> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Usulü Fıkıh Eserleri > El- Muvafakat - Şatibi > Cedel İlmi
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Cedel İlmi  (Okunma Sayısı 2664 defa)
30 Eylül 2010, 00:08:10
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 30 Eylül 2010, 00:08:10 »



Cedel İlmi

(SORU VE CEVABA DAİR HÜKÜMLER)

Bu konuya dair, gerek öncekilerden gerekse sonrakilerden ol mak üzere birçok âlim eser yazmıştır.
Bu kitapta bizim bu bahisten maksadımız bazı meseleler üze rinde durmak olacaktır:

BİRİNCİ MESELE:

Soru, ya âlimden, ya da âlim olmayandan sâdır olur. Alimden maksadım müctehid, âlim olmayandan maksadım da mukallittir. Her iki takdire göre de, soru sorulan kişi ya âlim olacak, ya da âlim olmayacaktır. Böylece karşımıza dört şık çıkmaktadır:
(1)
Alimin sorması: Bu meşru bir tarzda[1] çeşitli şekillerde ger çekleşir: Olmuş birşeyi tahkik etmek, karşılaştığı bir problemi ortadan kaldırmak, unutacağından korktuğu birşeyi hatırlamak, soru sahibini istifade mahalline arız olabilecek bir hataya karşı uyar mak veyahut da hazır olan öğrencilere niyabeten ya da muhteme len zayi olabilecek mahiyette olan bir bilgiyi[2] elde etmek... gibi amaçlarla sorabilir.
(2)
Öğrencinin kendisi gibi olana sorması: Bu da çeşitli şekillerde olabilir: İşittiği birşeyi beraberce müzakere etmek, kendi işitmediği fakat onun işitmiş olduğu birşeyi elde etmek, âlimle karşılaşmadan önce meseleler hakkında beraberce alıştırma yapmış olmak, ya da âlimin anlattığı şeyi anlayabilmek için onun aklından yararlanmak gibi.
(3)
Alimin öğrenciye sorması: Bunun da şekilleri vardır; izale edil mesi istenilen problem mahalline dikkatini çekmek, aklî derecesini ölçmek, eğer üstün bir anlayış gücüne sahipse, problemin tasavvu ru için onun yardımını istemek veyahut da bilmediği şeye istidlalde bulunabilmesi için bildiği şeyleri kendisine hatırlatmış ve böylece onu uyarmış olmak... vb. amaçlarla sorması gibi.
(4)
Öğrencinin âlime sorması: Bu soru bahsinde temel esas olmak tadır ve kişinin bilmediği şeyi öğrenmek amacına[3] yöneliktir.
Birinci, ikinci ve üçüncü kısımda, eğer biliyorsa cevap vermek sorulan kişi üzerine şer´an muteber olan bir engel bulunmadığı takdirde bir borçtur. Aksi takdirde aczini itiraf etmesi gerekir.
Dördüncü kısma gelince, bu kısımda cavap vermek mutlak olarak bir borç değildir; aksine konu hakkında tafsilat vardır: Eğer so ru:
i. Olmuş (ya da olabilecek) bir hadise ile ilgili ise,
ii. Mutlak değil de öğrenciye nisbetle hakkında şer´î bir nass bulunan bir konu hakkında olursa,
iii. Soruyu soran kişi aklen cevabı kaldırabilecek bir güçte bu lunursa,
iv. Cevap dinde sıkıntı doğuracak, tekellüfe sebebiyet verecek şekilde olmazsa,
v. Amelî bir değeri olursa... vb. İşte bu şartlarla kendisine soru yöneltilen kişi, eğer o soruya cevap verebilecek güçte ve bu vasıfta başka bir kimse de yoksa (yani bu kendi üze rine taayyün etmişse[4]) cevap vermesi kendisine vacip olacaktır.
Bazı hallerde ise cevap vermesi gerekmeyebilir. Bu da şu du rumlarda olur:
i. Cevap verme, kendisi üzerine taayyün etmez.
ii. Mesele ictihâdî bir konu olur ve hakkında şer´î bir nass bulunmaz[5]
Bazen de cevap vermesi caiz olmaz. Bu da:
i. Soruyu yönelten kişinin cevabı kaldırabilecek aklî bir güce sahip olmaması[6]
ii. Cevabın ifratı doğuracak olması,
iii. Soruların mugalata cinsinden olması,
iv. Sorunun itiraz anlamı içermesi gibi hallerde söz konusu olur.
Burada konunun açıklık kazanması için aşağıdaki meselelerin vuzuha kavuşmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Onların izahı esnasın da Allah´ın izniyle bu noktalar açıklık kazanacaktır. [7]

İKİNCİ MESELE:

Çok soru sormak yerilmiştir.
Bunun delili, konuyla ilgili pek çok sayıda bulunan âyet, hadis ve selef-i salibinin sözleridir. Bu meyanda olmak üzere Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Ey inananlar! Açıklanırsa hoşunuza gitme yecek olan şeyleri[8]sormayın...[9] Hadiste de şöyle anlatılmaktadır: "Oraya yol bulabilen insanların o evi haccetmesi, Allah´ın in sanlar üzerinde bir hakkıdır"[10] âyeti indiği zaman bir adam[11]
"Her sene rai yâ Rasûlallah!" diye sordu. Rasûhıllah yüzü nü çevirdi. Adam: "Her sene mi yâ Rasûlallah!" diye üç defa tekrar­ladı. Rasûlullah hepsinde de duymamazlıktan geldi. Dör dünce defasında: "Canım elinde olana yemin ederim ki, eğer (Evet) deseydim, o size vacip olurdu; eğer vacip olsaydı o zaman da ona güç yetiremezdiniz. Onu yerine getiremediğiniz zaman da küfranda bulunmuş olurdunuz. Ben sizi bıraktığım sürece, siz de beni rahat bırakın" buyurdu.[12] İşte "Ey inananlar! Açıklanırsa hoşunuza git meyecek olan şeyleri sormayın[13]âyeti bu gibi durumlar hak kında indi.[14]Rasûlullah çok som sormayı sevmez ve kı nar, bunu yasaklardı. Hakkında bir hüküm inmemiş[15] konular da[16] soru sorulmasından hoşlanmazdı. Şöyle buyurmuştur: "Şüp hesiz ki Allah Teâlâ (bazı şeyleri) farz kılmıştır, onları terketmeyi-niz; bazı sınırlar koymuştur, onları çiğneyip geçmeyiniz; bazı şeyle ri haram kılmıştır, onları irtikâp etmeyiniz; bazı şeyleri de, unuttu ğundan dolayı değil, yalnızca size merhametinden dolayı sükût geç miştir, onların da hükmünü araştırmayınız"[17]
İbn Abbâs şöyle demiştir: "Hz. Muhammed´in ashabından daha hayırlı bir kavim görmedim. Rasûlullah vefat edinceye ka dar sadece on üç mesele hakkında soru sormuşlardır ki onların hep si de Kur´ân´da yer almıştır. "Sana hayız hakkında sorarlar..[18] "Sana yetimler hakkında sorarlar.[19] "Sana haram ayı soruyor lar..[20] Onlar sadece kendilerine yararı olan şeyler hakkında so rarlardı" O bu sözüyle onların genelde takındıkları tutumun böyle olduğunu söylemek istemektedir. Rasûlullah Şöyle buyur muştur: "En büyük cürüm işleyen insan, haram olmayan birşey hakkında soru soran ve bu sorusu yüzünden o şeyin haram kılın masına sebep olan kimsedir."[21] ´ "Ben sizi terkettikçe, siz de benim üstüme gelmeyiniz. Şüphesiz kif sizden Önceki kavimler, mutlaka peygamberlerine fazla soru sormalarından dolayı helak olmuşlar dır.[22]
Rivayete göre [23] bir gün Hz. Peygamber kalktı; yüzünden öfke li olduğu belli idi. Kıyametten bahsetti. Ondan önce de azametli şeylerden bahsetmişti. Sonra:
"Kim bana birşey sormak isterse sorsun. Vallahi, bana ne so rarsanız, mutlaka onun cevabını vereceğim!" buyurdu.
Râvî Enes şöyle der: İnsanlar bunu duyunca iyice ağlamaya başladılar. Hz. Peygamber p^Sf1] da tekrar tekrar "Bana sorun!" diyordu.
Bunun üzerine Abdullah b. Huzâfe es-Sühemî kalktı ve: Babam kim Yâ Rasûlallah! diye sordu. Hz.Peygamber:
: "- Baban Huzâfe´dir" buyurdu. Hz. Peygamber tekrar tekrar "Bana sorun!" diye devam edince Hz. Ömer dizleri üzerine çökerek:
- Yâ Rasûlallah! Biz Rab olarak Allah´tan, dîn olarak İslâm´dan, peygamber olarak Muhammed´den razıyız; dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber sükûn buldu ve âyet indi.[24]
Daha önce Hz. Peygamber "İrâde ve kudretiyle yaşa dığım Allah´a yemin ederim ki, az önce ben namaz kılarken cennet ve cehennem şu duvarın üzerinde[25]bana arzedildi. Hayırda da serde de bugün gibisini görmedim" buyurmuştu. Hadisin akışını (siyak ve sibakını) da göz önünde bulundurduğumuzda, Hz. Pey-gamber´in öfke içerisinde "Bana sorun!" buyurmaları, su âlin neticelerini[26]göstermek suretiyle onları tenkîl anlamı taşı maktadır. Bu yüzdendir ki âyette, "Ey iman edenler! Size açıkla nınca hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. [27]ifadesi gelmiştir.
İsrâîloğulları´nm bir inek boğazlamakla[28] emredilmiş olmala rıyla ilgili kıssa da böyledir. İbn Abbâs´tan rivayete göre onlar herhangi bir inek boğazlamakla emri yerine getirme imkânına sahipti ler. Ancak onlar yönelttikleri sorularla ifrata gittiler, Allah da zor laştırdıkça zorlaştırdı. Sonunda güçlükle boğazladılar, "Nerdeyse de yapmayacaklardı."
er-Rabî´ b. Haysem şöyle demiştir: "Ey Allah´ın kulu! Allah Teâlâ´nın kitabına dair sana öğretmiş olduğu bir bilgiden dolayı O´na hamdet. İlmine ulaşamadığın şeyleri ise bilenine havale et ve sakın tekellüfe girme! Çünkü Allah Teâlâ peygamberine şöyle bu yurmaktadır: "De ki: Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyo rum. Ve ben kendiliğimden birşey teklif edenlerden (tekellüfe giren lerden) de değilim"[29]
İbn Ömer şöyle demiştir: "Olmayan şeylerden sormayın. Çünkü ben Ömer´i, olmayan şeyler hakkında soru soran kimselere lanet ederken işittim"
Hadiste de Rasûlullah´mugalatalardan menettiği" rivayet edilmiştir.[30]el-Evzâî, bunu "ağdalı meseleler" diye açıkla mıştır.
Muâviye´nin yanında bazı meseleler anılmış, bunun üzerine o: "Rasûlullah´m ağdalı meselelere dalmayı yasakladığını bil mez misiniz " demiştir.
Abde b. Ebî Lübâbe de şöyle demiştir: "Bu zamanda isterim ki hiçbirşey hakkında zamanımız insanlarına soru sormayayım; onlar da bana sormasınlar. Para sahiplerinin paralarıyla övündükleri gi bi, meseleciler de meselelerinin çokluğu ile övünmekteler"
Hadiste şöyle gelmiştir: "Çok soru sormaktan sakının!"[31]
İmam Mâlik´e: aRasûlullah size dedikoduyu ve çok so ru sormayı yasakladı" hadisini sordular. Şöyle cevap verdi: "Çok soru sormaktan maksat bilmiyorum, acaba benim size yasakladı ğım çok mesele ortaya atmak hakkında mıdır Bilindiği üzere Rasûlullah meselecilikten hoşlanmaz ve bunu ayıplardı. Allah Teâlâ da: "Ey inananlar! Açıklanırsa hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın...[32] buyurmuştur. Yoksa yasak olan, bah şiş isteme (dilenme) hakkında mıdır Bilemiyorum"
Hz. Ömer (r.a.) minber üzerinde iken şöyle demiştir: "Olmayan şey[33] hakkında soru soran her bir kimse hakkında Allah´a ileniyo rum. Çünkü Allah Teâlâ, olan şeyleri haber vermiştir"
İbn Vehb ise şöyle demiştir: İmam Mâlik ki kendisi meseleci-liğe ve onlara çok cevap vermeye karşıdır bana: "Ey Allah´ın ku lu! Bildiğin birşeyi söyle ve ona delâlet et. Bilmediğin şey hakkında ise sus. İnsanlar için kötü örnek olmaktan sakın!" demiştir.
el-Evzâî de şöyle der: "Allah Teâlâ, kulunu ilmin b...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Cedel İlmi
« Posted on: 23 Nisan 2024, 19:45:32 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Cedel İlmi rüya tabiri,Cedel İlmi mekke canlı, Cedel İlmi kabe canlı yayın, Cedel İlmi Üç boyutlu kuran oku Cedel İlmi kuran ı kerim, Cedel İlmi peygamber kıssaları,Cedel İlmi ilitam ders soruları, Cedel İlmiönlisans arapça,
Logged
30 Eylül 2010, 00:08:56
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 30 Eylül 2010, 00:08:56 »

[62] Buhârî, Enbiyâ, 27.
[63] Bu izaha göre, "Hızır´ın Musa´yı terketmesi, asıl itiraz konusu sebebiyle değil, aksine şarttan çıkmış olması yüzündendir" şeklinde müellife bir iti raz ileri sürülebilir.
[64] Bakara 2/30.
[65] A´râf7/12.
[66] Mûsâ (s.a.) kendilerine Allah Teâlâ´nın bir sığır boğazlamalarını emrettiğini bildirdiğinde: "Bizimle alay mı ediyorsun" demişlerdi. Bu hal leriyle onlar, Musa´nın haberine inanmak istememiş ve ona itiraz etmiş oluyorlardı.
[67] Bu zat Hz. Ömer´di. "Rasûlullah (s.a.) fazla acı çekiyor; üstelik beraberi nizde Kur´ân var" diyerek karşı çıkmıştı.
[68] bkz. Buhârî, Merdâ, 17 ; Müslim, Vasıyyet, 20-22.
[69] Buhârî, Enbiyâ, 9 ; Ahmed, 5/121.
[70] Göründüğü kadarıyla bu, itiraz değil, bir hırs olmaktadır. Âhiretle ilgili olmayan konularda hırsın kötü olduğu ise açıktır.
[71] Dârimî, Mukaddime, 7.
[72] Kehf 18/54.
[73] Ahmed, 1791.
[74] Yani şeriat karşısına onu koyup da, onu itibara alarak şeriata karşı çık mayın.
[75] Yani Hudeybiye sulhünde. O gün kendi aklımızca horlandığımızı düşün müştük. Fakat maslahatın Rasûluîlah´ın (s.a.) uyguladığı siyasette oldu ğunu sonradan gördük. (Ç)
[76] Buhârî, Cizye, 18 ; Müslim, Cihâd, 94.
[77] Hüzün, tasa, geçimi zor kimse gibi anlamlara gelir. (Ç)
[78] "Sehl" ova, yumuşak, kendisi ile kolay geçinilen kimse gibi anlamlara ge lir. (Ç)
[79] Buhârî, Edeb, 107, 108.
[80] Şâtıbi, el-Muvâfakât, İz Yayıncılık: 4/326-329
[81] "Nass" kelimesi iki anlamda kullanılmaktadır: 1) Mutlak olarak nakli de lil, dinî metin anlamında. 2) Kastedilen şeyin dışında bir başka mânâya delâlet etmeyen, bu itibarla delâletinde kat´î bulunan ifade, söz anlamın da. Burada kastedilen mânâ bu ikincisi olmaktadır.
218. bkz. [1/351.
[82] Bu "nass"m bulunmadığını söylediğimizde olur.
[83] Bu da az da olsa "nass"ın bulunacağı görüşünü kabul ettiğimizde olur.
[84] ilk üç izah şekli, kavli delillerin mücerred ihtimallerle iptalinin doğru ol mayacağı noktasına çıkmaktadır. Bu dördüncüsü ise, onların üzerine ku rulmuş bir uzantı şeklindedir ve böyle bir tavnn değil şer´î ilimleri, diğer tabiî ve tecrübî ilimleri de ortadan kaldırma gibi bir sonuca götüreceğine dikkat çekilmektedir.
[85] Hissiyyât ve bedîhiyyâtı inkâr eden bir gruba verilen addır. bkz. Tehânevî, Keşşaf, 17665-666. (Ç)
[86] Mü´minûn 23/84-89.
[87] Ankebût 29/61.
[88] Zümer 39/5-6
[89] Rum 80/28,
[90] A´râf 7/195.
[91] Yani delâlet ya da metin veyahut da her ikisi hakkında zannî olan delille rin keza aklî esasların araştırılması ve istikraya tâbi tutulması ve bunun sonucunda kat´î bulunan sonuçlara ulaşılması bu kitabın en önemli özelli ği olmaktadır. Bu aynen manevî mütevatirde olduğu gibidir. Bu metotla bir genellemeye (kat´î bir sonuca) ulaşıldıktan sonra, o sonuca ulaştıran nassların, teker teker ele alındıklarında zannî olmaları, sened bakımından zayıf bulunmaları vb. bunların bir önemi olmaz. Önemli olan bunların çakıştıkları noktaların kesin bir sonucu ortaya çıkarmış olması dır. Nasıl ki manevî mütevatirde sonuç kesindir ve o sonucu doğuran rivayetler teker teker ele alındığında zayıf olmalarının ya da zan ifade et melerinin bir önemi yoksa, burada da durum aynı şekildedir. Bu metot, başarılı bir yöntemdir ve biz bu vesileyle müellife Allah´tan sonsuz rahmet ve mağfiret talep ediyoruz.
[92] Şâtıbi, el-Muvâfakât, İz Yayıncılık: 4/329-332
[93] Yüzde yüz kesinlik arzetmeyen, fakat yüzde ellinin üzerinde kesinliği bu lunan bilgi. (Ç)
[94] Sa´d b. Muâz ile Sa´d b. Ubâde. Olay hakkında bilgi daha önce geçmişti, bkz. ["17325]
[95] Rasûlullah (s.a.) Hz. Ali´yi, Üsâme b. Zeyd´i çağırmıştır. Üsâme: "O senin ailendir ve onun hakkında hayırdan başka birşey bilmiyoruz" demiştir. Hz. Ali ise: "Allah Teâlâ sana dünyayı daraltmadı ya. Ondan başka kadın lar çoktur. Cariyeye sor, sana doğrusunu söyler" dedi. Rasûlullah (s.a.) Berîre´ye de sordu. Hz. Ali´nin bu sözü daha sonra Cemel vak´ası gibi ken disi ile Hz. Âişe arasında meydana gelecek birçok hadisenin doğmasında etkin olmuştur.
[96] O şöyle demişti: "Rasûlullah (s.a.) ´İnsanlar, Lâ ilahe illallah deyinceye kadar onlarla savaşmakla emrolundum..." buyurduğu halde sen onlarla nasıl savaşabilirsin !" Buna karşılık Hz. Ebû Bekir: "Vallahi, namaz ile zekât arasını ayıranlarla elbette savaşacağım; çünkü zekât malın hakkı dır" demişti.
Hz. Ömer ve sahabenin yaptığı Hz. Ebû Bekir´e karşı hadisle delil ge tirmek bir tür münazara olmuyor mu denilebilir. Buna şöyle cevap veri lir: Bu, birazdan gelecek olan yardım isteyenin münazarası kabilindendir. Burada üzerinde durduğumuz konu ise, konunun kendisine açıklık ka zanması halinde müctehidin münazaraya ihtiyaç duymaması halidir. Her ne kadar diğerlerinin durumu böyle olmasa bile Hz. Ebû Bekir´in hali bu kabildendir.
[97] En´âm 6/82.
[98] Bakara 2/284.
[99] Nisa 4/95.
[100] Buhârî, İlim, 35 ; Müslim, Cennet, 79.
[101] înşikâk 84/8.
[102] Şuarâ 26/70-71.
[103] Şuarâ 26/83.
[104] Enbiyâ 21/63.
[105] Rum 30/40.
[106] Yûnus 10/35.
[107] A´râf 7/195.
[108] Çünkü hasmın ilzam ve iskât yoluna gidilmesi, onu diğer delilleri dinle mekten uzaklaştırır ve inat damarını kabartır. Kur´ân iki yolu da iki ayrı makamda olmak üzere kullanmıştır.
[109] Enbiyâ 21/24.
[110] Yunus 10/59.
[111] Mü´minûn 23/117.
[112] Kıyas, illet üzerine kurulur. İllet üzerinde ittifakın bulunması halinde, yardım görme mümkündür. Ama illet üzerinde ihtilâf olursa, o takdirde kıyasın neticesi üzerinde ittifakın olması mümkün olmaz. Mâlikîler nesîe ribâsının iileti olarak, tedavi şeklinde olmayan mücerred yenilir olma (tu´m) özelliği olduğunu söylemektedirler. Dolayısıyla nesîe ribası kapsa­mına sebze, meyve, baklagiller vb. hep girmekte ve bunların müsavi de ol sa nesîeten mübadelesi yasak olmaktadır. Fazlalık libasının illeti ise, gıda maddesi olma ve biriktirme özelliklerine sahip olmasıdır. Şu halde ribevî yiyecekleri, temel gıda maddesi olan ve biriktiriîebüen mallar teşkil ede cektir. Bu görüş, fazlalık ribasını aynı cinste, nesîe ribasını ise mutlak su rette rnenetmiş olur. Pirinç, darı, mısır ribevî mallardan olur ve yemeğe (salça gibi) tat verici olan şeyler de bunlara katılır. Şâfiîler illetin yiyeceklerde yenilir olma özelliği olduğunu, Hanefîler de cins ile birlikte ölçü. birliğine sahip olma vasfı olduğunu kabul etmektedirler.
[113] Şâtıbi, el-Muvâfakât, İz Yayıncılık: 4/332-337
[114] Nisa 4/59.
[115] Mü´minûn 23/84-89.
[116] Meryem 19/42.
[117] Saffât 37/95.
[118] Bakara 2/258.
[119] Kendisinin de ölüm cezası giyeni affetmek, istediğini de öldürmek suretiy le öîdünip yaşatabileceğini söylemişti. (Ç)
[120] Âl-i İmrân 3/59.
[121] Âl-i îmrân 3/65.
[122] En´âm 6/91.
[123] Ebû Dâvûd, Eşribe, 5.
[124] Yani önce buğdayın sahip olduğu illet olmaya elverişli özelliklerini tespit edip, sonra olmayacaklarını ayıklama yoluyla illeti bulma yöntemi. (Ç)
[125] Enbiyâ 21/2
[126] Şâtıbi, el-Muvâfakât, İz Yayıncılık: 4/337-344

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes