> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Usulü Fıkıh Eserleri > El- Muvafakat - Şatibi > Şeriat,Gereğiyle Yükümlü Tutulmak
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Şeriat,Gereğiyle Yükümlü Tutulmak  (Okunma Sayısı 1693 defa)
27 Eylül 2010, 01:43:23
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 27 Eylül 2010, 01:43:23 »



Şeriat,Gereğiyle Yükümlü Tutulmak İçin Konulmuştur


Bu konu on iki mesele içerisinde işlenecektir:

Birinci Mesele:

Usûl ilminde ortaya konulduğu üzere, teklifin şartı ya da sebe­bi» yükümlü tutulan şeyin kudret dahilinde bulunmasıdır. Mü­kellefin kudreti dahilinde bulunmayan bir şeyle yükümlü tutmak, ak-len caiz olsa bile[1] şer´an sahih değildir. Bu konunun burada açıklan­masına gerek duymuyoruz. Çünkü bu vazifeyi usûlcüler üstlenmişler ve usûl kitaplarında açıklamışlardır. Biz burada usûlcülerin açıkla­maları üzerine bazı hükümler bina edeceğiz.

Eğer ilk bakışta Sâri´ Teâlâ´nın kulun kudreti dahilinde bulun­mayan şeyleri emrettiği sanılacak durumlarla karşılaşılırsa, yapıla­cak şey onun üzerinde düşünmek, asıl talebin ilk bakışta istenilen şey gibi gözüken şeyin Öncesi ya da sonrası ile veyahutta beraberinde bu­lunan başka bir şeyle ilgili olup olmadığını araştırmaktır. Meselâ, iıoaı Allah Teâlâ´nın:"Müslüman olmadıkça sakın ölmeyin"[2] buyruğu île, Hz. Peygamberin Allah´ın öldürülen kulu ol; Allah´ın ka­til kulu. olma[3] "Zâlim halde iken ölme" gibi hadislerini Örnek olarak alalım. Bu gibi ifadelerden maksat, sadece kudret dahilinde olan hu­suslardır. Bunlar, verdiğimiz örneklerde, müslüman olmak, zulmü terketmek, başkalarını öldürmekten geri durmak ve Allah´ın emrine teslim olmaktır. Bu türden gelen diğer nasslar da aynı şekilde anlaşı­lacaktır. Uhud gününde kendisini Hz. Peygamber´e siper yapan Ebu Talha, Hz. Peygamber´in insanları görmek için başını uzat­ması üzerine ona: "Bakma yâ Rasûlallah! Sana isabet etmesinler..." demişti.[4]Ebu Talha´nın "Sana isabet etmesinler" sözü de bu türden­dir.[5] [6]

İkinci Mesele:


Bu durumda, yemek ve içmeye karşı duyulan şehvet gibi, insan tabiatında mevcut bulunan özelliklerin ortadan kaldırılması, insanda cibillî olan karakterlerin izâlesi istenilemez. Çünkü böyle bir şeyin istenilmesi takat üstü yükümlülük olur. Aynı şekilde bünyede bulunan çirkin organların güzelleştirilmesi, noksan olanları­nın tamamlanması da istenilemez. Çünkü bunlar da takat üstü yü­kümlülük demektir. Böyle bir şeyin Şâri´ce ne emredilmesi ne de ya­saklanması mümkün değildir. Ancak nefsin helal olmayan şeylere meylini Önlemek ve helâl olan şeylerden de mutedil bir şekilde istifade­sini sağlamak için boyunduruk altına alınması istenir. Bu talep, söz-konusu özellikler (şehvet gibi istekler ve cibillî bulunan diğer özellik­ler) cihetinden ortaya çıkan fiillere yöneliktir ve bu fiiller kulun kesbi dahilindedir. [7]

Üçüncü Mesele:


Eğer, insanın yaratılış özelliklerine benzer bazı vasıfların bulunduğu delil ile sabit olursa, bunların hükmü de aynen bir Öncekilerin hükmü gibi olur.

Yaratılış Özellikleri iki türlüdür:

(a) Daha önce geçen kısımda olduğu gibi müşâhade edilebilen, duyularla hissedilebilen türden olur.

(b) Hakkında bir delil bulunmadıkça gizli olur. Mesela aceleciliği ele alalım. Kur´ân´ın "İnsan aceleci olarak yaratılmıştır"[8] şeklindeki zahir ifadesine göre, bu insanın yaratılış özelliklerinden biri olmakta­dır. Sahih´te de şöyle buyrulur: "Şeytan, Âdem´in (ne olduğunu anla­mak için etrafında dolaştı ve onun) içinin kof olduğunu görünce bildi ki, o kendine mâlik olamayacak bir şekilde yaratılmıştır"[9]Şecaat ve korkaklığın insanın bir tabiatı olduğu[10] kalplerin, kendisine iyilik ya­pan kimselere sevgi, kötülük yapanlara da kin duymaya meyyal ola­rak yaratıldığı[11] hadis olarak rivayet edilmiştir. Bu türden daha başka örnekler de vardır. İnsanın tabiatından olan özellikler arasında Öfke hali de zikredilmiştir. Halbuki Öfke, zâhidlere göre helak edici şeyler­den biridir. Yine hadiste: "Hıyanet ve yalan hariç her huy, mü´minin yaratılış özelliği olabilir"[12] denilmiştir.

Hal böyle olunca, açıkça insana yönelik talepleri üç kısımda de­ğerlendirmek gerekecektir:

a) Kesinlikle insanın kesbi (kudreti) dahilinde bulunma­yan talepler:Bu tür talepler çok azdır. Mese\â, "Müslüman olmadık-[iıoı ça sakın ölmeyin" [13] âyeti gibi. Bu kısmın hükmü; asıl talebin, zahirde ´ istenilen şeyle ilgili bulunan bir hususa yönelik olmasıdır.

b) Kesinlikle kulun kesbi (kudreti) dahilinde bulunan ta­lepler: Bunlar, kesb dahilinde bulunan ve kendileriyle yükümlü tutu­lan fiillerin büyük çoğunluğunu teşkil ederler. Bu tür fiillere yönelik talepler hakikat anlamındadırlar ve ister kendilerinde bulunan özel­liklerden dolayı istenmiş olsunlar, ister başka bir şey sebebiyle talep edilmiş olsunlar, neticede fark yoktur ve bunlarlayükümlü tutmak sa­hihtir; bunların istenildiği şekilde yerine getirilmesi gerekir.

c) Hangi kısımdan olduğu konusunda durumu açıklık ka­zanmayanlar: Sevgi, kin vb. gibi. Araştırıcının bunların hakikatini incelemesi ve üzerinde düşünmesi gerekmektedir. Bu inceleme so­nunda, yukarıdaki iki kısımdan hangisine girdiği neticesine ulaşırsa, ona o kısmın hükmünü verir. Sevgi, kin, korkaklık, cesaret, öfke, korku vb. gibi konularda ilk akla gelen, bunların zorunlu olarak insan ta­biatında mevcut bulunduklarıdır. Bu da:

(a) Ya. aslî yaratılış sebebiyle olmuştur. O zaman bunlara yöne­lik talep, bizzat kendilerine değil de bunlarla ilgili olan şeyle­re yönelik olacaktır. Çünkü, mutlaka insanın yaratılıştan olan özelliklerinden kaynaklanan, onlara tâbi durumda olan kesbî (iradî) fiilleri bulunur. Talep işte bu fiillerle ilgili olur; bu fiillerin kaynaklandığı yaratılışla ilgili Özelliklere yönelik olmaz. Nitekim kudret ve acziyet de talep altına girmez.

(b) Yahut da bunların (sevgi, kin gibi), başka motifleri olur ve bunlar onlardan dolayı harekete geçer. Bu da (talep edilen şeyin dışında) başka fiillerin bulunmasını gerektirir. Eğer bu durumda onları harekete geçiren motif, varlık bakımın­dan öncelik arzeden ve kulun kesbi dahilinde olan bir şey ise, talep işte bu motife yönelik olur. Meselâ, "Hediyeleşin ki se-vişesiniz"[14] hadisinde olduğu gibi. Bu durumda, "Üzerinize nimetlerini bolca verdiği için Allah´ı seviniz"[15] hadisindeki gibi taleplerden maksat, kulun Allah´ın kendi üzerindeki ni­metlerinin çokluğunu, ona yaptığı iyiliklerin sayısızlığını düşünmesini sağlamaktır.

Şehvetin yasaklanması da, helâl olmayan şeylere iten bakmak vb. gibi motiflere yönelik olur; bizzat şehvetin kendisi yasaklanmış ol­maz. Eğer bu gibi duyguları harekete geçiren motif, kulun kesbi dahi­linde bulunmuyorsa, o takdirde bunlarla ilgili gelen talep, bunların neticelerine yönelik olur.[16]Meselâ, bakmanın cinsî ilişki şehvetini kö­rüklediği gibi, öfke de intikam şehvetini harekete geçirir. (Bu durum­da "Kızma!" demek öfkenin sebebiyet vereceği şeyleri yapma demek [ili] olur.)

Fasıl:


İşte bu bakış açısından hareketle, kibir, hased, dünya ve makam sevgisi ve bunlardan kaynaklanan dil âfetlerini; Gazzâlî´nin "Helak Edici Şeyler" bahsinde zikrettiği diğer şeyler gibi, içte bulunan özellik­lerin tamamını ya da büyük bir kısmını gerçek anlamda anlamak mümkün olacaktır. Pek çok hadis de buna delâlet etmektedir. İlim, te­fekkür, düşünce, yakın mertebesi, sevgi, korku, recâ (ümitvarlık) ve benzeri bir amel neticesinde[17] ortaya çıkan ve övgüye değer bulunan nitelikler de aynı şekilde bu yolla doğru bir biçimde kavranacaktır. Kalbî olan fiillerin var edilmesi ya da yok edilmesi insanın kudreti dahilinde değildir. Meselâ ilmi (bilgi) örnek alalım: İlim sahibi olmak her ne kadar istenmekte ise de, onun elde edilmesi asla kulun kudreti dahilinde değildir. Çünkü, öğrenmek isteyen kimse, öğ­renmek istediği şeye yöneldiği zaman, eğer o şey zorunlu olan şeyler­den ise,[18] zaten o (bilgi) mevcuttur ve ondan soyutlanmak mümkün değildir. Eğer öğrenilmek istenen şey, zorunlu olan şeylerden değilse, bu kez onun elde edilmesi için mutlaka bir ön düşüncede bulunulması gerekecektir. Mtikteseb olan[19] da işte budur; bizzat ilmin kendisi değildir. Çünkü ön düşünceden sonra ilim zorunlu olarak bulunur. Çünkü netice, mukaddimelerin ayrılmaz sonucudur.[20] Burada mükte­sep olan, o şeyin üzerine düşünmek için yönelinmesidir ve mükelleften istenilen sadece budur. Düşünce sonrasında doğan ilme gelince, is­ter onun da, tahkik erbabının görüşlerinde olduğu gibi, diğer sebepler neticesinde doğan müsebbepler gibi Allah´ın yaratması olduğunu ka­bul edelim, ister etmeyelim netice farketmez herkes onun bizzat kesb dâhiline girmediği ve bir kere var olduğu zaman onun izalesinin bir daha mümkün olmadığı konusunda görüş birliği içerisindedirler. Batınî özellik arzeden diğer sıfatların da, üzerlerinde iyice düşündü­ğümüzde aynı şekilde olduklarını göreceğiz. Bunların durumları bu şekilde olunca, bizzat kendilerine yönelik tekliflerde bulunulması mümkün olmayacaktır. Buna rağmen zahiren bunlara yönelik talep­lerle karşılaşırsak, bu taleplerin bu vasıfların önünde, sonunda ya da bitişiğinde bulunan durumlara yönelik olduğunu anlamamız gereke­cektir. Allah en iyisini bilir. [21]

Dördüncü Mesele:


İnsanın, kendi başına celbetmeye ya da defetmeye güç yetireme-yeceği nitelikler iki türlüdür:

(a) İlim ve sevgi gibi bir fiil neticesinde meydana gelen nitelik­ler. "Üzerinize nimetlerini bolca verdiği için Allah´ı seviniz" lö hadisinde olduğu gibi.

(b) Bir fiil neticesinde meydana gelmiş olmayıp, yaratılıştan (fıtrî, cibillî) olan nitelikler. Şecaat (cesaret), korkaklık, Es.ec Abdulkays´da Hz. Peygamber´ce var olduğu söyle­nen hilim, teenni vb. gibi nitelikler.

Birinci türden olanlara karşılık, cezaya da mükâfatın bulunacağı kısmen de olsa anlaşılmaktadır. Çünkü ilim ve sevgi gi...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Şeriat,Gereğiyle Yükümlü Tutulmak
« Posted on: 26 Nisan 2024, 19:53:11 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Şeriat,Gereğiyle Yükümlü Tutulmak rüya tabiri,Şeriat,Gereğiyle Yükümlü Tutulmak mekke canlı, Şeriat,Gereğiyle Yükümlü Tutulmak kabe canlı yayın, Şeriat,Gereğiyle Yükümlü Tutulmak Üç boyutlu kuran oku Şeriat,Gereğiyle Yükümlü Tutulmak kuran ı kerim, Şeriat,Gereğiyle Yükümlü Tutulmak peygamber kıssaları,Şeriat,Gereğiyle Yükümlü Tutulmak ilitam ders soruları, Şeriat,Gereğiyle Yükümlü Tutulmak önlisans arapça,
Logged
27 Eylül 2010, 01:45:51
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 27 Eylül 2010, 01:45:51 »

Fasıl:

Mükelleften güçlük ve sıkıntı kaldırılmıştır. Bunun iki ge­rekçesi vardır.

a) Mükellefin teklif yolunda ilerlemeden kesilmesi, ibadetleri sevmemesi ve yükümlülükten nefret etmesi endişesi. Bu ge­rekçenin altına, onun bedenine, aklına, malına ya da davra­nışlarına bir bozukluğun arız olabileceği endişesi de girebilir,

b) Kula yönelik çeşitli yükümlülüklerin çok ve bir anda bulun­ması durumunda onları gereği gibi yerine getirememesi endi­şesi. Meselâ, mükellefin ailesine, çocuklarına bakması ve bunların yanında çeşitli yükümlülüklerle karşılaşması gibi. Mümkündür ki. bazı işlerle meşguliyet, diğer yükümlülük­lerin ihmalini doğuracaktır. Bazen de aşırı bir gayretle bü­tün yükümlülükleri yerine getirmeye çalışacak, fakat buna güç yetiremeyecek ve bu kez hiçbirisini tam olarak yapama­yacak, hepsi de yarım yamalak kalacaktır.

Şimdi birinci kısmı ele alalım: Yüce ALLAH bu kutlu şeriatı hoşgörü ve kolaylık esasları üzerine kurulu hanîflikle göndermiş, kulların kal­bini ona karşı nefret duygularından korumuş ve onu mükelleflere sev­dirmiştir. Eğer onlar hoşgörü ve kolaylık esaslarına ters düşecek şe­kilde amel etselerdi, o zaman yükümlü oldukları hususlarda işe yarar amel ortaya koyamazlardı. Bu konuda: "Bilin ki, içinizde ALLAH´ınpey-gamberi bulunmaktadır. Eğer o, birçok işlerde size uymuş olsaydı, şüphesiz sıkıntıya düşerdiniz; ama ALLAH size imanı sevdirmiş, onu gönüllerinize güzel göstermiş; inkarcılığı, yoldan çıkmayı ve baş kaldırmayı size iğrenç göstermiştir"[106] âyetini ele alalım: Bu âyette Yüce ALLAH, kolaylaştırmak ve hoş göstermek suretiyle imam bize sevdirdi­ğini, onu bu şekilde ve karşılığında mükâfat vereceği va´diyle bizim kalplerimizde süslediğini bildirmektedir. Hadiste de şöyle buyrulmuştur: "Amellerden güç yetirebileceğiniz şeyleri yapmaya çalışın. Çünkü siz usanmadıkça, Yüce ALLAH asla (sevap vermekten) usanma-yacaktır.[107] Ramazan gecelerinin ihya edilmesi ile ilgili olarak da: "(ALLAH´a hamdden) sonra, ey insanlar! Bana sizin durumunuz gizli değildir (sizin iştiyakınızı biliyorum). Ama gece namazının (teravih) üzerinize farz kılınmasından ve sizin de ona güç yetire memenizden korktum" [108]buyurmuştur. Havla bt. Tuveyt hadisi de şöyle: Hz. Âişe validemiz, Hz. Peygambere "Şu Havla bt. Tuveyt! Dedikle­rine göre gece hiç uyumazınış" dedi. Hz. Peygamber:"Gece uyumaz mı ! Gücünüzün yettiği kadar ibadet edin, çünkü siz usanma-dikça, Yüce ALLAH asla (sevap vermekten) usanmayacaktır"[109]buyur­dular. Enes hadisi de şöyle: Hz. Peygamber birinde mescide girmişti. Orada iki direk arasına uzunlamasına bağlanmış bir ip var­dı. Hz. Peygamber:"Bune " dedi Orada bulunanlar: "Zey-neb´in ipi. Namaz kılarken yorulduğunda ona tutunur" dediler. Bu­nun üzerine Hz. Peygamber: "Onu çözün. Sizden biriniz zinde oldukça namaz kılsın. Tembellik ya da gevşeklik hissettiğinde otursun" buyurdu.[110]Kıldırdığı namazı çok uzattığı için Muaz´a: "Mu-az! Sen fitneci misin !" diye çok sert çıkışmış[111] ve: "İçinizde insanları nefret ettirenler var. Sizden biriniz başkalarına namaz kıldırdığı za­man hafif tutsun; çünkü onlar içerisinde zayıf, yaşlı ve iş-güç sahibi olanlar vardır"[112] buyurmuştur. Ümmetine acıması sebebiyle visal orucunu yasaklamıştır.[113] Adakta bulunmayı yasaklamış ve: "ALLAH onunla cimriden bir şeyler çıkarır ve o (adak) ALLAH´ın kaza ve kade­rinden hiçbir şey değiştiremez" buyurmuşlardır.[114] Bütün bu örnek­ler, daha önce geçen ve aklen kavranılması mümkün olan usanç verme, sıkılma, acze düşme, ibadetten nefret etme ve hoşlanmama gi­bi sebeplere dayanmaktadır (muallel). Hz. Âişe validemizden Hz. Pey­gamber efendimizin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Şüphesiz bu din /netindir. Ona yumuşaklıkla girin [115] ve nefislerinize ALLAH´a kulluğu sevimsiz hale getirmeyin; çünkü acele eden ne yol ala­bilir ne de binek bırakır."[116]Hz. Âişe şöyle der: Hz. Peygamber acıdığından dolayı ashaba visal orucunu yasakladı. Onlar: "Siz visal orucu tutuyorsunuz" diye de sorduklarında onlara: "Şüphe­siz benim durumum sizinki gibi değildir. Ben gecelerim de Rabbim be­ni yedirir ve içirir (siz ise böyle değilsiniz)" [117] buyurdu.

Bütün bunlardan şu netice çıkıyor: Buradaki yasaklar Şâri´ce gö-zönünde bulundurulan ve akılla kavranılabilen sebep (illet) yüzünden olmaktadır. Durum böyle olunca, yasak illetle birlikte var ya da yok olacak demektir.[118] Hz. Peygamber´in illet olarak gösterdiği şey bulununca, yasak da ona yönelik olarak bulunacaktır; illet bulun­madığı zaman da yasak ortadan kalkacaktır. Çünkü insanlar bu mey­danda iki grupturlar:

Birinci Grup: Bu gruptan olan insanlarda, fiili işleme sırasında mutat üstü olan bu meşakkat hemen etkisini gösterir ve o fiilin ya da başkasının fesadına etki ederya dakişide onakarşı bir sıkıntı veusanç doğurur; o işi işlemeye karşı bir tembellik meydana getirir. Genelde mükelleflerin çoğunun durumu böyledir. Bu gibi meşakkat içeren amellerin olduğu şekliyle işlenmemesi ve eğer terkedilmesi şer´an caiz olmayan amellerden ise şeriatın getirdiği doğrultuda ruhsatların kul­lanılması, terki caiz olan şeylerden ise tümden terkedilmesi uygun olacaktır. Yukarıda geçen delillerin gerekçeleri fta´lil) bunu gerektir­mektedir. Buna, Hz. Peygamber´in şu hadislerini delil ola­rak kullanabiliriz: "Kadı, öfke halinde iken hüküm veremez[119]"Şüp­hesiz nefsinin de üzerinde hakkı vardır; ehlinin de üzerinde hakkı var­dır,[120]Hz. Peygamber bu sözlerini, devamlı oruç tuttuğu haberi kendisine ulaşan Abdullah b. Amr b. el-Âs´a söylemiş ve onun ağır yükler altına girmemesi için tavsiyede bulunmuştur. Devam etti­ği bu ibâdet, yaşlılık sebebiyle ağır gelmeye başlayınca Abdullah: "Keşke Hz. Peygamber´in ruhsatını kabu letseydim" diye temennide bulunmuştur.

İkinci Grup: Mutat dışı güçlük içermesine rağmen kendilerine ağır gelmeyecek, usanç ve tembellik göstermeyecek türden olan insan­lar. Bu türden olan insanlara, mutat üstü meşakkat içeren ameller, içermiş oldukları meşakkatlerden daha baskın gelen bir motif, onları kolay hale dönüştüren bir saik, ya da amele karşı duyulan aşırı bir iştiyak veya ondan alınan bir haz... sebebiyle ağır gelmemekte, aksine başkaları için çok ağır iken bunlara hafif gelmekte, sözkonusu olan meşakkat bunlar için meşakkatlikten çıkmakta, dahası bu tür amelle­re giriştikçe, onların sıkıntılarına göğüs gerdikçe daha çok huzur ve fe­rahlık hissetmekteler veya tedirgin edici ve iç tırmalayıcı etkenlerin tesirinden kendilerini korumaktadırlar. Meselâ, hadiste Hz. Peygam­ber Bilâl! Bizi ferahlat"[121] buyurmuş, başka bir hadiste -de: "Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi... Gözümün, aydınlığı na­mazda kılındı[122] buyurmuştur. Gece ayakları şişinceye ve bacakları uyuşuncaya kadar kıyamda durması sonucunda da (kendisine "Niye bu kadar kendinize eziyet ediyorsunuz Nasıl olsa sizin gelmiş ve gele­cek bütün günahlarınız affedilmiştir" diye soranlara): "Rabbime kar­şı çok şükreden bir kal olmayayım mı "[123]demiştir. Kendisine: "Ya Rasûlallah! Öfke halinde de, rıza halinde de sizin sözlerinizi alalım (yazalım) mı " diye sorduklarında: "Evet!" buyurmuşlardı.[124]Halbuki o, bizim hakkımızda "Kadı, öfke halinde iken hüküm veremez" [125]buyurmuştu. Bu her ne kadar Hz. Peygamber´in kendisine ait bir husus ise de, diğerleri hakkında da delil olmaya elverişlidir. Amel­lerde meşakkatlere katlanma ve onlara karşı devamlı sabır gösterme ile ilgili bu mânâda delil çoktur.

Bu konuda sahabe, tabiîn ve onları takip eden nesillerden gelen ve ilim, hadis rivayeti ve ictihad mertebesine ulaşıp kendilerine tâbi olunan kimselerden gelen haberler delil olarak yeterlidir. Bunlar içe­risinden Hz. Ömer, Hz. Osman, Ebu Musa el-Eş´arî, Saîd b. Âmir, Ab­dullah b. ez-Zübeyr´i; tabiîn neslinden Âmir b. Abdikays, Üveys, Mesrûk, Saîd b. el-Müseyyeb, el-Esved b. Yezîd, er-Rebî b. Huseym, Urve b. ez-Zübeyr, Kureyş´in zahidi diye ün yapan Ebu Bekir b. Abdur-rahraan, Mansûr b. Zâdân, Yezîd b. Harun, Hüşeym, Zirr b. Hubeyş, Ebu Abdirrahman es-Sülemî ve isimlerini saydığımızda uzayıp gide­cek daha pek çok simayı bunlara misal olarak hatırlayabiliriz. Bunlar yaşadıkları bu halleriyle sünnete tâbi olmuş ve onun sınırlarını koru­muş kimselerdir.

Rivayet edildiğine göre Hz. Osman yatsı namazını kıldıktan sonra vitre kalkar ve onda bütün Kur´ân´ı okurdu. Nice kimseler vardı ki, şu kadar sene yatsı namazının abdesti ile sabah namazını kalmışlar,[126] şu kadar sene durmadan oruç tutmuşlardı. Rivayete göre İbn Ömer ile İbn ez-Zübeyr visal orucu tutarlardı. İmam Mâlik dehir orucunu (ömür boyu tutulan oruç) caiz görmüştü. Üveys eî-Karnî, sabaha ka­dar gecesini ihya eder ve: "Bana ulaştığına göre, ALLAH´a ebediyen sec­de halinde bulunan ALLAH´ın kulları varmış" derdi. Benzeri bir rivayet Abdullah b. ez-Zübeyr´den de gelmiştir. Esved b. Yezîd, nefsini oruç ve ibâdet içerisinde yorardı; öyle ki, sonunda benzi solar ve vücudu sara­rırdı. Alkame kendisine: ıcYazık sana! Bu bünyeye niçin işkence edi­yorsun " dediğinde: "Durum çok ciddî!" diye karşılık verirdi. İbn Sîrîn´in anlattığına göre, Mesrûk´un hanımı: "Mesrûk, ayakları şişin­ceye kadar namaz kılardı. Ben bazen arkasına oturur ve kendisine yaptığını gördüğüm şeylerden dolayı ağladığım olurdu" demişti. Şa´bî şöyle nakleder: Şiddetli sıcak bir günde, Mesrûk oruçlu iken bayılmışti. Kızı kendisine: "Orucunu boz!" dedi. Mesrûk kızına: "Bunu benden niçin istiyorsun " dedi. O: "Acıdığımdan!" diye cevap verdi. Mesrûk: "Yavrueağızım! Ben de, süresi elli bin gün olan bir gün için nefsime acı­dığımdan bunu yapıyorum" diye karşılık verdi.

Önceki nesillerden olup da, herkesin tahammül edemeyeceği ve ancak ALLAH´ın bu iş için seçmiş olduğu kimselerin tahammül göstere­bileceği zor işlerin ki bu işler de onlar için seçilmiş oluyordu üste­sinden gelebileceği pek çok Örnek bulunmaktadır. Onlar bu halleriyle sünnete ters düşmüş değillerdi. Aksine "es-sâbikîn el-evvelîn" yani ilk ve ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 27 Eylül 2010, 01:47:42 Gönderen: Ayten »
Kayıtlı

27 Eylül 2010, 01:48:29
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #2 : 27 Eylül 2010, 01:48:29 »

Aynı şekilde: "İçinizdekini açıklasanız da gizleseniz de ALLAH sizi onunla hesaba çeker.[213]âyeti indiği zaman, bu onlara çok ağır gel­miş ve bunun üzerine de: "ALLAH kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler"[214] âyeti inmişti. Bazıları irtidad ve benzeri durumlara düşer gibi olmuşlar ve asla bir daha affedilmeyeceklerinden korku duymuş­lardı. Bu durtım Hz. Peygamber´e iletildiğinde bunun üzeri­ne: "De ki: Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım! ALLAH´ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Doğrusu ALLAH günahların hep­sini bağışlar"[215]âyeti inmişti. Dünya ve dünya metâını yerince, sahabeden bir grup uzlete çekilip ruhbanlar gibi yaşamaya; evlenme­meye, her türlü dünya lezzetlerini terketmeye, kendilerini tamamen İbadete vermeye karar vermişlerdi. Hz. Peygamber onların bu tutumunu reddetti ve: "Kim benim sünnetimden yüz çevirirse o benden değildir"[216] buyurdu. "Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız bir fitne (imtihan)dır"[217] âyeti indikten sonra, insanlara ALLAH´ın çok mal ve evlat vermesi için duada bulunmuştur. Halbuki yerilen dünya, mal ve evlattan ibarettir. Hz. Peygamber, ashabın dünya malını toplamalarına ve onlar içerisinden helal olan şeylerle faydalan­malarına ses çıkarmamış, onlapn bu davranışlarını onaylamıştır. On­ları dünyadan el etek çekmeye teşvik etmemiş; zahidlik sürmelerini emretmemiştir. Ancak dünyaya karşı aşırı bir hırs ya da hakkını ver­meme gibi bir durum görmüşse, işte o zaman zâhidliği teşvik etmiş ve dünyanın terkini istemiş; ya da dünyadan tümden el-etek çekme du­rumunda ona yeteri kadar ilgi gösterilmesini istemiştir. Çünkü bu iki uç durumda, itidali bırakma durumu kendisini göstermektedir.

Şu mânâyı kim görmemezlikten gelebilir: Yüce ALLAH mü´minle-rin ahirette mükâfatlandırılacağından bahsederken, ´Yaptıklarının bir karşılığı olarak.[218]buyurmak suretiyle amelleri bizzat kendilerine nisbet edilmiş ve onların "Onlar için, başa kakılmayacak bir ecir vardır"[219] âyetiyle de minnet altında tutulmayacaklarını belirtmiş­tir.[220] Ne zaman ki bazı insanlar, yaptıkları işlerle Hz. Peygamber´! minnet altına almaya başlamışlar, o zaman da Yüce ALLAH: "Ey Mu-hammed! Müslüman oldular diye seni minnet altında bırakmak ister­ler. De ki: Müslüman olmanızla beni minnet altında tutmayın, hayır; eğer doğru kimseler iseniz siziimana eriştirmekle ALLAH sizi minnet al­tında bırakır"[221]buyurarak, onların bizzat kendilerinin Hz. Peygam-ber´i minnet altına almak istedikleri aynı hususta minnet altında ol­duklarını belirtmiştir. Çünkü bu makam, hakların kesiştiği ve her hakkı sahibine vermenin gerektiği bir yerdir. Yine bu âyette Yüce Al­lah, amelleri onlara nisbet etmeyerek "sizi imana eriştirmekle ALLAH sizi minnet altında bırakır" buyurarak bizzat kendisine nisbet etmiş ve buna mukabil minnetten de bahsetmiştir. Öyle ya, eğer ALLAH´ın hi­dayeti olmasaydı sizin ileri sürerek Hz. Peygamber´i minnet altına al-makistediğiniz şey zaten meydana gelmezdi. Buna benzer bir örnek de hadisten verelim: [Abdullah b. Zübeyr´in rivayetine göre Ensâr´danbir . adam (Humeyd) Rasûlullah´m huzurunda hurma suladıklar] Harre su yolları hakkında Zübeyr´den davacı olmuştu. Ensâr´dan olan zat: "Suyu sal da geçsin!" demiş, Zübeyr ise onun bu teklifine razı olmamış­tı. Derken Rasülullah´m huzurunda dâvaya çıktılar. 1 Rasûlullah, Zü-beyr´e bir iyilik yapması için: "Ya Zübeyr! Sen sula, sonra suyu komşuna sal" buyurdu. Ensarlı kızmış ve; "Ya Rasûlallah! Bu adam halanın oğludur diye mi böyle yapıyorsun " demişti. Bunun üzerine Hz. Peygainber´in yüzünün rengi değişmiş ve: "Ya Zübeyrî Sula, sonra suyu tıka, ta duvara kadar geri dönsün!" buyurmuştur.

Zübeyr yeminle "Hayır; Rabbine and olsun ki, aralarında çekiş­tikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra senin verdiğin hükmü iç­lerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe inanmış ol­mazlar[222] âyetinin bu hususta indiğini söylemiştir.[223]

Şer´î veriler üzerinde düşünüldüğü zaman, onların hemen her yerde hep böyle ortamın dikkate alınarak geldiği görülecektir.İyi bir doktor da aynı şekilde davranır: Daha başlangıçta sıhhat ve itidal halini dikkate alır ve insanın vücut yapısını ve vereceği gıda­nın özelliklerini dikkate alarak, birbirine uyum gösterecek bir beslen­me şekli öngörür. Kendisine sorulan bazı yiyecek maddelerinin Özel­liklerini; onların bir gıda mı yoksa bir zehir mi... olduklarını bildirir. Vücuttaki dengenin bozulması sonucu bir hastalığa maruz kaldığında ise, hastalığa sebebiyet veren şeyin aksi istikâmetinde tedavi cihetine gider ve böylece vücuttaki sapma ve aşırılıkların ortadan kaldırılarak eski denge halinin ki aslî ve sıhhatli yapı olmaktadır tekrar sağ­lanması için çalışır. İşte onun bu tavrı gibi, şeriatın yaptığı da aynıdır; onun getirdiği yükümlülükler insanlık için son derece yerinde, ALLAH Teâlâ´nın kullarına olan şefkat ve merhametinin bir tezahürü, nimet ve ihsanının son noktası olmaktadır.

Fasıl:


Şer´î küllî bir esas görür ve üzerinde düşünürsen, onun mutlaka dengeyi koruduğunu görürsün. Buna karşı eğer iki uçtan birine doğru bir meyil görürsen, bunun da diğer tarafta mevcut ya da beklenti ha­linde bulunan bir duruma karşı alınmış bir tedbir olduğunu bilmeli­sin.

Teşdide (şiddet gösterme) başvurulması ki bu tamamen kor­kutma, sakındırma ve uyarma ile olur, dinde kendisini salıvermiş, çözülmeye yol tutmuş kimseler hakkında uygun olur.

Tahfif tarafı ise ki bu da tanıemen ümitlendirme, teşvik etme, ruhsatlar getirme yoluyla olur; dinde hep güç olanlara sarılmak ne­ticesinde sıkıntılarla karşı karşıya gelmiş ve zor duruma düşmüş kim­seler için iyi gelir. İki aşırı ucun bulunmadığı zamanda ise, orta yolcu yaklaşımın ortaya çıktığını, itidal prensibinin bütün açıklığı ile kendi­sini gösterdiğini göreceksiniz. İşte esas alman ve kendisine başvuru­lan prensip bu olmaktadır.

Buna göre, dinde yeri bulunan kimselerden nakledilen ve itidal prensibinden ve orta yolcu yaklaşımdan uzaklaşma eğilimi gösteren sözler gördüğünüzde, bunların mutlaka karşı tarafta mevcut ya da beklenti halinde bulunan bir unsurun dikkate alınması neticesinde söylenmiş olduğunu unutmayınız. Vera´, zühd ve benzeri konularla, bunların karşıtı bulunan konuların ele alınması işte bu esastan hare­ketle olmalıdır.

İtidal prensibinin ölçüsü, şeriat yoluyla bilinir. Bazen örf ve âdetlerle, sağduyu sahibi insanların kabulle karşıladıkları esaslarla da belirlenebilir. Aynen nafaka bahsinde savurganlıkla (israf) ve nor­malin altında kısma (pintilik) ölçülerinin tesbiti gibi. [224]


[1] Hanefîler ve Mutezilîler bu görüşte değillerdir.Onlara göre böyle bir yükümlülük aklen de mümkün değildir.

[2] Bakara 2/132.

[3] Münâvî, el-Mecmûul-fâik adlı eserinde zikretmiş ve bu şekilde meşhur ol­muştur demiştir. er-Râfiî, hadisi Huzeyfe´ye nisbet etmiştir. îmâmu´İ-Hara-meyn, en-Nihâye´de sahîh olduğunu söylemiştir. İbnu´s-Salâhise, mutemed hadis kitaplarında bulunmadığı gerekçesiyle, onu tenkit etmiştir.

[4] Buhârî, Meğâzî,18; Müslim, Cihâd, 136.

[5] Ayet, ölmeden önce müslüman olunmasını, ölüm anında îslâma girmenin bir faydası olmayacağını belirtmektedir. İkinci misal de istenilen şeyin Öncesiyle ilgilidir. Çünkü kişi ölmekle öldürmek arasında kalınca, durumu ALLAH´a havale ederek kendi ölmesini tercih etmesi ve kanı helal olmayan bir başkası­nı öldürmeye yeltenmemesi istenmiştir. Üçüncü misal de, yine ölümden önce ya da ölüm anında sürmekte olan zulüm halinden yasaklamaktadır. Mesela bir kimse başka birinin evini ya da elbisesini gasbeder ve bu gasb hali ölüm halinde de hâlâ sürmekte olur. İşte bu gibi bir kul hakkı bulunarak Ölümle karşı karşıya gelinmemesi istenilmektedir. Ebu Tafha´nm, sözün akışına uy­gun olarak "Sonra sana isabet ederler" diyecek yerde olumsuz olarak "Sana isabet etmesinler" demesi ne güzel bir ifadedir. O, müsbet bir ifâde ile mera­mını anlatmak istememiştir.

Bu zikredilen misaller içerisinde, asıl talebin istenilen şeyin sonrasıyla il­gili olduğu kısma örnek yoktur. "Kimgüzel bir çığır açarsa veya kim kötü bir çığır açarsa..." hadisini de bu kısma örnek olarak vermek mümkündür.

[6] Şatıbi el-Muvafakat İslami ilimler metodolojisi İz Yayıncılık 2/107-108

[7] Şatıbi el-Muvafakat İslami ilimler metodolojisi İz Yayıncılık 2/108

[8] Enbiyâ 21/37.

[9] Müslim, Birr, 111; Nihâye, 4/360. Şeytan Âdem´i karınlı yaratılmış görünce, onun yalnız başına kendine mâlik olamayacağım, şehvetlerinin önüne geçe­meyeceğini, bu hususta onun mutlaka doğruyu gösterecek birine muhtaç bu­lunduğunu anlamıştır. Bazıları hadiste geçen "lâ yetemâleku" ifadesinden kızdığı vakit kendini tutamayacağı manasım çıkarmışlardır. (Ç)

[10] bkz. Muvatta, Cihâd, 35.

[11] Aclûnî, Keşful-hafâ, 1/395. Ebu Naîm, Hilye´de, İbn Hibbân, Ravdatul-ukelâtta ve daha başkaları tarafından rivayet edilmiştir.

[12] Ahmed, 5/252.

[13] Bakara 2/132.

[14] Muvatta, Husnu´l-huluk, 16. Sevişmek elde olmayan bir şeydir. Ancak seviş­meye götüren ve varlık bakmmdan ondan önce olan hediyeleşme motifi ku­lun kudretindedir. Dolayısıyla "sevişin" şeklindeki bir talep motife yani hediyeleşmeye yönelik olmaktadır. (Ç)

[15] Yaklaşık olarak Tirmizî, Menâkıb, 31.

[16] Şu hadiste olduğu gibi: Bir kimse gelerek Hz. Peygamberden (as) kendisine Öğüt vermesini istemiş, Hz. Peygamber de, tekrar tekrar "Kızma!" buyur­muşlardır. (Buhârî, Edeb, 76...) Buradakryasak öfkenin sonuçlarına yönelik olur. Bu yüzden hadiste: "Öfkeden kaçınınız. Çünkü o Âdemoğlunun kalbi üzerinde bir kordur.... Kim öfke hissederse uzansın ve yerde debelensin." (Kısmen bkz. Ahmed, 5/152; Ebu Davud, Edeb, 3).

[17] Bunların emir ya da nehiy yolu ile teklîfi, aslında bunları ortaya çıkaran ve önceden işlenen amellere yönelik olmaktadır.

[18] Yani iki zıddm bi...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 27 Eylül 2010, 01:49:00 Gönderen: Ayten »
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes