> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Usulü Fıkıh Eserleri > El- Muvafakat - Şatibi > İstifka ve İktida
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: İstifka ve İktida  (Okunma Sayısı 1553 defa)
29 Eylül 2010, 23:59:55
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 29 Eylül 2010, 23:59:55 »



İstifka ve İktida

ÜÇÜNCÜ TARAF: İSTİFTÂ VE İKTİDÂ


(Müctehidin görüşüyle amel edilmesi ve ona uymanın hükmü)

Konu dokuz mesele altında ele alınacaktır:

BİRİNCİ MESELE:


Mukallid biri, dinî bir mesele ile karşılaştığı zaman (kendisi ictihâd edemeyeceğine göre) mutlaka sorarak[1] amel etme yoluna gi­decektir. Çünkü ALLAH Teâlâ, insanlardan körü körüne kullukta bu­lunma istememektedir. Onlardan istediği

âyetinin[2] gerektirdiği şekilde kullukta bulunmalarıdır. Bu âyeti birçokları "ALLAH´tan korkun ki, o size öğretsin" şeklinde anlamış­lardır. Oysa ki âyetin mânâsı nahiv imamlarının izah ettiği gibi: "ALLAH Teâlâ size her hal üzere öğretmektedir; dolayısıyla O´ndan korkun!" şeklindedir. Bu durumda sanki ikincisi yani öğretme, bi­rincisi hakkında sebep olmaktadır. Buna göre ALLAH´tan korkulma­sını (takva) isteyen emir, manevî bir bina şekliyle Öğretme işlemi üzerine kurulmuştur. Bu da amelden Önce mutlaka ilmin olması so­nucunu gerektirir. Bu mânâya delâlet edecek deliller çoktur. Bu, üzerinde herhangi bir tartışmaya yer olmayan bir konudur. Dolayısıyla hakkında sözü uzatmanın bir mânâsı yoktur. Ancak bu, bir başka mânâ için bir nevi giriş mahiyetindedir. Şöyle ki: [3]

İKİNCİ MESELE:


Müsteftînin, meselesini şer´an yetkili olmayan kişilere sorması sahih olmaz. Çünkü bunun aksi, işin ehil olmayana ha­vale edilmesi demek olur. Böyle birşeyin sahih olmayacağına dair ise icmâ bulunmaktadır. Aslında böyle bir durum vakıada da müm­kün gözükmemektedir.[4]Çünkü soru soran kişi, ehil olmayan birine meselesini sorarken şöyle demiş olmaktadır: "Bilmediğin şeyi bana bildir! Ben, ikimizin de aynı şekilde cahil olduğu bir konuda işimi sana havale ediyorum" Böyle bir durum içerisine giren kimsenin aklı başında biri obuası mümkün değildir. Zira biri diğerine: "Şu çölde, falanca yere gidecek yolu bana göster!" dese ve derken de onun da aynen kendisi gibi yolu bilmediğini bilse, böyle bir kimse divane kabul edilir. Şer´î yol daha önemlidir; çünkü onda ebedî ka­rar yurdu olan âhiretin helaki söz konusudur. Çöl yolunda ise sade­ce dünyevî bir helak vardır. Bu konu hakkında da sözü uzatmaya gerek yoktur. Şu kadar var ki, bu sözümüz üzerine şu hususu ilave edeceğiz:

Kişinin soru sorması gerekince, kendisine gereken mutlaka ehil olan bir kimseye sormasıdır. O beldede ehil olan kişi tek olabi­lir veya birden fazla olabilir. Tek olması halinde bir problem yok. Ehil olanların çok olması halinde ise onlar arasında bir seçim ve tercih yapmak gerekmektedir ve bu konunun açıklanmasını usûlcü-ler üzerlerine almıştır. Bu anlattıklarımız, mesele hakkında soru­dan önce onların görüşlerini bilmeme haline aittir. Ancak sorma­dan önce onların konu hakkındaki fetvalarım biliyor ve onlardan birini almayı istiyorsa, daha önce de geçtiği üzere bu keyfî olmaya­cak, mutlaka tercih yoluyla olacaktır; aksi takdirde sahih olmaz. Çünkü şeriatın asıl amacı kulu, heva ve heveslerinin peşine düş­mekten kurtarmak ve ALLAH´a (ihtiyarî olarak) kul olmasını sağla­maktır. Keyfi seçimde bulunması, istediğinin fetvasını alabilmesi ise nefsânî arzularının peşine düşmesi gibi bir kapıyı aralar ki, böy­le bir sonuca asla imkân verilemez. Daha önce bu Kitap´ta konu ile ilgili olarak güzel bir açıklama geçmişti.[5]Bu yüzden burada tekrara gitmeyeceğiz. [6]

ÜÇÜNCÜ MESELE:


Tercihin gerekmesi halinde bunun iki yolu vardır: 1) Umûmî. 2) Husûsî.

1) Umûmî tercih yolu: Bu konu usûl kitaplarında anlatılmış olmaktadır. Ancak bir nokta vardır ki üzerinde durulması ve sakı­nılması gerekmektedir. Şöyle ki: İnsanlardan birçoğu; tercih esna­sında yapılması gereken yolu tutmayıp kendilerince zayıf (mercûh) görülen mezheplerin karalanması (ta´nedilmesi) yoluna girmekte­dirler. Kaldı ki bunlar, karaladıkları o kimselerin mezheplerini ka­bul etmekte, onları muteber saymakta ve dikkate almakta, fetva konusunda onlara da dayanmanın sahih olacağını bildirmektedir­ler. Buna rağmen karalarna yoluna gitmektedirler. Böyle bir du­rum, tercih makamında bulunan kimselere yakışmaz. Tercih konu­sunda meydana gelen bu kabil şeyler daha çok dört mezhep ile on­ları takip eden Dâvud-u Zâhirî´nin mezhebi vb. arasında olmakta­dır. Burada dikkat edilmesi gereken bazı hususları zikredelim:

(1)

İki şey arasında tercihte bulunmak, aslında farklı oldukları özellikte belli bir müştereklikten sonra olabilmektedir.[7]Aksi tak­dirde o, ikisinden birinin doğrudan iptali ve devre dışı bırakılması anlamına gelir. Böyle bir işleme ise "tercîh" denemez. Hal böyle olunca, bazı mezhep müntesiplerinin, diğer bir mezhebe ait görüşü karalamaları (ta´n) ve aynı (müşterek) özelliğe sahip olan iki şey­den birine yönelik eleştiride bulunmaları, tercîh yolundan çıkmak ve farklı başka bir yola sapmak olur. Bu ise ulemâya yakışmaz. Böyle bir eleştiri ve karalamayı ancak içtihada ehil olmayan, bu­nunla birlikte böyle birşeye yeltenen kimseler yapabilir. Sözü edi­len imamlar ise böyle olmaktan münezzehtirler.[8]Böyle bir tarz on­lara yakışmaz.

(2)

Tercih esnasında karalamaya kalkmak, karalanılan mezhep müntesiplerinin inat damarını kabartır ve üzerinde bulundukları görüş üzerinde ısrar etmelerine sebep olur. Çünkü farklı bir görüşe inanan kimsenin dikkate alınmaması ve karalanması, üzerinde ol­duğu görüşe taassupla sarılması ve görüşünün güzelliklerim ortaya çıkarması için uğraşması sonucunu doğurur. Dolayısıyla böyle bir mecraya sokulan tercihin, zayıf da olsa karşı görüşe sarılınmasım kışkırtma yanında hiçbir faydası olmaz. Çünkü bu durumda gerçek bir tercih yapılmamıştır.

(3)

Böyle bir tercih, karşı tarafı kışkırtır ve onun da benzeri bir tercihte bulunmasına yol açar. Bu durumda biz, iyilikler peşinde koşacağımız yerde, kötülüklerin peşine düşmüş oluruz.[9] Çünkü ne­fisler yaratılış itibarıyla, kendilerini savunma, inandıkları mezhebe sarılma ve onu aklama eğilimindedir. Eğer bir kimse, karşısındaki tarafından dikkate alınmazsa, o da onu dikkate almaz. Bu durum­da kendi mezhebini bu şekil üzere tercihte bulunan kimse, sanki kendi mezhebini gözardı ettirmiş olur. Zira buna sebebiyeti kendisi vermiştir. Nitekim hadiste Rasûlullah: "Şüphesiz en bü­yük günahlardan biri de, kişinin ebeveynine sövmesidir" der. Saha­be: "Ya Rasûlallah! Adam ebeveynine söver mi " diye sorarlar. Hz. Peygamber (as.): "Evet, o birinin babasına söver; o da onun babası­na söver; o birinin anasına söver; o da onun anasına söver"[10] buyurur.

İşte bu da, ondandır. ALLAH Teâlâ, aslında caiz olmasına rağ­men, yasak olan birşeye götürmesi sebebiyle bazı şeyleri yasakla­mıştır.[11] Meselâ: Yüce ALLAH, mü´minlerden Hz. Peygamber´e ´Bizi gözet!´ anlamında hitap ederlerken ´çobanımız´ anlamına da çekile-bilen "râinâ" kelimesini kullanmamalarını istemiştir.[12] Bir başka âyette: "ALLAH´tan başka yalvardıklarına sövmeyin ki, onlar da bil­meyerek aşırı gidip ALLAH´a sövmesinler"[13]buyurmuştur. Benzeri daha başka Örnekler de vardır.[14]

(4)

Böyle bir işlem, mezhebe bağlı kimseler arasında ilişkilerin ke­silmesine ve düşmanlığın doğmasına sebep olur. Çocuklar bu tür düşmanlık duyguları altında yetişir ve mezhebe bağlı insanların kalbinde, karşı mezhep taraftarlarına karşı bir kin ve düşmanlık duygusu yer eder. Sonunda da fırkalara bölünürler. ALLAH Teâlâ,böyle bir sonucu doğuracak davranışlara girmeyi yasaklamış ve şöyle buyurmuştur:

"Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılı­ğa düşenler gibi olmayın"[15]

"Dinlerini parça parça edip, gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur"[16]

Bu konu daha önce de açıklanmıştı. Böyle bir sonuca götürecek herşey yasaktır. Dolayısıyla sonuçta İslâm ümmetinin birliğini bo­zacak, ümmet arasında kin ve düşmanlığa sebebiyet verecek türde bir tercihe gitme de aynı şekilde yasak olacaktır.

Taberî, her ne kadar senedi sahih olmasa da şöyle bir riva­yet nakletmektedir: Hz. Ömer, ez-Zibirkân b. Bedr´i hicvetmesi se­bebiyle hapsetmiş olduğu şâir el-Hutay´a´yı serbest bırakırken ona şöyle demişti: "Şiirden sakın!" O: "Ey mü´minlerin emiri! Terkede-mem. O benim çoluk-çocuğumun geçim kaynağı, üstelik de dilimin üzerinde bir karınca; söylemeden edemem!" diye karşılık verdi. Hz. Ömer: "Aileni öv, fakat muzır medihlerden sakın!" dedi. Hutay´a:"O nasıl birşey " diye sordu. Hz. Ömer: "Falanca oğulları, filanca­lardan hayırlıdır... şeklindeki Övgülerdir. Sen öv, fakat hiç kimse­nin diğerlerinden üstün olduğunu söyleme" dedi. Hutay´a: "Sen, ey mü´minlerin emiri! benden daha şairsin" diye karşılık verdi. Bu haber sened itibarıyla sahih değilse bile, mânâ bakımından doğ­rudur. Zira övgü, eğer başkalarının yerilmesi esası üzerine kuru­lursa, zararlı olur. Gözlemlerimiz bunun böyle olduğuna şahittir.

(5)

Red ve tercih esnasında karalama yoluna gitmek ve karşı ta­rafı kötülemek, bazen yukarıda zikredilenler yanında mezhepte aşı­rılığa kaçmaya ve doğru yoldan sapmaya sebebiyet verebilir. Bu, tercih ve delillerin tartışılması sırasında muhalif taraflardan sadır olan birbirlerine yönelik aşırı hücumlar, yaralayıcı ifadelerden kay­naklanan kin ve düşmanlık duygularının kışkırtması ve galeyana getirmesi sonucunda ölür. el-Gazzâlî bir kitabında şöyle der:

"Cehaletin çoğu, halkın (avam) kalbine, hak ehli olacak cahil insanların taassupları yüzünden yerleşir. Bunlar karşı tarafa mey­dan okuyarak ve onlara ağır sözler ederek hakkı ortaya çıkardıkla­rını zannederler, zayıf gördükleri karşı tarafa hakaret edici ve hor-layıcı bir gözle bakarlar. ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 30 Eylül 2010, 00:01:10 Gönderen: Ayten »
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: İstifka ve İktida
« Posted on: 25 Nisan 2024, 07:00:40 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: İstifka ve İktida rüya tabiri,İstifka ve İktida mekke canlı, İstifka ve İktida kabe canlı yayın, İstifka ve İktida Üç boyutlu kuran oku İstifka ve İktida kuran ı kerim, İstifka ve İktida peygamber kıssaları,İstifka ve İktida ilitam ders soruları, İstifka ve İktidaönlisans arapça,
Logged
30 Eylül 2010, 00:02:14
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 30 Eylül 2010, 00:02:14 »

îbn Vehb´e şöyle demişti: "Çok sormaktan ve rivayeti doğru ol­mayacak şeyleri dinlemekten sakın! Ben bu gibi şeyleri rivayet et­mek için değil, sadece öğrenmek için dinlerim" Yine ona: "İnsan bir-şeyi işittiği zaman mutlaka onu söyler. Buna rağmen ben İbn Şi-hâb´dan birçok şey işittim ki, onları asla rivayet etmedim, yaşadı­ğım müddetçe de yapmayacağımı umuyorum. Ben, attığım hadis­lerden daha çoğunu atmadığım için pişman olmuşumdur"

Eşheb şöyle demiştir: Rüyamda birini gördüm şöyle diyordu: "İmam Mâlik, fetva verirken bir söz söylemeyi itiyat edinmiştir ki, eğer o dağlar üzerine inecek olsaydı onları yerinden oynatırdı. Bu ´Mâşâallah, lâ kuvvete illâ billah´ sözüdür"

Buraya kadar yaptığımız nakiller, insana ulemâdan kimin fet­vaya ve kendisini taklide daha lâyık olduğunu gösterecek mahiyet­tedir. Bu hususlar göz önüne alındığında, üstün olan ile olmayan arasındaki fark kendisini gösterir. Ben bu sözleri, İmam Mâlik tak­lit edilsin diye her ne kadar kendisi aşırı derecede bu meziyetlere sahip olması sebebiyle tercihe daha şayan bulunuyorsa da kay­detmedim. Bilakis, bu özellikler diğer âlimler için bir kıstas edinil­sin istedim. Çünkü bunlar, İslâm´ın diğer hidayet imamlarında da mevcuttur. Şu kadar var ki, kiminde diğerinden daha fazladır. [78]

SEKİZİNCİ MESELE:


Müftînin bulunmaması halinde, müsteftîden[79] amelle yükümlülük düşer. Bu, o amele dair ne muteber bir ictihâd yoluyla ne de taklit yoluyla elde edebileceği bilginin olmaması halindedir. Buna şu üç husus delâlet eder:

(1)

Sahih olan görüşe göre delillerin tearuzu halinde müctehidden ilgili yükümlülük düşmektedir. Nitekim bu konu usûl kitaplarında açıklanmıştır. Bu durumda amele dair esasla ilgili bilginin bulun­maması halinde mukallidin yükümlü olmaması öncelikli olarak sa­bit olacaktır.

(2)

Bu mesele aslında "Hitabın taallukundan önce amel" konusuna çıkmaktadır. Şeriatler gelmeden önce ameller konusunda asıl olan, onlara yönelik yükümlülüğün bulunmaması halidir. Çünkü, kişinin hükme dair bilgisi olmaksızın, onunla yükümlü olması düşünüle­mez. Zira, usûlcülere göre yükümlülüğün şartı, yükümlü kılınan şe­yi bilmektir. ,Bu meselede sözü edilen kimse ise, (ne ictihâd ne de taklit yoluyla) bilgi sahibi değildir. Bu takdirde teklifin sebebi hiç­bir hal üzere bulunmayacaktır; dolayısıyla da teklif olmayacaktır.

(3)

Bu durumda kişi, eğer amel ile mükellef olsaydı, o takdirde bundan takat üstü yükümlülük lâzım gelirdi. Çünkü bilmediği şey­le yükümlü tutulmuş olurdu. Bilmediği için, yükümlü olduğu şeye ulaşma imkânı bulunmayacaktı. Hal böyle iken eğer onunla yü­kümlü tutulacak olsa, hiçbir şekilde yerine getiremeyeceği şeyle yü­kümlü kılınmış olacaktı. Böyle bir sonuç ise hem aklen, hem de şer´an muhalin ta kendisidir. Mesele açıktır.

Fasıl:

Bu amel hakkında iki durum tasavvur edilebilir:

(1) Amelin aslına yönelik bilgisizlik[80] Bu durumdaki biri, aynen kendisine hiçbir şekilde teklif gelmeyen kimse gibidir.

2) Amelin vasfina yönelik bilgisizlik: Meselâ kişinin taha­ret, namaz veya zekât gibi bir ameli genel hatlarıyla bil­mesi, fakat onun tafsilâtını, kayıtlarım, yanılma vb. gibi üzerine arız olabilecek şeylerin hükümlerini bilmemesi gibi. Tabiî bu halde amelle ilgili ne gibi hükümlerin orta­ya çıkacağını bilmeyecektir.

Her iki şekil ile de ilgili olarak çeşitli hükümler taalluk etmek­tedir ve onları uzun uzadıya burada anlatmak mümkün değildir. Furû kitapları, bu konuda daha Özel bir yere sahiptir.[81] [82]

DOKUZUNCU MESELE:


Avama nisbetle müctehidlerin fetvaları, müctehidlere nisbetle şer´î deliller mesabesindedir.[83]

Bunun delili şudur: Mukallitlere nisbetle delilin bulunup bu­lunmaması arasında fark yoktur. Çünkü onlar delillerden hiçbirşey anlamayacaklardır. Deliller üzerinde değerlendirme yapmak ve on­lardan hüküm çıkarmak onların yapabileceği birşey değildir. Böyle bir davranışa girmeleri onlar için asla caiz de değildir. Bu konuda Allah Teâlâ: "Eğer bilmiyorsanız bilenlere (zikir ehline) sorun[84] buyurmaktadır. Mukallid, bilgi sahibi olmayandır. Dolayısıyla onun yapacağı tek şey, erbabına sormaktan (ve bu yolla mükellefi­yetlerini öğrenmekten) başka birşey değildir. Dinî konularda, baş­vuracağı merci mutlak anlamda onlardır. Şu halde din âlimleri (müctehidler), mukallide nisbetle Sâri´ makamında bulunmaktadır­lar, onların sözleri yani fetvaları da, Şâri´in (hitabı) makamına kâim olmaktadır.

Sonra, müftînin bulunmaması yükümlülüğü düşürdüğüne gö­re, bu delilin bulunmaması haline müsavi olmaktadır. Zira delilsiz hiçbir teklif bulunmamaktadır. Amele dair bir delil bulunmayınca, onunla yükümlülük de düşer (sabit olmaz). Aynı şekilde amel hakkında sual edebilecek bir müftînin bulunmaması halinde de, kişi onunla yükümlü olmaz. Bu da gösterir ki müctehidin görüşü (fetvası) içtihada ehil olmayan sıradan kimselerin (ammînin) delili­dir. Allah´u a´lem!

İctihâd bölümüyle ilgili iki ek bulunmaktadır:

1) Müctehid nazarında delillerin tearuzu ve onlardan birini di­ğerine tercih etmesi.

2) Suâl ve cevap ile ilgili hükümler. [85]


[1] Yani ya o mesele hakkında sorar ve deliline de vakıf olmak ister. Böylece kalbinin tatmin olmasını amaçlar. Yahut da sadece amel edebilecek kada­rını (deliline gerek duymaksızın) sorar ve böylece kulluk görevini yerine getirmeye çalışır. Ama mutlaka sorar. Çünkü kulluk icrasının iki yolu vardır: a) Ictihad ederek kullukta bulunmak, b) Bir müctehide sorarak kullukta bulunmak. Bunun dışında bir başka yol yoktur. Mukallid, müc-tehid olmadığına göre mutlaka sorma yoluna gidecektir.

[2] Bakara 2/282.

[3] Şâtıbi, el-Muvâfakât, İz Yayıncılık: 4/265-266

[4] Yani akıllı bir kimsenin böyle bir davranışa girmesi mümkün gözükme­mektedir.

[5] Yani İctihâd kitabının Üçüncü Mesele´sinde.

[6] Şâtıbi, el-Muvâfakât, İz Yayıncılık: 4/266-267

[7] Bu mânâda tercihe "eşit şeyler arasından birini bazı sebepler dolayısıyla öne çıkarmaktır" denilebilir. (Ç)

[8] Zira onlar, diğer müctehidlerce konulmuş olan görüşlerin de aynen kendi görüşleri gibi muteber olduğunu kabullenirler.

[9]Yani kendi mezhebimizin görüşünü tercih etmek için karşı görüşün kötü taraflarını araştırmaya, onlan karalamaya koyulduğumuzda, onlar da bi­zim kötü taraflarımızı araştırmaya ve ortaya koymaya başlar ve iş bam­başka bir mecraya girer.

[10] Müslim, İman, 145 ; Tirmizî, Birr, 4 ; Ahmed, 2/164. 9 Hddid

[11] Haddizatında yasak olan şeyleri artık siz düşünün.

[12] Bakara 2/104.

[13] En´âm 6/108.

[14] bkz. [2/360].

[15] Al-i Imrân 3/105.

[16] En´âm 6/159.

[17] Ebû Dâvûd, Sünne, H. No: 4671 (4/218).

[18] Bakara 2/253.

[19] İsrâ 17/55.

[20] Buhârî, Enbiyâ, 14 ; Müslim, Fedâil, 168.

[21] Ebû Dâvûd, Sünne, H. No: 4671 (4/218).

[22] Yağ ve et içerisine ekmek doğramak suretiyle yapılan bir yemek çeşidi. (Ç)

[23] Buhârî, Enbiyâ, 32, 46 ; Müslim, Fedâilu´s-sahâbe, 70.

[24] Ebû Dâvûd, Sünne, H. No: 4672 (4/218).

[25] Buhârî, Enbiyâ, 3 ; Müslim, îmân, 327 ; Ebû Dâvûd, Sünne, 13.

[26] Yani her iki hadiste de bu açık bir şekilde ortaya konmaktadır. Birincisi Hz. İbrahim´in bütün insanlardan üstün olduğunu, ikincisi ise son pey­gamber Rasûlullah´m (s.a.) bütün Ademoğullannın efendisi olduğunu be­lirtmektedir. Bu yüzden de aralarında müellifin de dediği gibi tearuz var­dır. Ancak hadisler üstünlük bakımından ayırımın olacağını açıkça ifade etmektedir.

[27] Buhârî, Fedâilu ashâbi´n-Nebî, I ; Müslim, Fedâilu´s-sahâbe, 210.

[28] Buhârî, Menâkıbul-Ensâr, 7 ; Müslim, Fedâil, 10.

[29] Tirmizî, Menâkıb, 32 ; tbn Mâce, Mukaddime, 11. Tirmizî´nin rivayetinde Hz. Osman´dan sonra "en üstünleri Ali´dir" ifadesi vardır.

[30] Yani Abdullah b. Mesûd´dan.

[31] Tirmizî, Menâkıb, 16 ; İbn Mâce, Mukaddime, 11.

[32] Ebû Dâvûd, Sünne, H. No: 4671 (4/218).

[33] Şâtıbi, el-Muvâfakât, İz Yayıncılık: 4/267-274

[34] Fâtır 35/28.

[35] Bir önceki yönden farkı pek açık değildir.

[36] Yani emredilen şeyin bizzat kendisi değil de onun yerine ikame edilebile­cek başka birşey de işlenmiş olabilir. (Ç)

[37] Teb´îz için olan "mîn" harfi ile "minhu" şeklinde. Yani "onu" değil de "on­dan bir kısmını..." (Ç)

[38] Daha önce geçmişti.

[39] Yani yasaklara daha çok riayet eden müftînin fetvasının, emirlere daha çok riayet eden müftînin fetvasından daha fazla dikkate alınacağına bir

işaret olur. (C)

[40] Şâtıbi, el-Muvâfakât, İz Yayıncılık: 4/274-277

[41] Yani, tâbi olunan kişinin işlemiş olduğu fiilin dinî mahiyetli olduğu ya atanma yoluyla belirlenmiş olur. Ya da yaşantısından çıkarılan karineler yoluyla işlediği fiilîn dinî mahiyetli olduğu sonucuna varılır. (Ç)

[42] Yani tâbi olunan kimsenin işlediği fiilin dinî mahiyetli olduğunun belir­memiş olması hali. (Ç)

[43] Yani fiili dünyevî olma ihtimaline rağmen taabbudî olarak alması söz ko­nusu olur. Bunun ancak masum olan peygamberden taabbud kasdmın ke­sin tarzda bulunduğunu anlamamış olması halinde olabileceği söylenmiş­tir.

[44] Yani a şıkkında: (Ç)

[45] Meselâ, mesctdde cemaatle teravih namazını kılmaları gibi.

[46] Yani taabbud niyetim ilave kısmı.

[47] Mümkün olmaması halinde ise ihtilâfa mahal kalmayıp, ilga edilmesi ta­ayyün eder.

[48] Yani, bu ihtimal güçlü bir ihtimaldir ve mücerred uyan kimsenin uyduğu kimse hakkında ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes