๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => el İtisam => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 31 Mayıs 2011, 16:41:41



Konu Başlığı: Cimriliğe gelince 2
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 31 Mayıs 2011, 16:41:41
Cimriliğe gelince

İbn Batta, Evzâi’den[36] rivayetle Hz. Peygamber'in şöyle buyur­duğunu bildiriyor:
"İnsanlar öyle bir zaman yaşayacaklar ki bu zamanda faizi alış veriş  yoluyla  helâl  sayacaklardır."[37]
Bazıları bununla lyne alışverişi kasdedilmiştir, demiştir.
Faizin helâl sayılacağına dair bir başka hadisi İbrahim el Harbi[38] Ebû Sa'lebo'den[39] rivayet, etmiştir. Buna göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Dininizin ilk zamanı nübüvvet ve rahmettir!. Sonra krallık ve zorbalıktır. Daha sonra halkın zulüm ve eziyet gördüğü bir krallık, Bu dönemde zina ve (erkeklerin) ipek giymesi helal sayılacaktır."[40]
Buradaki zina kelimesini ifade eden lafızdan maksat (nikahsız ilişilmesi) haram olan kadının ırzıdır. Âlimler diyor ki -Allah'u â'lem bununla, ilişilmesi haram olan kadınların ırz ve namusunu hülle nikah ile helal saymak murad edilmiştir. Muhammed ümmetinden olan hiç kimse açıktan zinayı helal saymaz. Sonra helal saymak anlamındaki kelime, bir şeyin aslının helal olduğuna inanılması durumunda kullanılır. Gerçekde böyledir,. Hadiste ifade edilen "halkın zulüm ve eziyet gördüğü krallık" bir zorbalık ve krallık döneminden sonra tâbîûn döneminin sonlarında olmuştur. Bu zamanda yöneticiler hülle yapanın nikahının helâl olduğuna fetva verirlerdi. Bundan önce buna hiç bir surette fetva veren olmamıştı.
İbn Mes'ud'dan rivayet, edilen hadis bu anlayışı destekle tedir. Bu hadiste:
"Hz.Peygamber faiz yiyene ve faiz işlemine şahitlik edene, hülle yapana ve yaptırana lanet etmiştir." buyurulmuştur.
Ahmed b. Hanbel'in[41] İbn Mes'ud'dan rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Bir toplulukta faiz ve zina açık şekilde ise onlar kendilerini Allah'ın cezasına atmışlardır."[42]
Bu da gösteriyor ki hülle yapmak zina gibi, lyne satışı da faiz gibidir.
İbn Âbbas'tan mevkuf ve merfu olarak şu rivayet nakledilmiştir:
“İnsanlara öyle bir zaman gelecek ki bu zamanda beş şey helal sayılacaktır. İnsanlar bu zamanda şarabı, ona verdikleri başka isimlerle, haramı hediye ile öldürmeyi şüphe ile zinayı nikah ile faizi satış ile helalleştireceklerdir."[43]
Hadiste geçenlerden ilk üçü gerçekleşmiştir. Bunlardan haramın hediye ismi ile helâlleşmesi yöneticilere verilen hediyelerdir. Öldürmenin helâlleşmesi de zâlim yöneticilerin siyaset ve sultanın heybeti dedikleri devlet terörüdür. Bu da açıktır ki sonradan icad edilen öldürme yollarından biridir.
Hz. Peygamber, Haricîleri bu tür özelliklerle vasıflandırmıştır. Allah'ın Rasûlü şöyle buyuruyor:
"Muhakkak bunun soyundan[44] bir topluluk (gelecek ki onlar) Kur'an'ı okuyacaklar, fakat okudukları gırtlaklarını geçmeyecek. Bunlar, müslümanları öldürecek, puta tapanları bırakacaklar. Bunlar okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacaklar."[45]
Muhtemel ki Hz. Peygamber'in ".... Adam imanlı olarak sabaha çıkacak, kâfir olarak akşamlayacaktır." hadisinde kasdedilenler bunlardır. Bu manaya Hasen Basrî'nin tefsiri delâlet etmektedir. H. Basri şöyle diyor: "Din kardeşinin kanını ve ırzını sabahleyin haram sayıp, saygı değer olarak değerlendirirken, akşamleyin onu helâl saymaktadır."
Hadislerle geleceği müjdelenen kişi olduğuna inanan sahte mehdi, Allah'ın ve Peygamber'in yoluna aykırı olarak adam öldür­meyi kanun olarak koymuştur. Bu adam bir ceza olarak 18 çeşit suça ölüm cezası belirlemiştir. Bu suçlardan bazıları şunlardır: Yalancılık, dalkavukluk, kendisine itaat, etmek üzere bîat edenin emrini dinlememesi. Sahte mehdi, adamlarına her vakit öğütler verir hatırlat­mada bulunurdu. Bu toplantılara katılmayan cezalandırılır, hu hâli devam ederse öldürülürdü. Önceleri yapılan cezalandırmadan ders almayan, kırbaç ile bir iki kere dövülürdü. Emirlere uymamakta direnirse öldürülürdü. Kardeşini, babasını, kendisine ikram eden birini veya kendisinden önde gelen birini aldatan ve zarara uğratan kimse de öldürülür. Mehdinin ma'sum/günahsız olduğunda veya geleceği müjdelenen mehdi olduğunda şüphe eden de öldürülürdü. Onun emrine kim karşı çıkarsa, adamlarına onunla ilgili emir verir, adamları ona musallat olurdu. Görüldüğü üzere bu adamın verdiği cezanın çoğu ölümdür. Bu sahte mehdi, görüşlerinden birine göre, ücret alarak imam ve hatiplik yapan kimsenin arkasında namaz kılmazdı. Bir diğer görüşüne göre ise, her ne kadar helâl şeyler giyse de kaliteli elbise giyen kimsenin arkasında namaz kılmazdı.
Hikaye edildiğine göre görüşleri yaygınlaşmazdan önce, bu sebeple Ağmat[46] hatibinin arkasında namaz kılmayı bırakmıştı. Bir başka hatip geldi. Onun da üzerinde basit olmayan giysiler vardı. Onlar elbisenin böyle olduğunu sanmışlardı. Onun arkasında da namaz kılmadı. Bir başka görüşü, akıl yürütmeyi bırakmak ve zahiri mezhebine tâbi olmak idi. Alimler diyor ki; Bu hicri 200 yılından sonra dinde ortaya çıkan bir bid'attır. Bir diğer görüşüne göre, zerre kadar hak olmayan bir şeyi devam ettirmek tamamen hak olmayan şeyde devam etmek gibidir.
Sahte mehdi "İmamet" isimli kitabında kendisinin "İmam" oldu­ğunu, adamlarının da "İslam'a garip olarak başlanıldı.[47] Gelecekte de garip olarak dönecektir. O gariplere müjdeler olsun."[48] Hadisindeki garipler olduğunu bildirmiştir.
Sahte mehdi, adı geçen kitabında şöyle demiştir: "Allah mehdiyi ve ona itaat edilmesini berrak ve açık seçik bir şekilde beyan et­miştir. Bunun bir benzeri önce görülmemiş, sonra da görülmeye­cektir. Gökler ve yer onunla (ayakta) durdu ve onunla ayakta duracaktır. Onun ne zıddı, ne benzeri ne de eşi yoktur." O bu sözü ile yalan söylemiştir. Mehdi İsa aleyhisselâm'dır.
Adı geçen kişi adamlarına sabah ve akşam namazlarından sonra devamlı belli dualar okumalarını emrederdi. Müezzinlere tan yeri ağardığmda "Sabah oldu! Allah'a hamd olsun" diye nida etmelerini emrederdi. Bunu şu yersiz inançtan dolayı yapıyorlardı: Tan yeri ağardı hemen ibadete sarılmalıdır, cemaate gitmelidir ve emrolunan her şeyi yerine getirmek üzere harekete geçmelidir.
Bu mehdi denilen adamın söylediklerimizden başka uydurma icatları vardır. Bunların hepsi, ibadetlerde ve âdetlerde kendi arzusuna göre hüküm vermesinden doğmaktadır. Bununla beraber keyfi bir hüküm vermediğini sanmaktadır. Bu çelişkinin ta kendisidir. Böylece bu yaptığı şeylerin bid'at üzere cereyan ettiği ortaya çıkmıştır.
Zekâtın zorunlu bir angarya gibi olmasına gelince, bazı yöne­ticiler insanları zekât vermekle yükümlü tutarlardı. Bunu yaparken zekatı verilecek malın azlığına çokluğuna, nisap miktarından eksik olup olmadığına bakmazlardı. Bilakis zekâtı ölünceye kadar alırlardı. Bunun bid'at olduğu açıktır.
Camilerde seslerin yükselmesine gelince, bu davranış dini konuların tartışılmasından kaynaklanmaktadır. Dini konularla ilgili bilgileri okumak, okutmak ve dinlemek (genellikle) camilerde olmaktadır. Bilgi öğrenmekte edep, cami dışında dahi olsa yüksek sesle olmamaktadır. Cami içinde ilim öğrenirken nasıl davranmalı sanırsın? Cami içerisinde kavga edercesine tartışmak daha ziyade keyfî davranmaktır. Çünkü aslında bu, meşru olmayan bir şeydir.
Alimler dini konularda üstünlük sağlamak üzere didişip tartışmayı terk etmeyi İslam inancından saymışlardır. Bu, Allah'ın sıfat ve fiillerinden ve Kur'an'dan müteşâbihat kabilinden olanlar üzerinde söz edilmesine izin verilmeyen konulardan söz etmektedir. Bunun içindir ki Hz. Aişeden rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber "Sana kitabı indiren O'dur. Onun (Kur'an'ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar kitabın esasıdır. Diğerleri de müteşabihtir..." (Âl"i İmran, 6) ayetini okudu ve şöyle buyurdu:
“Bu hususta tartışma içinde olanları gördüğünüzde (biliniz ki) onlar Allah Teâla'nın (ayetin devamında) kasdettiği kimselerdir. Onlardan sakınınız."[49] Bir başka hadiste şöyle buyurulmuştur: 
"Hidayetten sonra sapıtan topluluk, ancak tartışma/çekişme derdine uğramıştır."[50]
Yine Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Kur'an hakkında çekişip tartışmayınız. Bunu yapmak küfür­dür."[51] Bir başka hadiste şöyle buyurulmuştur: "Kur'anın bazı bölümleri, diğer bazı bölümlerini tasdik eder. Siz Kur'an'dan bazı şeyleri bilmekle (bilmediğiniz) bazı kısımlarını yalanlamayınız. Bildiklerinizi kabul ediniz. Bilmediklerinizi onu bilene havale ediniz."[52] Yine Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Gönlünüz Kur'an'a yatkın olduğu sürece onu okuyunuz. (Kur'an hakkında) bir aykırılık içinde olursanız okumayı bırakınız."[53]Nehaî diyor ki:
"Aralarına düşmanlık ve kin soktuk" (Mâide 64) âyetinden maksat, dini konulardaki çekişme ve düşmanlıktır.
İbn Vehb, Muaviye b. Kurre'den şu rivayeti nakletmiştir:
"Din hususunda düşmanlık içeren davranışlardan sakının. Çünkü bu, amelleri yok eder." Ma'n b. İsâ[54] diyor ki:
Bir gün İmam Mâlik camiye yönelmişti. Mâlik benim ellerime dayanıyordu. Ebu'l Cedire denilen ve irca[55] görüşünde olan birisi Mâlik'e yetişti ve şöyle dedi:
"Ey Abdullah'ın babası! Sana bir şey söyleyeceğim. Konuştuğum şeyde seninle tartışıp görüşümü bildireceğim." İmam Mâlik ona:
"Beni aleyhinde şahit göstermekten sakın." dedi. Adam şöyle dedi:
Ben gerçekten başka bir şey arzu etmiyorum. Beni dinle, eğer söylediğim doğru ise sen de bu görüşe katıl ve aynı şeyi söyle. Daha sonra İmam Mâlik ile aralarındaki konuşma şöyle devam etti: Mâlik:
Bana üstün gelirsen? Adam:
Bana tabi ol. Mâlik:
Ben sana üstün gelirsem? Adam:
Ben sana tâbi olurum. Mâlik:
Yanımıza bir adam gelip onunla konuşsak ve o bize üstün gelse ne olacak? Adam:
O'na tabi oluruz. Mâlik:
Ey Allah'ın kulu! Hz. Allah Muhammed Aleyhisselam'ı bir tek din ile gönderdi. Görüyorum ki sen oradan oraya gidip geliyorsun. Ömer b. Abdül Aziz şöyle diyor:
Dinini birtakım düşmanlıklara maruz bırakan kimsenin (inanç hayatında) gel-gitleri çok olur. İmam Mâlik de şöyle demiştir:
Dini konularda keskin tartışmalar yapmanın hiç bir değeri yoktur.
Bu tarzda tartışmanın kötü bir şey olduğuna dair pek çok söz vardır. Böylesi bir tartışma, kötü bir şey olunca, kim bunu güzel bir şey olarak benimseyip, onu bir kayıt ve şart olmaksızın faydalı bilgi sayarsa dinde bir bid'at ortaya koymuş olur. Hevâ ve hevese uymak bid'atın aslı olduğuna göre düşmanca tartışma yapan kimse, üstün­lük sağlamak üzere çekişme yapmaktan çekinmez. İşte (camilerde) ses yükseltmenin meydana gelme ihtimali olan nokta budur.
Burada "Yüksek sesle konuşmayı tartışmanın özelliği ve bir parçası sayıyorsun" diyerek bir itiraz varid olabilir. Fakat mesele böyle değildir. Zira yüksek sesli olmak (başka meselelerde olduğu gibi) bazen ilimle ilgili meselelerde de olabilir. Bundan dolayı cami içinde ses yükseltmek mekruhtur. Yüksek sesli olmak ilimle ilgili olsun, başka meselelerle ilgili olsun durum aynıdır.
İbn Kasım, Mebsut isimli eserde şöyle diyor: İmam Mâlik'i gördüm ki arkadaşlarının camide sesini yükseltmelerini ayıplıyordu. Muhammed b. Mesleme bunun iki gerekçesi olduğunu bildiriyor:
a- Cami olan mekân'ın bu tür şeylerden arındırılması vaciptir.
b- Cami namaz için yapılmış bir binadır. Biz Müslümanlar namazı ağır başlılık ve huzur içinde kılmakla emrolunduk. Namaz ibadetinin yapılacağı yer olan caminin sükunet içinde olması en münasip olandır.
İmam Mâlik'in rivayet ettiğine göre Hz. Ömer (r.a.) (Medine'deki Hz. Peygamber'in) mescidi ile Buteyha denilen yer arasında, etrafı çevrili bir meydan yaptırıp şöyle buyurmuştur:
"Gürültü yapmak, şiir söylemek ve yüksek sesle konuşmak isteyen bu meydana gitsin!"
Durum böyle olunca burada şöyle bir soru sorulabilir: Camide sesi yükseltmenin kötü olması, dini konularda tartışmanın yasak olduğunu nasıl göstermiş olabilir?
Bu soruya iki açıdan cevap verilebilir:
1- Yükseksesle konuşmak ufak tefek istisnalar hariç tutulursa genellikle kötü olan tartışmanın özelliklerindendir. Çünkü sesi yükseltmek ve konuşmada sesin normalin dışına çıkması, üzerinde konuşulmakta olan şeyde heva ve hevese uymaktan kaynaklanır. Cami içerisinde ses yükseltmeye en yakın olan özel söz, hakkında izin verilmeyen sözdür. Bu, daha önce geçen hadiste uyarıda bulunulan (düşmanlık içeren) tartışmadır.
Daha önceki zamanlarda "Kelam ilmi" dışında kalan ilimlerde gerçekten fazla şöz söylenmemiştir. Kelam ilminin hedeflediği amaca tenkid ve kötüleme okları çevrilmiştir. Öyle ise, o odur.
Mısırlı Umeyre b. Ebî Naciye'den rivayet edilmiştir ki, o bir top­luluğu cami içerisinde üst giysilerini çıkarmış duruyorlarken gör­müştü, (Aralarında konuşurken) sesleri yükseliyordu. Umeyre (kendi kendine) şöyle dedi: Bunlar ibadet etmekten bıkkınlık gelmiş bir topluluk, konuşmaya yönelmişler. Allah'ım! Umeyre'ye bunları gösterme.
Umeyre o yıl hacda vefat etti. Bir adam rüyasında şu sözü söyleyen birini gördü: Bu gecede insanların yarısı öldü. Bu gece meşhur oldu. Umeyre'nin ölümü de bu gece oldu.
2- Şayet sırf sesi yükseltmek bizim dediğimizin delili ise, bunu kabul ettiğimiz takdirde, sesin yükseltilmesi kesinlikle yine bid'attandır. Bu, yüksek sesle tartışmanın tüm bilgi türlerinde caizmiş gibi sayılıp uygulanmasından ileri gelir. Buna göre yüksek sesliliğin yasak olmadığı, engel olunmadığı düşünülürse sonradan ortaya çıkan bid'attan olması söz konusudur.
Küçük denecek yaştaki tecrübesizlerin öncelikle başa geçiril­mesine gelince, bu daha önce geçen, cahillerin çoğalıp ilmin azalması kabilindendir. Burada sözü edilen başa geçirme işi ilmî rütbelerde ve diğer konularda olur. Zira genç yaştaki kişi, hep veya çoğunlukla deneyimsiz ve toy olur. Böyle bir kimsenin yaptığı iş, ayağı yere sağlam basan yaşlı (tecrübeli) birinin yaptığı iş gibi beğenilir durumda olmaz. Bundan dolayıdır ki darb-i mesel şeklinde şöyle denmiştir: İple bağlanmış yavru devenin, olgun ve iri deve gibi saldırıya gücü yetmez. Başa geçenin küçük yaşta olduğunu varsayarsak, bu husus İbn Mesud hadisinde nas olarak söylenmiştir. İş başına geçirilen kimsenin daha o işte yeni olduğunu dikkate alırsak bu da hadisteki "Toplumun lideri en rezilleri olur." ifadesi, "Kabilenin günahkar olanı kabilenin başına geçer" ifadesi ve "iş ehil olmayana verilince kıyameti bekle." ifadesi bu özelliği dile getirmektedir. Bu ifadelerdeki mana birdir. Çünkü bir işte daha yeni olan, o işteki ustanın derecesinde değildir.
Bu sebepledir ki Ebu Medyen'den hikaye olunduğuna göre kendisinden "tasavvuf şeyhlerinin yasakladığı gencin kim olduğu" sorulunca şöyle cevap vermiş:
Genç, henüz kemâle ermeyen/olgunlaşmayan kimsedir. İsterse seksen yaşına gelmiş olsun.
Bu itibarla tecrübesize diğerlerine göre öncelik verilmesi, bilgi­sizlere diğerlerinden daha ziyade öncelik vermek kabilindendir. Bundan dolayıdır ki onlar hakkında "aklı kıt kimseler" denmiştir. Ayrıca "Kur'anı okurlar, (fakat) okudukları boğazlarını geçmez" buyurulmuştur. Bu ikincisi, hariciler hakkında söylenen "Muhakkak bunun soyundan bir topluluk (gelecek ki onlar) Kur'an'ı okuyacaklar, fakat (okudukları) gırtlaklarını geçmeyecek..." hadisi ile aynıdır. Hadisten çıkan mana odur ki bunlar Kur'an'ı okurlar ama okuduk­larını hakkıyle anlamazlar. Kur'an onların dilindedir, kalplerinde değildir.
Ümmetin sonunun evvelini lanetlemesine gelince, âlimlerin bildirdiklerinden açıkça anlıyoruz ki bazı sapık fırkalardan bunu yapanlar vardır. Şiîlerden Kâmiliyye fırkası, halifeliğin Hz. Ali'ye verilmeyişinden dolayı ashabın kâfir olduğunu söylemiş, hakkını arayıp almadığı için de Hz. Ali'yi kâfir saymışlardır.
Ümmetin evvelini kötülemede işi küfür ithamına vardırmayanlar, sebebe bağlı olarak değerlendirilir. Bu kabil saygısızlıklar (ve hükümleri) kitaplarda mevcuttur, Onlar bunu sahip oldukları kötü kanaat ve görüşlerden dolayı yapmışlar ve benzeri kötü ve çirkin anlayışlarını bunun üzerine bina etmişlerdir. Bundan dolayı bid'at ehli fırkalardan sayılmışlardır.
Mus'ab b. Zübeyrî[56] ve İbn Nâfı' şu olayı anlatmışlardır:     
Harun Resi d (Hz. Peygamber'in) Mescidine girip, namaz kıldı. Sonra Allah Rasûlünün kabrine gelerek selam verdi. Daha sonra İmam Mâlik'in meclisine varıp "Esselâmü Aleyküm ve Rahmetullah" deyip İmam Mâlik'e "Hz. Peygamber'in ashabına/arkadaşlarına söven kimseye ganimetten hak/pay var mıdır?" sorusunu sordu. İmam Mâlik şöyle cevap verdi:
Hayır! Böyle bir kişinin saygınlık ve sevindirilmek hakkı yoktur. Harun Reşid bu cevap üzerine:
Bunu neye dayanarak söylüyorsun? dedi. Mâlik:
Yüce Allah Kur'an'da: "...Onlarla (ashab ile) kâfirleri öfkelendirmek için..." buyurmuştur. (Fetih, 29) Yüce Allah'ın böyle buyurduğu ashab'ı her kim ayıplarsa o kâfirdir. Kâfır'in ganimette hakkı yoktur.
İmam Mâlik bir defasında da aynı konuda Haşr suresi 8. ayetini ve bunun devamı olan üç ayeti delil olarak göstermiştir. Bu ayetlerin ilki şöyle başlıyor:
"(Allah'ın verdiği bu ganimet malları,) yurtların­dan ve mallarından uzaklaştırılmış olan, Allahtan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve Peygamber'ine yardım eden fakir muhacirlerindir." Mâlik:
Onlar Hz. Peygamberle birlikte hicret eden Rasûlullahın ashabı ve onlara yardım edenlerdir, diyor.
Bu ayetlerin sonuncusu şöyledir:
"Bunların arkasından gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla..." (Haşir, 10) Bunların dışındakilerin gani­mette hakkı yoktur. (Bazı sapık) fırkaların ileri gelenlerinin bu manada (ümmetin evveline lanet etme manasında) işleri çoktur.
Deccallerin gönderilmesi meselesine gelince, deccaller (bir tek olmayıp) bir topluluktur. Bunlardan bir kısmı Abbasiler ve diğerle­rinin döneminde gelip geçmiştir. Afrikayı ele geçiren kölemenlerden Ma'd[57] bunlardan biridir. Hikaye olunduğuna göre (onun zama­nında) müezzin "Eşhedü enne Muhammeden Rasûlüllah" hak cümlesi yerine "Eşhedü enne Ma'den Rasûlüllah" derdi. Müslüman­lar müezzini öldürmek istediler. Sonra onu Ma'da götürdüler. Acaba müezzin bunu onun emri ile mi yapıyordu? Ma'd'in huzuruna gelenler sözü müezzine getirdiklerinde Ma'd şöyle dedi:
Onların ezanı onların olsun. Allah onlara lanet etsin!
Her kim kendisinin günah işlemekten korunduğunu iddia ederse, peygamber olduğunu iddia edene benzemiş olur. Her kim göklerin ve yerin kendisi ile ayakta durduğunu iddia ederse peygam­berlik iddiasından da öteye geçmiş olur. Bunu söyleyen Mağribli sahte mehdidir. Yakın bir zamanda Fâzâzi denilen bir adam vardı. Peygamber olduğunu iddia etmiş, bu iddiayı güçlendirecek keramet sanılacak şeyler, gaipten (gelecekten) haberler ve olağan dışı sanıla­cak olaylar meydana getirmişti. Halktan bir topluluk ona uydular. Bu talihsiz/sefil memleketin -bu şehir Mâlekâdır[58] talebelerinden bazılarını işittim ki "Peygamberlerin sonuncusu..." (Ahzab, 40) ayetini, yorumlama yapmak mümkün müdür? diye inceliyorlarmış. Hz. Muhanımed'den sonra peygamber gelmesinin mümkün olmasına yol açacak ihtimallerin olabileceğini dile getiriyorlarmış! Bu iftiracının öldürülmesi, hocalarımızın hocası Ebu Ca'fer b. Zübeyr'in eliyle olmuştur. Allah ona rahmet eylesin.
O zamanın yazarlarından birisi şunu hikaye etmiştir:
Bana hocamız Ebu'l Haşen b. el-Ciyab şöyle anlattı: Hapiste iken, öldürü­leceği gün hazırlanması emredilince, hapsedildiği yerden öldürüle­ceği yere götürülürken açıktan Yasin suresin, okumaya başladı. Hapishanede onunla birlikte olup, korkuttuklarından birisi ona:
"Kendi Kur'anını oku! Niçin bugün bizim Kur'anımızı üstün tutuyor­sun"? dedi veya bu manada bir şey söyledi. O da zekice davrandığını göstermek için hemen yasin okumayı bıraktı.
Birlik ve beraberlikten ayrılmaya gelince, bunun da bid'at oldu­ğu açıktır. Çünkü nıüslüman topluluğundan ayrılan cahiliye dönemi ölümü ile ölmüş olmakla cezalandırılıyor. Haricilerde ve diğerlerinde bunu yapanlar çıkmıştır. Kölemenler ve benzerleri de haricilerin yolundan yürümüşlerdir. Topluluktan ayrılmak da hadiste bildirilen şeyler arasındadır. Zamanın yakınlaşması, bina yapmakta yarışmak, kadınların çoğalıp erkeklerin azalması gibi hadiste sözü edilen diğer hususlar bir başka çeşittir. Velhasıl, Hz. Peygamber'in meydana gelip yaygınlaşacağını haber verdiği olayların pek çoğu bid'at olan şeylerdir. Bunların bid'at oluşu şeriata benzeyip ibadet cihetiyle ele alınması yönüyledir, âdetle ilgili oluşu cihetiyle değildir. Bid'at olan günah ile bid'at olmayan günah arasındaki fark budur.
Âdetle ilgili şeylerde, âdet oluşu bakımından bid'at yoktur. Âdet ile ilgili bir şey, aynı zamanda ibadet alanı ile ilgili ise veya ibadet yerine konursa bu takdirde âdete bid'at girer. Böylece iki kavlin uyumu meydana gelmiş ve bu konudaki iki mezhep tek mezhep olmuş olur: -Başarı Allah'tandır.[59]


[36] Bu zât: Abdurrahman b. Amr b. Yuhmiddir. Künyesi Ebu Amr'dır. Şamlıların imamı idi. Doğru ve değerli bir fıkıh bilgini olan Evzai yedinci tabakadan olup hicretin 157. yılında vefat etmiştir. Bakınız: Takrib. 1/493 Tezkire. 1/178: Mizan. 2/580.
[37] Elimizdeki bu hadisin mürsel olduğu açıktır. Evzâi tabiin tabakasının büyüklerinden değildir. Hadisi kabul edemeyiz. Ancak Ebu Davud'un Buyu" kitabında 3462 numara ile rivayet ettiği hadis bu rivayeti desteklemektedir. Ayrıca bakınız: Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/494; Beyhaki, Sünen, 5/275 ve devamındaki sahife.
[38] 'Bu zat: İbrahim b. İshak el-Harbidir. Derya gibi bir imam, âbid ve zâhid bir kimse idi. Zamanında Ahmed b. Hanbele benzerdi. Karşılığını sadece Allah'tan bekleyerek kitap tasnif ederdi. Hicretin 285 yılında Bağdatta vefat, etmiştir. Bakınız: Şezerat. 2/190
[39] Bu zât: Ebû Sa’lebe el'Huşenî'dir. Ebû Sa'lebe künyesi ile meşhur bir sahabidir. Kendisinin ve babasının ismi hakkında çokça ihtilaf edilmiştir. Hayberin Fethine katılmış, hicretin 75. yılında vefat etmiştir.  Bundan çok önce Muaviyenin hilâfetinin ilk yıllarında vefat ettiği de söylenmiştir. Bakınız: Takrib. 2/404: Şezerât. 1/82.
[40] Bu hadisi Darimi Eşribe kitabında 2101 numara ile rivayet, etmiştir. Ayrıca Ebu Yalâ, Bezzar ve Taberâni de rivayet etmiştir.
[41] Bu zat: Ahmed b. Muhammed b. Hanbel b. Hilâl b. Esed Seyhani el-Mervezidir. Bağdata yerleşen Ahmed. b. Hanbelin künyesi Ebu Abdillah’tır. Büyük imamlardan birisi, güvenilir bir hadis hafızı,  Fakih ve hürmettir. Onuncu tabakanın başlarında yer alır. Hicretin 241 yılında vefat etmiştir. Bakınız: Takrib. 1/24: Şezerat. 2/96: Tezkire. 2/431.
[42] Bu hadis Ahmed Şâkirin tahkik ettiği Ahmed b. Hanbelin müsnedinde 1/402 de 3809 numaradadır.  Ahmed Şâkir dipnotta şöyle diyor.  İkinci kısmı Münziri, Tergib'de 3/194 te zikretmiştir ve Ebu Ya'la da iyi bir isnadla rivayet etmiştir. Heysemi dahi Mecme'uz-Zevaid’ de 1/118 de zikretmiş ve Ebû Ya'lâya nisbet etmiştir. Ben derim ki: Birinci kısım yukarda lanet bildiren kısım, ikincisi de bu rivayettir.
[43] Bu hadise kaynaklarda rastlanmamıştır.
[44] Hz. Peygamber bu sözünü kendisine: "Ey Muhammed Allah'tan kork!" diyerek saygısızlık eden bir kimseyi göstererek söylemiştir. Bu  adam Temim oğulları  kabilesinden olup, adı Harkus veya Nâfı'dir. Bakınız: Ayni, Umde, 7/384 (Çeviren)
[45] Hadisi Buhâri Sahih'inde Ehadis'ul Enbiya kitabında (Feth'de 3344 numara ile). Müslim Sahihinde, Zekat kitabında,1064 genel numara ile; İbn Mâce ve Dârimi,  Eşribe kitabında rivayet etmiştir. Ayrıca Elbâni'nin Silsilet'ül Ehâdis'is-Sahihasmda 270 ve 1956 numaraya bakınız.
[46] Ağmat: Mağripde Merakeş yakınlarında bir bölgenin adıdır. Bakınız: Merasıd, Bağdadi, 1/98 (Çeviren).
[47] Meşhur rivayetlerde bu kelime meçhul kipi ile "başlanıldı" şeklinde değil, "başladı" şeklin­dedir,
[48] Hadîs sahih olup, Müslim, Sahihinde İman Kitabında 145 ve 145 genel numara ile rivayet etmiştir. Müslim'in rivayetinde "İslam (ve iman Mekke ve Medine'deki) iki mescid arasına sığınıp kalacaktır." ifadesi vardır. Hadisi ayrıca Tirmizi, İman kitabında 2629 ve 2630 numara ile İbn Mâce Fiten kitabında 3986, 3987 ve 3988 numara ile Darimi, Rikak kitabında 27 55 numara ile Ahmed b. Hanbel Müsnedinde Ahmed Şakir'in tahkik ettiği nüshada 1/398, 4/73 ve 3/463, de rivayet etmiştir. Elbâni "Sahih'ul cami'inde “Hadis sahihtir." demiştir. 2/53
[49] Hadisi Buhâri Sahihinde Tefsir kitabında  (Feth'de 4547 numara ile)  ufak bir farkla, Müslim İlim kitabında 2665 genel numara ile Ebu Davud, Sünnet kitabında 4598 numara ile Tirmızi, Tefsir kitabında 2994 numara ile İbn Mâce Mukaddime de 47 numarada farklı bir şekilde rivayet etmiştir,
[50] Hadisi Tirmizi,  Tefsir kitabında 3253 numara ile rivayet etmiş ve "Bu hadis hasendir. Sahihtir ' demiştir. Ayrıca İbn Mâce. Mukaddimede 48 numara ile, Ahmed b. Hanbel Müsnedinde 5/252-256 da rivayet, etmiştir. Ayrıca bakınız: Feyz'ul Kadir 5/453 Bizim zikrettiklerimize ilaveten Suyuti hadisi Hakim'in Müstedrek'ine nisbet etmiştir.
[51] Bu hadis Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde rivayet, ettiği hadisin bir parçasıdır. Hadisin baş tarafı şöyledir: “Kuran yedi harf (çeşit) üzere okunur...." Ayrıca Feyz'ul Kadir'e bakınız: 4/536 hadis numarası: 6185
[52] Ahmed b. Hanbel. Müsned, 2/181
[53] Hadis sahihtir ve Buhâri, Sahihinde Fezail'ul Kur'an ve İ'tisam kitaplarında (Feth'de 5060-5061-7364-7365 numaralar ile) rivayet etmiştir. Müslim îlim kitabında 2677 genel numarası ile Ahmed b. Hanbel, Müsnedinde 4/313 de, Dârimi,  Fezail'ul Kur'an kitabında 3359-3360-3361 numaralarla. İbn Hıbban, Sahihinde 2/69 da rivayet etmiştir.
[54] Bu zat: Ma'n b. İsa b. Yahya el-Eşcaî'dir. Ebu Yahya el-Medeni el-Gazzâz ailesinin azatlısıdır. Sağlam, dürüst, hüccet ve hadis sahibidir. İmam-i Malik'in en sağlam arkadaşlarındandır. Onuncu tabakanın büyüklerinden olup hicretin 198. yılında vefat etmiştir. Bakınız: Takrıb, 2/262- Tezkire. 1/332; Şezerat, 1/355
[55] İrca: mürcie mezhebinin görüşüdür ki bu görüş, iman varken günahın zararı, küfür varken tâatın faydası olmaz şeklinde özetlenebilir. (Çeviren)
[56] Mus'ab ibn Abdillah ibn Mus'ab ibn Sabit ibn Abdillah ibn Zübeyr ibn el'Avvam el-Esedi. Künyesi EbûAbdillah z-Zübeyri’dir.   Medine'lidir.  Bağdat'a yerleşmiştir.  Sikadır, neseb alimidir. 10. tabakadandır. 236 da vefat etmiştir.
[57] Bu, kölemenlerin ilk halifesi Muiz Lidinillah’tır.
[58] Mâleka Endülüs'te bir şehrin adıdır. Şehrin surları deniz kenarındadır. Merasıd, Bağdadi, 3/1221 (Çeviren).
[59] İmam Şatıbi, el-İ’tisam Kitap Dünyası Yayınları: 2/106-127.