Konu Başlığı: Yirmialtıncı mesele Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 29 Mayıs 2011, 20:35:17 Yirmialtıncı Mesele: Burada, hadiste lafız yönünden tetkik edilmesi gereken bir husus vardır ki bu, hadis üzerinde söylenecek sözün tamamlanması kabilindedir. Hz. Peygamber gruplarla ilgili hadisinde grupların tamamının cehennemde olacağını bir grubun bundan hariç tutulduğunu haber vermiştir. Bu grubun kim olduğu diğer hadiste açıklanmıştır. Bir başka rivayette o bir grubun belirlenmesi için "Ey Allah'ın Rasulü! Onlar kimdir?" tarzında soru sorulmuştur. Bu soruya verilecek cevabın aslı "Ben, benim ashabım ve bizim yaptıklarımız gibi yapanlar" şeklinde olmak veya buna benzer bir tarzda ya işaretle veya bir özelliğini bildirerek grubu belirlemek suretiyle olması gerekirdi. Fakat böyle olmamıştır. Cevapta özelliği taşıyan grup değil, grubun özelliği belirlenmiştir. Bunun içindir ki hadiste söylendiği gibi söylenmiştir. Bu ifadelerin zahirinden akıl sahibi olmayan özelliklerin ve diğer şeylerin zikredildiği anlaşılmaktadır. Burada maksat Hz. Peygamber'in ve ashabının taşıdığı özelliklerdir. Bu durumda lafız bakımından soru ile cevap arasında uyum yoktur. Bunun mazur sayılacak tarafı vardır. Şöyle ki: Araplar manayı (doğrudan) anladığı zaman, bu çeşit anlatım onlara bağlayıcı gelmez. Bunun içindir ki onlar fırkayı nâciye'nin (kurtulan grubun) belirlenmesini istedikleri zaman, Hz. Peygamber onlara grubu "kurtulan" yapan özelliği açıklamış ve "benim ve ashabımın üzerine olduğu durum" buyurmuştur. Lafız olarak zahiren uygun olmayan, mana bakımından uygun dur. Aşağıdaki ayetlerde de durum böyledir Yüce Allah buyurur ki: "(Rasûlüm!) De ki: Size bunlardan daha iyisini bildireyim mi?"[272] Bu sözün anlamı şudur: Dünya metâından daha değerli olanı size haber vereyim mi? Sanki "evet, haber ver" denmiş gibi Yüce Allah: "Takva sahipleri için Rableri yanında, altından ırmaklar akan, ebediyyen kalacakları cennetler vardır." buyuruyor.[273] Görülüyor ki cevapta sözün ifade ettiği mana söylenirken sorudaki lafız dışında bir kelime ile söylenmiştir. Bu ifade, tefsir âlimlerinden bir gruba göredir. Bir diğer ayette Yüce Allah: "Takva sahiplerine va'd olunan cennetin misâli (şudur): İçinde ırmaklar...."[274] Buyuruyor. Ayetteki "cennetin örneği" ifadesi, örneği söylemeyi gerektirirdi. Örneğin içerdiği şeyi değil. "Onların (münafıkların) misâli, (karanlık gecede) bir ateş yakan kimsenin misalidir."[275] ayetinde de durum böyledir. Çünkü her ne zaman maksat, örnek gösterileni bildirmek olursa, bizzat örnek gösterilenin söylenmesi gerekir. Şöyle söylemek de mümkündür: Hz. Peygamber grupları zikredince bunlar arasında "kurtulan" bir grubun olduğunu bildirmiştir. En münasip olanı grubun ne olduğunu sormaktansa grubun ne işler yapıp da kurtulan grup olduğunu sormak idi. Çünkü grubun tarifinde bir fayda yoktur. Faydası olan, ancak neler yapıp da kurtulan fırka olduğunun bildirilmeğidir. Öncelikli olarak dikkate alınması gereken, yapılan iştir, işi yapan değildir. Eğer Hz. Peygambere "o grubun özelliği nedir?" veya "yaptığı şey nedir?" şeklinde veya benzeri bir şekilde sormuş olsalardı hem lafız, bem mana yönünden kuvvetli bir uyum olurdu. Hz. Peygamber onların neyi kasd ettiğini anlayınca buna uygun olarak cevap vermiştir. Şunu da deriz: Onlar kendileri hakkında en uygun olanı sormayı bırakınca Hz. Peygamber onlara sorulması ve öğrenilmesi layık olanı öğretme hususundaki titizliğinden dolayı onların sorularına (gereken) cevabı vermiştir. Şöyle demek de mümkündür: Onların sordukları belirli bir şey değildi. Çünkü kurtuluş, (ümmetden) önce gelene mahsus olup sonradan gelecekler kurtulamayacak şeklinde bir değerlendirme söz konusu değildir. Üstelik (hadisde "gelecekte ümmetim gruplara ayrılacaktır" buyurulduğu için) kurtulacağı bildirilenlerin sonradan gelecekleri anlaşılmaktadır. Bu soru bir belirlemeyi içermektedir. Halbuki grubun bir zamana veya mekâna münhasır olmaması belirli olmayı gerektirmemektedir. Böylece maksat, hepsini bir düzen içinde disipline eden özelliği belirlemeye yönelmiştir. O da, Hz. Peygamber'in ve ashabının üzerinde olduğu durumdur. Bu cevap bize göre kapalı gibidir. Sorana göre ise belirlidir. Çünkü onların (Sahabenin) amelleri/yaptıkları onlarla birlikte olanlara göre ayan beyan göz önündedir. Bundan daha fazlasını söylemeye ibtiyaç yoktur. Çünkü o cevap orada hazır bulunanlara verilmesi gereken en uygun cevaptır. O zamanda var olmayan başkalarına, onların (sahabenin) durumlarını görmeyen ve yaptıklarına bakamayanlara gelince, onlar sahabe gibi değildir. Bu değerlendirme ile cevap, kasdedilmiş olan belirlemenin dışına çıkmaz. En iyiyi Allah bilir.[276] [272] Âl-i İmran: 15 [273] Âl-i İmran: 15 [274] Muhammed: 15 [275] Bakara: 17 [276] İmam Şatıbi, el-İ’tisam Kitap Dünyası Yayınları: 2/309-310. |