๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => el İtisam => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 30 Mayıs 2011, 14:29:14



Konu Başlığı: Bidatçıların ve müslüman toplulukların ayrılığa düşme sebebi 2
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 30 Mayıs 2011, 14:29:14
9- BİD'ATÇILARIN VE MÜSLÜMAN TOPLULUKLARIN AYRILIĞA DÜŞME SEBEBİ 2


İbn Abbas diyor ki:
"Musibetin büyüğü, peygamberle yazacağı yazının arasına giren ihtilaf ve koparılan gürültüdür."
Böyle olması -Allah Teala en iyisini biliyor ya- Allah'ın Peygam­berine "onlara bu yazıyı yazdığı takdirde onların daha sonra sapmayacağını" vahiy yoluyla bildirmiş olmasıdır. Böyle olsaydı ümmet, âyetteki "Rabbinin rahmet ettikleri hariç" ifadesine girmiş ve "Onlar ihtilaf etmeye devam ediyorlar" ifadesinin gereği olan ihtilaf etme halinin dışında kalmış olacakladır. Yüce Allah başka ümmetlerde olduğu gibi bu ümmetin de ihtilaf edeceğini bildiği için Peygamber'inin yazıyı yazarak bunun aksinin olmasını kabul etmedi. Yani ezelde bildiğinin olmasından başkasını istemedi. Biz de Allah'ın kaza ve kaderine rıza göstermiş bulunuyoruz. Ondan fazl'u keremiyle bizi kitap ve sünnet üzere daim kılıp son nefesimize kadar böyle devamımızı lütfetmesini niyaz ederiz.
Tefsir âlimlerinden bir grupa göre ayetteki "İhtilaf edenler" den maksat bidat ehlidir. "Rabbinin rahmet ettikleri" de ehl-i sünnettir. Fakat Hz. Peygamber'in yazmayı düşündüğü yazı için ezelde takdir edilene ilişkin bir esas vardır. Yoksa mutlak olarak değerlendirilmemelidir. Bilakis Kur'an'ın indirilmesiyle birlikte, indirilen Kur'an’ın ibaresi yoruma elverişlidir. Bu hususun genişçe ele alınması kaçınılmaz derecede gereklidir.
Biliniz ki bazı külli kaidelerde ihtilafa düşülmesi, din ilimlerinin derinliklerine dalan, külli kaidelerin asıllarını ve kaynaklarını bilen âlimler arasında alışılagelen şeylerden değildir. Bunun delili Hz. Peygamber ve ondan sonraki ikinci dönem âlimlerinin bu hususta ittifak etmiş olmalarıdır. Onların ihtilafı ancak şimdi açıklamasını tamamlamış olduğumuz fer'î meselelerin içtihadında olmuştur. Bunlardan sonra bölünüp parçalanma ile sonuçlanan her ihtilafın üç sebebi vardır. Bazen bu sebeplerin hepsi bir arada, bazen ayrı ayrı bulunur.
1- Bu sebeplerden birincisi, insanın kendisinin -o dereceye ulaşmadığı halde- ilim adamı ve dinde içtihat derecesinde olduğuna inanması veya başkaları tarafından onun öyle olduğuna inanılma­sıdır. Bu inanç üzere hareket etmek suretiyle görüşü görüş, ihtilafı ihtilaf sayılmaya başlar. Fakat bu bazen cüzî ve fer'i bir meselede, bazen de külli ve dinin temel meselelerinden birinde olur. Dinin aslı ile ilgili olanı ya inançla ilgili veya amelî bir asıl olur.
Bu kimseyi görürsün ki dinin teferruatıyla ilgili bir meseleyi almış, onun külli esaslarını yıkmak için kullanıyor. Ele aldığı şey­lerin manasını kapsamlı olarak kavramadan, amaçlarını köklü olarak anlamadan ilk bakışta aklına doğanı söyler. İşte bu bid'atçı­dır. Hz. Peygamber'in şu hadisi bu hususta uyarıda bulunmaktadır.
"Yüce Allah ilmi (bir eşyayı çıkarıp alır gibi) insanlardan çekip almaz. Fakat âlimleri vefat ettirmek suretiyle ilmi yok eder. Tâ ki âlim kalmayınca insanlar, başlarına câhil kimseleri geçirirler. Bun­lara sorular sorulunca bilgisiz olarak fetva verirler; hem kendileri sapar, hem de soranları saptırırlar.”[19]
Âlimlerden bazısının dediğine göre bu hadisin takdiri şöyledir: İnsanlara âlim kimselerden asla zarar gelmemiştir. Ancak insanlar arasındaki âlimler ölünce bilgisi olmayan kimseler fetva verirler. İnsanlara bunlardan zarar gelmiştir.
Bu yorumu şöyle değerlendiren de olmuştur: Güvenilir kimse asla hainlik yapmaz. Fakat güvenli olmayan kimselere emanet ve­rilince onlar hainlik yaparlar. Biz de şöyle diyoruz: Âlim kimse bid'at işlemez. Fakat âlim olmadığı halde fetva verenler bid'at işlerler.
Mâlik b. Enes diyor ki:
Bir gün Rabîa şiddetli bir şekilde ağlamıştı. Kendisine:
Başına bir belâ mı geldi? denildiğinde:
Hayır! Fakat bilgisi olmayan kimseye fetva soruldu, cevabını verdi.
Buharı'de Ebu Hüreyre'den rivayet edildiğine göre Hz. Peygam­ber şöyle buyurmuştur:
"Kıyametten önce aldatıcı yıllar olacaktır. Bu yıllarda yalancı tasdik edilecek, doğru kimse yalanlanacak, güvenilen kimseler hâin sayılacak, emanetler hainlere verilecek, basit insanlar söz sahibi olacaktır.”[20]
Basit kimseden maksat, halkın yönetimi hususunda konuşmaya ehil olmadığı halde kamu ile ilgili hususlarda konuşan kimsedir.
Rivayet olunduğuna göre Hz. Ömer şöyle demiştir:
İnsanların ne zaman helak olacağını iyice bildim: Fıkıh bilgisi (yaşça ve seviyede) küçükten geldiği zaman büyük olanlar küçüklerin söylediklerini kabul etmezler. Fıkıh bilgisi büyükten geldiği zaman küçük ona uyar, her ikisi de hidayete erişirler.
Abdullah b. Mes'ud'un şöyle dediği rivayet edilmiştir:
İnsanlar bilgiyi büyüklerinden aldıkları sürece hayır içerisinde olurlar. Bilgiyi küçüklerinden ve kötülerinden aldıkları zaman helak olurlar.
Âlimler Hz. Ömer'in yukardaki sözündeki "küçük" ile neyi kasdettiği hususunda ihtilaf etmişlerdir. İbn'ul Mübarek bu konuda şöyle demiştir:
Onlar bid'at ehli olan kimselerdir. Bu uygun (bir yorum) dur. Çünkü bid'atçılar ilimde küçük kimselerdir. Böyle oldukları için bidat ehli olmuşlardır.
el-Bâci şöyle demiştir:
"Küçükler" in ilim sahibi olmayanlar olma ihtimali vardır." "Hz. Ömer (yaşça) küçük olanlarla danışmalarda bulunurdu. Olgun ve genç yaşlardaki kıraat âlimleri Hz. Ömer'in danıştığı kimseler idi." "Küçükler" den maksat, durumu iyi olmayan ve değersiz kimselerdir. Bu duruma düşmek dini ve insaniyeti bir kenara atmakla olur.  Ama dine ve insaniyete sarılanların şanı yücelir ve değeri artar,"
İbn Vehb'in Hasen'den maktu' bir senetle naklettiği şu rivayet, bu yorumu açıklamaktadır: 
Bilgi olmaksızın bir şey yapan yol olmaksızın yürüyen kimse gibidir. Bilgi olmaksızın bir şey yapan, yararlı şeyler yaptığından çok, zararlı şeyler yapar. O halde öyle bir bilgi öğreniniz ki ibadeti devre dışı bırakarak zarar vermesin. Öyle bir ibadet, yapınız ki bilgiyi devre dışı bırakarak zarar vermesin. Çünkü bir topluluk, bilgiyi bırakarak ibadete yöneldiler ve Muhammed ümmetine kılıç çektiler. -Allah daha iyi bilir ya' Şayet, bilgi sahibi olsalardı, bilgileri onları yaptıklarına götürmezdi. -Bu sözleri ile Haricileri kastediyor- Çünkü onlar  derinlemesine bilgi sahibi olmaksızın Kur'an okudular. Hadiste işaret edildiği üzere ".... Onlar kur'an okurlar. Fakat okudukları gırtlaklarını geçmez..."
Mekhul'ün[21] şöyle dediği rivayet, edilmiştir:
Çobanların fıkıh bilginliğine kalkışması dini ve dünyayı bozar. Aptalların fıkıh bilginliğine kalkışması ise dini bozar.
Firyâbî diyor ki:
Süfyan-ı Sevrî[22] Nebatlıların[23] ilim (le uğraşıp birşeyler) yazdıklarını görünce (öfkeden) yüzü bozulurdu. Orada dedim ki:
Ey Abdullah'ın babası! Bunların ilmi yazdıklarını görmek sana zor geliyor. O bana şöyle dedi:
İlim Araplarda ve insanların efendisi olan kimselerde idi. İlim bunlardan çıkıp Nebatlılara ve kafası çalışmayan kimselere geçince din bozuldu!
Bu nakledilen rivayetler yukarda geçen yoruma göre değerlen­dirilince mesele daha doğru anlaşılır. Zira küçük kelimesinin dış görünüşe göre yorumlanması problem yaratır. Felsefeci bidatçıları veya pek çok bid'atçıyı incelediğin zaman onların çeşitli milletlerden esir alınan kimselerin çocukları olduklarını görürsün.
Yahut Arapçada köklü bilgisi olmayanlardandır. Yakın bir gele­cekte Allah'ın kitabı yanlış anlaşılacaktır. Nitekim dinin amaçlarını derinlemesine inceleyip öğrenmeyen de onları yanlış anlayacaktır.
2- İhtilafa düşmenin sebeplerinden ikincisi keyfî arzuya uymaktır. Bundan dolayıdır ki bid'atçilara "heva ve heveslerine uyan kimseler" denmiştir. Çünkü onlar keyfi arzularına uyarak, dini delil­lere ihtiyaç duyup onlara itimad ederek hükümleri dini delillerden çıkarmadılar. Bilakis keyfi arzularına öncelik verip, kendi görüş­lerine itimad ettiler. Ancak bundan sonradır ki bir de dini delillere baktılar. Bunların pek çoğu bir şeyin güzel veya çirkin olduğuna akılları ile karar veren ve felsefecilere ve başkalarına meyleden­lerdir. Yöneticilerden korktuğu, veya yöneticilerden dünyalık elde etmek istediği, veya bir mevki elde etmek istediği için keyfi onurlarına uyanlar da bu grupa dahildir. Sultanlara eşlik eden kimselerin naklettiğine ve ilim adamlarının bildirdiğine göre bunlar insanların arzularına göre eğilim içinde olurlar ve istedikleri yönde yorumlar yaparlar.
Bunlardan birinciler, pek çok sahih hadisi akılları ile reddet­mişlerdir. Hz. Peygamber'den sahih olarak rivayet edilenler hakkın­da kötü zan beslemiş, kendi bozuk görüşleri hakkında ise hüsnü zan sahibi olmuşlardır. Bunun sonucu olarak sırat, mizan, haşir, cennet, nimeti, cehennemde cesedin azap görmesi gibi ahiretle ilgili pek çok
durumları reddetmişlerdir. Ahrette Allah'ın görülmesini ve benzeri hususları inkar etmişlerdir. Bunlar bil'akis aklı, bir mesele hakkında -o mesele ile ilgili olarak din ne demiş olursa olsun- din koyucu yerine koymuşlardır. Hatta din, akıl tarafından hükmedilen meseleyi açıklayıcı bile olsa yine de aklı o hususta din koyucu gibi benimse­mişlerdir.
Diğerleri ise ana yoldan çıkmış, dinin isteğine aykırı da olsa ara yollara sapmışlardır. Böyle yapmaları ya dostuna bir iyilik yapmak, ya düşmanına üstün gelmek veya kendisine menfaat sağlamak hususunda hırslı davranmaktan dolayıdır. Nitekim kardeşim meşhur şeyh İbn Lübabe'den rivayet olunduğuna göre —ki bu rivayet Muhammedb. Yahya b. Lübabe kanalıyla gelmektedir- kendisi Biyre Kadılığından uzaklaştırılmış idi. Daha sonraları aleyhinde gelişen birtakım olaylardan dolayı danışmanlıktan da uzaklaştırılıp kadı Habib b. Ziyad'ın kara listesine alındı. Adalet özelliğini kaybettiğine dair emir verilip evinden ayrılmayıp hiç kimseye fetva vermemesi talimatı verilmiş idi.
Daha sonraları (halife) Nasır, Kurtuba'da nehir kenarında hastaların eğleştiği (kaplıca gibi) bir yeri satın alma ihtiyacı duydu. Meseleyi zamanın kadısı İbn Bakiy'e "burasının gezinti yerinin karşısında oluşu, balkonundan aşağı doğru baktığında hastaları görünce rahatsız olduğu için" almasının zaruret, olduğunu bildiren şikâyetini iletti.[24] İbn Bakiy dedi ki:
Bunun için bana göre bir çözüm yoktur. Burasının bir ihata duvarı ile çevrilmesi en uygundur. Nasır, kadıya şöyle dedi:
Fıkıh bilginleri (hukukçular) ile konuş. Onlara burası için istekli olduğumu bildir. Kıymetini kat, kat, bolca vereceğimi ilet. Belki onlar benim için bir ruhsat bulurlar,
İbn-u Bakiy fıkıh bilginleri ile konuştu. Fakat onlar bir çıkış yolu bulamadılar. Nasır bunlara kızarak, vezirlerine, bilginlerin saraya çağrılıp azarlanmalarını emretti. Bilginlerle vezirler arasında bir­takım görüşmeler geçmesine rağmen Nasır, onlardan istediğini elde edemedi. Bu haber İbn Lübâbe'ye ulaşınca fıkıh bilgini arkadaşların­dan bazılarını Nâsır'a göndererek "Onlar (senin için) geniş olanı daraltmışlardır.  Ben olsaydım,  orasının bedelini vererek almanın caiz olacağına fetva verirdim. Bunu yaparken arkadaşlarımla tartı­şır, görüşümü hakka (hak olan bir mezhebe) uyarak ortaya koyar­dım" şeklinde düşüncelerini iletmiştir.
Bu haber üzerine Nâsır'ın gönlüne bir heves düşmüş İbn Lübâbe'nin danışmanlar arasına iade edilmesini emretmiştir. Kâdi İbn Bakiy ve fıkıh bilginleri (tekrar) toplandılar. Son gelenler arasın­da İbn Lübâbe de bulunuyordu. Kadı toplantıya katılanlara toplan­ma sebebini ve bedel vererek Nâsır'ın istediği yeri almasının cazip olduğunu anlattı. Toplantıya katılanların hepsi ilk sözlerini; burası­nın statüsünün değiştirilemeyeceğini söylediler. İbn Lübâbe susuyor, konuşmuyordu. Kâdi ona:
Ey Abdullahın babası! Sen ne diyorsun? dedi. İbn Lübâbe şöyle cevap verdi:
"Arkadaşlarımızın söylediği, İmamımız Mâlik'in sözüdür. Fakat Iraklılar (Hanefîler) böyle bir yerin hapsedilmesini hiçbir surette caiz görmezler. Onlar da ileri gelen alimlerden olup ümmetin pek çoğu onlara uymaktadır. Bu yere mü'minlerin emirinin ihtiyacı olduğu ortadadır. Böyle bir yerin ona verilmesinin reddi uygun değildir. Bu görüşün sünnette yeri vardır. Ben Iraklıların kavlini söylüyor ve görüş olarak onlara uyuyorum."
Orada bulunan fıkıh bilginleri İbn Lübâbe'ye şöyle dediler:
Sübhanellah! Bizden öncekilerin fetva verip, aynı fetva üzerine devam ettikleri ve onlardan sonra bizim inandığımız Mâlik'in kavlini terk mi ediyorsun? Biz ki o kavil ile fetva verdik, ondan hiçbir şekilde vazgeçemeyiz. Mü'minlerin emirinin, babalarının ve imamların görüşü de İmam Mâlik'in görüşüdür.
Muhammed b. Yahya (İbn Lübâbe) şöyle dedi:
Yüce Allah'ın aşkına söylüyorum: Sizin başınıza hiçbir problem gelip de, bunun çözümü için İmam Malik'ten başka bir âlimin sözüne başvurduğunuz olmadı mı? Onlar
"evet", deyince İbn Lübâbe devam etti:
Kendi kişisel probleminizi çözmek için başvurduğunuz bu yol Emir'ul Mü'minin için daha münasiptir. Onu kendi yerinize koyunuz. Onun problemini çözmeye uygun gelen âlimin sözünü alınız. Sizler hepinizi uyulacak kimselersiniz. İbn Lübâbe'nin sözüne karşı, orada bulu­nanlar sustular. İbn Lübâbe Kadı'ya:
Benim verdiğim fetvayı Mü'­minlerin Emirine ulaştırın, dedi.
Bunun üzerine Kadı halifeye toplantı tutanağını gönderdi, İbn Lübâbe'nin fetvasının kabul edilip uygulanıp uygulanmayacağını beklemek üzere cevap gelinceye kadar orada beklediler. Kaplıcanın bedeli olarak hastalara çok değerli tuhaf sayılacak miktarda para ödenmesi gerekiyordu. Bu miktar çok yüksek olup kaplıcanın değerinden kat kat fazla idi.
Daha sonra Emir'ul mü'mininden İbn Lübâbe'ye belgenin yazılması görevi verildiğine dair yazılı emir geldi. Satış işleminde bedeli tesbit eden akdi o yapacaktı. Kendisi bu görevi sebebiyle tahrik edildi. Kâdi, İbn Lübâbe'nin fetva verdiği gibi hükmü verip onayladı. Olaya şahitleri de tanıklık ettirerek oradan ayrıldılar.
İbn Lübabe belgeler ile yetkilendirildiği görevini vefat ettiği hicri 336 yılma kadar sürdürdü. Kâdi Iyaz demiştir ki:
Bu haberi bazı hocalarımla müzakere ettim. Hocam dedi ki;
Bu habere şunu eklemek münasiptir: Kara listeye giren İbn Lübabe, kara listeye girmeye layıktır. Onun verdiği fetvanın içeriği onu buna en münasip kişi haline getirmiştir.
Düşünün ki keyfi arzuya uymak insanı ne hale getiriyor? Böyle bir kimse yaptığına son vermelidir. Buna benzer bir şey iki sebeple helâl değildir:
1- İbn Lübabe'nin hüküm verdiği mezhep gerçekten onun dediği gibi değildir. Çünkü Iraklılar mutlak olarak İbn Lübabe'nin dediği gibi kamuya hizmet için kapatılan yeri böyle elde etmek isteme­mektedir. Onlardan bunu hikaye edenler ya tam ve doğru olarak bunu nakletmemışlerdir veya onlar bu görüşten dönmüşlerdir. Bil'akis onların mezhebi, Hanefi mezhebinin fıkıh kitaplarında anlatıldığı üzere, İmam Malik'in mezhebine yakındır.[25]
2- Bunun doğru olduğunu kabul etsek dahi, ihtiyaç gidermek bir makama gelmek ve sevgi elde etmek için, verilen hükümden ayrılıp, iki hükümden birine dönüş, hüküm veren kimse için sahih değildir. Muteber olan şıklardan birinin tercihi, ancak dine uygun olmak sureti ile olmalıdır. Bu husus âlimler arasında ittifak edilmiş bir şeydir. Tahkik ifade etmeyen söze her kim itimad ederse veya muteber olmayan bir manayı tercih ederse İslamdan kopmuş ve din dışı bir şeye dayanmış olur. Yüce Allah fazl-u keremi ile bizlere böyle bir şeye düşmekten ırak eylesin.
Fetva vermekte böyle bir yolu tutmak, Allah'ın dininde icad edilmiş bidatlar cümlesindendir. Allah'ın dininde aklı hakem kılmak da böyledir. İnşaallah ilerde bunun açıklaması gelecektir.
Böylece bu yolu tutmanın heva ve hevese uymak olduğu ortaya konmuştur. Heva ve hevese uymak dosdoğru yoldan sapmanın aslıdır. Cenab-ı Hak buyurur ki:
"Sana kitabı indiren O'dur. Onun (Kur'an'ın) bazı ayetleri muhkemdir ki, bunlar kitabın esasıdır. Diğerleri de rnüteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşabih ayetlerin peşine düşer­ler..."[26]
Bu âyetin manası daha önce geçmişti. Bunların özelliği odur ki apaçık şeyleri bırakıp bizzat gerçeğin tersine müteşâbih'in peşine düşerler.
İbn Vehb'in tahric ettiğine göre Abdullah b. Abbas'a Haricîler ve Kuran hakkında söyledikleri anlatıldığında şöyle dedi:
"Onlar Kur'an'ın muhkemine inanır, mütesahihinde kendilerini helak eder­ler." İbn Abbas bunu söyledikten sonra (yukarıdaki) âyeti okudu. Heva ve hevese uymanın kötülüğünü, kur'an'daki şu ayet göstermekledir:
"Heva ve hevesini tanrı edinen... kimseyi gördün mü?[27] Kur'an'da hevâ kelimesi, ancak kötülemek maksadı ile zikredil­miştir.
Vehb kanalı ile Tâvus'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Yüce Allah Kur'an'da "heva" yi nerede zikretmişse mutlaka kötülemiştir. Nitekim Kasas suresi 50.ci ayetinde şöyle buyurulmuştur:
".... Allah'tan bir hidayet olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim olabilir?" Aynı anlamda başka âyetler de vardır.
Abdurrahman b. Mehdi'den rivayet edildiğine göre bir adam İbrahim Nehaî'ye şöyle bir soru sordu:
"Hevâlardan hangisi daha hayırlıdır?" Nehaî bu soruyu şöyle cevaplandırdı:
"Hz.Allah heva denilen şeylerden hiçbirini zerre kadar hayırlı kılmamıştır. Heva ve heves denilen şey şeytanın süslemesinden ibarettir. İlk durumda başka (uyulacak) şey yoktur." Nehaî bu (ilk durum) sözü ile selefi salihin yaşantısını kastetmiştir.
Sevrî'den rivayet edildiğine göre bir adam İbn Abbas'a gelerek şöyle dedi:
"Ben senin hevâ'na uyacağım" İbn Abbas şöyle buyurdu:
"Hevâ'nın hepsi sapıklıktır. Senin hevân da ne demek oluyor"?
3- İhtilafa düşme sebeplerinden üçüncüsü, gerçeğe aykırı ve bozuk da olsa geleneklere bağlılıktır.
Bu maddede ele alınan husus babalardan ve yaşlılardan görü­lene uymaktır. Bu kötü bir taklittir. Yüce Allah kitabında (aşağıdaki ayetlerde) bunu kötülemiştir:
".....babalarımızı bir din üzerinde bulduk. Biz de onların izlerine uyarız..." [28]
" Ben size babalarınızı üzerinde bulduğunuz­dan daha doğrusunu getirmişsem (yine mi bana uymazsınız?) deyince, dediler ki:
Doğrusu biz sizinle gönderilen şeyi inkar ediyoruz."[29]
"İbrahim: Peki, dedi; yalvardığımzda onlar (putlar) sizi işitiyorlar mı? Yahut size fayda ya da zarar verebiliyorlar mı? Şöyle cevap verdiler:
Hayır! Ama biz babalarımızı böyle yapar bulduk."[30]
Görülüyor ki (Hz, İbrahim) onları açık bir delil gös­termeleri için uyarmış onlar ise sadece babaları taklide sarılmışlar­dır. İşte bu husus, daha önce geçen hadisteki "insanlar cahil başkan­lar edinirler." ifadesinin gereğidir. Bu hadis aynı zamanda nasıl olur­sa olsun, birtakım kimselerin yolunun izleneceğini göstermektedir.
Rivayet olunduğuna göre Hz. Ali şöyle demiştir:
"Sakın birtakım adamların yolundan gitmeyin. Çünkü adam vardır; cennetlik kimselerin yaptıklarını yapar. Sonra Allah'ın o konudaki (ezeli) bilgisinden dolayı tersine döner de cehennem halkının yaptıklarını yapar ve cehennemlik olarak ölür. Adam vardır; cehennemlik kim­selerin yaptıklarını yapar. Sonra Allah'ın o konudaki (ezeli) bilgisin­den dolayı tersine döner ve cennet halkının yaptıklarından yapar ve cennetlik olarak ölür. Şayet mutlaka birilerinin yolundan gidecek iseniz, dirilerin değil, ölülerin yolundan gidiniz."
Hz. Ali'nin bu sözü din konusunda ihtiyatlı olmanın gerekliliğini gösteriyor. Bir insanın başkasının yaptığına, o konuda ne olduğu anlayıp hikmetini sormadıkça kesinlikle itimat etmesi layık değildir. Günkü belki yaptığına güvenilen kimse sünnete aykırı bir şey yapmaktadır. Bundan dolayıdır ki şöyle denilmiştik "Bilgili kişinin yaptığına bakmayın, lakin (ona neyi ve niçin yaptığını) sorun sizin doğrulasın." Yine demişlerdir ki:
Bir kimsenin bir şey yaptığım görüp aynısını yapmak, düşünce zayıflığıdır. Çünkü o kimse yaptığını belki unutarak yapmıştır. Medine halkının yaptıkları bu kabilden değildir. Çünkü âlimlerden bir grupa göre, onların yaptıklarının, üzerinde konuşmakta olduğumuz gibi olmadığı delil ile sabittir.
Hz. Ali'nin ".... mutlaka birilerinin yolundan gideceksiniz..." sözü[31] bu konuda ince bir nüktedir. Bununla sahabe sözü ile fetvası alınıp, güvenilir olup da sahabe gibi olanlar kastedilmektedir. Onların durumunda olmayanlara gelince, bunlara uyulmaz. Bir insanın, hakkında iyi kanaatleri olan bir kimsenin yaptığını görüp, herhangi bir araştırma yapmaksızın, ona uyup ibadet hususunda ona güvenmesi gibi. Onun yaptığı iş, meşru olacağı gibi, meşru olmaya­bilir de. Böyle birinin yaptığını Allah'ın dininde hüccet saymak, durum hakkında bilgi almaksızın ve fetva ehli kimselere bu işin hükmünü sormaksızın yapılmış ise sapıklığın tâ kendisidir.
Bid'ata bulaşan halktan kimselerden ve son devir insanlarından pek çoğu bu yolu tutmaktadır. Buna bir de cahil veya âlimlerin derecesine gelmemiş bir şeyh'in arkasından gitmek eklenebilir. Şeyh bir iş yapar, ona uyan da onun yaptığını ibadet sanır. Şeyhin yaptığı ne olursa olsun; dine uygun olsun, aykırı olsun aldırmadan ona uyar ve şeyhinin davranışını kendisine yol gösterdiği kimse için hüccet sayar ve şöyle der: "Filan şeyh evliyadandır ve o bunu yapıyor. O, zahiri ilimleri bilen âlimlerden uyulmaya daha çok layıktır."
Bu davranış, gerçekte hata etsin, doğru davransın, hakkında iyi zan beslediği kimseyi taklid etmeye yönelik bir davranıştır. Bunu yapanlarla atalarına uyanlar eşittir. Bunların yegâne yaptıkları sunu söylemekten ibarettir: babalarımız ve şeyhlerimiz bu gibi işleri boşuna bir şey alarak yapmıyor. Bunlar babalarının ve şeyhlerinin yaptıklarının bir delile dayanmadığını gördükleri halde "bu işler delil ve belgelere dayanmaktadır" derler.[32]


[19] Hadisi Buharı, İlim ve İ'tisam kitabında (Feth'de 100 ve 7307 numara ile Müslim, İlim kitabında 2673 genel numara ile Tirmizi İlim kitabında 2652 numara ile İbn Mâce, Mukaddime de 52 numara ile Dâremi Mukadddimede 239 numara ile İbn Hıbban sahihinde 7/48. 8/254 ve 255 de rivayet, etmiştir.
[20] Yazar hadisi Buhari'ye nisbet etmekte hataya düşmüştür. Aslında hadis, ne Buhari'de, ne de Müslim'de vardır. Sünen sahiplerinden sadece İbn Mâce rivayet etmiştir. Hadis, İbn Mâce'de Fiten kitabında 2/1339 da 4039 numaradadır. Hadisi ayrıca Ahmed b. Hanbel Müsnedinde rivayet etmiştir. Bu hadis gelecekten, ilerde insanların karşılaşacağı zamanlardan haber vermektedir. Bu zamanlarda bol yağmurlar insanları aldatacak, çok mahsul olacağı ümidine kapılan insanlar umduklarını bulamayacaklardır.
[21] Bu zât Şamlı Mekhûldur. Mürsel rivayeti çoktur. Beşinci tabakadandır. Hicretin 113. yılında vefat etmiştir. Bakınız: Takrib, 2/273; Şezerat, 1/146; Cerh ve Ta'dil, 4/222
[22] Bu zat Süfyan b. Said b. Mesruk  es-Sevridir.   Künyesi Ebu Abdillah olup Kufelidir. Güvenilir' ibadetine düşkün, imam ve hüccet olan bir fıkıh bilginidir. Yedinci tabakanın ileri gelenlerdendir. Bazı rivayetlerinde karışıklık yapardı. Hicretin 171 yılında vefat etmiştir. Bakınız: Takrib. 1/311: Şezerat, 1/250; Cerh ve Ta'dil, 4/222
[23] Nebat: İrakla Filistin arasında yerleşmiş satni ırktan bir topluluğun adıdır.
[24] Sözü edilen yer vakıf durumunda olduğu için satılıp satılmaması kâdi'nin kararına ihtiyaç göstermekdir. (Çeviren)
[25] (Yazar böyle diyorsa da) Hanefi kaynaklarında onların mezhebine göre bu tür el değiştir­menin caiz olduğu yazılıyor. Şimdi uygulama da böyledir.
[26] Âl-i İmran: 7
[27] Câsiye: 23
[28] Zuhruf: 23
[29] Zuhruf: 24
[30] Şuara: 72-73-74
[31] Hz. Ali'nin sözündeki “ölüler” ifadesinden maksat yaptıklarına uyulan sahabe ve onlar gibi olanlardır. Sözün dış ifadesi, onlara tek olarak değil topluluk olarak uyulması gerektiğini bildirmektedir.
[32] İmam Şatıbi, el-İ’tisam Kitap Dünyası Yayınları: 2/191-206.