๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => el-İhtiyar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 25 Mart 2011, 15:10:51



Konu Başlığı: Hulr bâin talâktır
Gönderen: Sümeyye üzerinde 25 Mart 2011, 15:10:51
 

Hulr; Bâin Talâktır:




Hul1 yapma halinde bir bâin talâk vâki olur. Zira Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: "Hul', bir bâin talâkla boşamaktır." Hul' kinaye bir lâfız olduğu için, -evvelce de açıkladığımız gibi- onunla bir bâin talâk vâki olur. Ya durumun delaletinden ya da kadın mal vermekle ancak kocasının nikâhından çıkıp kendisine sahip olmaya -ki, bu da beynûnetle olur- razı olacağından dolayı, hul'de bâin talâkın vâki olması için boşamaya niyyet etmeye ihtiyaç yoktur. Bu; Hz. Ömer, Osman, Ali ve İbn. Mes'ûd'un (r. anhum) mezhebidir.

Hul'ün erkek tarafından gelmesi, talâkı kadının kabulüne bağlamaktadır. Bu takdirde erkeğin ondan geri dönmesi sahih olmaz. Hul' yapılan meclisden erkeğin kalkıp gitmesiyle hul1 bâtıl olmaz. Kadının gıyabında yapılan hul' sahih olur. Kadın bunu duyduğunda haberi aldığı meclisde kabul edip etmemekte muhayyer olur. Hul'un şarta bağlanması ve bir vakte izafe edilmesi caiz olur. Meselâ bir erkek karısına; 'falan adam geldiği zaman...1 veya; 'falan kimse geldiğinde bin dirhem karşılığında seninle muhalâa yaptım' derse; sahih our.

'Falan adam geldiğinde' veya 'yarınki gün olduğunda'; bu hul'u kadm kabul edip etmemekte serbest olur. Kadın tarafından yapılan hul' tıpkı alış veriş gibi bedel karşılığında bir şeye mâlik olmaktır. Onun yaptığı bu hul'de kocasının kabulünden evvel geri dönmesi sahih olur. Ama hul'ün yapıldığı meclisten kadının kabul etmeden kalkıp gitmesi ile hul' bâtıl olur. Kocanın gıyabı halinde bu hul' askıda kalmaz.

Kadın yaptığı takdirde hul'u şarta bağlamayı ve bir vakte izafe etmesi caiz olmaz. Erkek üç gün muhayyer kalmak şartıyla bin dirhem karşılığında karısıyla muhâlâa yaparsa, muhayyerlik şartı bâtıl olur. Muhâlâa yaparken, erkeğin kadının muhayyer olmasını şart koşması da İmameyn'e göre böyledir. Çünkü hul'; talâk ve yemindir. Bunda kan-kocanın muhayyerliği olmaz.

Ebû Hanîfe'ye göre kadının muhayyer kılınması sahihtir. Üç günlük muhayyerlik müddeti zarfında kadın reddederse, hul' bâtıl olur. Çünkü hulf koca tarafından boşama, kadın tarafmdansa, kendi nefsine mâlik olması, yani nikâh kaydından kurtulmasıdır. Bu sebeple hul'de erkeğin değil de, kadının muhayyer olması caiz olur.

Geçimsizlik koca tarafından geliyorsa, boşama karşiığmda kadından bir mal alması mekruh olur: Bu hususda Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

"Eğer, bir kadım bırakıp, yerine başka bir kadın amak isterseniz; onlardan birine yüklerle mehir vermiş osanız dahi, ondan hiç bir şeyi geri almayın. "(Nisa: 20). Biz bu âyet-i kerîmedeki geri alma yasağını evvelki nassla amelederse, makrûh olur mânasında kabul ettik.

Bir görüşe göre denildi ki; bu yasak haram kılma mânasında değil, menedip kınama mânasındadır.

Geçimsiz olan kadının kendisi ise, erkeğin ona vermiş oduğu mehirden daha fazla bir mehir alması mekruhtur: Zira rivayet edildiğine göre; Cemile binti Abdullah b. Übeyy b. Selûl -veya başka bir görüşe göre habibe binti Sehr- (ra) Sabit b. Kays b. Şemmas (ra) ile evli idi. Hz. Peygamber (sas) e gelerek; 'yâ Rasûlallah (sas)! Ne o, ne ben' dedi. Hz. Peygamber (sas) haber salarak Sâbit'i huzuruna getirtti, o da; 'ben evlenirken mehir olarak ona bir bahçe vermiştim' dedi. Hz. Peygamber (sas) de o kadına; "Kocandan kurtulup serbest kalman için bahçesini kendisine geri verirmisin?"'diye sorunca kadın; 'evet, hem de fazlasıyla...' dedi. Sabit; 'fazlasına gerek yok' deyince, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurdu; "Ey Sabit! Karma vermiş olduğunu kendisinden geri al Fazlalaştırma, karının yolundan çık (onu serbest bırak). "Sabit bahçeyi aldı ve karısından ayrıldı. Bunun üzerine şu âyet-i kerîme nazil oldu;

"Kadınlara verdiklerinizden (boşanma esnasında) bir şey almanız size helâl olmaz. Ancak erkek ve kadın Allah (cc) m sınırlarında kalıp evlilik haklarını tam tatbik edememekten korkarlarsa, bu durum müstesna. (Ey mümüminler!) Siz de karı-kocanm, Allah (cc) m sınırlarını hakkıyla muhafaza etmelerinden şüpheye düşerseniz, kadının (erkeğe) fidye vermesinde her iki taraficin de sakınca yoktur."(Bakara: 229).

Fakat vermiş olduğu mehirden fazla bir mal alsa, âyet-i kerîmenin mutlak hükmü uyarınca bu yine kendisine helâl olur. Aynı şekilde bir kimse karısını bir mal karşılığında boşar da, karısı bunu kabul ederse, talâk bâin olarak meydana gelir: Bunun sebebini açıklamıştık. Kadının da taahhüd ettiği malı Ödemesi gerekir: Çünkü koca, belirtilen mal kendisine teslim edilsin diye, boşamaya razı olmuştur. Bu Şer'î hüküm olduğu için kadının hul' bedelini kocasına teslim etmesi gerekir.

Mehir olmaya elverişli olan bir mal, hul bedeli olmaya da elverişlidir: Kadının tenasül âleti nikâhdan çıkma halinde de, nikâha girme halinde de kıymet ifade eden bir maldır. Kıymet ifade eden bir mal için bedel (mehir) olmaya elverişli olan bir malın; kıymet ifade etmeyen bir mal için bedel olması haydi haydi elverişli olur.

Hul'de bedel bâtıl olunca, yine bir bâin talâk vâki olur. Boşama bedeli bâtıl olunca, ric'î bir talâk vâki olur: Meselâ domuz, şarap veya leş üzerine hul1 yapan kimsenin bu bedeli bâtıldır. Ama yine de talâk vâki olur. Çünkü koca bu boşamayı karısının kabulü şartına bağlamıştır. Bu şart tahakkuk ettiği için, talâk vâki olur. Hul'debâin talâkın meydana gelmesinin sebebi, hul'ün kinaye bir talâk lâfzı olmasıdır. Bedel karşılığı boşama halinde sarih talâk lâfzı kullanıldığı için ric'î talâk vâki olur.

Bedel bâtıl olduğunda kadının kocaya başka bir mal vermesi gerekmez. Çünkü nikâh kaydından çıkma halinde kadının tenasül âletinin bir kıymeti kalmaz. Zira hul' yaparken, bedel olarak içki, domuz; leş vb. bir şeyi vereceğini söyleyen kadın, kocasına sağlam bir mal vereceğini belirtmiş değildir ki, kocası ona aldanmış olsun. Ayrıca koca müslüman olduğundan dolayı o haram malı teslim alamaz. Kadm taahhüd etmediği için ondan başka bir malı kocasına teslim etmekle mükellef değildir. Ama nikâhda hüküm bunun hilâfinadır. Çünkü kadının tenasül aleti ancak nikâh kaydı altına girmekle kıymet ifade eder.

Mehr-i misil Şer'an mehr-i müsemma gibidir. Koca kansıyla; 'şu bir küp sirke üzerine...' muhâlaâ yapar da açıp baktığında o küpün içinde şarap bulunduğunu görürse, hüküm bunun hilâfına olur. Çünkü kadın ona sağlam bir mal vereceğini beyan etmiş, o da karısına aldanmıştır. Kadınının ona bir küp sirke vermesi gerekir. Şarap karşılığı köle azad etmek ve köleyle mükâteplik sözleşmesi yapmakta da hüküm bunun hilâfinadır. Çünkü bu durumda kölenin kıymetinin verilmesi gerekir. Köle, kıymet ifade eden bir mülktür. Efendisi de bedelsiz olarak kölenin kendi mülkiyeti hâricine çıkmasına razı olmamıştır. -Evvelce de açıkladığımız gibi- nikâh kaydından çıkma halinde, kadının tenasül aleti böyle değildir.

Bir kimse kendisine bedel olarak bir köle verilmek üzere kansıyla hul' yapar da, kendisine köle diye verilen şahsın hür olduğunu görürse; mehir olarak vermiş olduğu malı dönüp kansından ister. Ebû Yûsuf a göre, köle olarak gösterilen o adam köle farz edilerek kıymeti ne kadarsa, o kadar malı kansından alır. Cinsini belirtmediği bir elbise veya binek karşılığında  kansıyla  hul'   yapan bir kimsenin vermiş olduğu mehri kansından geri almaya hakkı vardır. Hul1 bedeli her hangi bir köle ise, mehirde olduğu gibi vasat bir kölenin kocaya verilmesi gerekir. Hul1 bedeli olarak Herat kumaşı söylenmişse, verilen kumaşın Merv kumaşı olduğu anlaşılmışsa; koca, orta kalitede Herat kumaşını alma hakkına sahip olur. Belirli bir kaç dirhem karşılığında kansıyla muhâlaâ yapan koca, kendisine verilen dirhemlerin kalp olduğunu görürse; dönüp kansından sağlam dirhemleri alır. Hul' bedeli fahiş şekilde kusurlu olmadıkça, geri verilmez. Mehirde de bu hüküm câridir.

Bir kimse mal karşılığı olmaksızın kansını hul' eder ve; 'ben boşanmayı kastetmedim1 derse; sözü doğru kabul edilir. Çünkü hul' kelimesi talâkın kinayeli lâfızlanndandır. Ama hul', malî bir bedel karşılığında yapıldığında bu sözü doğru kabul edilmez. Çünkü kan - koca bâin olarak aynlmadıkça, hul' bedelinin ödenmesi vâcib olmaz.

Kadın kocasına; 'beni, elimdeki karşılığında hul' et' der ve elinde   bir   şey   yoksa;   kadının   bir şey vermesi gerekmez: 'Beni evimdeki karşılığında hul' et1 der ve evinde de bir şey yoksa, aynı hüküm geçerlidir. Çünkü kadın ona maldan bahsetmemiştir ki, onu aldatmış olsun...

Şayet;  beni elimdeki mal karşılığında...'veya;'evimdeki eşya karşılığında hul1 et' derse ve elinde mal yahut evinde eşya bulunmazsa; mehri kocasına geri verir: Bunda kaide şudur; kadm kocasını kıymet ifâde eden bir mala ümitlendirir, ama kaybettiği ya da mevcut olmadığı için o malı kocasına teslim etmezse; kocası dönüp ondan mehrini alır. Çünkü kadm mala ümitlendirerek onu aldatmıştır. Aldatılan aldatana dönerek ondan bedelin karşılığını alır. Şart koşulan ve kendisine ümitlendirilen şey ele geçmeyince, karşılıksız olarak yok olmuş olur. Bu takdirde kadının bedelin karşılığını (tenasül aletininin mülkiyetini) kocasına vermesi gerekir. Ancak kadm bunu veremeyeceğine göre; bu aletin kıymetini kocasına vermesi gerekir ki, o da mehirdir.

Bir kimse zimmetinde buluduğu söylenen mehir karşılığında kansıyla muhâlaâ yapar da, ödemiş olduğu için zimmetinde mehir borcu kalmadığı anlaşılırsa; kadının aldığı mehri kocasına geri vermesi gerekir.

Ama muhâlaâ yaparken koca zimmetinde mehir borcu kalmadığını ve evde eşya bulunmadığını bilirse, karısının ona bir şey vermesi gerekmez. Kadın; 'beni, elimdeki dirhemler...' veya; '...dirhemlerin bazıları karşılığında hul' et' der de, elinde bir şey yoksa; kadının üç dirhem vermesi gerekir. Çünkü kadın 'dirhemler' demiştir. Cem'in en azı -bilindiği gibi- üçtür.

Bir kimse küçük yaşdakİ evli küçük kızı onun malı karşılığında hulf ettirmiş ise, kızın bir şey vermesi lâzım gelmez: Çünkü o küçük kız malını idarede görüş sahibi değildir. Zira bu mes'elede bedel olan mal kıymet ifade eden bir maldır. Bu bedelin karşılığı olmuş olduğu tenasül organı ise, -evvelce de açıkladığımız gibi- kıymet ifade eden bir mal değildir. Büyük kız içinse; bu oun kabulüne bağlıdır: Çünkü babasının onun üzerinde veliliği yoktur. Dolayısıyla muhâlaâ yapan babası bu tasarrufda fuzulî bir şahıs gibi olmaktadır.

Fakat her iki durumda da baba hul' bedelini ödemeyi üstlenmişse, babanın ödemesi gerekir: Hul' bedelini yabancı birinin ödemesinin şart koşulması caiz oduğuna göre, babanın Ödemesinin şart koşulması haydi haydi caiz olur. Bulûğa ermemiş küçük yaşdaki evli bir kız kendinin mehri karşılığında hul' ederse; talâk vâki olur. Çünkü kocası talâkı onun kabulü şartına bağlamıştır. Talâk vâki olur ama, mehir sakıt olmaz. Çünkü yaş küçük olduğundan, mükellef ve taahhüd ehli değildir. Zira bunda kendisinin zararı vardır. Babası onu mehri karşılığında hul' ederse, mehri yine sakıt olmaz. Sonra yaşı küçük olan kadın hul'ü kabul ederse, talâk vâki olur.

Hul'ü babası kabul edere, talâk vâki olup olmayacağı hususunda iki rivayet vardır: Bir rivayete göre; talâk vâki olmaz. Çünkü hul' bedelini kedi nefsine izafe ermediği zaman baba, yabancı biri gibidir. Yapılan hul'ün. kadına zarar vermesi de muhtemeldir. Dolayısıyla babasının kabulü, onun kabulü yerine geçmez.

Başka bir rivayete göre bunda talâk vâki olur. Çünkü hul' kocasının uhdesinden kurtulması dolayısıyla kadın için sırf faydadır. Bu takdirde hul'ün kabulü, hibenin kabulü gibidir. Hul' yaptıran baba kızının mehrini geri vermeyi üstlenirse, koca mehri geri almak için ona baş vurur. Aksi halde olmaz. Yabancı şahıs da böyledir. Çünkü bedeli üstlendiği zaman hul' kadının değil de, babasının kabulü ile tamamlanır. Babanın, -akid kedisiyle beraber vâki olduğunda- üstlendiği için bu bedeli kendi mülkünden ödemesi gerekir.

Kadın kocasına; 'beni bin dirhem karşılığında üç talâkla boşa' der, kocası da bir talâkla boşarsa; kadının bin dirhemin üçte birini kocasına vermesi gerekir. Şayet kadın; 'beni bin dirhem üzerine üç talâkla boşa' der de kocası onu bir talâkla boşarsa; bir ric'î talâk vâki olur ve kadının bir şey vermesi de gerekmez (Ebû Yûsuf, İmam Muhammed): İmameyn dediler ki; 'her iki mes'ele de aynıdır. Çünkü

'üzerine' kelimesinin karşılığı olan (J^) harfi 'karşılığında' kelimesinin Arapçası olan (v) harfi gibidir. Bedelleşmelerde bu böyledir. Çünkü; 'şunu bin lira karşılığında taşı' sözü ile, 'şunu bin lira üzerine taşı' sözleri mâna  bakımından   aynıdır. Ebû Hanîfe'ye göre (V) harfi bedelleşme

içindir. Bedel ifâde eden kelimelerin başında gelir. Bu durumda bedel karşılık kılındığı şeye taksim edilir. Hul' bedeli olan malın Ödenmesi vâcib olduğunda talâk bâin olur.

 harfine gelince; bu şart içindir. Bu hususda Allah (cc) şöyle

buyurmuştur:

"(Ey Peygamber! İnanmış kadınlar) Allah (cc) a hiç bir şeyi ortak koşmamak üzerine sana biat etmeye geldiklerinde (biatlerini kabul et)." (Mümtahine: 12). Yani ortak koşmamak şartıyla geldiklerinde biatlerini kabul et.

Bir kimse karısına; 'sen eve girmen üzerine boşsun' derse, boşanması için eve girmesi şart olur. Şarta bağlanan şey şartın cüzlerine bölünmez. Çünkü bin dirhemin kocaya ödenmesinin vâcib oluşu, üç talâkla boşanma şartına bağlanmıştır. Bu şartın tahakkukundan evvel o paranın ödenmesi gerekmez. Çünkü şarta bağlanan şey şartın meydana gelmesinden evvel yoktur. Malın ödenmesi vâcib olmayınca, koca onu sarih talâkla boşamış olur ki, bu da ric'î talâk olur.

Bir kimse karısına; 'kendini bin dirhem karşılığında yahut bin dirhem üzerine üç talâkla boşa' der de, kadın bir talâkla boşarsa; bir şey vâki olmaz: Çünkü koca ancak bin dirhemin tamamı kendisine teslim edilsin diye karısından ayrılmaya razı olmuştur. Ama birinci mes'ele bunun hilâfınadır. Çünkü kadın bin dirhem vererek ayrılmaya razı olduğuna göre, daha azını vererek ayrılmaya haydi haydi razı olur.

Şayet bir kimse karısına; 'sen boşsun ve bin dirhem vereceksin  der de kadın bunu kabul ederse; kadının bir şey vermesi gerekmez (Ebû Yûsuf, İmam Muhammed): Kadın bunu kabul etmese de, aynı hüküm geçerlidir. îmameyn dediler ki; 'kadın kabul ederse, bin dirhemi kocasına vermesi gerekir. Kabul etmezse, bir şey vermesi gerekmez. Çünkü bu söz bedelleşme için kullanılır. Meselâ; 'şu işi yaparsan, sana bir dirhem var1 denildiğinde, 'şu işi bir dirhem karşılığında yap' denilmiş gibi olur.'

Ebû Hanîfe'nin bu mes'eledeki görüşünün gerekçesi şudur; 'sen boşsun ve bin dirhem vereceksin' sözündeki ikinci cümlenin birinci ile bağlantısı yoktur. Çünkü aslolan budur. İkinci cümlenin birinci ile bağlantılı olduğuna bir delil de yoktur. Zira mal karşılığı olmadan da talâk vâki olur. Alış veriş ve kira malî bedelden ayrı olmayacakları için onların hükmü bunun hilâfınadır.

Bir kimse kölesine; 'sen hürsün ve bin dirhem vereceksin' derse; yukarıdaki ihtilaf burada da cereyan eder. Bir kadın kocasına; 'beni bin dirhem karşılığında hul1 et' der de, kocası ona cevaben; 'sen boşsun' derse; 'seni hul' ettim' demiş gibi olur.

Bir kimse karısına; 'talâkını mehrin karşılığında sana sattım' der de, karısı; 'kendimi boşadım' derse; mehri karşılığında kocasından bâin olarak boşanmış olur. Kadının bu sözü; 'talâkımı satın aldım' demesi gibidir.

Bir kimse karısına; 'sana bir talâkı sattım1 der de, kadın 'satın aldım' derse; bedava olarak bir ric'î talâk vâki olur. Çünkü bu talâkın sarih lâfızlanndandir. [60]

 

[60] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 3/185-193.




Konu Başlığı: Ynt: Hulr bâin talâktır
Gönderen: Mehmed. üzerinde 09 Ağustos 2020, 18:09:15
Esselamu aleyküm Rabbim paylaşım için razı olsun


Konu Başlığı: Ynt: Hulr bâin talâktır
Gönderen: Sevgi. üzerinde 10 Ağustos 2020, 01:58:14
Aleyküm Selâm. Bilgiler için Allah razı olsun kardeşim. Rabbim ilmimizi artırsın inşaAllah