๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => el İtisam => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 30 Mayıs 2011, 14:12:37



Konu Başlığı: Sekizinci mesele
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 30 Mayıs 2011, 14:12:37
Sekizinci Mesele:


Hadiste sözü edilen grupların belirlenmemiş olduğu ortaya çıkın­ca bir husus söz konusudur ki, o grupları tanıtan birtakım özellik ve alâmetler vardır. Alametler iki kısımdır: Özet alametler, detaylı ala­metler.
Özet haldeki alamet ve özellikler üçtür:
Birincisi: Şu ayetlerde uyarılan ayrılıktır ki Yüce Allah buyurur:
"Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın."[174]                                   
"....aralarına kıyamete kadar (sürecek) düşmanlık ve kin sok­tuk...” [175]
İbn Vehb'in İbrahim Nehaî'den rivayet ettiğine göre şöyle demiş­tir:
Bu ayetteki düşmanlık dindeki çekişmeler ve düşmanlıklardır. Bundan başka yine ayette:
"Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı sarılın; parçalanmayın." Duyurulmuştur. [176]
Sahih'de Ebu Hüreyre'den Rasûlullahın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Allah (c.c.) sizden şu üç şeyi (yapmanızdan) hoşlanır, üç şeyi hoş görmez. Allah'ın hoşnud olduğu şeyler şunlardır: Ona ortak koşmayıp ona ibadet etmeniz, hep birlikte Allah'ın ipine sarılıp parçalanmamanız ve doğru söz'dür."[177]
Ru ayrılık, daha önce de geçtiği üzere bir grubu parçalayarak gruplar haline getiren ayrılıktır.
Alimlerden bazıları şöyle demiştir:
Onlar heva ve heveslerine uyarak gruplar olmuşlardır. Dinden kopmalar heveslerin farklı farklı olmasını sonuçlandırmış, böylece parçalanmalar meydana gelmiştir. Bu ifade:
"Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar..."[178] Ayetinde dile getirilmiştir. Sonra âyetin devamında "....Senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur." Duyurulmuştur. Bunlar bid'at ve dalâlet sahipleri, Allah ve Rasûlünün izin vermediği hususlarda söz söyleyenlerdir,                                                                           
Yine âlimlerden bazısı dedi ki:
Allah Rasûlünün ashabı, Peygam­berden sonra dinî hükümlerde ihtilaf ettiler, ama ayrılıp parçalan­madılar. Çünkü onlar dinden ayrılmamışlar, ancak kendilerine içtihad yapıp görüş bildirmekte izin verilen hususlarda, kitap ve sünnet­te hükmü bulunmayan meselelerde ihtilaf ettiler. Bu hususlarda farklı şeyler söylediler ama yine birlik oldular. Çünkü onlar müsaade edilen bir hususta ihtilaf etmişlerdir.
Hz. Ebu Bekir, Ömer, Ali ve Zeyd (r.a.)'ın ana ile dedenin bera­ber halde miras payı hususunda,
Hz. Ömer'le Hz. Ali'nin ummü veled (sahibinden çocuğu olan) cariyeler hususunda,
Müşterek (miras) payları hususunda,
Nikahtan önce boşama hususunda,
Alış verişlerle ilgili hususlarda yaptıkları ihtilaflar böyledir. Onlar ihtilaf etmişler, fakat bununla beraber birbirlerine sevgi ve samimiyetle bağlı kalmışlar, aralarında İslam kardeşliği var olmaya devam etmiştir.
Ne zaman ki Hz. Peygamber'in sakındırdığı keyfî arzulara kıymak ortaya çıktı, düşmanlıklar peyda oldu, düşmanlığa kapılanlar ayn ayrı gruplar oluşturdular. İşte o zaman paramparça oldular. Bu gösteriyor ki bunlar şeytanın dostlarının ağzı ile ortaya sonradan atılan meseleler ile meydana gelmiştir.
Yine alimler diyor ki:
İslamda ortaya çıkan ihtilaf edilmiş bir mesele, insanlar arasında düşmanlık, kin ve ayrılığa yol açmıyorsa bu meselelerin İslamdan olduğunu biliriz. Eğer ihtilaf edilen meseleler bunlara yol açıyorsa bu meselelerin din ile ilişkisi yoktur ve bu meseleler Allah Rasûlünün âyetin tefsiri şırasında kasdettiği meselelerdir. Şöyle ki:
Rivayet, olunduğuna göre Hz. Aişe şöyle demiştir:
"Nebi (s.a.v.)  Aışe! "Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar...." ayetinde kasdedilenlen kimlerdir"? diye bana sordu. Ben Allah ve onun Rasûllü daha iyi bilir, dedim. Bunun üzerine şöyle buyurdu:
"Onlar heveslerine uyanlar, bid'at sahipleri ve bu ümmetin sapık kimseleridir". Bu hadisin zikri daha önce geçmişti.
Her bir akıllı ve dindar kimsenin bunlardan kaçınması gerekir. Bunun delili şu ayettir:
",.., Allah'ın size olan nimetini hatırlayın Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz."[179]
Demek ki müslümanlar heveslerine uyup ortaya bir yeni iş koyduklarında görüş ayrılığına düştükleri vakit parçalanmamaya dikkat etmelidirler.
Alimlerin söylediği budur. Açık bir şekilde ortadadır ki İslamiyet kaynaşmaya, karşılıklı sevgiye, merhametli olmaya ve şefkate çağıran bir dindir. Bunun aksinin olmasına yol açan her görüş dinin dışındadır. Bunu, özelliği üzerinde konuşmakta olduğumuz hadis de göstermektedir. Hadiste varlığından söz edilen tüm gruplarda bu özellik vardır.
Görülmüyor mu ki Hz. Peygamber'in haber verdiği Hariciler, hadisin "...onlar müslümanları öldürür, putperestleri bırakırlar" ifadesine nasıl uygundurlar? Gerek müslümanlar, gerekse kâfirler arasında bu seviyede  başka bir grup  var  mıdır?  Aynı özelliğin kendisinde bulunduğu iddia edilen diğer gruplarda da bu olgu vardır. Şu kadar ki bölünüp parçalanmak ne olursa olsun, dikkate alınma­malıdır. Zira bu güçlü ve zayıf olma durumuna göre değişiklik gösterir.
Bu grupların teferruat ve detaylardaki aykırı davrandıkları her durum, ayrılığa açılan bir kapıdır. Tüm bunların dikkate alınması mutlaka gerekli olan bir husustur.
İkinci özellik de şu âyette uyarılan husustur: "Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu te'vil etmek için ondaki müteşâbih ayetlerin peşine düşerler." [180]
Bu ayet açıklamıştır ki kalbinde eğrilik olanlar Kur'an'daki müteşâbih ayetlerin peşine düşmektedirler. Muhkem ayetlerin değil müteşabihatın peşine düşmek bunların işidir. Müteşâbih'in manası, anlaşılması zor olan demektir. Buna göre müteşâbih, lafızları müc­mel olan ve teşbih ile ortaya çıkan gerçek müteşâbih de olsa, izâfı/göreceli müteşâbih de olsa durum aynıdır. İzâfı müteşâbih, gerçek manasını açıklamak için harici bir delile ihtiyaç olan müteşabihtir. Her ne kadar ilk bakışta manası açık gibi ise de harici delile ihtiyaç vardır.
Hâricilerin hakem meselesini iptal etmek için "Hüküm ancak Allah'ındır"[181] ayetini delil göstermeleri bu kabildendir. Çünkü ayetin manası özde doğrudur. Fakat detaylarına inilmesi açıklamaya muhtaçtır. Bu açıklama İbn Abbas'ın Hâricilerle olan konuşmasında geçmişti. Abdullah b. Abbas o konuşmasında bildir­mişti ki hükmün, hakem olmaksızın Allah'a ait olması bazı kereler olur. Çünkü Allah bize hakeme gitmeyi emrettiği zaman, hakemin hükmü Allah'ın hükmü olur.
Hâricilerin "Ali onlarla savaştı fakat onları esir olarak almadı." demeleri de böyledir. Çünkü onlar hakem olayını iki kısma ayırmışlar, üçüncü bir kısmı terk etmişlerdir. Bu ise şu ayette ikâz edilen husustur:
"Eğer mü'minlerden iki grup birbirleri ile vuru­şurlarsa aralarım düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa, Allah'ın buyruğuna dönene kadar saldıran taraf ile savaşın." [182]
Bu ayette bildirilen savaş, esir alma olmaksızın bir savaştır. Fakat Abdullah b. Abbas onları daha açık bir biçimde uyararak onların dikkatini daha önemli bir noktaya çekmiştir. O nokta şudur: Esir almak gerçekleşirse savaşa katılanlardan bazılarının mümin­lerin anaları olan Hz. Peygamber'in hanımlarını da esir alması kaçınılmazdır. Bu takdirde onlara da esir hükmü uygulanır, diğer esirlere yapılan onlara da yapılır. Bu durumda sarıldıklarını iddia ettikleri Kur'an'a aykırı davranmış olurlar.
Hz. Ali'nin, adını "Müminlerin emiri" olarak yazılmış iken silme­sini de yanlış anlamışlardır. Onlara göre, bunu silmeyi kabul etmek "kâfirlerin emiri" olmayı kabul etmektir şeklinde değerlendir­mişlerdir. Bu da doğru değildir. Çünkü ismin yok olması, ismin ifade ettiği şeyin de yok olmasını gerektirmez. Gerektirdiğini varsaysak bile bu, bir diğer emirliğin var olduğunu göstermez. İbn Abbas onla­rın bu anlayışına karşı çıkmış Hz. Peygamber'in (Hudeybiye barış anlaşması sırasında) adını (anlaşmanın yazılı olduğu) sabitelerden sildiğini delil olarak ileri sürmüş, görüşlerinin ileri sürdükleri fikirle hiç ilgili olmadığını göstermiştir. Bunun üzerine onlardan iki bin kişi dönüş yapmıştır.
Müteşâbihat peşine düşmenin nasıl sapıklığa yol açtığı ve bunu yapanları cemaat/birlik dışına çıkardığı iyi düşünülmelidir. Bunun içindir ki Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Kur'an'daki müteşâbihlerin peşine düşenleri gördüğümüzde (biliniz ki işte onlar) Allah'­ın isimlendirdiği kimselerdir. Onlardan kaçınınız."
Üçüncü özellik ve alâmet şu ayette uyarılmış olanlardır:
"....Kalplerinde eğrilik olanlar..."[183] Ayetteki (eğrilik anlamındaki) zeyğ kelimesi, hak'tan sapıp keyfi arzuya uymaktır. Ayrıca şu ayetler de üçüncü özellik ve alamete işaret etmektedir
"Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim olabilir? [184]
"Hevâ ve hevesini tanrı edinen ve Allah'ın (kendi katındaki) bir bilgiye göre saptırdığı... kimseyi gördün mü"?[185] Ayrılan gruplarla ilgili hadiste bu özelliği ve bundan önceki özelliği gösteren bir delil yoktur. Şu kadar ki bu özelliği tanımak, her kişinin kendisini tanıması ile ilgilidir. Çünkü heva ve hevese uymak kişinin iç dünyasında olan bir şeydir. Bu kimse bir hata yapmadıkça bunu kendisinden başka kimse bilmez. Ancak bunu gösteren bir harici delil olursa bilinebilir. Daha önce de geçtiği üzere grupların ortaya çıkması sünnetin yerini (ve önemini) bilmemek yüzünden olmuştur. Buna Hz. Peygamber hadisinde şu ifade ile dikkat çekmiş­tir:
"....İnsanlar başlarına cahil kimseleri getirirler."
Her bir kimse kendisinin fetva verecek dereceye ulaşıp ulaş­madığını bilir. Her bir âlim kendisine soru sorulduğunda kendisine yönelik bir özeleştiride bulunur; kendisine sorulana problemsiz ve açık bir bilgi ile mi cevap veriyor, bilgisizce mi cevap veriyor, verdiği cevapta bir şüphe var mıdır? Bunları gözden geçirir. Alim olduğu sanılan kimseye, diğer alimler tanıklık etmiyorlarsa, o kişi asıl olan (anadan doğma hali üzere) bilgisizlik durumundadır. Bu halde iken hakkında yapılan tanıklık ile kim olduğunu bilir. Aksi halde ya kesin bir şekilde bilgisizliğini veya şüphe üzere olduğunu bilir.
Bu iki halden biri üzere iken fetva vermeye yönelmeyi ondan çekinmeye tercih etmek ancak hevâ ve hevesine uymakla olur. Çünkü o kişinin durumunun ne olduğu hakkında başkasına sorması gerekirdi ki o bunu yapmadı. Kendisi fetva vermeye yönelmemesi gereken kişi, başkasını yerine geçirmeli idi, onu da yapmadı.
Akıl erbabı kimseler demişlerdir ki:
Danışılarak ortaya çıkan görüş en çok faydalı olan görüştür. Çünkü bu, heva ve hevesten uzaktır. Danışmadan, beyan edilen görüş böyle değildir. Çünkü o heva ve hevesten uzak değildir. Özellikle yüksek mevki ve rütbelerde olanlarda böyledir.
İşte bunlar heva ve hevesine uyma durumunda olan kişiyi bir disiplin ve prensibe çeken ve onu uyaran örneklerdir. Bunlara riayet ederse insanlara fetva verirken hevasına mı yoksa dinin kurallarına mı uyuyor, bunlarla bilinir.
İkinci özellik köklü ilim sahiplerini ilgilendirir. Çünkü muhkem ve müteşâbihi onlar bilir, bunları bilenleri de onlar bilirler. Kimlerin muhkem ayetlere uyan kimselerden olup din hususunda taklit edileceği, kimlerin müteşâbihin peşinden gidenlerden olup asla takîid edilmeyeceği hususunda ilim erbabı başvurulacak kaynaktır.
Lâkin müteşâbihin peşinden koşan kimsenin bir açık belirtisi daha vardır ki bu, müteşabihatla ilgili ayeti tefsir eden hadis-i şeriftir. Hz. Peygamber bu hadiste söyle buyurmuştur:
"Müteşâbihat hakkında çekişen kimseyi gördüğünüz zaman (bilin ki o) Allah'ı'ın kasdettiğı kimsedir. Onlardan kaçınınız." Bu hadisi Kadı İsmail b. Ishak rivayet etmiştir. Hadis kitabın baş tarafında geçmişti. Görü­lüyor ki müteşâbihin peşinden giden kimsenin durumu müteşabih konusunda çekişmek ve ona inanmak hususunda kavgacı olmaktır. Bunun sebebi şudur:
Kalbinde eğrilik olan ve delillerden müteşabihâtın peşine düşen kimse, devamlı şek ve şüphe içindedir. Çünkü müteşâbihte doyurucu bir açıklama yoktur; onun peşine düşen bir gerçeğe de vâkıf olamaz. Sonuçta heva ve hevesine uymak, onu müteşabihe sarılmaya iter. Müteşâbihi incelemek onu kesin sonuca götürmez. O kimse devamlı şüphe içindedir. Bu itibarla ilimde köklü durumda olan ile kalbinde eğrilik olan arasında fark vardır. Çünkü köklü bilgisi olan şayet müteşabih konusunda çekişme ihtiyacı duyarsa, onu gidermek için geçici olarak problem içinde olur. Bakış açışı ortaya çıkınca problem süratle ortadan kalkar. Kalbinde eğrilik olanı ise heva ve hevesine uymak, müteşâbihi bırakmak hususunda serbest bırakmaz. Sürekli müteşâbihi te'vil yolunda çekişme içerisinde olur.
Böyle olduğunun delili şudur: Müteşabihat hakkındaki ayet, Necran Hristiyanları hakkında gelmiştir. Onların amacı Hz. Peygamher ile Hz. İsa hususunda tartışmak idi. Onlar Hz. İsa'nın konuşmalarında "Biz yaptık, biz yarattık..." gibi sözlerini delil göste­rerek onun Allah veya Allah olma hususunda üçten biri olduğu söylüyorlardı. Onlardan bir grubun görüşü bu idi. Bir diğer grup, Hz İsa'nın kör ve alaca hastasını iyileştirip ölüyü diriltmesinden hareketle, aynı şeyi söylüyordu. Onlar Hz. İsa'nın aslına ve yoktan yaratılmasına, diğer insanlar gibi yeyip içtiğine, hasta olup başına birtakım âfetler geldiğine bakmadılar. Bu konudaki haber siyer kitaplarındadır.
Velhâsıl, onlar Hz. Peygamberle tartışmak ve çekişmek için gelmişlerdi, maksatları da gerçeğe uymak değildi. Böylesi bir tartış­ma her zaman için vardır. Bunun içindir ki Hz. Peygamber onlara gerçeği bildirdiğinde kendi iddialarından dönmediler. Bunun üzerine başka bir şeye davet edildiler. Ama onlar mahvolma korkusundan bundan kaçındılar. Davet edildikleri bu olay karşılıklı lânetleşme idi. Yüce Allah buyuruyor ki:
"Sana ilim geldikten sonra kim seninle bu hususta mücâdele edecek olursa, de ki: Gelin, çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı kendimizi ve kendinizi çağırıp toplanalım, sonra niyaz edilim ki, Allah'ın laneti yalancılar üzerine olsun." [186]
Bu tür tartışma, insanı tavla, satranç ve diğerleri gibi namazdan ve Allah'ı anmaktan alıkoyar. Hammad b. Zeyd'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Amr b. Ubeyd ve Şebib b. Şeybe (bir gün) oturup tartışmışlar. Tâ şafak vaktine kadar....
Namazı kıldıklarında Amr şöyle diyordu:
"Hay Ma'mer'in babası?! Hey, Ma'mer'in babası!?" İşte bir kimseyi sürekli böylece ilim ehli kimselerle tartışır görürseniz kendi görüşlerinden de dönüş yapmazsa bilin ki o kişi kalbinde eğrilik olan kimsedir, müteşabihin peşinde giden kimsedir.
Bu özellik ve alametlerin birincisi akıl sahibi her müslümanı ilgilendirir. Çünkü ilişki kurmak ve alâkayı kesmek herkesçe bilmen bir şeydir. Bunları bilmekle, ilişkiyi kuranla keşen malum olur. Bu birinci özelliğe Hz. Peygamber "Gelecekte bu ümmet şöyle şöyle gruplara ayrılacaktır" hadisi ile işaret buyurup uyarıda bulunmuştur. Fakat (bölünmeyi gerçekleştiren) ayrılık içli dışlı olmakla bilinir. Böyle bir iletişim olmazdan önce bölünmeyi ve ayrılmayı herkes bilemez.
Birinci özelliğin ayrılığı gösteren belirtileri vardır. Bunların en başta geleni konuşmak, söz söylemektir. Topluluğa aykırı olan kimse, karşılaştığına ilim ve örnek güzel hâli ile meşhur olan geçmişlere laf atar. Daha sonra gelenlerin kendilerine uyduğu bu insanlara dil uzatır ve onları kötüler. Bunlara ters düşen ve bu özellikleri olmayanları ise över.
Bu belirtilerin temeli Haricilerin -Allah onlara lanet etsin!- Sahabe-i kiramı kâfir saymalarıdır. Onlar Allah'ın ve Rasûlü'nün medh ettiği bu kimseleri kötülemiş, selef-i sâlih'in övmekte görüş birliği ettiği bu kimselere dil uzatmışlardır.
Bu hususta en belirgin örnek, Hz. Ali'nin katili Abdullah b. Mülcem meselesidir. Hariciler onun Hz. Ali'yi öldürmesini doğru bulmuşlardır. Ve "İnsanlardan bir kısmı vardır ki Allah'ın rızasını isteyerek nefsini Allah yolunda harcar..."[187]  ayetinin İbn Mülcem hakkında olduğunu bu ayetten önceki "İnsanlardan bir kısmı vardır ki, onun bu dünya hayatına ait sözü hoşuna gider. O kimse sözü kalbinde olana uygundur diye yemin ederek Allah'ı şahit tutar. Halbuki o düşmanların en şiddetlisidir."[188] Ayetinin ise Hz. Ali hakkında olduğunu söylemişlerdir. Allah onları mahvetsin ki yalan söylemişlerdir.
Nitekim İmran b. Hattan İbn Mülcem'ı aşağıdaki şiiri ile medhetmiştir:
"Takva sahibi kimsenin ne güzel vuruşudur?
O, bununla sadece Arş-ı Alanın sahibinin rızasını istemiştir.
Ben onu bir gün anarım ve sanırım ki,
Allah katında da insanlar katında da bir kıymeti olacaktır."
İsmail b. Uleyye[189] nin şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Yese'[190] bana anlattı ki Mutezile mezhebinin başı Vâsıl b. Ata bir gün konuşuyordu. Amr b. Ubeyd o sırada şöyle dedi:
Duymuyor musu­nuz? Hasan-ı Basri ve İbn-i Sirin'in söyledikleri kadınların hayız bezinden ibaret (değersiz şeyler) dir.
Bid'atçıların önderlerinden biri kelam ilmini fıkıhtan üstün tutmak maksadı ile şunları söylüyordu:
"Şafii ve Ebu Hanife'nin ilminin tamamı bir kadının donunu geçmez."
İşte kalbinde eğrilik olanların sözleri! Allah onları kahretsin!
Bu gruplardan her birine ait detaylı belirtilere gelince, bunlar­dan her birine Kuran ve hadiste işaret edilmiş ve (gerekli) uyarılarda bulunulmuştur. Sanırım ki bunları düşünen Kur'an'da işaret edilmiş ve tenbihler yapılmış olarak bulacaktır. Eğer dinimizden bunları kapatıp örtülmesini anlamasaydık, bunları dini delillerine dayana­rak geniş bir şekilde açıklayacak tarzda söz ederdik. Geçmişte bunu arzu etmiştik, ama evlâ olanın bunu yapmamak olduğu ağır bastı ve bunu yapmaktan vazgeçtik.
Gruplarla ilgi şerhine giriştiğimiz hadiste görüyoruz ki sahih olan rivayette; gruplardan hiçbirisi belirlenmemiştir. Bunun sebebi -Allah en iyisini bilir ya- yukarıda ifade ettiğimiz manadır. Ancak sakıncalarına işaret olmak üzere genel bir uyarıda bulunulmuştur.     .
Hadis-i şerifle, gruplardan kendisine ihtiyaç duyulan fırka belir­lenmiştir ki, bu fırka-i Naciye'dir. Yani kurtulmuş gruptur. Belirlen­mesinin sebebi, mükellefin onu ara(yıp ona ulaş)masını sağlamaktır. Bir (başka) sahih rivayette bundan söz edilmemiş sükût edilmiştir. Çünkü grupların hepsinin zikredilmiş olması ümmetin onlara düşme korkusuna sebep olurdu. Bir diğer rivayette helak olacak/mah­volacak fırka bildirilmiş, hadiste söylendiği gibi bunun ümmete göre fitne bakımından en şiddetlisi olduğu anlatılmıştır. Bu grubun fitne bakımından en şiddetli oluşu -inşaallah- ilerde gelecektir.[191]



[174] Âl-i İmran: 1059
[175] Maide: 64
[176] Âl-i İmran: 103
[177] Hadisi, Müslim Akdıye kitabının 10 numaralı hadisinde rivayet etmiştir.  Hâkim de Müstedrek'inde tahrif etmiştir. Bakınız: Feyz'ul Kadir. 2/301 Hadis no: 1908.
[178] En'am: 159
[179] Âl-i İmran: 103
[180] Ali İmran: 7
[181] En'am: 57
[182] Hucurat: 9
[183] Âli İmran: 7
[184] Kasas: 50
[185] Casiye: 23
[186] Âli İmran: 61
[187] Bakara: 207
[188] Bakara: 204
[189] Bu zât, İsmail b. İbrahim b. Miksem’dir. Basralı iken velâ yoluyla Esedi kabilesinden olmuştur. Künyesi Ebu Bişr'dir. İbn Aliyye olarak meşhurdur. Güvenilir hir hadis lafizıdır. Sekizinci tabakadan olup hicretin 193. yılında vefat etmiştir. Bakınız: Takrib. 1/65-66; Şezerât, 1/333.
[190] Bu zat Yesa' b. Muğire'dir. Mekkeli ve Mahzumi kabilesindendir. Ata, İbn-i Sirin'in oğulları Muhammet ve Enes'ten rivayette bulunmuştur. Dördüncü tabakadandır, Rivayetinde gevşek­tir. Bakınız: Takrib. 2/374: Cerh ve Ta'dil, 9/308
[191] İmam Şatıbi, el-İ’tisam Kitap Dünyası Yayınları: 2/251-258.