> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Usulü Fıkıh Eserleri > El- Muvafakat - Şatibi > Hükümler Kitabı
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Hükümler Kitabı  (Okunma Sayısı 1934 defa)
27 Eylül 2010, 00:38:05
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 27 Eylül 2010, 00:38:05 »



Hükümler Kitabı

Şer´î Hükümler

Birinci Mesele:


Mübâh:


(tercihe bırakılıp) ne terki ne de işlenmesi istenmeyen şeydir. Mâbâhın terkinin matlûp olmamasına şu hususlar delâlet etmektedir.

1. Sâri´ katında mubah, işlenmesi ve terkedilmesi arasında mu­hayyer kalman ve bundan dolayı da ne işlenmesi ne de terki durumunda bir övgü ya da yergi bulunmayan şeydir. Şer´an bunlar arasında eşitlik bulunduğuna ve mükellef işleme ya da terki arasında muhayyer kılındığına göre, onu terkeden kimsenin itâaatinden söz etmek mümkün olmayacaktır. Çünkü itaat ancak taleple birlikte düşünülebilir. Talep yok­sa itaat da yoktur.

2. Mübâh, her birinin terkinin matlûp olmaması açısindan vâcib ve mendûbla aynıdır. Vâcible mendûbu terkeden kim­senin, onu terk sebebiyle şer´an itaatkâr sayılması mümkün değildir. Çünkü sâri´ onlann terkini istememiştir. Dolayısıy­la aynı şekilde mübâhı terkeden kimse de şer´an itaat göster­miş olmaz.

İtiraz: Vâcible mendûb mubahtan farklıdırlar. Çünkü onların işlenilmeleri matlûptur, dolayısıyla terk talebini engelleyici durum (muarız) bulunmaktadır. Mübâh ise böyle değildir. Çünkü mubahta, onun terkini talep karşısında bir (engel) muarız bulunmamaktadır.

Cevap: Mubahta da, onun terkini talep karşısında engel bulun­maktadır. O da terk konusunda seçimli bırakmadır. Bu itibarla, bizzat terk talebiyle o konuda seçimli kılma arasını birleştirmek (cem) müm­kün değildir.

3. Mubahta, işlenmekle terkin eşitliği şer´an sâbittir.bu du­rumda eğer mübâhı terkeden kimsenin itaat göstermiş olması olsaydı, o takdirde onu işleyen kimsenin de itaat göstermiş olması caiz olurdu. Çünkü mubaha nisbetle her ikisi de eşittir. Bu netice ise ittifakla sahih değildir. Haddi­zatında da makûl bulunmamaktadır.[1]

4. İcmâ ile sabittir ki, mubahın terkini nezreden kimseye, o mubahın terki suretiyle nezrinin gereğini yerine getirmesi gerekmemektedir. Mubahın terkini nezreden ile işlenmesini nezredenin durumu aynıdır. Hadiste: "kim ALLAH´a itaat et­meyi nezretmişse, o´na itaat etsin."[2]buyrulmuştur. Eğer mubahın terki tâat olsaydı, o zaman nezirle yerine getirilme­si gerekirdi. Oysa ki, bu tür nezirler bağlayıcı değildir. Bu da onun itaat olmadığını gösterir. Hadiste vârid olduğuna göre bir adam ayakta durarak, gölgelenmeden oruç tutacağına dâir nezirde bulunmuştu. Hz. Peygamber kendisi­ne, oturmasını, gölgelenmesini, orucunu da tamamlamasını emretmişti.[3] imâm mâlik: "hz. Peygamber ona ALLAH için tâat olan şeyi tamamlamasını, ALLAH için masiyet olan şeyi de terketmesini emretti." demiş[4] ve böylece mübâ-hın terkini nezretmeyi görüldüğü üzere masiyet telakki et­miştir.

5. Şayet mübâhı işleyen kimse, bu terki sebebiyle itaat içerisin­de olacak olsaydı —ki biz sâri´ katında onu işlemenin de ter-ketmenin de aynı olduğunu ortaya koymuş bulunuyoruz— o takdirde âhirette mübâhı terkeden kimsenin onu işleyen kimseden daha üst derecede olması gerekirdi. Bu netice ke­sinlikle bâtıldır. Çünkü ittifakla kaide olarak[5] belirlenmiştir

Âhiretteki dünyadaki durum lur. Şayet bütün tantlnr aynı şekilde eyitoihiılfiıdcncnltır di hep aynı olurdu. Mubahın işlenmesiyle -dilmi´si huzurunda eşittir. Dolayısıyla da onu yapan ya da lerk kimsenin tâatte eşit olduklarını varsaydjğımı/dıı alı ıro derecelerin de eşitolması gerekir. İşleyen kimsenin doğil dt terkeden kimsenin tâat içerisinde olduğunun kabûlu notiot* ainde ise, terkedenin işleyenden derece itibarıyla daha üatttii olması lâzım gelir. Bu ise muhaldir ve şeriatın getirdikleriyle ters düşer. Aksi takdirde kişinin kendi nefsine mübâhı terk suretiyle zulmetmesi ve bundan da sevap alması gibi (hiçbir kimsenin kail olma´dîğı) bir netice söz konusu olacaktır. Eğer mübâhı terk suretiyle tâat içerisinde olmayacaksa, (o zaman mubahın terki matlûp olmayacaktır; netice itibarıyla da on­dan) burada söz etmeye gerek kalmayacaktır.

6. Eğer mubahın terki itaat olsaydı, o zaman bizzat kendi özel­liklerinden dolayı mubahın şer´î hükümlerden çıkarılması gerekirdi. Bu ise icmâ ile bâtıldır. Bu konuda el-kâbî´nin[6] muhalefeti de söz konusu değildir. Çünkü o mübâhı fiilin kendi açısından değil, sâdece doğurduğu sonuç bakımından nefyetmiştir. Bizim buradaki üzerinde durduğumuz şey ile fiilin kendisi açısından olup, zorunlu olarak doğuracağı so­nuca göre değildir. Yine el-kabî, söylediklerini sâdece muba­hın işlenmesiyle ilgili olarak söylemiştir. Çünkü mubahın iş­lenmesi, bir haramın terkini gerektirmektedir. Terki ise böyle değildir. Zira o (terk) bir vâcib ya da mendûbun işlen­mesini gerektirmemektedir ki vâcib ya da mendûb olsun. De­mek ki, böyle bir görüş mubahın mutlak anlamda ortadan kaldırılmasını gerektirecektir. Bu da ittifakla bâtıldır.

7. Tahkîk erbabına göre ´terk´ de, ihtiyarî fiillerdendir. Dolayı­sıyla mubahın terki, mubahın işlenmesi[7] demek olmaktadır. Yine kaide olarak, hükümlerin fiil ya da terklerle ilişkisi an­cak —inşALLAH ileride de geleceği üzere— maksatlarla[8] ol­maktadır. Bu da terkin, fiil gibi ihtiyara (irâdeye) râci olma­sını gerektirecektir. Eğer mübâhı terkeden kimsenin, bizâtihî terkle tâat içerisinde olması caizse, onu işleyenin de tâat içerisinde olması caiz olacaktır. Bu ise bir tenakuzdur[9] ve muhaldir.

İtiraz: Bütün bunlara çeşitli açılardan itiraz mümkündür.

Mubahın işlenmesi birçok zararlara sebeptir. Bunları şöy­le sıralayabiliriz:


A) Mubahla uğraşıldığı zaman dünyada hayırlı ameller işlemek gibi daha önemli şeylerden geri kalınır ve bu durum pek çok tâatten alıkor.

B) Mubahın işlenmesi insanı vâciblerle uğraşmaktan alıkoyma­ya ve yasak olan şeylere götürmeye sebeptir. Çünkü dünyâ nimetle­rinden istifâdenin şarabın verdiği sarhoşluk gibi bir büyüsü vardır. Bu nimetlerden bir kısmı, diğerini çeker; neticede de sahibini helake atar. ALLAH korusun!

C) Şeriat dünyayı ve onun lezzetlerine dalmayı zemmetmiştir. Mesela âyetlerde şöyle buyrulmuştur: "dünyadaki hayatınızda sizin için güzel olan her şeyi harcadınız, onların zevkini sürdünüz; ama bu­gün, yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızın ve yoldan çıkmanızın karşılığında alçaltıcı bir azâb göreceksiniz.[10]"dünya hayatı­nı ve güzelliklerini isteyenlere, orada işlediklerinin karşılığını tasta­mam veririz; onlar orada bir eksikliğe de uğratılmazlar. İşte âhirette onlara ateşten başka bir şey yoktur. İşledikleri şeyler orada boşa git­miştir. Zâten yapmakta oldukları da bâtıldır.[11] bir hadisinde de hz. Peygamber şöyle buyurur: "sizin hakkınızda en çok korktu­ğum şey, dünyanın sizden öncekilere kapılarını açtığı gibi, size de aç­masıdır.[12] bu hadiste "şüphesiz baharın bitirdiği her nebat şişkin­likten ya öldürür ya da ölüme yaklaştırır..." ifâdesi de bulunmakta­dır. Bu husus kitâb ve sünnette meşhurdur ve konuyla ilgili pek çok delil vardır. Bu da mubahın terkini istemeye yeterlidir. Çünkü bu dünyevî bir husustur ve" mübâh olması açısından âhiretle ilgisi yok­tur.

D) Mubahın işlunmori durumunda âhirette uzun birheiaba mâ­ruz kalma söz konusudur. Haberde "onun (malın) helâli hitap; ha­ramı ise azâbtır."[13] denilmiştir. Seleften bazıları da kendilerine alma­ları için bir şey getirildiğinde: "onun hesabını benden uzaklaştırınız." derlermiş. Akıllı olan kimse, uzun süre hesap vermenin bir nevi azab olduğunu, mahşerden bir an evvel cennete ulaşmanın en büyük amaç­lardan biri olduğunu bilir. Mübâh isejju amacın önüne geçmektedir. Şu halde onun terki şer´an daha üstündür. Şer´an terki daha üstün olan şeyin terki de tâattir; öyleyse mubahın terki de tâattir.

Cevap: Mübâhı işlemenin zararlara vesile olduğu iddiasının çe­şitli açılardan bir dayanağı yoktur:

1. Asıl mevzumuz, fiilin iki tarafı da (yani yapılması ya da terke-dilmesi) eşit olması anlamında olan mubah hakkında olup, başka bir duruma vesile (zerîa) olmasıyla ilgili değildir. Zira mübâh yasak olan bir şeye götürüyorsa, o zaman mübâh olduğu için değil de "sedd-i zerîa" kabilinden olmak üzere yasaklanır. "biz hakkında bir sakınca olmayan şeyleri, sakınca bulunan şeyler sebebiyle terkederdik."[14] şek­lindeki merfû olarak da zikredilen sözü işte bu mânâya yormak gere­kir. Bu konuda vârid olan diğer deliller de aynı şekilde değerlendirilir dünyanın zemmedilmesi sâdece yükümlülükleri ihmâl ve terke vesile (zerîa) olur endişesiyledir.

Keza mübâhm öncesinde, sonrasında ya da bitişiğinde, o şeyi mübâhlıktan çıkaran durumlar olabilir. Mesela zekâtı verilmeyen mal, ihtiyacı karşılamak için tutulmakla birlikte, üzerine taalluk eden ALLAH hakkı unutulan at vb.... Gibi.

2. Biz mubahın işlenilmesinin bir vesile olduğu nokta-i nazarın­dan konuya yaklaştığımızda da, onun terkinin mutlak anlamda daha üstün olmadığını, aksine bu açıdan da mubahın üç kısma ayrıldığını görürüz:

A) İşlenmesiyasakolanbirşeyevesile(zerîa)olankısım.buaçı-dan mübâhm da terki istenir.

B) Emredilen bir şeye vesile olan kısım: âhiretle ilgili konularda kendisinden yararlanılan hususlar gibi. Meselâ hadiste:"salih insan için hayırlı mal ne güzeldir...´[15]buyrulmuştur. Yine hadiste, sahabenin: "yâ rasûlallah! Varlık sahipleri sevapları, yüce makamları ve cennet nimetlerini alıp götür­düler. .." şeklindeki serzenişlerine hz. Peygamber "varlıkAllah´ın bir lutfudur;dilediğine verir..." [16]buyurma­sı bu kısma örnek teşkil eder. Dahası kişinin ailesiyle olan cinsî münâsebetinde —şehvetini gideriyor da olsa— sevap bulunduğunu, çünkü onu haramdan alıkoyacağını belirten hadisler vardır. Daha başka benzeri haberler çoktur. Çünkü madem ki, bunlar emrolunan konular için birer vesiledirler, elbette ki onların hüküm...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 27 Eylül 2010, 00:40:26 Gönderen: Ayten »
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Hükümler Kitabı
« Posted on: 19 Nisan 2024, 19:36:00 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Hükümler Kitabı rüya tabiri,Hükümler Kitabı mekke canlı, Hükümler Kitabı kabe canlı yayın, Hükümler Kitabı Üç boyutlu kuran oku Hükümler Kitabı kuran ı kerim, Hükümler Kitabı peygamber kıssaları,Hükümler Kitabı ilitam ders soruları, Hükümler Kitabıönlisans arapça,
Logged
27 Eylül 2010, 00:43:57
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 27 Eylül 2010, 00:43:57 »

3. Terk ya da işlenmesi tercihe bırakılan bir şeye yani kendisi gi­bi başka bir mübâha hizmet eden mübâh.

4. Bunlardan birisi altına girmeyen mübâh.

1. Kısım, cüz olarak ele alındığında mübâh, külliyen ele alındı­ğında da işlenmesi matlûptur (mendûb ya da vâcib düzeyinde).

2. Kısım, cüz olarak ele alındığında mübâh, küll olarak ele alındı­ğında ise terki matlûptur (mekruh ya da haram düzeyinde). Buradaki terkten maksat, o şey üzerinde müdavim olmak demektir. Bunların cüz´î olarak işlenmeleri mübâh olmakla birlikte, küllî olarak ele alındıklurında yani devamlı olarak işlenmeleri durumunda yasaklanmışlardır.

3. Ve 4. Kısımlar da, 2. Kısmın hükmünü alırlar.

Bu son cümlenin mânâsı şudur: mübâh görüldüğü üzere, eğer bir başkasına hizmet ediyor ise, hizmet ettiği şeye nis*betle hüküm almak­tadır. Burada hizmet bazan mubahın terki tarafında bulunur. Mesela mesire yerlerinde devamlı[78] gezinmeyi, kuş sesi ve mûsikî dinlemeyi terketmek gibi. Bunlar matlûp bulunmaktadır. Bazan da hizmet, mü-bâhın işlenmesi tarafında bulunur; temiz ve helâl olan şeylerden fay­dalanmak gibi. Çünkü, israf olmamak kaydıyla bunlardan imkân nis-betinde faydalanmak matlûp bulunmaktadır. Çünkü bunlar zarûriy-yâttan olan ve matlûp bulunan nefsin korunması prensibinin yerine getirilmesine hizmet etmektedir. Mubahın terki matlûp olan şeye hadim olması durumu ise bunun aksinedir; çünkü bu durumda mübâ-hın işlenmesi zarûriyyâttan olan esaslarla zıtlık teşkil´etmekte, onlar­la uğraşmaktan insanı alıkoymaktadır.

Bir başka mübâha hizmet eden mübâh da bunun (yani ikinci gru­bun) hükmündedir. Dördüncüye gelince, mubahın itibara alınacak herhangi bir şeye hizmeti olmuyorsa, onun işlenmesi sağduyu sahip­lerince abesle iştigal ya da o mânâda bir şey olur; dolayısıyla o da, terki matlûp bir hal alır. Çünkü bu durumda mubahın işlenmesi ne dünyevî ne de uhrevî bir maslahat teminine yönelik olmaksızın vaktin öldürül­mesinden başka bir şeye katkısı bulunmamaktadır. Şu halde o, terki matlûp olan bir şeye hadim durumundadır. Neticede de küll açısından ele alındığında terki matlûp olur. Üçüncü kısım da dördüncünün aynı­sıdır. Çünkü o da (neticede terki matlûp olan bir şeye) hizmet etmekte­dir; dolayısıyla onun da terki matlûp hal alır.

Özetle diyebiliriz ki, her mübâh mutlak surette mübâh de­ğildir; onun mübâhhğı sadece cüz olarak ele alınması duru­munda söz konusudur. Küll olarak ele alınması durumunda ise işlenmesi matlûp, ya da terki matlûp bir hal almaktadır.

İtiraz: Getirilen bu izah, daha önce ortaya konulan "mubahın terk ve işlenme taraflarının eşit olduğu" esasını bozmaz mı

Cevap: Hayır! Çünkü daha önce sözkonusu edilen şey haricî un­surlara iltifat edilmeksizin, mübâhm bizâtihî kendisi idi. Burada ise mübâh haricî unsurlar göz önünde bulundurularak ele alınmaktadır.eğer bizatihi mubahın kendisine bakılırsa, o burada "cüz itibarıyla mübâh" diye isimlendirilen şey olmaktadır. Haricî unsurlar açısından bakıldığında da o, burada "küll olarak (işlenmesi ya da terki) matlûp" diye nitelendirilen netice ortaya çıkmaktadır. Meselâ, diyelim ki şu güzel elbisenin giyilmesi mubahtır ve sâri´ nazarında onun giyilme-siyle giyilmemesi arasında bir fark yoktur. Şâri´in bu ikisinden birisi doğrultusunda bir kasdı bulunmamaktadır. Meseleye bizatihi muba­hın kendisine sırf mübâh olması açısından bakıldığında bu netice makûldür ve vâkidir. Ancak konuya, giyinmenin sıcak ve soğuktan koruması, avret yerlerini örtmesi, insanı güzel göstermesi vb. Gibi açı­lardan yaklaşıldığında, elbisenin giyilmesi matlûp bir hal almakta­dır. Bu matlûp olma vasfı ne bu elbiseye, ne de muayyen bir vakte mahsûs değildir. Bu yaklaşım cüz açısından değil, küll açısından ol­maktadır. [79]

Dördüncü mesele

Mübâh hakkında "işlenmesinde bir günah (haraç) yoktur" denil­diğinde —ki bu üçüncü meselede geçen mubahın iki anlamından birisi olmaktadır— bu mânâda mübâh, "işlenmesi ve terki tercihe bırakıl­mış" mânâsı altına girmemektedir. Delilleri:

1.

Biz bu ayırımı, şerîatte bunların tefrik edilmelerine yönelik bir kasdın bulunduğunu gördükten sonra yaptık. Küll olarak işlenmesi matlûp olan kısım, bizzat işlenmeleri ya da terkleri hakkında tercihe bırakma hükmü vârid olan kısımdır. Meselâ şu âyetlerde olduğu gibi: "kadınlarınız sizin tarlanızdır; tarlanıza istediğiniz gibi gelin."[80]... Orada olandan, istediğiniz yerde bol bol yiyin.[81] "şu şehre girin ve orada dilediğiniz gibi bol bol yiyin ... Demiştik."[82] bu hakîkaten bir tercihe bırakmadır. Keza, mutlak surette vâki olan emirler —eğer ibâha içinseler— gerçek anlamda tercihe bırakma mânâsını gerekti­rirler: "ihramdan çıktığınız zaman avlanın.[83] "namaz bitince yeryüzüne yaydın; ALLAH´ın lutfundan nzık isteyin.[84] "verdiğimiz rızıfa ların iyi ve güzel olanlarından yiyin.[85] ve buna benzer âyetler, bun­ların, çeşitli şekillerde ortaya konma imkanları bulunmakla birlikte mutlak surette mübâh kılınmaları —aksine bir delîl bulunmadıkça— o şekiller arasında bir tercih sözkonusu olduğunda açıktır.

Küllî olarak terki matlûp olan kısma gelince, bukısımda ştırîntın gerçek anlamda tercihe bırakmaya «lelâlet edecek bir q,ass getirdiği n i bilmiyoruz. Aksine bunlar hakkında ya sükût geçilmiş (meskûüııı anh) ya da bazısına sarîh tercihe bırakma hükmünden çıkaracak bir ifade ile işarette bulunulmuşlardır. Meselâ dünyanın, ona meyledon kimselerin kötülenmesi sadedinde "oyun ve eğlence" olarak isimlendi­rilmesi gibi. Böyle bir üslûp eğlencenin işlenmesi ve terki arasında as­lında tercihin bulunmadığını ihsas ettirmektedir. Bu meyandâ gelen âyetlerden bazıları şöyle: "onlar bir kazanç veya bir eğlence gördükle­rinde, seni ayakta bırakarak oraya yöneldiler.[86] buradaki eğlence­den maksat (kervanın gelişini bildiren) davul ya da onun gibi bir goy. Dir. "insanlar arasında bir kısmı vardır ki, gerçeği boş sözle değişir­ler...[87] daha önce de geçtiği üzere, ashab biraz sıkılmış ve:

—Yâ rasûlallah! Bize (kur´ân haricinde) bir şeyler anlat; demiş-lerdi de, bunun üzerine "ALLAH, sözlerin en güzelini indirmiştir."[88] ayeti inmişti. Hadiste de "bütün eğlencelerin bâtıl olduğu"[89]ifâde edil­miştir. Bu ve buna benzer tercih kavramı ile birlikte düşünülmedi im kanı olmayan daha başka ifâdeler bulunmaktadır. Şimdi, şerîatte bu gibi şeylerden bazılarına belli bir hale mahsûs olmak üzere izin verilmişse[90] veya bazı vakitlerde ya da bazı hallerde müsamaha (tole­rans) gösterilmişse[91] işte bunlar, "şâri´in sükût geçmiş olduğu şey af-tır.[92] yani affedilen şeylerdendir; şeklindeki başka bir hadis mânâ­sına yormak suretiyle "haracın nefyi" yani bir günahın olmaması mânâsındadırlar. Bu tür şeyler, genelde böyle ifâde edilir ki, bununla onda affedilen bir şey bulunduğu, yahut da o şeyin affa mahal bulun­duğu; ya da âdetin cereyan ettiği hususlarda onun atfedilebileceği ihsas ettirilmiş olur.

Farkın neticesi şudur: mubahın "bir sakınca ve günah yoktur"anlamındaki kullanılış şekli —her ne kadar işlenmesi ya da terki ko­nusunda bazan izin mânâsı çıkarılması lazımsa da[93]— asıl olarak gü­nahın kaldırılmış olduğu mânâsında sarihtir; bu çerçevede lafzın asıl amacı özellikle günahın nefyedilmesidir. Fiile izin verilip verilmediği konusuna gelince, o "vacibin varlığı için gerekli olan şeyin de vâcib olup olmaması" yahut da "bir şeyin emredilmiş olması, zıddının da ya­saklandığı anlamını da içerir mi "; "bir şeyi yasaklamak aynı zaman­da o şeyin zıtlarından birini emretmek midir " konularıyla ilgilidir. Diğerinde ise, bazan fiilden günahın nefyini gerektirse de, tercihe bı­rakma mânâsı sarihtir. Bu kısımda lafızdan gözetilen maksat, husûsiyle tercihe bırakmadır. Günahın kaldırılması konusu ise zikri geçen konularla ilgilidir. Buna şu husus delildir.[94] günahın kaldırıl­ması ifâdesi "kim ka´be´yi hacceder veya umre yaparsa safa ile mer-ve´yi tavaf etmelerinde bir günah (beis) yoktur"[95]âyetinde olduğu gibi bazan vâcible; bazan da "gönlü imanla dolu olduğu halde, zor (teh-dîd) altında kalan kimse müstesna... "[96]âyetinde[97] olduğu gibi men-dûba muhalefetle birlikte kullanılabilir. Eğer bir fiilden günahın kal­dırılmış olması, onun terki ya da işlenmesi konusunda tercihi gerekti­recek olsaydı, vâcible ve mendûba muhalefetle sahih olmaması gere­kirdi. Tercihe bırakıldığı açıkça belirtilen fiiller böyle değildir; çünkü bir fiilin terki caiz olmadan vâcib ya da mendûb olması halinde ya da aksi durumda tercihe başvurmak doğru olmaz.

İkincisi: "tahyîr" (tercihe bırakma) lafzından, o şeyin terk ya da işlenmesi konusunda her iki tarafa da izin verildiğinin bildirilmesine yönelik şâri´in kasdı bulunduğu, her iki tarafın da şâri´in kasdı bakı­mından eşit olduğu anlaşılır. Güçlüğün, yani günahın kaldırılması ko­nusu ise sükût geçilmiş olur.

"günah yoktur"[98] lafzı ise, fiilin işlenmesi durumunda söz konu­su olacak günahın, sıkıntının kaldırılmasına yönelik şâri´in kasdını ifâde eder. O fiile izin verilmiş olup olmaması konusu ise, sükût geçil­miş olur. Mümkündür ki, sâri´ o hususu da kasdetmiş olabilir; ancak o takdirde bu ikinci kasıtla (kasd-ı sânî) olur. Ruhsatlarda olduğu gibi. Çünkü ruhsatlar, inşALLAH ileride de geleceği gibi güçlüğün kaldırılması esâsına râcidir. Bu ikisinden her birisinde tasrîh edilen şey, diğe­rinde sükût geçilmiş olmaktadır. Bu yüzdendir ki, sâri´ vuku bulmu| bir şey hakkında "onda bir güçlük, sıkıntı veya günah yok." anlamın­da dediği zaman, ondan mübâhlık hükmü çıkarılanıas. Çünkü o şey, mübâh olabileceği gibi mekruh da olabilir.[99]çünkü vuku bulduktan sonra mekruh da kabilinden olur. Deliller bahsi okunurken bu husus göz önünde bulundurulmalıdır.

Hakkında "bir beis, bir günah yoktur."tabir olunan bir şeyin mutlak surette yapılması ve terki hakkında tercihin sözko-nusu olmadığını gösteren üçüncü husus:

Hakkında tercih hükmü bulunan şey,...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 27 Eylül 2010, 00:45:58 Gönderen: Ayten »
Kayıtlı

27 Eylül 2010, 00:47:53
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #2 : 27 Eylül 2010, 00:47:53 »

B) Delilin gereğinden kasıtsız olarak ya da tevîl yoluyla çık­mak:

Meselâ ki şi mübâh olduğu inancıyla bir iş işler; çünkü kendisine onun haranılığma ya da mekrûhluğuna dâir olan delîl ulaşmamıştır; yahut da kendisine vâcib ya da mendûb olduğunun delili ulaşmadığı için mübâh itikadıyla bir şeyi terkeder: yeni müslüman olan bir kim­senin şarabın haram olduğunu bilmemesi ve içmesi; guslün farziyeti-ni öğrenmediği için gusül yapmaması gibi. Nitekim ilk zamanlarda ensârın cima sırasında inzal vuku bulmadan sadece sünnet mahalli­nin girmesiyle de guslün yapılması gereğinden haberleri olmamış ve konumuza örnek teşkil edecek bir uygulama yaşanmıştı. Bu tür pek çok şey müctehidler için söz konusu olmuştur. Rivayet edildiğine göre imâm mâlik, abdestte ayak parmaklarının hilalienmesini sünnete uygun bulmazdı ve bunu bir aşırılık sayardı. Sonunda kendisine "hz. Peygamber´in ayaklarını hilallediği"[160] hadisi ulaşmıştı ve görüşünden dönerek hadisin gereğiyle amel etmişti. Keza ebû yûsuf ve imâm mâlik arasında ´müd´ ve ´sâ´ hakkında da böyle durum olmuş­tu da, sonra (ebû yûsuf imâm mâlik´in görüşü doğrultusunda) görü­şünü değiştirmişti.[161]hata ve unutma yoluyla işlenilen muhalefet[162] de bu kı­sımdandır. Bu meyanda rivayet edilen "ümmetimden hata, unutma ve tehdîd (ikrah) altında yapılan şeyler kaldırıldı (yazılmadı)."[163] ha­disi bunu ifâde etmektedir. Hadisin senedi eğer sahîhse ne âlâ, ne gü­zel; değilse bile mânâsı üzerinde ittifak bulunmaktadır. Kasıt bulunsa da, bu konuda hata ve unutma mevkiinde tutulacak bir diğer hususu da, hadiste ifâdesini bulan ´ikrah´yani zorlama ve tehdîd altında yapı- lan işler oluşturmaktadır.

Bundan daha açık olanı, itibar sahibi kimselerin sürçme kabilin­den işledikleri şeyleri affetme konusudur. Çünkü bu gibi insanların yaptıkları kabahatlerin affedilmesi ve işledikleri sürçmelerden ötürü diğer insanlara yapılan muamelelere tabi tutulmaması talebi şerîatte sabit bir husus olmaktadır. Nitekim hadiste "itibar sahihi kimselerin (had cezaları hariç) sürçmelerini affediniz."[164] yine başka benzer bir hadiste: "mürüvvet ve iyi hal sahibi insanları cezalandırmaktan uzak durunuz."[165] buyurulmuştur. Muhammed b. Ebî bekir amr b. Hazm´-m bu doğrultuda uygulamaya gittiği de rivayet edilmiştir. Şöyle ki: hz. Ömer´in sülâlesinden olan bir adam bir başkasının başını yarala­mış ve onu dövmüştü. İbn hazm ona, "sen (hadiste geçen) önemli ve itibarlı kimselerden birisin." diyerek kendisini serbest bırakmıştı. Başka bir haberde de şöyle ifâde edilmiştir: abdulazîz b. Abdullah b. Abdullah b. Ömer b. El-hattâb şöyle der: selâmu´l-berberî adında ya­ralamış olduğum bir kölem, beni ibn hazm´a şikâyetle kısas talebinde bulunmuştu. İbn hazm bana geldi ve:

—Onu yaraladın mı Diye sordu. Ben de: —evet! Dedim. O şöyle dedi:

—Teyzem amra´dan işittim: hz. Âişe, hz. Peygamber´in

İtibar sahihi kimselerin sürçmelerini affediniz." buyurdu­ğunu söylemiş. Sonra ibn hazm adamı serbest bırakmış ve cezalan­dırmamış tır.

Bu aynı zamanda izzet sahibi yüce Allah´ın da sünnetinden ol­maktadır. Çünkü bir âyette: "Allah iyi davrananlara, —Ufak tefek kabahatleri bir yana—büyük günahlardan ve hayasızlıklardan kaçı­nanlara işlediklerinden daha iyisiyle karşılığını verir."[166] buyrul-muştur. Ancak âyet uhrevî hükümlerle ilgilidir. Bizim burada sözünü ettiğimiz ´afv´ ise dünyevî ahkâmla ilgilidir.[167]şüphe sebebiyle hadlerin düşürülmesi de bu nev´e yakın ol­maktadır. Çünkü hadlerin ikâmesi konusunda delil, zan mertebesin­de olmak üzere kâim bulunmaktadır. Bununla birlikte zayıf da olsa bir şüphe arız olduğunda, bu şüphenin hükmü galebe çalarak hadde maruz kalan kimseyi ´afv´ kapsamı altına sokmaktadır.[168] hadlerin şüphe ile düşürülmesi sahası, tevîl yoluyla delile muhalefette bulun­mak kısmından da sayılabilir ki, o da bu ikinci neviden olmaktadır.[169]delilden haberdar olmakla birlikte, tevil yoluyla ona muhalefet­te bulunmaya misal olarak da içki hakkındaki "inananlara ve yararlı iş işleyenlere —sakınırlar, inanırlar, yararlı işler işlerler, sonra ha­ramdan sakınıp iyilik yaparlarsa— tatmış olduklarından dolayı bir sorumluluk yoktur."[170] âyetinin yorumu hakkında cereyan eden şu olayı vermek istiyoruz: kudâme b. Mazûn, hz. Ömer´e:

—Eğer ben içti isem, sen bana had tatbik edemezsin! Demiş. Hz. Ömer de niye diye sorunca:

—Çünkü yüce Allah: "inananlara ve yararlı iş işleyenlere tat­mış olduklarından dolayı bir sorumluluk yoktur." buyuruyor demiş. Hz. Ömer kendisine:

—Ey kudâme! Şüphesiz sen yanlış tevilde bulundun. Eğer sen takvalı davransaydın, Allah´ın haram kıldığından da sakınırdın; diye karşılık vermiştir. El-kâdî ismail şöyle demiştir: sanki o, bu durum daha önce geçen içki içmeden doğacak günahlara keffâret olur demek istemiştir. Çünkü o, takva sahibi olan, inanan ve sâlih ameller işleyen bir kimse idi ve yorumda hata etmişti, içkiyi helâl görenin durumu ise hz. Ali hadisinde olduğu gibi böyle değildir. Kudâme hadisinde ona had vurulduğundan söz edilmemiştir.

(mâliki) mezhebinde mevcut bulunan bir örnek de şudur: özür sahibi bir kadın (müstehâza), özürlü bulunduğu süre içerisinde na­mazlarını bilgisizliğine binâen kılmasa, bu süre içerisinde terketmiş olduğu namazlarını kaza etmesi gerekmez. Muhtasaru mâ leyse fi´1-muhtasar´da şöyle denilir: özür sahibi kadınla lohusa kadının gördüğü kan uzasa da lohusa üç ay, özür sahibi kadın da bir ay boyun­ca namaz kalmasa, eğer gördükleri kandan dolayı namaz kılınmaz şeklinde kendilerince bir yorum yapmışlarsa, geçen sürenin namazla­rını kaza etmezler. Özür sahibi kadın hakkında "normalde hayıza tekabül eden günlerinden sonra kısa bir süre namazını kılmamışsa, [173] onları iade eder, fakat uzun süre kılmamışsa onları vâcib olmak üzere kaza etmesi gerekmez." de denilmiştir. Ebû zeyd de imâm mâlik´ten: "özürlükadın, ihtiyat gününden sonra, namazlarım kendisine gerek­liliğini bilmediği için kılmamışsa. O günlerin namazlarını kaza et­mez." şeklinde işitmiş tir. İbnu´l-kâsım, bu durumda kadının namaz­larını kaza etmesini müstahab bulmuştur.

Bütün bunlar, bilgisizlikten ya da yapılan bir yorumdan dolayı delile muhalefet olmaktadır ve bunlar ´afv kabilinden sayılmışlardır.

Yine bu kabilden olmak üzere şunları da misal olarak vermek mümkündür: yolcu fecir vaktinden önce memleketine dönmüştür ve güneşin batmasından önce dönmeyen kimse için orucun farz olacağını zannetmemektedir. Keza, hayız gören bir kadın fecir vaktinden önce temizlenmiştir; fakat oruç tutabilmesi için güneş batmadan önce te­mizlenmiş olması gerektiğini zannetmektedir. Burada her ikisi için de keffâret söz konusu değildir. Her ne kadar delile muhalefet varsa da, kendilerince bir yorumu bulunmaktadır. Burada keffâretin düşürül­mesi işte ´afv mânâsında olmaktadır.

C) Re´sen hükmü sükût geçilen şeyi işlemek:

Hakkında sükût geçilen şeyle amelde bulunmak nev´ine gelince bu konu üzerinde biraz durmak gerekmektedir. Çünkü bazı vak´ala-rın Allah´ın hükmünden hâlî olmaları ihtilaflı bir konudur. Hâlî olabi­leceği görüşünü esas aldığımızda bir problem çıkmaz. "şâri´in sükût geçmiş olduğu şey aftır."[171]hadisiyle daha önce geçen benzer delillerin gereği de bu olmaktadır. Diğer görüşe göre ise, hadîs bir problem ar-zetmektedir. Çünkü hiçbir şekilde "meskûtun anh" yani hakkında sükût geçilen bir şey yoktur. Aksine her şey ya nassla ya da kıyasla be­lirlenmiştir. Kıyas da şer´î deliller cümlesindendir ve hiçbir yeni olay yoktur ki, şerîatte ona dair bir hüküm mahalli bulunmasın; bu müm­kün değildir. Dolayısıyla da "meskûtun anh" yani hakkında sükût ge­çilmiş bir şey yoktur.

Bu görüşe göre sükûtun şu şekillere hamledilmesi mümkündür:

1) Muhtemel bir gerekçe bulunmasına rağmen tafsile gitmeye­rek sükût etmek.

2) Istishâba hamlederek carî olan âdetler hakkında sükût et­mek.

3) Daha önceden hz :ibrahim şeriatından alınan amel­ler hakkında sükût etmek.

Birincisine örnek: Önce şu âyete bakalım: "kendilerine kitâb verilenlerin yiyecekleri sizin için helâldir."[172] bu âyetin umûmu zahir manâsıyla, müslümanlara onların bayram günleri ve mabedleri için kestikleri hayvanların etlerinin de helâl olduğunu gösterir. Bu açıdan mânâya bakıldığında problem doğar. Çünkü bayram günleri için kes­tikleri hayvanlarında, islâm ahkâmıyla bağdaşmayacak ek bir husus daha bulunmaktadır. Dolayısıyla bunun üzerinde durmayı gerektirici bir sebep bulunmaktadır. Ancakmekhûl´e bu durum sorul­duğu zaman o: "sen ye! Allah onların ne dediklerini biliyor ve o bize onların boğazladıkları hayvanların yenilmesini helâl kılmıştır." şek­linde cevap vermiştir. —Allahua´lem— oşunudemekistemiştir: her ne kadar o hayvanların yenilmesine ters düşen bu özel durum varsa da âyetin umûmu tahsis edilmemiştir. Allah bunun gereğini ve bu özel durumun âyetin umûmu altına gireceğini biliyordu. Bununla birlikte o, onların boğazladıkları hayvanların böyle arızî durum olanını da ol­mayanını da helâl kılmıştır; ancak bu onların helâlliğine aykırı gözüken bu özel durumun affı hükmüyle olmuştur. Hz. Peygamber´in şu sözleri de bu mânâya işaret olmaktadır: "Allah bazı şeyler hakkında da, unuttuğundan değil, size olan merhametinden dolayı sükut etmiştir (afi)). Onları deşelemeyiniz." [173] keza hac hakkındaki "her sene mi yâ rasûlallah! " sorusuna verdikleri cevapla ilgili hadîsi de bu şekildedir. Çünkü lafza itibar onun ömür boyu için yeterli olduğu intibaını vermektedir. Bu yüzden hz. Peygamber onun so­rusundan hoşlanmamış ve ona bu gibi şeyler hakkında soru sorma­mak gereğinin sebebini açıklamıştır.[174] yine: "en büyük cürüm işle­yen insan, haram olmayan bir şey hakkında soru soran ve bu sorusu yüzünden o şeyin haram kılınmasına sebep olan kimsedir."[175] hadisi de bu kabildendir. Çünkü haram olmayan bir şeyden suâl edilmesi ve sonra bu soru yüzünden o şeyin haram kılınması çoğu kez, sadece o şeyin haramlığını g...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

27 Eylül 2010, 00:49:04
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #3 : 27 Eylül 2010, 00:49:04 »

Tkkllrl hükümler

[19] Araf,7/6

[20]Buhârî, savm 51; edeb 86; tirmizî, zühd 64.

[21] Bir önceki ay m hadis. Şu kadar var ki, onun evvelinde "şüphesiz senin rab-binin üzerinde hakkı vardır." kısmı bulunmamaktadır.

[22] Rahman, 55/10 Vd.

[23] Nahl, 16/14.

[24] Câsiye,45/13.

[25] A´râf, 7/32.

[26] İnşikâk, 84/8.

[27] Buhârî, tefsîr 84/1; ahmed, 6/206.

[28] Araf, 7/6.

[29] Bu iki vasfa sahip insanlar arasında söz konusu edilen üstünlük sâlih amel­ler açısındandır; bizzat bu vasıflarından dolayı değildir. Kitabın sonunda "tearuz ve tercih" bahsinde bununla ilgili müellife ait güzel bir bahis gele­cektir

[30] Bkz. Buhârî, salât 14; müslim, mesâcid 61-63; ebû dâvûd, salât 163; ah-med, 6/37....

[31] Bkz. Buhârî, imân 1.

[32] Birinci, üçüncü, altıncı ve yedinci delilin bir şıkkı bu doğrultudadır.



[34] Bakara, 2/168.

[35] Bakara, 2/172.

[36] Mü´minûn, 23/51.

[37] A´râf, 7/32.

[38] Bkz. Müslim, Salâtu´l-Müsâfirîn

[39] Ahmed, 2/108.

[40] Nisa, 4/25.

[41] Sünnî talak, nasıl boşanılacağı, boşama sırasında nelere riâyet edileceği sünnet tarafından belirlenen talak şeklidir. Bidî talak ise mübâh olmadığı için onu misal vermemiştir.

[42] Ebû üâvûd, talâk 3; ibn mâce, talâk 1. Hadis zayıf bulunmamıştır, bkz. Aclûnî, keşfu´1-hafâ, 1/28

[43] Bakara, 2/229.

[44] Bakara, 2/230.

[45] Talâk, 65/1.

[46] Bakara, 2/231.

[47] Bkz. Buhârî, isti´zân 52; tirmizî, fedâilu´l-cihâd 11; ibn mâce, cihâd 19; ah-med, 4/144.

[48] Talak, zarurî ve küllî olan neslin ikâmesini temin eden nikahın terkine hiz­met etmektedir. Aynı şekilde talak küllî ve hâcî bir aslı yıkan şeye de hizmet etmektedir. Nitekim müellif söyleyecektir.

[49] İsrâ, 17/37.

[50] Bkz.buhârî,isti´zân52;tirmizî,fedâilu´l-cihâdll;ibnmâce,cihâdl9;ah-med, 4/144.

[51] Müellif burada cihâdı tekmîlî asıllardan olarak göstermiştir. İleride "me-kâsıd" bahsinde de zarûriyyâttan gösterecektir. Aralarında bir çelişki bu­lunmamaktadır; çünkü duruma göre cihâd zarûriyyâttan Olur, Duruma göre de mükemmil unsur olabilir. Meselâ her tarafı kargaşa ve fesat alır götürür, can ve dîn güvenliği kalmazsa cihâd z arûrî bir hal alır; böyle değilse mükem­mil unsur şeklinde düşünülür.

[52] Bu cümle şimdiye kadar ortaya konulan problemler ve verilen cevapların hâsılası olmaktadır.

[53] Şatibi, el-muvafakat islami ilimler metodolojisi, iz yayıncılık. 1/101-120

[54] Bunlar bazan vâcib, mendûb ya da mekruh da olabilirler. Meselâ işlenmele­rini zarûrîya da hâcî bir hususun gerektirmesi durumunda bunlar vâcib; gü­zel örf ve âdetin gerektirdiği bir şey ise mendûb; onların ihlâlini gerektiren bir şeyse —israf gibi— mekruh vasıflarını alırlar.

[55] Buradaki sözünden anlaşılan, tek bir şahsa göre mubahın küll açısından ele alındığında mendûb hükmünü almasıdır. Bu paragrafın sonunda ise "işte böylece bütün insanlar onu terketseler, o takdirde mekruh olurdu." sözüyle de, sankî kifâî bir talep olduğunu, dolayısıyla bazılar işlediği takdirde diğer­lerinden talebin düşeceğini belirten bir ifâde kullanmıştır. Muhtemelen ko­nuyu birinci sözü doğrultusunda anlamak gerekmektedir. İleride gelecek "keza insanın bunları bazı durum ve zamanlarda terketmesi veya sadece ba­zı insanların terketmeleri de caizdir, "sözü de bunu desteklemektedir.

[56] Buhârî, salât 9; neseî, zekât 40; muvatta, libâs 3.

[57] Müslim, îmânl47; ibn mâce, duâ 10; ahmed, 4/133 ...

[58] Bakara, 2/275

[59] Mâide, 5/96.

[60] Mâide, 5/1.

[61] Tabiî yeme ve içme dışında kalan şeyleri.

[62] Bu ve bundan sonrasını sadece tek şahsa nisbetle ele almıştır.

[63] Ya ezan, ikâmet gibi kifâî, ya da diğer misaller gibi aynî vâcib olurlar.

[64] Bkz. Buhâri, ezan 29, 34; müslim, mesâcid 251-254; ahmed, 1/394 ...

[65] Ona göre, mubah bir şeyi işlemede devamlılık göstermek, o şeyin küçük gü­nah haline dönüşmesine sebep olabilir.

[66] Bu hadisi burada almasının sebebi, şâri´in terkin tekrarına, hafife alma ve umursamazlık üzerine tertip ettiği hükmün aynısını tertip ettiğini ifâde içindir. Dînî mükellefiyetlerle istihfafta bulunma ve onları önemsememenin ne kadar büyük bir cürüm olduğu bellidir. Böylece hadisin zikri, terkin tekrarı durumunda ortaya çıkacak günahın, bir defa işlenmesi duru­munda söz konusu olandan çok daha büyük olduğuna delâlet etmiş olmakta­dır

[67] Her iki hadis için bkz. Ebû dâvûd, salât 204; tirmizî, cuma 7; neseî, cuma 2; ibn mâce, ikâme 93; muvatta, cuma 20; ahmed, 3/332 ...

[68] Buradaki tekrardan bir fayda çıkmamaktadır. Bu belki de bir tahrif sonucu­dur.

[69] Nasıl ki, mendûb cüz olarak mendûb, küll olarak vâcib oluyordu ise, burada da vâcib küll halinde ele alındığında farz olur. Böylece daha önce mendûb, mübâh ve mekruh için açıklanan yol dışına da çıkmaz. Bunun onlardan ay­rıldığı yer şurasıdır: daha öncekiler küllî olarak ele alındıklarında, cüzî ola­rak ele alınma durumundaki hükümlerinden farklı bir hüküm almaktadır­lar.

[70] Tarifleri için bkz. S. 68´deki dipnotlar.

[71] Tirmizî, tıb 2; ebû dâvûd, tıb 1; ıbn mâce, tıb 1; ahmed, 3/156.

[72] Müslim, sayd 57; ebû dâvûd, edâhî 11...

[73] Yani bu zikri geçen küllî meselelerin kapsamları altına giren cüzlerin az ol­ması ve şümullerinin zayıf bulunması durumunda küllî ve cüzî oluşları ha­linde de hükmün aynı olması görüşü kabul görebilir.

[74] Daha önce de geçtiği gibi, yasak olan şeylerin küllî ya da cüzî oluşlarına göre mertebelerinin farklı olması.

[75] Müslim, ilim 15; neseî, zekât 64; ahmed, 4/357.

[76] Buharı, cımâiz 32; müslim, kasâme 27; ahmed, 1/383 ...

[77] Şatibi, el-muvafakat islami ilimler metodolojisi, iz yayıncılık. 1/121-130

[78] Şayet "devamlı" kaydı olmadan zikretseydi daha tutarlı olurdu. Çünkü mesî-re yerlerinde gezinmemek, kuş sesi dinlememek ... Bunlara müptela olma­nın terkine hizmet etmektedir ve bunların devamlılık üzere işlenmesinin terki matlûptur

[79] Şatibi, el-muvafakat islami ilimler metodolojisi, iz yayıncılık. 1/130-132

[80] Bakara, 2/223.

[81] Bakara, 2/35.

[82] Bakara, 2/58.

[83] Mâide, 5/2.

[84] Cuma, 62/10.

[85] Bakara, 2/57.

[86] Cuma, 62/11.

[87] Lokman, 31/6.

[88] Zümer, 39/23.

[89] Bkz.buhârî,tsti´/.ân52;tirmizî,fedâilu´l-cihâdll;îbnmâce,cihâd 19; ah-med, 4/144.

[90] Nikâhta def çalınması gibi.

[91] Bayram gününde, mcsciddu kılıç-kalkan oyununa müsâade edilmesi gibi.

[92] Bkz. Ebû dâvûd, atime i)0; tirmizî, libâs 6; ibn mâce, atime 60.

[93] Az sonra da geleceği gibi, bazan da o şey hakkında izin bulunduğu anlaşılma-yabilir.

[94] Yani mubahın iki anlamı arasındaki farka delili. Bu üç delil içerisinde en açık olanıdır. İstidlal yönü, günahın kaldırılması ifâdesi âmm olmakla bir­likte, bundan tahyîr mânâsı gerekmemesidir.

[95] Bakara, 2/158.

[96] Nahl,16/106.

[97] Ayette "günahın kaldırılması" tabiri olmamakla birlikte, aynı mânâ bulun­maktadır, oyüzden de mendûbun hilâfına olmasına rağmen buraya alınmış­tır.

[98] Burada müellifin maksadı, sadece zikrettiği bu iki lafız değildir, bu lafızlarla birlikte aynı mânâyı ifâde eden diğer lafızlar da bu iki lafza dahildir.

[99] Geçen izahatlar ışığı altında, burada "bazan da vacib olur" ilâvesinde bulun­ması uygundu.

[100] Şatibi, el-muvafakat islami ilimler metodolojisi, iz yayıncılık. 1/132-136

[101] Bu birinci delilden uzak değildir. Çünkü bunun ifade ettiği anlam şudur: yü­ce Allah emrolunan ve yasaklanılan şeylerle korunmasına özen gösterilen üç husustan birinin teminini kasdetmiş olmaktadır. Mubah ise böyle değil­dir; ona yönelik işlenmesi ya da terki şeklinde bir kasdı bulunmamaktadır. Çünkü onun üzerine üç şeyden bir husus terettüp etmemektedir. Dolayısıy­la da mübâh mücerred mükellefin tercihine bırakılmış ve mahza arzu ve he­vesine, sırf kendi hazzına tâbi kılınmıştır. Bu aslında birinci delilin aynısı­dır. Aralarındaki fark nihayet şudur: birinci delilde, garaza mübâh cihetin­den doğrudan doğruya girmişti, burada ise emir ve nehiy vasıtasıyla yaklaş­maktadır. Dolayısıyla bu aynı delilin bir başka açıdan tasviri mahiyetinde­dir.

[102] Şatibi, el-muvafakat islami ilimler metodolojisi, iz yayıncılık. 1/136-137

[103] Buhârî, bed´u´1-vahy 1...; müslim, imâre 155; ebûdâvûd, talak ll;neseî, taharet 59 ...; tbn mflce, 26.

[150]

[104] Ahzâb,33/5. 100 bakara, 2/286.

[105] Bkz. İbn kesir, 1/342

[106] İbn mâce, talâk 16. Şevkânî´nin bildirdiğine göre ayrıca ibn hibban, dara-kutnî, taberânî, hâkim de tahric etmişler, nevevî hasen olduğunu söyle­miştir.

[107] Yaklaşık şekillerde olmak üzere bkz. Buhârî, hudûd 22; talâk 11; ebû

Dâvûd, hudûd 17; tirmizî, hudûd 1; ahmed, 6/100

[108] Nisa, 4/43.

[109] Aklı başında iken ve içkinin pek çok kötülüğe götüreceğini bilerek içmiştir; dolayısıyla onların husulüne dâir bir kasdı bulunmasa bile muâhaze edilir. Zina cezasının bu denli ağır tutulması da sadece sebebiyet verdiği neticeler itibarıyla : ´.malıdır. O bu neticeleri bilmektedir. Zina sırasında bunları dü­şünmemesi, böyle bir kasdının bulunmaması durumu değiştirmemektedir. Sebeb bahsinin sekizinci meselesinde de geleceği üzere sebebiyet verecek bir şeyin işlenmesi, sebebin ortaya konulması gibidir. Müsebbibi kasdetmiş olup olmaması farkulmemektedir.<...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes