๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => el İtisam => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 30 Mayıs 2011, 14:26:36



Konu Başlığı: Fasıl
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 30 Mayıs 2011, 14:26:36
Fasıl
 



Bu üç sebep sonuç itibariyle tek bir şeye yöneliktir: Dinin amaçlarını bilmemek ve kesin bilgi olmaksızın dini konuları ilgilen­diren manalarda zan ve tahminde bulunmak veya ilk bakışta akla gelene uymaktır. Oysa bu, ancak köklü bir ilim sahibi olanların yapacağı iştir. Görülmüyor mu ki Haricîler ava atılan okun avı delip geçtiği gibi dinden nasıl çıkıp gitmişlerdir? Çünkü Hz. Peygamber onların okudukları Kur'an'ın boğazlarından aşağıya geçmeyeceğini bildirmiştir. Yani -Allah daha iyi bilir ya- onlar Kur'an'ı hakkiyle anlamıyorlar ki kalplerine ulaşsın. Çünkü anlamak kalbe yönelik bir şeydir. Okunan Kur'an kalbe ulaşmayınca hiçbir surette anlaşılmıyor demektir. Olsa olsa böyle bir Kur'an okumak, birtakım harflerin söylenmesi ve sesin çıkarılmasından ibarettir. Böyle bir okumayı, onu anlayan da anlamayan da yapar. Daha önce geçen "Yüce Allah ilmi insanlardan çekip almaz...." hadisinde de bu kabil bilgi geçmişti. Üzerinde konuşmakta olduğumuz mesele ile ilgili olarak Abdullah b. Abbas tarafından bir tefsir yapılmıştır.
Ebu Uheyd Fezail'ul Kuranında, Said b. Mansur Tefsirinde İbrahim Teymi'den şu rivayeti zikretmişlerdir. Hz. Ömer yalnız başına kaldığı bir günde kendi kendine şöyle konuşmaya başladı: Peygamberi tek olduğu halde bu ümmet nasıl ihtilaf eder? Hz. Ömer İbn Abbas'a haber gönderip ona sordu:
Peygamberi bir, kıblesi bir -Saidin rivayetinde "kitabı bir" ilâvesi vardır- olduğu halde bu ümmet nasıl ihtilaf eder, ayrılığa düşer? dedi. İbn Abbas şöyle dedi:
Ey müminlerin emiri! Yüce Allah bize Kur'an'ı indirdi, biz onu okuduk, bize indirileni öğrendik. Bizden sonra öyle topluluklar olacaktır ki onlar Kur'an'ı okuyacaklar fakat (okuduklarının) ne hususta indirildiğini bilmeyecekler. Bu durumda bu topluluklardan her birinin bir görüşü olacak. Böyle olunca da ihtilafa/ayrılığa düşecekler. Said'in rivayetinde şu ilave vardır: Her bir topluluğun okuduğu şey hakkında bir fikri olacaktır. Böyle olunca da ayrılığa düşecekler, ayrılığa düşünce de birbirleriyle vuruşup savaşacaklardır. Said diyor ki Hz. Ömer, onun söylediğini anladı. Tekrar İbn Abbas'a haber gönderip dedi ki:
Söylediğini tekrar et. İbn Abbas söylediklerini tekrarladı. Hz. Ömer onun dediklerini anladı ve bu yorumdan hoşlandı.
İbn Abbas'ın söylediği gerçektir. Çünkü adam, âyetin veya sûrenin ne hakkında gelmiş olduğunu bilirse, kaynağını, yorumunu ve ondan maksadın ne olduğunu anlar. Neticede bundan ileriye gitmez. Fakat âyetin veya sûrenin ne hakkında geldiği konusunda bilgisi olmazsa mesele hakkındaki düşünceler çeşitlenir.  Her bir insan, diğerinin düşüncesinden başkasını düşünür. Bu kimselerin kendilerini doğruya götürecek köklü bilgileri olmaz. Veya kendilerini problemlerin sınırında durduracak bir bilgi mevcut değildir.
Böyle akla gelen ilk görüşü dikkate almak veya yararsız tahminlerle yorumlar yapmak kaçınılmaz olmuştur. Sonuç itibariyle hem kendileri sapmış, hem de insanları sapıtmışlardır.
İbn Vehb'in naklettiği şu rivayet bu meseleyi açıklamaktadır, Bükeyr Na'fı'e sormuş:
"Haruriyye[33] hakkında Hz. Ömer'in görüşü nedir?" Nâfî' şöyle cevap vermiştir:
"Hz.Ömer'in onlar hakkında görü­şü odur ki onlar Allah'ın yarattıklarının en şerlisidir. Onlar, kâfirler hakkında nazil olan âyetleri 'müslümanlar hakkındadır' şeklinde yorumlamışlardır."
Said b. Cübeyr[34] bunu şöyle açıklamıştır: Haruriyyenin müteşabih olup da peşine düştükleri ayetlerden birisi şudur: Yüce Allah buyurmuştur ki:
"Her kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmet" mezse işte onlar kâfirlerin tâ kendileridir." [35]Haruriler bu ayeti : "...sonra kâfir olanlar (hâlâ) putları Rableri ile denk tutuyor­lar."[36] Ayeti ile birlikte değerlendirip şöyle hüküm vermek­tedirler: Devlet başkanı hak olmayan bir hüküm verirse o takdirde kâfirdir. Kâfir olan kişi de, Rabbine (başka şeyleri) denk tutmuştur. Bunu yapan kişi ise müşriktir. Harurilerin kendileri müşriktir. Kendilerine aykırı gördüklerine karşı çıkar ve onları öldürürler. Çünkü onlar bu ayeti (yanlış) yorumlamaktadırlar. İşte İbn Abbas'ın uyarıda bulunduğu mana budur. Bu da Kur'an'ın (ayetlerinin) hangi konuda indirildiğini bilmemekten kaynaklanmaktadır.
Abdullah b. Ömer, Haruriyyeden sorulduğunda şöyle der idi:
Onlar müslümanları kâfir sayar, onların kanlarının ve mallarının helal olduğunu kabul ederler. İddeti içerisinde iken kadınlarla ve başkası ile nikahlı olan kadın ile cinsel ilişkide bulunurlar.
Burada "üzerinde konuşulan ayrılık/ihtilaf iki taraf arasında (iman ile küfür arasında) ortada bir ihtilaftır. Bu ihtilaf üzerinde konuşurken iki tarafa da bakmak gerekir. Halbuki sadece kötü ve sapık olan tarafa bakılmış, zararı olmayan ihtilaftan, yani teferru­attaki ihtilaftan söz edilmemiştir" denilirse buna verilecek cevap şudur:
Bu kısımdaki ihtilafın iki taraf arasında olması ancak bizim açıkladığımız şekilde açıklanabilir. Diğer bir cihet vardır ki o da şudur: Burada sözü edilenlerin ümmet, arasında zikredilmeyip onların içine sokulması ortaya koymuştur ki bu ihtilaf onları birinci kısma (küfür kısmına) sokmamıştır. Şayet o kısma sokulmuş olsalardı ümmet içerisinde ihtilaftan ve ayrılıktan söz edilmez, din koyucu ihtilafı haber vermez ve selef'i salih bu hususta uyarıda bulunmazdı.
Ayrıca şayet tüm yaratılmışların, önceden ihtilafa düşüp, sonra ittifak ettiğini varsaymış olsaydık, ihtilaf olduktan sonra "Ümmet ittifak etti" diyemezdik. Nitekim ittifak olduktan sonra "ümmet ihti­laf etti, parçalandı" da diyemeyiz. Ümmetin bir kısımı(nın) İslamdan sonra küfre çıkması (nı varsayma) durumunda da diyemeyiz.
Ayrılık "ümmet" adının kalması ile birlikte gerçekleşmiş ise, ümmet ayrıldı ve dağıldı diyebiliriz. Gerçek olan budur. Bundan dolayıdır ki Hz. Peygamber Hariciler hakkında şöyle buyurmuştur:
"...Onlar yaydan okun çıktığı gibi dinden çıkarlar." Daha sonra şöyle buyurulmuştur:
"Yayın gez'ine avdan bir şey bulaşıp bulaşmadığın da şüpheye düşer." Bir başka rivayette bu ifade şöyledir: "Oku atan, okuna, okun demirinin ucuna, yayın kirişine bakar (kontrol eder) ve yayın kirişine şüphe ile göz atar; acaba onlara kan (veya av hayvanının pisliğin)den bir şey bulaşmış mıdır? diye inceler."
Yayın gezini kan ve pislik var mıdır diye şüphe ederek tetkik etmek, temsili bir şüphedir. Bu temsili ifadenin anlamı, "onlar gerçekten İslamdan çıkmış mıdır?" şüphesini dile getirmektedir. Böyle bir ifade İslamdan çıkan kimse hakkında söylenmez. Meselâ mürted olan hakkında söylenmez. İslam ümmeti, büyük bid'at sahipleri olan grupların kâfir sayılması hususunda ihtilaf etmiştir. Fakat rivayetler itibariyle kuv­vetli görüş bunların kâfir sayılmamasıdır. Bu görüşün delili selef-i salihin onlar hakkında yaptığı uygulamadır. Görülmüyor mu ki Hz. Ali onlara (Haricîlere) ne yaptı? Onlara İslam muamelesi yapması "Eğer mü'minlerden iki grup birbiri ile vuruşurlarsa aralarını düzeltin."[37] Ayetinin gereğine göre muamele etmiştir. Hariciler, Harûrâ'da toplanıp İslam topluluğundan ayrıldığında Hz. Ali onlara saldırmamış ve onlarla savaşmamıştır. Eğer bu çıkışları ile mürted olsalardı Hz. Ali şu hadise dayanarak onları bırakıvermezdi. Çünkü Hz. Peygamber:
"Dinini değiştireni öldürünüz" buyurmuştur.[38]
Ve çünkü Hz. Ebu Bekir mürted olanlarla savaşmış, onları bırakıvermemiştir. Bu, mürtedlerle Hariciler arasındaki farkı göster­mektedir.
Yine Ma'bed el-Cühenî[39] ve ondan başkaları Kaderiyye olarak ortaya çıktıklarında selef'i sâlih onlara ancak küsmüş, düşman bilmiş, onlardan uzaklaşmıştır. Şayet onlar katıksız kâfir olmuş olsalardı, mürtedlere uygulanan savaş ve öldürme cezasını bunlara da uygularlardı.
Yine Ömer b. Abdülaziz zamanında Küfe'de Musul'da Haruriyyeler ortaya çıkınca, Hz. Ali'nin emrettiği gibi o da bunlarla ilişkinin kesilmesini emretmiş, onlara mürted muamelesi yapmamıştır. İşin mana cihetine gelince:
Biz her ne kadar 'Taunlar heva ve heveslerine, kitabın (Kur'an'ın) ınüteşâbihlerine uyup, bunu fitne çıkarmak ve tevil etmek için ya­parlar" diyorsak da, onlar kayıtsız şartsız hevalarına uyuyor değillerdir. Her yönden kitabın nıüteşâbihâtının peşinden gidiyor da değillerdir. Onların böyle olduklarını varsayarsak elbette kâfir olurlar. Çünkü kitabın muhkemlerini inatla reddedip, dinde müteşabi' hatın peşine düşen biri kâfir olur.
Fakat dini ve dinin getirdiklerini tasdik edip, dini konularda o ayetlerin delile kaynak olduğunu sanacak bir dereceye varan kimseye "kayıtsız şartız heva ve hevesine uymuştur" denemez. Bil'akis o kimse kendi görüşüne göre dine uyan kimsedir. Fakat müteşabihatı dikkate alıp, muhkemata şüphe soktuğu cihetle isteklerine ulaşmakta işin içine hevese uymak da karışmaktadır. Böylece hevesine uyduğu için hevâsına uyanlara; genel olarak ancak delil olan şeyi kabul eden bir kişi olduğu için de hakka uyanlara girmektedir.[40]
Ayrıca bunlar dine mensup olmak itibariyle Ehl-i Sünnet ile aynı amaçta birleşmektedirler. Mesela bu iki topluluk arasında en şiddetli ihtilaflardan birisi Allah'ın sıfatları meselesidir. Bu iki gruptan birisi sıfatların varlığını, diğeri yokluğunu savunmaktadır.
Her iki grubun amacına baktığımızda her birinin Yüce Allah'ı noksan sıfatlardan tehzih edip sonradan olma gibi eksikliklerin Allah'tan uzak tutulması sınırında dolaştıklarını görmekteyiz. Delillerden maksat da budur. Ayrılık, tutulan yoldadır. Yolun ayrı olması, her iki tarafta da maksadı zedelemez. Böylece bu örnek ile fer'î meseleler arasındaki ihtilaf birbirine benzemektedir.[41]
Öte yandan bu ihtilafa düşene delil sunulduğunda, gerçek kendi­sine göre ortaya çıkar ve doğruya dönüş yapabilir. Nitekim Harurada Hz. Ali'ye başkaldıranlardan iki bin kişi bu şekilde dönüş yapmıştır. Daha önce bidatçının tevbesi olmayacağı bahsinde geçtiği üzere bunların çoğu dönüş yapmazsa da, dönen olabilir.
İbn Abd'il Berrin Abdullah b. Abbas'a ulaştırarak kaydettiği rivayette şunları görmekteyiz:
Hz. Ali'ye başkaldıranlar Harura'da toplandıkları sırada bir adam gelerek Hz. Ali'ye şöyle dedi:
Ey Mü'minlerin emiri! Bir top­luluk sana başkaldırmaktadır. Hz. Ali adama:
Bırakın yapacaklarını yapsınlar! Cevabını verdi. İbn Abbas diyor ki:
Bir gün Hz. Ali'ye şöyle dedim: Namazı kıldırmayı (biraz) geciktir. Kargaşaya düşmeye­yim. Sana başkaldıranlar (la konuşmay)a gideceğim. (İbn Abbas olanları şöyle anlatmaktadır:) Yanlarına girdiğimde konuşuyorlardı. Yüzlerinde uykusuzluk eseri, alınlarında (çok namaz kılmaktan dolayı) secde izi vardı. Sanki elleri (yerlere dayanmaktan) devetabanı gibi idi. Üstlerinde yıkanmış (eski) gömlekler vardı. Bana:
Ey İbn Abbas! Seni buraya getiren nedir? Üzerindeki bu şık giysi ne oluyor? Dediler.
(İbn Abbas ile topluluk arasında şu konuşma cereyan etmiştir.)
İbn Abbas:
Bu giysiden dolayı beni ayıplıyor musunuz? Ben Hz. Peygamber'in üzerinde oldukça güzel Yemen elbiseleri gördüm. Bunu söyledikten sonra şu âyeti okudum: "De ki: Allah'ın kulları için helal kıldığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı?"[42]  Onlar:
Buraya seni getiren (sebep) nedir? İbn Abbas:
Allah Rasûlünün ashabının yanından geliyorum. Onların arasında sizden kimse yok. Allah Rasûlünün amcasının yanından geliyorum. Kur'an onların (Hz. Peygamberle birlikte yaşadıkları sırada) üzerlerine inmişti. Onlar Kur'an'ın yorumunu en iyi bilenlerdir. Onların söylediğini size, sizin söylediğinizi onlara ileteceğim. Onlardan bir kısmı:
Kureyş ile çekişmeyin. Çünkü Yüce Allah, onlar hakkında: "Doğrusu onlar kavgacı bir toplumdur."[43] Buyurmuştur. Onlardan bir kısmı:
Evet konuşalım, dediler.
İbn Abbas onlardan iki veya üç kişinin kendisi ile şu konuşmayı yaptıklarını bildirmiştir. İbn Abbas:
Onlara niçin karşı çıkıyorsunuz? Onlar:
Üç şey var. İbn Abbas:
O üç şey nedir? Onlar:
(Ali) Allah'ın emri hususunda insanları hakem tayin kımıştır. Halbuki Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur:
"Hüküm ancak Allah'ındır." [44] İbn Abbas:
Birisi bu. Başka? Onlar:
O (karşısındakilere) savaş yaptı. Fakat onlardan esir ve ganimet, almadı. Eğer karşısındakiler inananlardan ise onlarla savaşmak helal değildir, inananlardan değilse savaşmak helal olduğu gibi ganimet olarak alınmaları da helâldir. İbn Abbas:
Daha başka? Onlar:
Hz. Ali kendisinin mü'minlerin emiri olduğundan vaz­geçmeyi kabul etti. Buna göre mü'minlerin emiri değil ise, kâfirlerin emiridir. İbn Abbas:
Size Allah'ın kitabı ve Peygamber'in sünnetinden, bu söylediklerinizi geçersiz kılacak deliller getirirsem, döner misiniz? Onlar:
Neye dönmeyelim? İbn Abbas:
"Allah'ın emri hususunda insanları hakem tayin etmiştir." sözünüze gelince, Yüce Allah kitabında: "Ey iman edenler!İhramlı iken avı öldürmeyin, içinizden kim, onu öldürürse öldürdüğü hayvanın dengi (ona) cezadır. (Bu cezayı) Ka'beye varacak bir kurban olmak üzere içinizden adalet sahibi iki kişi hükmeder." [45] buyuruyor.  Yine Kur'anda karı koca  (anlaşmazlığı) konusunda:
"Eğer karı kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin,"[46]  buyurulmuştur.  Görülüyor ki bu hususları Yüce Allah insanların hakemliğine bırakmıştır. Allah aşkına söyleyiniz; Müslümanların kanının akmasını önlemek ve aralarını düzeltmek mi, yoksa (ihramlı kimsenin avladığı) tavşankanı ve onun sekizde biri olan değeri veya kadının şahitliği (yüzünden çıkan tartışma) mı daha çok önemlidir? Onlar:
Evet, bu (kan dökülmesini önleyip müslümanların arasını düzeltmek) daha önemlidir. İbn Abbas:
O halde bundan (birinci itirazdan) vazgeçtiniz mi? Onlar:
Evet. İbn Abbas:
"Hz. Ali savaştı, fakat (savaştıklarını) esir ve ganimet, olarak almadı" sözünüze gelince, anneniz Hz. Aişe'yi mi esir alacak­sınız? Eğer "Evet onu esir alıp, onu da diğer esirler gibi sayacağız" derseniz, kesinlikle kâfir oldunuz demektir. Yok, "O bizim annemiz değildir" derseniz, yine kesinlikle kâfir olursunuz. Bu itibarla iki sapıklık arasında kalıyorsunuz. Bundan da vazgeçtiniz mi? Onlar:
Evet. İbn Abbas:
"Hz. Ali kendisinin mü'minlerin emiri olduğundan vazgeçti...." sözünüze gelince, size razı olacağınız bir cevap verece­ğim: Hz. Peygamber Hudeybiye anlaşması sırasında Ebu Süfyan ve Süheyl b. Amr[47] ile sözleşme yaptığı sırada şöyle buyurmuştu:
Ey Ali! Yaz: Bu, Allah Rasûlü Muhammed'in anlaştığı..." Ebu Süfyan ve Süheyl buna itiraz edip şöyle dediler: Biz, seni Allah'ın Rasûlü olarak tanımıyoruz. Seni, Allah'ın Rasûlü olarak tanısak, seninle savaş­mayız. Bunun üzerine Hz. Peygamber buyurdu ki:
Allah'ım! Sen biliyorsun ki ben senin Rasûlünüm Ey Ali! Yaz: Bu, Abdullah'ın oğlunun Ebu Süfyan ve Süheyl b. Amr'in yaptığı anlaşmadır...."[48] Bunlardan iki bin kişi döndü. Gerisi kaldı ve isyana devam ettiler. Bunlann hepsi öldürüldü.[49]



[33] Haruriler Hâricilerin bir koludur. Hariciler, Hz. Ali'ye savaş açan kimselerdir. Harurilerin din hakkında katı görüşleri olduğu bilinmektedir. Haruriyye Küfe dışında Harura denilen yere nisbet edilen bir topluluktur. Burası onların Hz. Aliye karşı çıktıklarında ilk toplantı yaptık­ları yerdir.
[34] Said b. Cübeyr aslen Kûfelidir. Velâ yoluyla Esedî kabilesinden olmuştur. Güvenilir ve sağlam bir fıkıh bilginidir. Hz. Aişe, Ebu Musa ve diğerlerinden yaptığı rivayetler mürseldir. Hicretin 195. yılında Haccac'ın huzurunda öldürülmüştür. Bakınız: Takrib, 1/292; Şezerat. 1/108; Cerh ve Tadil, 4/9
[35] Maide: 44
[36] En'am: 1
[37] Hucurât: 9
[38] Hadisi Buhari. İstitâbet'ül Mürteddin, Meğazi ve Diyât kitaplarında. (Feth’de 6922-4341-4342-4345/6878 ve 3017 numara ile) Ebu Davud, Hudud kitabında 4351-4352-4353-4353-4354-4355-4356 ve 4360 numara ile Tirmizi, Diyât ve Hudud kitaplarında 1402 ve 1458 numaralar ile. Nesai Tahrim'ud-Dem kitabında 7/104/105 ve 7/90-91 de, İbn Mâca, Hudud kitabında 2553 numara ile Mâlik Muvatta'ında Akdiye kitabında 15 numara ile Abmed b. Hanbel Müsned'inde 1/217-282-322-382-409-430-444-646; 5/231 ve 6/58 de, İbn Hıbban Sahihinde 6/323 ve 7/449 da rivayet etmiştir. Ayrıca bakınız: Feyz'ul Kadir. 6/95, 8559 numaralı hadis.
[39] Bu zat sahabi Mâbed İbn Halid el-Cüheni değildir. Bilakis Kaderiyyeci olan Ma'bed İbn Halid el-Cüheni'dir. Onun İbn Abdillah İbn Alim olduğu söylenir. Dedesinin ismi, rivayete göre Uveymir'dir. Sikadır, fakat bid'atçıdır, Basra'da Kaderiye fikrini açıktan ilk savunan kişidir. 80 yaşında öldürüldü (Bak. et-Tatrib. 2/262; Şerezat; 1/78-88)
[40] Bu sözün anlamı, bid'at, işleyen bir kimse bunu yaparken delile uyuyorsa, bu davranışı sebebiyle kâfir sayılmaz demektir.
[41] Bu ifade orijinal nüshada da aynen böyledir. Bunun anlamı, dindeki asıl meseledeki bu ihtilaf, amaç doğru olduğu sürece İslam dininden olmayı ihlâl etmemesi va hata yapanı mazur görme bakımından feri meselelerdeki ihtilaf gibidir.
[42] Araf: 32
[43] Zuhruf: 58
[44] En'am: 57
[45] Maide: 95
[46] Nisa: 35
[47] Bu zat Süheyl b. Amr olup künyesi Ebu Zeyd'dir. Kureyş'ten Beni Cesl h. Amir b. Lüey'dendir. Bu ise Ebu Cendel'in babasıdır, Kureyş'in ileri gelenlerinden ve hatiplerindendir. Müslüman değil iken peygamber Huneyn'e çıktığında o da çıkmıştı. Ci'rane'de müslüman oldu. Kalbi İslama alıştırılanlardan iken sonraları iyi bir müslüman oldu. Hicretin 18. yılında mevas taununda vefat etmiştir. Bakınız: Maarif, shf.284; Şezerat. 1/28; Cerh ve Ta'dil. 1/245.
[48] Hadisi Buhari, Sulh. Şurüt, Cizye ve Meğazi kitaplarında (feth'de 2698-2699-2731-2732 3184 ve 4251 numara ile) Müslim, Cihâd kitabında 1783-1784 ve 1785 genel numara ile Ebu Davud, Cihad kitabında 2765 numara ile. Dârimi, Siyer kitabında 2507 numara ile Ahmed b. Hanbel. 1/86-87- 342 de 656 ve 3187 numara İle, Hâkim, Müstedrekinde 2/150-152 de, rivayet etmiştir. Ayrıtıa bakınız: Mecme'uz-Zevaid, Heysemî. 6/235-237-239; Siyer "i İbn-i Hişâm; 3/366 (Dâr'ul Hidâye. Kahire basımı)
[49] İmam Şatıbi, el-İ’tisam Kitap Dünyası Yayınları: 2/207-213.