๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => el-İhtiyar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 23 Mart 2011, 14:56:18



Konu Başlığı: İstîlâd
Gönderen: Sümeyye üzerinde 23 Mart 2011, 14:56:18

İstîlâd




İstîlâd; lügatte mutlak olarak çocuk istemektir, istilanda ise, cariyeden çocuk istemektir. Her cariyenin doğurduğu çocuğun nesebi, onun tamamına veya bir kısmına sahip olandan sabit olur. Bu takdirde bu cariye efendisinin ümm-ü veledi (çocuğunun anası) olur. Zira istîlâd; çocuğun nesebinin sübûtu için bir teferruattır. Teferruat, asim sübûtuna bağlı olarak sabit olur.

Efendinin iddiası olmadan cariyenin çocuğunun nesebi kendisinden sabit olmaz: Çünkü onunla efendisi arasında nikâh bağı yoktur. Zira cariye ile yapılan cinsî münasebetten maksat; umumiyetle çocuk sahibi olmak değil, şehveti tatmin etmektir. Çünkü eşrafdan olan kimseler, çocuklarının cariye çocuğu olmasından utanç duymamak için, çocuk sahibi olmalarından sakınmak maksadıyla, cariye ile cinsî münasebetten uzak dururlar. İşte bu sebepden dolayı onların bu çocukları kendi neseplerine katmak için iddiada bulunmaları şarttır. Bundan dolayı erkeğin karısı ile değil de cariyesi ile temasda bulunurken -ondan izin almaksızın- azil yapmaya hakkı vardır. Zira kişinin kendi karısıyla cinsî münasebette    bulunmasının  maksadı,   umumiyetle  çocuk  istemektir.

"Evleniniz, çoğaîmız"[13] hadîs-i  şerîfıyle nikâhın meşru kılınmasindaki maksadın, üreyip çoğalmak olduğuna işaret edilmektedir.

Efendi cariyesiyle cinsî münasebette bulunup da azil yapmıyorsa; doğan çocuğu reddetmesi, kendisinden olmadığını söylemesi diyaneten helâl olmaz. Çocuğun kendisinden olduğunu kabullenmesi gerekir. Zira görünüşe göre o çocuk kendisindendir. Efendi cinsî münasebette iken azil yapar ve onunla evlenmezse; iki dış görünüşün tenakuzu  sebebiyle o çocuğu reddetmesi caiz olur.

Ebû Yûsuf dedi ki; 'eğer efendi cariyesiyle cinsî münasebette bulunur ama, onunla evlenmezse; doğan çocuğun kendisinden olduğunu iddia etmesi benim için daha sevimlidir

İmam Muhammed dedi ki; 'çocuğunu azad edip, cariyeden de şehevî olarak faydalanması benim için daha sevimlidir. Kendisi ölünce de o cariye azad olur.' Ebû Yûsufun görüşüne göre; çocuğun kendisinden olması muhtemeldir. Şüphe sebebiyle onu reddetmesi caiz olmaz. İmam Muhammed'in görüşüne göre; çocuğun ondan olması da, olmaması da muhtemeldir. Şüphe sebebiyle onun kendisinden olduğunu kabullenme mecburiyeti yoktur.

Doğan çocuğu azad etmesine gelince; bu çocuk köle olabileceği gibi, hür de olabilir. Onu, şüphe sebebiyle köle edinmesi doğru olmaz. Çocuğun annesinden faydalanabilir. Çocuğun nesebi kendisinden sabit olsa da, annesi kendisine mubahtır. Şüphe sebebiyle esarette tutmuş olmamak için kendisi öldükten sonra o cariyeyi azad eder (azadlığım vasiyyet eder).

Efendi çocuğun kendisinden olduğunu kabul edince; cariye ümm-ü veledi olur. Bundan sonra kendisinden olan çocukların nesebi dâvasız sabit olur: İlk çocuğun kendisine âit olduğunu iddia edip o çocuğun nesebi sabit olunca, kendisinin o cariye ile olan cinsî münasebetlerinde çocuk sahibi olmayı maksat edindiği anlaşılır. Böylece kendisi ile cariyesi arasında bir yatak bağı meydana gelir. Bundan sonra doğan çocukların nesepleri; nikâhlı karısından doğmuşlar gibi sabit olur.

Efendinin sadece çocuğun kendisinden olmadığını söylemesiyle liâna lüzum kalmadan çocuğun nesebi sabit olmaz: Çünkü bu cariyenin yatak cihetiyle efendisine bağlılığı zayıftır. Öyle ki; evlendirmekle ya da azad etmekle bu bağı iptal edebilir. Çocuğu kendi insiyatifıyle reddedebilir. Nikâhda hüküm bunun hilâfmadır. Nikâhlı kadının kocasıyla yatak bağı kuvvetlidir; koca bu bağı iptal edemez. Liân yapmadan çocuğun nesebini reddedemez.

Bir efendi cariyesinin kendisinden hâmile kaldığım ikrar eder ve bu ikrarından sonra altı ay içinde cariyesi doğum yaparsa; çocuğun nesebi kendisinden sabit olur ve bu cariye de onun ümm-ü veledi olur. Ama bu ikrarın üzerinden altı aydan fazla bir zaman geçtikten sonra cariyesi doğum yaparsa; yukarıda söylediğimiz hükümler cari olmaz. Doğan çocuğun diri ya da ölü yahut vücudunun tamamı veya bir kısmı belirgin olan bir düşük olması farketmez. Bu düşüğün kendisinden olduğunu ikrar etmesi halinde bu tam bir çocuk gibi kabul edilir. -Evvelce de açıkladığımız gibi- düşük; normal doğum hükümlerine tâbidir. Ama düşüğün vücudunun bir kısmı belirgin hale gelmişse, kadın onu bir çiğnem et parçası veya kan pıhtısı olarak düşürmüşse; efendi de bunun kendisinden olduğunu iddia ederse, bu cariye onun ümm-ü veledi olmaz. Hasan bunu Ebû Hanîfe'den rivayet etmiştir. Çünkü düşen bir kan pıhtısı veya et parçası da olabilir. İstîlâd (ümm-ü veledlik) şüphe ile sabit olmaz.

Bundan sonra babasının veya oğlunun o cariye ile cinsî münasebette bulunmalarından ya da kendisinin o cariyenin annesi veya kızı ile cinsî münasebette bulunmasından dolayı; o cariye ile cinsî münasebette bulunması haram olursa, cariyenin bundan sonra doğacak olan çocuklarının nesebi kendisinin iddiası olmadan sabit olmaz. Çünkü cariye ile onun arasındaki yatak bağı kopmuştur.

Bir erkek bir cariye ile cinsî münasebette bulunduktan sonra cariye ondan bir çocuk doğurursa; zina neticesi doğduğu için çocuğun nesebi o erkekte sabit olmaz. Bu erkek daha sonra o cariye ile çocuğunu satın alırsa; çocuk azad olur ve çocuğyn annesini de satması caiz olur. İmam Züfer dedi ki; 'caiz olmaz. Çünkü çocuk doğunca kendisi için hürriyet ve neseben sabit olmuş gibi annesi için de ümm-ü veledlik sabit olur.1

Bizim görüşümüze göre; istîlâd nesebe tâbi olur. Bu sebeple çocuğa izafe edilir ve o cariyeye çocuğunun annesi denilir. Ki; cariye için hürriyeti sabit kılan da odur. Bir hadîs-i şerîfde Hz. Peygamber (sas) oğlu

ibrahim'i doğuran Mariye'den bahsederken;  "Odu çocuğu azad etti."[14] buyurmuştur. Yukarıdaki misalde neseb sabit olmaz. Ona bağlı olan ümm-ü veledlik de sabit olmaz. Çocuğun hür olması ise, o erkeğin (babasının) bir parçası olmasından dolayıdır. Babası onu azad etmiş gibi hür olur.

Ümm-ü veled olan bir cariyenin azad edilmekten başka surette efendisinin mülkünden çıkarılması caiz değildir: Satılması, hibe edilmesi, her hangi bir şekilde başkasına mülk edilmesi caiz değildir. Bunda asıl delil; Muhammed b. Hasan'ın isnadıyla rivayet ettiği şu hadîs-i şerîfdir: Rasûlullah (sas) ümm-ü veledleri ölen efendinin malının tamamından azad etti ve; "Onlar ödünç verilemezler ve satılamazlar." buyurdu. Hz. Ömer (ra) in de Hz. Peygamber (sas) in minberinde şöyle bir ilânda bulunduğu rivayet edilmiştir; 'bilseniz ki, ümm-ü veledleri satmak haramdır. Efendisinin ölümünden sonra ümm-ü veled cariyelikte tutulamaz.' Ashabdan hiç biri Hz. Ömer (ra) e bu hususda itirazda bulunmamış ve bu bir icmâ haline gelmiştir.

İbn. Abbas (ra) dan rivayet edildiğine göre; Mariye oğlu Hz. İbrahim'i   dünyaya getirdiğinde Rasûlullah (sas); "Onu çocuğu azad etti."[15] buyurdu.

Saîd b. Müseyyeb (ra) den şöyle rivayet edilmiştir; Hz. Peygamber (sas) ümm-ü veledlerin azad edilmelerini, azadlık bedelini ödemek maksadıyla çalıştınlmalannı, terekenin üçte birinden azad edilmemelerini (tamamından azad edilmelerini) emretti.

Ubeyde es- Selmânî'den rivayet edildiğine göre; Hz. Ali (ra) dedi ki; 'ümm-ü veledlerin azad edilmeleri gerektiği hususunda Hz. Ömer ve bir grup sahabî ile görüş birliği etmiştik. Ancak daha sonra ben ümm-ü veledlerin efendilerinin borçlannın ödenmesi maksadıyla satılmalanm uygun gördüm.' Onun bu sözüne karşı dedim ki; 'senin, Ömer (ra) in ve bir grup sahabînin topluca varmış olduğunuz görüş, senin kendi başına varmış   olduğun  görüşten  daha   çok takdirimizi kazanmıştır.1 Bunun üzerine Hz. Ali (ra);  'Ubeyde es- Selmâm hakikaten fakîhtir' dedi ve bu görüşünden döndü.

Efendi ümm-ü veled ile cinsî münasebette bulunmak, onu hizmetinde çalıştırmak, ücretle başkasının işinde çalıştırmak ve kitabet akdine bağlamak haklarına sahiptir: Çünkü müdebberede olduğu gibi, ümm-ü veledde de efendinin mülkiyet hakkı devam etmektedir. Müdebberlik ve ümm-ü veledlikden her biri efendinin vefatına bağlı bir azadlıktır. Müdebber bahsinde de açıkladığımız gibi; kitabet akdi azadlığı öne alıp çabuklaştınr. Zira Mariye Hz. İbrahim'i doğurduktan sonra da Hz. Peygamber (sas) ondan aynlmamıştı.

Ümm-ü veled efendisinin vefatından sonra malının tamamından azad olur. Efendinin borçları için çalıştırılmaz: Zira nakletmiş olduğumuz hadîs-i şerifler bunu gerektirmektedir. İstîlâd dan sonra cariyenin başkasından doğurduğu çocuğun hükmü, kendisinin hükmü gibidir: -Evvelce de açıkladığımız gibi-annede karar kılan bir hüküm çocuğuna da sirayet eder.

Hıristiyan olan bir ümm-ü veled müslüman olunca, kıymeti karşılığında   kazanç sahasına atılıp çalışır ve mükâtebe gibi olur

(İmam Züfer): Kıymetini ödemeden azad olmaz. İmam Züferdediki; 'derhal azad olur. Çünkü cariyelikten kurtulması, İslama girmesiyle vâcib olmuştur. Bu da ya satılması veya azad edilmesi ile olur. Ümm-ü veledliği sebebiyle satılması imkânsız olduğundan, tek çıkar yol azad edilmesidir.'

Bizim görüşümüze göre; söylediklerimizde hem cariyenin, hem onun zımmî efendisinin çıkan gözetilmiştir. Zira bu kadından mükâtebe kılınmakla cariyelik zilleti kalkar ve hemen hürriyete kavuşmuş gibi olur. Zımmî efendisi de zarardan korunmuş olur. Mükâtebe olan cariye hürriyete kavuşmak için ona ödemede bulunmak üzere çalışmaya başlar. Ama derhal azad olduğunu söylersek ve cariye de yoksulsa; çalışıp ödeme yapıncaya kadar uzun zaman geçeceğinden dolayı zımmî efendisi zarara uğrar. Bu cariyeye her ne kadar değer takdir edilmemişse de, muhteremdir. Bedelinin efendisine tazminat olarak verilmesi, hürriyete kavuşması   için  yeterlidir.   Meselâ  maktulün  velilerinden  biri katili kısasdan affederse, diğerlerine mal (diyet) verilmesi gerekir. Bu zımmî efendiye müslüman olması teklif edilip de onun bu teklifi kabul etmemesi halinde cari olan bir hükümdür. Kabul etmezse, o cariye üzerindeki mülkiyeti sona erer ve bedelini alır. Ama İslâmı kabul ederse -nikâh bahsinde de söylediğimiz gibi- cariye yine onun ümm-ü veledi olmakta devam eder. Efendisi ölünce, çalışmadan azad olur: Çünkü o ümm-ü veleddir.

Başkasının cariyesiyle   evlenen kimsenin ondan çocuğu olur ve sonra da ona mâlik olursa; cariye kendisinin ümm-ü veledi olur: Bir kimse kendi mülkiyetindeki bir cariyeyi ümm-ü veled yapar da başkası o cariyenin kendi mülkü olduğuna dâir iddiada bulunur ancak daha sonra bu cariye tekrar kendisinin mülkiyetine dönerse; bu cariye yine kendisinin ümm-ü veledi olur. Çünkü doğan çocuğun nesebi cariyenin efendisinden sabittir. Dolayısıyla cariyenin ümm-ü veledliği de sabit olur. Zira -evvelce de açıkladığımız gibi- cariye bu hususda çocuğuna tâbi olur. Çünkü ümm-ü veledlik hürriyet olup nesebin subûtuyla alâkalıdır. Nesebin cariyelikten başka bir yerde sabit olması caiz olduğuna göre, mülkiyetin taalluk ettiği yerde de ona tâbi olarak sabit olması caizdir. Ama -evvelce de açıkladığımız gibi- bir erkeğin zina neticesi doğan çocuğunun hükmü bunun hilâfınadır.

Oğlunun cariyesi ile temas edip doğan  çocuğun kendisinden olduğunu   iddia   edince, neseb kendisinden sabit olur. Cariye de ümm-ü veledi olur. ükr  [16] hâriç; cariyenin ve çocuğun kıymetini de

ödemesi gerekir: Çünkü baba yiyip içerek hayatını devam ettirmek maksadıyla ihtiyaç durumunda oğlunun malına sahip olabileceği gibi, döl suyunu korumak ve neslinin bekasını sağlamak maksadıyla ihtiyaç durumunda oğlunun cariyesine de sahip olabilir. Zira nafakalar bahsinde de geçtiği gibi, babanın ihtiyaçlarını karşılamak oğlunun vazifesidir. Ancak döl suyunu korumaya ve neslin bekasını temin etmeye olan ihtiyacı,    hayatını    devam    ettirmeye   olan   ihtiyacından  daha  aşağı derecededir. Bu sebeple biz dedik ki; kıymetini Ödeyerek cariyeye mâlik olur. Ama yiyeceğe kıymet ödemeksizin mâlik olur. Ümm-ü veledlik sabit olsun diye bu mülkiyet onun için ümm-ü veledlik öncesinde sabit olur. İstîlâdı tashih eden şey ya mülkün kendisi ya da mülkiyetin hakkıdır. Bunun da cariye gebe kalmadan sabit olması gereklidir ki, gebelik erkeğin mülkiyetine mülaki olsun ve istîlâd da sahih olsun. Kendi mülkiyetinde iken istîlâd sahih olursa, ukr vermesi, o çocuğun kıymetini ödemesi gerekmez. Çünkü gebelik; cariye onun mülkiyetinde iken meydana gelmiştir.

Eğer oğul bu cariyesini kendi babasıyla evlendirir de, bu evlilikten bir çocuk doğarsa; bu cariye ümm-ü veled olamaz. Çünkü cariyeyle evlenen babasının döl suyu zayi olmakdan nikâh sebebiyle korunmuş olur. Cariyeye mâlik olmasına ihtiyaç yoktur. Mâlik olmadığı için de kıymetini ödemesi gerekmez. Ancak mehrini vermesi gerekir. Çünkü mehri vermeyi nikâh sebebiyle üstlenmiştir. Bu cariyenin doğurduğu çocuk da hürdür. Çünkü bu çocuğa kardeşi mâlik olmuştur. Açıkladığımız gibi, kardeşinin rızası olmadan bu çocuk azad olur.

Bunun delili şudur: Bu nikâh sahihtir. Çünkü babanın bu cariye üzerinde mülkiyeti yoktur. Zira oğul; satmak, cinsî münasebette bulunmak, ücret karşılığı başkasının işinde çalıştırmak, azad etmek, kitabet akdine bağlamak gibi tasarrufların tamamını bu cariye üzerinde icra etmek hakkına sahiptir. Baba ise, bu tasarruflardan hiç birini yapmak hakkına sahip değildir. Bu da babanın bu cariye üzerinde mülkiyeti bulunmadığına şüphe sebebiyle bununla cinsî münasebette bulunması durumunda da hadd tatbik edilmesinin vâcib olmadığına delalet eder. Mülkiyeti bulunmadığına göre, oğlunun babasının cariyesiyle evlenmesinin caiz oluşu gibi, babasının da oğlunun cariyesiyle evlenmesi caiz olur.

Babanın velayetinin inkıtaa uğraması halinde, dede baba gibidir: Çünkü dede babanın yerine kâimdir. Babanın velayeti varken, dede veli olamaz. Kâfirlik, esaret, irtidad, dâr-ı harbe iltihak ve ölüm sebebiyle velayet inkıtaa uğrar.

İki erkeğin müşterek malı olan bir cariye çocuk doğurur; bu iki erk e kd en biri çocuğun kendisinden olduğunu iddia ederse, nesebi sabit olur: Mülkiyetine denk gelmesi sebebiyle çocuğun yansında nesep sabit olduğuna göre kalan yansında da sabit olur. Çünkü nesep parçalara bölünemez. Zira nesebin sebebi olan gebe kalma hâdisesi, parçalara bölünemez. Doğrusu tek bir çocuğun iki erkeğin döl suyundan ana rahmine düşmesi mümkün değildir. Bu cariye doğurduğu çocuğun annesi ve çocuğunun, kendisinden olduğunu iddia eden erkeğin ümm-ü veledi olur. İmameyn'e göre bu zahir bir hükümdür. Ebû Hanîfe'ye göre ise, iddia sahibinin hissesi kadannca bu cariye onun ümm-ü veledi olur. Ve o da mülkiyetine mukabil olduğundan dolayı ortağının hissesini mülk edinir ve tamamı kendisinin malı olur. Böylece cariyenin tamamı onun ümm-ü veledi olmuş olur.

İddia sahibinin bu cariyenin yarı kıymetini ödemesi gerekir. Çünkü onun yansını temellük etmiştir. Ve ukrunun yarısını ortağına ödemesi gerekir: Çünkü müşterek bir cariye ile cinsî münasebette bulunmuştur. Zira onu mülkedinmesinin ardı sıra ümm-ü veledlik hükmen gelir. Çocuğunun kıymetinden bir şey Ödemesi gerekmez: Çünkü nesep, gebe kalma vaktine müsteniden sabit olur ve nesepden hiç bir şey ortağının mülkiyetine taallûk etmemiştir.

Her iki ortak da çocuğun kendisinden olduğunu iddia ederlerse; cariye ikisinin de ümm-ü veledi olur: Çünkü onlardan her birinin çocukdaki payı hususunda dâvası sahihtir. İstîlâd ise çocuğa tâbidir. Çocuğun nesebi ikisinden de sabit olur: Rivayet olunur ki, Hz. Ömer (ra) bu hadise hakkında Kadı Şüreyh'e yazdığı mektubunda şu ifadelere yer vermiştir: 'Cariyenin sahibi olan iki ortak bu işi kanştırdıklan için bunun hükmü de onlar için kapalı kalmıştır. Eğer işi açıklasalardı, bu işin hükmü de onlar için açıklanırdı. Doğan çocuk her ikisinin oğludur. Her ikisine de mirasçı olur. Onlar da o çocuğa mirasçı olurlar. Kendisi de onlardan baki kalanın olur.' Hz. Ömer (ra) bu hükmü ashabın arasında vermiş ve hiç kimse itirazda bulunmamıştı. Dolayısıyla bu bir icmâ olmuştur. Hz. Ali (ra) den de böyle bir görüş rivayet edilmiştir. Ortaklann her ikisi de istihkakın sebebinde (mülkiyette) müsavi olduklanndan dolayı, cariyede ve doğurduğu çocukda da istihkak bakımından müsavidirler.

Usame (ra) nin Zeyd (ra) in oğlu olduğunu tespit eden kâif [17] karan üzerine Hz. Peygamber (sas) in sevinmesiyle alâkalı olarak Müdlicî'nin rivayet ettiği hadîs-i şerîfe gelince; bununla alâkalı olarak biz deriz ki; Üsame (ra) nin Zeyd (ra) in oğlu olduğu Hz. Peygamber (sas) in nezdinde kâif in sözü ile sabit olmuş değildi. Hz. Peygamber (sas) bu hakikati zaten biliyordu. Ancak müşrikler Usame (ra) nin nesebine dil uzatıyorlardı. Kâifln sözleri onların dedikodulanna son noktayı koymuştu. Çünkü câhiliyye devrinde müşrikler kâifm sözüne inanıyorlardı. Yoksa, onun söyledikleri Şer'î bir hüküm değildir, tştç bu sebeple Hz. Peygamber (sas) bu duruma sevinmişti.

Nesebin parçalara bölünemez oluşuna gelince; ona parçalara bölünmüş hükümler taallûk eder. Parçalara bölünmeyen nesep ortaklardan her biri hakkında tam olarak sabit olur. Parçalara bölünebilen hükümler de imkân nisbetinde delillerle amel olunarak ortaklardan her biri hakkında sabit olur.

Her   iki    ortağın    da   ukrun    yarısını   Ödemeleri   gerekir:

Ortaklardan birinin diğerinden alacağı sebebiyle Ödeşme suretiyle bu tediye sakıt olur. Çünkü bu malın alınıp tekrar geri verilmesinin bir faydası yoktur. Çocuk her ikisine de bir oğul gibi mirasçı olur: Çünkü iddia sahibi çocuğun kendisinden olduğunu ikrar ettiğine göre, oğlun babasından alma hakkına sahip olduğu mirası hakettiğini ikrar etmiş olur. Her ikisi de bir tek baba gibi o çocuğa mirasçı olurlar: Çünkü beyyine getirmeleri durumunda olduğu gibi, her ikisi de istihkak bakımından müsavi durumdadırlar.

Bir cariye baba ile oğlu arasında ise; baba tarafı tercih edilerek babanın olur. Çünkü -evvelce de açıkladığımız gibi- onun, oğlunun payında hakkı vardır. Bir cariye bir müslümanla bir zımmî arasında ise; İslâmiyet tercih edildiğinden dolayı, müslümanın olur. İmam Züfer dedi ki; 'her iki mes'elede de ortaklar istihkakı vâcib kılan mülkiyette müsavi olduklanndan dolayı müsavi vaziyettedirler.

Biz deriz ki; oğlunun cariyesinden doğan çocuğun kendisinden olduğunu iddia etmesi halinde bu iddiasının sahih olacağı delilinden dolayı babanın iddiası ağır basar, tercih edilir. Ama oğlu babasının cariyesinden doğan çocuğun kendisinden olduğunu iddia ederse, bu iddia sahih olmaz. Müslüman ortak da gaynmüslim ortağa tercih edilir. Zira bu tercih küçük çocuğun daha fazla yararınadır. [18]



[18] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 3/303-312.

[13] Bu hadîsi Beyhakî ve tefsirinde Ibn. Mürdevehy Ibn. Ömer'den muttasıl olarak; İbn. Adiyy ise El- Kâmil'de Saîd b. ebî Hilâl'den mürsel olarak rivayet etmiştir. Hadîs-i şerifin tamamı ise; ".... Ben kıyamet gününde sizin çokluğunuzla övüneceğim, "şeklindedir.

[14] Bu hadîsi İbn. Mâce, Dârekutnî, Hâkim ve Beyhakî rivayet etmiştir

[15] Bu hadîsi İbn. Mâce, Dârekutnî, Hâkim ve Beyhakî rivayet etmiştir

[16] Ukr; şüphe ile kendisiyel cinsî münasebette bulunulan kadına verilecek olan mehirdir. (Mütercim).

[17] Kâif; insanlar arasındaki benzerliklerden anlayan kimse. (Mütercim).





Konu Başlığı: Ynt: İstîlâd
Gönderen: Mehmed. üzerinde 09 Haziran 2020, 20:37:35
Esselamu aleyküm Rabbim paylaşım için razı olsun


Konu Başlığı: Ynt: İstîlâd
Gönderen: Sevgi. üzerinde 10 Haziran 2020, 16:02:46
Aleyküm Selâm. Bilgiler için Allah razı olsun kardeşim
Rabb'im ilmimizi artırsın inşaAllah


Konu Başlığı: Ynt: İstîlâd
Gönderen: Es-Sabur üzerinde 12 Haziran 2020, 06:30:33
Bu terim İslamiyette mutlak çocuk istemek anlamına gelir verende vermeyende Allah tır onun için herşeye razı olmak gerekir