๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => el-İhtiyar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 02 Nisan 2011, 13:26:58



Konu Başlığı: İkrar kitabı
Gönderen: Sümeyye üzerinde 02 Nisan 2011, 13:26:58

 
 
16- İKRAR KİTABI




ikrar kelimesi lûtgatte durdurmak ve sabit hale getirmek mânasındadır. Karar kelimesi de sükûn ve sebat mânasmdadır. 'Falan adam evde karar kıldı' denildiğinde; bu, o adamın o eve yerleşip oturduğu mânasına gelir. 'Onun yanmda şöyle karariaştirdım' denildiğinde bu, 'onun yanında ispatladım' mânasındadır. Vadinin karan; içinde suyun durduğu gibi demektir. 'İş bu minval üzere devam etti1 denildiğinde, o işin bu minval üzere sabit olduğu kasdedilir. İnsanlar (hacılar) o günlerde sefer ve hareketlerini bırakıp Mina'da kaldiklan için, Mina günlerine, karar günleri mânasında 'eyyâm-ı tor'denilir.

Allah (cc) bir kimseye kâfi miktarda varlık verip nefsini teskin ederek başka şeye tamah etmeyecek hale getirdiğinde o kimse için 'Allah (cc) gözünü kararlaştırsın' diye duâ edilir.

Şer'î ıstılahda ikrar; kişinin başkasına âit olup, kendisi üzerinde bulunan bir hakkı ortaya çıkaran bir itirafda bulunmasıdır. Hak sahibi kimsenin kalbi bu ikrar sayesinde sükûnet bulur. Bu Şer'î bir delildir. Buna Kitab, sünnet, icmâ ve bazı aklî deliller delâlet etmektedirler.

Kitab'daki delili şu âyet-i kerîmedir;

İman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, (ananız, babanız ve akrabanız) aleyhinde de olsa; Allah (cc) için şâhidlik eden kimseler olun." (Nisa: 135). Kişinin kendi aleyhinde şâhidlik yapması ikrardır.

Eğer   ikrar    Şer'î   bir   hüccet   olmasaydı,    âyet-i  kerîmede emredilmezdi. (Diğer tarafdan âyet-i kerîmede):

"Üzerinde hak olan kimse de yazdırsın." (Bakara: 282). buyurulmaktadır. Bu da kişinin kendi aleyhinde ikrarda bulunmasıdır.

Sünnetteki delil, Hz. Peygamber (sas) in Asîf hadisesinde geçen şu  sözüdür; "Ey Üneys! Yarın şu kadına git. Eğeritirafda bulunursa, onu

recmet. " [1] Hz. Peygamber (sas)  zina suçlarını ikrar etmeleri sebebiyle Maiz ile Gamidiye'yi de recmetmişti.

İkrarın Şer'î bir hüccet olduğu üzerinde icmâ etmişlerdir. İkrar, töhmetsiz doğrulukdan sâdır olmuştur. İnsan yaradılış itibarıyla malı çok sevdiğine göre, o malın başkasına âit olduğunu ikrar etmekle yalancı olmaz.

İkrar; hakkı ortaya koyan ve derhal bağlayıcı olan bir hüccettir. Öyle ki bir adam bir başkasının kendisinden aynî ve nakdî alacaklı olduğunu ikrar eder ve üç gün müddetli muhayyer bulunduğunu söylerse, muhayyerliği geçersiz olur ve malı hemen vermesi gerekir. Lehinde ikrarda bulunulan kimse muhayyerlik iddiasını doğrulasa bile, bu hüküm değişmez. Çünkü muhayyerlik fesih içindir. İkrarda ise  fesih ihtimali yoktur. Çünkü ikrar, haber vermektir. Fesih, akidlerle alâkalıdır. İkrarın hükmü hakkın ortaya çıkması olduğuna göre, fesih ihtimali yoktur. Ancak ikrar edilen şeyin; lehinde ikrarda bulunulan kimseye teslimi gerekli bir şey olması şarttır. Öyle ki, bir avuç toprak ve bir buğday tanesi vermesi gerektiğini ikrar ederse, bu ikran sahih olmaz. İkrarın hükmü; ikrar edilen hakkın ortaya çıkmasıdır. Çünkü ikrar, geçmişteki bir vak'ayı haber vermektir. Öyle ki bir kimse başkasının kendisinde malı bulunduğunu ikrar eder, lehinde ikrarda bulunulan şahıs da onun yalandan böyle bir ikrarda bulunduğunu biliyorsa, ikrar sahibinin gönül rızası olmadan, o malı ondan alması helâl olmaz. Gönül rızasıyla verince de hibe gibi, ona bir malı yeni bir mülk olarak vermiş olur.

İkrarda bulunan şahıs âkil ve baliğ ise... Kısıtlılık bahsinde de anlatıldığı gibi; kölenin de bazı eşyalar üzerinde ikrarda bulunması sahihdir. Bilinen bir kimse lehinde ikrarda bulunmuşsa, ikrarı kendisinin aleyhine bir delildir: Çünkü ikrarın faydası, lehinde ikrarda bulunulan kimse için bir mülkün sabit olmasıdır. Bu mülkün meçhul bir kimse için sabit olması mümkün değildir.

İkrar ettiği şeyin belirli veya belirsiz olması farketmez. Ancak belirsiz olan şey açıklanır: Belirli olan şeyin hükmü açıktır. Belirsiz olana gelince; belki de ikrar sahibinin üzerinde başkasının hakkı vardır. Ve o bu hakkın miktarım da bilememektedir. Meselâ telef olan bir malın ceremesini ödemekte olduğu gibi... İkrar sahibi o malm kıymetini bilemeyebilir. Veya bir yararın diyetini ödemek, yahut borcun bakiyyesini, yahut bir muamelede ödenmesi gereken miktarı bilmeyebilir. Ya da evvelce biliyordu da, sonra unutmuş olabilir. İkrar edilen şeyin belirsiz olması, edilen ikrarın şahinliğine mâni olmaz. Çünkü ikrar; hakkın sübûtunu haber vermek ve o hakkı açıklamaktır. Meselâ bir kimse iki kölesinden birini azad ettiğini ikrar ederse, hangisini azad etmiş olduğunu açıklaması gerekir. Bunu ya kendiliğinden yapar, ya da hâkimin zorlaması üzerine yapar ki, hak sahibine ulaşsın. Ama lehinde ikrarda bulunulanın belirsiz olmasında -evvelce de açıkladığımız gibi-hüküm bunun hilâfmadır. Şâhidlerin belirsiz olması halinde de hüküm bunun hilâfınadır. Çünkü şâhidlerin şehâdette bulunmaya ihtiyaçları yoktur. Ama ikrar sahibi zimmetten kurtulmak için onların şehâdetlerine muhtaçtır. Kaldı ki, şehâdet dâva üzerine kurulur. Meçhul şey ile dâvada bulunma durumunda dâva kabul edilmez. Mahkeme kararma bağlanmadıkça dâva sahibi lehine bir hakkı vâcib kılmaz. Ama mahkemenin meçhule dayanarak karar vermesi mümkün değildir. İkrar ise, bizatihi kendisi lehdar için hakkı vâcib kılar. Bu sebeple ikrardan rücû mekanizması işlemez. Ama kendisine dayanılarak mahkeme karan verilmeden şehâdetten rücû edilebilir.

Bir kimse; 'bende falan adamın bir malı veya hakkı var1 derse, bu adamın kıymet taşıyan bir malı ve hakkı açıklaması lâzımgelir: Çünkü o, vücub mahalli olan zimmetinde bir hakkın vâcib olduğunu ikrar etmiştir. Kıymeti olmayan şeyin açıklanması gerekmez. Hak sahibi ikrarda bulunanı bu açıklamasında yalanlarsa, söz, yemini ile beraber ikrarda bulunanın olur: Çünkü o fazlalığı inkâr etmektedir. Bir malın ikrarında malın kıymetinin bir dirhemden daha az olmaması gerekir: Çünkü bir dirhemden daha az değerdeki bir şey örfe göre mal sayılmaz. Eğer 'büyük bir mal' denilmişse, bu mal söylediği malın nisap miktarı olur: Bunun mânası şudur; dirhemleri söylerse bu miktar iki yüz dirhemdir. Altınları söylerse, bu miktar yirmi miskaldir. Koyunları söylerse, bu miktar kırk koyundur. Sığırları söylerse, bu miktar otuz sığırdır. Develeri söylerse, bu miktar yirmi beş devedir. Çünkü bu zekât olarak bir deve vermek için lâzım olan en düşük nisap miktarıdır. Buğday söylerse, bu miktar beş veskdir (vesk: 653 kg. dır). Çünkü İmameyn'e göre nisab ile takdir edilen miktar budur. Ebû Hanîfe'den gelen bir rivayette anlatıldığına göre; burada ikrar sahibinin beyanına baş vurulur.

Zekâta tâbi olmayan malda nisab miktarının kıymeti olur:

Çünkü nisab miktarı mal, çok ve muazzam maldır. Sahibi de zengin demektir. Zengin kimse de halk nazarında muazzam kimse demektir. Ebû Hanîfe'den rivayet edildiğine göre; bu miktar on dirhem olarak takdir edilmiştir. Zira bu büyük mal sayılır. Öyle ki bu miktardaki bir para mehir olarak verilip, onunla bir kadının tenasül aleti kişiye mubah olur ve bu miktardaki bir parayı ya da bu değerde bir malı çalan kimsenin eli kesilir. Ama esahh olan birinci görüştür.

Eğer, 'onun bende çok malı var' diye ikrarda bulunmuşsa, üç nisab miktarını dolduran malın olduğu düşünülür: Belirttiği malların cinsinden üç nisab miktarını dolduran mal düşünülür. Çünkü bu büyük bir mal yığınıdır. Bunun en azı üç nisab miktarıdır.

Onun bende dirhemleri var  diye ikrarda bulunulmuşsa; üç dirhemden aşağısı kabul edilmez: Çünkü cem'in en azı üçtür ve kesin olan sayı budur. İkrarında, 'çok dirhem alacağı var' derse; on dirhemden aşağı açıklaması kabul edilmez: İmameyn dediler ki; 'çok dirhem' sözüyle iki yüz dirhem anlaşılır. Çünkü 'çok' kelimesi, malın kendisi ile boilaştığı bir miktar mânasındadır ki, bu da nisab ile olur. Ebû Hanîfe'ye göre on sayısı cem' adının kapsamına giren en son sayıdır. En çok bu olduğuna göre, bu kelimeyle on sayısı kastedilmiş olur. Dinarlara gelince; İmameyn'e göre bunların nisabı olan yirmi miskalden aşağısı kabul edilmez. Ebû Hanîfe'ye göre evvelce anlatılan gerekçeden dolayı bununla yine on tane kastedilmiş olur.

Buraya kadar söylediğimiz miktarlara ekleme yapılırsa, kabul edilir. Çünkü ikrarda bulunan yaptığı bu jest ile daha da iyilik yapmış olur. Şehirde mûtad ağırlıktaki mûtad dirhemlerle ödemede bulunması gerekir. Şehirde muhtelif ağırlıkda muhtelif paralar varsa, iş kesinlik kazansın diye en az miktarda olamyla ödeme yapılması gerekir.

Bir kimse, 'onun bende çok elbiseleri var' veya; 'bende çok cariyeleri var' diye ikrarda bulunursa; Ebû Hanîfe'ye göre bu iki ikrar sahibinin on elbise veya on cariye vermesi gerekir. İmameyn'e göre ise, -evvelce de açıkladığımız gibi- kıymeti iki yüz dirheme varacak kadar elbise veya cariye vermesi gerekir.

'Şöyle bir dirhem' sözünden, bir dirhem anlaşılır: Çünkü o, belirsiz olanı açıklamıştır. Yirmi dirhem vermesi gerekir, diyenlerde olmuştur. Kıyasa uygun olan da budur. Çünkü 'Jceza'yani 'şöyle'kelimesi örfe göre sayı için kullanılır. Çünkü dirhem kelimesinin kendisinden sonra bulunduğunda mensub olarak okunacağı mürekkeb olmayan en az sayı; işrûn, yani 'yirmidir.

'Onun bende şu kadar, şu kadar dirhemi var' ikrarı ile on bir dirhemden aşağı sözü kabul edilmez: Çünkü ikrar sahibi aralarında atıf harfi bulunmayan iki belirsiz sayı söylemiştir. Bunun açıklanacak en azı on bir dirhemdir. Araya 've' bağlacını koymaksızm; 'onun bende şu kadar, şu kadar, şu kadar dirhemi var' şeklinde üç tekrar yapılmışsa, bu da en azından on bir dirhemi gösterir: Çünkü bunun bir başka benzeri ve karşılığı yoktur. 'Şu kadar ve şu kadar'; yani arada 've' bağlacı bulunan ifade ile yirmi birden aşağısı kabul edilmez: Çünkü açıklananda bunun karşılığı bu kadardır.

Açıklanandaki karşılığı nazar-i itibara alınarak eğer bu şekilde Ve'bağlacı ile üç tekrar yapılmışsa, yirmi bire yüz eklenir. Dört tekrar yapılmışsa, bin eklenir. Bütün ölçü ve tartı ile satılan mallarda da yukarıdaki gibi hareket edilir: Bütün bu hükümler 'dirhem' kelimesinin mensûb olarak söylenmesi halinde geçerli olurlar. Mecrûr olarak meselâ; 'keza dirhemin' (şöyle bir dirhem) denilmişse, İmam Muhammed'e göre bu yüz dirhemden aşağı olamaz. Çünkü dirhem kelimesi peşinden geldiğinde mecrûr okunmasını gerektiren en az sayı yüzdür. 'Keza keza dirhemin' denilmişse, bu iki yüz dirhemden aşağı olamaz, iki yüz dirhem ödemesi gerekir. 'Keza, keza dinaren ev dirhemen' (şu kadar şu kadar dinar veya dirhem) denilmişse, ortaklık hükümleri gereği on bir dinar ve dirhem vermesi gerekir. 'On ve biraz dirhem' deyince ikrar sahibinin 'biraz' kelimesini açıklaması gerekir. Bunun bir dirhemden az olduğunu açıklarsa, bu açıklaması kabul edilir. Çünkü biraz kelimesi mutlak fazlahkdan ibarettir. 'İki şeyin üzerine biraz geldi' denildiğinde, o şeylerin üzerine fazlalık geldiği mânası kasdedilmiş olur. Ama 'falanın bende yirmi küsur dirhemi var' denilirse, en az yirmi üç dirhem vermesi gerekir. Çünkü 'küsur' kelimesi; üç ve daha fazlası mânâs ındadır.

İkrar eden ikrarında 'yüz ve bir dirhem 'demişse, bunun yüz bir dirhem olduğu anlaşılır. Tartı ve ölçü ile satılan mallar için de durum aynıdır. 'Yüz ve bir elbise' denilirse, bu sadece bir elbise olduğunu gösterir. Ve 'yüz'ün de ne olduğunun açıklanması gerekir:

Dirhemde kıyasın hükmü budur. Çünkü yüz sayısı burada belirsiz kalmıştır. Dirhem kelimesi de Ve' bağlacıyla ona bağlandığı için onu açıklamaz,  ondan ayrı bir şey olduğu düşünülür. Ama istihsana bakılırsa, o bundan farklı bir açıklamayı akla getirmektedir. 'Yüz ve bir dirhem' diyenler bunu sıkça tekrarladıkları için, yüz bir dirhem demek kendileri için kolay olmuyor. Ama söylenmesi gereken budur. Yine de onlar yukarıdaki şekilde söylemekle yetinmektedirler. Dirhemlerde, dinarlarda, ölçü ve tartı ile satılan mallarda bu böyledir.

Elbiselere, ölçü ve tartı ile satılmayan mallara gelince; onlarda asıl kaideye uyma mecburiyeti vardır. Çünkü onlarda bu gibi telâffuzlar sıkça kullanılmamaktadır. 'Yüz ve iki'sözü de açıkladığımız sebebden dolayı; böyledir, fakat 'yüz ve üç elbise'sözü doğrudan doğruya 'yüz üç elbise1 demektir (İmam Şâfıî): Çünkü burada iki sayının peşinden bu sayılara birim olabilecek şey -ki o da elbisedir- zikredilmiştir. Ayrıca bu iki sayı ile elbise kelimesi arasında atıf harfi de bulunmamaktadır. Şu halde bu iki sayı ile elbise kastedilmiş olmaktadır. Çünkü her ikisi de elbise ile açıklanma hususunda eşit derecede muhtaçtırlar. Gasb ikrarında bulunmakda da yukarıdaki hükümler câri olur.

İkrar eden 'onun üzerimde veya benim tarafımda bir alacağı var1 derse, borcu olduğunu anlatmış olur: Çünkü örfe göre bu ifade icab için kullanılır. Zimmet, icabın mahallidir. Böyle demekle bu bir borç olur. Meğer ki bu sözüne bitişik olarak o alacağın kendisinde emanet olarak bulunduğunu açıklasın... Çünkü mecazen 'alacak' kelimesiyle, emanet mal kastedilebilir. Ama bu açıklama evvelki söze bitişik olarak yapılırsa, geçerli olur. Fakat, yanımda, evimde, beraberimde derse; emaneti ikrar etmiş olur: Çünkü bu söz emanetlerde kullanılır. Böyle demekle o, malın kendi elinde bulunduğunu ikrar etmiş olmaktadır. Emanetler, tazmin edilmeye en yakın olan şeylerdir. 'Kesemde, sandığımda' vb. şeyleri söylemekle de emaneti ikrar etmiş olur.

Alacaklı borçluya; 'benim sende bin dirhem alacağım var' der. O da; 'onu tart al' yahut; 'onu boz, al' veya; 'onu ertele' veya; 'onu sana ödedim' veya; 'onu sana ertelettim' derse; ikrarda bulunmuş olur: Bu sözü alay yollu söylediği hususunda taraflar birbirlerini doğrularlarsa, bu ikrar sahibini bağlamaz. Aynı şekilde; 'evet' veya; 'onu al1 veya; 'henüz vâdesi gelmedi1 ya da; Vâdesi yarın dolacak' veya; 'onu teslim alacak birini vekil kıl' veya; 'bunun için borçluna süre tanı' veya; 'borçlunun bu gün ödeme imkânı yok' veya; 'bunun için beni ne kadar da çok sıkıştırıyorsun' veya; 'bu yüzden beni üzdün' veya; 'kölem gelinceye kadar sabret' veya; "beni bundan ibra ettin' demesi halinde de hüküm böyledir.

Yukarıdaki sözlerde 'onu' mânasına gelen rhâr zamirini kullanmazsa, ikrarda bulunmuş olmaz: Bunda kaide şudur; kelâmın fayda vermesi için cevap, hitabın iadesi şeklinde formüle edilir. Cevap almaya elverişli olup, iptidâen söylenmeye elverişli olmayan her söz, cevap olarak kullanılabilir. Söylenmiş bir söz üzerine kurulmaya değil de, iptidâen söylenmeye elverişli olan ya da her ikisi için elverişli olan söz, cevap olmasında şüphe vukûbulduğu için, iptida cümlesi kılınır da, şüphe içerdiğinden dolayı kendisi sebebiyle bir mal ödeme mecburiyeti doğmasın diye, cevap kılınmaz. Ama bu cümle kendisinde kinaye zamiri kullanılırsa; iptida olmaya değil de, cevap olmaya elverişli olur. Dolayısıyla suali tanzim etmiş ve sanki şöyle söylemiş olur; 'bende olduğunu iddia ettiğin bini tartıp al' veya; 'senin binini sana ödedim.' Erteleme talebi ancak ödenmesi gerekli bir borç için olur. Ödemiş olma ifadesi de böyledir. Kinaye zamiri kullanılmazsa, söylenen söz cevap olmaya elverişli olmaz. Veya, cevap ve iptidaya elverişli olur da, cevap kılınmaz ve ikrar olmaz.

Bir kimse vadeli bir borcu olduğunu ikrar eder de, lehinde ikrarda bulunulan da vâdenin dolduğunu iddia ederse; kendisine vâde hususunda yemin teklif edilir (İmam Şafiî): Çünkü ikrar sahibi önce kendisinde başkasına ait bir malın bulunduğunu ikrar etmiş, ama daha sonra bir hak iddia etmiştir ki, o da vâdedir. Lehinde ikrarda bulunulan kişi ise, bu hakkı, yani vâdeyi inkâr etmektedir. Dolayısıyla yemin etmesi gerekir. Yemin de inkâr edene düşer.

Yüzük borcu bulunduğunu ikrar eden kimsenin hem halkasını, hem de kaşım vermesi gerekir: Çünkü örfe göre yüzük kelimesi halkayı da, kaşı da kapsar. Kılıç borcu bulunduğunu ikrar eden kimsenin demir kısmı, kını ve bağı vermesi gerekir: Bunun sebebini açıklamıştık. Mendil veya bohça, içindeki bir elbise borcu bulunduğunu ikrar edenin hem mendil veya bohça hem de elbise vermesi    gerekir:    Bu,    şu    mânadadır;    bu    şahıs   gasp   ikrarında bulunmuştur. Çünkü elbise, mendile veya bohçaya sarılmıştır. Mendil veya bohça onun zarfı olmuştur. Lehinde ikrarda bulunulan kimse; 'elbisem on parça elbisemin içinde idi' derse, ikrar sahibinin on bir elbise vermesi gerekir. Bu İmam Muhammed'e göredir. Çünkü nefis elbise, on veya daha çok elbiseye sarılır. Bu mümkün olduğuna göre on elbise zarf olarak sayılır.

Ebû Yûsuf dedi ki; bu durumda ikrar sahibinin sadece bir elbise vermesi gerekir. Çünkü bu alışılmış bir şey değildir. Nadiren de olsa, böyle bir durumda bir elbiseden fazla verilmez. Aslolan berâet-i zimmettir. Bir elbisenin on elbise içinde olması sözünde geçen'içinde' kelimesi zarf mânasında değil de, şu âyet-i kerîmede olduğu gibi 'arasında' mânasında kullanılmıştır;

"Kullarımın arasında katıl "(Fecr: 29).

'Benim beşde beş dinar borcum var' sözüyle çarpmayı kastetmiş olsa bile, beş dinarı ikrar etmiş olur: Çünkü çarpma işlemi çarpılan malın kendisini çoğaltmaz. Sadece parçalarını çoğaltır. Dinarın cüzlerini çoğaltmak, onun taaddüdünü gerektirir. İmam Züfer'e göre ikrar sahibinin, hesap örfîi sebebiyle yirmi beş dinar vermesi gerekir.

'Onun bende birden on dinara kadar alacağı var1 ya da; 'bir dinar ile on dinar alacağı var' ikrarına göre dokuz dinar vermek gerekir (Ebû Yûsuf, İmam Muhammed, İmam Şafiî): İmameyn'e göre iki dinar vermek gerekir. İmam Züfer'e göre ise, birinci ile onuncu düşer, aradaki sekiz dinarın verilmesi gerekir. Kıyasa uygun olan da budur. Bu, 'şu duvardan şu duvara kadar' sözüne benzer. Ona bu duvarlardan bir şey vermek gerekmez.

Imameyn'in istihsana uygun olan görüşlerine göre, bu gibi sözlerle küüiyet kastedilir. Meselâ bir kimse bir başkasına; dirhemlerimden birden ona kadar al' derse, muhatap on dirhem alabilir. Buna birinci ile onuncu da dahildir.

Ebû Hanîfe'ye göre bu söz çokdan azı, azdan da çoğu kasdetmek için söylenir. Meselâ bir hadîs-i şerîfde Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:   "Ümmetimin ömürleri altmış ile yetmiş (yaş) arasındadır. "

 [2]Yani altmışın üstünde, yetmişin de altındadır. Bu örfdede böyledir. Meselâ; 'Ömrüm altmış ile yetmiş arasındadır1 dediğinizde, altmışdan fazlasını, yetmişden de azını kasdetmiş olursunuz.

İmameyn'in verdikleri misali benimseyerek, prensibi ikram ve cömertlik olan kimsenin bu sayıların arasında kalanı değil de, tamamını kasdetmesi mümkündür. 'Bir ilâ on' derken; birincinin kasdedilen sayıya girmesi gerekir ki, sayı hükmü onun üzerine kurulabilsin. Çünkü 'bir'i dahil etmezsek, ondan sonra gelen 'iki' de onun gibi bir başlangıç sayısı olur ve o da sayıya dahil edilmez. Şu halde başdaki 'bir' sayısını sabit kılmaya ihtiyacımız vardır ama, sondakini sabit kılmaya ihtiyacımız yoktur.

İmam Züfer'in misalinin aksini söylüyoruz; 'duvardan duvara' misalindeki duvar, ikrardan evvel de mevcud olan bir gaye idi. Şu halde ondan başka bir gayeye ihtiyacımız yoktur.

Ana karnındaki çocuk ile ikrarda bulunmak caizdir ve mülkü olmaya elverişli (İmam Şâfıî) bir sebep söyleyince, ana karnındaki çocuk için ikrarda bulunmak caiz olur: Başkasına o çocuk ile vasiyyette bulunmak caiz olduğu gibi, onunla ikrarda bulunmamak da caizdir. İkrar onun için bir hakkı ortaya koyar. İkrarını tashih etmek için bu onun aleyhine hamledilir. Miras ve vasiyyet gibi uygun bir sebep söylenince, sebebin uygunluğu dolayısıyla çocuk için yapılan ikrar sahih olur. Ona satmak, kiralamak, borç vermek gibi; çocuk için uygun olmayan bir sebep söylenince; onun için yapılan ikrar sahih olamaz. Çünkü bu sebep, o çocuk hakkında imkânsızdır. Bu ikrar karşısında çocuk sussa bile, hüküm böyledir.

İmam Muhammed dedi ki; bu durumda edilen ikrar sahih olur ve zikredilen sebep uygun sebebe hamledilir ki, ikrar sahih olsun.

Ebû Yûsuf dedi ki; bu ikrar sahih olmaz. Çünkü âdete göre mutlak ikrar; muameleler sebebiyle verilmesi vâcib olan şeylere yönelir. Dolayısıyla böyle bir ikrar sahih olmaz. Berâet-i zimmet asıldır. İkrar sahih olduğunda; çocuk ikrar vaktinde ana karnında mevcud olduğu bilinecek bir müddet sonra doğarsa, bağlayıcı olur. İkiz doğarsa; ikrar edilen şey, ikisine paylaştırılır. Çocuk ölü doğarsa; ikrar edilen mal onun mirasçısına ve onun için mal vasiyyet edene verilir. Bunlar yoksa, bunların vârislerine verilir. Zira mal, doğumundan sonra ceninin mülkiyetine intikal eder. Ölü doğması ona mülk edinme ehliyeti kazandırmadığından dolayı, o mal miras bırakıcı ile vasiyyet sahibinin mülkiyetinde kalır ve bunlardan sonra bunların mirasçılarına intikal eder.[3]




[1] Bu hadîsi Buharı rivayet etmiştir

[2] Bu hadîsi Hâkim ve Adiyy rivayet etmiştir.

[3] Bu hadîsi Buharı ve Müslim rivayet etmiştir



Konu Başlığı: Ynt: İkrar kitabı
Gönderen: Züleyha üzerinde 18 Mart 2020, 11:51:21
Rabbim emeklerinizi zayi etmesin inşallah selam ve dua ile


Konu Başlığı: Ynt: İkrar kitabı
Gönderen: Sevgi. üzerinde 19 Mart 2020, 06:29:48
Esselâmü Aleyküm. Bilgiler için Allah razı olsun kardeşim. Rabbim ilmimizi artırsın inşaAllah


Konu Başlığı: Ynt: İkrar kitabı
Gönderen: Mehmed. üzerinde 21 Mart 2020, 01:18:47
Ve Aleykümüsselam Rabbim bizlerin ilmini artırsın Rabbim paylaşım için razı olsun