> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Usulü Fıkıh Eserleri > El- Muvafakat - Şatibi > Mücmel ve Mübeyyen
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Mücmel ve Mübeyyen  (Okunma Sayısı 2436 defa)
29 Eylül 2010, 01:03:08
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 29 Eylül 2010, 01:03:08 »



Mücmel ve Mübeyyen

BEŞİNCİ FASIL
MÜCMEL[1] VE MÜBEYYEN (İCMAL VE BEYAN)

BİRİNCİ MESELE:


Hz. Peygamber, söz, fiil ve takrirleri[2] ile, açıklamakla görevli olduğu konuları beyan etmekteydi: "Sana da insanlara gönderileni açıklayasın diye Kur´ân´ı indirdik" [3]

Hz. Peygamber sözlü beyanda bulunurdu. Meselâ talâkla ilgili hadislerinde: "Allah´ın, dikkate alınarak kadınları bo­şanmasını emrettiği iddet işte budur" [4]buyurması gibi. (Rasûlullah, hesaba çekilen kimsenin azap göreceğini ifade etmesi ü-zerine) Hz. Âişe, kendisine "Amel defteri kendisine sağından veri­len kimse, kolay geçireceği bir hesaba çekilir´[5] âyeti hakkında ne demeli " diye sormuştu. Buna: "O sadece arzdır" buyurarak açıkla­ma getirdi.[6]"Münâfıkın alâmeti üçtür:" sözünden ne kastettikleri­ni soran birine de: "Ondan size ne Ben onunla şunu şunu kastet­tim. .." demiştir.[7]

Aynı zamanda fiilleri ile de beyanda bulunuyordu[8] "Ona be­nim öyle yaptığımı bildirseydin ya´[9] Allah Teâlâ da şöyle buyurur:

"Onu seninle evlendirdik ki, evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestikleri zaman onlarla evlenmek konusunda mü´minlere bir sorumluluk ol­madığı bilinsin"[10] Hz. Peygamber namazın nasıl kılına­cağını, haccın nasıl yapılacağını fiilleri ile açıklamış ve konuyla ilgi­li olarak: "Beni nasıl namaz kılıyorken görüyorsanız siz de öyle kı­lın" "Hac vecibelerinizi benden alın" buyurmuştur.[11]

Hz. Peygamberdin ikrarı da aynı şekilde beyan oluyor­du. Bir fiilin işlendiğini bilir ve ona karşı bâtıl ya da haram olma­sı halinde tepkisini göstermeye de imkânı bulunur ve buna rağ­men onu onaylarsa, bu da bir beyan çeşidi olur. Meselâ usûlcülerin Müdlicli Mücezziz meselesi[12] hakkında ortaya koydukları gibi. Bü­tün bunlar usûl kitaplarında açıklanmıştır. Ancak biz, buradan hareketle bir başka noktaya gelmek istiyoruz ki o da şudur: [13]

İKİNCİ MESELE:

Âlimler, Hz. Peygamber´in vârisleridir. Dolayısıyla on­lar hakkında beyan, mutlaka onların âlim olması hasebiyle olacak­tır. Buna iki husus delâlet eder:

1.

Âlimlerin, peygamberlerin varisleri[14] olduğunun sabit olması. Bu sahih ve sabit bir husustur. Alimlerin vâris olmasından, beyan konusunda vâris olduğu kimsenin yerini almaları lâzım gelir. Pey­gambere beyan farz olduğuna göre, aynı şekilde vârise de farz ola­caktır. Beyan konusunda, delillerden müşkil ve mücmel olanın açıklanması ya da kullanılacak delillerin ortaya konulması arasın­da fark yoktur. Tebliğin esası, şer´î hükümlerin açıklanması dır. Tebliğden sonra, (âlimler tarafından) yapılan tebliğ de, ilk tebliğ gi­bidir.

2.

Âlimlere nisbetle bu konuda gelen deliller. Meselâ, Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Gerçekten, Allah´ın indirdiği Kitap´tan birşeyi gizlemede bulunup, onu az bir değere değişenler var ya, onların ka­rınlarına tıkındıkları ancak ateştir[15]"Hakkı bâtıla karıştırmayın ve bile bile hakkı gizlemeyin[16]"Allah tarafından kendisine bildi­rilen gerçeği gizleyenden daha zâlim kim olabilir[17] Hadiste de şöyle buyurulur: "Dikkat edin! Burada bulunanlarınız, bulunma­yanlara tebliğ etsin[18]"Hased (gıpta) ancak iki kişi hakkında caiz­dir: Birincisi, Allah´ın kendisine mal verdiği ve o malı hak yolunda harcamaya muvaffak kıldığı kimsedir, ikincisi de, Allah´ın kendisi­ne hikmet (ilim) verdiği kimsedir; onunla amel eder ve onu öğre­tir[19]"Kıyamet alâmetlerinden biri de, ilmin kaldırılmış olması[20] ve cehaletin ortaya çıkmasıdır[21] Bu konuda vârid olan hadisler pek çoktur. Beyan görevinin âlimler üzerine vacip olduğunda herhangi bir görüş ayrılığı yoktur. Beyan ise, gelen nasslara ve yöne­len yükümlülüklere ait ilk açıklamaları kapsar. Bütün bunlar, âlimin, âlim olması hasebiyle beyan ile görevli olduğunu ortaya ko­yar. Durum böyle olunca, bunun üzerine bir konu daha bina edilir: [22]

ÜÇÜNCÜ MESELE:


Beyan, hem söz hem de fiil ile gerçekleştiğine göre, bunun Hz. Peygamber´e nisbetle olduğu gibi, âlimlere nisbetle de ger­çekleşmiş olması gerekir. Selef-i sâlih işte bu şekilde kendilerine uyulan kimseler olmuşlardır. Buna onlardan nakledilen bir çok söz delâlet etmektedir. Nitekim bunlar, konunun işlenmesi sırasında ortaya çıkacaktır. O yüzden sözü şimdi burada uzatmak istemiyo­ruz; zira tekrar olacaktır[23] .

DÖRDÜNCÜ MESELE:


Eğer beyan, söz ve söze uygun fiil ile gerçekleşmişse, bu beyâ­nın en üst mertebesini teşkil edecektir. Taharet, oruç, namaz, hacc ve benzeri ibâdet ve âdetlerle ilgili hükümlerin beyan edilmiş olma­sı gibi. Eğer bu ikisinden biri ile gerçekleşmiş ise, o da beyandır; şu kadar var ki, her biri yalnız başına bir yönden beyanın en üst mer­tebesine nisbetle noksan; diğer bir yönden de beyanın en üst nokta­sına ulaşmış olur.

Meselâ fiil, husûsî muayyen şekillerin beyanı konusunda sözlü beyanların yetişemeyeceği bir dereceye ulaşır. Bunun içindir ki Ra-sûlullah , ümmetine namazı Cibril´in kendisine yaptığı gibi fiilî beyan ile açıklamıştır. Keza haccı aynı şekilde bizzat icra etmek suretiyle öğretmiştir. Taharet hükümleri de aynı şekildedir. Gerçi bunlar hakkında sözlü beyan da gelmekle birlikte, asıl beyan fiil ile yapılmıştır. Kur´ân´da yer alan taharet nassı, bizzat Hz. Pey­gamber tarafından icra edilen fiilî beyan şekline vuruldu­ğu zaman, duyular yoluyla elde edilen bilgi, nassdan akıl yolu ile elde edilen bilgiden elbette ki daha güçlü ve açık olacaktır.[24] Kaldı ki Hz. Peygamber insanlara indirileni kendilerine açıkla­mak için gönderilmiştir. Farzedelim ki Hz. Peygamber Kur´ân´da yer alan nassdan özel olarak anlaşılamayacak bazı de­tayları kendisine gelen özel bir vahye (vahy-i gayr-ı metluuv) isti­naden eklemiş olsun. Beyan sonrasında bu ilaveler, Kur´ân nassina vurulduğu zaman, nass onları reddetmez; aksine kabul eder. Mese­lâ, abdest âyetini ele alalım: Hz. Peygamber´in abdesti a-lış şekli bu âyete vurulduğu zaman, nassın onu hiç kuşkusuz kap­samış olduğu görülür. Hacc âyeti ile, Hz. Peygamber´in bizzat haccı ifâsı yani fiilî beyanı arasında da durum aynıdır. Eğer fiilî beyan olmasa da biz nass ile başbaşa bırakılacak olsaydık, o nasslardan bütün bunları anlamak mümkün olmazdı; aksine daha az şey anlaşılırdı. Fiil ile sözlü beyanın arasındaki ilişki her zaman için böyledir.[25] Hatta âdeten, söylenecek bir sözün terkip mânâsı için sözden anlamış olduğu şeyin gereği üzere fiili işlediği zaman eksiksiz, fazlasız ve amacından saptınlmaksızm sözden maksûd olacak şekilde duyulara hitap eden fiillerden bir nazîri bulunma­ması uzak bir ihtimaldir. Her ne kadar basit şekilleri mutat olsa da, namaz, hacc, taharet vb. gibi (sonradan değişik muhtevalar alan şeylerde ise sözlü beyan bizatihi yeterli değildir.[26]) Bu gibi du­rumlarda maksada, fiilî mânâsı basit olan veya mutatta bir naziri bulunan söz yaklaştırmış olur. Bu durumda söz, mutat olan fiile atıf yapmıştır.[27] Beyan da mücerred söz ile değil işte bu fiille hasıl olmuştur. Durum böyle olunca, beyan hakkında söz, her yönden fii­lin yerini tutmuş olmaz. Dolayısıyla bu açıdan ele alındığında fiil daha açık beyan şekli olmuş olur.

Fiil, bir başka yönden ise sözlü beyandan geri kalır. Şöyle ki: Söz, umum ve husus için haller, zamanlar ve şahıslar hakkında be­yan şeklidir. Çünkü sözlü beyan, bu sayılan şeyleri vb. gerektirecek söz kalıplarına sahiptir. Fiil ise böyle değildir. Çünkü fiil, sadece faili, zamanı ve hali üzerine münhasırdır; mahallinden asla bir baş­ka yere sirayet etmez. Bu durumda eğer biz meselâ Hz. Pey­gamber´in işlemiş olduğu fiil ile başbaşa bırakılacak ol­saydık, bu fiilden bizim çıkaracağımız sonuç sadece Hz. Peygam­ber´in o fiili, falan vakitte ve falan şekil üzere işlemiş ol­duğunu öğrenmemiz olacaktır. Bunun ötesinde düşünmemiz gere­kecektir: Acaba bu fiilin yapılması sadece o hale mi hastır; yoksa bütün hallerde mi işlenmesi istenilmiştir Acaba o fiil sadece o zamânâ mı hastı, yoksa her zaman için mi geçerlidir Acaba o fiil sadece Hz. Peygamber´in kendisine mi hastı Yoksa bütün ümmeti için hüküm ifade eden bir fiil miydi Bütün bunlardan son­ra tekrar bir değerlendirme yaparak işlemiş olduğu bu fiilin şer´î hükümlerden hangisi altına girdiğinin tesbitini yapmak gerekecek­tir. Bu ve benzeri sorular bizzat fiilin kendisinden anlaşılamayacak şeylerdir. İşte bu yönden ele alındığı zaman fiil, sözlü beyandan noksan kalmaktadır. Dolayısıyla fiilin her yönden sözlü beyanın ye­rini tutması sahih değildir. Bu husus, basit bir düşünce sonrasında ortaya çıkacak kadar açıktır. Fiilî beyanın bu eksikliğinden dolayı­dır ki, Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz Allah Rasûlünde sizin için güzel bir örnek vardır´[28] Hz. Peygamber de iba- detleri fiilen icra ederek beyan ettikten sonra şöyle buyurmuştur: "Beni nasıl namaz kılıyorken görüyorsanız siz de öyle kılın"Hac vecibelerinizi benden alın [29] Böylece beyanın sonuna dek sürdüğü­nün bilinmesi istenmiştir. [30]

Fasıl:

Bu huhus sabit olduktan sonra, bu iki beyan çeşidi arasında mutlak bir tercihte bulunmak[31] sahih olmayacaktır. Dolayısıyla: "Beyan açısından hangisi daha açıktır Söz mü Yoksa fiil mi " de­mek doğru olmayacaktır. Zira her ikisinin bir mahalle isabet ede­bilmesi için, o mahallin eğer varsa benzeri mutat olan basit bir fiil olması gerekir. Ancak bu halde biri diğerinin yerini tutar ve işte o zaman: "Hangisi daha açıktır veya "Hangisi daha evlâdır " deni­lebilir. Meselâ sünnet mahallerinin karşı karşıya gelmesi halinde guslün gerekeceği meselesinde olduğu gibi.[32]Zira bu, meseleyi bu kabilden sayanlara göre[33] hem fiil he...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Mücmel ve Mübeyyen
« Posted on: 17 Nisan 2024, 00:18:54 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Mücmel ve Mübeyyen rüya tabiri,Mücmel ve Mübeyyen mekke canlı, Mücmel ve Mübeyyen kabe canlı yayın, Mücmel ve Mübeyyen Üç boyutlu kuran oku Mücmel ve Mübeyyen kuran ı kerim, Mücmel ve Mübeyyen peygamber kıssaları,Mücmel ve Mübeyyen ilitam ders soruları, Mücmel ve Mübeyyenönlisans arapça,
Logged
29 Eylül 2010, 01:04:34
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 29 Eylül 2010, 01:04:34 »

DOKUZUNCU MESELE:


Vaciplerin, gerçek anlamda vacip olarak yerleşebilmeîeri için, mutlaka onlarla diğer hükümlerin eşit tutulmaması ve aralarının ayrılması gereklidir. Onlar hiçbir zaman terkedilemez ve terkine asla izin verilmez. Aynı şekilde haramların da gerçek anlamda ha­ram olarak yer edebilmeleri için, diğer hükümlerden ayrılması ve onlarla eş tutulmaması gereklidir. Onlar da hiçbir şekilde işlene-mez ve işlenmelerine asla izin verilemez. Bu husus açıktır. Ancak biz bu noktadan başka bir mânâya intikal etmek istiyoruz. Şöyle ki:

Vaciplerden bir kısmı vardır ki, terkleri durumunda üzerlerine dünyevî herhangi bir ceza terettüp etmez. Aynı şekilde haramlar­dan bir kısmı vardır ki, irtikap edilmeleri durumunda üzerlerine herhangi bir dünyevî ceza gerekmez. Bunlar üzerine âhirette teret­tüp edecek şeylerin bulunacağı hakkında söz yoktur. Çünkü bu hu­sus, kulların tahakküm alanlarının dışındadır.

Bazı vacipler de vardır ki, yapılmadıkları zaman; bazı haram­lar da vardır ki işlendikleri zaman üzerlerine ceza ya da benzeri dünyevî bir hüküm terettüp eder.

Üzerine hüküm terettüp eden, etmeyenden farklıdır. Bu iki kı­sımdan her birinin gerçek anlamda yerleşebilmesi için, birbiri ile eş değerde tutulmaması gerekmektedir. Çünkü bunların hükümleri­nin değiştirilmesi, bizzat kendi mahiyetlerinin değiştirilmesi de­mektir. Geçen bahislerde beyana zarar veren herşey, burada da zarar verir; aralarında bu açıdan bir fark yoktur. Orada geçen deliller aynen burada da geçerlidir.

Bu mevzu şöyle bir izahla da açıklık kazanır: Meselâ Sâri´ Teâlâ, yasak bir fiile bir had cezası koysa ve bu had, o fiili işleyen kimseye uygulansa, şer´î hüküm aynen benimsenmiş ve konulduğu şekil üzere beyan edilmiş olur. Had uygulanmadığı takdirde ise, o hüküm Şâri´in koyduğu şeklin dışında başka bir şekil üzere benim­senmiş ve o hüküm, işlenmesi halinde üzerine herhangi birşey te­rettüp etmeyen kısımdan bir hükme dönüştürülmüş olur ve yapılan beyan, asıl hükme muhalif düşer. Bunun sonucunda hükümlerin yerleştirilmesi için tayin edilmiş kimseler; fiili, sözünü yalanlayan kimseler halini alır ve hakkında daha önce anlatılanlar câri olur. Cahil birisi, olanları gördüğü zaman, şer´î hükmün aslında olduğu şeklin hilâfına gördüğü şekil üzere olduğunu düşünür. Beyan ile gö­revli kimse, hükmü belli bir şekil üzere açıklar, sonra da onu bir başka şekil üzere uygularsa, bundan şüphe doğar ve fiil, sözü ya­lanlar. Nitekim bu hususun izahı geçmişti. Bütün bunlar ise fesad-dır. Bu Örnekle Hz. Peygamber´in vârisi olan âlimlerin, hü­kümleri konulmuş oldukları şekil üzere uygulamakla yükümlü ol­dukları ortaya çıkar. Onlar, hükmün hem kendisinde, hem mukad­dimelerinde, hem ona bitişik durumlarda, hem de sonuçlarında ve diğer ilgili bulunduğu konularda bunu dikkate almak zorundadır­lar. Böylece Allah´ın dini hem aydınlar hem de halk arasında tam anlamıyla açıklık kazanmış olsun. Aksi takdirde âlimler Allah Teâlâ´nın şu buyruğunun kapsamına girerler: "Gerçekten, Allah´ın indirdiği Kitap´tan birşeyi gizlemede bulunup onu az bir değere de­ğişenler var ya, onların karınlarına tıkındıkları ancak ateştir[103][104]

ONUNCU MESELE:


Bu yapılan izahat, sadece teklîfî hükümlere mahsus değildir; aksine aynı durum vaz´î hükümler için de geçerlidir. Çünkü sebep, şart, mâni´, azimet, ruhsat ve diğer bilinen hükümler, hepsi şkr´î hükümlerdir ve onların hem sözle hem de fiil ile beyan edilmeleri gereklidir. Meselâ, sebep söz ile beyan edilse ve zamanı geldiğinde de gereği doğrultusunda amel edilse, o sebebin beyanı insanlar için tam anlamıyla gerçekleşmiş olur. Ama böyle yapılmaz da söz ile açıklanır, sonra ortaya çıkması halinde gereği ile amel edilmezse, o zaman fiil, sözü yalanlamış olur. Aynı şey şartlar için de geçerlidir; şartın bulunması halinde meşrutun işlenip, bulunmaması halinde işlenmemesi durumunda fiil, sözlü beyana uygun düşmüş olacak ve beyan tam anlamda gerçekleşmiş olacaktır. Aksi takdirde ise söz ve fiil birbirini yalanlamış olacak ve söz, beyan için yeterli olmayacak­tır. Mâni ve diğer vaz*î hükümler için de durum aynıdır.

Hz. Peygamber, umrede[105] ihramdan çıkma konusun­da, sefer esnasında orucun bozulması konusunda olduğu gibi ruh­sat hükmün gereğiyle amel etmiş, sebepleri dikkate almış ve onlar üzerine terettüp eden hükümleri bizzat kendi üzerinde dahi olmak üzere uygulamıştır. Meselâ, kendisine kısas yapılmasına izin ver­miştir. Bu konuya ışık tutacak Örnekler sayılamayacak kadar çok­tur. Şeriatın tümü bu cümlenin altında mündemiçtir ve konuyla il­gili sadece dikkat çekmek yeterlidir. [106]

ONBİRİNCİ MESELE:


Rasûlullah´m beyanının, geçerli ve sahih olduğu ko­nusunda herhangi bir şüphe yoktur. Çünkü o zaten bunun için gön­derilmiştir: "Sana da insanlara gönderileni açıklayasın diye Kur´ân´ı indirdik[107] âyeti onun bu görevini açıkça ortaya koyar. Bu konuda herhangi bir görüş ayrılığı bulunmamaktadır.

Sahabe beyanlarına gelince; eğer beyan ettikleri konuda

icmâ etmişlerse, onun da geçerli ve sahih olduğunda şüphe yoktur. Meselâ, sünnet mahallinin girmesi sebebiyle guslün gerekeceği ko­nusu üzerinde icmâ etmeleri gibi ki, bu icmâ, "Eğer cünüp iseniz te­mizlenin"[108]âyetini açıklamış olmaktadır.

Eğer aralarında icmâ yoksa[109], o zaman beyanları bir delil ka­bul edilebilir mi Yoksa edilemez mi İşte bu, üzerinde düşünülme­ye ve tafsilata ihtiyaç gösteren bir konudur. Ancak ağır basan taraf, beyan konusunda onların açıklamalarına iki sebepten ötürü daya­nılması gereğidir:

Birincisi: Sahabe Arap dilini selika olarak çok iyi biliyordu. Çünkü onlar fasih konuşan Araplardı ve dilleri henüz değişmemişti, fasahat bakımından en üst mertebede bulunuyorlardı. Bu özel­liklerinden dolayı onlar, Allah´ın Kitâb´ını ve Sünneti anlama konu­sunda diğerlerinden daha ayrıcalıklı bulunuyorlardı. Bu durumda, beyan makamında onlardan bir söz ya da fiil geldiği zaman, bu açı­dan ona dayanmak sahih olacaktır.

İkincisi, İslâm´ın ruhuna vakıf idiler: Olayların ve nüzul hadi­selerinin bizzat içerisinde idiler, Kitap ve Sünnet yoluyla gelen vah­ye tanıktılar. Bu itibarla onlar, hal karinelerini ve nüzul sebepleri­ni en iyi bilen kimseler oluyordu. Bu ayrıcalıktan dolayı başkaları­nın kavrayamadıkları şeyleri kavrayabiliyorlardı. Bir olayda hazır bulunanın, orada bulunmayanın (haber vasıtasıyla) öğrenemedikle­rini görmüş olması tabiîdir.

Bu durumda ne zaman onlardan mutlakın takyidi ya da umu­mun tahsisi gelecek olsa, onun ile amel etmek doğru olacaktır. Bu, meseleyle ilgili onlardan herhangi bir görüş ayrılığı nakledilmediği zaman böyledir. Eğer aralarında görüş ayrılığı var ise, o zaman me­sele içtihada açık demektir.

Buna örnek Hz. Peygamber´in: "insanlar iftar etme­de acele ettikleri sürece hayır üzere olmaya devam ederler"[110] hadi­sidir. Bu acele etmeden hem orucun namazdan önce açılması anla­şılabilir, hem de namazdan hemen sonra açılması kastedilebilir. Hz. Ömer ile Hz. Osman, önce namazı kılarlar sonra iftar ederlerdi.Onlar böylece, hadiste sözü edilen acele etmenin illâ da namazdan önce olması şeklinde anlaşılmamasını, bilakis namazdan sonra he­men iftar edilmesi şeklinde de anlaşılabileceğini, doğuluların[111] yaptığı tehirin ise, başka birşey olup dinde yasak olan aşırılık (ta-ammuk) içerisine gireceğini beyan etmiş oluyorlardı. Aynı şekilde yahudilerin, iftarı tehir etmekte oldukları ve bu yüzden de müslü-manların acele etmelerinin mendup kılınmasını da (açıklamış olu­yorlardı).[112]

Hz. Peygamber´in : "Hilâli görmedikçe oruç tutmayın, onu görmedikçe iftar etmeyin"[113]hadisinde sözü edilen görme, ek­ser (çoğunluk hal) ile kayıtlı olabilir.[114] Bu durumda güneşin batışmdan sonra görülmesi kastedilmiş olur. Hz. Osman bunun gerekli olmadığını açıklamıştır. Hilâfeti sırasında hilâli güneşin batmasın­dan önce görmüş, buna rağmen akşam olup güneş batmcaya kadar iftar etmemiştir. Düşünülmeli!

Mâlik b. Enes´in Muvatta´da ve diğer yerlerde takip ettiği metot, çoğunlukla sünneti açıklayıcı mahiyette sahabe görüş ve tat­bikatına (âsâr) yer vermesiydi. Böylece o, bunlarla, sünnetleri be­yan etmek, onlar içerisinde hangisiyle amel edilip hangisiyle amel edilmediğini, hangisinin mutlakının takyid edildiğini tesbit etmek istiyordu. Zikri geçen konuda onun tavrı ve yaklaşımı (mezhebi) bu merkezde idi. Onların sözlerinin açıklık getirdiği hususlardan biri de dil idi. Nitekim İmam Mâlik, "dülûki´ş-şems", "gaseki´l-leyl" hak­kında İbn Ömer ve İbn Abbâs´m sözlerini nakletmiş, cumaya koşma[115] âyetinde bahis konusu edilen "sa´y" (koşma) hakkında da Hz. Ömer´den nakilde bulunmuştur. "İhve" yani kardeşler mânâsı hakkında da, sünnetin iki ve daha fazlasına hükmettiği naklinde bulunmuştur... Onların sözleri ile, Kitap ve Sünnetin mânâlarının açıklık kazanacağı açıktır.

İtiraz: Bu görüş, sahâbînin taklid edilmesi sonucuna çıkar. Halbuki o konuda tartışmalar ve görüş ayrılıkları bulunmakta­dır.[116]

Cevap: Evet bu bir taklittir; fakat bu, gereği üzere (sahip ol­dukları ayrıcalıklar sebebiyle) ancak onların ictihad edebilecekleri şeylere yönelik olmaktadır. Daha önce geçtiği gibi onlar Araptırlar. Aslen ve meşrep olarak Arap olan ile, araplaşan arasında fark vardır. "Sunî şeylere, fitrî özellikler galebe çalar" Sonra onlar nassların nüzul ve vürûduna sebep olan olayların bizzat içerisinde yer almış­lar, kendilerinden sonra gelenlerin görmedikleri hal karîneleri-ne vakıf olmuşlardır. Hal karinelerinin olduğu şekil üzere nakledilme­si imkânsız gibi birşeydir. Şu halde onların şeriatları anlayışlarının daha sağlam ve tam olduğunu ve bu konuda onların takdim edilme­sinin lüzumunu söylemek gerekecektir. Bu durumda gerek Kur´ân ve gerekse Sünnet hakkında, beyan makamında onlard...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes