bir akid gerçekleştirse, sonra da bu akidle akid konusu olan şeyin (makûdun aleyh) kendisine mübâh kılınmamasını istese, bu isteği abes olur; se­bebini ortaya koyduğu müsebbeb vuku bulur. Keza, şerîatte konuldu­ğu şekil Üzere talakta veya azâdda bulunsa, sonra da bunların gerek­lerinin vuku bulmamasını kasdetse, bu bâtıl bir kasıd olur. Aynı şekil­de ibâdetlerde de durum böyledir. Mesela emrolunduğu gibi namaz kılsa, oruç tutsa veya hacca gitse; sonra da kendi kendine gerçekleştir­diği bu ibâdetlerin kendisi için sahih olmamasını ve bir tâat (kurbet) olarak kabul görmemesini... istese, böyle bir kasıdda bulunsa, bu ka­sıd da boş bir kasıd olacaktır. Yasaklanmış sebebler hakkında da du­rum aynı şekildedir. "Ey inananlar! ALLAH´ın size helâl ettiği şeyleri haram kılmayın. Hududu aşmayın, Doğrusu ALLAH aşırı gidenleri sev­mez."[79] âyeti bu meyânda nazil olmuştur. İşte bu noktadan hareketle­dir ki, ALLAH´ın helal kılmış olduğu yiyecek, içecek, giyecek... gibi şey­leri haram kılma girişiminde bulunmak abes kabul edilmiştir. Keza filhal evli değilken veya ileriye yönelik ve tahsise giderek bir talikte bulunma kasdı olmaksızın —genelleme yoluyla talikte bulunmak bunun aksinedir[80]— nikâhın haram kılınmasına yeltenmek de aynı şekildedir. Bütün bunlar boş şeylerdir. Çünkü Yüce ALLAH´ın mükelleften zahir bir sebeb olmaksızın helalliğini belirlediği/ üstlendiği şey, mükellefin sebebini işlemiş olduğu şey gibidir. Bunun bir örneği de Hz. Peygamber´in şu hadislerinde ifâdesini bulmuş­tur: "Ve/â hakkı ancak azâd edene aittir. ... Kim ALLAH´ın kitabında[81] olmayan bir şart koşarsa, o şart bâtıldır; isterse yüz şart olsun." [82]Hem sonra Sâri´ —daha önce de geçtiği gibi— sebeblerden müsebbeblerin vukuunu kasdetmektedir. Dolayısıyla sebebi ortaya koyan kimsenin böyle bir kasdı, Şâri´in kasdına ters düşmektedir. Şâri´in kasdına ters düşen her kasıd ise bâtıl olmaktadır. Dolayısıyla bu kasıd da bâtıldır. Netice itibarıyla mesele açıktır.

İtiraz: Bu netice iki açıdan problem arzetmektedir:

a) Sebeblerin konulmasında mükellefin ihtiyar ve kasdmın bu­lunması şart olmaktadır.[83] Eğer mükellefin ihtiyar ve kasdı, sebeble­rin müsebbeblerini gerektirmesine ters düşüyorsa, bunun anlamı mü­kellefin sebebi yerli yerinde tam olarak ortaya koymamış, aksine şartı —ki ihtiyar olmaktadır— eksik olarak gerçekleştirmiş olduğudur. Bu durumda şart eksik olacağı için sebebler sahîh olmayacak, bundan da sebeblerden neşet edecek müsebbeblerin vuku bulmaması lâzım gele­cektir.

b) Şâri´in maksadına ters düşen kasıd, bu kitapta ilgili yerinde de zikredilmiş olduğu üzere, ameli iptal edici bir Özellik arzetmekte­dir. Mesela mübâh kılıcı sebeblerin, mübâh kılmayıcı niyetiyle ortaya konulması, Şâri´in maksadına açık bir zıtlık göstermektedir. Çünkü Şâri´in kasdı, bu vesileler sebebiyle o neticelerin husule getirilmesidir. Şu halde bu şekilde sebeblerin işlenmesi bâtıl ve yasaklanmış olacak­tır. Meselâ: namaz kılan ve kendisi için onun yeterli olmayacağına; [2ie] abdest alıp, onun namazı kendisine mübâh kılıcı olmamasına niyet eden kimse vb. gibi. Dolayısıyla bu esas ile daha önce geçen esas arası­nı bulmak (cem), birbirine ters düşen iki şeyi bir arada toplamak olur

ki, böyle bîr netice de bâtıl olmaktadır.

Cevap: Önce birinci itiraza cevap verelim: Bizim burada ortaya koyduğumuz konu, sebeblerin sebeb olabilmeleri için ihtiyar ile ko­nulmuş olmaları, ancak müsebbeblere yönelik bir kasdın bulunması konusudur. Yoksa, ihtiyar bulunmadan sebeblerin ortaya konul­ması üzerinde durmuyoruz. Bunların arasını aklen bulmak (cem) mümkündür. Çünkü bunlardan birisi diğerinden Öncedir; dolayısıyla aralarında birbirlerini ortadan kaldırıcı bir durum yoktur. Mesela: Cinsî münâsebeti kasıd ve ihtiyarda bulunsa ve bundan çocuğun ya­ratılmasını kerih görse, istemese veya toprağa tohum saçsa ve bitme­sini istemese veya bir insana doğrulttuğu okunu fırlatsa v...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 27 Eylül 2010, 00:58:02 Gönderen: Ayten »
Kayıtlı

27 Eylül 2010, 00:59:31
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #2 : 27 Eylül 2010, 00:59:31 »

İZAHI; Meselâ iyiliği emretmek ve kötülükten yasaklamak konu­sunu ele alalım: Sâri´ Teâlâ bununla nefislerin ve malların telef edil­mesini murâd etmemiştir. Kaçınılmaz bir netice olarak bunlar, sadece hakkın ikâmesi, bâtılın izâlesi için konulmuş sebebe tabi olan bir du­rum olmaktadır. Keza cihâddan maksad insanların telef edilmesi de­ğildir; bilakis maksat Allah´ın dînini yüceltmektir. Ancak bu yolda canların itlafı da ona tabi olarak arkadan gelmektedir. Çünkü insanın bu sebebi ikâme için kendi nefsini iki grubun boğuşacağı, silahların çe­kileceği ve savaşılacağı bir yere atması gerekecektir. Kendisine ulaşa-cakmefsedet, sebebten değil, işte bu açıdan neş´etedecektir. Hadler ve benzerlerinde de maslahatın peşinden itlaf gibi bir mefsedet gelecek­tir. Ama bu konulan sebebden dolayı değil, bu maslahatların başka türlü ikâme imkânı bulunmaması açısından olmaktadır. Hâkimin hükmü zahire göre hareket edilerek hasımlar arasındaki anlaşmaz­lıkların ortadan kaldırılması ve dâvanın sona erdirilmesi içindir. Böy­lece maslahat açık olacaktır. Hâkimin hükmünde hatalı olması ise, yeterince dâva üzerinde durmamak veya işin gerçek yüzünü aydınla­tacak yeterince delîl bulunmamak gibi başka sebeblere bağlıdır. Hâkimin tayin edilmesinde onun hata etmesi amaçlanmış değildir. Bu durumda hâkimin hükmü, eğer tutar bir tarafı varsa bir başka se­bebten dolayı bozulmayacaktır. Hükmün bozulmamasını gerektiren bu sebeb de hükmün feshinin, hâkimin tayininden gözetilen hasımlar arasındaki dâvaların hükme bağlanarak neticelendirilmesİ ve böyle­ce hasımlar arasındaki çekişmenin sona erdirilmesi maksadının zıddı bir duruma müncer olmasıdır.

Yasaklanmış olan kısma gelince, orada söz konusu olan hüküm­lerin sübûtu, o nikahın fâsid olmasının bir neticesi olarak değil bila­kis— yerinde de belirtildiği üzere[133] vukûdan sonra o nikâhın tashihine hükmetmenin bir neticesi olarak ortaya çıkmaktadır. Fâsid alış veriş akidleri de bu kabildendir. Çünkü burada mebîi kabzeden kimse için şer´an tazmin sorumluluğu bulunmaktadır. Dolayısıyla |240] kabzı gerçekleştiren kimse, akid sebebiyle değil de, bu sorumluluk se­bebiyle bir nevi mebîin mâliki gibi olmaktadır. O malın bizzat kendisi ortadan kalktığı zaman mislini ya da kıymetini [134] ödemesi gereği ta­ayyün edecektir. Ama değişmeden kaldığı ya da aynen iade imkanını ortadan kaldırıcı bir durum olmadığı sürece de vâcib olan, nehyin ge­rektirdiği fesâd hali (yani akdin feshine gidilmesi) olacaktır. Mebîde bir değişiklik meydana geldiği zaman veya bizzat onun üzerinde

maddî varlığını (aynını) ortadan kaldırmayla bir tasarrufta bulunul­duğu zaman ise müctehidler: "Acaba değişiklik sebebiyle, o şey tüm­den ortadan kalkmış hükmünde mi olur Yoksa olmaz mı Ve buna bağlı olarak da fesih talep hakkı bulunur mu " diye konu üzerinde durmuşlardır. Ancak fesih talebi durumunda, eğer mebi meselâ deği­şik bir şekilde iade edilecekse, satıcı aleyhine bir haksızlık vardır. Öbür taraftan parayı (semeni) ödemiş ve fakat mebîden umduğu fay­dayı elde edememiş olması açısından da müşteri aleyhine bir haksız­lık bulunmaktadır. Bu durumda adaletli olacak davranış şekli her iki durumu da göz önünde bulundurmak olacak ve neticede mebîin paza­ra sürülmesi (havâletu´l-esvâk), mebî üzerinde icra edilen fakat onu ortadan kaldırmayan tasarruflar, mülkiyetin intikâli ve benzeri fıkıh kitaplarında zikredilen şekiller mebîin ortadan kalkması (fevti) gibi mütâlâa edilecektir. Hasılı, burada feshe gidilmeyip, müşterinin mebîden istifâde etmesine imkan verilmesinin sebebi, fâsid akdin biz­zat kendisi değil, aksine daha sonra onun üzerine terettüp eden arızî durumlardır.

Gasb durumu da aynı şekildedir. Çünkü tecâvüzkar olan el (kişi) üzerine şer´an tazmîn sorumluluğu binmektedir. Sorumluluk ise o şe­yin mislinin ya da kıymetinin zimmette sabit olmasını gerektirir. Bu durumda gasbeden şahısla (gâsıb) mâlik bir anlamda eşit durumda ol­maktadırlar. Bu sebebten dolayı da gasbeden kimse için mülkiyet şüp­hesi doğmaktadır. Kısmen baki kalmakla birlikte gasbedilen şey üze­rinde meydana gelen bazı değişikliklerin olması durumunda, hakkı gasbedilen kimsenin hukukuyla gasbeden kimsenin hukukuna baka­rak, konunun üzerinde durulması gerekmektedir. Zira gasb, gasbe­den kimse üzerine hak etmediği bir cezanın yüklenmesini gerektir­di] mez.[135] Öbür taraftan hakkı gasbedilen kimsenin hukuku zayi edile­rek mağdur edilmesi de caiz değildir. Dolayısıyla bu iki durum ara­sında dengeyi bulmak (ictihâd) gerekmektedir. Gasbeden kimsenin gasbedilen şeye mâlikiyet kazanmasının sebebi bizzat gasb değil, öncelikle tazmin sorumluluğunun üzerine binmesi, ikinci olarak da gasbdan sonra gasb edilen şey üzerinde meydana gelen değişiklikler­dir. Bu ve benzeri durumlar üzerinde düşünmek gerekmektedir.

Kısaca diyebiliriz ki, şer´an yapılması istenilen sebebler, mefsedetler için konulmuş sebebler değillerdir. Nitekim gayrı meşru (işlen­mesi yasaklanmış) sebebler de maslahatlar için konulmuş sebebler değillerdir. Böyle bir netice asla sahîh değildir.

Fasıl:

Bu tertip göz önünde bulundurulduğu zaman İmam Mâlik´in mezhebinde ve diğer mezheplerde mevcut bulunan birçok meselenin hükmü daha iyi anlaşılacaktır. Mâliki mezhebinde, bir kimse "Şu za­mana kadar falana olan borcumu ödeyeceğim." diye talak üzerine ye­min etse, sonra da Ödeyememek sebebiyle yemininde hânis olacağın­dan (yeminin gereğini yerine getirmemiş olacağından) korksa ve o za­man geçinceye kadar olmak üzere karısıyla hulu (muhâla´a) yapsa (hukuken ayrılsa) ve neticede yeminin gereği yerine getirilmediği için hânis olunsa, kadın o anda hulu yoluyla hukuken ayrı bulunduğu için artık talak vuku bulmayacaktır. Daha sonra da karısına rücû edecek­tir. Gerçi bukasdı ve yaptığı şey güzel karşılanmayacaktır. Çünkü bir hakkı iptal eden bir hîleye başvurmuştur. Dolayısıyla hulu´a baş vur­mak yasak bir mâhiyet almıştır. Maamâfîh, talakın vuku bulmaması gibi bir netice de vermiştir. Ancak talakın vuku bulmaması (adem-i hms), muhâlaa sebebiyle olmamış; aksine hânis olduğunda talakın isabet edeceği bir mahal olarak zevcesi bulunmadığı için olmuştur.

el-Lahmî´-nin (Ali b. Muhammed el-Mâlikî Lö.478/1085]), sefere çıkarak Ramazan´da oruç tutmama ruhsatını elde etmeyi amaçlayan kimse hakkındaki şu sözü de bu şekildedir: Bu kasıd hoş bir şey olma-makla (mekruh) birlikte, böyle bir kimse Ramazan orucunu tutmaya­bilir. Çünkü orucunu tutmaması sefer üzerine terettüp eden meşak­kat sebebiyle olmakta, bizzat mekruh olan sefer sebebiyle olmamakta­dır. Gerçi oruç tutmama ruhsat hükmü seferle talîl edilmiştir. Ancak öyle de olsa bizzat yolculuk için değil, meşakkat içerdiği için böyle bir talîle gidilmiştir. Bunu şu husus da tavzîh eder: Bu adam için mekruh görülen şey kendi kesbinin bir neticesi olan seferdir. Meşakkat ise onun kesbi haricindedir. Dolayısıyla bizzat mekruh olan şey meşak­kat değil, meşakkatin sebebidir. Oruç tutmama konusunda müsebbeb bizzat sebebtir.

Ama farzetsek ki, şer´an yasak olan sebeb bir maslahat için; ya­hut yapılması istenilen bir sebeb de mefsedet için sebeb olabilecek baş­ka bir şeyi ortaya çıkarmasalar, bu takdirde şer´an yapılması istenilen sebebde Şâri´ce kasdedilen bir mefsedetin, menedilen bir sebebde de Şâri´ce maksûd olan bir maslahatın bulunması mümkün değildir. Meselâ be/u´1-îne yoluyla ortayakonulan hileler gibi. Bu gibi akidlerde (buyûu´1-îyne veya buyûu´1-âcâl) mal, bir dînârm iki dînâr karşılı­ğında veresiye olarak satılmasına vasıta kılınmaktadır.

Netice itibariyle burada iki uç tarafla orta bir nokta bulunmakta­dır. Uç taraflardan biri, zikredilen hilelerde olduğu gibi her halükârda

sabit bir sebeb içermemektedir. Öbür taraf ise kesin olarak ya da zan ölçüsünde bir sebeb içermektedir. Gasbedilen şeyin, gasbeden kişi elinde değiştirilmesi gibi ki, bu takdirde ilgili konularda verilen bilgi­lere göre gasbeden kişi gasbedilen şeye mâlik olmaktadır. Ortada yer alan durumda ise, sebebin ne yokluğu ne de mevcudiyeti kesin olarak sabit olmamaktadır. İşte müctehidler için üzerinde durulması gere­ken konu da bu son kısım olmaktadır.

Fasıl:

Bütün bunlar; bu fer´î meselelere sabit olan bu esas açısından baktığımız zaman söz konusudur. Eğer başka bir açıdan ele alınacak olurlarsa, hüküm başka olurdu ve konu üzerinde duranlar tereddüd ederlerdi. Çünkü o takdirde konu tereddüde mahal olacaktır. Şöyle ki: Daha önce mükellefin sebebleri işlemesinin müsebbebleri ortaya koy­ması mesabesinde olduğu ortaya konulmuştu. Durum böyle olduğuna göre, bu müsebbebin mükellefin ihtiyarıyla vâki olmuş hükmünde ol­masını gerektirecektir ve neticede o şer´î bir sebeb olmayacaktır. Dola­yısıyla da onun gereği vuku bulmayacaktır. Neticede bir günah işle­mek için yolculuğa çıkan kimse sefer ruhsatlarından faydalanarak namazını ki saltam ayacak, orucunu tutmamazlık edemeyecektir. Çünkü meşakkat sanki kendi fiiliyle vâki olmuş gibidir. Zira mükelle­fin işlediği sebebden neş´et etmiştir. Karısının boş düşmemesi için hulû hilesine başvuran kimsenin bu çabası onu talakın vukuu netice­sinden kurtaramayacaktır; bilakis karısına rücû ettiğinde talak vaki olacaktır. Hülle nikâhı ile zevcesine tekrar dönmek isteyen kimsenin durumu da aynı olacaktır. Dolayısıyla burada bu iki esasa birden baş­vurulduğunda meselelerin içtihada mahal bulunduğu görülecektir. Ve görüldüğü kadarıyla her müctehid de kendisince bu iki esastan hangisi daha ağır basıyorsa onun gereği doğrultusunda bulunmuştur. Allahu a´lem!

Fasıl: [136]

Bu esasda söz konusu edilen şey; müsebbeblere sebeblerinin meşru olup olmamaları açısından, yani onların şeriat nazarı dahilin­de olup olmamaları cihetinden bakmak oluyordu. Yoksa onların şer´î olmayan müsebbeblerin şer´î olmayan (âdî) sebebleri olma açısından ele alınmamışlardır. Eğer bu açıdan bakılacak...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

27 Eylül 2010, 01:00:53
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #3 : 27 Eylül 2010, 01:00:53 »

On Dördüncü Mesele


Meşru, sebeblerin üzerlerine zımnen bazı hükümler terettüp ettiği gibi, gayrı meşru sebebler üzerine de zımnen bazı hükümler terettüp eder. Mesela Öldürme üzerine kısas, katilin ya da âkilenin malı üzerine binen diyet, —eğer öldürülen kimse köle ise-— kıyme­tin tazmini ve keffâret gibi hükümler terettüp etmektedir. Keza tecâvüz (teaddî) üzerine tazminat ve ceza hükümleri terettüp et­mektedir. Hırsızlık üzerine tazminat ve el kesme hükmü terettüp eder. Bu ve benzeri teklîfî hükümler altına giren yasaklanmış se- [259] beblerin vaz´î hükümler kapsamında olmak üzere müsebbebleri bu­lunmaktadır.

Bu yasaklanmış sebebler, bazan başka bir cihetten bir masla­hata sebebiyet verebilirler[161] ve fakat onun sebebi olmazlar. Mesela öldürme olayı üzerine vârise mirasçı olma, vasiyetlerin yürürlüğe konulması, müdebber kölelerin azad olması, ümmü veled ve çocuk­ların hürriyetlerine kavuşması gibi maslahatlar ortaya çıkmakta­dır. Keza tecâvüz yoluyla itlaf (ziyan verme) üzerine, kıymetin tazminine tâbi olarak telef edilen şeye inâlikiyet kazanılması; gasb üzerine, gasbedilen şeyin gasbeden kişi elinde değişikliğe uğraması durumunda bilinen tafsilât üzerine ve tazmin neticesine binâen gasbedilen şeye mâlikiyet kazanılması vb. de böyledir.

Birinci kısımdan olanlara, akıllı olan kimse tevessüle kalkış­maz; çünkü kendi aleyhine mahza bir mefsedettir ve bir maslahat da içermemektedir. Tevessül edilebilecek türden olanlar ancak ikinci kısımdan olabilirler. Şayet kişi bunlara yönelik kasıdda bulu­nursa bu kasdı iki çeşit olabilir:

1.

Sebebten başkası değil, bizzat yasaklanmasının nedenini oluş­turan müsebbebin kasdedilmesi şekli. Mesela öldürme olayında Öc alma,[162]gasbedilen ve çalınan mallarda mutlak olarak faydalanma kasdı gibi. Böyle bir kasıd, tâbi durumda olan ve maslahat içeren hükümlerin terettübü konusunda mani değildir. Çünkü bunların [260] sebebleri eğer hâsıl olmuşlarsa müsebbebleri de hâsıl olmuştur. An­cak sedd-i zerîa kabilinden, bu gibi durumlarda da yasak olan se-beb üzerine doğan ve maslahat içeren tâbi hükümlerin terettübüne mâni olunduğu da olur. Mesela katilin, öldürürken Öc almaktan başka kasdı olmasa veya bazılarına göre hata yoluyla da öldürmüş olsa mirastan mahrum edilmesi gibi. Gasb hakkında şöyle demiş­lerdir: Gasbedilen şey, gasbeden kimse elinde değişikliğe uğrasa ve­ya onu ziyan etse; değişikliğin hükümlerinden olmak üzere, eğer değişiklik çoksa mal sahibi onun hakkında muhayyer değildir; dola­yısıyla gasbeden kişinin onun kıymetini tazmin hükmüne binâen —bazı âlimlere göre mekruh olarak, cliğer bazılarına göre de kerâ-hetsiz— onunla faydalanması caiz olmaktadır.[163]Bunun sebebi şudur: Burada esbaba tevessülde bulunan kim­senin kasdı, Şâri´in bu hükümlerin terettübü hakkındaki kasdına ters düşmemektedir. Çünkü bu hükümler kıymetin tazmini yahut gasbedilen şeyin değişikliğe uğraması ya da her ikisi üzerine teret­tüp etmektedir. Kişinin kasdınm, Şâri´in kasdına ters düşmüş ol­ması, sadece yasak olan sebebin ortaya konulması sırasında olmak­tadır. Mutlak bir garazın meydana gelmesi için bizzat sebebin ken­disinin kasdedilmiş olması; tazmin, veya kıymetten ya da her iki­sinden birden neşet eden müsebbebe yönelik kasıddan başkadır. Aralarında fark vardır. Şöyle ki: Gasbedilen şeyin değişikliğe uğra­ması durumunda, hemen akabinde tazmin sorumluluğu gelir ve do­layısıyla gasbdan dolayı meydana gelen bu değişiklik sebebiyle kıy­metin ödenmesi vâcib olur. Kıymet vâcib olup belirlenince de, gas­bedilen şey gasbeden açısından —malının boş yere gitmiş olmaması için— onun mülkü olur. Ona olan bu mülkiyeti, onun kıymetinin zimmeti üzerine vâcib olması dolayısıyladır; yoksa gasb sebebiyle değildir. Dolayısıyla her iki kasıd birbirinden ayrıdır. Katilin öc al-mak için öldürmesi kasdı, mirasın husulüne yönelik kasdmdan farklıdır. Gasbeden kimsenin faydalanma kasdı, kıymeti tazmin ve gasbedilen şeyi gasbedilen kimsenin mülkünden çıkarma kasdın-dan başkadır. Durum böyle olunca, katil ya da gasbeden kimsenin kasdetmemiş oldukları tabî hüküm aslî mecrasında câri olacaktır. Maksadının[164] zıddıyla mukabele, Şâri´in maksadına muhalefeti kasdettiği konudadır. Bu da cezalandırılması ve gasbedilen şeyin elinden alınması ya da kıymetin ödettirilme sidir. Bu açıktır. Ancak sedd-i zerîa kabilinden olmak üzere, kasdetmemiş olduğu bu tür tabî hükümlerin meni cihetine de gidilebilmektedir.

2.

İkincisi, sebebe tabî olan hususları kasdetmiş olması. Bunlar zımnen kendisine maslahat olarak dönecek olan şeylerdir. Mesela vârisin, mirasa konmak için murisini (miras bırakan) Öldürmesi; kendisine vasiyyet edilen kimsenin (mûsâ leh), vasiyyet edilen şe­yin kendisine ulaşması için vasiyyet eden kimseyi öldürmesi; gas­beden kimsenin gasbedilen şeyi değişikliğe uğratmak, böylece onun kıymetini tazmin etmek ve onu kendi mülküne sokmak suretiyle ona sahip olmayı kasdetmesi vb. gibi. Böyle bir esbaba tevessül bâtıldır. Çünkü Sâri´ Teâlâ, teklîfi hükümlerden olmak üzere bun­ları, işlenmesi halinde vaz´î hükümlerde bir maslahat elde edilsin için yasaklamarnıştır. Şu halde böyle bir esbaba tevessül meşru-de­ğildir. Ancak geriye bir şey kalıyor:

a) Acaba bu tür esbaba tevessülde kişinin maksadının bizzat gâri´in maksadına muhalif olması[165] nazar-ı itibara alına­rak, esbaba tevessülde bulunan kimsenin kasdetmiş oldu­ğu netice, sebeb üzerine terettüp eder mi İşte bu nokta­dan hareketle "maksadın zıddı ile muamele" kaidesi ortaya çıkmıştır. Bu farzedilen niyetin bulunması durumunda bu kaide ile hükmetmek gerekecektir. Katilin mirastan mah­rum kılınması hükmünü getiren hadisin[166]gereği de bu ol­maktadır. Keza zekattan kaçmak üzere farklı zekat malla­rının toplanılmasından, toplu olanların da dağıtılmasından men eden hadis ten[167] çıkarılan fıkhı neticenin gereği de budur. Ölüm hastalığında, mirastan mahrum bırakmak için bâin talakla boşanmış kadının mirasçı kılınması; iddet içe­risinde nikahta bulunan kimseye, o kadının ebedî olarak haram sayılması vb. gibi meseleler hep bununla ilgilidir.

b) Yoksa, Sâri´ Teâlâ´mn o şey üzerine terettüp eden masla­hat için bir sebeb kılmasına itibarla, kişinin bu kasdının bir etkisi olmaz mı Bu durumda hüküm birinci kısmın hükmüyle aynı olacaktır. Bu konu müctehidler için bir icti-had alanı olmaktadır ve genişçe üzerinde durulan bir ko­nudur. Bu ikisinden birisini kesin olarak söylemek imkanı yoktur.

Burada sebeb bahsinde sözlerimizi artık noktalamak istiyoruz. [168]


[1] Âmîdî gibi bazı müellifler vaz´î hükümleri beş ile sınırlandırmışlardır. Ke­mâl İbnu´l-Hümâm, Tahrîr adlı eserinde buna ilavelerde bulunmuştur. îbn Hâeib sıhhat ve butlanın aklî bir durum olduğunu, şer´îbir büküm olmadığı­nı söylemiş ve onların vaz´î hükümlerden sayılmasını kabul etmemiştir. Ba­zıları da vaz´î hüküm diye bir hüküm bulunmadığını, bunların teklîfî hü­kümlere dönük bulunduğunu; çünkü vaz´î hitabın neticede iktizâ ya da tahyîr mânâsına varacak olduğunu ...demişlerdir. Zira bunlara göre, zi­nanın haddin vücûbuiçin sebeb kılınmasının mânâsı, zinanın meydana gel­mesi halinde haddin vâcib olması demektir. Mebîiıı sıhhati için temizlik şar­tının koşu] m ası, bu şartın bulunması durumunda onunla faydalan manın ca­iz olması, bulunmaması durumunda da onun haramlığı demektir. İktizâ ve tahyîr sarih oldukları gibi böyle zımnî de olurlar. Doğrusunu söylemek gere­kirse, bunlar pratik bir neticesi olmayan ihtilafl ar mâhiyetinde bir görünüm arzetmektedir

[2] Burada, bu tür şeylerin üzerine bir şer´î hükmün meşru kılmm ası ya da vaz´ı gibi bir neticeden sarf-ı nazarla ele alınmaktadır. Bu itibarla ele alındığında buradaki bahsimiz içerisine girmemektedir. Çünkü bizim buradaki bahsi­miz, kendileri sebebiyle bir hükmün meşru kılınması ya da vaz edilmesi açı­sından fiiller olmaktadır. Mesela, alış veriş akitleri faydalanmanın helalliği için konulmuşlardır; yoksa bizzat faydalanmak için değil. Keza nikâh da, bizzat neslin çoğalması için konulmuş şer´î bir sebeb ya da şart değildir.

[3] Fiillerin birinci açıdan ele alınmasında, sebeb, şart... olmaları dikkate alın­mamıştı. Burada ise, onların şart ... olmalarına itibarladır

[4] Şatibi, El-Muvafakat İslami İlimler Metodolojisi, İz Yayıncılık. 1/183-185

[5] Konuya şu şekilde özetlemek mümkündür: Sebeblere taalluk eden teklifi hükümler, onların müsebbeblerine de lâzımî olarak taalluk etmezler. Şöyle ki, bazı müsebbebler zaten kulun kudreti haricinde olan şeylerdir. Mesela ruhun alınması, bizzat yakma işi, rızkın yaratılması gibi. Bunlara, sebebleri-ne taalluk eden hükmün taalluk etmesi bir yana, herhangi bir şer´î hükmün taalluku bile söz konusu değildir. Bazen de müsebbeb mükellefin kudreti da­hilinde olur; fakat o sebebinin hükmünden daha farklı bir hüküm alabilir. Mesela domuzu boğazlamak haram değildir; ama bunun müsebbebİ olarak onun yenilmesi haram olmaktadır-Bir hayvan satın almak mubahtır: fakat o hayvanın bakımı vâcib olmaktadır. Bazen de müsebbeb mükellefin gücü dâhilinde olduğu gibi, sebebinin hükmünü aldığı da olmaktadır. Ribevî akitler gibi- Bu haram olduğu gibi bunun müsebbebi olarak o akitler­den faydalanma yoluna gitmek de haramdır. Şer´î usûie uygun olarak boğaz­lama mubahtır; müsebbebi olmak üzere boğazlanan hayvanın yenilmesi de mubahtır- Kısaca söylemek gerekirse, bu örnekler de gösteriyor ki, sebeb iie müsebbeb arasında hüküm bakımından birtelâzum (zorunlu olarak birbiri­ni gerektirme durumu) bulunmamaktadır. Müsebbeb sebebinin hükmünü alabilir de, almayabilir de.

[6] Bey´ (satış) akdi, mebî ile faydalanmanın helalliği konusunda sebeb olmak­tadır. Bey´ akdi emri, faydalanmanın helalliği hususunda bir sebeb değildir. Çünkü bey´ akdinin müsebbebi olan helallik, Allah´ın bir hükmü olmaktan Öte başka bir şey değildir. Dolayısıyla sebebe taalluk eden şer´î hükmün, ona taalluk ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes