๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => el İtisam => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 04 Haziran 2011, 16:02:05



Konu Başlığı: Uydurma görüşleri kötülemeye delalet eden naslar faslı 2
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 04 Haziran 2011, 16:02:05
Fasıl


Bu konuda zikredilmesine ihtiyaç duyulan şeylerden birisi de bütün bu sıralanan bilgilerin genel olarak ne anlama geldiğinin açıklanmasıdır. Bütün bunlar şu anlama gelir: Bid'atler birer sapıklıktır. Bid'atçi bir sapıktır ve saptırıcıdır. Bid'atin bir sapıklık olduğu yukarıda sıralanan nakli delillerin pek çoğunda belirtilmiştir. Diğer mâsiyetlerden değil de ihtilaftan, gruplara ayrılma ve farklı farklı yollardan gitmekten söz eden âyetlerde de bu sapıklığa işaret edilmiştir. Çünkü bid'at ve bid'ate benzeyenlerin dışında genellikle mâsiyetler bir sapıklık olarak nitelendirilmemişlerdir. Meşru olan şeylerde yapılan hatalar -ki bunlar zaten bağışlanmıştır- sapıklık olarak isimlendirilmezler. Diğer mâsiyetleri kasten işleyenlere dahi sapık denilmeyeceği gibi hu tür hataları yapanlara da sapık ismi verilmez. Sadece bid'ate sapıklık denilmesi -Allah bilir ya- ona karşı ikaz gayesi ve hikmetinden dolayıdır. Dalâlet (sapıklık) hidayetin zıddıdır. Araplar hidayet kelimesini maddi ve görünür şeyler hakkında hakikat anlamında kullanırlar. Mesela "Ona yol gösterdim, rehberlik ettim" anlamında (hedeytühû ilet'tariki) dersin. Hayır ve şer yoluna sevk etmek de bu anlama gelir. Allah Teala şöyle buyurur:
"Şüphesiz biz ona (gideceği) yolu gösterdik"[339]
"Biz ona iki yolu (hayrın ve şerrin yolunu) göster­medik mi?"[340]
"Bize doğru yolu göster."[341]
Bu ayetlerde geçen sırat, tarik ve sebil aynı manaya gelir ve maddi yol anlamında hakikat, manevi yol anlamında da mecazdır. Bunun zıddı da dalalettir/sapıklıktır. Sapıklık yoldan çıkmak demektir. Yolunu şaşırmış ve kaybolmuş deveye ve koyuna "el-Baîru'd-dâl" ve "eş-Şâtü'd'dâlle" denilir. Bir adam yoldan çıktığı zaman "racülün dâlle" denilir. Çünkü ona yolu gösterecek bir rehber olmadığı için işi karıştırmıştır.
Bid'at sahibi kişi sünnetin yolunu bilmeyerek heva ve hevesine mağlup okluğu için başka bir yolun değil de aklına doğan yolun doğru olduğunu zanneder, bu sebeple doğru yoldan sapar. Ana caddeden gittiğini zannettiği için sapıktır. O tıpkı geceleyin kendisine yol gösterecek bir rehberi olmadığı halde yola çıkan kimse gibidir. Her ne kadar hedefini araştırdığını zannetse bile her an yoldan sapabilir ve birinin peşine düşebilir. Bidatçı bu ümmettendir. Delillerini Allah'ın hükümlerine itaat kaynağından değil de sırf hevâ ve nefsâni arzular kaynağından aldığı için, ümmetin delillerinin dışına çıkmıştır. Bid'atçi ile başkası arasındaki fark budur. Çünkü
bid'atçi hevasını en önemli hedefi haline getirmiş ve delilleri de ona uydurmuştur. Delillerin Arapların konuşma tarzına uygun bir şekilde kullanılması gerekir. Araplar konuşurken zahiri anlamları muhafaza ederler. Nitekim bu ilmin dışındaki ilimlerde öncü olmuş kişilerce de kabul edildiği üzere sözde tevile ihtimal veren bir ibare bulabileceğin gibi tevile ihtimal vermeyen bir ibare de bulabilirsin. Zahir olan her anlamı, kastedilen zahirdeki zorunlu anlamın dışına çıkarmak ve onu maksadın dışına çıkaracak şekilde tevil etmek mümkündür. Buna bir de şeriatin temelleri konusundaki cehalet eklenince bozulma ve şeriatın gayelerinden uzaklaşma durumu daha da şiddetlenir ve belirginleşir.
Akıl ve idrak sahibi (bid'atçi) sünnetin dışına daha çok çıkar ve bid'at sapıklığına daha çok dalar. Nefsinin hevası galip gelince de delillerin lafızlarını kendi istediği manalara doğru çekmesi daha çok muhtemeldir.
Bunun delili şudur: Sen, kendisini bu ümmete mensup sayan hangi bid'atçiye rastlarsan onun bid'atini mutlaka şer'i bir delile dayandırmak istediğini ve o delili aklına ve nefsâni arzularına uya­cak şekilde yorumladığını görürsün. Bu, engellenemez ezeli hikmette kesin bir olgudur.
Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
"Allah onunla birçok kimseyi saptırır, birçoklarım da doğru yola yöneltir."[342]
"İşte Allah böylece, dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini doğru yola eriştirir."[343]
Fakat onların dikkate aldıkları deliller açık ve kesin deliller değil, müteşabih delillerdir. Ve bunların az miktarda olanını da çok gibi değerlendirirler. Hevaya tâbi olmanın en büyük delili de budur. Çünkü delillerin büyük çoğunluğu zahiriyle bir manaya delâlet ediyorsa bu haktır. Zahirinin dışında bir manaya delâlet edenler ise çok azdır. Azın çoğa, müteşabihin açık olana götürülmesi zahirin hakkıdır. Ancak hevâ ve heves, Allah'ın sapmasını dilediği kimseyi saptırır ve o artık bid'atçi olmayanın aksine bir labirentin/ karmakarışık bir yolun içine girmiştir. Bid'atçi olmayan kişinin en önemli gayesi hakikate ulaşmaktır. Hevasını ise -şayet hevâsı varsa-ikinci planda tutar ve onu hakka tâbi kılar. Delillerin çoğu ve Kitab'ın (Kur'an'ın) büyük bir bölümü onun ulaşmaya çalıştığı gayesinde gayet açık ve anlaşılır bir durumdadır. Böylece o ana caddeyi/doğru yolu bulmuştur. Bu apaçık olan delillerin dışında kalanları ise ya apaçık olanlara reddeder ya da onu bilene havale eder. Tevil kapısını zorlamaz.
Muhkem/apaçık delillerle müteşabihler arasındaki sorunun çözümünde hakem şu âyet-i kerimedir:
"Kalplerinde eğrilik olanlar fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşabih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek payeye erişenler ise: ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler."[344]
İhtilaf da hâsıl olsa veya ona gizli de kalsa bundan dolayı onun haline bid'atçi de denmez, sapık da denmez. (Yani müteşabihlere uymayanlara bid'atçi denmez)
Bid'atçi değildir, çünkü o itaatteki hikmet sebebiyle delillere kulak vererek onlara tâbi olmuş, onlara muhtaç olduğunu bilerek elini uzatmış, hevâ ve hevesini geri plâna itmiş ve Allah'ın emrini öne almıştır.
Sapık da değildir, çünkü doğru bir yola girmiş ve ona sığınmıştır. Bir gün o yoldan çıksa ve hata etse bile ona bir günah ve vebal yoktur, hatta sahih bir hadisin beyanına göre sevaba bile hak kazanır:
"Bir hakim içtihad eder de yanılırsa kendisi için bir sevap vardır. İsabet ederse iki sevap vardır."[345] Bilerek yanlış yapsa bile bu yanlışı kendisi için veya başkaları için bir yol ve yöntem, tâbi olunan bir şeriat haline getirmediği için bid'atçi ve sapık diye isimlendirilemez.
Çünkü (bir kimse tarafından işlenilen) bir günah, (onun her­hangi bir teşviki ve yönlendirmesi olmaksızın) başkası tarafından da işlenme durumuna düşerse buna (bid'at değil) onu izlemek denilebilir ve ona, başkasına örnek olan kimseye yapılan muamele yapılır. Nitekim hadis-i şerifte şöyle denilmiştir:
"Kim kötü bir sünnet çıka­rırsa (kötü bir çığır açarsa) hem o çıkardığı kötü sünnetin günahını, hem de onu işleyenlerin günahını yüklenir." Bir başka hadis-i şerifte de şöyle denilmiştir:
"Haksız yere adam öldüren hiç kimse yoktur ki onun yükleneceği günahın bir misli de Âdemin ilk oğluna verilmemiş olsun. Çünkü cinayet işleme âdetini ilk defa çıkaran kişi odur."
Burada cinayet, başkaları tarafından taklit edilen bir amel olduğu için onu işleyene nisbetle "sünnet" diye isimlendirildi. Fakat "bid'at" diye isimlendirilmedi. Çünkü cinayeti işleyen kişi bunu başkaları da yapsın diye/bir şeriat olsun diye yapmadı. Buna sapıklık da denile­mez, çünkü bunu meşru kılınan bir yolda veya meşru olana benzemek maksadıyle yapmamıştır.
Bu, bid'atlerin sapıklıklar olarak isimlendirilmesinde yaşanan gerçeklerin, İslamdan önceki ve Rasulullah zamanında karşılaşılan durumların da şahitlik ettiği apaçık bir tesbittir.
Mesela Allah Teala şöyle haber vermektedir:
"Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden hayra sarf ediniz, denildiğinde, dediler ki:
Allah'ın dilediği takdirde doyuracağı kimseleri biz mi doyuracağız?
Siz gerçekten apaçık bir sapıklık içindesiniz."[346]
Kâfirler infakla emrolundukları zaman cim­rilik yaptılar. Bunun için de bir gerekçe uydurmak istediler ve şöyle dediler:
"Allah'ın dilediği takdirde doyuracağı kimseleri biz mi doyuracağız?"
Malumdur ki şayet Allah Teala dilerse hiç kimseyi kimseye muhtaç etmez. Fakat o kullarının nasıl hareket edeceklerini görmek için onları imtihan eder. İşte onların hevâ ve hevesleri bu temel prensibi anlattı ve buna nisbetle Kitabın müteşabihine uydular. Bu sebeple onlara "Siz gerçekten apaçık bir sapıklık içinde­siniz." denildi.
Allah Teala başka bir âyette şöyle dedi:
"Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğuta inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğutun hakemliğine başvurmak istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor."[347]
Sanki onlar hakeme başvurmayı kabul etmiş güründüler. Fakat onlar verilecek hükmün kendi maksatlarına uygun olmasını arzu ettiler. Haktan saptılar ve bütün hükümlerin aynı olduğunu, Ka'b ibn el-Eşrefin[348] ve başkalarının verdiği hük­mün. Peygamber'in verdiği hüküm gibi olduğunu zannettiler. Peygamberin (s.a) verdiği hükmün Allah'ın hükmü olduğunu, redde­dilemeyeceğini, halbuki Peygamberin hükmü varken başkasının vereceği hükmün Allah'ın hükmüne uygun bile olsa reddolunacağını bilemediler.
Bu sebeple Allah Teala şöyle buyurdu:
"Şeytan onları tamamen saptırmak istiyor." Âyetin zahiri bu âyetin İslama giren kimseler hakkında nazil olduğunu gösteriyor. Çünkü âyet, "Sana indirilene inandıklarını ileri sürenler" diye başlıyor. Müfessirlerden bir grup bu âyetin münafıklardan bir adam hakkında veya Ensâr'dan bir adam hakkında nazil olduğunu söylediler.
Bir başka âyette yüce Allah şöyle buyurdu:
"Allah bahira, sâibe, vasile ve hâm diye bir şey meşrû kılmamıştır.[349]Çünkü onlar bu şeyleri bir şeriat haline   getirdiler ve İbrahim'in dininde bid'at çıkardılar ve bunu yaparkende Hz. İbrahim'in hak yoldan Allah'a yaklaştığı gibi bunların kendilerini Allah'a yaklaştıracağını zannet­tiler. Bu sebeple ayakları kaydı ve Allah'a karşı yalan uydurdular. Çünkü bunun Allah'a yaklaştırıcı bir fiil olduğunu iddia ettiler ve meşru olan gayede gayr-i meşru bir yol izleyerek sapıttılar:
Bu sebeple Allah Teala bu âyetin hemen arkasından şöyle buyurdu:
"Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca, sapan kimse size zarar veremez."[350]
Yine bir ayette şöyle buyurulur:
"Bilgi­sizlikleri yüzünden beyinsizce çocuklarını öldürenler ve Allah'ın kendilerine verdiği rızkı, Allah'a iftira ederek (kadınlara) haram kılanlar, muhakkak ki ziyana uğramışlardır."[351]
Bu âyet, daha önce ayrıntılı bir şekilde anlatılan bir konunun özetidir. Konuyla ilgili âyetler şöyledir:
"Allah'ın yarattığı ekinlerle hayvanlardan Allah'a pay ayırıp zanlarınca, bu Allah'a, bu da ortaklarımıza (putlarımıza) dediler..."[352]
Bu tavır bundan önce de belirtildiği gibi bir hüküm koymaktır/şeriat icat etmektir. Sonra Cenab-ı Hak şöyle devam etti:
"Böylece putlara hizmet edenler, puta tapanların çoğunu helake sürüklemek, dinlerini karıştırıp bozmak için çocuklarını öldürmele­rini onlara iyi göstermişlerdir."[353]
Bu da daha önceki gibi kendi kafalarından hüküm çıkarmaktır. Sonra şöyle dedi:
"Onlar saçma düşüncelerine göre dediler ki:
Bu hayvanları ve ekinleri dilediğimiz­den başkasının yemesi haramdır. Bir kısım hayvanların sırtına yük vurmak da haramdır. Bir kısım hayvanları da keserken Allah'ın adını anmamak suretiyle O'na iftira ederler."[354] 
Hülasa onlar bilgisizce çocuklarını öldürdüler ve kafadan hüküm çıkarmak suretiyle Allah'ın kendilerine verdiği rızkı haram saydılar. Bunun içindir ki Allah Teala şöyle buyurdu:
"Onlar gerçekten sapıtmışlardır, zâten doğru yolda da değillerdi."[355]
Allah Teala onların kendi kendilerine böyle haramlar uydurmalarını kınadıktan sonra şöyle buyurdu:
"(Dişi ve erkek olarak) Allah sekiz çift hayvan yarattı:
Koyundan iki, keçiden iki...
De ki:
O, bunların erkeklerini mi, dişilerini mi, yoksa bu iki dişinin rahimlerinde bulunan yavrularını mı haram etti? Eğer doğru iseniz bana ilimle söyleyin... Bilgisizce insanları saptırmak için Allah'a karşı yalan uydurandan kim daha izâlimdir! Şüphesiz Allah o zâlimler topluluğunu doğru yola iletmez."[356]
Yani Allah onları saptırır.
Müşriklerin şirk koşmalarındaki durumun anlatıldığı âyetlerde sapıklığın ne olduğu da anlatılmıştır. Çünkü gerçekte sapıklık, doğru yoldan/sırat-ı müstakim'den çıkmaktır. Çünkü onlar kendi zanlarınca bu putları kendilerini Allah'a yaklaştırsınlar diye uydurmuş­lardır.
"Onlara, bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz."[357] dediler.
Onlar bu putları araç konumuna koydular hatta Allah'ın yanında onlara da ibadet ettiler. İlim adamlarının anlattıklarına göre ilk olarak birtakım kişilerin resimlerini yaptılar, onlara sevgi besliyorlar ve onlardan bereket umuyorlardı. Sonra taptılar. Araplar da bunları başkalarından bu maksatla aldılar. Halbuki bu apaçık bir sapıklıktı. Allah Teala şöyle buyurdu:
"Andolsun "Allah, üçün üçüncüsüdür" diyenler de kâfir olmuşlardır. Halbuki bir tek Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur."[358]
Siyercilerin anlattıklarına göre onlar aslında kendilerindeki delilin müteşabih olanına dayanarak gerçek ilah hakkında bâtıl/geçersiz bir iddiada bulundular. Apaçık delilleri terk etmeleri ve müteşabihlere meyletmeleri sebebiyle şüpheye düşerek haktan saptılar. Bunun içindir ki Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
"De ki: Ey Ehl-i Kitab! Dininizde haksız yere haddi aşmayın.. Daha önceden sapan, birçoklarını saptıran ve yolun doğrusundan uzaklaşan bir topluma uymayın."[359]
Bunlar Hristiyanlardır. Onlar Hz. İsa konu­sunda sapıttılar. Bundan dolayı Allah Teala, Hz. İsa'nın (tanrı değil) kulluğu hakkındaki delilleri zikrettikten sonra şöyle buyurdu:
"İşte hakkında şüpheye düştükleri Meryemoğlu İsa, gerçek söze göre budur."[360]
Tevhidin delillerini zikrettikten, bir ve tek olan Allah Tealâ'yı kendisine çocuk edinmekten tenzih ettikten ve söyledikleri çirkin sözlerdeki ihtilafları belirttikten sonra şöyle buyurdu:
"Fakat o zâlimler bugün açık bir sapıklık içindedirler."[361]
Allah Teala münafıkları ve onların Allah'ı ve iman edenleri aldatmaya çalışmalarını anlattı. Bu onların  müminlerle  birlikte yükümlülüklerin altına girerken üşene üşene girmeleri ve bunun kendilerini kurtaracağını veya kendilerinden herhangi bir şeyi sava­cağını hesab ederek takıyye yapmaları sebebiyledir. Halbuki onlar gerçekten kendi kendilerini aldatmaktadırlar. Bu, sapıklığın/şaşkınlığın ta kendisidir. Çünkü münafık kendi lehine olduğunu zannettiği bir şeyi yaptığı zaman bir de görecektir ki o şey aslında kendi aleyhinedir. Böyle yapan kimse hidayet üzere olamaz ve hidayet yoluna da giremez. Bu sebeple Allah Teala şöyle buyurdu: "Şüphesiz münafıklar Allah'ı aldatmağa çalışırlar. Halbuki Allah, onlara aldatmanın ne olduğunu gösterecektir. Onlar namaza tembel tembel kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar, ne onlarla ne bunlarla olur, ikisi arasında bocalayarak Allah'ı pek az anarlar, Allah'ın saptırdığı kimseye yol bulamayacaksın."[362]
Allah Teala şehrin öbür ucundan koşup gelen bir adamın hika­yesini anlatır. O adam şöyle dedi:
"O'ndan başka tanrılar mı edineyim? O Rahman olan Allah bana bir zarar vermek isterse onla­rın (putlarının) şefaati bana hiçbir fayda vermez, beni kurtara­mazlar."[363]
Bunun manası, ben Allah'tan başkasına-hiçbir faydası olmayan şeylere- nasıl ibadet ederim, fayda ve zarar vermek elinde olan Rabbi birlemeyi nasıl terk ederim? Böyle bir şey yoldan çıkıp başka bir yola girmek, demektir.
"İşte o zaman ben apaçık bir sapıklığın içine gömülmüş olurum."[364]
Bu esasın tesbiti konusundaki misaller pek çoktur. Bu misallerin hepsi de sapıklık tabirinin genellikle kendisine arız olan bir şüphe veya şüphe arız olan bir kimseyi taklit sebebiyle sahibinin ayağını kaydırma konusunda kullanıldığının şahididir. Ayağı kayan kişi, ortada apaçık gerçek ve saf doğru varken bu yalanı bir şeriat ve din haline getirir.
Aslında küfür şu veya bu yolla sınırlı değildir. Küfrün bir başka şekli de hakikati bildiği halde sırf inat ve haksızlık yüzünden küfürde ısrar etmektir. Allah Tealâ Kur'anın (manaca) kapsamlı bir sûresi ve Kur'an'ın anası olan Fatiha sûresinde her iki sınıfı da zikreder:
"Bize doğru yolu göster. Kendilerine lütuf ve ihsanda bulunduğun kimselerin yolunu."
İşte Peygamberlerin davet ettikleri en büyük hüccet/delil budur.
Sonra şöyle buyurdu:
"Gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil"
Gazaba uğramışlar, Yahûdilerdir. Çünkü onlar Hz. Muhammed'in (s.a) peygamberliğini bildikleri halde inkâr ettiler. Görmüyor musun Allah Teala onlar hakkında şöyle buyurdu:
"Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (o kitaptaki peygamberi) öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar."[365]
Onlarla kastedilen Yahudilerdir. Sapmış olanlar ise Hıristiyanlardır. Çünkü onlar da Hz. İsa (s.a) konusundaki delilde sapıttılar. Müfessirlerin çoğu bu tefsiri kabul ederler. Böyle bir tefsir Hz. Peygamber'den de rivayet edilmiştir.[366]
Allah'la beraber başka bir ilâhı ona ortak koşan müşrikler de sapıklıkta onlara dâhildirler. Çünkü Kur'an'da buna delâlet eden âyetler vardır, "sapmışların yoluna değil" âyeti geneldir, Hıristiyanları da diğerlerini de içine alır. Doğru yoldan sapan herkes buna dâhildir.
İster bu ümmetten olsun isterse bu ümmetten olmasın sırat-ı müstakimden çıkan herkes "sapmışlar" tabirinin içine girer denile­bilir. Çünkü bundan önce zikredilen âyetlerde bunun gibisi geçmişti. Mesela "Başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır."[367] âyeti genel bir anlam ifade eder; bütün sapıkları içine alır. Bunların sapıklığı şirk ve nifak sapıklığı gibi bir sapıklık da olabilir, İslam ümmetinden sayılan fırkaların sapıklığı gibi de olabilir. Bu âyet, sapıkları en kapsamlı bir şekilde anlatma maksadını en güzel ve on veciz şekilde gerçekleştiren bir âyettir. Hz, Muhammed'n verilen ve (manaca) en kapsamlı sure olan Fatiha'ya lâyık olan da budur.
Maksadımızın biraz dışına çıktık fakat bunlar da maksadımızı anlatmaya yardımcı olmuşlardır.[368]


[339] İnsan: 3
[340] Beled: 10
[341] Fatiha:6
[342] Bakara:26
[343] Müddessir: 31
[344] Ali îmran: 7
[345] Buhari, Kitabul-İ'tisam, Babu Ecri’l-Hâkim izectehede fe esâbe ev ahtae, 7352. Müslim. K. e1-Akzıye, B. Ecril-Hâkim izertehede, 1716 Ebû Dâvud, K. el-Akziye, B. Fi’l-Kâdı Yuhtıu, 3574. Tirmizi, el-Ahkam, B. el-Kâdî Yusibu ve Yuhtıu, Ebu Hureyre'den. Nesei, el-Akzıye, B.el-İsabe fi’l-Hüküm. İbn Mâce, el-Ahkam, B.el-Hâkim Yectehid, 2314.
[346] Yasin: 47
[347] Nisa:60
[348] İbn Kesir bu âyetin tefsirini yaparken şunları dedi. Burada Allah Teala, davaların sonuca bağlanmasında Allah'ın Kitabı ve Peygamberinin sünneti dışında başka birisinin hakemliğine başvurmak istediği halde, Allah'ın Peygamberine ve geçmiş peygamberlere indirdiği şeylere inandığını iddia eden kimsenin bu iddiasını reddetmektedir. Nitekim bu âyetin nüzul sebebi olarak zikredildiğine göre Ensar'dan bir adamla. Yahudilerden bir adam birbiriyle davalı duruma düştüler, Yahudi, aramızda Muhammed hakem olsun derken, diğeri Ka'b ibn el-Eşrefin hakem olmasını istedi. Bir rivayete güre bu âyet müslüman olduklarını açıklayıp câhiliye hakemlerini kendilerine hakem seçmek isteyen münafıklar hakkında inmiştir. Bir rivayete göre de başkaları hakkında inmiştir. Ayet-i kerime hepsini içine alacak şekilde genel bir anlam ifade eder. Çünkü âyet, Kitab ve sünnetten sapan ve bâtıl olan başka şeylerin hakem ligine başvuran herkesi kötülemektedir. Burada tağutla kasdedilen de budur. Bu sebeple: Onlar tâğutun hakemliğine başvurmak istiyorlar, buyurdu. (Tefsiru'1-Kur'ani'l-Azim. 1/492)
[349] Maide: 103, İslam öncesi Arapların bâtıl inanç ve âdetlerinden birisi de bazı sebep ve bahanelerle birtakım hayvanları putlara kurban etmeleri, onları putlar adına serbest bırakmaları idi. Bu cümleden olarak beş kere doğuran ve beşinci yavrusu dişi olan deveye bahira denir, kulağı çentilir, sağılmaz, sütü putlara bırakılırdı. Put namına serbest bırakılan ve sütünden yalnızca müsafirlerin yararlandığı deveye "sâibe" denirdi vs. (Çeviren)
[350] Maide: 105
[351] Enam: 140
[352] En'am: 136
[353] Enam: 137
[354] Enam: 138
[355] En'am: 140
[356] En'am: 144
[357] Zümer: 3
[358] Maide:33
[359] Maide: 77
[360] Meryem: 34
[361] Meryem: 38
[362] Nisa: 142. 143.
[363] Yasin: 23
[364] Yasin: 24
[365] Bakara: 146
[366] Bk: Tefsiru ibn Kesir. 1/27.
[367] En'am: 153,
[368] İmam Şatıbi, el-İ’tisam Kitap Dünyası Yayınları: 1/161-168.