> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Usulü Fıkıh Eserleri > El- Muvafakat - Şatibi > Sünnet
Sayfa: [1] 2   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Sünnet  (Okunma Sayısı 3764 defa)
29 Eylül 2010, 01:27:17
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 29 Eylül 2010, 01:27:17 »



Sünnet

İKİNCİ DELİL: SÜNNET

Konu on mesele altında incelenecektir:

BİRİNCİ MESELE:

Sünnetin mânâsı: Sünnet kelimesi bir ıstılah olarak çeşitli an­lamlarda kullanılır:

Sünnetin birinci mânâsı: Sadece Hz. Peygaraber´den nakle-dilegelen, bizzat Kur´ân tarafından ele alınmayan, aksine Hz. Pey­gamber tarafından beyan edilen şeylerdir. Bunların Kur´-ân´m genel olarak getirdiği esasların beyanı mahiyetinde olup ol­maması arasında fark yoktur.[1]

Sünnetin ikinci mânâsı: "Bid´at" m karşıtı anlamındadır. Meselâ bir kimse Hz. Peygamber´in davranışına uygun ha­rekette bulunduğu zaman "Falan kişi sünnet üzeredir" denilir. Bu­rada söz konusu davranış şeklinin Kur´ân´da açıklanmış olup olmaması[2] arasında fark yoktur. Aksi şekilde harekette bulunduğu za­man ise "Falan kişi bid´at üzeredir." denilir. Öyle gözüküyor ki, sünnetin bu kullanılış şeklinde dikkate alınan husus sadece şeriat sahibinin yani Hz. Peygamber´in ameli[3] olmakta ve "sün­net" tabiri işte bu açıdan kullanılmakta; yapılan fiilin Kitab´m bir gereği olup olmadığı noktasına bakılmamaktadır.

Üçüncü anlamı: Sünnet sözcüğü, sahabenin işleyegeldikleri şeyler anlamında da kullanılmaktadır. Sünnet diye isimlendirilen bu şeylerin Kitap´ta veya sünnette olup olmamasına[4]da bakılma­maktadır. Çünkü bu halleriyle onlar:

a) Ya kendilerince sabit olan fakat bize kadar ulaşmayan bir sünnete tâbi olmuşlardır.

b) Ya da üzerinde tümünün veya halifelerinin icmâ ettiği bir içtihada[5]dayanmışlardır.

Onların bir konuda görüş birliği etmeleri, (serî delillerden biri olan) icmâ olmaktadır. Halifelerinin icmâı ise, aslında tüm sahabe­nin icmâı anlamına gelir.[6] Çünkü maslahat gereği tüm insanları oşey ile amel etmeye sevketmeleri ve bu arada sahabenin böyle bir davranışa karşı herhangi bir tepki göstermemesi, onların da o hük­me katıldıklarını gösterir.[7]

Bu durumda mürsel maslahatlar[8] ve istihsân(a dayah uygula­malar) sünnetin bu sonuncu kullanılış şekli altına girer. Nitekim sahabe devrinde gerçekleştirilen içki cezasının seksen sopaya çıkarılması[9], zenâatkârların tazminle sorumlu tutulması[10], Kur´ân´-ın bir mushaf halinde toplanılması[11], bütün insanların Kur´ân´ı ye-di çeşit okuma şekli içerisinden (ahruf-ı seb´a) tek bir şekil üzere okumalarının sağlanması,[12] divanların kurulması[13] ve benzeri[14] uy­gulamalar bu kabildendir. Sünnetin sahabe uygulaması anlamında kullanılışının doğruluğuna şu hadis de delâlet eder: "Sünnetime ve hidayete erdirilmiş râşid halifelerin sünnetine yapışın"[15]

Buraya kadar anlatılanları topladığımızda, sünnet sözcüğünün kullanılışının şu dört yönü içerdiği ortaya çıkmaktadır:

1) Hz. Peygamberin sözleri,

2) Fiilleri,

3) Tasvipleri (ikrar, onay).[16] Hz. Peygamber´den sâdır olan bütün bu söz, fiil ve tasvipler ya vahye dayalıdır, ya da Hz. Peygamber hakkında içtihadın sahihliği görüşüne göre içtihada dayalıdır.

4) Sahabe ve halifelerden nakledilen uygulamalar. Bu türden olanlar da, her ne kadar söz, fiil ve tasvip (ikrar) gibi üçe aynlabilirse de, tek bir tür olarak kabul edilmektedir. Zi­ra sahabeden nakledilen şeyler, aynen Hz. Peygamber´den nakledilenler gibi detaylı bir şekilde ele alınma­maktadır.[17]

İKİNCİ MESELE:

Sünnetin Yeri: Sünnet, dikkate alınma bakımından Kitap´tan sonra gelir.[18] Buna şu hususlar delalet eder:

(1)

Kitap kat´î, sünnet ise zannîdir. Sünnette kat´îlik ancak, kıs­men söz konusu olabilir; tafsilâtta kat´îlikten söz edilemez. Kitap ise hem genel hem de tafsil üzere kafidir. Kat´î olan, zannî üzerine takdim olunacağından, Kitab´ın sünnet üzerine takdimi lâzım gelir.

(2)

Sünnet, ya Kitab´ı beyan etmektedir ya da ona ilave bir hüküm getirmektedir. Eğer Kitab´ın içeriğini beyan mahiyetinde ise, o za­man sünnet, dikkate alınma bakımından beyan edilene nisbetle ikinci derecede bir yere sahip olacaktır. Şöyle ki, beyan edilecek olan şeyin düşmesi durumunda, beyanın da düşmesi lâzım gelir; bunun aksine beyanın düşmesi halinde ise beyan edilecek olan şey düşmez. Durumu böyle olan birşeyin (yani Kitab´ın) tâbi durumda olana takdimi gerekir. Eğer sünnet, beyan edici mahiyette değil de Kitab´a ilave birşey getiriyorsa, o zaman ona itibar Kitab´a bakıl­dıktan ve aranılanın onda bulunamamasından sonra olacaktır. Bu da Kitab´ın mertebece sünnetten önde geldiğinin delilidir.

(3)

Bu.konuda gelen naklî deliller vardır. Muâz hadisi bunlardan­dır: Bu hadise göre, Hz. Peygamber ile, Yemen´e vali gön­derdiği Muâz (r.a.) arasında şöyle bir konuşma cereyan eder:

Ne ile hükmedeceksin

ALLAH´ın kitabıyla.

Ya onda bulamazsan

Rasûhıllah´m sünnetiyle.

Onda da bulamazsan

Reyimle ictihad ederim..[19]

Hz. Ömer, kadı Şureyh´e yazdığı mektubunda ise şöyle demiştir: "Sana bir durum geldiği zaman, ALLAH´ın kitabına göre hükmet. Eğer ALLAH´ın kitabında hükmü olmayan bir durum karşına çıkarsa, Rasûlullah´m verdiği hükümle hükmet..." Başka bir riva­yette ise şöyle demiştir: "Eğer ALLAH´ın kitabında bir şey bulursan onunla hükmet ve başka hiçbir şeye iltifat etme." Hz. Ömer, bu sö­zün mânâsını bir başka rivayette şöyle açıklamıştır: "ALLAH´ın kita­bında gördüğün şeyi bak al ve o konuda başka hiçbir kimseye bir-şey sorma. ALLAH´ın kitabında bulamadığın şey hakkında ise, Rasû­lullah´m sünnetine tâbi ol!" Buna benzer bir söz İbn Me-sûd´dan da nakledilmiştir. O şöyle demiştir: "Sizden birinize bir da­va arzedildiği zaman, ALLAH´ın kitabı üzere hükmetsin. Eğer ALLAH´­ın kitabında hükmü bulunmayan bir mesele ile karşı karşıya ge­lirse, o zaman da Rasûlullah´m sünneti üzere hükmetsin."İbn Abbâs ise, kendisine birşey sorulduğu zaman, eğer o meselenin hükmü ALLAH´ın kitabında varsa, onunla hükmederdi. Eğer ALLAH´ın kitabında hükmü yoksa ve o konuda Rasûlullah´tan bir hüküm varsa onunla hükmederdi. Selef ve ulemâ sözlerinde, sün­netin Kur´ân´dan sonra geldiğini gösteren benzeri sözler pek çoktur.

Hanefî usûlcülerin taksiminde yer alan farz ve vacip ayırımı da, Kitâb´m sünnet üzerine takdimi, Kitab´a itibarın sünnetten da­ha güçlü olduğu esasından kaynaklanır. Bu ayırımın mânâsı konu­sunda diğerlerinin de farklı düşünmediğini söyleyebiliriz. Bu du­rumda herkes tarafından kesin olarak kabul edilen sonuç şudur: Sünnet, değerlendirme bakımından Kitap mertebesinde değildir.

İtiraz: Bu sonuç, tahkikçi âlimlerin görüşlerine aykırıdır. Şöy­le ki:

(1)

Alimlere göre sünnet, Kitap üzerinde hâkim konumda iken, Ki­tap sünnet üzerinde hâkim değildir.[20] Çünkü Kitab´ın iki ya da da­ha fazla durumlara ihtimali olabilir, sonra sünnet gelerek bu ihti­mallerden maksûd olanı belirler. Bu durumda sünnete dönülmüş ve Kitab´ın gereği terkedilmiş olur. Keza bazen Kitab´ın zahiri emir olur, sonra sünnet gelir ve onu zahir mânâsından çıkarır. Bu ise sünnetin takdim edildiğinin bir delilidir. Bu konuda şunu belirtmek dahi yeterlidir: Sünnet Kitab´ın mutlakmı takyit, umûmunu tahsîs eder ve onu zahiri dışında başka mânâlara yorar. Nitekim bu konular usûl kitaplarında zikredilmiştir. Meselâ Kur´ân, her hırsı­zın elinin kesilmesi hükmünü getirmiştir. Sünnet ise, koruma (hırz) altında bulunan ve nisap miktarına ulaşan malı çalan kimse­nin elinin kesileceğini belirtmek suretiyle Kur´ân´ın getirdiği hük­mü tahsis etmiştir. Yine Kur´ân, zahir olan her maldan zekât alın­ması hükmünü getirirken, sünnet bunu belirli mallara tahsis et­miştir. ALLAH Teâlâ, kendileriyle evlenmeleri haram olan kadınları saydıktan sonra: "Bunların dışında kalanlar size helâl kılındı"[21]buyurur. Sünnet ise, bu genellemeden bir kadının halası ve teyzesi ile bir arada nikâh edilmesi hükmünü dışarı çıkarır. Bütün bunlar Kur´ân´ın zahirinin bırakıldığını ve sünnete itibar edildiğini göste­ren örneklerdir. Bu tür örnekler sayılamayacak kadar çoktur.

(2)

Bir diğer nokta şudur: Kitap ve sünnetin tearuz etmesi (çeliş­mesi) durumunda usûlcüler, Kitab´ın mı yoksa sünnetin mi takdim edileceği, ya da gerçekten tearuzun söz konusu olup olmayacağı ko­nusunda ihtilaf etmişlerdir.[22]

Bazıları Muâz hadisi üzerinde eleştiride bulunmuşlar ve aslın­da onun delil olamayacağını söylemişlerdir. Çünkü gerçekte Ki-tap´ta olanın tümü, sünnetin tümü üzerine takdim olunmaz.[23] Zira (sübût bakımından kat´î olan) mütevâtir sünnet, delâlet bakımın­dan Kur´ân nasslarından geri değildir.[24] Kitab´ın zahiri karşısında vâhid haberlerin durumu ise ictihad mahalli olup tartışmaya açık­tır. Bu yüzden de söz konusu olan görüş ayrılıkları[25] meydana gel­miştir. Bunlara göre Muâz hadisinde sözü edilen takdim, daha ko-lay ve kendisine ulaşılması daha yakın olan (Kitap) ile işe başlama­ya yorulur. Durum böyle olunca da, mutlak surette Kitab´ın sünne­te takdim edileceğini söylemenin bir anlamı kalmaz; aksine hangisinin takdim edilip esas alınacağını delil belirler.[26]

Cevap: Sünnetin, Kitap üzerinde hâkim konumda olmasından maksat, onun öne alınması ve Kitab´ın atılması mânâsına değildir. Aksine bu söz, sünnette ifade edilenin, bizzat Kitap´ta murad olu­nan mânâ olduğu anlamına gelir. Bu durumda sanki sünnet, Ki­tab´ın getirmiş olduğu hükümlerin şerh ve tefsiri mertebesinde oiuf. Nitekim: "İnsanlara indirileni açıklayasın diye[27] âyeti de bunun böyle olduğunu gösterir. Meselâ: "Erkek ve kadın hırsızın el­lerini kesin"[28]âyetini sünnet açıklayarak, elin bilekten kesileceği­ni, çalman malın koruma altında ve en az nisap[29] miktarı kadar olacağını belirtmişse, bu haddizatında...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 29 Eylül 2010, 01:28:56 Gönderen: Ayten »
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Sünnet
« Posted on: 27 Nisan 2024, 04:57:18 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Sünnet rüya tabiri,Sünnet mekke canlı, Sünnet kabe canlı yayın, Sünnet Üç boyutlu kuran oku Sünnet kuran ı kerim, Sünnet peygamber kıssaları,Sünnet ilitam ders soruları, Sünnetönlisans arapça,
Logged
29 Eylül 2010, 01:30:40
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 29 Eylül 2010, 01:30:40 »

1.

Allah Teâlâ, ribâyı[162] ve hakkında, "Elbette alış veriş de ribâ gibidir"[163] dedikleri cahiliye ribasını haram kılmıştır. Cahiliye ri-basmdan maksat, alacaklının borçluya: "Ya borcunu ödersin ya da arttırırsın" demesi ve onun da kabul etmesi suretiyle borcun yeni bir borç karşılığında feshedilmesidir. "Eğer tevbe ederseniz anapa­ranız sizindir. Böylece ne haksızlık etmiş, ne de haksızlığı uğratıl­mış olursunuz"[164] âyeti de buna delâlet etmektedir. Rasûlullah Söyle buyurmuştur: "Cahiliye ribâsı kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk ribâ da Abdulmuttalip oğlu Abbâs´ın ribâsıdır; onun hep­si kaldırılmıştır."[165]Durum böyledir ve bu nasslarda söz konusu olan yasak, karşılıksız olan bir fazlalık yüzündendir. Sünnet işte bu noktayı göz önünde tutarak, karşılıksız fazlalığın her türlüsünü ya­sağın kapsamına sokmuştur. Bu meyanda olmak üzere Rasûlullah Şöyle buyurmuştur: "Altın altın ile, gümüş gümüş ile, buğ­day buğday ile, arpa arpa ile, hurma hurma İle, tuz tuz ile (mübadele edildiğinde) misli misline, dengi dengine ve elden ele olacaktır. Kim artırır veya fazla alırsa şüphesiz o ribâ almış I ver­miş olur. Bu sınıflar muhtelif olduğu zaman, elden ele olmak kaydı ile istediğiniz gibi alıp satın!" Hadisin son cümlesinde sınıfların muhtelif olması halinde söz konusu olan nesî´e ribası[166] da yasak kapsamına eklenmiştir. Çünkü bedellerden birinin ertelenmesi, (genelde) karşılıksız bir fazlalık anlamı taşır. Menfaat celbeden her türlü selef yani borç ilişkileri de yine bu mânâ içine girmektedir. Şöyle ki: Nesîede yani bedellerden birinin veresiye olması halinde cinsin kendi cinsi karşılığında satılması, birşeyin kendisini yine kendine bedel tutma kabilindendir. Çünkü her ikisinden elde edile­cek fayda birbirine yakındır. Bu durumda bedellerden birinin fazla olması, karşılıksız bir ziyadelik anlamına gelir.[167] Bu ise yasaktır.iki bedelden birinin veresiye olması, âdeten ancak kıymette bir zi-yadeliğin olması halinde olur. Zira elde peşin olan birşeyin, kendi cinsinden veresiye bir şey ile mübadelesi, ancak elde peşin olandan veresiye olanın daha kıymetli ve üstün olması halinde söz konusu olur. Dolayısıyla bu, akdin yasaklanmasını gerektiren bir fazlalık­tır. Geriye şu soru kalıyor: Peki, nakdeyn yani altın ve gümüş ile gıda maddeleri dışında kalan diğer malların bu tür satışı niçin caiz­dir de bunlarmki caiz değildir ! İşte bu nokta, müctehidlerce ayırı­mı zor ve kapalı olan bir konudur ve bu şimdiye kadar mânâsı[168] henüz açıklık kazanamamış en kapalı meselelerden biri olma özelli­ğini hâlâ korumaktadır. Bu yüzden sünnet konuya müdahale ede­rek müctehidlerce bulunup ortaya çıkarılması ve diğerlerinden ay­rılması imkânsız olan bu meseleye açıklık getirmiştir.[169] Eğer bu konu da, diğer konular gibi açık olsaydı, diğerleri gibi bu da mücte-hidlerin görüş ve değerlendirmelerine havale edilirdi.İşte böyle bir konu, kıyastaki asıl ile fer´ mecrasında câri[170] olmaktadır. Düşün!

2.

Allah Teâlâ, nikâhta ana ile kızın[171] ve iki kızkardeşin bir ara­da tutulmasını haram kılmış ve: "Bunların dışında kalanlar size helâl kılındı"[172] buyurmuştur. Rasûlullah da, kıyas kabi­linden olmak üzere bir kadın ile teyzesinin ya da halasının aynı nikâh altında bir arada (cem) tutulmasının haram olacağı hükmünü getirmiştir. Zira Allah Teâlâ´nın, sözü edilen kadınların aynı nikâh altında cem edilmesini haram kılmasını gerektiren illet bura-da da mevcuttur. Bu hükmü getiren hadiste Rasulullah"Çünkü eğer siz bunu yaparsanız, akrabalık ilişkilerini koparmış olursunuz"[173] buyurmuştur. Bilindiği gibi hükmün ta´lîli, kıyasın yönüne işaret eder.

Allah Teâlâ, temiz suyu belirlerken, onun gökten indirip yeryü­züne yerleştirdiği su olduğunu ifade buyurur. Böyle bir niteleme, deniz suyu hakkında gelmemiştir. İşte bu konuda sünnet gelerek, onun da diğer sular gibi olduğunu belirtmiş ve: "Denizin suyu te­miz, ölüsü helâldir"[174] buyurarak onun hükmünü diğer suların hükmüne katmıştır.v

4.

Can diyetini Allah Teâlâ Kur´ân´da zikretmiştir. Organların di­yetinden ise söz etmemiştir. Bu konuda aklen kıyas yürütülmesi zordur. İşte bu yüzden hadis devreye girerek konuyu aydınlatacak şekilde organ diyetlerini açıklamıştır. Bu durumda hadis, bir nevi durumu müşkil olan kıyas mahiyetindedir. Dolayısıyla mutlaka ona başvurmak ve onun parelelinde yürümek gerekecektir.

5.

Allah Teâlâ, miktarları belli olan miras paylarını açıklamıştır. Bunlar: Yarım, dörtte bir, sekizde bir, üçte bir, altıda bir olarak be­lirlenen paylardır. Asabenin mirasını ise sadece işaret yoluyla zik­retmiştir. Bu meyanda ana babadan bahsederken: "Çocuğu yoksa, anası babası ona varis olur; anasına üçte bir düşer"[175] çocuklardan bahsederken: "Erkeğe iki dişinin hissesi vardır"[176] buyurur. Kelâle âyetinde de: "(Ölen) kızkardeşin çocuğu yoksa, (erkek kar­deş) ona tamamen vâris olur... Eğer mirasçılar erkek ve kadın kar-deşlerse, erkeğe iki dişinin hissesi kadar vardır"[177] buyurur. Bu âyetler, belirlenmiş miras payları alındıktan sonra geri kalan kıs­mın asabeye ait olacağını gerektirir. Geriye mesele olarak burada ismi geçmeyen dede, amca, amca oğlu vb. gibi erkek akrabaların durumu kalmaktadır. İşte bu konuda Rasûlullah devreye girerek: "Belirlenmiş payları sahiplerine verin! Geriye kalan kısım ise, en yakın erkeğe aittir"; bir başka rivayette: "En yakın erkek asabeye aittir"[178] buyurarak onların durumunu da Kur´ân´da zikri geçen erkeklerin hükmüne katmıştır. Böylece Rasûlullah , bizzat Kur´ân´da belirtilmiş olan asla, ihtiyaç duyulan (ve muhte­melen ictihâd ile de ulaşılamayacak olan) diğer erkek akrabaların durumunu da katmıştır.

6.

Allah Teâlâ, süt haramlığı ile ilgili olarak: "Sizi emziren anne­leriniz ve süt kızkardeşleriniz size haram kılındı"[179] buyurmuştur. Rasûlullah ise, nesep dikkate alındığı zaman kimler ha­ram oluyorsa, süt yoluyla onların da haram olacağını belirtmiş ve böylece hala, teyze, erkek kardeş kızı, kız kardeş kızı vb. kimselerin hükmünü, Kur´ân´da geçen iki grubun hükmüne katmıştır. Bu kat­ma yolu, kıyas ile katma yolu olmaktadır. Zira burada söz konusu olan, (asıl ile fer´) arasında fark olmadığı belirtilerek yapılan kıyas kabilinden olmaktadır ve buna bizzat sünnet de değinmiştir.[180]Zira bu konu Rasûlullah´ın dışında kalan müctehidler için te­reddüde mahal olacak ve "Acaba bu konu taabbudî midir Yoksa içtihadı midir " tartışması hep açık kalacak ve bir çözüme ulaşıla­mayacaktı. İşte Rasûlullah bunu öngörmüş ve konu ile il­gili olarak: "Şüphesiz ki Allah Teâlâ, nesepten dolayı haram kıldı­ğını sütten dolayı da haram kılmıştır"[181] buyurmuştur. Bu mânâda daha başka hadisleri de vardır. Sonra haramlık hükmünde kadınlara erkekleri de katmıştır. Çünkü haramlığı doğuran süt, ka­dında kocasının ilişkisi sonucunda oluşmaktadır. Süt sebebiyle ka­dın anne olduğuna göre, sütün sahibi olan erkeğin de hiç şüphesiz baba olması gerekecektir.

7.

Allah Teâlâ, Mekke´yi Hz. İbrahim´in"Rabbim!Bu­rayı güvenli bir belde kıl!"[182] şeklindeki duası sebebiyle kutsal (ha­ram) kılmış ve: "Bizim Mekke´yi güvenli ve kutsal bir belde kıldığı­mızı görmediler mi "[183] buyurmuştur. Böylece Allah Teâlâ, Mek­ke´yi kutsal belde kılmıştır. Rasûlullah da, aynen Hz. İb­rahim´in Mekke için yaptığı duasını bir misli fazlasıyla beraber[184] Medine için yapmıştır. Allah Teâlâ da onun bu duasını kabul ederek Medine´nin iki taşlığı arasındaki alanı kutsal belde (harem) kılmıştır. (Rasûhıllah şöyle buyurmuştur: "Ben Medine´nin iki taşlığı arasını ağacı kesilmemek, avı öldürülmemek ´ üzere kutsal belde ilân ediyorum.[185] Bir başka rivayette de: "Eğer Medinelilere biri bir kötülük etmek isterse Allah onu cehennemde kurşun eritir gibi yahut suda tuz eritir gibi eritir[186] buyurmuştur, Başka bir rivayette de şöyle buyurur: "Medine kutsaldır; dolayısıy­la orada kim bir bidat çıkarır veya bir bidatçiyi barındırırsa, Al­lah´ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerinedir. Kıya­met gününde onun ne farzı ne de nafilesi (veya onun ne tevbesi ne de fidyesi) kabul edilmez."[187]Aynı ibare Hz. Ali´nin sahifesinde de yer almaktadır.[188] Burada görülen şey, Medine´nin kutsallık bakı­mından Mekke´ye katılmasıdır. Âyette Mekke hakkında şöyle buyu-rulur: "Doğrusu inkâr edenleri, Allah´ın yolundan, yerli ve yolcu bütün insanlar için eşit kılınan Mescid-i Haram´dan alıkoyanları ve orada zulüm ile yanlış yola saptırmak (ilhâd) isteyeni, can yakıcı bir azaba uğratırız."[189] Bu âyette geçen "ilhâd" kelimesi, haktan zulme doğru meylin her türlüsünü ve bütün türleriyle yasak olan şeylerin işlenmesini içine alır. Nitekim sünnet âyeti bu şekilde tef­sir etmiştir. Bu mânâda Medine de onun hükmüne katılmış olmak­tadır.

8.

Allah Teâlâ, "Erkeklerinizden iki şahit tutun; eğer iki erkek bu­lunmazsa, şahitlerden razı olacağınız bir erkek, biri unuttuğun­da diğeri ona hatırlatacak iki kadın olabilir"[190] buyurmakta ve mâlî konularda bir erkeğin yanında iki kadının şahitliğini kabul et­mektedir. Bundan kadınların şahitliklerinin zayıflığı ortaya çık­maktadır. "Akıl ve dini noksan olanlardan hiç birinin akıllı bir kimseye sizin kadar galebe çaldığını görmedim"[191]sözünde de bu noktaya işarette bulunmuştur. Akıl noksanlığını, iki kadının şahitliginin bir erkeğin şahitliğine denk sayılması şeklinde izah etmiş­tir. Bu husus Kur´ân´la sabit olmuş ve "biri unuttuğunda diğeri o-na hatırlatacak" buyurulmdda da orların şahitlik konusunda erke­ğin derecesinden daha aşağı bir mertebede olduğu ortaya çıkmıştır. İşte bu noktadan hareketle Rasûlullah bir şahitle birlikte yemini de âyette zikre dil enla*in hükmüne katmış ve bu yolla hükim-de bulunmuştur.[192] Çünkü insanların haklarının yenmesinde ve ye­rine getirilmesinde yeminin de bir yeri vardır ve Allah Teâ-lâ bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Allah´ın ahdini ve yeminlerinizi az bir değere değişenlerin, işte onların, âhirette bir payları yokt...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

29 Eylül 2010, 01:31:53
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #2 : 29 Eylül 2010, 01:31:53 »

Sonra selefi sâlihin onları övgü ile anan ve onlara tâbi olmanın gereğini işleyen sözleri vardır ki, onlardan bir kısmını burada zik­redeceğiz:

Saîd b. Cübeyr şöyle demiştir: "Ehl-i Bedir´in[364] bilmediği bir şey, din değildir."

el-Hasan (el-Basrî), Hz. Muhammed´in ashabını an­mış ve şöyle demiştir: "Onlar, bu ümmetin kalbler bakımından en iyileri, ilim bakımından en derinleri, tekellüf bakımından en azları idiler. Onlar, Allah Teâlâ´nın, Rasûlünün sohbeti için seçmiş oldu­ğu seçkin kimselerdir. Dolayısıyla onların ahlakıyla ahlâklanmaya ve gidişatına uymaya çalışın. Çünkü onlar Kâ´be´nin Rabbine ye­min ederim ki dosdoğru yol üzere idiler."

İbrahim ise: "Sahabeden gizli kalan hiçbir şey, sizde bulunan bir meziyet sebebiyle sizin elde etmeniz için saklanmış değildir" de­miştir.

Huzeyfe´den şöyle dediği rivayet olunur: "Ey kurrâ[365] toplulu­ğu, Allah´tan sakının ve sizden öncekilerin yolluna girin. Ömrüme yemin ederim ki, eğer siz onların yoluna uyarsanız, çok iyi yol alır­sınız. Eğer sağa ya da sola yalpa yaparak onların yolunu terkeder-seniz, apaçık bir sapıklığa düşersiniz."

İbn Mesûd´dan ise şöyle dediği nakledilmiştir: "Sizden biri eğer uyacaksa, Hz. Muhammed´in ashabına uysun. Çünkü on­lar, bu ümmetin kalbler bakımından en iyileri, ilim bakımından en derinleri, tekellüf bakımından en azları, hidayet bakımından en doğruları, hal bakımından en güzelleri idiler. Onlar, Allah Teâlâ´-nm, Rasûlünün sohbeti ve dinini İkamesi için seçmiş olduğu seçkin kimseler idiler. Dolayısıyla onların faziletlerini takdir ediniz ve iz­lerinden gidiniz. Çünkü onlar dosdoğru bir hidayet üzere idiler."

Hz. Ali ise: "Sakın insanlara uymayın!" demiş sonra da: "Eğer mutlaka birilerine uyacaksanız, dirilere değil, ölülere uyun" diye sözünü tamamlamıştır. Bu, halka değil de âlimlere yönelik olan bir yasaktır.

Ömer b. Abdulaziz´in sözü de bu kabildendir:

"Rasûlullah ve arkasından emir sahipleri (halifeler) sünnetler ortaya koymuşlardır. Onları almak Allah´ın kitabını tas­dik etmek, Allah´a olan taati tamamlamak, Allah´ın dinine destek vermek demektir. Kim onlarla amel ederse, o hidayet üzeredir. Kim onunla yardım isterse, yardım görür. Kim de onlara muhalefet ederse mü´minlerin yolu dışına çıkmış, başka bir yola uymuş olur. Allah da o kimseyi döndüğü yöne çevirir ve cehenneme yaslar. Ora­sı ne kötü bir dönüş yeridir." Bir başka rivayette ise "... Allah´ın di­nine destek vermek demektir" ifadesinden sonra: "Hiçbir kimsenin onları değiştirmek ya da yerine başkasını koymak veya onlara mu­halif bir görüş üzerinde durmak yetkisi yoktur...." ifadesi vardır. Onun bu sözü, İmam Mâlik´in çok hoşuna giderdi (ve sık sık onu ve diğer imamların sözlerini tekrar ederdi).

Huzeyfe´den de şöyle dediği nakledilmiştir: "Bizim izimize uyun; eğer (yolumuza) isabet ederseniz gerçekten çok iyi yol almış olursunuz. Eğer hata eder (ve bizim yolumuzdan saparsanız) şüp­hesiz apaçık bir sapıklığa düşmüş olursunuz."

İbn Mesûd da benzeri bir ifade ile şöyle demiştir: "Bizim izimi­ze uyun ve bid´at çıkarmayın. Eğer böyle yaparsanız doğru yolu bul­ma külfetinden kurtulmuş olursunuz."

Rivayete göre yine o, mescidde kıssa anlatan birine uğradı. Adam: "On kere teşbih getirin, on kere tehlilde[366]bulunun..." diyor­du. Abdullah ona: "Şüphesiz siz Muhammed´in ashabın­dan ya daha çok hidayet üzeresiniz ya da daha sapıksınız. Bilâkis sonuncusu, evet sonuncusu!" dedi ve onların bid´at üzere oldukları­nı söyledi.

Bu konu ile ilgili haberler pek çoktur ve burada nakledilmesi konuyu uzatır. Bu konuda müstakil bir delil olmak üzere aşağıya alacağımız şeyler yeterlidir:

(4)

Ashabı sevmenin, onlara buğzedenleri yermenin vacip olduğu­nu, onları sevenlerin Allah´ın peygamberini sevmiş olacak­larını; onlara buğzedenlerin de Allah´ın peygamberine buğ-zetmiş olacaklarını gösteren hadisler vardır.[367] Tabiî ki sahabe için söz konusu olan bu meziyet, sadece onların Rasûlullah´ıgörmüş, onunla beraber olmuş, onunla konuşmuş olmaları yüzün­den değildir. Çünkü bunlarda[368] mücerred bir meziyet yoktur. Onların sahip oldukları bu meziyet, sadece aşırı derecede Rasûlullah´a olan bağlılıkları ve kendilerini onun sünneti üzere yaşamaya adamış olmaları, bunun yanında ona tam destek verme- ´ leri ve onu İslâm düşmanlarına karşı himaye etmeleri[369] sebebiyle­dir. Rasûlullah´a karşı bu tavrı gösteren her kimsenin ör­nek alınması ve gidişatının yol edinilmesi yerindedir ve bu haliyle o bunu hak edecektir. İmam Mâlik ashaba ve onların gidişatı üzere olan kimselere tâbi olma konusunda aşırı bir özen gösterdiği ve on­ların yollarım kendisine yol edindiği içindir ki, Allah Teâlâ onu bu konuda diğerleri için uyulacak bir rehber yapmıştır. Bunun sonu­cunda İmam Mâlik´in çağdaşları, onun izini takip etmişler ve onun davranışlarına uymuşlardır. Tabiî ki onun ulaştığı bu mevki, Allah (c.c.) ve Rasûlünün haklarında övgüde bulunmuş olduğu ve kendilerini uyulacak birer örnek ilân ettiği aziz sahabe nesline ve onlara en güzel biçimde uyan tabiîne olan saygı ve bağlılığının bir bereketi sonucu olmuştur. Allah Teâlâ onların hepsinden razı olsun! Onlar da zaten O´ndan hoşnut idiler. Hiç kuşkusuz onlar Al­lah´ın seçkin kullarıdır (hizbullah) ve biliniz ki, Allah´ın seçkin kul­ları elbette kurtuluşa ermiş kimselerdir. [370]

ONUNCU MESELE:


Rasûlullah´m haber vermiş olduğu her haber, aynen haber verdiği gibidir; o hakdır, doğrudur, haber verdiği şey ve kendişinden haberde bulunduğu (melek) hakkında ona tam itimat var­dır.[371] O haberin üzerine yükümlülükle ilgili bir hüküm bina edilip edilmemesi arasında bir fark yoktur.[372] Nitekim bir hüküm teşrî kılması ya da emir veya nehiyde bulunması arasında da fark yoktur. O şey aynen Rasûlullah´m haber verdiği gibidir. Bu konuda vahiy meleğinin kendisine Allah´tan haber vermiş olduğu şeyler ile,, kalbine üflediği[373]veya içine attığı (nefsine ilkâ[374] eyle­diği) şeyler arasında fark yoktur. Keza keşif veya mucizevî şe­kilde gayba muttali olma yoluyla görmesi veyahut da her nasıl olur­sa olsun diğer yollarla vâkıf olması arasında hiçbir fark yoktur. Bütün bunlar muteberdir ve hakkımızda delil olur, üzerine hem itikat hem de amel konusunda hüküm bina edilir. Çünkü Rasûlul-lah masumdur; ismet sıfatı vardır ve o hiçbir zaman hevâ ve heveslerine uyarak bir şey söylemez. (Ne söylerse vahiy söyler.)

Bu konu, Kelâm ilminde açıklanmaktadır. Bu yüzden biz bura­da konunun delillendirilmesine girerek sözü uzatacak değiliz. Sadece konuyu örneklendirip, arkasından Allah´ın izniyle asıl söyle­mek istediğimizi söyleyeceğiz.

Bunun örneği Rasûlullah´ınşu sözüdür: "Şüphesiz Rûhu´l-kuds kalbime üfledi ki, hiçbir canlı rızkını tamamlamadık­ça ölmeyecektir. Şu halde Allah´tan sakının ve rızkınızı güzel yol­lardan arayın.´[375]

Yine Rasûlullah Şöyle buyurmuştur: "Bana Kadir ge­cesi gösterilmişti. O sırada beni ailemden biri uyandırdı; ben de unuttum. Siz onu son on (gece) içerisinde arayın.[376] Başka bir ha­diste (ashabtan bazı kimselerin rüyalarında Kadir gecesinin Rama­zanın son yedi gecesinde olduğunu gördüklerini haber vermeleri üzerine): "Görüyorum ki rüyalarınız Ramazanın son yedi gecesi hakkında biribirini tutuyor. Artık kim Kadir gecesini arayacaksa onu Ramazanın son yedisinde arasın´[377] buyurmuştur. Bu da,Rasûlullah´ın uykuda görülen rüya üzerine haber verme­sine Örnektir.

Benzeri bir olay da, ezanın başlangıcı hakkında söz konusu olmuştur ve bu, konu hakkında daha açıktır. Olayın kahramanı Abdullah b. Zeyd şöyle anlatır: Sabahladığımız zaman Rasûlullah´a geldik ve ben ona rüyamı anlattım. Bunun üzerine o: "Şüphesiz bu, gerçek bir rüyadır" buyurdu... Hadis devam etmekte­dir. Sonunda Ömer b. el-Hattâb; "Seni hak ile gönderene yemin ederim ki, ben de onun gördüğünün benzerini gördüm" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah: "Allah´a hamd olsun! O da işin doğ­ruluğunu daha da pekiştiriyor" buyurdu.[378] Görüldüğü üzere bu hadiste Rasûlullah rüyanın hak olduğuna hükmetmiş ve onun üzerine ezanın lâfızları hakkında hüküm binasında bulun­muştur.

Sahîh´te şu rivayet bulunmaktadır: Rasûlullah bir gün namaz kıl(dır)dı. Sonra döndü ve: "Ey falan! Namazını güzel kıla­maz mısın Namaz kılan kimse, namaz kılarken nasıl kıldığına ba-kamaz mı Çünkü kişi, namazı ancak kendisi için kılar. Vallahi ben önümden nasıl görürsem arkamdan da öyle görmekteyim´[379]buyurdu. Bu, keşf üzerine bina edilen emrî[380] bir hükümdür. Hadis­leri araştıranlar bu kabilden daha çok şey bulabilirler.

İtiraz: Bu nokta açıklık kazanınca birilerinin şöyle bir itiraz ile sürmesi beklenebilir: Bu kitapta daha önce "Makâsıd" bölümün­de bir kaide geçmişti. Buna göre Rasûhıllah hakkında özel olan bizim için de özel, onun hakkında genel olan bizim için de ge­nel oluyordu. Eğer biz o kaide üzerinden yürüyecek olursak, o za­man her keşif ve gayba muttali olan kimselerin, kendi vukuf ve ke­şifleri üzere hükmetme haklan bulunacaktır. Dikkat edilirse Hz. Ebû Bekir ile kızı Hz. Âişe arasında geçen hibe olayı buna bir örnek olmaktadır. O hastalanmadan Önce kızı Âişe´ye (20 vesklik hurma hasadı) bağışında bulunmuştu. Fakat o henüz onları devşirmeden önce, Hz. Ebû Bekir ölüm hastalığına yakalandı. Bunun üzerine o, Hz. Âişe´ye, arkasından onu muhtaç bir halde bırakmanın kendisini fevkalâde üzeceğini, ihtiyaçsız bir halde bırakmasının ise kendisini o derecede sevindireceğini bildirmekle birlikte şöyle demiştir: "Ben sana yirmi vesklik bir hasat bağışında bulunmuştum. Eğer onları sen devşirmiş olsaydın, onlar senin olurdu. O bugün artık verese malı olmuştur. Onlar da ancak senin iki erkek iki de kızkardeşlerin olmaktadır. Onu, Allah´ın kitabı üzere aranızda taksim edin" Bu­nun üzerine Hz. Âişe: "Babacığım! Vallahi eğer o şöyle şöyle (çok bir şey) olsaydı, onu bile elbet terkederdim. (Kız kardeş...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

29 Eylül 2010, 01:32:41
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #3 : 29 Eylül 2010, 01:32:41 »


[122] Yani nassla değil de ictihâdla tefemi eden küllî esaslara bağlı şeylerdir.

[123] Bu meyanda Kur´ân ile paralellik arzedecek mahiyette sünnetin belirle­dikleri çok azdır. Geri kalan kısım içtihada bırakılmıştır.

[124] Müslim, Sayd, 15, Afime, 32 ; Tirmizî, Sayd, 9.

[125] En´âm 6/145.

[126] Pislik yiyen başıboş sığır, tavuk gibi hayvan. (Ç)

[127] Ebû Dâvûd, Afime, 24, 33.

[128] Çekirge gibi.

[129] Kabaktan oyulmuş kap. (Ç)

[130] Ziftlenmiş toprak kap, küp. (Ç)

[131] Ağaçtan oyularak yapılmış kap, fıçı. (Ç)

[132] Bu kaplarda şıra (nebîz) tutulmasının yasaklanması sedd-i zerîa ilkesin­den hareketle olmaktadır. Çünkü bu gibi kaplar, içine konulan şırayı ça­bucak şaraplaştırıyordu ve genelde içkiler bu tür kaplarda tutuluyordu, içki yasağı gelince, yasağın iyice yerleşebilmesi için Rasûlullah (s.a.) bu kaplarda şıra tutulmasını dahi yasakladı. Haramlık hükmü iyice yerleşip, nefisler bu yasak hükmüne artık alışınca bu kapların kullanıl­ması yasağından dolayı sıkıntıya düşülmesi de söz konusu olunca, Rasû-lullah (s.a.) onlara bütün kapların kullanılmasını mubah kaldı; bir kayıtla ki asla sarhoşluk verici bir içki içmeyeceklerdi. Gerekçe varken haram kıl­ma esası galebe çaldırılmış ve bu gibi kaplarda şıra tutulması dahi yasak­lanmıştı. Gerekçe ortadan kalkınca da aslî hüküm olan ibâhalığa dönül­müştü. Bunun ister bir içtihadı tasarruf, ister vahye müstenid olduğunu söyleyelim, söz konusu olan her halükârda Rasûlullah´ın beyanıdır.

[133] Muvatta, Dahâyâ, 8.

[134] Ebû Dâvûd, Eşribe, 5 ; Tirmizî, Eşribe, 3.

[135] Yani bu şekilde elde edilen şıranın yasaklanması, hızla köpük atarak sar­hoşluk verici bir hal alması özelliği sebebiyledir. (Ç)

[136] Buhâri, Zebâih, 2, 7-10 ; Müslim, Sayd, 2, 3, 6 ; Ebû Dâvûd, Edâhî, 23.

[137] Ebû Dâvûd, Edâhî, 22.

[138] Buhârî, Zebâih, 2, 3 ; Müslim, Sayd, 1-3 ; Ebû Dâvûd, Edâhî, 22.

[139] Daha önce geçti. bkz. [3/86].

[140] Hadis için bkz. Buhârî, Hudûd, 23 ; Ahkâm, 29 ; Ebû Dâvûd, Talâk, 34 ; Nesâî, Talâk, 43. "Çocuğun yatak sahibine ait olacağını ve zina edenin ise mahrum kalacağını" ifade ettikten sonra Şevde bt. Zem´a validemize, Zem´a´nın olduğuna hükmedilen kişinin yanında örtünmesini emretmiş­tir. Çünkü yargıya göre her ne kadar bunlar kardeş oluyorlarsa da, çocuk Utbe´ye açık bir şekilde benziyordu. Bu durumda Rasûlullah (s.a.), bir ta­raftan çocuğu yatak sahibine hükmederken, mahremiyet konusunda da zina edene hükmetmiş oluyor ve böylece ihtiyatlı hareket etmiş oluyordu.

[141] Ebû Dâvûd, Edâhî, 22.

[142] Ebû Dâvûd, Taharet, 34 ; Tirmizî, Taharet, 49.

[143] Kullanılan bu kuyudan su çekerken içinden bazı pis maddeler de çıkmakta idi. Durumu Rasûlullah´a ilettiklerinde, suyun yaratılıştan temiz olduğu­nu ve onu hiçbir şeyin pis kılamayacağını beyan buyurdu. Diğer rivayet­lerde "Rengi veya tadı veya kokusu değişmedikçe" ilavesi bulunmaktadır. Bu durumda pis olduğuna dair bir belirti ki bu renk, tad ya da koku­dur bulunmadıkça hüküm temizlik tarafına ait olacaktır.

[144] Yani silahla veya av hayvanı vasıtasıyla vurulan ve hemencecik orada öle­ni ye. (Ç)

[145] bkz. Nihâye, 3/45.

İçinden pis maddelerin çıkmasına rağmen suyun temizlik hükmüne katıl­ması ile avın haramlık hükmüne katılması arasında şu benzerlik vardır: Rasûlullah (s.a.) her iki konuda da asıl olan ile amel etmiştir. Suda asıl olan temizliktir. Avda ise asıl olan haramlıktır; çünkü onda şer"î usûlüne uygun bir boğazlama işlemi yoktur. Dolayısıyla avın helalliği, aslın hilafı­na bir takım şartlara bağlı olarak tanınan bir ruhsattır. Dolayısıyla bu şartların tahakkuk etmemesi halinde asıl ile hareket edilerek onun ha­ramlık hükmüne katılması yoluna gidilmiştir.

[146] Tirmizî, Radâ´, 4 ; Ahmed, 4/7, 8. Ukbe b. Haris, Ebû İhâb´ın kızı ile evle­nir (veya evlenmek ister) ve bir kadın gelerek hem Ukbe´yi hem de evlen­diği kadım emzirdiğini söyler. Ukbe doğru Medine´ye gider ve durumu Rasûlullah´a (s.a.) arzettikten sonra aldığı cevap üzerine kadından ayrılır. Bu olay hakkında şöyle bir yorum yapmışlardır: Rasûlullah (s.a.) burada takva ve vera ile hareket etmeye, zayıf da olsa şüpheli şeylerden kaçınma gereğine irşadda bulunmuştur. Çünkü Sâri´ Teâlâ, kadının süt haramlığı konusundaki iddiasının dinlenmesi için bazı şartlar koymuştur ve bu şart­lar bu olayda mevcut bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu olayda şartların gereği olarak kadının sözünün dikkate alınmaması ve bu evliliğin haram-lığına hükmedilmemesi gerekirdi. Buna rağmen Rasûlullah´ın {s.a.} ayrıl­malarını istemesi, şüpheli şeylerden kaçınılması gereği ilkesinin bir sonu­cu olmuştur.

[147] Meselâ velisiz aktedilen ve henüz zifaf gerçekleşmeyen nikâh gibi. Böyle bir nikâhta, zifaftan önce talâkın vuku bulması halinde herhangi bir şey gerekmemektedir. Zifaftan sonra talâkın vukubulması halinde ise durum­da ve hükümde her iki aslın hükmüne katılmaktadır.

[148] Tirmizî, Nikâh, 14 ; Ebû Dâvûd, Nikâh, 9 ; Ahmed, 6/166.

[149] Ebû Dâvûd, Tahâre, 41; Tirmizî, Tahâre, 52 ; İbn Mâce, Tahâre, 38.

[150] İbn Mâce, Sayd, 9 ; Ebû Dâvûd, Afime, 31.

[151] Mâide 5/45.

[152] Nisa 4/92

[153] Kıyas mecrasına sokulabileceklerle ilgili dördüncü misalde.

[154] Teysîr sahibi hadisin şerhi konusunda şunları söylemiştir: "Gurre", A-rapça´da köle ya da cariye demektir. Fukahâya göre ise, değeri diyetin on­da birine ulaşan köledir.

[155] Ebû Dâvûd, Edâhî, 18 ; Tirmizî, Sayd, 10.

[156] Nisa 4/11.

[157] Câbir hadisinde belirtildiğine göre, Sa´d b. er-Rabî´in karısı iki kızıyla bir­likte Rasûlullah´a (s.a.) gelmiş ve çocukların amcasının kardeşinin malı­nın tamamını aldığını, kendilerine bir şey vermediğini söylemişti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.) iki kız için üçte ikinin, anneleri için sekizde bi­rin, kalanın da amcanın olacağına hükmetti.

[158] Bu genelleme ceninin düşürülmesi durumunda gurre ödenmesi hükmü konusunda açık değildir. Çünkü bu hükümde ne can diyeti, ne de organ diyeti ödenmemekte, nevi şahsına münhasır bir hüküm olmaktadır.

[159] Dokuzuncu Mesele´de. Orada şeriatın sadece belirli şahıslar ya da kesim­ler için olmadığı ve bütün insanlar için genel olduğu geçmişti. Burada ise hakkında hüküm bulunan mânâya (illet) dayandırılan bir umumîlik söz konusu olmaktadır. Meselâ "hamr" kelimesinin her ne kadar sıfat itiba­rıyla kapsamasa bile mânâ itibarıyla "nebîz"e de şamil olduğunu söyle­yerek, onun da haram kabul edilmesi gibi.

[160] Bu tabiî ki Rasûlullah´ın (s.a.) ictihâd edebileceği ve bu meyanda kıyas ya­pabileceği görüşüne dayanmaktadır. Bazıları ise Rasûlullah´ın (s.a.) ictihâd edemeyeceğini ve onun her sözünü vahye dayandırmak zorunda olduğunu söylerler.

[161] ikinci Mesele´de. Orada sonuç itibarıyla kesin bir asla çıkan zannînin, kat´înin hükmünü alacağı belirtilmişti.

[162] Öyle anlaşılıyor ki bundan maksadı İslâm döneminde aktedilen ribâ mua­meleleridir. Çünkü teşrîe konu olan budur. Cahiliye döneminde aktedilen ribâ da buna katılmıştır.

[163] Bakara 2/275.

[164] Bakara 2/279.

[165] Bu hadis Veda hutbesinde söylenmiştir.

Bu tasarruf Rasûlullah´tan (s.a.) ya kıyas yoluyla ya da zihinlerimizde kı­yas mecrasında cari olan vahiy yoluyla sadır olmuştur. Buraya kadar ola­nın, hükmü belli olan iki uç tarafın hükmü arasında gidip gelen şeyler hakkında örnek olması mümkündür. Şöyle ki Allah Teâlâ ribâyı haram kılmıştır. Yine O: "İnkâr edenlere, eğer vazgeçerlerse, geçmişlerinin bağış­lanacağını... söyle" (Enfâl 8/38) buyurmuştur. Bu durumda cahiliye ribâsı, affedilen ve akdi yürürlükte olanla, bâtıl olup akdi geçersiz olan, yani her ne kadar akdin mücerred husulü affedilmiş, olsa bile geçerli olma­yacak ve üzerine herhangi bir hüküm terettüp etmeyecek bir tasarruf ara­sında mütereddit kalmıştır. İşte Rasûlullah (s.a.) onu da diğer ribâ çeşitle­ri arasına katmış ve iptal etmiştir. Buna göre, zihinlerimizde kıyas mecra­sında câri olan kısma ilk örnek "Durum böyledir ve bu nasslarda söz ko­nusu olan yasak, karşılıksız olan bir fazlalık yüzündendir. ..." diye başla­yan sözü olacaktır. Bu izah daha önceki sözüne de uygun olmaktadır. Ke­za ribâ için illet olmaya elverişli şeyi zikrederken, cahiliye ribâsmda illet olacak şeye işarette bulunmamıştır. Gerçi müellif, hükmü belli iki uçtan birine katma ile ilgili sözü tamamlamış ve burada kıyas mecrasında carî olan kısma geçmişse de, yaptığımız izah daha makul gözükmektedir.

[166] Yani mübadele edilen her iki malın da elden ele karşı tarafa verilmeyip, bir tarafın tecil edilerek ertelenmesi hali. (Ç)

[167] Burada şöyle bir itiraz yöneltilebilir: Bazen bu denilen sakınca olmayabi­lir. Meselâ iyi kalitede olan az buğdayın, düşük kalitede olan fazla miktar­daki buğdayla satışında olduğu gibi. Bir taraf miktar olarak fazlalık alır­ken, Öbür taraf da kalite üstünlüğüne sahip olmaktadır. Dolayısıyla karşı­lıksız bir fazlalık yoktur, denilebilir. Ancak burada da, hangi tarafın kârlı çıkıp, hangi tarafın kaybettiği bilinmeyecek kadar bir aldanma (gabin) du­rumu vardır ve böylesi bir gabinde akdin yasak olmasını gerektirir. Başka âlimler bu yasağı, müelliften farklı olarak sedd-i zerîa ilkesi ile talil et­mişlerdir.

[168] Yani illeti ve altın, gümüş ve gıda maddeleri ile diğer maddeler arasında­ki ayırımın hikmeti tam olarak kavranamamıştır. Neden bu iki grup maddelerin kendi cinsi ile mübadelelerinde fazlalık ve nesîe ribâları doğu­yor da,_ diğerlerinin mübadelelerinde doğmuyor Bu konuda İbnu´1-Kay-yim´in İ´lâmu´l-muvakkiîn adlı eserinin ikinci cildine bkz. Orada sadra şifa verici yeterli bilgi bulunmaktadır.

[169] Bu meyandaki açıklamalardan sayıl...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

25 Temmuz 2016, 21:19:48
Ceren

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 26.620


« Yanıtla #4 : 25 Temmuz 2016, 21:19:48 »

Aleykumselam.Sunnetler peygamber efendimizin uyguladigi ve yapmamizi istedigi seylerdir.Dogru olan hadislere uyan ve hakiki sunnetlere uyan ve allahin rahmetine kavusan kullardan olalim inşallah...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes