๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => el İtisam => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 29 Mayıs 2011, 20:09:30



Konu Başlığı: Maksatları bilmemek
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 29 Mayıs 2011, 20:09:30
İkinci Hata: Maksatları Bilmemek




Yüce Allah şeriatını Peygamberine göndermiş, halkın omuz­larına yüklenen ibadet yükümlülüklerini ve emrolundukları mükel­lefiyetleri yerine getirmede neye ihtiyaçları varsa açıklamıştır. Peygamber de, Allah'ın gönderdiği din tamamlanmadan vefat etme­miştir. Bu husus Allah'ın tanıklığı ile ortadadır. Yüce Allah buyurur ki:
"Bugün size dininizi ikmal ettim. Üzerinize nimetimi tamamla­dım ve sizin için din olarak İslam'ı beğendim." [32]
Burada söyle denemez: "Yeni yeni ortaya çıkan olaylar ve problemler hakkında kitap ve sünnette bir nas yoktur. Bunları düzenleyecek genel hükümler de yoktur. Mirasta dedenin hissesi, esine "sen bana haramsın" diyen kimsenin karısını boşayıp boşamaması, her tarafı yaralı olan birinin üzerine düş(üp onu öldür)en kimsenin hükmü ile ilgili meselelerde ve hakkında ki- tap ve sünnet­ten nas bulunmayan diğer meselelerde ne diyecek siniz?"
Bu itiraza şöyle cevap verilir:
1. "Bu gün size dininizi ikmal ettim...." ayetinde detayların da olduğu dikkate alınırsa mesele sizin ileri sürdüğünüz gibidir. Fakat ayetteki maksat meselelerin ve problemlerin ana kurallarıdır. Böylece denmek istenmiştir ki, zaruriyyat, hâciyyat ve tekmiliyyatkonularında ihtiyaç duyulan ne kadar ana kural/kaide varsa hepsi son derecede açık bir şekilde bildirilmiştir. Bu ana kurallarla ilgili detaylar müctehidlerin inceleyip hüküm vermesine bırakıl­mıştır. İctihad kuralı da kitap ve sünnette bildirilmiştir. Müslüman­ların onu bırakması yerinde bir davranış değildir. Bu husus sabit olunca ictihad alanının bulunduğunu anlamış olursun. Şu kadar ki ictihad, ancak hakkında nas olmayan meselelerde yapılır.
Eğer ayetteki ikmal edilme, detaylar itibariyle olsaydı, detay­ların sonu gelmez, yazılıp çizilerek sınırlanamazdı. Alimler bunu nas olarak ifade etmişlerdir. Ayetteki ikmal edilmekten maksat, ancak olaylardan sonsuza kadar olacak olanların ihtiyaç duyacağı küllî kaidelerdir.
2- Dinin ikmal edilişine cüziyyat/detaylar itibariyle bakılırsa, bu karışıklığa ve probleme yol açar. Detaylar açısından bakılmazsa bu sorunun sorulmasına yol açar. Çünkü soruyu soran dinin üzerinde olduğu hâle baksaydı -ki bu hal külli kaideler üzerine olmasıdır- bu soruyu sormazdı. Çünkü her ne kadar dünya, sonu olan fani bir varlık olarak yaratılmış ise de ana kurallar ebedi olmak üzere konulmuşlardır.
Detaylarla ilgili meseleler tafsilatlı olarak ele alındığında ise sınırlandırılıp sonu gelecek durumdadır. Bu durumda detaylarla ilgili meselelerin (Hz. Peygamber sağ iken) ikmâl edilmemiş olduğu düşünülebilir. Bu takdirde "Bu gün size dininizi ikmal ettim" ayetine [33]  ve ".... Bu kitabı sana her şey için bir açıklama.... olarak indirdik"[34]  ayetine ters düşen bir durum olur.
Allah kelâmının doğru olduğunda şüphe yoktur. Ona ters düşen muhaliftir. Açık bir şekilde ortadadır ki buna göre ayette genel bir ifade vardır. Hz. Peygamber zamanında bulunmayan (teferruatta kalan) olaylar o zamandan Allah'ın dini ikmal etmesini etkilemez. Ainkü bu olaylar (o zaman için) ya ihtiyaç duyulmayan veya ihtiyaç duyulan durumda düşünülebilir. Eğer ihtiyaç duyulan bir durumda ise, bunlar şer'i ana kurallara dayanarak ictihad ile çözümlenir ki bu ana kuralların hükümleri daha önce geçmişti. Bu hususta özellikle delile dayanan müctehid görüşü kalmaktadır.
Eğer bu olaylara ihtiyaç yok ise, bunlar sonradan ortaya çıka­rılan bid'atlardır. Çünkü onlar ihtiyaç duyulan şeyler olsaydı, hak­kında dinde söz söylenmeden bırakılmazdı. Fakat bunlar hakkında bir şey söylenmediği varsayılmıştır. Fakat daha önce geçtiği üzere teferruatla ilgili meselelere dair dinde bir delil yoktur, kendisine ihtiyaç duyulan meseleler de değildir. Bu meseleler ihtiyaç duyulan veya duyulmayan meseleler de olsa din (Allah tarafından) tamam­lanmıştır. Elhamdülillah.
Sahabenin anlayışının da böyle olduğuna bir delildir ki onlardan asla böyle bir soru işitilmemiştir. Sahabeden hiçbir kimse:
"(Mirasta) kardeşlerle birlikte olduğu zaman dedenin ne pay alacağına dair niçin bir hüküm bildirilmemiştir? Eşine:
"Sen bana haramsın" diyen kimsenin hükmüne dair bir nas niye yoktur?" dememiştir. Onlar böy­le şeyler söylemek yerine ictihadla hüküm vermişler, sonuçta kitap ve sünneti elde etmeye varan şer'î manaları dikkate almışlardır. Böyle bir durum nas olarak yok ise de mana olarak vardır. Bu itibar­la dinin ikmâlinin en güzel şekilde tamamlandığı açıkça ortadadır.
Buradan bir başka bahse geçiyoruz. Yüce Allah hiç şüphe yoktur ki Kur'an'ı çelişki ve tutarsızlıktan uzak olarak indirmiştir. Böylece Kur'an'dan ibret almak ve onu mükemmel bir şekilde düşünmek gerçekleşecektir. Nitekim Kur'an'da:
"Hâlâ Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gel­miş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı."[35] Buyrulur. Bu ayet gösteriyor ki Kur'an tutarsızlıktan beridir, uzaktır. Kur'an'ın bir kısmı, diğer bir kısmını doğrular ve bir kısmı, diğer bir kısmını güçlendirir, kuvvetlendirir. Bu, hem lafız, hem mana yönüyle böyle­dir.
Lafız yönünden Kur'an'da fesahat bulunduğu mütevatirdir ve hep böyledir. İnsan sözü ise böyle değildir. Çünkü insan sözünden oluşan bir ifadede bir bölümde fasih, düzgün tatlı bir kısım görürsün.
Ama sözü bu minval üzere tamamlamak neredeyse gerçekleşmez. Mutlaka arada fesahat düzeyinde eksiklik meydana gelir. Bir kaside layık olduğu şekilde fesahat düzeni içerisinde olurken, bir diğeri böyle olmaz.
Mana yönünden İse şöyle bir durum vardır. Kur'an (lafızların)ın manaları çok olmada, tekrar özelliklerine sahip olmakta, durumun gereğine göre amacına ulaşmakta ve amacını korumakta zirvedir. Bu özelliklere sahip olmanın yanında anlamlarda ihlal, zıddiyet ve çelişki yoktur. Bu, öyle bir düzeydedir ki beşerin ona yaklaşmasına bir yol yoktur. Bunun içindir ki İslamın ilk yıllarında belagat ve fesahatin zirvesinde olan Araplar Kur'an'ı işitince ona karşı çıka­mamıştır. Onlar Kur'an'ın bir yönünün dikkate alınmamasını ortaya koymak ve ona karşı çıkmak hususunda çok hırslı olmalarına rağmen, Allah'ın yapamayacaklarını bildirdiği Kur'an'ın icaz'ından hiçbir şeyi değiştirememişlerdir. Daha sonra Müslüman olup Kur'­an'ın manalarını görüp, ilginç kelimeler üzerinde düşündükleri zaman, araştırmaları onların basiretini ve Kur'an'da tutarsızlık ve çelişki olmadığı düşüncesini artırmıştır. Bu hususta (tereddüde düşenler olduğuna dair) nakledilenler azdır. Üstelik bunlar ya doğru­yu arayıp neticede ona kavuşanlardır veya yolunu sağlamlaştıranlardır.
Sahih olarak nakledildiğine göre Sehl b. Huneyf, Sıffiyn'de hakemler hükmünü verdiği gün şöyle dedi:

Ey insanlar! Görüşü­nüzün doğru olup olmadığını kontrol edin. Biz Ebû Cendel günü Hz. Peygamberle birlikte iken şayet gücümüz Peygamberi reddetmeye yetseydi mutlaka reddederdik. Allah'a yemin ederim ki Müslüman olduğumuzdan beri kılıçlarımızı bizi sonu felaket olacak bir iş için omzumuzdan indirmedik. Ama bu davranışımız bizi hep iyi bir sona götürdü,"
Bu hadisi meselemizde tanık olarak ele alan kimse iki husus bulacaktır:
Birincisi: "Görüşünüzün doğru olup olmadığını kontrol edin." sözüdür. Çünkü açıkça belli olan durum ile çelişkiye düşmek, çoğun­lukla başvurulacak durumda olmayan bir esasa dayanır.
İkincisi: "Müslüman olduğumuzdan beri kılıçlarımızı...." cüm­lesidir. Bu cümle üzerinde durmakta olduğumuz konunun en ince noktasıdır. Bunun manası şudur: Allah'ın dininde olup da onların kişisel görüşlerine ters gelen her şey haktır/gerçektir. Allah'ın dinine ters gelen bu kişisel görüşün yanlış olduğu zamanla ortaya çıkacak­tır. Bu kişisel görüş arızi/gelip geçici bir şüphedir. İltifat edilmemesi/ önemsenmemesi gereken bir problemdir. Hatta ona tereddütle bakmalı, dinde olana itimat etmelidir. Çünkü dinin bildirdiği hususbugün açıkça ortaya çıkmazsa, yarın ortaya çıkacaktır. Eğer dinin bildirdiği o husus sonsuza kadar açıkça anlaşılamazsa da bir problem yoktur. Çünkü tereddütlü davranarak kişisel görüşüne uymayan kimse (bu davranışı ile) sağlam bir kulpa yapışmıştır.
Sahih hadis kaynağında Hz. Ömer'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Hişam b. Hakim b. Hizam'ın Hz. Peygamber hayatta iken Furkan sûresini okuduğunu işitmiştim. Okuduğuna kulak verdim. Hz. Peygamber'in bize okutmadığı tarzda pek çok değişik şekillerde okuyordu. (O namaz kılıyordu.) Neredeyse namazda iken ona saldıra­caktım, selam verene kadar sabrettim. (Selam verdikten sonra) yakasına yapışıp ona:
Okuduğunu işittiğim bu sureyi okumayı kim öğretti? Dedim. Hişam:
Allah'ın Rasûlü okuttu, dedi. Ben:
Yalan söylüyorsun! Çünkü Hz. Peygamber bana bu sureyi öğretti. Fakat senin okuduğun gibi değil, dedim. Onu yakasından tutup Hz. Peygamber'e götürdüm:
(Ey Allah'ın Rasûlü!) şunun Furkan suresini bana okuttuğun(uz)dan başka bir tarzda okuduğunu işittim, dedim. Rasûlullah bana:
“Hişamı bırak! Buyurdu. Ona da:
Ey Hişam! Oku, diye emretti.” O da işittiğim gibi okudu. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
“Bu sure böyle inzal olundu, buyurdu. Bundan sonra bana da:
Ey Ömer, oku!” Dedi. Ben de Allah Rasûlünün bana vaktiyle okuttuğu gibi okudum. Bana da:
“Bu sure böyle indirildi. Bu Kur'an yedi harf (tarz veya lehçe) üzerine indirildi. Bunlardan hangisi kolayınıza gelirse öyle okuyu­nuz, buyurdu.”[36]
Bu mesele sahabeden bazısını meşgul etmiş, dinin nakli husu­sunda bir müşkülden ibarettir. Cevabı Hz. Peygamber tarafından verilmiştir. Bu olay dinin kaynağında ayrılık olduğunu göstermez. Çünkü buradaki ayrılık bazı mesele ve mana hususunda kişiler arasında meydana gelen bir ayrılıktır. Bu, dinin kendisinde ayrılık olmasını gerektirmez. Nitekim geçmiş ümmetler peygamberlik hakkında ihtilafa düşmüşlerdir. Bu da peygamberliğin kendisinde ihtilaf olduğunu göstermez. Tevhid ilimleri ile ilgili pek çok meseledeihtilaf edilmiştir. Bu dahi ihtilaf edilen konunun zâtında ihtilaf olduğunu göstermez. Bizim üzerinde durduğumuz konu da böyledir.
Bu husus sabit olunca Kur'an'ın kendisinde ihtilaf olmadığının sahih olduğu ortaya çıkmış olur. Bu esas üzerine bir husus daha bina ederiz. Şöyle ki: Kur'an'ın ihtilaftan uzak olduğu ortaya çıkınca onun ihtilafa düşenler arasında da hakem olması sahih olur. Çünkü onun ortaya koyduğu mana haktır. Hakda ihtilaf olmaz. Mükelleften meydana gelen her ihtilaf Kur'an'ın otoritesi altındadır. Kur'an'da şöyle buyurulmuştur:
".... Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- Onu Allah'a ve Rasûlüne götürün. Bu hem en hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir."[37] Bu ayet ve benzerleri[38] anlaşmazlığın Allah'ın kitabına ve Peygamberinin sünnetine götürülmesi hususunda açıktır. Çünkü sünnet Kur'an'ı açıklayıcıdır. Bu da gerçeğin Kuranda olduğunu ve ondaki açıklamanın doyurucu olduğunu, ondan sonra onun yerine başka bir şeyin geçemeyeceğini gösterir.
Sahâbe-i kiram da böyle yapmıştır. Onlar bir meselede ihtilaf ettikleri zaman o meseleyi kitap ve sünnete götürürlerdi. Onların karşılaştıkları problemler bunun tanığıdır. Böyle olduğu fıkıh ile meşgul olanların meçhulü değildir. Bu meseleler öylesine meşhurdur ki burada ayrıca söylenmesinde bir fayda yoktur. Demek ki ashabın üzerinde olduğu durum, bir meselede ihtilaf olursa onu kitap vesünnete götürmektir.
Girişteki bu bilgelere göre din konusunda (söz ve) görüş sahibi olacak kimseye iki şeye dikkat etmesi gereklidir:
1- Bu kimse dine, onda noksanlık olmadığı, mükemmel olduğu gözü ile bakmalıdır. Dine bakarken onu bir bütün olarak dikkate almalı, bu bütünün ibadet ve âdetten[39] oluştuğunu göz önünde bulundurmalıdır. Bu kimse dinin dışına çıkmamalıdır. Çünkü onun dışına çıkmak başıboş kalmak, sapıklık ve körü körüne atıp tutmaktır. Nasıl olmasın ki o din Allah tarafından tamamlanmış ve mükemmele erdirilmiştir. O dine fazladan bir şey ekleyen ve ondan bir şey eksilten kimse, genelde bid'atçı ve ana caddeden ara yollara sapan kimse olur.
2- Bu kimse, kesin bir şekilde inanmalıdır ki Kur'an ayetleri ve Hz, Peygamber'in hadisleri arasında birbirine zıt ve çelişkili olanlar yoktur. Ayetlerle hadisler de birbiriyle çelişmez. Bil'akis hepsi aynı ana cadde üzerinde, aynı mana düzeni içindedir. İlk bakışta zahiri olarak bir ihtilaf olduğu görünürse, ihtilaf olmadığına itikad etmek vacip olur. Çünkü Yüce Allah onda (Kur'an'da) ihtilafın bulunma­dığına tanıklık etmiştir. Ayetler ve hadisler arasında ihtilaf olduğu gibi bir durum ortaya çıkarsa zorunlu olarak ihtilaflı metinlerin arasım bulma cihetine gitmelidir. Bu olmazsa itirazsız teslim olma­lıdır. Eğer konu ameli bir hüküm ile ilgili ise kesin ve berrak olarak sonuç ortaya çıkacak şekilde çıkış yolu aranmalı veya ölünceye kadar o hükmü uygulamaksızın (gerçeği) aramalıdır. (Bir meselede) ana fikir net olarak belli olur, hüküm açıkça ortaya çıkarsa, her meselenin tetkikinde arız olan tereddüdde bu açıklığı aramalı, her dini meselede bu prensibi göz önünde bulundurmalıdır. Nitekim Allah'ın medh-u sena ettiği bizden önce geçenler böyle yapmışlardır.
Bid'atçılar birinci hususu dikkate almayıp göz ardı etmişlerdir. Bu sebeple onlar dinde eksiklik gidermeye kalkmışlardır. Hz. Pey­gamber adına yalan hadis uyduranlar da bu eğilim içinde olmuş­lardır. Böyle bir kimseye bu durum söylenip Hz. Peygamber adma yalan söylemenin cezası hatırlatılıp uyarıldığı zaman şöyle der:
"Ben Peygamber'in aleyhinde (ona bir zarar gelecek şekilde) değil, ancak lehine (onun yararına) yalan söyledim."
Ürdünlü lakabı ile meşhur olan Muhammed b. Said'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"İyi bir söz olduğu zaman ona sened yapıp (hadis imiş gibi) söylemekte bir sakınca görmem." Bundan dolayıdır ki bu adam uydurma hadisler söylerdi. Zındıklar arasında öldürül­müş ve asılmıştır. Bu kısımla ilgili pek çok örnek geçmişti.
İkinci hususu da birtakım kimseler göz ardı edip dikkate almamıştır. Bunlar (Kur'an ayetlerinde ve hadislerde veya bunlar arasında çelişki olabileceği hususunda) düşünmekten kendilerini alıkoymamışlardır. Sonuç olarak bunlar, Kur'an'ı ve hadisleri anla­makta farklı davranmışlardır. Böylece onlardaki (varsaydıkları) çelişkiyi birinci hususta söz edilen Kur'an ve sünnette eksiklik olduğuna havale etmişler bu görüşün yerinde olduğunu düşünmüşlerdir. İşte Hz. Peygamber'in ayıpladığı Hâricilerin durumu budur. Onlar hakkında Rasûlüllah: "....Onlar Kur'an'ı okurlar. Fakat oku­dukları hançerelerini geçmez." buyurmuştur. Hz. Peygamber onları Kur'an'ı anlamamakla vasıflandırmıştır. Nitekim onlar Kur'an'ı anlamayınca müslümanlara başkaldırmalardır. Hariciler hakem olayında: "Allah'tan başka kimse için hüküm (vermek) yoktur. Halbuki Allah'ın dini hakkında  insanlar hüküm verdi." dediler.
Nihayet Kur'an'ın büyük âlimi Abdullah b. Abbas: "Hüküm ancak Allah'ındır." [40] Ayetini öyle bir açıklamıştı ki bu sebeple Haricilerden iki bin kişi bu açıklamayı kabul ederek hakikate dönmüşlerdi. Geri kalanlar eskisi gibi kaldılar. -Allah daha iyi bilir ya- Onlar bunu: İbn Abbas ile tartışıp münakaşa etmeyin. O, Allah'ın "Doğrusu onlar kavgacı bir toplumdur."[41]  Buyurduğu kimselerdendir, diyen kimsenin sözüne itimad ederek yaptılar.
Allah size rahmeti ile muamele etsin. Onların Kur'an anlayış­larının nasıl olduğunu (iyi) düşününüz.
Hâlâ bu tür tededdütler birtakım kimselerde var olmaya devam etmektedir. Sonuçta bunlar âyetlerde ve hadislerde çelişki olduğunu sanmışlar kendi anlayışlarına göre savunmaya geçmişlerdir. Derinle­mesine düşünüp incelemede kuru gürültüler[42] koparmışlardır.
Ayetlerde ve hadislerde çelişki olduğu iddiasında bulunanlara ait nn misal verip ayrıca bunların cevaplarını zekredeceğiz.
1- "Onlar birbirine yönelip (hallerini) soruştururlar."[43] ayeti ile "Sûra üflendiği zaman artık aralarında soy sop (bağı) olmadığı gibi, (birbirlerinin hallerini) soruşturmazlar." [44] Ayeti çelişki halindedir.
2- "İşte o gün, insana da cine de günahı sorulmayacaktır." [45] ayeti, "....uydurdukları şeylerden kıyamet günü mut­laka sorguya çekileceklerdir" [46] ayeti ve "Yaptıklarınız­dan mutlaka sorumlu tutulacaksınız."[47] ayeti ile çelişmek­tedir.
3- "De ki: Gerçekten siz, yeri iki günde yaratanı inkar edip, O'na ortaklar mı koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbıdır. O, yeryüzünde sabit dağlar yerleştirdi. Orada bereketler yarattı ve orada tam dört günde isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir etti. Sonra duman halindeki göğe yöneldi. Ona ve yer küreye: İsteyerek veya istemeyerek gelin! dedi. İkisi de isteyerek geldik, dediler."[48]  Ayetleri açık bir şekilde yeryüzünün gökyüzünden önce yaratıldığını bildirmektedir. Oysa başka ayetlerde: "Sizi yaratmak mı daha güç, yoksa gökyüzünü yaratmak mı? Ki Allah onu bina etti, onu yükseltip düzene koydu. Gecesini kararttı, gündüzünü ağarttı. Ondan sonra da yer küreyi döşedi."[49]  buyurulmuştur. Bu ayetlerde ise yeryüzünün daha sonra yaratıldığı açıkça ifade edilmiştir. (Bu bir çelişkidir)
Bu sorulan Nâfı' b. Ezrak veya başkası İbn Abbas'a sormuştur.
Buhari muallak olarak Said b. Cübeyr'in şöyle dediğim tahric etmiştir: Bir adam İbn Abbas'a şöyle dedi:
Bana Kur'an'da bazı şeyler çelişkili geliyor diyerek yukardaki ayetlere ilâve olarak) "....Allah'tan hiçbir haberi gizle yemezler"[50] ayetine değinmiş, bu ayette kâfirlerin Allah'tan hiçbir haberi gizleyemeyecekleri bildirilmiş, fakat: "Rabbimiz! Yemin olsun ki biz müşriklerden olmadık"[51]  âyetinde müşrik olduklarını gizlemişlerdir, demiştir. Bir de pek çok ayette Allah'ın mağfiret ve rahmet edici olduğu, bilen ve işiten olduğu bildirilmiştir. Bu ayetlerde lafzı varid olmuştur ki bu geçmiş zamanı gösteren bir kelimedir. O halde Allah Tealâ'nın bu özellikleri geçmiş zamanda mı kalmıştır?İbn Abbas bu sorulara söyle cevap vermiştir:
a- Aralarında soy-sop bağı olmayıp birbirlerini soruşturmamaları sûra ilk üflenmede olacaktır. Yüce Allah şöyle buyurur:
(Birinci) sûra üflenince, Allah'ın diledikleri müstesna olmak üzere göklerde ve yerde, ne varsa hepsi ölecektir." [52]İşte bu zamanda arala­rında soy-sop olmayacak ve birbirlerini soruşturamayacaklar.dır. Sonra sura ikinci kez üflendiğinde birbirlerine yönelip (hallerini) soruşturacaklardır.
b- Kâfirlerin müşrik olduklarını gizleme meselesine gelince: Yüce Allah (ahirette) ihlaslı kullarının günahlarını affedecek, müşrikler de: "Gelin, biz müşrik değil idik" diyelim, diyecekler. Yüce Allah onların ağızlarını mühürleyecek ellerini (ve diğer organlarını) konuş­turacaktır. İşte bu sırada Allah'ın hiçbir söz ve haberi gizlemediğini anlayacaklardır. İşte o esnada şu ayetin ifade ettiği gerçek yaşanacaktır:
"Küfür yoluna sapıp Peygamberi dinlemeyenler, o gün yerin dibine batırılmayı temenni ederler...." [53]
c- (Yeryüzünün mü yoksa gökyüzünün mü önce yaratıldığı meselesinde ileri sürülen iddiaya gelince:) Yüce Allah önce yeryüzü­nü iki günde yarattı, sonra göğe yöneldi ve diğer iki günde gökleri yedi (kat) olarak düzenledi. Daha sonra yer küreyi döşedi. Yer kürenin döşenmesi orada suyunun, otlağının, dağların, tepelerin (develerin) ve yerle gök arasındakilerin diğer iki günde yaratılma­sıdır: İşte [54] ayetteki "Bundan sonra yer küreyi döşedi" ayeti budur. (Yani, bu ifade yeryüzünün, gökyüzünden sonra yaratıldığını ifade etmez.) Demek oluyor ki yer küre ve içindekiler (ilk olarak) dört günde yaratılmış, (sonra da) gökyüzü yaratılmıştır.
d- "Allah'ın bağışlayıcı ve rahmet edici olduğu" nun geçmiş zaman ifade eden ifâ kelimesi ile ifade edilmesi, (geçmişte böyle idi şimdi böyle değildir, anlamına gelmez.) O, hâlâ böyle olmaya devam ediyor demektir. Yüce Allah neyi murad etmiş işe, mutlaka onunmurad ettiği gerçekleşmiştir. Sana Kur'an'da çelişki varmış gibi gelmesin. Her şey Allah katındandır.[55]
4- Hz.Peygamber: "Yüce Allah Âdem peygamberi yaratınca, sırtını sağ eli ile sıvazladı. Hz.Adem'in zürriyetinden kıyamete kadar gelecekleri çıkardı.  Onları kendi kendilerine şahit tutarak (sorup)
"Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" buyurdu.  Onlar:
Evet, dediler." buyurmuştur.[56] Oysa bu hadis şu ayete aykırı düşmektedir: ".... Rabbin Âdem oğullarından, onların sırtlarından zürriyetlerini çıkardı. Onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da) Evet, dediler..." [57]
Görülüyor ki hadis, zürriyetin, Hz. Âdem'in sırtından alındığını, Kur'an ise Âdem oğullarının sırtından alındığını bildiriyor. (Bunun çelişki olduğu ifade edilmek isteniyor.)
Düşünüldüğü zaman bunda çelişki yoktur. Çünkü ikisinin ara­sını bulmak mümkündür. Şöyle ki: Zürriyetin Hz. Âdem'in sırtından çıkarılması bir defada olmuştur. Âdem oğullarının sırtından çıkarıl­ması ise, dünyaya çıktıkları (?)[58] tertibe (düzene) göre olmuştur. Zürriyetin bu alınışının bir zaman düzeni olmaksızın oğuldan oğula bir yarılıp çatlama (?)[59] suretiyle olması da imkansız değildir. Bu her iki nisbetın de mecaz olmaksızın gerçekte meydana gelmesi sahihtir.
5- Hadiste: "Bir adam:
 Ey Allah'ın Rasûlü! Senden Allah aşkına bir istekte bulunmuş oluyorum ki mutlaka bizim aramızda Allah'ınkitabı ile hüküm vermiş olmalısın. Bu adamın (davadan) hasmı olan kimse -meseleyi ondan daha iyi bilen biri idi-  Şöyle dedi:
Doğru! Bizim aramızda Allah'ın kitabı ile hüküm ver, bana da konuşmam için müsaade et, dedi." (Çelişki iddiasında bulunan kimse) sonra hadisi söyledi. Hz. Peygamber (bu hadisinde) şöyle buyurdu:
"Kudre­tiyle yaşadığım Allah'a yemin ederim ki aranızda, kesinlikle Allah'ın kitabı ile hükmedeceğim. (Zinadan) doğan çocuk ve (senin sulh için verdiğin) koyunlar geriye reddedilecektir. (Zina eden) şu oğluna (bekar olduğu için) 100 kırbaç vurma (cezası) ve bir yıl sürgün (cezası) vardır. Bunun (oğlunla zina eden) karısına ise (evli olarak zina ettiği için) recm (cezası) vardır."[60] (iddia sahibi sözüne devamla şöyle diyor:) Bu hadis, Allah'ın kitabına aykırıdır. Çünkü Hz. Peygamber aranızda kesinlikle Allah'ın kitabı ile hükmedeceği sözünü soru soranın durumuna göre söylemişken, recm ve sürgün cezaları ile hükmetmiştir. Oysa Allah'ın kitabında bunlardan söz edilmemektedir.
Cevap: Bu meselede probleme yol açan şey "Allah'ın kitabı" ifadesidir. Bu ifade, Allah'ın kitabı olan Kur'an ile Kur'an'da yazılı olsun veya olmasın, kullarına farz kılınıp hükmolunmak üzere Allah katında yazılı olan şeye "ortak bir ifade" olarak kullanılır. Nitekim bu ifade Nisa Suresi 24. ayeti içerisinde geçmektedir. Kuranda "Üzerinize Allah'ın Kitabı" olarak geçen bu ifade "Allah'ın farz kıldığı ve hükmettiği şey" demektir. Bu hükmün Kur'an'da (yazılı olarak) bulunması gerekmez.
6- Cariyelere (verilecek ceza) hakkında âyette: "....Eğer fuhuş yaparlarsa onlara muhsan kadınların cezasının yarısı uygulanır..."[61] buyurulmuştur. Âyetteki bu ifade göz önünde bulundu­rulunca hadiste bildirilen Hz. Peygamberin recm yapmasının manası akla uymuyor. Hz. Peygamberden sonra halifeler de recm etmiştir. Cariyelere recmin uygulanmasında, recmin yarısı nasıl olacaktır?
(Bu çelişki düşüncesinin sebebi) böyle sananların ayetteki "Muhsan" kelimesinin "evli kadın" manasına geldiği anlayışıdır. Oysa böyle değildir. Bu ayetteki "Muhsanât" kelimesinden maksat "Hür kadınlar" dır. Bunun delili ayetin baş tarafındaki şu kısımdır: "içinizden imanlı muhsan kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse, ellerinizin altında bulunan genç kızlarınız (sayılan) cariyelerinizden alsın." [62] İşte burada dahi "Muhsanât"  kelimesiancak hür kadınlar demektir. Çünkü  (bu kelime evli kadınlar anlamında olsaydı) kocası olan kadınla evlenilmezdi.
7- Hadiste bildirildiği üzere bir kadının halası veya teyzesi ile evli bulunan kimse o kadınla evlenemez. Yine hadiste bildirildiğine göre kan bağı sebebiyle birtakım kimselerle evlenmek haram olduğu gibi, süt emme (aynı kadından süt emme) sebebiyle de evlenmek haramdır. Halbuki Allah Teâla Kur'an'da süt emme sebebiyle sadece süt anne ve süt kız kardeşten söz etmiştir. Yine Kur'an'da aynı kişinin nikahı altında sadece iki kız kardeşin birleşemeyeceğinden söz edilmiştir. Kendileri ile evlenilmesi yasak olan kadınları bildiren[63] ayetinden sonra:  "Bunlardan başkasını istemeniz size helâl kılındı." [64] buyurulmuştur.
Cevap: Hadislerde bildirilen yasaklar, genel hükümleri tahsis kabilindendir. Hiçbir surette ayetlerle hadisler arasında çelişki yoktur.
8- Hz. Peygamber: "Bulûğ çağında (ve bu yaşın üzerinde) olan herkese Cuma günü gusletmek vaciptir." buyurmuştur.[65]
Bu hadis: "Cuma günü her kim abdest alırsa güzel bir şey yap­mıştır. Her kim de guslederse daha faziletlidir."[66] hadisi ile çelişiyor.
Cevap: Burada (birinci hadiste) vacipten maksat özellikle (Cuma günü gusletmenin önemli olduğunu) güçlü bir şekilde vurgulamaktır. Cama günü gusletmemek farzı terk etmek değildir. Böylece her iki hadisin manası uyum içindedir, çelişki yoktur.
9- Hadiste: "Sıla-i rahim (akraba ile sürekli iletişim için)de bulunmak ömrü uzatır." buyurulmuştur.[67]
Oysa Kur'an'da:
“....Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler."[68]  buyurulmustur. İleri-geri alınması söz konusu olmayan bir ecelin var olduğu yerde sıla-i rahim ömrü nasıl artıracaktır?
Bu meselenin birden çok cevabı vardır, Bu cevaplardan birisi şöyledir: (Ömrü sıla-ı rahim ile uzadığı varsayılan) bu adamın sıla-i rahim yaparsa yüz, yapmazsa seksen sene yaşayacağım Allah ezelî ilmi ile bilmektedir. Aynı zamanda onun sıla-i rahmi yapıp yapma­yacağım da bilmektedir. Her iki duruma göre, eceli ileri gidip, geri kalmadan gerçekleşmektedir. Bunu İbn Kuteybe söylemiş, Karâfî de aynı görüşü benimsemiştir.
10- Hadiste: "Hz. Peygamber kendisine gusul farz olmuş iken uyumak isterse, namaz için abdest aldığı gibi abdest alırdı." Buyurulmuştur.[69] Bir başka hadiste ise: "Hz. Peygamber, kendisine gusul farz olmuş halde iken suya (hiç) dokunmadan uyurdu." buyurulmuştur.[70] Her iki hadis de Hz. Aişe'den rivayet edilmiştir. Bu iki hadis birbiri ile çelişmektedir.
Cevap: Bu tereddüdün cevabı kolaydır. Her iki hadis de Hz. Peygamber'in bu iki hali uyguladığını ve zaman zaman terk ettiğini göstermektedir. Bu durum, müstehab'ın özelliğidir. Hadisler ara­sında çelişki yoktur.
Bu on örnek sana nerelerde tereddüt edildiğini ortaya koyup açıklamaktadır. Bu örnekleri gönle serinlik verecek kesinlikte tertip ettim. Dine kesin bir inançla inanan kimse onda çelişki ve tutarsızlık olmadığını bilir. Bunun aksini zanneden kimse meseleyi derinliğine incelememiş ve Allah'ın vahyinin hakkını vermemiştir. Bundan dolayıdır ki Yüce Allah:
"Hâlâ Kur'an üzerinde gereği gibi düşünme­yecekler mi?"[71] buyurmuştur. Cenab-ı Hak önce Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeye teşvik etmiş sonra (aynı ayetin devamında) şöyle buyurmuştur:
"Eğer o, Allah'tan başkası tarafın­dan gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı. [72]
Görülüyor ki Kur'an'da tutarsızlık olmadığı ve hakkıyle düşün­menin Allah tarafından verilen haberi tasdik etmeye yardımcı olduğu anlaşılmaktadır.[73]



[32] Maide: 3
[33] Maide: 3
[34] Nahl: 89
[35] Nisa: 82
[36] Bu hadis sahih ve müttefekun aleyh’tir. Hadisi Buharı Husumât, Fezâil'ul Kuran, İstitabet'ul Mürteddin ve Tevhid kitaplarında (Feth'de 2419-4992-5041 ve G936 numaralar ile) Müslim, Salat’ ul Müsafirîn kitabında (bu kitapta) 270 numara ile Ebu Davud, Salât kitabında 1170 numara ile Tirmizi, Kıraat, kıtabında 2943 numara ile Ahmed b. Hanimi 1/24-40-42-445; 2/300-332-440-: 4/109-205 ve başka pek çok yerde rivayet etmiştir.
[37] Nisa: 59
[38] Reşit Rıza burada şu notu eklemiştir: Buna benzeyen ayet: "....İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla (peygamberlerle) beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi." (Bakara. 213) ayetidir. Bu ayet konunun nassıdir. Yazar önce bu ayeti delil olarak göstermeli idi.
[39] Buradaki adet, bugünki kullanışta olduğu gibi gelenek ve alışkanlık anlamında değildir, İbadet dışındaki hayatî gereksinim ve güncel yaşantıyı içine alan ihtiyaçlar burada âdet olarak ifade edilmiştir. (Çeviren)
[40] En'am: 57
[41] Zuhruf: 58
[42] Burada gürültü karşılığı kullanılan kelimenin esas anlamı (su ile dönen) değirmenin sesidir. Kuru kuruya gürültü yapanlar için Arapçada   “Değirmenin sesini  duyuyorum,  fakat  onu görmüyorum" ifadesi, atasözü gibi olmuştur.
[43] Tûr: 25
[44] Müminûn: 101
[45] Rahman: 39
[46] Ankebut: 13
[47] Nahl: 93
[48] Fussilet: 9-10-11
[49] Naziât: 27-30
[50] Nisa: 42
[51] En’am: 23
[52] Zümer: 68
[53] Nisa: 42
[54] Naziât, 30.
[55] Hadisi muallak olarak Buhari, Tefsir'ul Kur'an kitabında Secde (Fussilet) suresinin tefsirinde, rivayet etmiştir. (Feth'ul Bârî'de 8/419 Reyyan Yayınevi Basımı) İbn Hacer (Feth'de) şöyle demiştir: İbn Abbas'a bu soruları soran adam, Nafi' b. Ezrak'tır. Daha sonraları Haricilerden Ezârika'nın başkanı olmuştur. Nâfi' Mekke'de İbn Abbas ile oturur, ona sorular sorar ve karşı gelir, itiraz ederdi. Ayrıca Suyutî'nin İtkân isimli eserinin 48. nev'ine bakınız. Suyutî hadise yer verdikten sonra şöyle demiştir: Hadisin aslı Buhari'dedir. Onu (ayrıca) Hakim, Müstedrek'inde uzun bir şekilde rivayet etmiş ve sahih olduğunu bildirmiştir. Çevirenin Notu: Eserin aslında sorulan sorulardan (ahirette) insanların günahlarının sorulup surulmayacağı meselesine cevap verilmemiştir. Rahman 39. ayetinin tefsirinde Elmalılı Hamdi Yazır merhum bu hususta şöyle diyor: Yani suçlu olup olmadığının anlaşılması için şuradan buradan sorularak araştırılmaya ihtiyaç yoktur. Günahlı ile günahsız karıştırılmaz. Çünkü hepsi tesbit, edilmiştir. Şimdi açıklanacağı gibi suçlular yüzlerinden tanınırlar. Demek ki hesap ve sorumluluk yok değil. Lâkin o gün suçlunun şahsını tanımak için soru sorulmaz. Bakınız: Hak Dini Kuran Dili. M. Hamdi Yazır. 7/380 Azim .Dağıtım, İstanbul, tarihsiz.
[56] Bu hadis, Ebu Davud'un Sünnet kitabında 4703 numarada rivayet ettiği hadisin bir parçasıdır. Bundan başka hadisi Tirmizi, Tefsir kitabında rivayet etmiş (Hadis no: 3075) ve söyle demiştir: Bu hadis hasen'dir. Müslim b. Yesâr Ömer'den işitmiştir. Bazıları bu hadisin senedinde Müslim b. Yesar ile Ömer arasında meçhul bir adam vardır. Tirmizi daha sonra 3076 numarada bir rivayete daha yer vermiş ve. Bu hadis hasen'dir, sahihtir, demiştir. Ayrıca Mâlik Muvattaında Kader kitabında 3 numara ile Ahmed b. Hanbel, Müsned'inde 1/272, 3/127-129. 5/135 de rivayet etmiştir.
[57] A'raf: 172
[58] Eserin aslında da burada (?) işareti vardır.
[59] Eserin aslında da burada (?) işareti vardır.
[60] Bu hadis sahih ve Müttefekun Aleyh bir hadistir. Hadisi Buhari, Sulh Kitabında, (Feth'de 2695 ve 2696 no:da), Müslim, Hudud kitabında 1697 ve 1698 genel no ile Ebu Davud, Hudud kitabında 4445 numara ile Tirmizi, Hudud kitabında 1433 numara ile İbn Mace, Hudud kitabında 2549 numara ile İmaın Mâlik, Muvatta'ında Hudud kitabında 18 numara ile Dârımi, Sünen'inde Hudud kitabında 2317 numara ile rivayet etmiştir.
[61] Nisa: 25
[62] Nisa: 25
[63] Nisa: 23
[64] Nisa: 24
[65] Bu Hadis sahih ve müttefekun aleyh’tir, Buhari, Cuma kitabında, (Fethde 879 numarada), Müslim, Cuma kitabında 846 genel numara ile Ebu Davud Taharet kitabında 341 numara ile Nesâi C'uma kitabında 2/92 de, İmam-ı Mâlik, Muvatta'ında Cum'a kitabında 4 numarada, Dârimî. Salât kitabında 1537 numara ile rivayet, etmiştir.
[66] Hadisi, Ebu Davud Taharet kitabında 354 numara ile Tirmizi, Ebvab'us-Salât kitabında 497 numara ile Nesâi, Cuma kitabında 3/94 de, Dârimi, Salât, kitabında 1540 numara ile rivayet etmiştir. Ayrıca bakınız: el'Câmi', 51217. Hadis, Tirmizi'nin dediği gibi hasen'dir. Bakınız: el-Cami'us-Sahih, Tirmizi, 2/370 (Ahmed Şakir Tahkiki, Dar'ul Fikir basımı, Beyrut) Abd b. Humeyd bu hadisi Müsned'inde (Shf. 326 Hadis no:1077) zayıf ve münker bir sened ile rivayet etmiştir. Bu senette Ebân b. Ebî Ayyaş vardır. Bu kişinin hadisi metruktür. (Mektebefus-Sünne, Tahkik: Subhi Samerrâi ve Mahmut Muhammed Saîdi.)
[67] Bu hadis, Beyhaki’nin 'Şuab'ul İman" isimli eserinde merfu olarak İbn Mes'ûd'dan rivayet ettiği hadîsin bir parçasıdır. Bu rivayete göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Gizli (olarak verilen) sadaka Rabbin gazabını söndürür. Kötü (bir son ile) ölmeyi engeller. Sıla-i rahim ise ömrü uzatır." Bu Hadisi Taberanî de Ümmü Seleme'den merfu olarak şu şekilde rivayet etmiştir: "İyi şeyler yapanlar kötü sonuçlardan korunurlar. Gizli olarak verilen sadaka Rabbin gazabını söndürür, Sıla'i rahim ömrü uzatır. Her iyilik bir sadakadır. Dünyada iyilik yapanlar ahirette de iyilik ehli kimselerdir. Dünyada kötülük yapanlar ahirette de kötülük ehlidirler, Cennete ilk girecekler iyilik yapanlardır.” Ayrıca bakınız: el-Mu'cem'us-Sağir, Taberâni, 2/96 senedi zayıftır. Mecme'uz-Zevâid, Heysemi. 3/115 Kesful Hafâ, Aclûni, Hadis No'- 1553 Bu Hadisi Suyutî de el-Câmi'us'Sağir’inde İbn Mes'ud'dan rivayet etmiş Kuzâî'ye nisbet ederek hasmı olduğunu söylemiştir. Bakınız: Feyz'ul Kadir. Münavi, 4/196 Hadis no: 5002; Müsned'üs-Sihâb. Kuzâi, Hadis no: ıs; el-Cami'ul Kebir. Suyuti, Hadis No- 14995-14996
[68] Nahl: 61
[69] Bu hadis sahihtir. Müslim. Hayız kitabında 305-306 numaralar ile Buharı Gusül kitabında.(Feth'de 286-287-288-289 ve 290 numara ile) Ebu Davud, Taharet kitabında 222-224 ve 225 numara ile Tirmizi, Ebvab'ut-Tahare kitabında 120 numara ile İbn Mâce, Taharet, kitabında. 584-585 ve 586 numara ile Ahmed b. Hanbel, Müsned’in de 2/39; 3/551 6/36-43-73 de rivayet etmiştir.
[70] Hadisi Tirmizi: Ebvab'ut-Tahare kitabında 118 numara ile Îbn Mâce, Taharet kitabında 581. 582. 583 numara ile Ahıned b. Hanbel, Müsned'inde 6/43 ve 6/171 de, Ebu Davud, Taharet kitabında 228 numara ile Tayâlisi Müsned'inde 1397 numara ile rivayet etmiştir.
[71] Nisa: 82
[72] Nisa: 82
[73] İmam Şatıbi, el-İ’tisam Kitap Dünyası Yayınları: 2/323-334