๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => el İtisam => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 01 Haziran 2011, 16:17:07



Konu Başlığı: Bazı bidatları küçük olarak değerlendirmenin sartları
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 01 Haziran 2011, 16:17:07
Bazı Bid’atları Küçük Olarak Değerlendirmenin Şartları


"Bid'atlardan bazıları küçük olur" dediğimiz zaman, bu birtakım şartlarla meydana gelmektedir.
Birinci şart: Bid'atı devamlı olarak yapmamaktır. Çünkü küçük günahın devamlı yapılması, onu yapana göre büyük günah (gibi) olur. Bu sonuç o küçük günah yapmakta ısrar etmekten doğmak­tadır. İşte o (küçük) günahı ısrarlı olarak yapmak onu büyük günaha dönüştürmektedir. Bundan dolayıdır ki şöyle demişlerdir:
"Israr edince küçük günah, istiğfar edince de büyük günah yok olur." Bid'at da böyledir. Şu kadar ki gerçekte günahlarda bazen ısrar edilir, bazen edilmez. Buna göre günah işleyenin (mahkemede) şahitliğinin kabul edilmesi veya reddedilmesi, şahidin hoşnut olunan birisi olup olmaması söz konusudur. Bid'at böyle değildir. Çünkü bid'atın özelliği devamlılık, sürekli yerini koruması, onu yapmayanın başına kıyamet, koparmak, ayıplamak, aptal ve cahil olmakla suçlanmak, bid'atçı ve dalalet içinde olmayı reddetmek, bu ümmetin geçmişlerine ve kendisine uyulan önder kimselere aykırı davranmaktır. Bunun delili nakledilen ibretli vak'alardır. Çünkü bid'atçılar, güçlü bir grupları varsa ehl-i sünneti reddederler. Veya her yörede emirleri yerine getirilen bir devlet başkanına yapışır (ondan güç alır)lar. Geçmiş dönem âlimlerinin[64] hayatını inceleyenlerin orada bizim söylediklerimizden bir şeyler bulacağı gayet açıktır.
Bu konudaki nakillere gelince, selefin, ilk dönem âlimlerinin zikrettiğine göre (bir yerde) bid'at icad edilince mutlaka devamlı olur. Günahlarda durum böyle değildir. Günah, işleyen kimse tevbe edip Allah'a dönüş yapabilir. Ümmetin 73 fırkaya bölüneceğini bildiren rivayetlerden bazısındaki şu ifade yukarda söylenenleri güçlendir­mektedir.
"Kuduz hastalığına tutulan kişiden bu hastalık, nasıl (vücudun her tarafına) sirayet ederse bid'at düşkünlüğü de böyle sirayet eder.”[65] Bundan hareketle selef, bid'at düşkünü olan kimse­nin -daha önce de geçtiği üzere kesinlikle tevbesi olmayacağını söylemişlerdir.
İkinci Şart: Başkalarına yaptığı bidate uymaları için çağrıda bulunmamaktır. Çünkü bid'at göreceli olarak küçük olabilir. Sonra bu bid'atı işleyen kişi (başkalarını) aynı şeyi söylemeye sevkederse bunların günahı çağrıda bulunan kimseye olur. Çünkü o bid'atın yaygınlaşması için kışkırtma yapan kendisidir. Kendi yaptığı bid'atın daha çok yapılmasına, daha çok gerçekleşmesine sebep olmuştur. Sahih hadis ısbat etmiştir ki;
"Her kim kötü bir yol icad ederse onun günahı ve o kötülüğü yapanların günahı onu ilk olarak yapanadır. Bununla beraber onu işleyenlerin günahından hiçbir eksilme olmaz.."[66]
Küçük günah ile büyük günah arasındaki farklılık günahın az veya çok olmasına göredir. Muhtemel ki yaptığı bid'ata çağrıda bulunmakla, küçük olanı büyüğe eşit olur veya büyükten daha ziyade bile olur.
Eğer bir kimse bid'at işlemek zorunda kalırsa en iyisi, sadece kendisi yapmalı, kendi günahı ile birlikte başkalarının günahını yüklenmemelidir. Yapılan bid'ata başkasını da davet etmesi duru­munda, işin içinden çıkmak zorlaşır. Çünkü günah Allah ile kul arasında olunca, bağışlanması ve tevbesi umulur. Buna başkalarını da davet etmesi halinde tevhenin kabulü imkansızdır. Bid'at'ın kötülenmesi ile ilgili bölümde bu konu geçmişti. Bu meselede sözün kalan kısmı ilerde gelecektir. -İnşaallah-
Üçüncü şart: Bid'atın insanların toplu olduğu veya sünnetlerin yapılıp dinin ana kurallarının ortaya konulduğu yerlerde yapılma­masıdır.
Bid'atın kendisine uyulan ve haklarında iyi düşünceler beslenen kimselerin bulunduğu toplulukta yapılmasına gelince, bu İslamın genel gidişatına en zararlı bir şeydir. Çünkü bu durum iki şeyden öte geçmez; Ya bid'at sahibine uyulur (veya uyulmaz).[67] Aslında halk (sıradan kimseler), her duyduğuna uyar. Özellikle şeytanın güzelleşirmekle görevli olduğu ve nefsin güzel görmeğe düşkün olduğu bid'atlar böyledir. Küçük bir bid'at sahibine uyulduğu zaman, o küçük bid'at, sahibine göre büyük olur. Çünkü her bir sapıklığa çağrıda bulunana hem o sapıklığın, hem de o sapıklığı yapanların her birinin günahı vardır. Kendisine uyanların çokluğuna göre günahı büyük olur.
Bu durum aynen günahlarda da vardır. Çünkü mesela, bilgin bir kimse küçük de olsa açıktan bir günah işlerse o günahı insanların işlemesi kolay olur. Çünkü (bu durumda) cahil kimse şöyle der:
"Eğer bu davranış onun söylediği gibi günah olsaydı, onu yapmazdı. Âlimin onu yapması, bizim bilmediğimiz, fakat onun bildiği bir sebebe dayanmaktadır."
Bid'at dahi böyledir. Kendisi uyulan durumda olan bir bilgin, bid'atı açıktan işlerse, hiç şüphesiz, cahil kimse bunu, ibadet ve yapanı Allah'a yaklaştıran bir şey zan edecektir. Çünkü bilgin, bid'atı o veçhile yapmaktadır. Hatta bu açıdan bid'at, günahtan daha şiddetlidir. Çünkü bir günah'ı işleyen kimseye uyulmadığı olur. Bid'at ise böyle değildir. Yapılanın kötü bir bid'at olduğunu bilen kimse dışında, hiç bir kimse bid'ata uymaktan çekinmez. İşte o zaman bid'at günah derecesinde olur. Böyle olunca da bid'at'ın büyük günah olmasından şüphe yoktur. Bid'at sahibi bid'atına uyulması çağrısında bulunuyorsa bu, daha şiddetlidir. Bid'atı açıktan işlemek, ona uyulmasına sebep ise, çağrıda bulunmak uyulmayı daha çok etkiler.
Hasan'dan rivayet, olunduğuna göre İsrail oğullarından bir adam bir bid'at icad edip, insanlara bunu yapmaları çağrısında bulundu. Adam, günahını anlayınca köprücük kemiğini deldirip bir halka takdırdı. Halkadan geçirdiği bir zincirle kendisini bir ağaca bağlattı. Ağlamaya ve Rabbine yalvarmaya başladı, yüce Allah o zamanın Peygamberine vahy ederek onun tevbe etmesine gerek olmadığını, bulaştığı şeyin bağışlandığını bildirdi.
(Her bid'atın bir sapıklık olduğu ve her bid'atın cehennemde olduğu hadiste bildirildiğine göre, bid'at işleyerek) dalâlete düşen/sapıtan ve cehennem ehlinden olanın durumu acaba nasıl olur?
Bid'atın, sünnetin yapıldığı yerlerde gerçekleştirilmesine gelince bu açıktan bid'ata çağrıda bulunmak gibidir. Çünkü İslamın gereği olan şeylerin açıktan yapılması orada yapılan her şeyin İslamiyetin gereği olduğu sanılmasına yol açar. Bid'atı açıktan yapan kimse, sanki "İşte şu (yaptığım şey) sünnettir. Buna uyunuz." demiş gibidir.
Ebû Mus'ab[68] diyor ki:
Bulunduğumuz yere îbn Mehdî[69] gelmişti. Namaz kıldı. Namaz kılarken dış giysisini safta önüne koymuştu. İmam selam verince insanlar bir ona bir de İmam Mâlik'e baktılar. Mâlik, imamın arkasında namaz kılmıştı. Selam verince şöyle dedi:
Burada koruma görevlilerinden kim var? Hemen iki adam geldi. Mâlik onlara:
Bu giysinin sahibini yakalayıp hapse atın! dedi. Adam hapsedildi. İmam Mâlik'e:
O İbn Mehdî'dir, denilince ona dönüp söyle dedi:
Elbiseni safta önüne koyup ona bakmak suretiyle insanların gözünü meşgul etmekten ve bizim camimizde bilmediği­miz (alışılmamış) bir şeyi yaparken Allah'tan sakınıp korkmadın mı? Oysa Hz. Peygamber:
"Her kim bizim camimizde bizim bilmediğimiz bir şeyi icad edip yaparsa, Allah'ın, meleklerin ve İnsanların, tüm bunların laneti onun üzerine olsun." buyurmuştur.[70] Bunun üzerine Ibn Mehdi ağladı. Kendi kendine Hz. Peygamberin camisinde ve başka camide bir daha ebediyyen bunu yapmamaya söz verip yemin etti.
Aynı olay İbn Mehdi'nin kendisinden gelen rivayette şöyle anla­tılmıştır: "İki görevliye dedim ki:
Beni Abdullah'ın babasına (İmam Mâlik'e) mi götürüyorsunuz? Onlar:
Şayet istersen ona götürürüz, dediler. İmam Mâlik şöyle dedi:
Ey Abdurrahman! Akılları karıştıra­cak şekilde mi namaz kılıyorsun? Ben bu soruya şöyle cevap verdim:
Ey Abdullah'ın babası! Gördüğün gibi sıcak bir gündür. Giysim bana ağır geldi. Bunun üzerine İmam Mâlik:
Bu yaptığınla geçmişlere dil uzatmak ve onlara aykırı davranmak istemediğine yemin eder misin? dedi. Ben de: yemin ederim ki böyle bir şey kasdetmedim dedim. İmam Mâlik görevlilere:
"Onu bırakınız" emirini verdi.
İbn Vaddah'ın anlattığına göre İmam Mâlik'in zamanında Medi­ne'de müezzin tesvib'de bulundu. İmam Mâlik ona birini gönderdi ve Müezzin geldi. Mâlik ona:
Bu yaptığın nedir? diye sordu. Müezzin:
İnsanların şafak vaktinin olduğunu bilip kalkmalarını istediğim için böyle yaptım, dedi. İmam Mâlik ona şöyle dedi:
Bunu yapma! Memle­ketimizde daha önce olmayan bir şeyi icad etme! Hz. Peygamber bu şehirde on yıl yaşadı. Ebu Bekir, Ömer ve Osman böyle bir şey yapmadılar. Memleketimizde daha önce olmayan bir şeyi icad etme!
Müezzin bunu yapmaktan vazgeçti. Bir süre geçtikten sonra şafak attığı sırada minarede öksürmeye başladı. İmam Mâlik ona birisini gönderip sordu: 
Bu yaptığın nedir?  Müezzin şöyle dedi:
İnsanların şafak vaktini bilmelerini istedim. Mâlik ona:
Ben olmayan bir şeyi bizim aramızda icad etmeni yasaklamadım mı? dedi. Müezzin:
Sen bana ancak tesvib yapmamı yasaklamıştın, diye cevap verdi. İmam Mâlik ona:
Yapma! dedi. Bir süre bunu yapmaktan vazgeçti. Sonra kapılara vurmaya başladı. Mâlik gene ona birisini gönderip:
Ne bu yaptığın? dedi. Müezzin:
İnsanların şafak vaktini bilmelerini istedim, cevabını verdi. Mâlik ona:
Yapma! Beldemizde olmayan bir şeyi icad etme! Emrini verdi. İbn Varidah der ki:
Mâlik tesvib i mekruh görürdü. Bu sadece Irak'da icad edilmiş bir şeydi. İbn Vaddah'a:
Mekke, Medine, Mısır veya diğer şehirlerde tasvib yapılır mıydı? denildiğinde şöyle cevap verdi:
Ben onun ancak bazı Kûfelilerde ve (Şîanın bir grubu olan) İbâziyyede olduğunu duydum.
İlk anda meseleye bakana göre basit bir şey gibi görünen bir işi İmam Mâlik'in nasıl yeni bir icad saydığını (iyi) düşün. İmam Mâlik tesvib hakkında: "O bir sapıklıktır." demiştir. Böyle olduğu açıktır. Çünkü (dinde) sonradan ortaya çıkarılan her şey bid'attir. Her bid'at ise dalalettir. Mâlik, müezzinin (insanlara bir uyarı olmak üzere) öksürmesine ve kapıları çalmasına hoş görü ile bakmamıştır Çünkü böyle bir sey, yerleşip sünnet haline gelmeye elverişlidir. Nitekim Abdurrahman'ın elbiseyi namaz kılarken önüne koymasınıda sünnet olarak benimsenmiş bir şey olarak algılanması korkusundan dolayı yasaklamıştır.
Mağrib'de Mehdî denen birisi şafağın attığını bildirmek üzere "Sabah oldu, Elhamdü lillah" sözünü icad etmişti. Bunu insanları itaata yöneltmek, cemaati toplamak, emredileni yapmak ve gereken hareketi gerçekleştirmek için yaparlardı. Bu tesvibe son dönemdekiler tıpkı ezan gibi özel bir önem verdiler.
Ayrıca İskenderiyye'de icad edilen dua Mağriplilere taşınmıştır. Endülüs camilerinde ve diğerlerinde âdet haline gelen de budur. Tüm bunlar şu ân'a kadar camilerde sünnet (gibi) olmuştur. Innâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn!
İmam Mâlik'in işaret ettiği tesvib böyle açıklanmıştır: Müezzin ezanı okuduğu zaman insanlar (Cemaata gelmekte) ağır davranır­lardı. Bunun üzerine müezzin ezan ile kamet arasında "Kad kâmet'is-Salâtü/namaz başladı" "Hayye Alâ’s-Salâti, Hayye Ala'l Felâhi/Haydin namaza, Haydin kurtuluşa" der (ezandan başka bu sözlerle halkı namaza çağırır) di. Bu uygulama bizdeki[71] onların "Es Salâtü, Rahime kumullah/Namaz! Allah size rahmeti ile mua­mele etsin" sözünün bir benzeridir.
Abdullah bin Ömer (r.a.) bir gün camiye girmişti. Orada namaz, kılmak istiyordu. (Bu arada) müezzin tesvib yaptı. Abdullah b. Ömer camiden çıkıp (yanındaki adamına):
Haydi, bu bid'atçının yanından çıkalım dedi ve o camide namaz kılmadı. İbn Rüşd diyor ki:
Bu, bizim Kurtuba'da uygulanan gibidir. Şöyle ki: Müezzin (sabah) zatımdan sonra müstakil olarak sabah namazından önce "Hayye ale’s-salâti" diyerek çağrıda bulunur. Sonraları bu bırakılmıştır. Gene İbn Rüşd diyor ki:
Bundan maksat müezzinin ezan sırasında (Hayye Ale'l Felâh'dan sonra) "Hayye Alâ Hayr'il Amel/Haydin en hayırlı işe" demesidir. Çünkü bu, şîa mezhebinden sünnete aykırı davrananların ezanda yaptığı bir eklemedir. Mecmu' isimli eserde şöyle denmiştir: Camide iken tesvib yapıldığını duyan kimse, Abdullah bin Ömer'in yaptığı gibi oradan çıkar.
Mesele hakkında söylenecekler vardır. Tesvib'den maksat İmam Mâlik'in hakkında "O sapıklıktır" dediği tesvib'dir. Bu söz sonradan çıkarılıp icad edilen işlerin topluluk arasında veya sünnetin yerine getirildiği yerlerde yapılmasının daha şiddetli/zorlu olduğunu göster­mekledir. Meşru olan şeyleri korumak, korumaların en zorudur. Çünkü bid'atın buralarda yapılması, insanların onu benimseyip yapmaları ile sonuçlanır. Böylece bunların günahı da ilk defa yapana döner gelir. Sonuç itibariyle bid'atı ilk olarak yapanın vebali çoğalır, bid'atının tehlikesi büyüktür.
Dördüncü Şart: Bid'atı küçük görüp, basit algılamamaktır. Çünkü böyle yapmak, onu hiç yerine koymaktır. Günahı hiçe saymak, günahtan büyüktür. İşte bu küçük olan ama aynı zamanda günah olan bir şeyin iki bakış açısı vardır: Birincisi dindeki derecesi ikincisi yüce Allah'a karşı aykırı davranmış olmaktır. Birinci bakış açısı itibariyle dinden o günahın küçük olduğunu anlamış isek, küçük yayılır. Çünkü biz, günahı din nereye koymuş ise oraya koyarız, ikinci açıdan bakıldığında mesele bizim inancımızla ilgilidir. Allah'a karşı aykırı davranmış olmakla, Allah'a karşı var olması gereken saygı zedelenmiş olur. Bu hususta bize gerekli olan gerçekten bunun büyük bir şey olduğunu kavramaktır. Çünkü bu açıdan bakıldığında büyük ile karşılaşmakla, küçükle karşılaşmak arasında i'ark yoktur.
Günaha göre, günah olmak itibariyle, gerçekte yukardaki iki bakış açısı arasında fark yoktur. Çünkü günah tasavvuru bu iki bakış açısına bağlıdır. Küçük olduğuna inanılması ile onun meydana gelişini büyük bir şey olarak değerlendirmek, birbirine ters düşmez.
Çünkü bunlardan her biri ayrı ayrı cihetlerle yapılan değerlendir­melerdir.
Günahı işleyen kişi onu işlerken yüce ve Rabbani yönü küçük görmek kasdı içerisinde olmamış, din koyucunun küçük veya büyük saydığı bir şeyi işlerken keyfi arzusuna uymayı kasd etmiş olabilir. Bu durumda günah, kişinin durumuna göre gerçekleşir. Nitekim bid'atı yapan kişi de din koyucu ile çekişmeyi ve dini küçük görmeyi kasdetmiyor. Dinin gereği gibi davranmayı kasdediyor, fakat ilave ettiği ve başkalarına tercih ettiği bir yorum ile bunu yapıyor.
Şu kadar ki, dinde bid'at işlemeyi küçük görmek böyle değildir. Çünkü bu ancak, her şeyin mâliki Hak Teala'ya karşı aykırı gitmektir. Zira bu durumda yasak ve aykırı davranmak meydana gelmiştir. Bunu hafife almak büyük bir şeydir. Bundan dolayıdır ki şöyle bir şey söylenmiştir: "Hatanın küçüklüğüne bakma, kime karşı işlediğine bak."
Sahih'de rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber veda haccında şöyle buyurmuştur:
"Bu gün hangi gündür?" Çevresindekiler:
Hacci Ekbar günüdür, dediler. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle bu­yurdu:
"Bu gününüz nasıl kutsal/saygıdeğer bir gün ise bu şehriniz (Mekke)'de canlarınız, mallarınız ve namuslarınız dahi öyle kutsal/saygı değerdir. Bir suç işleyen kendi suçundan başka bir şey ile suçlanmaz. Baba oğlunun, oğul da babanın işlediği ile suçlanamaz. Dikkat ediniz! Şeytan muhakkak ki şu memleketinizde kendisine tapınılmasından ebediyyen ümidini kesmiştir. Sizin ufak tefek/değer­siz saydığınız işlerinizde bile ona itaat yoktur. Şeytan, değer verme­diğiniz işlerinizde ona boyun eğmenizden hoşnut olacaktır."[72]
Hadis­teki "...Ona boyun eğmenizden hoşnut olacaktır." ifadesi değersiz görülen günahlardaki tehlikenin büyüklüğünü göstermektedir.
İmam Gazzâli bu şartı dikkatlice değerlendirmiş ve İhya isimli kitabında önemsememek sebebiyle küçük günahın büyük olacağını bildirmiştir.
Gazâli: “Kul günahını büyük gördükçe, günah Allah katında küçülür. Kul günahını küçük gördükçe de Allah katında büyür." dedikten sonra bunu açıklamış ve geniş bir izahat vermiştir.
Buraya kadar söylediğimiz şartlar meydana gelince ümid edilir ki bid’atların küçükleri küçük günah olur. Eğer şartlardan biri veya çoğu yerine gelmez ise bid'at, büyük günah olur veya büyük olmasından korkulur. Nitekim günahlarda da durum böyledir.
En iyi bilen Allah'tır.[73]



[64] Bu konunun en iyi delili, Ahmed b. Hanbel'in de başına gelen "Kur'an mahlûk mudur, değil midir?" belasıdır.  Bu mesele incelendiğinde doğru yolda yürüyen kimse için büyük faydalar olduğu görülür. Ahmed b. Hanbel bu olaydan önce Şam ve Irak halkı için yol gösterici bir bilge lider idi. Bu olaydan sonra da tüm dünya halkı için böyle oldu.
[65] Hadis için bakınız:  Ebu Davud Sünen.  Kitab’üs Sünne. 1.Bâb;  Avn'ul Ma'bud.12/342 (Çeviren)
[66] Bu sahih bir hadisten bir parçadır. Hadisi Müslim İlim kitabında 1017. Zekât kitabında, bölümün 15. hadisi olarak: Nesaî, Zekât kitabında 5/75-76-77; Tirmizi, İlim kitabında 2675 numara ile, İlin Mâce. Mukaddimede 203 numara ile. Ahmed b. Hanbel Müsned'de 4/357-359-360-361-362 de. Darimi, Mukaddimede 514 ve 515 numara ile rivayet etmişlerdir.
[67] Parantez içindeki ifade orjinalde yoktur. Fakat az önce söylenen "iki şeyden öte geçmez” ifadesinin açılımı yapılmamış "ya bidat sahibine uyulur" denilip, ikinci şık söylenmemiştir. Kanatimizee ikinci şık parantez içinde söylediğimiz husustur. (Çeviren)
[68] Ebu zât, Ahmed b. Ebî Bekir b. el-Hâris b. Zürare b. Mus'ab b. Abdurrahman b. Avf Ebû Musab ez-Zührîdir. Doğru bir fıkıh bilginidir. Ebû Hayseme rey/akıl yolu ile fetva verdiği için onu ayıplamıştır. Onuncu tabakadandır ve hicri 242 yılında vefat etmiştir. Bakınız: Takrib. 1/12: Şezerât/2100.
[69] Bu zat, Abdurrahman b. Mehdi b. Hassan el-Anileridir. Ebû Saîd el-Basrî bunların azadlı kulesidir. Kendisi güvenilir ve sağlam bir kimsedir. Hadis hafızı, hadis ve hadis ricalini bilen bir zâttır. Dokuzuncu tabakadan olup hicretin 298 yılında vefat etmiştir. Bakınız: Takrîh, 1/499: Tezkire. 1/329: Maârif, shf.513.
[70] Rivayetler arasında "Her kim yeni bir şey icad ederse..." ifadesinden başkasını ve yukardaki rivayette yer alan "bizim camimizde" ifadesini bulamadım. Hadis için bakınız; Kenzu’l Ummal, hadis no: 44336; Feth'ul Bari. Hadis no: 1868 Müslim. Hac bölümü, genel hadis no: 1366-1370 ve 1720; Ebû Hacer'in "Mevsûatu Etraf il Hadis. 8/35.
[71] Yazar’ın Gırnatalı olduğu hatırlanmalıdır. (Çeviren).
[72] Bu hadis İbn-i Hişam'ın Siresinde yer alan uzun bir rivayetin özetidir. 4/275 istersen ayrıca Buhârî'nin Hac kitabında ve başka pek çok yerlerde zikrettiği rivayetlerine başvur. Hadis numarası 1739-1741-1742; Müslim. Kasâme bölümü hadis genel numarası 1679; Ibn Mace, Mukaddime bölümü, hadis no:233; Dârimî. Menasik bölümü, hadîs no:1916; Ebu Davud. Menasik bölümü, hadis no:1905 Hadisi ayrıca Âkulî Ritabu'r Rasf isimli eserinde rivayet etmiştir. 1/598
Çevirenin Notu: Görüldüğü üzere eseri tahkik eden Dr. Nedvî'nin verdiği kaynaklar arasında Tirmizi yoktur. Metinde yer alan hadisteki son kısmın Tirmizideki şekliyle mealini veriyoruz. “... Fakat sizin değersiz saydığınız işlerinizde şeytana boyun eğeceksiniz, O da bundan hoşnut olacaktır." Tirmizi. hadis no: 2159.
[73] İmam Şatıbi, el-İ’tisam Kitap Dünyası Yayınları: 2/89-96.