๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => el İtisam => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 03 Haziran 2011, 15:12:49



Konu Başlığı: Fasıl
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 03 Haziran 2011, 15:12:49
 
Fasıl


Bu sabit olunca, bu maksat üzere amel eden kimsenin ameli sahih değildir (yani dindarlık maksadıyle bir kimsenin ALLAH'ın kendisine helal kıldığı şeyi haram kılması sahih değildir) Çünkü o bu ameliyle ya şeriatın dışındaki bir şeyle amel etmiştir, zira şeriatın delillerine uymamıştır, ya da neshedilmiş bir şeriatle amel etmiştir. Nâsihi bildiği halde mensuhla amel etmek tartışmasız bâtıldır. Çünkü ruhbanlık ve kadınlardan uzak durmak gibi şeyler şayet, meşru olsa bile bu şeriatten önceki şeriatlerde meşrudur. Halbuki daha önce de geçtiği gibi Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurdu:
"Fakat ben hem oruç tutarım, hem tutmam, hem namaz kılarım, hem uyurum, kadınlarla da evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir." Bıd'atin manası budur.
 (Bir itiraz:) Şöyle denilebilir: Yukarıda İbn el-Arabi'den nakledil­diğine göre ruhbanlık, seyahat etmek ve uzlet için manastırlara kapanmaktır. -O dedi ki- zaman bozulduğunda böyle yapmak bizim dinimize göre de menduptur. Gazzali uzleti anlatırken bu konuyu geniş geniş anlattı. Gazzalî İhya isimli eserinin Kitabu'n-Nikah bölümünde[59] bunu yeterli şekilde anlattı. Gazzali'nin söylediği özet olarak şudur: Bu, meşrudur. Hatta bazı arızî durumlarda daha faziletlidir. Şayet evlenmek ve insanlarla haşırneşir olmak insana vebal yüklüyorsa, haram kazanca ve caiz olmayan şeylere yol açacaksa uzleti tercih etmek daha evlâdır. Nitekim Sahih'te şöyle bir hadis geçmektedir: "Öyle bir zaman gelecek ki; müslümanın en hayırlı malı koyun olacaktır. Müslüman, koyunları alır dağ başına ve yağmurlu yerlere gider; dininin selâmeti uğrunda onlarla dağdan dağa dolaşır durur." ALLAH Teala da Peygamberine (s.a) buyurdu:
"Rabbinin adım an ve her şeyi bırakıp bütün varlığınla ALLAH'a yönel." (Muzzemmil: 8 )
Bu âyette geçen "et-tebettül kelimesi, Zeyd ibn Eslem'e göre dünyayı terk etmek demektir. Bu kelime âyet.-i kerimede, ALLAH'tan başka her şeyden alakayı kesmek anlamına gelir.
el-Hasen ve daha başkaları dedi ki:
Bu âyetin anlamı, kendini tamamen ALLAH'a ver ve çalış, demektir. İbn Zeyd dedi ki:
Bütün vak­tini ALLAH'a ibadete ver, demektir. Bütün bunlardan başka kendini ALLAH'a vermek, dünya sebeplerini  terk  etmek,   şehirleri bırakıp köylere çekilmek ve dağlarda, çöllerde yalnız yaşamak konusunda selef-i sâlihten gelen daha pek çok haberler vardır. Hatta Şam'dan Lübnan'a kadar bazı dağlar vardır ki (sanki) ALLAH Teala bunları evliyaya ve kendini ibadete verenlere tahsis etmiştir. Bunun izahı nasıl olacaktır? (yani bu bir ruhbanlık değil midir?)
Bunun cevabı şudur: Ruhbanlık şayet bizden öncekilerin şeriatlerinde belirlenen anlamda bir ruhbanlık ise, bizim şeriatımızda da bunun olduğunu kabul etmemiz mümkün değildir. Çünkü onun neshedildiğini ifade eden deliller yukarıda geçti. Böyle bir ruhbanlık ister arızi bir sebepten dolayı yapılsın, isterse arızî olmayan bir sebepten dolayı yapılsın, neshedilmiştir. Çünkü İslamda ruhbanlık yoktur. Yukarıda da belirtildiği gibi Hz. Peygamber (s.a) dünyadan el etek çekmeyi reddetmiştir.
Şayet ruhbanlık, meşru ölçülere göre kendini ALLAH'a vermek anlamında olursa ve "Bütün varlığınla ALLAH'a yönel" emrinin muhatabı olduğu halde Rasulullah (s.a) kendisini ALLAH'a nasıl vermişse ona göre yapılırsa işte bu, bizim de kabul ettiğimiz şeydir. Uyulacak sünnet, doğru yol ve sıratu müstakim budur. Zeyd ibn Eslem'in ve diğerlerinin tebettül kelimesinin anlamı konusunda söyledikleri sözleri içinde bu manaya aykırı hiçbir şey yoktur. Çünkü dünyayı terk etmek onu tamamen bir kenara atmak ve ondan yararlanmamak anlamına gelmez. Bilakis insanın yükümlü olduğu şer'i vazifeleri engelleyecek şekilde dünyaya dalmamak anlamına gelir.
Selefi salihin davranışlarını kendin için bir ayna edin. O aynada tebettül kelimesinin Rasulullah'a (s.a) tâbi olmak anlamına geldiğini görürsün. ALLAH hepsinden razı olsun, onlar kendileri için mubah kılınan yollardan para kazanıyorlar ve kazandıklarım da teşvik edilen yerlere sarf ediyorlardı. Kalplerinde de herhangi bir mal sevgisi bulunmuyordu. Bir emir veya yasakla karşılaştıkları zaman bilakis ALLAH'ın emrini ve yasağını kendi nefislerinin bâtıl zevklerine tercih ediyorlardı. Meşru zevklerini de ihmal etmiyorlardı. Yukarıda anlatılan orta yol budur.
Sonra Şâri evlenmeyi ve çoluk çocuk sahibi olmayı teşvik etti. Onlar da bu teşvike hemen sarıldılar ve bunlar bizi emrolunduğumuz şeylerden alıkoyuyor da demediler. Çünkü böyle bir söz, yükümlü­lüğün ne anlama geldiğinden gafil olmak demektir. Çünkü şeriata göre mükelleften istenilen her şey, ALLAH'a kulluğun ve O'na yakın olmanın kapsamı içerisindedir. Sırf ibadet olan şeylerin içinde bu mana gayet açıktır. Âdetlerin hepsi de ALLAH'ın emrine bağlanmak maksadını taşıdığı zaman ALLAH'a kulluk kapsamındadır. Bu mak­sadı taşımadıkları zaman âdet olarak kalırlar ve sadece zevk için yapılmış olurlar, ibadet, sayılmazlar, şer'an sahih/doğru da olsalar herhangi bir sevaba konu olmazlar.
ALLAH kendilerinden razı olsun sahâbiler bu manayı anladılar. Ne onların davranışlarında ne de onların anladığını anlayan kimselerin davranışlarında onların anlayışlarıyla emirlerin çatışması/çelişmesi mümkün değildir. Bu şekilde olan tebettül (yani kendini ALLAH'a verme) sahihtir, doğrudur ve sünnete uygundur. Bu manaya alındığı zaman el-Hasen ve diğerlerinin söz konusu âyetin tefsirinde söyle­dikleri sözler de doğrudur. Yani âyetin anlamı hidayete ve Rabbinin emrine uy, demektir. Çünkü O, senin yararına olan şeyleri en iyi bilendir ve seni çekip çevirendir. Bu sebepledir ki âyetin hemen devamında yüce ALLAH şöyle buyurmaktadır:
"O, doğunun da, bâtının da Rabbidir. Ondan başka ilah yoktur. Öyleyse O'nu kendine vekil edin." (Müzzemmil: 9) ALLAH, senin kudretinin dahilinde olmayan şeylerde vekilindir/himaye edendir. Yükümlü olup da kudretin dahi­linde olan şeylerde de vekildir/gözetleyicidir. Nefsini şimdi ve gele­cekte sıkıntıya sokacak bir işe sokmamak da senin sorumlu­luğundadır.
Tebettül kelimesi ihlas diye de yorumlanmıştır. Mücâhid ve Dahhak bu görüştedir. Katade dedi ki:
Sadece O'na ibadet et ve dua et demektir. Bu tefsire göre ayetin soru sorulan konuyla herhangi bir ilgisi yoktur.
Bu durum sabit olunca, seyahat, etmek, manastırlara, dağ evlerine ve mağaralara kapanmak, ruhbanların kendilerine haram kıldıkları şeylerden ALLAH'ın helâl kıldıklarını haram kılmamaları şartına uygun olursa, hatta şehirlerde ve insanların toplu bulundukları yerlerdeki yaşantıları ölçüsünde olursa -ki onlar kendilerine meşakkat verecek derecede nefislerini zorlamazlar. Böyle bir ruhbanlığın sahihliğinde herhangi bir problem yoktur. Ancak buna ruhbanlık ismi verilemez, verilse bile bir nevi mecaz olarak veya lügatin alışık olmadığı örfi bir anlamda bu isim verilebilir. "Uydurdukları ruhbanlığa gelince, onu biz yazmadık..." âyetinin kapsamına da bu davranışlar isim olarak da girmez, mana olarak da girmez.
Rahiplerin yaptığı şeyleri yaparsa bunun bu şeriatte mendup ve mubah olduğunu kabul etmeyiz. Hatta bu, caiz olmayan şeyler­dendir. Çünkü bu Hz. Muhammed'in (s.a) şeriatının dışında başka bir yoldan gitmek gibidir.
"Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir." hadisinin manası buna cevaz vermez.
Gazzâli ve daha başkalarının, uzleti, bir arada yaşamaya birtakım engeller karşısında bekarlığı evlenmeye tercih eden sözlerine gelince bunun hükmü bu ayetten değil, başka bir asıldan/ delilden elde edilir.                                                                    
Bunun açıklaması şudur: Şeriat tarafından istenilen şeyleri yaparken mükellef bunları ya yasaklanan şeylerin içine düşme tehlikesinden güvenlikli olarak yerine getirme gücüne sahiptir veya bu güce sahip değildir. Şayet mükellef bunları hiçbir mekruh veya haram kılınmış şeye maruz kalmayacak şekilde ve âdet olduğu üzere/tabiî mecrasında yerine getirme gücüne sahip ise, fitnelerin ortaya çıkmasından önce selefi sâlih bunları nasıl yapmışsa mükellefin de gücü nisbetinde yerine getirmesinin gerekliliğinde hiçbir şüphe yoktur. Şayet mükellef bunları mekruh ve harama düşmeksizin yapma gücüne sahip değilse -Gazzâli'nin sözlerinden de açıkça anlaşıldığı gibi- talebin geçerliliği/yani mükellefin bunları yerine getirip getirmeyeceği konusunda ayrıntılı bir açıklama yapmaya ihtiyaç vardır. Çünkü talep edilen şey bazan mendup olabilir, fakat o mendubun yerine getirilmesi ancak bir yasağın içine düşmekle mümkün olabiliyorsa o zaman talep edilen şey hiç şüphesiz mendup olmaktan düşer. Meselâ ihtiyaç sahiplerine sadaka vermek menduptur. Sadaka verecek kişinin elinde kendi malı değil de başkasına ait bir mal varsa onun mendupla amel etmesi caiz değildir. Çünkü mendupla amel eder de sadaka verirse bu sebeple başkasının malından izinsiz tasarruf etme durumuna düşer. Bu ise caiz değildir. Onun durumu tasadduk edecek bir şey bulamayan kimsenin durumu gibidir. Ölüm döşeğindeki bir hastaya gidecek veya defni terkedildiğinde bozulacağından korkulan bir cenazeye gidecek birinin durumu da böyledir. Böyle bir kişinin bunları bırakıp da nafile namaz kılması caiz değildir. Evlenmek için haram yoldan para kazanmaktan başka çaresi olmayan kişi de böyledir. Buna benzer daha pek çok şey vardır.
Bazan da talep edilen şey vâcib cinsindendir, ancak o vacibin yerine getirilmesi mekruh olan bir şeyin içine dalmaksızm mümkün olmazsa, bu gerekçe ile vacip terk edilmez. Çünkü vacibin yerine getirilmesi burada mekruhtan sakınmaktan daha önemlidir. Veya o vacibin yerine getirilmesi yasaklanmış bir şeyin içine düşmeyi de zorunlu hale getirebilir. İşte gerçek çatışma budur. Ancak haramların hepsi aynı değerde olmadığı gibi vaciplerin hepsi de aynı değerde değildir. Bunların mutlaka bir teraziye vurulması gerekir. Şayet vacip tarafı ağır basarsa haram ya afv hükmündedir (yani vacibin edası esnasında içine düşülen haram affedilir) veya kötülükleri telâfi edilebilecek cinsten ise telafi hükmündedir (yani telâfi edilir.) Şayet, haram tarafı ağır basarsa o zaman ya vacibin hükmü düşer veya telâfi edilmesi talep edilir. Müctehidin nazarında her ikisi de aynı ağırlıkta olursa bu müctehitlerin inceleme alanındadır. Bir grup müctehide göre haram tarafını gözetmek (yani haramdan sakınmayı öne almak) daha hayırlıdır. Çünkü kötülükleri engellemek iyilikleri elde etmekten daha önemlidir.[60] Şayet uzlet, kurtuluşa vesile oluyorsa fitne zamanlarında uzlete çekilmek daha hayırlıdır. Fitneler sadece harplerle ilgili değildir. Makam, mevki ve mal gibi diğer dünyevi kazançlarda da fitneler cereyan edebilir. Bunların kuralı kişiyi ALLAH'a itaatten alıkoymasıdır (yani kişiyi ALLAH'a itaatten alıkoyuyorsa fitnedir.) Böyle bir değerlendirme mendup ile mekruh arasında ve mekruhlar arasında da yapılır, (yani hangisi ağır gelirse ona riayet edilir.)
Şayet uzlet, cemiyetlerin ve cemaatlerin terkine yol açsa da, iyilikler üzere yardımlaşmaya ve benzeri şeylere engel olsa da bir başka yönden de bu bir kurtuluştur, emredilen ve yasaklanan şeyler arasında bununla bir denge meydana gelir. Nikâh da böyledir. Bekârlıkta mevcut olmayan birtakım masiyetlere yol açtığı zaman evliliği terk etmek daha evlâdır.
Anlaşılması zor olmakla beraber bunun bir örneği de Velid ibn Müslim'in Habib ibn Mesleme'ye isnat ederek anlattığı şu olaydır: Habib ibn Mesleme, Ma'n ibn Sevr'e dedi ki:
Hıristiyanlar niçin manastırlara kapandılar, biliyor musun? Ma'n:
Niçin? dedi. Habib el-Mesleme dedi ki:
Kralları birtakım bid'atleri çıkarıp, peygamberlerin getirdikleri prensipleri ortadan kaldırdıkları ve domuz eti yemeye başladıkları zaman onlar da manastırlara çekildiler, onları bid'atleriyle baş başa bıraktılar ve kendilerini ibadete verdiler. Habib ibn Mesleme'ye dedi ki:
Senin için de uzlet gerekli midir? Dedi ki:
Şimdi bunun zamanı değil.
Hıristiyanların yaptıkları şeylerin benzerlerinin meşru olması, bunların bizim dinimizde de meşru olmasını gerektirir. Onun kastet­tiği şey, insanlar arasında bid'atler yaygınlaştığı, hevâ ve hevesler hâkim olduğu zaman dinimizdeki meşru ölçüler içinde insanlardan uzak durmaktır. Yoksa ruhbanlık konusunda Hıristiyanların yaptığının aynısının bizim için de mümkün olduğunu söylemek değildir. Çünkü onun neshedildiği artık sabit olmuştur. Gazzalinin ve kendi­lerinden nakil yapılıp hüccet kabul edilen diğer kişilerin sözleri de bu izahlara uygundur. Kendilerinden uzleti teşvik edici sözler nakle­dilen kimselerden bir topluluğun evlibarklı olmaları da bunun delilidir. Bu, onların bulundukları  hal  üzere  kalmalarına  engel değildir. Çünkü onlar evlilik sebebiyle karşılaştıkları şeyler arasında bir denge arayışı içindedirler. O halde Gazzâli'nin ve onun yolumu tutan diğer kişilerin sözlerindeki bu tesbitte anlaşılmaz bir durum yoktur. Çünkü onlar şeriatte kesin ve muhkem bir esasa dayanmak­tadırlar. Bu esas/asıl delil neshedilmemiştir ve neshedilmeye de ihtimal ve gerek yoktur. Fakat, burada meselenin biraz daha araş­tırılıp ortaya konulmasına ihtiyaç vardır, ancak burası ona uygun değildir. Bunun aslı "el-Muvafakat" isimli kitaptan alınabilir. Bu konuda eğitim yapmak isteyen kimse bu manayı orada tam olarak araştırabilir. Başarı ALLAH'tandır.
Özet olarak diyebiliriz ki bu faslın muhtevası âyet-i kerimede reddedilen ruhbanlıkla amel etmenin izafi değil, hakiki bid'atlerden bir bid'at olduğunu ifade etmektedir. Çünkü Rasulullah (s.a) onu hem asıl olarak, hem de fer' olarak reddetmiştir.[61]



[59] Bk: İhya. C.II, S.34-95, Mısır. Dâru'l-Hadis, 1412.
[60] Bk: Ahmed ibn Teymiyye, el-Kavâidu’n-Nûraniyyetü’l-Fıkhıyye.
[61] İmam Şatıbi, el-İ’tisam Kitap Dünyası Yayınları: 1/372-377.