๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => el İtisam => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 04 Haziran 2011, 16:04:41



Konu Başlığı: Uydurma görüşleri kötülemeye delalet eden naslar faslı
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 04 Haziran 2011, 16:04:41
Uydurma görüşleri kötülemeye delalet eden naslar faslı Faslı

Bid'ati kötüleyen nakli delillerin altıncısı: Bu bölümde bidatteki bazı sakıncalı vasıflar, kötülenmiş anlamları ve uğursuzluklar zikre­dilir. Bunlar daha önce söylenen şeylerin bir şerhi gibidir. Bu bölüm­de, daha önce deliller sıralanırken arzedilen şeylerin üzerine ilave olarak yapılan açıklamalar ve izahlar vardır. 0 halde vakit ve durumun elverdiği ölçüde bu konuda söyleyebileceğimiz şeyleri söyle­yelim.
Biliniz ki bidatle birlikte namaz, oruç, sadaka ve diğer ibadet­lerden hiçbirisi kabul edilmez. Bid'atçi ile beraber olan kimse saygınlığını yitirir ve o kendi haline terk edilir. Bid'atçiye doğru giden ve ona saygı gösteren kimse İslamın yıkılmasına yardım ediyor demektir. Bid'atçi, şeriatın lisanında lanetlenmiş bir kişi olduğuna ve ibadetiyle Allah'tan uzaklaştığına göre artık onun hakkında başka ne söylenebilir? Bid'at düşmanlık ve kine sebep olabilir. Hz. Muhammed'in şefaatine mâni olur, mukabili olan sünnetleri ortadan kaldırır. Bir bid'ati çıkaran kimseye, o bidatle amel edenlerin günahı da yüklenir. Onun tevbesi olmaz. Üzerine alçaklık damgası vurulur ve Allah'ın gazabım kazanır. Rasulullah'ın (s.a) havzından uzaklaş­tırılır. Dinin dışına çıkan kâfirlerden sayılacağından[276] ve dünyayı terk ederken kötü bir sonla terk edeceğinden korkulur. Bid'atçinın âhirette yüzü karadır. Cehennemde azap görecektir. Rasulullah (s.a) ve müslümanlar ondan beridirler. Ahiret azabına ilaveten dünyada da fitneye düşmesinden korkulur.
Bidatle birlikte hiçbir amelin kabul edilmeyeceğine gelince bu konuda el-Evzâi'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:  İlim adamların­dan bazıları şöyle derdi:
Allah Teala bid'atçinin ne namazını, ne orucunu, ne zekatını ne cihadını, ne haccını, ne umresini, ne tevbesini ne de fidyesini kabul eder.[277]
Esed ibn Musa yazdığı bir mektupta şöyle diyordu:
Bid'atçi bir kardeşinin veya arkadaşının ya da bir dostunun olmasından sakın. Çünkü bir rivayette şöyle denilmektedir:
"Bid'at sahibi kişi ile beraber olan kimse günahlara karşı himaye edilmez ve kendi haline bırakılır. Bid'at sahibine doğru yürüyen kimse İslamı yıkmaya doğru yürümüş olur." Yine bir rivayette şöyle denilir:
“Allah'ın dışında ibadet edilen hiçbir ilâh Allah Teala'ya bid'at sahibinden daha sevimsiz değildir.” Rasulullah (s.a), bid'at ehline lanet etmiştir. Allal Teala onlardan azabın def edilmesini ve fidye ile kurtulmalarını kabul etmez. Farz ve nafilelerini de kabul etmez. Namaz ve oruçları çoğaldıkça Allah'tan daha fazla uzaklaşırlar. Onlarla arkadaşlığı reddet, onlara önem verme ve onlardan uzak dur. Nitekim Rasu­lullah (s.a) ve ondan sonraki hidayet rehberleri de bid'atçileri kendilerinden uzaklaştırmalar ve onları küçük görmüşlerdir. Eyyub es-Sahtiyani şöyle derdi:
Bid'at sahibinin çalışıp çabala­ması arttıkça Allah'tan uzaklaşması da artar.[278] Hişam ibn Hassan der ki:
Allah Teala bid'at sahibinin namazını, orucunu, zekatını, haccını, cihadını, umresini, sadakasını köle iazad etmesini, tevbesini ve fidyesini kabul etmez.[279] İbn Vehb, Abdullah ibn Ömer'den şöyle dediğini tahriç etti:
Kim Allah'la birlikte bir hükmedicinin veya rızık vericinin olduğuna ya da kendisi için fayda veya zarar vermeye, öldürmeye veya canlı tutmaya veya diriltmeye muktedir olduğunu iddia eder de Allah'a kavuşursa Allah onun delilini çürütür, onu konuşamaz hale getirir. Namazını ve orucunu geçersiz kılar ve cehennemde yüzüstü kapaklanır.
Bu hadislerin ve zikrettiğimiz veya zikretmediğimiz benzeri şeylerin hepsi sahih bir umdeyi ihtiva ederler. Bu rivayetlerde ifade edilen anlamın şeriatte sağlam ve yıkılmaz bir temeli vardır. Şöyle ki: İlk olarak bu rivayetlerden bazılarında bid'atçinin amellerinin kabul edilmeyeceği anlamım gerektiren şeyler vardır. Bu, Sahih'te mevcuttur. Mesela Kaderiyye bidati hakkında Abdullah ibn Ömer söyle demektedir:
"Onlara rastlarsan, şunu bildir: Ben onlardan uzağım, onlar da benden uzaktırlar. Abdullah ibn Ömer'in yemin ettiği (Allah) hakkı için, eğer onlardan birinin Uhud dağı kadar altını olsa da infak etse, kadere iman etmedikçe Allah onu kabul etmez." Abdullah ibn Mes'ud sonra Sahihu Müşlimde zikredilen Cibril hadisini delil gösterdi.[280]
Bunun bir benzeri de Hariciler hakkındaki hadistir. O hadiste Rasulullah:
"Siz onların namazlarının yanında kendi namazınızı, oruçla­rının yanında kendi oruçlarınızı, onların amellerinin yanında kendi amellerinizi beğenmezsiniz." dedikten sonra "Onlar okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar" buyurmuştur.[281]
Bid'atleri sebebiyle bazıları hakkında bu hüküm sabit olduğuna göre, her bid'atçinin benzeri bir hükme muhatap olmasından korku­lur.
İkinci olarak, şayet bid'atçinin bir ameli kabul edilmiyorsa ya mutlak olarak kabul edilmediği kastedilir, yani bid'atçinin ameli sünnete uysun veya uymasın, hiçbir şekilde kabul edilmeyeceği kastedilir veya içerisinde bid'at olmayan amel değil de sadece içerisinde bid'at bulunan amelin makbul olmadığı kastedilir.
Birincisine gelince bu şu üç yönden birisi sebebiyle mümkündür:
1- Bu konudaki rivayetlerin olduğu gibi, zahiri üzere kurulma­sıdır. Bu takdirde hangi çeşit Bid'atin sahibi olursa olsun onun bütün amelleri -o amelin içine bid'at ister karışsın, ister karışmasın- artık makbul değildir. Biraz önce zikredilen İbn Ömer hadisi buna işaret eder. Ali ibn Ebî Tâlib'in şu hadisi de buna delâlet eder: Hz. Ali, üzerinde bir kılıç ve sahife asılı olduğu halde insanlara hitab etti. Hz. Ali o sahife yi açtı ve onda şunlar yazılı idi:
İyr'dan itibaren filan yere kadar olan bölge Medine'nin haram bölgesidir. Kim bu konuda bir bid'at çıkarırsa Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerinedir. Allah Teala onun ne nafilesini, ne de farzını kabul eder." Bu sözler, dinde bid'at çıkaranlar için gerçekten çok sert ifadelerdir.
2- Bid'atçi öyle bir bidat ortaya koyar ki bu bid'at bir kök mahiyetindedir ve diğer ameller o kökün kolları mesabesindedir.
Mesela mutlak olarak haberi vahidle amel etmeyi reddetme görü­sünde olan kimsenin durumu böyledir. Çünkü bütün (şer'i) teklifler haberi vâhid üzerine bina edilmiştir. Çünkü emir, mükellefe Allah'ın Kitabından ve Peygamberin sünnetinden gelir. Bu ikisinden türe­yenler de bunlara râcidir. Şayet sünnetten geliyorsa sünnetin büyük bir bölümü de âhad haberlerle nakledilmişlerdir. Hatta Rasulullah'tan mütevatir olarak gelen hadisi bulmak çok zordur.[282] Emir şayet Allah'ın Kitabından geliyorsa, onu da ancak sünnet açıklar. Âhad haberlerin naklini kabul etmeyen bir kişinin mutlaka reyini kullanması gerekecektir. Bu ise Bid'atin ta kendisidir. Bunun üzerine bina edilen her amel bid'attır ve onlardan hiçbirisi makbul değildir. Nitekim Rasulullah (s.a):
"Bizim işimiz gibi olmayan her amel (yapılan şey) merduttur (yani makbul) değildir." Buyurmuştur. Haber-i vahidin terki durumunda bütün ameller bid'at üzere bina edilmiş olacaktır. Ameller ise niyetlere göredir ve herkes için niyet ettiği şey vardır.[283]
Bunun örneklerinden birisi de şöyle diyen kimsenin sözüdür: Ameller ancak tevhidin hakikatlerini keşfetmiş evliyanın derecesine ulaşamayan kimseler için gereklidir. Kendisinden perdeler kaldırıl­mış ve arkasındaki hakikati keşfetmiş kimselere gelince teklif/ yükümlülük onlardan kaldırılmıştır. Bunu onlar kendi kafalarından uydurdukları bir temele oturturlar ki bu apaçık bir küfürdür ve burada söz, konusu etmeye bile değmez.
Tevatür veya âhad haberler yoluyla gelen Peygamber hadisleriyle amel etmeyi reddederek sadece Allah'ın Kitabına başvurmayı savunan sapıkların durumu da böyledir.
Tirmizi, Ebû Râfi'den Rasûlullah'ın (s.a) şöyle dediğini rivayet, etmiştir:
"Sizden biriniz koltuğuna yaslanmış bir haldeyken benim bir emrim veya yasağımla karşılaşınca: Bilmiyorum, bilmiyorum; tâbi olduğumuz Allah'ın Kitabında biz böyle bir şey görmedik, dediğini duymayayım."
Bu, hasenbir hadistir. Bir başka rivayette de Rasulullah (s.a) şöyle buyurur:
"Yakındır; bir adama benim hadisim ulaşacak ve o, kalçasının üstüne yaslanıp oturacak ve şöyle diyecek: 'Bizimle sizin aranızda Allah'ın Kitab'ı vardır. Onun içinde helâl olarak bulduğumuzu helal sayar, haram olarak gördüğümüzü de haram sayarız.' Oysa Allah Rasulü'nün (s.a) haram kıldığı şey de, Allah'ın haram kıldığı şey gibidir."
Bu hadis hasendir.
Bu hadis, sünneti terk edenleri kötülemek ve haram kılmada ve helal kılmada Rasulullah'ın sünnetinin, Allah'ın Kitabı gibi olduğunu ifade etmek üzere gelmiştir. O halde sünneti terk eden kimse, amellerini Allah'ın Kitabı ve Peygamberin sünneti üzerine değil kendi reyi üzerine bina ediyor demektir.
Bir örnek de şudur: Bid'atçinin tekfiri konusunda âlimlerin iki görüşü vardır. Rivayetlerin zahirleri bid'atçilerin dinden çıktığına delâlet ediyor. Mesela Haricilerle ilgili rivayetlerden birinde Hz. Peygamber "Onlar okun avdan, kan ile pislik arasından çıkışı gibi dinden çıkarlar" demiştir.[284] Bu konudaki ayetlerden birisi:
"O gün nice yüzler vardır, ağarır; nice yüzler de vardır ki kararır."[285] Bunlar gibi daha önce geçen rivayetlerin zahirleri hep buna delâlet ediyor.
3- Bid'at sahibinin kendi itikadındaki bid'at unsuru onu bazı taabbudi işlerde ve daha başka şeylerde tevil yapmaya sürükleye­bilir. Bu tevil onun şeriat konusundaki inancını zayıflatır. Bu da onun bütün amellerini geçersiz hale getirebilir. Bunun açıklaması aşağıdaki örneklerdir:
Bu örneklerden birisi onun teşride aklı, şeriate tercih etmesidir. Halbuki şeriat sadece aklın gerekli gördüğü şeyleri ortaya çıkarmak için gelmiştir. Keşke bu adamların Allah'a ibadet konusunda O'nun şeriatini mi, yoksa kendi akıllarını mı hakem kıldıklarını bilmiş olsaydım. Bilakis onların inancında şeriat kendisine tâbi olunan bir hâkim değil, yardımcı bir uydu gibi bir konuma düşmüştür. Bu, içerisinde şeriatın hiçbir gücünün ve etkisinin bulunmadığı bir teşridir. Böyle bir kimsenin aklının gereklerine göre yapmış olduğu her amel -her ne kadar aklına şeriati de ortak kılsa- tek başına şeriatın ölçülerine göre değil, akıl ve şeriat, ortaklığının ölçülerine göre yapılmış olur. Bir şeyin iyi veya kötü olduğunu akılla belirlemenin geçersizliğine delalet eden delil sebebiyle böyle bir amel de sahih/geçerli değildir. Çünkü bu, Kelâm âlimleri nazarında meşhur bidatlerden birisidir. Her bid'at de bir sapıklıktır.
Diğer bir örnek de şudur: Bid'atleri güzel gören bir kimsenin nazarında normal olarak şeriatın henüz tamamlanmamış olması gerekir.
"Bugün sizin için dininizi tamamladım."[286] Ayetinin onlar nazarında muteber bir manası yoktur. Onlardan hüsnü zan sahibi/iyi niyetli olanlar da bu âyeti zahiri anlamından çıkaracak şekilde tevil öderler. Ayrıca şöyle bir olgu vardır: İbadetlerde bid'at çıkaran bu fırkaların çoğu, zahidliğe ve halktan ayrı münzevi hayat yaşamaya fazlaca düşkün insanlardan oluşur. Câhil ve tecrübesiz halk da onların peşinden gider. Ehl-i sünnet ve cemaata bağlı olan kimseyi de Allah'ın yaratıklarının en takvâlısı da olsa sadece avamdan birisi olarak görürler. Havas ise işte bu fazla fazla ibadet yapan kimse­lerdir. Bu sebeple onlarla gurur duyanlar ve onların gittikleri tarafa meyledenlerin çoğunun kendi yollarından gitmeyen diğer insanları küçümsediklerini ve onları kendi nurlarından mahrum bırakılmış kişiler olarak kabul ettiklerini görürsün. Bu tür bir düşünceye sahip olan kimsenin elinde, salih selefin kayıt altına aldığı ve ilimde uzmanlaşmış fıkıhçıların sınırlarını beyan ettiği şeriatın kanunu güç kaybeder ve zayıflar. Çünkü onun nazarında şeriatın kanunu, seyrü sülük yolunda kendisini havassın arasına sokacak ölçüde motive edici bir özelliğe sahip değildir. Böyle bir durumda o kişilerin elinde bir amelin gerçek manada dayandığı ruh ortadan kalkmıştır. Bu da bu amellerin, dış görünüşü itibariyle şeriate uygun olsalar bile makbul olmamalarına yol açar. Çünkü bu amellerin temelindeki itikat onları ifsad edip bozar. Böyle bir durumda olan kimsenin de hem farzları, hem de nafileleri reddedilmeye layıktır. Allah korusun!
İkincisine gelince, yani bu rivayetlerden, bir bid'atçinin, içerisin­de bidat unsuru bulunsun bulunmasın, bütün amellerinin kabul edilmeyeceğinin kastedilmesi değil de, sadece bid'at unsuru bulunan amellerinin kabul edilmeyeceğinin kastedilmesi gayet açık bir şekil­de anlaşılmaktadır. Daha önce geçen "Bizim şu işimizde (dinimizde) olmayan her amel reddolunmuştur." Hadisi ve "Her bid'at bir sapık­lıktır", yani o bid'ati işleyen kişi sırat-ı müstakim üzerinde değildir hadisindeki çoğul kalıbı buna delâlet eder ve bu tur amellerin kabul edilmeyeceği anlamına gelir.
"Başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır."[287] Ayeti de buna delâlet eder. Bid'at sahibi genellikle tek bir amelinde bid'at işlemez. Meselâ namazda bid'at işleyip orucu doğru tutan veya oruçta bid'at işleyip, zekâtı doğru veren veya zekatta bid'at işleyip haccı doğru eda eden değildir. Çünkü onu bidatçiliğe sevkeden âmil bütün amellerinde onunla beraber hazır bulunmaktadır. Bu âmil ise, inşaallah ileride de anlatılacağı üzere hevâ ve Allah'ın şeraitini bilmemezliktir.
el-Mebsût isimli kitapta Yahya ibn Yahya'dan[288] nakledilmiştir;
O, A’raftan ve A'raf ehlinden söz ettikten sonra bir âh çekti ve innâ lillah ve innâ ileyhi râcîûn deyip şöyle dedi: Bunlar öyle bir topluluktur ki iyilik yapmak için bir yol tutturmak isteyen fakat bunda isabet etmeyenlerdir. Yahya ibn Yahya'ya denildi ki:
Ey Ebû Muhammed! Bununla beraber onların gayretleri sebebiyle kendileri için bir sevap var mıdır? Dedi ki:
Sünnete muhalefette sevap ümidi yoktur.
Bid'at sahibinin güvenlik ve himayeden mahrum kalacağı ve kendi nefsinin emrine terk edileceği meselesine gelince bununla ilgili rivayetler daha önce geçmiştir ve manası da gayet açıktır. Çünkü Allah Tealâ Hz. Muhammed'i (s.a.), yüce Kitabında belirttiğine göre bize âlemlere rahmet olarak gönderdi. Bu büyük nurun doğumundan önce biz yolumuzu şaşırmış ve az bir kısmı hariç dünyevi maslahat­larımızı tam olarak bilemez bir halde idik. Uhrevi maslahatlarımızı ise az veya çok hiç bilemiyorduk. Üstelik herkes içerisinde ne olursa olsun nefsinin hevasına biniyor ve başkasının hevasını/istek ve arzularını bir kenara atıyor ve ona iltifat etmiyordu. Bu sebeple aralarında özel ve genel manada ihtilaf ve kargaşa hiç eksilmiyordu. Nihayet şüphe ve karışıklıkların zail olması ve insanlar arasındaki ihtilafların ortadan kalkması için Allah Teala Peygamberini (s.a) gönderdi.
Nitekim Allah Teala şöyle buyurdu:
"İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberler gönderdi. İnsanlar arasında anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi. Ancak kendilerine kitap verilenler, apaçık deliller geldikten sonra, aralarındaki kıskançlıktan ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler, Bunun üzerine Allah iman edenlere, üzerinde ihtilaf ettikleri gerçeği izniyle gösterdi. Allah dilediğini doğru yola iletir."[289]
"İnsanlar sadece bir tek ümmet idi. Sonradan ayrılığa düştüler."[290]
O Peygamber ihtilaf ettikleri şeylerde insanlar arasında sadece onların dağınıklıklarını düzene koyacak, birlik ve bütünlüklerini sağlayacak şeyleri getirmek suretiyle hükmediyordu. Onun getirdiği şeyler, onlar hangi yönde ihtilafa düşmüşlerse onunla ilgiliydi ve bu da; sonuçta onların hem dünyadaki hem de âhiretteki iyiliklerini temin ediyor ve bozulmayı onlardan kesin olarak defediyordu. Kaynakları âlimlerce bilinen yöntemlerle dinler, canlar, akıl, nesiller ve mallar, korunuyordu. İşte bu, Peygambere (s.a) söz, fiil ve takrir olarak inen (yüce kitap) Kurandı. Onların kendi kendilerini idareden âciz oldukları, kendi maslahatlarının/menfaatlerinin nerede olduğunu tek başlarına bilemeyecekleri Allah tarafından bilindiği için kendi hallerine bırakılmadılar. Bid'atçi bu büyük bağışları ve bereketli hediyeleri terk eder de nefsinin ve dünyasının ıslahı için şer'i bir delil olmaksızın kendi nefsine sarılırsa himayeye ve bu rahmetin altına girmeye nasıl lâyık olur? O, himaye ipinden elini salmış ve nefsinin tedbirine sığınmıştır. Artık o, rahmetten uzak kalmayı hak etmiştir.
Allah Teala şöyle buyurmuştur:
"Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı yapışın; parçalanmayın."[291] Allah Teala bunu:
"Allah'tan O'na yaraşır şekilde korkun"[292] dedikten sonra söylemiştir. Böylece Allah Teala kendi ipine sarılmanın Allah'tan O'na lâyık şekilde korkmak anlamına geldiğini ve ondan başkasına yapışmanın da tefrika olaca­ğını bildirmiştir. Tefrika bid'atçinin en kötü vasıflarından birisidir. Çünkü o, Allah'ın hükmünden dışarı çıkmış ve müşlümanlarm cemaatinden uzaklaşmıştır. Abdullah ibn Humeyd, Abdullah'tan rivayet eder:
Allah'ın ipi cemaattir. Katade ise şu yorumu yapar:
Allah'ın sağlam ipi şu Kur'an'dır, O'nun sünnetleridir ve kullarına yüklediği sorumluluktur. Allah, onlara Kur'an'daki iyiliklere bağlanmalarını, O'nun ipine sımsıkı sarılmalarını ve diğer şeyleri emretmiştir. Şu ayet-i kerime de buna işaret eder:
"Allah'a sımsıkı sarılın. O sizin mevlânızdır."[293]
Bid'atçiye doğru giden ve ona saygı gösteren kimse ise İslamın yıkılmasına yardımcı oluyor demektir. Bununla ilgili rivayetler de daha önce geçti. Yine merfû olarak rivayet edilen bir hadiste şöyle denilir:
"Kim saygı göstermek maksadıyle bir bid'atçinin yanına gelirse İslamın yıkılmasına yardım etmiş olur."[294]
Hişairi ibn Urve'den: Rasulullah (s.a) şöyle buyurdu:
"Kim bid'atçiye saygı gösterirse İslamın yıkımına yardım etmiş olur."
Rasulullah'tan (s.a) sahih olarak gelen şu hadis de bu manayla birleşir:
"Kim sonradan bir şey ihdas (icad) ederse veya icad edene sığınırsa Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzeri­ne olsun."
Sığınmakla, saygı göstermek aynı anlamda birleşir. Bu gayet açıktır. Çünkü ona doğru gitmek ve ona saygı göstermek, bid'atinden dolayı ona tazimde bulunmak demektir. Halbuki biz biliyoruz ki şeriat onun engellenmesini, aşağılanmasını, dövmek ve öldürmek gibi daha ağır şeylerle cezalandırılmasını emrediyor. Ona saygı göstermek İslam Şeriatıyle amel etmekten vazgeçmek ve ona aykırı olan bir şeye yönelmek olur. İslam ancak onunla ameli terkle ve ona aykırı olan şeyi yapmakla yıkılır.
Aynı şekilde bid'at sahibine saygı göstermek İslama yönelik ve onun yıkımına sebep olacak iki mefsedetin kaynağıdır:
Birincisi: Cahillerin ve halkın da bu saygıya yönelmelerine ve bid'atçinin, insanların en faziletlisi olduğuna ve onun gittiği yolun diğerlerinden daha hayırlı olduğuna inanmalarına sebep olur. Bu da ehl'i sünnete ve onların gittikleri yollara değil de bid'atçinin Bid'atine uyulmasına yol açar.
İkincisi: Bir bid'atçi Bid'atinden dolayı itibar görürse bu, onun için her şeyde yeni bir bid'at inşa etmesinde teşvik edici bir unsur olur.
Her iki durumda da bid'atler diriltilmiş, sünnetler öldürülmüş olur. Bu da tamamen İslamm yıkılması demektir.
Muaz hadisi de buna delalet eder:
"Yakında öyle bir zaman gelecek ki bir kimse şöyle diyecek:
Ben Kur'an'ı okuduğum halde onlara ne oluyor da bana uymuyorlar? Ben onlara Kur'an'dan başka bir şeyi icat etmedikçe bana uymayacaklar. Sonradan icat edilen şeylerden sakının. Çünkü sonradan icat edilen şeyler sapıklıktır,"
Bu rivayet, bid'atler diriltildiği zaman sünnetlerin öldüğüne, sünnetler öldüğü zaman da İslamın yıkıldığına delâlet eder.
Buna göre seleften yapılan nakil, gösterilen saygının doğrulu­ğuna fazlasıyla delâlet eder. Çünkü bâtıl ile amel edildiği zaman hak ile amelin terk edilmesi gerekir. Nitekim hak ile amel edildiği zaman da bâtıl terk edilmiş olur. Çünkü bir yer, bir birine zıt iki şeyden ancak birisiyle meşgul edilir.
Bid'atleri terk etmek de sâbit/değişmez bir sünnettir. Kim bir tek bid'atle amel ederse bu sünneti terketmiş olur.
Huzeyfe'den (r.a) daha önce nakledilmiş olan şu sözler de bundan dolayı söylenmiştir.
"Huzeyfe eline iki tane taş aldı ve birini diğerinin üzerine koydu. Sonra arkadaşlarına şöyle dedi:
Bu iki taşın arasında bir ışık görüyor musunuz? Dediler ki:
Ey Ebû Abdullah! Bunların arasında sadece az bir ışık görüyoruz.  Huzeyfe dedi ki:
Canım kudretinde olan (Allah)'a yemin olsun, bid'atler o kadar çok ortaya çıkacak ki şu iki taşın arasındaki ışık kadar bile haktan bir şey görünmeyeçek. Vallahi bid'atler o kadar çok yaygınlaşacak ki onlardan bir tanesi terk edildiği zaman, sünnet terk edildi diyecekler."
Buna dair daha önce geçmiş bir başka rivayet daha vardır.
Ebû İdris el-Havlâni'den nakledilmiştir: O şöyle diyordu:
"Bir ümmet kendi dininde bir bid'at icat ettikçe Allah Teala da bu bid'atle birlikte onlardan bir sünnetini kaldırır,"[295]Hassan ibn Atıyye'den: O şöyle demiştir:
Bir millet, dinlerinde ne kadar bid'at çıkarırsa Allah Teala da onların sünnetlerinden o kadarını mutlaka çekip alır. Sonra kıyamete kadar da o sünneti bir daha kendilerine iade etmez."[296]
Seleften bazıları merfû olarak şu hadisi naklederler:
"İslamda bir bid'at çıkaran kişi mutlaka ondan daha hayırlı bir sünneti terk etmiş olur."[297] İbn Abbas'tan (r.a.); o şöyle dedi:
İnsanlar öyle bir zamanda yaşayacaklar ki o zamanda mutlaka bid'at icat edip sünneti öldüre­cekler. Nihayet bid'atler diriltilip sünnetler öldürülecek.[298]
Şeriat lisanıyle bid'atçinin lanetlenmesine gelince o da Rasulullah'ın (s.a) şu hadisi sebebiyledir:
"Kim bir bid'at çıkarır veya bid'atçiye sığınırsa Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerindedir."[299]
Daha önce olmayan kötü bir yolu izlemek de bid'at çıkarmak sayılır.
Bu lanette bid'at sahibi ile iman etmelerinden, Rasulün gönderil­mesinin şüphe götürmez bir hak olduğuna şehadet getirmelerinden ve kendilerine Allah'tan bir hidayet ve yeterli açıklamanın gelme­sinden sonra inkarcılığa sapan kimseler müşterektirler. Bu husus Allah'ın şu âyetinde ifade edilmektedir:
"İman etmelerinden, Rasul'ün hak olduğuna şehadet getirmelerinden ve kendilerine apaçık deliller gelmesinden sonra inkarcılığa sapan bir kavme Allah nasıl hidayet nasip eder? Allah zâlimler topluluğunu doğru yola iletmez. İşte onların cezası, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanlığın lanetine uğramalarıdır."
Bu lanette bid'at sahibi, Allah'ın indirdiği ve Kitab'ında beyan ettiği şeyleri gizleyenlerle de ortaktır. Bu da şu âyette ifade edilimektedir:
"İndirdiğimiz açık deliller ve Kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah, hem de bütün lanet ediciler lanet eder."[300]
Bid'atçinin bu iki fırkayla birlikte ortak olduğu bu manayı iyi düşününüz. Bu, ortaya koyduğu şeriatte Şâri ile ters düşmektir. Çünkü Allah Teala, Kitabı indirdi, kurallar ortaya koydu ve yolundan gitmek isteyenler için o yolu mümkün olan en açık şekliyle beyan etti. Kâfir, o kuralları reddederek onlara ters düştü. O kuralları/şeriatı gizleyen ise bizzat gizlemek suretiyle şeriate ters düştü. Çünkü Allah Tealâ beyan etti ve açıkladı, o ise ketmetti ve gizledi. Bid'atçi ise Allah'ın beyan ettiğini terk etmek, açığa çıkardığını gizlemek için bir vasıtayı ortaya koymak suretiyle şeriate ters düştü. Çünkü müteşabihlere tâbi olduğu için apaçık şeylerin içine problemler sokuşturmak bid'atçinin âdetidir. Çünkü onun müteşabihler hakkındaki düşünceleri muhkemler/apaçık şeylerle ilgili inancını tahrip eder. O halde bid'atçi apaçık olan bir şeyin içerisine kapalı ve anlaşılmaz bir şeyi sokuşturmaya başlayan kimsedir. Hatta o kadar ki bid'at konusunda Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lanetini gerektirecek şeyleri irtikap eder.
İmam Mâlık'in arkadaşı Ebû Mus'ab anlatır:
İbn Mehdî bizim yanımıza -yani Medine'ye- geldi ve safın önüne ridasını (elbisesini) sererek (Peygamber'in mescidinde) namaz kıldı, imam selamını verince insanlar ona gözlerinin ucuyla baktılar, Mâlik de baktı. O, namazı hemen imamın arkasında kılmıştı. İbn Mehdi selamını verince İmam Mâlik:
Burada muhafız kim? diye sordu. Yanına hemen iki tane adam geldi. Onlara dedi ki:
Şu elbisenin sahibini hemen yakalayın ve derhal onu hapsedin. İbn Mehdi hapsedildi. Sonra İmam Mâlik'e onun İbn Mehdi olduğu söylendi. İmam Malik onun yanına gitti ve kendisine şöyle dedi:
Allah'tan korkmadın mı ki elbiseni safta önüne serdin, namaz kılanları kendine baktırarak meşgul ettin ve bizim mescidimizde daha önce bilmediğimiz bir şeyi bid'at olarak ihdas ettin? Halbuki Peygamber (s.a):
"Kim bizim mescidimizde yeni bir şey icad ederse Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun." buyurdu. Bunun üzerine İbn Mehdi ağladı ve bir daha ebediyen ne Peygamber'in (s.a) mescidinde, ne de başka yerde böyle bir şey yapmayacağına kendi kendine söz verdi. İşte bu, olmayan bir şeyi icat etmeyi terk konusunda bu lanetten korkarak son derece ihtiyatlı ve dikkatli olmanın bir örneğidir. Ne dersin, elbise sermek değil de başka bir bid'at olsaydı durum ne olurdu düşünebiliyor musun? "Benim lanet ettiğim altı kişi vardır ki onlara Allah da lanet eder." hadisi daha önce geçmişti. Bu altı kişinin içerisinde, bid'ate sarılarak Hz. Peygamber'in sünnetini terkeden kimse de zikredil­mişti.
Bid'atçinin Allah'tan uzaklığının artmasına gelince onun delih de el-Hasen'den gelen şu rivayettir. El-Hasen şöyle demiştir:
Bid'at sabibi Allah'a oruç tutmasını ve namaz kılmasını artırdıkça Allah'­tan daha fazla uzaklaşır. Eyyüb es-Sahtiyani de şöyle demişti:
Bid'at sahibinin çalışıp çabalaması arttıkça, Allah'tan uzaklaşması da artar.
Rasulullah'ın (s.a), Hariciler hakkındaki şu sahih hadisinin işaret ettiği şey de bu nakli doğrulamaktadır: "Bunların kökünden öyle bir topluluk çıkacak ki siz onların namazları yanında kendi namazlarınızı, oruçlarının yanında kendi oruçlarınızı beğenmez­siniz... Onlar okun avdan çıktığı gibi dinden çıkarlar."
Hz. Peygam­ber bu hadiste önce ibadetlerindeki gayretlerini beyan etmiş, sonra da Allah'tan uzaklaştıklarını beyan etmiştir.
Nakli deliller, yukarıda geçtiği gibi bid'atçinin farzının ve nafilesinin kabul edilmeyeceğini de beyan etmiştir. Onun bid'at üzere yapmış olduğu her amel sanki onu hiç yapmamış gibi sayılır. Ameli yok sayılacağı için onu terketmenin vebali yüklenir. Ameli terk etme vebalinin üzerine, bid'atçiliğindeki inadın ve onunla şeriatın temelinde, ameli ve itikadı konularda insanların kafasına yanlış düşünceler sokmasının vebali de ilave edilir. Bununla beraber o yine de Bid' atinin kendisini Allah'a yaklaştıracağını ve cennete ulaştıracağını zanneder.
Sahih ve açık rivayetlerle sabit, olmuştur ki onu ancak meşru bir şeyi, meşru bir şekilde yapması Allah'a yaklaştırır. Halbuki o bunu terk etmiştir ve bid'atler onun amellerini boşa giderir. O ise bid'atleri benimsemiş ve kabullenmiştir.                                                   
Bid'atlerin müslümanlar arasında düşmanlık ve kinin kaynağı olmasına gelince bu, bid'atlerin grup grup parçalanmayı gerektirmesi sebebiyledir.
Şu âyetlerde anlatıldığına göre Kur'an-ı Kerim de buna işaret etmektedir:
"Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın."[301]
"Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır."[302]
"Müşriklerden olmayın. Dinlerini parça­layan ve bölük bölük olanlardan olmayın. Bunlardan her fırka, kendilerinde olan ile böbürlenmektedir.”[303]
"Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yok­tur."[304]
Bu manaya gelen daha başka âyetler de vardır.
Hz. Peygamber (s.a) bir toplumun içerisine giren fitne ve fesadın dini zayıflatacağını, beyan etti. Bütün bu deliller bid'at çıktığı zaman ayrılık ve düşmanlığın da ortaya çıktığım göstermektedir.
Bu gerçeğin ilk delili Hâriciler kıssasıdır. Sahih rivayetlerin verdiği haberlere göre onlar müslümanlara o derece düşman olmuşlardı ki, hatta kâfirleri bırakıp onları öldürür hale gelmişlerdi. Sonra gücünü yöneticilere yakınlıktan alan bütün despot gruplar onları izledi. Bütün tarihçilerin anlattıklarına göre onlar ehl-i sünnete her türlü cezayı, işkenceyi ve cinayeti reva gördüler.
Sonra onları bütün bid'at çıkaran bid'atçiler izledi. İnsanların şeriate uymalarını engellemek, onları kötülemek ve onların kendile­rini dünyaya vermiş necasetler olduğunu iddia etmek bid'atçilerin âdetiydi. Dünyayı kötülemek ve dünyaya bağlananları kötülemek konusunda şeriatin yolunu savunanların aleyhine deliller getirir­lerdi. Nitekim Amr ibn Ubeyd'den[305] rivayet edildiğine göre o şöyle demişti:
Şayet Ömer, Osman, Talha ve Zübeyr benim yanımda bir ayakkabı bağcığının aleyhinde şahitlik etselerdi onların şahitliklerini kabul etmezdim.
Muaz ibn Muaz'dan;[306] o şöyle dedi:
Amr ibn Ubeyd'e dedim ki:
Abdurrahman ibn Avf’ın karısını iddetinin bitiminden sonra Hz.Osman'ın mirasçı yaptığını Hasen el'Basri nasıl haber verdi? Amr ibn Ubeyd dedi ki:
Osman yaptıysa bu sünnet değildir."[307] Amr ibn Ubeyd'e denildi ki:
Nasıl oldu da el-Hasen sekteteyn hakkında Semura'dan[308] rivayette bulundu? Dedi ki:
"Ne yapacaksın Semura'yı! Allah kahretsin onu..." Hayır, hayır Allah Amr ibn Ubeyd'i kahretsin. Bir gün bir şeyden soruldu da (araştırmadan) hemen cevabını verdi. Râvi der ki:
Ben bunun üzerine kendisine dedim ki:
“Ama bizim arkadaşlarımız böyle söylemiyorlar.” Dedi ki:
“Babasız kalasıca, senin arkadaşların kimler?” Dedim ki:
“Eyyub, Yunus ibn Avn ve et'Teymi.” Dedi ki:
 “Onların hepsi necasettir, diri olmayan ölülerdir.”
Selefi sâlihe söven sapıkların durumu işte budur. Belki de onların sermayeleri budur.
"Halbuki Allah nurunu tamamlamaktan asla vazgeçmez."[309]
Bu bozgunculuğun temeli Hariciler tarafından atılmıştır. Çünkü selef-i sâlihe ilk defa onların lanet ettikleri ve sahabeyi ilk defa onların tekfir ettikleri rivayet edilmiştir. Bütün bu tavırlar kin ve düşmanlığa sebep olur.
Necat fırkası yani ehl-i sünnet de bid'atçilere düşman olmakla, onları kovmakla ve onların tarafından toplananları öldürmekle emrolundular. Daha başkası değil. Âlimler, yukarıda da geçtiği gibi onlarla arkadaş olmaktan ve beraber oturmaktan sakındırdılar. Onlarla beraber olmak kin ve düşmanlığa sebep olur. Fakat müminlerin yolundan başka yollara tâbi olma Bid'atini çıkarmak suretiyle cemaatten dışarı çıkmaya sebep olan kimselere gösterilecek düşmanlık kayıtsız şartsız, mutlak bir düşmanlık değildir. Onlara bizimle dost olmaları ve cemaate dönmeleri emredilirken nasıliolur da biz onlara böyle bir düşmanlıkla emrolunabiliriz ki?
Bid'atin Hz. Peygamber'in şefaatine engel olmasına gelince bunun delili de şu hadisi şeriftir:
"Bid'atçiler hâriç, ümmetim benim şefaatime nail olacaktır."[310]
Bu rivayetteki mananın doğruluğuna Sahihte geçen şu hadisi şerif de işaret eder:
"Kıyamet günü ilk giydirilecek kişi İbrahim'dir (a.s). Yine kıyamet günü ümmetimden bazı adamlar getirilecek ve sol tarafa (cehenneme) götürülecek ve denilecek ki: Onlar hep geriye doğru dönenlerden oldular."
Bu hadis daha önce de geçti. Bu hadiste onlar için Rasulullah'ın şefaati zikredilmedi. Ancak Hz. Peygamber şöyle dedi:
"Ben onlara salih kulun (Hz. İsa'nın) dediği gibi, uzak olun, derim."
Hadisin başlangıç bölümünden bu geriye dönmenin küfre dönmek olmadığı açıkça bellidir. Çünkü
"Benim ümmetimden bazı adamlar getirilecekler" denilmektedir. Şayet, onlar İslamdan dönmüş olsalardı Hz. Peygam­ber onları kendi ümmetinden saymazdı. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) onlarla ilgili şu ayeti okudu:
"Eğer onları bağışlarsan şüphesiz sen izzet ve hikmet sahibisin.[311]
Şayet Hz. Peygamber (s.a) onların İslam'dan topluca çıkmış olduklarını bilseydi ümmetimden demezdi. Çünkü küfür üzere ölen kimse için kesinlikle mağfiret, söz konusu olamaz. Yaptığı şeyler kendisini İslam dışına çıkarmayanlar için ancak mağfiret umulabilir. Çünkü ayet-i kerimede şöyle buyurulur:
“Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz bundan baş­kasını (günahları) dilediği kimse için bağışlar.”[312]
Bu hadisin bir benzeri de Muvatta' hadisidir. Onda da Hz. Peygamberin şu ifadesi vardır:
"Ben derim ki: Uzak olun, uzak olun."[313]
Bid'atlerin, mukabili olan sünnetleri kaldırdığına gelince bunula ilgili deliller "bid'atçiye saygı gösteren İslam'ın yıkımına yardım etmiş olur" bölümünde geçmişti.
Kıyamete kadar o bid'ati işleyenlerin vebali ve günahının aynısının bidati çıkaran kişinin üzerine olması meselesine gelince bunun delillerinden birisi şu ayet-i kerimedir:
"Kıyamet gününde kendi günahlarını tam olarak taşımaları ve bilgisizce saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından da bir kısmını yüklenmeleri için (öyle derler).":[314] Bir diğer delil de Sahih'te geçen şu hadistir:
"Kim kötü bir sünnet çıkarırsa hem o çıkardığı kötü sünnetin günahını, hem de onu işleyenlerin günahını yüklenir." Bir diğer hadis de buna işaret eder ki o hadis şudur:
"Haksız yere adam öldüren hiç kimse yoktur ki onun yükleneceği günahın bir misli de Adem'in ilk oğluna verilmemiş olsun. Çünkü cinayet işleme âdetini ilk defa çıkaran kişi odur."[315]
Hz. Adem'in oğlu cinayet işleme âdetini ilk defa başlattığı için sonraki cinayetlerin vebaline ortak olduğuna göre Allah'ın ve Rasülü'nün razı olmadığı bir âdeti çıkaranın durumu da onun gibidir. Çünkü cinayet âdetini çıkaran kimse, daha sonra o cinayetleri işlediği için değil, böyle kötü bir geleneği başlattığı ve bunu izlenen bir yöntem haline getirdiği için günaha ortak olur.
Daha önce geçen şu hadis de bu manayadır:
"Kim Allah ve Rasulünün razı olmadığı sapık bir bid'ati çıkarırsa, o bid'ati işle­yenlerin yüklendiği günah kadarı ona da yüklenir. Bununla beraber o bid'ati işleyen insanların günahından da hiçbir şey eksilmez."
Bu konuda daha başka hadisler de vardır.
O halde kişi Rabbinden korksun ve ayağını sağlam yere basmak için önceden iyi düşünsün; hüküm koymada aklına güvenip de Rabbinin koyduğu hükmü itham eder duruma düşmesin.[316] Zavallı, hesabında olmayan şeylerden hangi günahların kendi mizanına konulacağını ve onları kimin işlediğini bilemez. Çünkü kim bir bid'at çıkarır da kendisinden sonra gelen bir başka kimse o bidatle amel ederse, çıkardığı ve işlediği bid'atten yüklendiği günaha ilave olarak bu bid'ati işleyenin günahı kadarı da mutlaka kendisine yüklenir.
İşlenen her bid'at -daha önce de ifade, edildiği gibi- zaman boyunca daima çoğaldığı, meşhur olduğu ve yaygınlaştığı sabit olduğuna göre bid'atçinin yükleneceği günah da bunun ölçüsüne göre olacaktır. Nitekim güzel bir gelenek başlatan kişiye de hem bu geleneği başlatmasının, hem de kıyamete kadar onunla amel eden­lerin sevabı vardır. Aynı şekilde her bid'at de mukabili olan bir sünneti öldürdüğüne göre, bid'atçiye bunun günahı da yüklenir. Bu, islediği Bid'atin günahına ilave edilen bir günahtır. Bu günah o bid'at işlendikçe kat kat artar. Çünkü bu bid'at sözde ve fiilde tekrarlandıkça aynı şekilde sünnetin öldürülüşü de tekrarlanmış olur.
Bunu Haricilerin bid'atiyle birlikte düşününüz; Hz. Peygamber (s.a) onları bize tanıtırken "okun avdan sıyrılıp çıkışı gibi dinden çıktıklarını" söylüyor. Bu hadis onlarda dinden bir şey kalmadığını, sadece bakan kimsenin acaba bunlarda din var mı yok mu? diye şüpheye düşebileceğini beyan ediyor. Bunun sebebi sadece Allah'ın dininde bid'at çıkarmaktır. Onlar hakkındaki şu hadis de buna delalet etmektedir:
"Onlar müslümanları ödürürler, putperestleri bırakırlar."
"Onlar Kur'an'ı okurlar, fakat okudukları Kuran, hançerelerinden öteye geçmez."
Bu, onlara ait üç tane bid'attır. Allah korusun.
Bid'at sahibinin tövbesinin olmadığı meselesine gelince bunun delili de Hz. Peygamber'in (s.a) şu sözüdür: "Allah Teala bütün bid'atçilerin tevbelerine engel olmuştur."[317]
Yahya ibn Ebi Amr eş-Şeybâni der ki:
Allah Teâla'nın bid'at sahihinin tövbesini kabul etmediği ve bid'at sahibinin ondan daha kötüsüne intikal etmekten başka bir şey yapmadığı söylenmiştir.
Buna benzer bir sözü de, Ah ibn Ebi Tâlib söylemiştir:
Bid'at olan bir görüşe sahip olup da sonradan o görüşü terk eden kimse mutlaka ondan daha kötüsüne intikal eder.
Bu rivayetleri İbn Vaddah tahriç etti:
İbn Vehb, Ömer ibn Abdilaziz'den şöyle dediğini tahriç etti:
İki kişi vardır ki biz onları ayıplarız: İhtiras sahibi ve hevâ sahibi. Çünkü ikisi de huylarından vazgeçmezler.
İbn Şevzeb'ten:
Abdullah ibn el-Kasım'ı şöyle derken dinledim:
Hevâ ve heves üzere olan bir kul, mutlaka ondan daha kötüsüne intikal eder. O dedi ki:
Ben bunu dostlarımdan birisine söylemiştim, o da dedi ki:
Hz. Peygamber'in (s.a) şu hadisi de bunu tasdik eder:
"Bid'at sahibi okun avdan çıkışı gibi dinden çıkar, sonra ok gerisine geri dönünceye kadar da dine dönmez."
Eyyûb dedi ki:
Adamın birisi bir reyi/görüşü savunuyordu. Sonra o görüşünden vazgeçti. Sevinerek Muhammed'e geldim ve bunu ona haber verdim. Dedim ki:
Biliyor musun filan adam savunduğu görüşü terk etmiş? Dedi ki:
Acaba hangi görüşe intikal etmiş?
Hadi­sin sonu onlar hakkında başlangıcından daha şiddetlidir. Başlangıcı "dinden çıkarlar" sonu ise "sonra geri dönmezler" şeklindedir. Bu, Ebu Zerr'in rivayet ettiği bir hadistir, bu hadiste Rasulullah (s.a) şöyle buyurur: “Ümmetimden öyle bir topluluk olacak ki Kur'an'ı okuyacaklar, okudukları Kur'an boğazlarından ileriye gitmeyecek. Okun avdan sıyrılıp çıkışı gibi dinden çıkacaklar, sonra ona bir daha dönmeyecekler. Onlar insanların ve yaratıkların en kötüsüdürler.”
Bu, sahih bir hadisin söz konusu rivayetlerin ifade ettiği mana için şahitlik etmesidir. Bu rivayetlerin özeti şudur: Eyyûb'un hadi­sinde de ifade edildiği gibi bid'at sahibi Bid'atinden tevbe ettiği zaman o bid'atten kurtulsa bile ondan daha kötüsüne saplanır. Veya Gaylan ile Ömer ibn Abdilaziz arasında geçen olayda olduğu gibi adam o bid'ati bıraktığını izhar eder, fakat daha sonra onda ısrar eder. Fırkalarla ilgili hadis de buna delalet eder. Orada şöyle denil­miştir:
"Ümmetimin içinde öyle bir topluluk çıkacak ki bu bevâ ve heves sahipleri onlara her yönden hakim olacaklardır. Tıpkı kuduz hastalığının kuduz hastasının her tarafını kapladığı gibi. Bu hastalık hastayı o kadar sarar ki, onun vücudunda hastalığın girmediği hiçbir damar ve hiçbir mafsal kalmaz."[318]
Bu olumsuzluk mutlak manada bir genelliği gerektirir. Fakat normal manada -yani istisnaları da olabilen- bir genelliği ifade ettiği şeklinde de yorumlanabilir. Çünkü Abdullah ibn el-Hasen el-Anberi'den nakledilen rivayette ve İbn Abbas'ın Hz. Ali'ye karşı çıkan Harûrilerle yaptığı tartışmada ve Ömer ibn Abdilaziz'in bazılarıyle yaptığı tartışmada da görüldüğü gibi bir bid'atçinin görüşünden vazgeçip hakka dönmesi mümkündür. Fakat genellikle bidatçiler görüşlerinde ısrarlı olurlar. Bundan dolayı biz deriz ki:
Bazı bid'atçilerin tövbe etmeleri uzak bir ihtimaldir. Çünkü hadis, zahiriyle genellik ifade eder. Bununla ilgili daha geniş açıklama inşaallah ileride gelecektir.
Bid'atçinin tövbeye uzak duruşunun sebebi, şer'i yükümlülük­lerin altına girmenin nefse zor gelmesidir. Çünkü, bu heva ve hevese aykırı gelen bir iştir, şehevi arzuların yoluna dikilen bir engeldir. Bu sebeple nefse gerçekten çok ağır gelir. Çünkü hakkın bir ağırlığı vardır. Nefis, kendi arzularına aykırı olan şeyleri değil, sadece onlara uygun şeyleri istekle yapar. Her bidatte nefsin arzularına hoş gelen bir taraf vardır. Çünkü bidat Şârie ait değil bidat'çinin kendisine ait bir görüştür. Asıl hükme değil, başka ilavelerle yan hükümlere uyar. Şöyle ki, bid'atçi, Şârie nisbet edilen delile mutlaka şüphe ile bakar ve kendi söylediği şeyin Şâri'in maksadı olduğunu iddia eder. Böylece onun hevâsı, iddiasınca şer'i delille kastedilen şey olmuş olur. Hevâ ve heveslerine sımsıkı sarılmışken nasıl onun dışına çıkabilir ki? Aslında bu şekilde şer'i delile sarılması gerekirdi.
Evzâi'den rivayet edilen şu söz de bunun delillerindendir:
Bana bildirildiğine göre, sapık bir bid'ati işleyen kimseye şeytan ibadeti kolaylaştırır, ya da o yolla kendisini avlamak için onu ağlamaya ve tevazua teşvik eder.[319]  Sahabilerden birisi şöyle dedi:
İnsanlardan ibadette aşırı giden kimse fitneye düşer. Onlar Hz. Peygamberin şu sözüyle delil getirirler.
"Sizden biriniz onun namazı yanında kendi namazını, onun orucu yanında kendi orucunu küçük görür."...
Hâricilerden ve diğer bid'atçilerden nakledilen haberlerde de görüldüğü gibi yaşanan gerçekler onun söylediği şeyi doğrulamak­tadır.
Bid'atçi dünyada saygınlık kazanmak, mal ve mevki sahibi olmak ve diğer şehevi arzularım gerçekleştirmek, hatta dünyevi arzuları yüceltmek için büyük bir gayret içinde olur. Rahiplerin kiliselerde ve manastırlarda her türlü zevkleri terk etmelerini, çeşitli ibadetlerle kendilerini sıkıntıya sokmalarını ve şehevi arzularından vazgeçmelerini görmüyor musun? Buna rağmen onlar ebediyen cehennemde kalacaklardır.
Allah Teala şöyle buyurmuştur:
"O gün birtakım yüzler zelildir, durmadan çalışır, (fakat boşuna) yorulur, kızgın ateşe girer."[320]
"De ki: Size, (yaptıkları) işler bakımından en çok ziyana uğrayanları bildirelim mi? (Bunlar) iyi işler yaptıklarını zannettikleri halde, dünya hayatında çabaları boşa giden kimseler­dir."[321]
Bunun sebebi onların bu bidatleri işlerken hissettikleri bir hafiflikten ve nefsin arzularına ulaşması sebebiyle kazandıkları ve zorlukları kolaylaştırıcı bir zindelikten başka bir şey değildir, içinde bulunduğu durum bid'atçinin hoşuna gider. Çünkü ona göre bunun nefsâni bir azru olması mümkün değildir ve yaptığı şey de bu arzular cümlesinden değildir. Ayrıca kendi deliline de uygundur. Hal böyle olunca ona sımsıkı sarılmasını ve daha da ileri gitmesini engel­leyecek olan nedir? Halbuki ona göre kendi amelleri başkasının amellerinden daha faziletlidir, onun itikadı daha doğrudur ve daha yücedir. Delil bir kıymet ifade eder mi? Nitekim
"İşte Allah böylece, dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini doğru yola eriştirir."[322]
Bid'atçinin dünyada zillete düşmesine ve Allah'ın gazabına uğramasına gelince bunun delili Allah'ın şu âyetidir: "Buzağıyı (tanrı) edinenler var ya, işte onlara mutlaka Rablerinden bir gazap ve dünya hayatında bir alçaklık erişecektir: Biz iftiracıları böyle cezalandırırız."[323]
Bu âyetin tefsirinde seleften gelen yorumlara göre -ki yukarıda geçmişti- her bid'atçi dünya hayatında zillete düşe­cektir. Bu gayet açıktır. Çünkü buzağıyı tanrı edinenler, onun böğürmesini işitmeleri ve Samîrî'nin kendilerine verdiği vesvese sebebiyle ona tapacak derecede sapıttılar. İçine düştükleri şüphe onları haktan uzaklaştırmıştı. Allah Teala "Biz iftiracıları böyle cezalandırırız" buyurdu. Bu, hem onlar, hem de onlara benzeyenler hakkında genel bir ifadedir. Çünkü şu âyet-i kerimeye göre bütün hid'atler Allah'a karşı bir iftiradır: "Bilgisizlikleri yüzünden beyinsizce çocuklarını öldürenler ve Allah'ın kendilerine verdiği rızkı, Allah'a iftira ederek (kadınlara) haram kılanlar, muhakkak ki ziyana uğramışlardır."[324]
O halde Allah'ın dininde bid'at çıkaran herkes bid'ati sebebiyle alçaktır ve âdidir. Görünürde itibarlı ve güçlü gibi olsa da aslında bir alçaklık içindedirler. Bu alçaklık genellikle bizim zamanımızda da mevcuttur. Tabiîler ve daha sonrakiler zamanında bidatçilerin durumlarını görmüyor musun? Hatta onlar yöneticilerle içli dışlı oldular ve halkın arkasına sığındılar. Bunu yapamayanlar ise bid'atlerini gizlediler, bid'atleriyle birlikte halka karışmaktan kaçın­dılar ve takıyye yaptılar.
Allah Teala o buzağıyı tanrı edinenlerin cezaya çarptırılacak­larını haber verdi ve tehdidini gerçekleştirdi. Bu konuda yüce Allah şöyle buyurdu:
"İşte bundan dolayı üzerlerine aşağılık ve yoksulluk damgası vuruldu ve Allah'ın gazabına uğradılar."[325]
Allah Teala bu gerçeği Yahudilerle doğruladı, nerede olurlarsa olsunlar ve ne zaman olursa olsun onlar daima alçalmış ve mağlup bir halde bulundular.[326]
“Bu, onların sadece isyanları ve taşkınlıkları sebebiyledir”
Buzağıyı tanrılaştırmaları onların taşkınlıklarındandır. Zillete nisbetle durum budur. Allah'ın gazabına uğramalarına gelince doğruluğu kesin haberin içinde bu da bildirilmiştir. Bid'atçinin de bu hükme dâhil olmasından korkulur. Allah, lütfuyle koruyucudur.
Bid'atçinin Rasulullah'ın havzından uzak kalacağı konusuna gelince bunun delili Muvatta'daki şu hadistir: "(Kıyamet gününde) bir gurup adamlar, tıpkı sahipsiz develerin havuz kenarından kovulup uzaklaştırıldığı gibi benim havzımdan uzaklaştırılacaklar..."
Buhari'de Esma'dan Rasulullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Ben havzımın üzerinde bana gelecekleri bekleyeceğim. Bazı insanların benim yanıma gelmeleri engellenecek. Ben bunlar benim ümmetim! Diyeceğim.
Denilecek ki: Sen bilmiyorsun; bunlar (senden sonra) gerisin geri döndüler."
Abdullah hadisinde de şöyle buyurulur:
"Ben havzın kenarına sizden önce geleceğim. Sizden bazı adamlar bana yaklaştırılacak Hatta onları tutup almaya hazır­lanırken birden benden uzaklaştırılacaklar. Bunun üzerine ben diye­ceğim ki:
Ya Rabbi! Bunlar benim ashabımda.
Allah Teala diyecek ki:
Senden sonra onların (dinde) neler yaptıklarım sen bilmiyorsun."
Onların bu ümmet topluluğuna dâhil oldukları, gayet açıktır. Çünkü ellerinde ayaklarında ve yüzlerinde buna işaret eden abdest izleri olacaktır. İster aslen kâfir olsun isterse sonradan kâfir olsun küfür ehlinde böyle izler ve işaretler yoktur. Bir de hadisi şerifte:
"Senden sonra onlar dini değiştirdiler" denilmektedir. Eğer kâfir olmuş olsalardı: "Senden sonra onlar kâfir oldular" denilirdi. En uygun olan yorum, onların sünneti değiştirmiş olmalarıdır. Bu da bidatçilerin yaptığı bir şeydir. Bir kimse:
Bu bir münafıklıktır derse bu da bizim kasdettiğimiz şeyin dışında değildir. Çünkü münafıklar şeriate ibadet ve kulluk için değil, takıyye için sarılırlar. Böylece şeriatı konulması gereken yerin dışında başka bir yere koyarlar. Bu da Bid'atin ta kendisidir.
Sünnete Allah'a kulluğun değil, gelip geçici dünya menfaatine ulaşmanın bir yöntemi ve aracı olarak yapışan ve onunla bu maksat­la amel eden kimselerin hepsi aynı yolu izlerler. Çünkü bu, sünneti değiştirmek ve onu şer'i konumunun dışına çıkarmak demektir.
Bid'atçinin kâfir olmasından korkulması meselesine gelince, ilk selefin ve diğer dönemlerde yaşayanların âlimleri, Hâriciler, Kaderriyeciler ve diğer pek çok fırkalar gibi bid'at fırkası mensuplarının tekfir edilmelerinde ihtilafa düşmüşlerdir.
"Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlarla senin hiçbir ilişkin yoktur." âyetinin ve "O gün nice yüzler ağaracak, nice yüzler de kararacaktır." diye başlayan âyetin zahiri buna, yani onların küfrüne delâlet etmektedir. Alimler, Batıniye gibi grupların küfrüne hükmetmişlerdir. Çünkü onların mezhepleri, Hz. İsaya hem ilahlık, hem de insanlık izafe eden Hıristiyanların görüşlerine benzer görüşler ileri süren Hulûliye mezhebine dayanır. Alimler bunun küfür olup olmadığında ihtilaf ettiklerine göre aklı başında olan herkes kendisinin böylesine bir batış çizgisine nisbet edilmesini yakıştıramaz; yani kendisine şöyle denilmesini lâyık görmez: Alimler, sen kafir misin, yoksa kafir olmayan bir sapık mısın? İhtilaf ettiler. Veya şöyle denilmesini istemez: Alimlerden bir grup senin kafir olduğunu ve öldürülmenin helâl olduğunu söylediler.
Bid'at sahibinin, Allah korusun, sonunun kötü olmasına gelince, bunun sebebi onun günah işlemiş olması ve kesinlikle Allah'a isyan içinde bulunmasıdır. Şimdi biz, o büyük günah işliyor veya küçük günah işliyor demeyiz, sadece şunu deriz: O, Allah'ın yasakladığı şeyleri yapmakta ısrar ediyor. Israr ettiği şey şayet küçük günah ise bu ısrarı onu büyük günah haline getirir, büyük günahı ise daha da büyütür. Bir kimse günahta ısrarlı iken ölürse onun akıbetinden korkulur. Varsayalım ki gözünden perde kalkıp kıyamet sahnelerini ayan-beyan görmüş olsa (gerçeği görüp tövbe edecek. Fakat) şeytan özellikle o kişi geçmişte dünya sevgisine kapılıp kendisine itaat etmişse- onu dürtükler ve kalbine egemen olur. Tâ ki bozuk ve değişik hali üzere ölsün diye.
Abdulhak el-İşbili[327] der ki:
İçi dışı düzgün olan kimselerin sonu asla kötü değildir. Allah'a hamdolsun böyle bir şey ne duyulmuştur, ne de bilinmiştir. Ancak aklında bozukluk olan veya büyük günahlarda ısrar eden ve atılgan olan ya da önce düzgün olup sonra durumu değişen ve sünnetlerin dışına çıkan ve başka bir yolu tutan kimsenin bu davranışları Allah korusun akıbetinin kötü olmasına sebep olur. Allah Teala şöyle buyurur:
"Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah onlarda olanı değiştirmez."[328]
Ben Bel'am ibn Bâûra'nm kıssasını işittim. Allah Teala ona âyetlerini vermişti. Fakat o onlardan sıyrılıp çıktı ve o yüzden de şeytanın takibine uğradı.[329]
Bir mâsiyet olması hasebiyle bid'atle mağrur olduğu zaman bid'atçinin böyle olacağı bellidir. Mâsiyetin bid'at oluşuna baktığımız zaman akıbet daha da kötüdür. Çünkü bid'atçinin yasaklanan şey üzerinde ısrarlı oluşuyle birlikte şeriate akliyle karşı çıkması ve mâsiyetin itaat olduğuna inanarak dini hayatında şeriate teslim olmaması sebebiyle akıbeti daha da kötüleşir. Çünkü o Şâriin çirkin dediğini güzel görmektedir. İtaat denilen şeye de kendi görüşü eklenmeden onun nazarında itaat olmamaktadır. Şâriin güzel dediğini de çirkin görmektedir. Kim böyle olursa, Allah'ın dilemesi dışında kötü bir akıbete daha lâyık olur.
Allah Teala kötülediği kimseler hakkında şöyle dedi:
"Allah'ın azabından emin mi oldular? Fakat ziyana uğrayan topluluktan başkası, Allah'ın (böyle) mühlet vermesinden emin olamaz."[330]
Allah'ın azabı diye terceme ettiğimiz "mekr" kelimesi farkına varmadan kötülüğü celbetmek demektir. Kötü akıbet de Allah'ın bir mekridir/azabıdır. Çünkü insana bilmediği bir şekilde gelir. Allah'ım senden af ve esenlik dileriz.
Bid'atçinin âhirette yüzünün kararacağı meselesine gelince daha önce bu konuda şu âyetin anlamı üzerinde durulmuştu:
"O gün nice yüzler ağarır, nice yüzler de kararır."  Bu âyetin içinde azab ile tehdit de vardır:
"Öyle ise inkar etmeniz yüzünden tadın azabı! (denilir)." Bundan önceki âyette de aynı şey vardır:
"İşte bunlar için büyük bir azap vardır."
İyâd, İbn Nâfi'in rivayetine dayanarak Mâlik'in şöyle dediğini anlattı:
Şayet bir kul, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmaksızm bütün büyük günahları işlemiş olsa, sonra bu heva ve heveslerden kurtulsa ben onun Firdevs cennetlerinin en yükseğinde olacağını ümit ederim. Çünkü her büyük günah kul ve Rabbi arasındadır ve kul o günahlar­dan dolayı Allah'ın kendisini affedeceği ümidini taşımaktadır. Hal­buki hevâ ve heves sahipleri (yani bid'at işleyenler) bundan dolayı, Allah'tan affedilme ümidine ihtiyaç hissetmezler. Bu da onları cehennem ateşinin içine düşürür.
Bid'atçiden uzak durmaya gelince şu ayet-i kerimede buna işaret, edilmektedir:
"Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur/sen onlardan berisin."[331] Bir de şu hadis vardır:
"Ben onlardan beriyim, onlar benden beridirler." İbn Ömer (r.a) Kaderiyyeciler hakkında şöyle der:
Onlarla karşılaştığın zaman kendilerine de ki:
Ben sizden beriyim/uzağım, siz de benden berisiniz. Hasan-ı Basri'den:
Bid'at sahibi ile oturma, çünkü o senin kal­bini basta eder, sözü nakledilmiştir. Süfyan es'Sevri'den:
Bid'at sahibi ile oturan kişi şu üç şeyden birisinden kendisini kurtaramaz: Ya başkaları için fitne olur, veya kalbine bir şey girer, onunla ayağı kayar ve cehenneme gider veya­hut da: onların konuştukları beni etkilemez, ben kendime güvenirim, der. Her kim bir an bile olsa dini hakkında Allah'dan başkasına güvenirse Allah onu kendisinden alıverir. Yahya ibn Ebi Kesir der ki:
Bid'atçi ile bir yolda karşılaşırsan hemen yolunu değiştir. Ebû Kılabe şöyle dedi:
Bid'at sahipleri ile oturmayın ve onlarla tartışmayın. Çünkü ben onların sizi de kendi sapıklıklarının içine sokmalarından ve bildiğiniz şeylerde kafanızı karıştırmalarından korkarım. İbrahim şöyle dedi:
Bid'at sahipleri ile oturmayın ve onlarla konuşmayın. Onlarla oturup konuşursanız kalplerinizi döndürmelerinden korkarım.
Bu konudaki rivayetler pek çoktur. Hz. Peygamberden rivayet edilen şu hadis de bütün bunları destekler:
"Kişi dostunun dini üzeredir. O halde siz kiminle dostluk ettiğinize iyi bakınız."[332]
Bu hadisin amacı gayet açıktır ve Ebû Kılabe'nin sözünde de buna dikkat çekilmiştir. Çünkü kişi, bir şeyin sünnet olduğundan emin olabilir. Bid'at sahibi onun kafasına, aslı olmadığı halde lafzın ihtimal verdiği bir bid'ati sokabilir ya da kendi görüşüne göre ona bir şey ilave edebilir. Onun kalbi de bunu kabul edebilir. Önceden bilgisi dahilinde olan şeye dönüp baktığında artık onu karanlık ve belirsizlik içinde bulur. Bunu ya fark eder ve ilim ile reddeder veya reddedemez ve helak olanlarla birlikte helak olur gider. İbn Vehb der ki:
Bid'atçilerden birisi İmam Mâlik'e geldiğinde imamın ona şöyle dediğini duydum:
Ben, Rabhimden gelen bir delilin üzerindeyim, sen ise şüphe içindesin. O halde sen kendin gibi bir şüphecinin yanına git ve onunla tartış. İmam Mâlik sonra şu âyeti okudu:
"De ki: İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah'a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz."[333]
İşte geçmiş dönemde yaşamış bir âlimin durumu bu; o da kalbinde eğrilik bulunan kişiye sözünü dinletemiyor.
"Rahman arşa istiva etmiştir." âyeti hakkında soru soran kimse­ye İmam Mâlik'in verdiği cevap, kişinin bid'atçiyi ilimle reddedişinin bir örneğidir. Bid'atçi kişi:
Nasıl istiva etti? Diye sorunca İmam Mâlik söyle cevap verir:
"İstiva malumdur, keyfiyeti meçhuldür, onun hakkında soru sormak ise bid'attir. Ben seni bir bid'atçi olarak görüyorum." İmam Mâlik bunu söyledikten sonra soru soran kişinin huzurundan çıkarılmasını emretti.
Kişinin bid'atçiye ilimle gücünün yetmediği şeyi de el-Bâcî anlattı ve dedi ki: Mâlik şöyle dedi: Şöyle denilirdi:
Kalbinde eğrilik olana kulak verme. Çünkü sen onun kendisini dinlerken sana nasıl bir zarar vereceğini bilemezsin.
Ensardan bir adam Medinelilerden bir Kaderiyyeci hakkında bir şey duydu. Gönlü ona takıldı. Nasihatlerine kulak verdiği arkadaş­ları onun yanına gelmişlerdi. Arkadaşları onu bu düşüncesinden vazgeçirmek istedikleri zaman onlara şöyle dedi:
Gönlümün takıldığı şeyden nasıl vazgeçerim. Kendimi şu minareden attığım zaman, Allah'ın benden razı olacağını bilseydim onu da yapardım. Sonra İbn Vehb Mâlik'in şöyle dediğini rivayet etti:
Bir kaderiy­yeci ile birlikte, oturma ve onunla konuşma. Ancak onunla oturursan da ona karsı sert davran. Çünkü âyet-i kerime'de şöyle buyurulur:
"Allah'a ve âhiret gününe inanan bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa- Allah'a ve Rasülüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin."[334]
O halde onlarla dostluk kurma.
Bid'atçinin (bu dünyada) fitneye düşmeşine/bela ve musibetlere mâruz kalmasına gelince bu konuda lyad, Süfyan ibn Uyeyne'den şöyle dediğini nakletti:
Mikatın dışında Medine'den ihrama giren kimsenin durumunu İmam Mâlik'e sordum. O şöyle cevap verdi:
Bu, Allah'a ve Rasülüne muhalefet etmektir. Onun dünyada fitneye maruz kalmasından ve âhirette de elim bir azaba uğramasından korkarım. Allah Teala'nın şöyle buyurduğunu işitmedin mi?:
"Onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar."[335]
Hz. Peygamber (s.a) mikat yerlerinde telbiye getirilip ihrama girilmesini emretti.
İbn el-Arabi, Zübeyr ibn Bekar'dan nakletti, o şöyle demişti:
Ben Malik ibn Enes'ten dinledim; ona bir adam gelmiş ve:
Ey Ebû Abdillah, ihrama nereden gireyim? Malik ona şöyle dedi:
Zülhuleyfe'den, Rasulullah'ın (s.a) ihrama girdiği yerden girersin. Adam dedi ki:
Ben mescidden ihrama girmek istiyorum. Malik ibn Enes:
Yapma, dedi. Adam:
Ben mescidden, (Peygamber'in) kabrinin yanından ihrama gireceğim, diye ısrar etti.
İmam Malik dedi ki:
Öyle yapma, yaparsan başına bir fitne gelmesinden korkarım. Adam dedi ki:
Bu hangi fitnedir? Ben sadece mesafeyi uzatıyorum, İmam Mâlik ona şöyle cevap verdi:
Rasulullah'ın ulaşamadığı fazilete senin kendini ulaşmış olarak görmenden daha büyük hangi fitne olabilir?
Ben, Allah'ın şöyle dediğini duydum:
"Onun emrine aykırı davrananlar başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azabın isabet etmesinden sakınsınlar."
İmam Mâlik'in âyetin tefsiri olarak zikrettiği bu fitne bidatçilerin durumudur ve üzerine kendi binalarını kurdukları kaideleridir. Onlar, Allah'ın Kitabında zikrettiği şeyi ve Peygamber'in çizdiği sünneti kendi akıllarıyle buldukları hidayetin gerisinde görürler.
İbn Veddah'ın rivayetine göre bir defasında İbn Mes'ud (r.a.) bir topluluğa uğramıştı. Bir adam insanları etrafına toplamış şöyle diyordu:
Şu kadar adet "Sübhanallah" diyen kimseye Allah rahmet etsin; şu kadar "elhamdülillah" diyen kimseye Allah rahmet etsin. Topluluk da onun söylediklerini tekrarlıyordu.
Bunun üzerine İbn Mes'ud (r.a) şöyle dedi:
"Siz peygamberinizin göstermediği bir davra­nışı yapıyorsunuz ve böylece sapıklığın günahına yapışmış oluyorsunuz.[336]
Sonra İmam Mâlik'in delil olarak okuduğu âyet-i kerime Hz. Peygamber (s.a) hendek kazılmasını emrettiği zaman içlerinden biri­sini siper ederek sıvışıp giden münafıklar hakkında nazil olmuştu.
Münafıklığın aslında bir bid'at olduğu daha önce geçmişti. Günkü Allah Teala onlardan söz ederken şöyle buyurmuştu:
"İşte onlar hidayete karşılık dalaleti satın alanlardır,"[337] Bu âyet, Peygamber'in emrine muhalefet edenlerin hepsini kapsamına aldığı için bid'atçinin de bu kapsama girmesi daha uygundur.
Bunlar bu bölümde söylenecek şeylerin sadece bir kısmıdır. Söylenilmesine imkan bulunamayan şeyler hakkında bunlarla bir kanaate ulaşılabilir. Çünkü bid'atler hakkında bu bölümü ilgilen­diren pek çok âyet ve hadis geçmiştir. Bunların anlamlarını ayrıntılı bir şekilde anlatmak uzun sürer. Bu sebeple biz burada zikrettik­lerimizle yetinelim. Başarı Allah'tandır.[338]



[276] Müellif, bidatçiler hakkında (onların kafir olmadıklarına dair) hüsnü zanna götürücü şeyleri destekleyen delilleri yukarıda zikretmişti. Burada ise selefin takındığı ve halefin de takınması gereken tavrı zikretmektedir.
[277] İbn Mace bunun gibisini Huzeyfe'den. Deylemi de Enes'ten rivayet etti. Bk. Kenzul-Ummal. 1/220. no:1108. 1115
[278] Bak: Siyeru A'lami'n-Nübelâ. 6/15, Hılye, 2/3
[279] Kenzu'l-Ummal. 1/220, 221, no:1108, 1115 (İbnu Mâca'den)
[280] A- İbn Ömer Hadisi: Müslim, K. İman. B. İsbâti'l Kader. C.II, Nesâî, K. İman, B. Na'tü'l İslam. no:4493: İlin Mâce, Mukaddime, B. İman, no:63l Buhari aynısını Ebu Hureyreden K. Tefsir'de. no: 4777'de Ebû Dâvud, K. Sünnet, B. fi'1-Kader'de no4695'de tahriç etmiştir. B-Cibril Hadisi: Bu hadis: Hz. Ömer'in rivayet ettiği ve bu isimle meşhur olan bir hadistir. Çünkü bu hadiste Cebrail'in bazı soruları ve hz. Peygamberin (S.A) de bunlara cevapları vardır. Ahdullah ibn Ömer (R.A) Kaderiyye hakkındaki cevabında bunu delil getirmiştir. Bu hadis biraz önce zikredilen yerlerde zikredildiği gibi, içerisinde ibn Ömer'in cevabı bulunmak­sızın daha başka yerlerde de Hz. Ömer'den rivayet edilmiştir. Buralar şunlardır. Buharı, K. İman. B. Suâli Cibril’in-Nebiyye (s.a); no:50; Müslim, K. İman, B. Ta'rif’i İslam ve'1-îman, C.I, s.157. Ebû Dâvud et-Tayâlisî, C.l, s.5. Ömer ibn el-Hattab'ın müsnedinden, Abdullah ibn Ömer'in ondan yaptığı rivayetle; Beyhaki. Sünen, K. Hac. Babu İshati Farzil-Hac. c.IV. s.325. C-İbn Ömer'in: "Onlara rastlarsan şunu bildir: Ben onlardan uzağım, onlar da benden uzaktırlar." sözü bizim konumuz hakkındaki en can alıcı sözdür. Çünkü bir ihtilaf dinin temel esaslarında meydana geldiği ve iman esaslarını   değiştirdiği  zaman  ondan  uzak  durmak gerekir. Bu ihtilaf dinin ameli gerektiren diğer temel ve talî ahkamında vâki olan ihtilafa benzemez. Onlardaki ihtilaf, ihtilaf edenlerin birbirlerinden uzaklaşmalarını ve ayrılmalarını gerektirmez. Uyarı bu sebeple gereklidir.
[281] Bu Hariciler hakkında pek çok yolla rivayet edilen hadisin bir parçasıdır. Bu hadisi Buhari'nin şu bölümlerinde geçmektedir. K. el-Meğâzi. B. Ba'si Aliyy ibn-i Ebi Tâlib ve Halid ibn el-Velîd ile’l-Yemen, no:4351; K. el-Enbiya, B. Kavlillahi Teala Ve ilâ Ad'in ehâhum Hûden" no:3344: K. el-menâkıb. B. Alâmatin- Nübüvve, no:361l; K. Tevhid, B. Ta’rucu’l Melâiketü ve'r-Ruh, no:7432; K. Istitabeti'l-Mürteddin, B. Katli’l-Mürteddin ba'de ikameti'l-hücceti aleyhim. no:6930, 6931, 69321 K. Fedâilu'l-Kur'an, B. ismu men Rââ bi kırâati'l-Kur'an. nn:5057, 5058; K. el-Edeb, B. mâcâe fi kavli'r-Racüli veyleke, no:6163; Müslim'de geçtiği yerler: K. Zekat. B. Zikri’l-Havâric, no:1064 ve 1066, B.fi'f Tahriz ala Katli'I-Havaric. Nesâî. K. Zekat. B. el-Müellefetü Kulûbuhum, no:2579; Abdurrezzak el-Musannef, Babu Macâe fi'1-Harûriyye, no:18649. 18650, 18676, 18677; Ahmed, Müsned 1/88, 3/5, 4/145, 422; İbn Mâce, Mukaddime, B. fi zikri'l-Havaric, no:168, 169, 170, 171, 172 ve 174;
[282] Müellifin bu görüşü tartışma götürür. Çünkü kavli ve fiili hadislerden önemli bir bolümü tevatür yoluyla sabit olmuştur. Dileyen bu konuda bizim tahkikini yaptığımız ve Mısırda basılan îbn es-Salah'ın Mukaddimesine ve diğer kaynaklara müracaat etsin.
[283] Bu; sahih bir hadisten bir bölümdür. Bu hadisi Buhari, Sahih'inin başına almış ve kitabına onunla giriş yapmıştır ve daha başka yerlerde de zikretmiştir. Bunları şöylece sıralayabiliriz; Bâbu Keyfe Kâne Bed'u'l-Vahyi no:1, K. İman, B. Mâcâe enne'l-A'male bi'nniyyeti ve'1-Hısbeti, no:54: K. el-Itk, B. el-Hatai ve'n-Nisyan... no:2529; K. Men