๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => el-İhtiyar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 14 Mart 2011, 15:28:11



Konu Başlığı: Kısas tatbiki olmazsa diyete baş vurulur
Gönderen: Sümeyye üzerinde 14 Mart 2011, 15:28:11
Kısas Tatbiki Mümkün Olmazsa Diyete Baş Vurulur:




Bir el karşılığında birden fazla el kesilmez: Bu daha evvel anlatılmıştı. Diyet vermek gerekir: Kısası tatbik   etmek mümkün olmayınca, diyet vermek gerekir ki, cinayet cezasız kalmasın.

Bir kimse iki adamın sağ ellerini keserse, onun da sağ eli kesilir ve aralarında paylaşılmak üzere diğer elin diyeti alınır: Çünkü bunlar terekede hakları bulunan alacaklılar gibi istihkak bakımından eşittirler. Yalnız, bunlardan biri öteki olmadan caninin elini kesmişse, orada bulunmayan tek başına diyetini alır: Çünkü hâzırda bulunan hakkını almış, gâipdekinin hakkı kalmıştır. Kısası tatbik etmek mümkün olmadığından da, diyet alınır.

Kesenin eli sakat veya parmakları eksik olursa; eli kesilen şahıs isterse kusurlu eli kestirir, isterse elinin diyetini alır: Çünkü hakkını tam olarak alması mümkün değildir. Hakkından daha azını almaya razı olursa, alır ve artık ona bir şey verilmez. Veya dilerse kısasın bedeli olan diyeti alır. Meselâ; bir kimse misliyattan olan bir malı gasbeder de bu malı telef eder ve sonra da bunun misilleri piyasada ve insanların yanlarında bulunmaz olursa; mal sahibi gasp edilen malının değerini alır. Yukarıdaki mes'ele de işte böyledir.

Caninin kusurlu eli kendiliğinden kopup düşer veya zulmen kesilirse, mağdur hakkı kısasda taayyün ettiği için bir şey alamaz. Ancak kendi arzusu ile bu hakkının karşılığında mal (diyet) alır. Ama o mal da kısas mahalli olan elin yok olması sebebiyle sakıt olur. Ancak caninin eli başka kısas veya hırsızlık sebebiyle kesilirse, mağdura diyet vermesi gerekir. Çünkü o, üzerinde tahakkuk eden bir hakkı o eliyle ödemiştir ve o el mağdur açısından sağlam sayılır.

Baş yaralayan kimse küçük başlı ise, yine hüküm aynıdır: Çünkü hakkını tam olarak alması mümkün değildir. Zira kendi kafasındaki yaranın alanı miktarınca, caninin kafasındaki alana kısas tatbik edilirse, sınırı aşarak hakkından fazla bir alana tecavüz eder. Söz gelimi; kafasındaki iki boynuz yerinin arası yaralanan bir kimse caninin kafasındaki iki boynuz yeri arasına kısas tatbik etme hakkına sahip olur. Caninin kafasındaki bu bölgenin alanı mağdurunkinden küçük ise ve mağdur da onun kafasında aynı büyüklükte yara açarsa, hakkından fazlasına tecavüz etmiş olur ve evvelce de söylediğimiz gibi muhayyer olur: Dilerse kısas tatbik eder, dilerse yarasının diyetini alır.

Yaralayanın başı büyük olduğunda yaralanan şahıs isterse yarası kadar kısas tatbik ettirir, dilerse yarasının diyetini alır: Çünkü yaralayanın kafasındaki iki boynuz yerinin arasına yara açılırsa, bu durumda yaranın uzunluğunun fazla olması sebebiyle yaralayanın kafasındaki ayıp ve kusur fazla olur ki, bunda hakkı yoktur. Ya kendi yarası kadar yara açar, ya da yarasının diyetini alır. Nitekim bunu daha evvel açıklamıştık.

Bir kimse hatâen bir adamın elini keser, sonra iyileşmeden onu kasten öldürür veya eli iyileştikten sonra hatâen öldürür yahut elini kasten keser sonra hatâen öldürür veya iyileştikten sonra kasten öldürürse; her iki durum ile de cezalandırılır: Bunda asıl olan şudur; yaraları üst üste koyup toplamak mümkünse toplanır. Çünkü umumiyetle öldürme müteakip yaralamalar sebebiyle vukûbulur. Her yarayı kendi başına değerlendirmeğe alırsak, bu sıkıntıya yol açar. Ama yaraları üst üste koyup toplamak mümkün olmazsa, her birine kendi hükmü verilir. Bu mes'elelerde yaraları toplamak mümkün değildir.

Birinci mes'elede her iki fiil ve bunların hükümleri değişiktir. Üçüncü mes'ele de böyledir. İkinci ve dördüncü mes'eleye gelince; bu mes'elelerdeki iki fiilin arasına iyileşme fasılası girdiği ve bu fasıla da araya girmese bile yaranın ölüme sirayetine (götürmesine) mâni olduğu için, iki fiil birbirine eklenip toplanır ve hatâen işlenen iki fiilden dolayı bir diyet vermekle iktifa edilir. Kasten işlenen iki fiilde de hüküm İmameyn'e göre böyledir.

Bir kimse bir adamın elini kasten keser, sonra iyileşmeden onu kasten öldürürse, bu iki fiil üst üste konup toplanır ve caninin eli kesilmeyip öldürülür. Çünkü işlenen fiiller birdir ve aralarına iyileşme fasılası girmemiştir. Bu sebeple bu iki kastî fiil hatâen işlenen fiillerde olduğu gibi, üst üste konup toplanır. Ebû Hanîfe dedi ki; 'devlet reisi isterse onlara şöyle der; 'elini kesin, sonra da öldürün.' Veya dilerse; 'onu öldürün' der. Çünkü bu mes'elede iki fiilin üst üste konulup toplanması mümkün değildir. Zira yapılması gereken kısastır. O da eşitlik esasına dayanır. Bu da kesmeye karşı kesmekle, öldürmeğe karşı öldürmekle olur. Kesme ve öldürme fillerini cem'etmek mümkün değildir. Ya da öldürmek fiili, ölümü, kesmek fiiline izafe etmeğe mâni teşkil eder. Görülmez mi ki; kesme fiilini bir kişi, öldürme fiilini de başka bir kişi işlerse; kısası katile tatbik etmek gerekir. Bu; iki fiilin arasına iyileşme fasılasının girmesine benzer. Ama kesme fiilinin ölüme yol açması halinde hüküm bunun hilâfınadır. Çünkü o zaman işlenen fiil birdir. İki fiilin hatâen işlenmesi halinde de hüküm bunun hilâfınadır. Zira o takdirse diyet ödemek gerekir ve eşitlik nazar-ı itibara alınmaz.

Başkasının elini kesen kimse bu yaradan affedildikten sonra yaralı ölürse; kesenin malından diyet vermesi gerekir. Kesen, yaradan ve yaranın doğuracağı şeylerden affedilmişse, bu yaralının ölmesi halinde de affedilmesi demektir. Baş ve yüzdeki yaralamalar da kesmek gibidir (Ebû Yûsuf, İmam Muhammed): İmameyn dediler ki; bu her iki mes'elede de yaralının ölmesi halinde suçlunun affedilmesi demektir. Çünkü kesik ve yaralamada caniyi affetmek, bu fiillerin gereğini affetmek demektir ki, bu gerek de caninin elini kesmektir, eğer yaralı iyileşirse; caniyi öldürmektir, eğer yaralı ölürse. Affetmek, bu ikisinin hangisi tahakkuk ederse, caniyi cinayetten affetmek olur. Bu af, yaralamayı da, öldürmeyi de kapsar. Bu mes'elede de hüküm aynıdır.

Ebû Hanîfe'nin bu mes'eledeki görüşünün gerekçesi şudur; katil, masum bir kimseyi kasten öldürdüğü için kendisine kısas tatbik edilmesi kıyasın gereğidir. Onun kesme fiili affedilmiştir, öldürme fiili değil.

Ancak biz istihsan kaidesine uyarak dedik ki; affın sureti mevcud olduğu için, katilin malından diyet verilmesi gerekir. Bu da hâdisede bir şüphenin mevcud olmasını gerektirir. Şüphe ise, kısasa mâni olur. Cinayetin affedilmesinde ise, hüküm bunun hilâfınadır. Çünkü cinayet kelimesi; her türlü cinayeti kapsayan bir cins ismidir. Kesme fiilinin ve neticelerinin affedilmesinde de hüküm bunun hilâfınadır. Çünkü bunu söylemek; açıkça öldürme fiilini affetmektir.

Sonra, öldürme fiili hatâen işlenmişse, maktülün affı malının üçte birinde muteber olur. Çünkü bu aff katilin mal (diyet) vermesini gerektirir. Mirasçıların hakkı bu mala taallûk eder. Katil öldürme fiilini kasten işlemişse, maktülün affı bütün malında muteber olur. Çünkü bu fiilin gereği kısastır. Kısas bir mal olmadığı için mirasçıların hakkı buna taallûk etmez.

İki veliden biri hazır bulunup öldürme hâdisesi üzerine delil getirse ve sonra diğer veli gelse, yeniden delil getirmesi gerekir (Ebû Yûsuf, İmam Muhammed): İmameyn dediler ki; 'yeniden delil getirmesi gerekmez. Öldürme hatâen olmuşsa, yeniden delil getirilmeyeceği hususunda icmâ vardır. Affetme ihtimali bulunduğu için, gâipdeki veli gelmeden hâzırdakinin kısas tatbik edemeyeceği hususunda icmâ vardır.'

îmameyn'in bu görüşlerinin gerekçesi şudur: Yaralandıktan sonra henüz hayatta iken affetmesinin sahih oluşu delilinden de anlıyoruz ki, kısas ölümün hakkıdır. Bu hak mala dönüşürse, maktülün borçları bu maldan ödenir, vasiyyetleri bu mal ile yerine getirilir. Bu mal mirasçılarına intikal eder. Delil getirme hususunda mirasçılardan biri hepsinin yerine geçer.

Ebû Hanife'nin bu mes'eledeki görüşünün gerekçesi şudur; İmameyn'in belirttikleri sebepden dolayı kısas bir bakıma maktülün, bir bakıma da mirasçıların hakkıdır. Çünkü yaralı hayatta iken, mirasçı yaralayanı affederse; affı sahih olur. Şayet affetme hakkı olmasaydı, borçluyu ibra etmek gibi, caniyi affetmesi de sahih olmazdı. Şu halde ihtiyat gereği olarak diğer velinin yeniden delil getirmesi icab eder. Ama hatâen işlenen cinayette hüküm bunun hilâfınadır: O takdirde mal (diyet) verilmesi gerekir ki; o da her bakımdan maktülün hakkıdır. Zira bu mal

öncelikle onun ihtiyaçlarına sarfedilir. Bunun temeli, diyet-i muğallaza değildir. Hatta bu suç fiili kadınların erkeklerle beraber yapacakları şâhidlikte ve şâhidlik üzerine yapılan şâhidlikle sabit olur. Ama kasten işlenen cinayette hüküm bunun hilâfınadır.

İki adamdan her biri maktülü kendisinin öldürdüğünü ikrar eder de, maktülün velisi onlara; 'siz ikiniz onu öldürdünüz' derse; her iki adama da kısas tatbik edilebilir. Ama ikrarın yerinde şâhidlik olursa, bu bâtıl olur: Şöyle ki; iki şâhid maktülü Zeyd'in öldürdüğüne, bunlardan başka iki şâhid de maktülü Amr'ın öldürdüğüne şâhidlik ederler: Ancak veli maktülü Zeyd ile Amr'ın beraber öldürdüklerini iddia eder. İki mes'ele arasındaki fark şudur; veli maktülü Zeyd ile Amr'ın beraberce öldürdüklerini söylemekle şâhidleri yalanlamıştır. 'Onu ikiniz öldürdünüz' demekle de ikrar sahiplerini yalanlamıştır. Şâhidleri yalanlamak, onları fasık saymaktır. Fâsıklık ise, şehâdetin kabulüne mânidir. İkrar sahibini ikrarının bir kısmında yalanlamak, onun kalan kısımla alâkalı ikrarını iptal etmez. Dolayısıyla bu iki mes'ele arasında fark vardır.

Bir müslümana ok atılır da Allah (cc) korusun o esnada irtidad eder ve sonra ok kendisine isabet ederse; onun için diyet ödemek gerekir (Ebû Yûsuf, îmam Muhammed). Bir mürtedde ok atılır da o esnada müslüman olur ve sonra ok kendisine isabet ederse; onun için bir şey ödemek gerekmez. Bir köleye ok atılır da, o esnada efendisi kendisini azad ederse; onun kıymetini ödemek gerekir (İmam Muhammed): Buradaki üç hükümden ilki Ebû Hanîfe'nin görüşüdür. İmameyn dediler ki; 'bu durumda bir şey ödemek gerekmez.’ Çünkü bunlar silahın isabeti esnasındaki durumu nazar-ı itibara alırlar. Silahın isabeti ise, telef etme halidir ve bu da silahı atanın cezalandırılmasını gerektirir. Telef edilme halinde ise, o irtidad etmekle kendi canının dokunulmazlığını ortadan kaldırmıştır. Böyle olunca da, o silahı atanı suçtan ibra etmiş sayılmaktadır ve o yaralandıktan sonra, ama ölmeden evvel suçluyu ibra etmiş gibi olmaktadır.

Ebû Hanîfe'nin bu mes'eledeki görüşünün gerekçesi şudur; cani oku attığı için katildir. Maktül de okun atılışı esnasında masum, dokunulmaz ve kıymet sahibi bir kimse idi. Bu vasıfları irtidad etmesinden evvel vardı. Aslında bunun hükmü kısastır. Ancak öldürme halini nazar-ı itibara alırsak; irtidad etmesi sebebiyle bir şüphe meydana geldiği için kısas düşer ve diyet ödemesi gerekir. Ebû Hanîfe okun atılması durumunu nazar-ı itibara alır. Bilindiği gibi bir kimse okunu bir ava atar da ardı sıra irtidad eder ve sonra da oku o ava isabet ederse; o avı yemek helâl olur. Aynı şekilde okunu bir ava atar ve bu arada o av ölür ve sonra da ok ona isabet ederse; o av helâldir ve oku atana âit olur. Oku attıktan ama, ok isabet etmezden evvel kâfir olursa, o hayvanın helâl olması için bu da yeterli olur. Bu da okun atıldığı yerdeki durumun nazar-ı itibara alınması gerektiğini gösteren bir delildir.

İkinci mes'eleye gelince; ki, mürted iken kendisine ok atılan bir kimse İslama döner de bu arada isabet alıp ölürse; kendisi için bir şey verilmesi veya katile kısas tatbik edilmemesi gerektiği hususunda icmâ vardır. Çünkü okun atılışı tazminata sebep olarak vâki olmuş değildir. Zira kendisine ok atılan kimse kıymet sahibi değildir. Bundan sonra da tazminat ödenmesine sebep olamaz.

Bu noktadan hareketle; bir adam harbî bir kimseye ok atar ve bu arada o harbî kimse müslüman olur, daha sonra da ok kendisine isabet edip ölürse; onun için bir şey ödemek veya kısas tatbik etmek gerekmez.

Üçüncü mes'eleye, yani köle iken kendisine ok atılan ve ölen kimseye gelince; kıymetinin ödenmesi gerektiği hususundaki görüş Ebû Hanîfe ile Ebû Yûsuf’a aittir. İmam Muhammed dedi ki; 'kölenin sağlam halindeki kıymetinden faydalanması sebebiyle eksilen farkın ödenmesi gerekir. Çünkü azad edilmesi; sirayetin önüne geçer. Bu durumda okun atılması, yaralanan kölenin kıymetinde eksiltme yapan bir cinayet olarak kalır. Dolayısıyla kıymette meydana gelen farkın ödenmesi gerekir.'

Ebû Hanîfe ile Ebû Yûsuf’un görüşünün gerekçesi ise şudur; açıkladığımız gibi bu mes'elede esas, okun atılması esnasındaki durumdur. Suçlu oku attığı anda katil olur. Maktül o esnada efendisinin mülkiyetindedir. Dolayısıyla efendiye kıymetinin ödenmesi gerekir. Ama kölenin eli kesilir, ardı sıra efendisi onu azad eder, sonra da köle ölürse; kesilen elin köle azad edilinceye kadar meydana gelen değer eksikliğiyle birlikte diyetinin ödenmesi gerekir. Kölenin bedeninin tam kıymetinin ödenmesi gerekmez. Çünkü katil onun bedeninin bir kısmını telef etmiştir ki, bu da efendisine tazminat ödenmesini gerektirir. Yaranın ölüme sirayetinden dolayı bir şey verilmesi gerekse idi, köle için gerekirdi. Cinayetin başlangıcı sonucuna muhalif olurdu. Burada okun atılması isabetten evvel tazminat ödemeyi gerektirmemektedir. Çünkü bu itlaf değildir. Ancak bu sebeple rağbetler azalmaktadır. Dolayısıyla cinayetin başlangıcı ile sonu arasında ihtilaf bulunmamaktadır. [52]



[52] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/262-268.


Konu Başlığı: Ynt: Kısas tatbiki olmazsa diyete baş vurulur
Gönderen: Züleyha üzerinde 03 Mart 2020, 11:34:39
Allah razi olsun hocam selâm ve dua ile


Konu Başlığı: Ynt: Kısas tatbiki olmazsa diyete baş vurulur
Gönderen: Mehmed. üzerinde 04 Mart 2020, 15:42:02
Esselamu aleyküm Rabbim paylaşım için razı olsun


Konu Başlığı: Ynt: Kısas tatbiki olmazsa diyete baş vurulur
Gönderen: Es-Sabur üzerinde 05 Mart 2020, 06:37:03
Eğer bir olay kısas ile hallolmuyorsa burada bir diyet almak lazım gelir


Konu Başlığı: Ynt: Kısas tatbiki olmazsa diyete baş vurulur
Gönderen: Sevgi. üzerinde 06 Mart 2020, 06:45:39
Aleyküm selâm. Bu faydalı bilgileri bizlerle paylaştığınız için Allah sizlerden razı olsun kardeşim. Rabbim ilmimizi artırsın inşaAllah