๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => el İtisam => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 03 Haziran 2011, 15:08:58



Konu Başlığı: Fasıl
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 03 Haziran 2011, 15:08:58
Fasıl


Bir amelin aslı meşru olabilir fakat -edâ ediliş yöntemiyle- bid'atlere vasıta olmaları sebebiyle bid'at mecrasında cereyan eder bale gelebilir. Bu, yukarıda anlatıp bitirdiğimiz seklin dışında başka bir şeydir. Bunun açıklaması şudur -Mesela- bir amel mendup olarak meşru kılınmıştır. Mükellef de onu kendi hususiyyeti içinde mendupluktan ilk konuluşuna uygun bir şekilde yerine getirir. Mükellef bu kadarla yetinmiş olsa buna bir şey denilemez. Mükellef o amele hep kendi özelliği içerisinde de başkalarına göstermeksizin devam ettiğinde o kendi mecrasında cereyan edecektir (yani sünnete uygun bir şekilde yapılmış olacaktır.) O amelin edasını başkalarına gösterse bile bunu revâtip sünnetler ve zorunlu farzlar gibi kesintisiz amelleri gösterdiği gibi göstermez. Söz konusu menduhu bu ölçüler içinde edâ ederse bu sahihtir ve bunda bir problem yoktur. Bunun aslı/dayandığı delil, Hz. Peygamber'in (s.a) nafileleri gizlemeyi ve onları evlerde eda etmeyi teşvik etmiş olmasıdır. O şöyle buyur­muştur:
"Farzların dışında namazların en faziletlisi evlerinizde kıldığınız namazlarınızdır." -Senin de göreceğin gibi- O, sadece farz namazları açıktan edâ etti. Nafileler açıktan yapılsa bile bu ancak Rasulullah'ın Mescidinde, Mescid-i Haram'da ve Kudüs'teki Mescid-i Aksa'da yapılabilir. Hatta dediler ki:
Bu konudaki hadisin zahiri gereğince bu üç mescitten birisinde eda edilen nafileler evde edâ edilen nafilelerden daha faziletlidir. Bayram namazları, ay tutulması ve yağmur duası namazı gibi sünnetler de farzlar gibi açıktan edâ edilirler. Bunların dışındakilerin hükmü, gizli eda edilmeleridir. Bundan dolayıdır ki selef-i sâlih güçlerinin yettiği konularda daima amellerini gizlemeye gayret göstermişlerdir veya hadise ve Rasulullah'ın fiiline uymak onların kolayına gelmiştir. Çünkü Rasulullah (s.a) uyulması gereken bir örnektir.
Bununla beraber nafileler daima evlerde kılındığı zaman -yuka­rıda anlatıldığına göre- Ramazanın dışında kesinlikle ne mescitlerde, ne de evlerde bunların cemaatle kılındığı sabit olmamıştır. Şayet böyle bir şey olmuşsa bile bu, (İslamın) ilk döneminde olmuştur.[69] Meselâ İbn Abbas (r.a) halası Meymûne'nin evinde gecelediğinde
Rasulullah (s.a) ile birlikte namaza kalkmıştır. Rasulullah'ın şöyle dediği sabittir:
"Kalkın, size namaz kıldıracağım."[70]
Muvatta'da ise Yerfe'in[71] Hz. Ömer'le birlikte kıldığı kuşluk namazından söz edilir. Bir kimse bunu (belirlenmemiş) herhangi bir vakitte evinde yaparsa bunda bir sakınca yoktur. Âlimler, zikredilen bu kayıtla bunun cevazına hükmetmişlerdir. el-Müdevvene'de[72] bunun cevazı mutlak bir ifadeyle geçmiş olsa bile onun takyid edil­mişi zikredilmiştir. Öyle zannediyorum ki İbn Habib, onu Malık'ten mukayyet olarak nakletmiştir. İnsanlar nafileleri de revâtip sünnet­ler gibi devamlı veya belli vakitlerde ve belli şekillerde kılmayı sürdürseler ve bunları, içinde farzların kılındığı mescitlerde cemaat­le kılsalar veya içinde revâtip sünnetlerin kılındığı yerlerde kılsalar bu yaptıkları şey bid'at olur. Bunun delili, Rasulullah'tan (s.a), onun ashabından ve güzelce onların peşinden gidenlerden nafileleri böyle cemaatle kıldıkları haberinin gelmemiş olmasıdır. Şayet (bir haber) bu sınırlandırmalar olmaksızın mutlak olarak gelmişse, sınırlandırılmaları şer'i delille sabit olmayan mutlaklarda bir sınırlandırma yapmak rey ile (kafadan) hüküm koymak demektir. Bir de bu, şer'i delile aykırı olunca -ki bu delil meselâ nafilelerin gizlenmesi emridir- durum nice olur?
Bîd'atçilik buraya şu yönden girmiştir: Rasulullah'ın devam ettiği ve topluluklar içinde açıktan işlediği nafileler sünnettir. Sünnet olmayan bir nafileyi, sünneti edâ etmenin yöntemine göre edâ etmek, o nafileyi şer'an kendisine tahsis edilen konumunun dışına çıkarmak demektir. Bunun sonucu olarak halk ve onun hakkında bilgi sahibi olmayanlar onun sünnet olduğuna inanırlar. Bu ise büyük bir fesada sebep olur. Çünkü sünnet olmayan bir şeyin sünnet olduğuna inanmak ve onu sünneti edâ eder gibi edâ etmek şeriatin değiştirilmesi gibi bir şeydir. Nitekim şayet bir farzın farz olmadığına inanırsa veya farz olmayan bir şeyin farz olduğuna inanırsa, sonra da bu inancına uygun olarak amel ederse bu da fasittir/yanlıştır. Aslında amel sahihtir, fakat onu amel ve itikat olarak kendi konumunun dışına çıkarmak, şer'i hükümleri ifsat etmek/bozmak demektir. Buradan selefi sâlihin, câhiller farz olduğu inancına kapılmasınlar diye kuşluk namazı gibi sünnetleri ve diğer bazı sünnetleri kasıtlı olarak terk etmelerindeki mazeretleri de açıkça belli olmuştur.
Bundan dolayıdır ki onların çoğu, tarihi eserlerin peşinden gidilmesini de yasaklamışlardır. Nitekim Tahavi, İbn Veddah ve daha başkaları Ma'rur ibn Suveyd el-Esedi'den[73] şöyle dediğini nakletmelerdir:
Müminlerin Emiri Hz. Ömer ile birlikte hacca gitmiştim. Medine'ye döndüğümüz zaman ben de onunla birlikte döndüm. Bize (yolda) bir sabah namazı kıldırdı ve o namazda Fil ve Kureyş sûrelerini okudu.[74] Sonra insanların bir yöne doğru gittiklerini gördü. Bunlar nereye gidiyorlar? dedi. Dediler ki:
Onlar içinde (daha önce) Rasulullah'ın namaz kıldığı bir mescide doğru gidiyorlar. Hz. Ömer dedi ki:
Sizden öncekiler bu yüzden helak oldular. Peygamberlerinin hatıralarının geçtiği yerlere takıldılar ve oraları kilise ve manastırlar haline getirdiler. Kim, Rasulullah'ın içinde namaz kıldığı mescitlerden herhangi birisinde namaz vaktine erişirse orada namazını kılsın. Yoksa kasıtlı olarak ona yönelmesin.
İbn Veddah dedi ki:
Tarsusluların müftüsü İsa ibn Yunus'u[75] şöyle derken duydum: Hz. Ömer (r.a), altında Hz. Peygamber'e (s.a) biat edilen ağacın kesilmesini emretti. Çünkü insanlar gidiyorlar ve onun altında namaz kılıyorlardı. Hz. Ömer bu yüzden insanların başına bir fitne gelmesinden korktuğu için o ağacı kestirdi.
İbn Veddah dedi ki:
Malik ibn Enes ve Medineli diğer âlimler Küba Mescidinden başka Hz. Peygamber'in hatırası olan diğer mescitlere insanların özel olarak ziyarete gitmelerini hoş karşılamazlardı. İbn Veddah dedi ki:
Onlardan işittiğime göre Süfyan Kudüs mescidine girdi, orada namazını kıldı, fakat ne bu tarihi eserleri ziyaret etti, ne de oralarda namaz kıldı... Süfyan'ın izinden giden diğerleri de böyle yaptılar. Veki de Kudüs Mescidine geldi ve Süfyan'ın yaptığından farklı bir şey yapmadı. İbn Veddah dedi ki:
Siz de herkes tarafından bilinen bu hidayet rehberlerine uyunuz. Geçmişlerden birisi şöyle dedi:
Bugün insanların pek çoğu tarafından iyi görülen nice işler vardır ki bunlar geçmiş dönemlerde yaşayan insanlar tarafından kötülük olarak kabul edilirdi.
İmam Mâlik, hayır konusunda olsa bile her bid'ati kerih görür­dü/hoş karşılamazdı.
Bütün bunlar, sünnet olmayan şeyler sünnet kabul edilmesin, iyilik olmayan şeyler meşru sayılmasın diye birer vasıtadır.
İmam Mâlik, sünnet olarak kabul edilir korkusuyle Beytul-Makdis'e gitmeyi, şehitlerin kabirlerini ziyaret etmeyi mekruh görürdü. Hakkında teşvik edici rivayetler olduğu halde bu korkudan dolayı Küba'ya gelmeyi de mekruh görürdü.
Fakat âlimler bunun âkibetinden korktuklarından terk ederler­di. İbn Kinane ve Eşheb dedi ki:
Mâlik'i şöyle derken işittim: Sa'd ibn Ebi Vakkas Küba Mescidi'ne geldiği zaman şöyle demişti:
Keşke ayaklarım kırılsaydı da bunu yapmasaydım.
İbn Kinane'ye, onların Medine'de bıraktıkları (tarihi) eserlerin durumu soruldu. O buna şöyle cevap verdi: Bizdeki bilgilere göre Küba'nın ziyaretinin meşruiyyeti sabittir. Ancak İmam Mâlik sünnet haline getirilmesinden korktuğu için oraya gidilmesini de mekruh görürdü.
Said ibn Hassan dedi ki:
İbn Nâfi'in gözetiminde (hadis) okuyor­dum. Aşûra gecesi bol bol ibadet yapmakla ilgili rivayete geldiğim zaman bana dedi ki:
O rivayeti oradan sil. Dedim ki:
Niçin ya Ebû Muhammed? Dedi ki:
Sünnet haline getirilmesi korkusundan dolayı.
Bütün bunlar aslında caiz veya mendup olan şeylerdir. Fakat onlar, bid'at haline getirilmelerinden korktukları için bunları yapmayı terk ettiler. Çünkü bunların sünnet haline getirilmeleri, ancak insanların bunları devamlı olarak açıktan/göstererek yapmalarıyle olur. Bu, sünnete ait bir özelliktir. Sünnet olmayan bir şeyin sünnetin eda edilişi gibi edâ edilmesi şüphesiz onu bid'at haline getirir.
Şayet denilse ki:
Bu tür şeyler nasıl olur da izafî bid'at olur? Halbuki bunların hakiki bid'at olduğu gayet açıktır! Çünkü bu tür şeyler, sünnet olduğu inancıyle yapıldığında hakiki bid'attirler. Çünkü sünnetin sahibi olan Hz. Peygamber (s.a) onları bu şekilde ortaya koymamıştır. Bu şuna benzer: Bir kimse öğle namazını Vacip (farz) olduğuna inanarak değil de bir ibadet olduğuna inanarak kılarsa şüphesiz bu bir bid'attir. Bunlara kendilerine ait şeylerle baktığımızda durum böyledir. Bunların ilk konuluşlarına (vaz edilişlerine) göre baktığımız zaman ise bunlar meşrudurlar, asla herhangi bir bid'ate nisbet edilemezler.
Buna verilecek cevap şudur: Şüphesiz bu soru doğru sorul­muştur. Ancak bunların ilk konuluşlarının (vaz edilişlerinin) iki yönden değerlendirilmesi gerekir:
Birincisi: Meşru oluşları yönünden ki bunda söylenecek hiçbir söz yoktur.
İkincisi: Bid'at inancının veya sünnet dışı bir uygulamanın sebebi haline gelmiş olmaları yönünden incelendiği zaman ise bu yönden meşru değildir. Çünkü sebepleri koymak mükellefe ait değil, Şârie aittir. Şâri, -meselâ- Kubâ Mescidinde veya Kudüs Mescidinde kılınan namazı, onun sünnet haline getirilmesi için bir sebep olarak ortaya koymadı. Mükellefin bunu bir sebep olarak ortaya koyması da şeriate dayanmayan bir reydir/görüştür. Dolayısıyle bu bir bid'attir.
İzafi bid'at oluşunun manası da budur. Sebep istikrar bulup (kalıcı hale gelip), onun sonucu olarak müsebbeb ortaya çıkınca —ki ortaya çıkan şey, onunla amel etmenin sünnet olduğuna inanmak ve ona uygun bir şekilde amel etmektir- işte bu, artık izafi bid'at değil, hakiki bid'attir. Bu esasla ilgili örnekler pek çoktur, söz esnasında onlara işaret edilmiştir. Tekrar etmenin bir anlamı yoktur.
Meşru olan işlerde bunların izâfı bid'at sayılabilecekleri sabit olunca, hakiki bid'atler için neler söylenmez ki? Şüphesiz onlarda hem hakîki bid'atlik, hem de izâfı bid'atlik bir arada bulunabilir. Fakat bu da iki yöndendir. Bu durumda sabah ezanında "Asbeha ve lillahi'l-Hamd" demenin bid'at olduğu açıktır. Sonra bu bid'at mescit­lerde ve cemaatlerde vaciplerin ve benzerlerinin terk edilmeden uygulanışı gibi devamlı uygulandığında, bu ikinci bir izafi bid'at olur. Vacip veya sünnetler ilk konuîuşlarında vacip veya sünnet olarak meşru kılınmışlardır ve bu onlara böyle inanılmasını icabettirir. Sonra bu sözü ezana ilave etmenin sünnet veya farz olduğuna inanınca üç yönlü bir bid'at meydana gelir. Açıktan işlenen ve sürekli hale getirilen bütün bid'atlerde buna benzer bir durum vardır. Ancak gizli gizli yapılırsa ve sadece bid'at sahibiyle sınırlı kalırsa onun durumu daha hafiftir. Hey Allah'ım, şu müslümanların haline bak! Bid'atçi, hesabında olmayan nice günahları kendisi için topluyor! Allah Teala bizi nefislerimizin şerrinden korusun.[76]



[69] Müellifin verdiği örnek Sahih'te geçeri İbn Abhas. Hz. Peygamber'in (s.a) geceleyin kıldığı namazı öğrenmek ister. Ve bu maksatla Hz. Peygamber'in hanımlarından halası Meymûne'nin yanında geceledi. Hz. Peygamber namaz kılmaya kalkınca o da onunla birlikte kalktı ve ona uydu. Hz. Peygamber (s.a) vitirle birlikte onbir rekat namaz kıldı.
[70] Bu hadisin geçtiği kaynaklar şunlardır: Abdurrezzak. el-Musannef. 2/407. h.no:3877. Ahmed. Abdurrezzak'tan, 3/164. Muvutta. l/168 Ebû Davud. K. Salât. H.no:6l2.Beybakî. K. Salât. Babu'r-Raculi Ye’temmu bir'racüli.
[71] Yerfe: Hz. Ömer'in hizmetçisidir.
[72] el-Müdevvene: Sahnun'un (Ö.240/854) öncülüğünde tedvin edilen ve İmam Malik ve yakın öğrencilerinin görüşlerini toplayan hacimli bir eserdir. Maliki mezhebinin iki temel kitabından biri sayılır. Diğeri Muvatta'dır. (Çevirim)
[73] Ma’rur: Uzun bir ömre sahip büyük bir âlim. İsmi ve künyesi el-Ma'rur ibn Süveyd Ebû Umeyye-Esedi et-Kufi, İbn Mes'ud'dan. Ebu Zer'den ve bir topluluktan nakil yapmıştır. Ondan da Asım İbn Behdele, A'meş. İbn Ebi’l-Ca'd nakil yapmıştır. Hicri 120 yılında 80 küsur yaşmda vefat etmiştir. (Siyeru A'lami'n-Nübelâ, 4/174. Tabakat ibn Sa'd, 6/118, el-Mearif. 432; Tehzib,10/230)
[74] Bu rivayet, Hz. Ömer'in yolculuk esnasında kısa sûrelerle namaz kıldırdığına işaret eder. Buruda Fil ve Kureyş sûreleri zikredildi. Kılınan namaz ise sabah namazı idi.
[75] İsa İ’bn Yunus ibn Ebi İshak Ömer ibn Abdillah. Büyük bir âlim ve hadiscidir. Künyesi Ebû Muhammed el-Hemedâni es-Subey'i el-Kûfî'dir. Babasından, kardeşinden. Süleyman et-Teymi. Hişam ibn Urve ve daha pek çok kişiden hadis nakletti. Geniş bir ilmi. saygınlığı ve ilim yolunda pek çok seyahatleri vardı. Ondan da Bakıyye. îbn Vehb, el-Velid ibn Müslim ve kendi çağdaşları nakilde bulundular. 87 yılında vefat etti (Siyeru'l-A'lam 8/489: Tarihu't, 7/634; Tehzib. 8/237)
 
[76] İmam Şatıbi, el-İ’tisam Kitap Dünyası Yayınları: 1/383-387.