๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => el İtisam => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 29 Mayıs 2011, 17:02:17



Konu Başlığı: Onuncu örnek
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 29 Mayıs 2011, 17:02:17
Onuncu Örnek:


Akıl ile güzel ve çirkini belirleyenlerin görü­şü. Bunların mezhebinin hulasası dini değil, akılları hakem kılmaktır. Dinî konularda bid'at çıkaranların (yaptıklarını) üzerine oturttukları esaslardan birisi budur.
Buraya kadar geçenlerden ortaya çıkan odur ki, istenilen dinî bir hükmü elde etmek için birtakım adamları —onların sadece birer vesile olduklarını dikkate almaksızın- hakem kılmak sapıklıktır. Başarı ancak Allah'tandır. Kesin delil ve en yüce hükmedici dinden başkası değildir.
Bundan sonra deriz ki: Bu anlayış, Allah Rasülünün ashabının yoludur. Onların hayatını ve onlardan nakledileni gören ve onların hallerini mütalaa eden kimse bunu yakînen bilir.
Görmez misin ki Sakîfe ashabı yönetici belirleme hususunda çekilmişlerdi. Hatta Ensâr'dan bazıları:
"Bir yönetici bizden, bir yönetici sizden" demişti. Sonuçta: "Yönetici/İmam Kureyş'tendir." (mealindeki) Rasûlullahın haberi gelince Allah ve Rasûlüne itaat, etmek üzere boyun eğdiler. Bunun dışında herhangi bir görüşe aldırış etmediler. Çünkü onlar, şahısların görüşü yanında hakkın önceliği olduğunu bilirlerdi.
Hz. Ebu Bekir, zekat vermemekte direnenlere karşı savaş açmak isleyince, Hz. Ebu Bekir'e karşı meşhur bir hadisi delil getirdiler.[142] Hz. Ebu Bekir onları, onların delil olarak görmedikleri bir şey ile ileri sürdüklerini reddetti. Hz. Ebu Bekir hadiste "... ancak hak edenler müstesna" buyurulduğunu ileri sürdü ve "Zekât, malın hakkıdır." dedi ve sonra buyurdu: "Allah'a yemin ederim ki onlar Hz. Peygambere zekat olarak verdikleri (küçük) bir oğlak veya (hayvanın boynundaki) ipi bana vermek hususunda direnirlerse, bu yüzden mutlaka onlara savaş açarım."
(Hz. Ebu Bekir'in işaret ettiği) bu manayı iyi düşününüz. Bizim incelemekte olduğumuz konu ile ilgili olarak burada iki incelikvardır:
Birincisi: Hz. Ebu Bekir, yorum ile dahi olsa, zamanında olacak işlerin Hz. Peygamber zamanında olanın dışına çıkmasına hiç kimse için yol vermemiştir. Çünkü zekat vermemekte direnen kimse, dinden dönmemiş, ama yorum yoluyla dinden dönme durumuna düşmüştür. Doğrudan dinden dönenler hakkında sahabe arasında tartışma olmamış, ancak te'vil yoluyla dinden çıkma durumunda olanlar hakkında tartışma olmuştur. Lâkin Hz. Ebu Bekir yorum ve cahillik mazeretini dikkate almamış, meselenin gerçeğine bakarak son noktasına kadar gerçeği istemiştir. Öylesine ki: "Allah'a yeminederimki..... (ifadesiyle başlayan)   sözünü öylemiştir. Bununlaberaber Hz. Ebû Bekir'e zekat vermeyenlerle savaşmayı terk etme görüşünü ileri sürenler açık bir maslahattan dolayı böyle düşünmüşlerdi. Üstelik birtakım dini meseleler ve usûl kaideleri de bu düşünceyi destekliyordu. Fakat apaçık dini delil Hz. Ebu Bekir'e göre ortadaydı. Ona göre bu apaçık delile adamların görüşünün karşı gelmesi güçlü değildi. O açık delile sarıldı. Daha sonra savaş yapılmaması görüşünü ileri sürenler, gerçek hüküm vericiye öncelik tanımak için Hz. Ebu Bekir'in sahih olan deliline dönmüşlerdir.
İkincisi: Hz. Ehu Bekir zekatı vermemekte direnenlerden zekatı isteme yolunda kendinin ve müslümanların başına ne geleceğim dikkate almamıştır. Çünkü onların zekâtı vermekten çekinmeleri sebebiyle savaş ve her iki gruptan da Allah'ın dilediği kadar kimselerin ölümü söz konusu idi. Can, mal ve evlad yönünden Müslüman­lar meşakkate düşeceklerdi. Fakat Hz. Ebu Bekir dini daha önce olduğu gibi ayakta tutmaktan başka hiçbir şeyi dikkate almıyordu. Bu anlayış, dini ayakta tutmak, İslamın şiarlarını yerleştirmekte geçici olarak meydana gelen olayları dikkate almamakta bir ana kural olmuştur.
Bu anlayışın benzeri aşağıdaki örneklerde vardır.
a- Yüce Allah buyuruyor ki:
"Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız,  (biliniz ki)  Allah dilerse sizi kendi lutfundan zengin edecektir..." [143]
Görülüyor ki Yüce Allah müşriklerin Mescidi Haram'a yaklaştırılmaması hususunda yoksulluk korkusunu mazeret saymamıştır. Hz. Ebu Bekir de Hz. Peygamber zamanında olduğu gibi dininbelirtileri(nden birisi olan zekat emri)ni yerleştirmek için Müslüman­ların karşılaşacağı güçlüğü mazeret olarak dikkate almamıştır.
b- Hz. Ebu Bekir'in halife olduğu ilk günlerde sahâbe-i kiram Rasûlullahın hazırladığı -henüz hareket etmemiş bulunan- Üsame ordusunu göndermekten vazgeçmesini Halifeye teklif etmişlerdi. Gerekçe olarak da İslamdan dönme/riddet hareketlerine karşı verilecek savaşta bu ordunun yardımcı olmasını ileri sürmüşlerdi. Hz. Ebu Bekir bunu da reddetti ve şöyle buyurdu:
Hz. Peygamber'in gönderilme emrini verdiği bir orduyu göndermezlik edemem! Hz. Ebu Bekir burada da Allah'ın dini yanında durmuş, başkasını hakem yapmamıştır.
c- Hz. Peygamberden şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Ben­den sonra ümmetimin üç şeyi yapmasından korkarım:
1- Âlimin hata etmesi,
2- Zâlim bir kimsenin yönetici olması,
3- Peşinden gidilen heva ve heves."
Âlimin hatası dinin yolundan çıkmakla tehlikeli olmaktadır. Âlimin hatası onu dinin yolundan çıkarırsa, din üzerinde nasıl hüccet olabilir? Bu bir çelişkidir.
d- Bu hususta delil olmak bakımından Yüce Allah'ın, Peygamber'ine ve onun ashabına (aşağıdaki ayetlerdeki) hitap edişi yeter­lidir:
"Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygambere ve sizden olan ülul emr'e (yöneticilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah'a ve Rasûlüne götürün."[144]
"Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre (sonuca ulaştırmakta) seçim hakkı yoktur." [145]
Bundan dolayıdır ki Hz. Ömer şöyle demiştir:
Üç şey dini yıkar: Âlim'in hatası, münafık'ın Kur'anla çekişmesi ve sapık yöneticiler.
Abdullah b. Mes'ud'dan şöyle söylediği rivayet edilmiştir:
Ya âlim ol veya öğrenen ol. Bu ikisinin arasında "immea" olma." İbn Vehb diyor ki:
Süfyan'a "İmmea" nın ne olduğunu sordum. O şöyle dedi:
Cahiliye döneminde bir kişi yemeğe davet olunur, o da yanında bir kişi daha götürürdü. (İşte İmmea o davet edilmeden yemeğe gelen kişidir.) O şimdi sizin içinizde dinini (onlara uymak suretiyle) şahıslara havale eden kişidir, dedi.
e- Kümeyl b. Ziyâd'dan rivayet olunduğuna göre Hz. Ali şöyle demiştir:
Ey Kümeyl! Şu kalpler (birer) kapdır. Onların en hayırlısı içinde hayır(lı şeyler) bulundurulanıdır. İnsanlar üç kısımdır: Rabbani âlim, kurtuluş yolundaki öğrenci ve medeniyetten uzak, herduyduğu çağrının peşinden koşan çobanlar. Bu (sonuncular) ilmin nuru   ile   aydınlanmamış,   sağlam   bir   köşeye   sığınmamışlardır.
Hakkı taşıyıp da basiretsiz olana yazıklar olsun. Kalbinde peyda olan ilk şüphede tereddüde düşer.[146] Hakkın/gerçeğin nerede olduğunu bilmez.  (Bir şey)  söylerse,  hata eder. Hata edince (de hatanın ne olduğunu)   bilmez. (Çünkü) gönlünü gerçeğini bilmediği bir şeye kaptırmıştır. Bu (durum) başına gelen kimseye bir fitnedir. Hayrın tamamı (nı elde etmek istersen) Allah'ı (ve Allah'ın) dinini bil. (Bir kimseye felâket olarak) dinini bilmemesi yeter.
f- Hz. Ali'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:
İnsanların yolundan gitmekten sakının. Çünkü adam cennetlik işler yapar. Sonra (adamın sonunun) ne olacağını Allah bildiği için cehennemlik bir iş işler ve cehennemlik olarak ölür. Bir adam da cehennemlik işler yapar. Sonra (adamın sonunun) ne olacağını Allah bildiği için cennetlik bir iş işler ve cennetlik olarak ölür. Eğer mutlaka (birinin yolundan gideceksiniz dinlerin değil, ölülerin yolundan gidiniz. Hz. Ali bu sözü ile Hz. Peygamber'in ve ashabının yolundan gidilmesini işaret, etmiştir. Müctehid bulunmayan her zamanda bu söz geçerlidir.
g- İbn Mes'ûd'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Dikkat ediniz!Hiçbiriniz dininde   (başka)  bir adamı taklid etmesin. Gerçekten inanan inanmış, kâfir olan kafir olmuştur. Kötülükte örnek yoktur. İbn Mes'ûd'un bu sözü, daha önce selefin sözlerinden maksadın ne olduğunu   açıklamıştır. Bu maksat, başka hiç bir şeyi dikkate almaksızın geçmişlere uymayı yasaklamaktır.
h- Sahib'de Ebû Vâil'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Ben bu mescidde Şeybe'nin yanına oturmuştum. O şöyle dedi:
Senin şu oturduğun yerde benim yanıma Hz. Ömer'de oturmuştu. Ömer (r.a.) şöyle dedi:
Arzu ettim ki orada (devletin elinde) şan ve beyaz (altun ve gümüş) ne varsa (hepsini) müslümanlar arasında dağıtayım. Ben ona:
Sen yapamazsın, dedim. Ömer (r.a.)
Niçin deyince ben:
Onu senin iki dostun da yapmadı, dedim. Bunun üzerine Hz. Ömer:
Onlarbenim kendileri ile (yolumu) aydınlattığım kimselerdir, dedi.
Hz. Ömer bu sözü ile Hz. Peygamberi ve Hz. Ebu Bekir'i kasdediyordu.
ı- İbn Abbas'dan; Uyeyne b. Hısn hadisinde şu rivayeti bildirmiştir:
Uyeyne ve Hz. Ömer'in huzuruna girmesi için izin istendi­ğinde İbn Abbas olayı şöyle anlatıyor:
Uyeyne Ömer (r.a.)'ın huzuruna girdiğinde dedi ki:
Ey Hattabın oğlu! Allah'a yemin ederim ki sen bize bol vermez, aramızda adaletle hükmetmezsin. Hz. Ömer bu söz üzerine kızdı. O derecede ki Uyeyne'ye bir şeyler yapacaktı.
Hür b. Kays Ey Mü'minlerin emiri! Yüce Allah Peygamberine: "(Ey Muhammed) Sen affı (bağışlama yolunu) tut iyiliği emret ve cahiller­den yüz çevir."[147]
Buyurmuştur, dedi. Allah'a yemin olsun ki o bu ayeti okuduğunda Ömer adama saldırmadı. Ömer (r.a.) Allah'ın kitabından söz edildiğinde Kur'an'ın çizdiği sınırda ziyadesiyle duran bir kimse idi.
i- Kabirdeki imtihanı bildiren hadisinde Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Mü'min veya müslümana gelince: O şöyle diyecek:
Muhammed (s.a.v.) bize beyyinat (Kur'an ayetleri) ile geldi. Biz de ona icabet edip iman ettik. (Kabirde bu cevabı veren müslümana) "iyi bir hal üzere uyu. Biz senin kesin bir şekilde iman ettiğini biliyorduk" denilir.
Münafık veya (imanında) şüpheli olana gelince: O şöyle diyecek:
"Ben bir şey bilmiyorum; insanların bir şey söylediğini işitmiştim. Ben de onu söyledim."[148]
j- Hz. Ali ve Hz. Abbas'ın Rasûlullahın miras (olarak bıraktığı) malı hakkında Hz. Ömer'e hüküm vermesi için başvurduklarını bildiren hadis.Hz. Ömer huzurunda bulunanlara şöyle demiştir:
Biliyor musu­nuz ki Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Biz miras bırakmıyoruz. Bizim geride bıraktığımız sadakadır." Onlar da bunu kabul ettiler. Hz. Ömer sonunda Hz. Ali ve Hz. Abbas'a şöyle dedi:
Benden bundan başka bir hüküm vermemi mi istiyorsunuz? İzni ile yerin ve göğün ayakta durduğu Allah'a yemin ederim ki bu meselede kıyamete kadar bundan başka hüküm vermem.
k- İmam Buhari (Sahih'inde) bu manada bir bölüm açmıştır. Buhari'nin bu bölümde ifade ettikleri, şâri'in hükmü açıkça ortaya çıkınca insanların söylediğinin muteber olmayıp başka bir seçimolmamasını gerektiriyor. Danışmanın da şâri'in hükmünün açıkça ortaya çıkmazdan önce olmasını gerektiriyor.
Buhari diyor ki:
"Bu bölüm Allah'ın: "Onların işleri aralarında danışma iledir."[149]
"... iş hakkında onlara danış"[150]  ayetleri ve danışmanın kesinleşmiş karardan ve hüküm ortaya çıkmazdan önce olduğuna dâir'dir.
Yüce Allah:
"Kararını verdiğin zaman da artık Allah'a dayanıp güven."[151] Buyurmuştur. Hz. Peygamber bir şeye karar verdiği zaman, beşer için Allah'ın ve Rasûlullahın önüne geçme seçeneği yoktur.
Hz. Peygamber, Uhud savaşı gününde ashabı ile Medinede kalmak veya (şehir dışına) çıkmak hususunda danışmada bulundu. Ashâb şehir dışına çıkılması görüşünü bildirmişti. Rasûlullah zırhını giyince kendisine "burada kal" dediler. O ise kararını verdikten sonra onların görüşüne yönelmedi ve şöyle buyurdu:
“Bir peygambere zırhını giyip de sonra (savaştan vazgeçip) onu çıkarması yaraşmaz. Tâ ki Allah hükmünü verene kadar.”
Hz. Peygamber, iftiracılar Hz. Aişe'nin namusuna iftira ettikle­rinde Hz. Ali ve Hz. Üsame’ye danışmış ve onları dinlemiştir. Nihayet (bu hususta) Kur'an (ayetleri) nazil olunca iftira edenleri kırbaç cezası ile cezalandırdı. Bunu yaparken karşı çıkanları dikkate almayıp Allah'ın emrettiği ile hükmetti.
Hz. Peygamberden sonraki imamlar/halifeler de mubah işlerin en kolayını (uygulamaya) almak üzere ilim ehlinden güvenilir kimselere danışmada bulunurlardı. (Meselenin hükmü) kitap ve sünnette var olunca Hz. Peygambere uyarak, başka (hiç) bir şeyi dikkate almazlardı.
Hz. Ebû Bekir zekât vermemekte direnenlerle savaşmak görü­şünde idi. Hz. Ömer (buna karşı çıkarak) şöyle dedi:
Biz onlarla nasıl savaşırız? Halbuki Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Ben "Lâilahe illallah" deyinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Onlar "Lâ ilahe illallah" dedikleri zaman mallarını ve kanlarını korumuş olurlar. Ancak (malı ve kanı hakkında bir cezaya) müstehak olanlar müstesnadır. Onların hesabı Allah'a kalmıştır.[152] Daha sonra Hz. Ömer de Ebu Bekir'e uymuştur. Hz. Ebu Bekir, kendi katında namaz ile zekâtı birbirinden ayıran, dini ve dinin hükümlerini değiştirmekisteyenler hakkında Peygamber'in hükmü sabit olunca danışmayı dikkate almamıştır. Hz. Peygamber onlar hakkında:
"Her kim dinini değiştirirse onu öldürürüz." Buyurmuştur.
Genç ve olgun yaşta olan âlimler Hz. Ömer'in danıştığı kimse­lerdi. Hz. Ömer Kur'an'ın çizdiği sınırda ziyadesiyle duran bir kimse idi.
Buhari'nin söylediklerinin tamamı budur.[153] İmam Buhari'nin açtığı bu bölümde konumuz için elverişli olan hususlar vardır: Buhari'nin bu bölümde söyledikleri şunu gösteriyor: Sahâbe-i kiram halk uğrunda şahısların sözlerini, onlar birtakım rütbelerin sahibi olduğu, şöyle veya böyle biri olduğu için değil, Allah'ın dinine ulaşmakta araç oldukları için dikkate almıştır. Bu husus daha önce geçmiş idi.
1- İbn Müzeyn, İsa b. Dînar, İbn'ul Kasım zinciri ile İmam Mâlik'in şöyle dediğini zikretmiştir:
Bir adamın her söylediği -bu adam faziletli ve kendisine uyulan bir kimse de olsa- kavil değildir. Çünkü Yüce Allah:
"...sözü dinleyip de en güzeline uyanlar.,."[154] Buyurmuştur.[155]

Fasıl

Doğru/gerçek muteber, olup şahısların dikkate alınmaması bir ilkedir. Şu da bir gerçektir ki doğru/gerçeğe, İnsanların aracılığı olmadan da ulaşılmaz. İnsanlar (ilim adamları) doğruya ulaşmada yol göstericidirler.[156]



[142] Hz. Ebu Bekir'e karşı ileri sürülen hadis mealen şöyledir: "Ben insanlar Lâ ilAhe illallah kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Onlar bunu söyleyince malını ve canını korumuş olur.  Ancak,  (canımı malına kasdedecek bir uygulamayı)   hak eden müstesnâ.” Nitekim Hz. Ebu Bekir bu son cümleyi delil olarak kullanacaktır. Hadis için bakınız: Avn’ul Ma'bud. Azim Abadi. 4/415 (Çeviren)
[143] Tevbe: 28
[144] Nisa: 59
[145] Ahzab: 36
[146] Kümeyl'in bu rivayeti "Nehc’ul Belâğa" isimli eserdedir. Oradan alınan bu azıcık alıntının baş tarafı şöyledir: İşte şurada — göğsüne işaret ederek" kesinlikle bir bilgi vardır ki şayet, onu taşıyacak birini bulsam o bilgiyi ortaya çıkarırım. Evet, onu çabucak anlayacak birini bulurum, (fakat) o güvenilir biri değildir. Dini dünyayı elde etmek için âlet, olarak kullanır. Allah'ın nimetleri ile kullarına eziyet eder. Hüccetleri Allah'ın dostları (aleyhinde) kullanır. Veya bir başka tip bulurum ki hakkı taşıyana boyun eğer (fakat) basireti yoktur. Kalbine ilk gelen şüphede tereddüde düşer. Dikkat edin! Bu da o da (bendeki bilgiye) elverişli değildir. Veya (İlim için şöyle bir adamı bulurum:) zevkine düşkün, şehveti için kolayca çekilip götürülür.
Nehc’ul Belağa'da 'Hakkın nerede olduğunu bilmez...." kısmı yoktur. Muhtemel ki başka bir rivayetten alınmıştır.
Çevirenin Notu: Bu dipnotu "Nehc'ul Belâğanın Muhammed Abduh tarafından açıklamalar eklenerek 1307de Beyrut, Edebiyye Matbaasında basılan nüshasını dikkate alarak tercüme ettik. Bakınız: Nech'ul Belâğa. Şerif Râdiy, 2/94.
[147] A'raf: 199
[148] Bu Buhari’nin İlim ve Vudû' kitaplarında rivayet ettiği uzun bir hadisten bir parçadır. Hadis Feth'ul Bâri'de 86-184-922-1053-1054-1061-1235-1373-2519-2520-7287 numaralardadır. Hadisi, ayrıca: Müslim, Küsüf kitabında 8-11 cennet kitabında 65-70-73 numara ile Ebu Davud. Sünnet Kitabında 4753 numara ile Tirmizi ve Nesâî, Cenaiz kitaplarında, İmam Malik, Muvatta’ında el-Amelu fi Salâti Kusûfiş-Şems Kitabında 3 ve 4 numara ile Ahmed b Hanbel Müsned'inde 1/26-36-51-63 de rivayet etmiştir.
[149] Şûra: 38
[150] Âl-i İmran: 159
[151] Âl-i İmran: 159
[152] Bu hadis sahihtir. Buhari, bu hadisi İstitâbet'ul Mürteddîn kitabında, Feth'de 2924 numara ile Müslim, İman kitabında 32-35-37 numara ile Fezâil'us-Sahabe kitabında 34 numara ile Ebu Davud, Hudud kitabında 4352 ve 4353 numara ile Tirmizi, İman kitabında 2606-2607 ve 2608 numara ile Nesâi, Tahrîm'ud'dem kitabında, Ahmed b. Hanbel, Müsned'inde 2/384 ve 3/394-472 de rivayet etmiştir.
[153] İmam Buhari'nin açtığı bu bölümde ifade ettiği görüşleri, Sahih'in İ'tisâm kitabı 28. bâbındadır. (Çeviren)
[154] Zümer: 18
[155] Bu ayetin özetle ifade ettiği husus şudur: İnsana her ulaşan söz, uyulması gerekli olan söz değildir. Lâkin sözlerin en güzeline uyulur. Peki, Allah'tan daha güzel söz söyleyen var mıdır? Asla! Asla hiç bir kimse Allah'tan daha güzel söz söyleyici değildir. Hz. Peygamber’in hadislerine göre de durum aynıdır. Fakat diğer insanlara gelince, gerçek şudur ki onların sözleri dinin benimsediği esaslara göre (değerlendirilip) kabul edilebildiği gibi red de edilebilir. En iyi bilen Allah'tır.
[156] Bilindiği üzere bu söylenenler ilmin kurallarından değerli iki kuraldır. Şöyle ki:
1- Muteber olan haktır. Durumu ne olursa olsun, şanı ne kadar yüce olursa olsun insanlar dikkate alınmaz.                                                                                 
2- Hak ehli olan insanlar, hak için yol gösterici durumdadır. Selef-i salihin'in hayatları bunu bildirmektedir.
Buruda parmak uçları yazmaktan durmakta, eller satırları oluşturmaktan aciz kalmaktadır. İmam Şâtibi'nin yazdıkları, konusunda yeterli ve doyurucudur. Merhumun yazdığı konunun gizliliklerini dile getirmektedir. Bizler (onun yanında) yerlerde yuvarlanan ve oynayan küçük çocuklar sayılırız. Hz. Allah'tan makbuliyet niyaz ederiz. İ'tisam'ın ikinci cildini yayına hazırlamakta talebelerimden genç, uyanık ve itaatkar "Nasr Ahmed Ebû Atâyâ Dimyâti" nin değerli yardımları oldu. İslam, müslümanlar ve benim adıma Allah onu en güzel şekilde mükâfatlandırsın. Bu eserin tahkiki, Hicretin 1414 yılı Rabi'us-Sâni ayının son gecesi nihayete ermiştir. Allaha hamd ve minnet, onun yarattıklarının en hayırlısı olan Hz, Muhammed'e salât ve selam olsun. Mustafa Ebû Süleyman Nedvî
İmam Şatıbi, el-İ’tisam Kitap Dünyası Yayınları: 2/355-377.