Konu Başlığı: Onsekizinci mesele Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 30 Mayıs 2011, 14:00:27 Onsekizinci Mesele: Bu mesele Ebu Davud'un rivayet ettiği şu hadisin açıklaması hakkındadır: Hz. Peygamber buyurmuştur ki: "Yakın gelecekte ümmetim içerisinde öyle topluluklar çıkacaktır ki şu keyfî arzuya uyma düşkünlüğü onlarda kuduz hastalığının (vücutta) yayıldığı gibi yayılacaktır. Öylesine ki bunun girmediği damar ve eklem kalmayacaktır." Bu rivayetin manası şudur ki Hz. Peygamber şu hususları haber vermiştir: Gelecekte ümmetinde parçalanıp ayrılan gruplardaki ayrılığa sebep olan heva ye hevese düşkünlük meydana gelecektir. Bu ümmet içerisinde öyle topuluklar olacaktır ki heva ve hevese düşkünlük onların kalplerine girecektir. O derecede ki normalde ondan ayrılıp tevbe etmeleri/dönüşleri mümkün olmayackatır. Bu tıpkı kuduz, hastalığına tutulan kimsenin bedenine kuduz mikrobunun girmesi gibidir. Bir vücuda kuduz mikrobu girerse, o vücudun eklemlere varıncaya kadar hiçbir parçası bu mikroptan kurtulamaz. Bu hastalık öylesine vücutta yayılır ki tedavi ve ilaç kabul etmez. Heva ve hevesine düşkünlük hastalığına tutulan kimse de böyledir. Bu hastalık onun kalbine girip, heva ve hevese uyma sevgisi iliklerine kadar işleyince artık delil kabul etmediği gibi öğüdün de bir faydası olmaz. Kendisine karış çıkana ise aldırış etmez. Böyle bir mana ifade edilirken daha önceki dönemlerde yaşayan Ma'bed el'Cüheni, Amr b. Ubeyd ve diğerleri gibi keyfi davranıp heva ve hevesine düşkünler dikkate alınmıştır. Onlar nerede bulunurlarsa oradan kovulmuş, kendileri ile konuşan olmamış, müslümanlar onlardan uzaklaşmışlardır. Tüm bu olanlar, onların sapıklığını ve içinde bulundukları durumu artırmaktan başka sonuç vermemiştir. Nitekim Kur'an'da: "Allah bir kimseyi fitneye düşürmek isterse, sen Allah'a karşı, onun lehinde hiçbir şey yapamazsın"[245] buyrulmuştur. Onların dayandıkları şeyin özü, sırf aklı her şeyde hakem kabul edip bir şeyin güzel ve çirkin olduğunu belirlemekte aklı dine ortak yapmalarıdır. Bunlar daha sonra Allah'ın fillerini kendilerince ortaya çıkan manaya göre sınırlandırmışlar, akıl nasıl kavradıysa öyle yorumlar yapmışlardır. Böyle bir anlayış sonunda "şöyle yapması Allah'a vacip olur. Böyle yapması caiz olmaz." demişlerdir. Sonuç itibariyle Allah'ı diğer yükümlüler gibi hakkında hüküm verilen bir varlık kılmışlardır. Bunlardan bazıları bu derecede değildir. Ancak yaptığı bir şeyi (aklını hakem kılarak) güzel saymış, bir başka yaptığını ise çirkin saymış ve meşru olan şeyler arasına katmıştır. Kakat bunların hepsi, aklı hakem kılmakta devamlı olmuşlardır. Bu noktada dursalar, asıl felâketin büyüklüğüne göre durum daha basit olacaktır. Fakat onlar Allah'ın kitabına ve Hz. Peygamber'in hadislerine karşı çıkıp bunlarda çelişki olduğunu, ihtilaf bulunduğunu, akla aykırılık ve dolayısıyle sistem bozukluğunun söz konusu olduğunu iddia ederek Allah'a ve O'nun elçisine savaş ilan etmişlerdir. Oysa onlar bu iddiaları ileri sürmeye, Allah'a ve O'nun elçisine karşı savaşmaya ehil değildirler. Utbî şöyle demiştir: İnkarcılar Allah'ın kitabına dil uzatarak onun karşısına dikilmişlerdir. Birtakım boş şeyler söylemişler, adetâ küsmüş gibi Kur'an'ı terk etmişlerdir. Şu kadar var ki Kur’an’dan müteşabih olanların peşine düşmüşler, bunu fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için sakat bir anlayış ve hastalıklı bir basiret ile yapmışlardır. Bunu dışardan sokulmuş bir düşünce ile de yaptıkları olur. Neticede ayetlerin yerini (ilgisi olmadığı konu ile bağlantı kurarak) değiştirmişler, Kur'an'ı yolundan sapıtmışlardır. Daha sonra Kur'an'da çelişki ve olmayacak şeyler, hatalar ve bozuk bir sistem bulunduğu hükmünü vermişlerdir. İleri sürdükleri bu iddialara birtakım gerekçeler göstermişlerdir ki muhtemelen çokça (kişilik) zayıflığı olan, genç ve tecrübesiz kimseleri kendilerine meylettirmişlerdir. Bunun sonunda kalplere şüphe, gönüllere tereddüt girmiştir. Bunların uyanıklık göstererek yaptıkları yorum, dedikleri gibi olsaydı, Hz. Peygamber de sağ olsaydı onlara ilk cevabı Peygamber verirdi. Hz. Peygamber onlara Kur'an'dan hüccetler gösterir, verdiği cevaplan Peygamberliğinin ve doğruluğunun delili sayardı. Onlara meydan okur, Kur'an'dan bir sûrenin getirilmesini isterdi. Onlar ki en düzgün konuşan fasih kimselerdir, hatip, şair ve tüm insanlar arasında keskin bir dil ile en azılı düşman olmakta özel kimselerdir. Akıllı uslu ve asil görüş sahibidirler. Getirsinler bakalım Kur'an surelerinden bir benzerini! Cenab-ı Hak bunların özelliğini Kur'an'da pek çok yerde dile getirmiştir. Bunlar Kur'an'a bazen büyüdür, bazen şiirdir, bazen kâhin sözüdür, bazen de geçmişlerin masalıdır dediler. Yüce Allah hadislerde çelişki ve ihtilaf iddiasından söz etmemiştir. Çünkü böyle bir şeyden söz etmek insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmete dil uzatılması demek olurdu ki bunlar Hz. Peygamber'in ashâbidır. 'Allah onlardan razı olsun- Yukarda sözü edilen aklı hakem edinenler ashâb hakkında zan ve tahmine dayanarak dilediklerini söylemişlerdir. Bir başka deyişle hadislere ne dünyada, ne de âhirette hesaba çekileceğini dikkate almadan dil uzatmışlardır. Bunlara gereken itirazı yapmak ve ileri sürdükleri iddialara çok geniş bir şekilde cevap vermek işini, Ebû Muhammed b. Kuteybe yazdığı iki kitapla yerine getirmiştir. Bu iki kitap onun en iyi kitaplarındandır. İleri sürülen itirazları güçlendirecek duruma düşmemek için dile getirilen itirazlara değinip onlardan söz etmedim. Fakat "Bu heva ve hevese düşkünlük onların içerisine kuduz hastalığı gibi işleyecektir." ifadesini açıklamak için, genel olarak bunlardan söz ettim. Daha önceleri de, sonraki zamanlarda da bu kimselerde heva ve heveslerine uymak güçlenince hiçbir şeye aldırmazlar ve kendilerine karşı çıkanları dikkate almazlar. Bunlar ayrıca şüpheli şeylerde durmak ve kendisini hata yapmakla suçlamak suretiyle akıllarını başlarına almak yoluna da girmezler, Oysa akıl sahiplerinden ibret alan kimseler böyle yaparlar. Bunlar keyfi arzularına uyan bir sınıftır ki kendilerini ayıplayanlara aldırış etmezler. Sonra başka sınıf kimseler de vardır ki bunların ortak özelliği, kalplerinin derinliklerine kadar keyfi arzular kök salmıştır. Tâ ki kendi üzerinde olduğu hâl dışında hiçbir şeye aldırmaz olur. Kuduz hastalığına benzeterek meseleyi ele alan rivayetin manası ortaya konulunca, buradan bir başka manaya geçiş yapmak durumundayız. O da şudur:[246] [245] Mâide: 41 [246] İmam Şatıbi, el-İ’tisam Kitap Dünyası Yayınları: 2/288-290. |