๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => El-Bidaye Ven Nihaye => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 08 Eylül 2010, 06:50:54



Konu Başlığı: Saltanat Naibi nin Dımaşk a gelişi
Gönderen: Ekvan üzerinde 08 Eylül 2010, 06:50:54
Saltanat Naibi Emir Seyfeddin İstedmür El-Bahnavî´nin Dımaşk´a Gelişi


Sultanın Dımaşk´tan Mısır´a Dönüşü

Hicretin Yediyüzellîdördüncü Senesi

Çok Garip Bir Olay

Hicretin Yediyüzellibeşinci Senesi

Eşsiz Ve Benzersiz Garipliklerden Bîri

Melikü´n-Nâsır Hasan B. Melikü´n-Nâsır Muhammed B. Kalavun´un Tahta Dönüşü.

Hicretin Yediyüzellialtıncı Senesi

Hicretin Yediyüzelliyedinci Senesi

Hicretin Yediyüzellisekizinci Senesi

Çok Tuhaf Bir Olay

Haleb Hastahanesini Yaptıran Ergun El-Kamilî´nin Vefatı

Emir Şeyhun´un Vefatı

Hicretin Yediyüzellidokuzuncu Senesi

Saltanat Naibi Mencük´ün Dımaşka Girişi

Dımaşk´taki Üç Kadfnın Azli

Mısır Diyarının Atabekü´l-Ümerası Emir Surkatmış´ın Tutuklanması

Kadıların Göreve İadesi

Mencük´ün Dımaşk Naibliğinden Azledilmesi

Hicretin Yediyüzaltmışıncı Senesi

Şam Naibi Emir Alî Mardanî´nin Tutuklanması

Havran Kasabasında Meydana Gelen Bir Olay.

Saltanat Naibi Emir Seyfeddin İstedmür El-Bahnavî´nin Dımaşk´a Gelişi

Hicretin Yedîyüzaltmışbirînci Senesi



Sultanın Dımaşk´tan Mısır´a Dönüşü

Şevval ayının yedisinde cuma günü sultan, askerleriyle birlikte cu­ma namazını Emevî Camii´nde kılmak üzere Ablak Sarayından çıktı. Babü´n-Nasır´a vardığında bütün askerler bineklerinden inerek önünde yaya yürümeye başladılar. Çok çamurlu ve soğuk bir kış günüydü. Sul­tan, Emevî Camii´nde Mushaf-ı Osmanî´nin yanındaki Maksure´de na­mazını kıldı. Birinci safta onun yânında başka kimse yoktu. Aksine bü­tün emirler ardında saf tutmuşlardı. Hatibin hutbesini dinledi. Namaz kılındıktan sonra vakıfların öşürlerinin ısrbtst kılındığına dair bir fsr-man ©kundu. Yani böylte© bu öşür kaldırılmış öldü, Sultan da btrabt-rind©kü©rl© birlikte labüîn=Naıır´dan Dimaşk sihrinin dışına çıktı. Askiriir d© bia©kl©rin§ binine© srtık muzaffer â§k©rl§riyl§ birlikte K©s= vt´yi doğru yenildi, S©lam©t v© bir afıyitk yela keyulduî&r. Sult&n Bımaşk´tan ayrıldığında Dımaşk´ta saltanat naibi jroktu. Yalnız naibin dönüşüne kadar orada vekâleten Emir Bedreddin/b. Hatir, işleri yürü­tüyordu. Nihayet sultanın salimen Mısır´a ulaştığına zilkade ayının sonlarında oraya büyük bir debdebe ve alayişle girdiğine dair haber gel­di. Mısır´a girdiği gün, mahşeri bir günü andırıyordu. Emirlerin tama­mına mTat giydirmiş, bu arada Emir Alaeddin el-Mardanî de Şam naib-liği hil´atini giymişti. Emir Alaeddin b. Zenbur tutuklanmış, vezirliğe de Sahip Muvaffakü´d-Din atanmıştı.

Zilhicce ayının beşinde cumartesi günü sabahleyin Emir Alaeddin Ali el-Camdar, Mısır´dan Dımaşk´a geldi. Büyük bir debdebe ve alayişle şehre girdi. Dımaşk´a naib olarak atanmıştı. Önünde adet üzere emirler yürümekteydiler. Bahadır As´m türbesinin yanında durdu. Bütün as­kerler önünde resmi geçit yaptılar. Askerlerle birlikte Dârüssaâde Sa­rayına gitti. Önceki naiblerin adetine uygun olarak oraya indi. Cenâb-ı ALLAH onu Müslümanlar için mübarek bir.yüz kılsın.

Zilhicce ayının onüçünde cumartesi günü sultanın deveddarı Emir İzzeddin Moğoltay, Mısır´dan Dımaşk´a geldi, ve Ablak Sarayına indi. Askerleri Yelboğa ve adamlarının üzerine salmak amacıyla Haleb´e git­mek niyetindeydi.

Bu konuda anlatacağımız burada sona ermektedir. Doğrusunu yü­ce ALLAH daha iyi bilir. [1]



Hicretin Yediyüzellîdördüncü Senesi

Bu sene başında Mısır, Şam, Haleb, Haremeyn ve buralara bağlı mıntıkalarda Müslümanların sultanı, Melikü´s-Salih Selahaddin Salih b. Melikü´n-Nasır Muhammed b. Melikü´l-Mansur Kalavun es-Salih idi. Mısır diyanndaki naibi Emir Seyfeddin Kubilay idi. Memleket vezirleri ise Seyfeddin Şeyhun, Seyfeddin Taz, Seyfeddin Surkatrmş en-Nasırî; Mısır kadilkudatlan ve sır katibi ise önceki senede adları anılan kimse­lerdi. Haleb naibi Emir Seyfeddin Ergun el-Kâmilî idi. Yelboğa, Emir Ahmed ve Beklemiş´e gelince bunlar geçen senenin receb ayında yapa­caklarını yapmışlar ve gizlice Zülkadir et-Türkmanî´nin himayesine gi­rerek Belbislüerin beldesine sığınmışlardı. Daha sonra Zülkadir et-Türkmanî, Mısır sultanından korktuğundan bunlara tuzak kurmuş ve bunları mezkur Haleb naibine teslim etmişti. Müslümanlar bu duruma çok sevindiler. Hamd ve minnet ALLAH´adır.

Bu senede Trablus naibi Emir Seyfeddin Ayıtmış idi. Bu zat daha öncede söylediğimiz gibi Trablustan önce Dımaşk naibliği yapmıştı. Du­rumlar değişti, nihayet sultan Dımaşk´ta bulunduğu esnada bunu Trab­lus naibliğine atamıştı.

Bu sene başında Yelboğa, Beklemiş ve Emir Ahmed´in Haleb naibi Emir Seyfeddin Ergun´un pençesine düştükleri ve Haleb kalesinde tu­tuklu bulundukları, Emir Seyfeddin Ergun´un bunlar hakkında sulta­nın vereceği kararı beklediği, sağlam haberlerle Dımaşk´a bildirildi. Müslümanlar bu duruma çok sevindiler.

Muharrem ayının onyedisinde cumartesi günü Haleb´ten dönmek­te olan Emir İzzeddin Moğoltay ed-Devaddar Dımaşk´a ulaştı. Berabe­rinde asi Yelboğa´nm kesik başı da vardı. Yelboğa´mn iki arkadaşı ve es­ki Trablus naibi Beklemiş ile eski Hama naibi Emir Ahmed´in Haleb´e ulaşmalarından ve başları koparılıp Mısır´a gönderilmesinden sonra kendisinin de ele geçmesini Cenâb-ı ALLAH mümkün kılmıştı. Yelboğa bu iki arkadaşından sonra Haleb´e ulaşınca ikindiden sonra Sukü´l-Hayl´de arkadaşlarına ne yapılmışsa kendisine de saltanat naibinin ve bütün askerlerin önünde aynı şey yapılmıştı. Halk da taşlar üzerine çı­karak ona yapılanı seyrediyor ve öldürülüşüne seviniyorlardı. Müslü­manların tamamı bu duruma memnun kalmışlardı. Hamd ve minnet Al­lah´adır.

Rebiyülevvel ayının yirmi sekizin de cuma günü Şagor mahallesin­deki Mescidü´l-Mizar´da yeniden cuma namazı kılmaya başlandı. Bura­da Cemaleddin Abdullah b. Şeyh Şemseddin b. Kayyım el-Cevziye hutbe irad etti. Sonra bu konu tartışıldı ve neticede mahalle halkı merasim gü­nünde Sukü´l-Hayl´de halife sancaklarını camilerinden alıp müshafla-nyla birlikte saltanat naibinin yanına gittiler. Artık bundan böyle cuma namazlarının camilerinde devamlı olarak kılınmasını talep ettiler. Sal­tanat naibi de hemen o anda bu isteklerini kabul etti. Ancak daha sonra bunun caiz olup olmadığı hususunda tartışma ve çekişme meydana gel­di. Neticede Hanbelî kadısı orada devamlı olarak cuma namazımn kılın­masına hükmetti. Bundan sonra uzun hadiseler cereyan etti.

Rebiyülâhir ayının yedisinde pazar günü Eminü´l-Kebir Seyfeddin Olcayboğa el-Adili vefat etti. Daha önceleri Babü´l-Cabiye dışında yap­tırdığı türbesine defnedildi. Burası onun adıyla bilinen meşhur bir tür­bedir. Seyfeddin Olcayboğa yaklaşık altmış sene süreyle emirlik yap­mıştı. Ergun Şah hadisesindeki nöbetinde eline bir darbe isabet etmiş ve buna rağmen görevi, saygınlığı ve ihtişamı devam etmiş, neticede bu tarihte vefat etmişti. Yüce ALLAH kendisine rahmet etsin. [2]



Çok Garip Bir Olay


Baalbek naibi Emir Nasirüddin İbn Akvas´ı tebrike gittiğimde, meclisinde bir genç gördüm. Orada bulunanlardan biri bu gencin daha önce kadın olduğunu, sonra erkeklik alametinin ortaya çıktığını, duru­munun Trablus mıntıkasında meşhur olduğunu, bu halin Dımaşk´ta ve diğer beldelerde de duyulduğunu, insanların bunu dillerine doladıkları­nı anlattı. Genci gördüğümde başında bir Türk serpuşu vardı. Onu yanı­ma çağırdım ve meseleyi bana anlatan kişinin huzurunda kendisine "Senin durumun nasıl oldu?" diye sordum. Utandı, kadınlara benzer bir utanca büründü ve şöyle anlatmaya başladı:

"Daha Önce onbeş sene müddetle kadındım. Beni üç erkekle evlen­dirdiler, ama hiç biri benimle ilişkiye giremedi. Üçü de beni boşadı. Son­ra bende garip bir hal meydana geldi. Memelerim küçülüp kayboldu. Gece gündüz beni uyku bastırıyordu. Sonra vajinamdan azar azar bir şey meydana çıkmaya ve büyümeye, nihayet penisi andırmaya başladı. İki yumurtalı testis de teşekkül etti."

Ben kendisine tenasül organı büyük mü, küçük mü olduğunu sor­duğumda utandı. Sonra parmak kadar küçük olduğunu söyledi. Ha­mamcı olup olmadığını sorduğumda bu hal başına geleli iki kez hamam­cı olduğunu, en son olarak da altı ay önce hamamcı olduğunu söyledi. Kadınların örgü örme, dokuma, sim çekme ve benzeri sanatlarını da gü­zelce bildiğini anlattı. Kendisine "Sen kadın vasfında iken adın neydi?"diye sorduğumda o zaman adının Nefise olduğunu söyledi. "Ya bu gün adın nedir?" diye sorduğumda da Abdullah olduğunu söyledi. Erkeklik alametleri belirdiğinde bu durumu ailesinden, hatta babasından gizle­diğini söyledi. Ancak daha sonra onu dördüncü bir kocayla evlendirmek istediklerinde durumu annesine anlatmış, böylece ailesi durumdan ha­berdar olunca meseleyi Baalbek şehrinin saltanat naibine bildirmişler­di. O da bu durumu tutanakla teshit etmişti. İşte böylece durumu etrafa yayılmıştı. Dımaşk´a gelmiş, saltanat naibinin huzuruna çıkmış, mese­leyi o da kendisine sormuş ve tıpkı bana anlattığı gibi başından geçenleri Dımaşk´ın saltanat naibine de anlatmıştı. Hacib Seyfeddin Kahlan b. Akvas da onu yanına almış, ona asker üniformasını giydirmişti. Yakı­şıklı bir gençti. Yüzünde, hareketlerinde, yürüyüşünde, konuşmasında kadınsılık vardı. Dilediğini yapan ALLAH, noksanlıklardan münezzeh ve yücedir. Bu, dünyada misli cidden çok az görülen bir olaydır. Önceleri penisi bir kuş yumurtasında kaybolacak kadar küçüktü. Bu yumurta çatlayıp yavru ortaya çıktığı gibi bunun da penisi azar azar ve yavaş ya­vaş büyümeye, nihayet zuhuru tekamül etmeye başlamıştı. İşte o za­man ailesi onun erkek olduğunu anlamıştı. Bana anlattığına göre penisi sünnet edilmiş şekilde ortaya çıkmış ve buna ay sünneti denilmişti. Bu durum çokça rastlanılan bir durumdur. Doğrusunu ALLAH bilir.

Receb ayının beşinde salı günü Emir İzzeddin Baktiye ed-Düvey-dar, Haleb´ten Dımaşk´a geldi, Haleb askerlerinin nâibleri ve o yöredeki kalilirin naibltri v§ aiktrliriyls birlikte Ytlboğa vs adamlarına §ulta-ni iiy&n itme işindi yarfam eta Zülkadir it=TurkmanWa p§fis§ git» tiklid habarisi virdi, Nttad© Ytlböğa ve arkadaşları pçen §§n§d§ Dı= m&fk´a |itirilmişigr, malları, mülkliri v© ify&Ian yağmalanmış £ı. Af-kirltr enua soğuklarını, yakanlarına vg Harsmîndskilerî di asir almaş­lardı. Ayrıca çok miktarda koyun, sığır, köle, binek ve eşyayı da ganimet edinmişlerdi. Yelboğa, İbn Artena´ya sığınmış, ancak İbn Artena onu göz altına alıp hapsetmiş, sonra durumu sultana haber vermişti. İnsan­lar, Halebli askerlerin çok sıkıntı çekip yorgunluğa maruz kalmaların­dan sonra rahat ve selamete kavuşmaları sebebiyle çok sevindiler.

Receb ayının onüçünde çarşamba günü İskenderiye´de Yelboğa´yla işbirliğine girmiş ve ona hizmet etmiş Emir Seyfeddin Melek Aci, Alaed-din Ali Simakdar, satılmış el-Celalî ve bunların beraberinde bulunan emirler, sultanın Mısır´a dönüşünden sonra Dımaşk´a geldiler.

Ramazan ayı başında bir grup müftünün alimler tarafından ileri sürülen iki kavilden birine dayanarak fetva verdikleri görüldü. Yani Şafiîlerden olan ashabımıza ait kavle göre yıkılmış olan kiliselerin yeni­den onarılmasının caiz olduğunu söylediler. Kadilkudat Takiyyüddin es-Sübkî onlara karşı çıktı ve bu şekilde fetva vermelerini men etti. Bu hususta ed-Desais fi´1-kenais adlı bir kitap yazdı. Bu kitabında yıkılmış kiliselerin yeniden yapılmasının caiz olmadığını, bunun men edilmesi gerektiğini anlattı. Ramazan ayının onbeşinde emir, Ebu´l-Gadir et-Türknıanî, baskı ve gözetim altında Dımaşk´a getirildi. Geçtiğimiz sene­de bu yaptığı çirkin işler hususunda Yelboğa´ya destek vermişti. Naibin huzuruna çıkarıldı. Sonra aynı günde Mansure kalesine götürülerek hapsedildi. [3]



Hicretin Yediyüzellibeşinci Senesi


Bu sene başında Mısır, Şam, Haremeyn ve buralara bağlı yörelerin, aynı zamanda Hicazın ve diğer yerlerin Sultam, Melikü´s-Salih Sela-haddin b. Melikü´n-Nasır Muhammed b. Melikü´l-Mansur Kalavun es-Salihî idi. Sultan, Şam naibi Tengiz´in kızının oğluydu. Tengiz de Nası-riye devletinde naiblik yapmıştı.

Sultanın, Mısır diyarındaki naibi, Emir Seyfeddin Kubilay en-Nasirî, veziri de Kadı Muvaffaküddin idi. Mısır kadıları ise Önceki sene­de adları anılan kimselerdi. Bunlardan biri Kadilkudat İzzeddin b. Ce-maa eş-Şafn idi. Bu senede Hicaz-ı Şerifte mücavir olarak kalmıştı. Ye­rine Kadı Taceddin el-Münavî bakıyordu. Sır katibi, Kadı Alaeddin b. Fadlullah el-Adevî idi. Memleketin idarecileri ise şu üç emir idi: Seyfed­din Şeyhun, Surkatmış en-Nasırî ve Emirü´l-Kebir Deveddar İzzeddin Moğoltay en-Nasırî.

Bu senenin başında Emir Seyfeddin Şeyhun yaklaşık bir aydan beri işbaşı yapmış bulunuyordu. Dımaşk naibi, Emir Alaeddin Ali el-Mardanî idi. Dımaşk´ın kadıları ise önceki senede adları anılan kimse­lerdi. Dımaşk divanlarının nazırı sahip Şemseddin Musa b. Tac İshak idi. Sır kâtibi, Kadı Nasirüddin b. Şeref Yakup idi. Şehrin hatibi, Cema-leddin Mahmud b. Cümle, muhtesibi, Şeyh Alaeddin el-_Ensarî idi. Muh-tesip, Şeyh Bahaeddin b. İmamü´l-Meşhed´in yakınıydı. A^nı zamanda onun yerine Eminiye Medresesi´nde müderrislik de yapmaktaydı.

Rebiyülâhir ayında İskenderiye´de tutuklu bulunan ve sonra salı­verilen Emir Alaeddin Moğoltay Dımaşk´a geldi. Bundan önce devlet kendisi iken artık şimdi Hamza Ayıtmış´ın yanında bulunması için Şam´a gönderilmesi kararlaştırılmıştı. Hamza Ayıtmış ise Trablus´un naibiydi. Daha önce Mısır´da vezir olan Mencük, İskenderiye´de Moğol­tay ile birlikte tutuklu bulunuyordu. O da Suğd şehrine sürgün edildi. Orada boş ve görevsiz kaldı. Nitekim Moğoltay da işsiz ve güçsüz olarak Trablus´ta ikamet etmekle emrolunmuştu. Bunlar, yüce ALLAH´ın vere­ceği hükmü beklemekteydiler.

Bu konuda anlatacaklarımız burada sona ermektedir. Doğrusunu ALLAH bilir. [4]



Eşsiz Ve Benzersiz Garipliklerden Bîri



Cemaziyelevvel ayının onaltısmda pazartesi günü Hiîleli Rafızî-lerden biri Dımaşk Camii´ne (Emevî Camii´ne) gelerek Muhammed aile­sine ilk zulmeden adama aralıksız peş peşe sövmeye başladı. İnsanlarla birlikte namaz kılmadı ve hazır olan cenazenin de namazını kılmadı. Kaldı ki o esnada insanlar namaza durmuşlardı. Kendisi ise sövgüsünü tekrarlıyor, sesini yükseltiyordu. Namazı tamamlayışımızdan sonra in­sanlar üzerine yürüdüler. Onu yakaladılar. Şafiîlerin kadilkudatı da bu cenaze namazını insanlarla biklikte kılanlardandı. Söven bu adamın yanına gittim ve " Muhammed ailesine zulmeden kimdir?" diye sordum. O da "Ebu Bekir Sıdîk´tır." diye cevap verdi. Sonra yüksek sesle insanla­ra duyurarak: "ALLAH Ebu Bekir´e, Ömer´e, Osman´a, Muaviye ve Yezid´e lanet etsin." dedi ve bu sözünü de iki kez tekrarladı. Hakim onun zinda­na atılmasını emretti. Sonra Maliki kadısı onu huzuruna çağırtıp kır­baçladı. Dayak yerken dahi yüksek sesle ancak bir şakinin söyleyebile­ceği sözleri söylüyor, sövüp lanet okuyordu. Bu mel´unun adı Ah b. Ebü´l-Fadl b. Muhammed b. Hüseyin b. Kesir idi. ALLAH onu kahretsin ve rezil rüsvay kılsın. Sonra cemaziyelevvel ayının onyedinci günü olan perşem­beye girildiğinde Dârüssaâde Sarayında onunla ilgili görüşmeyi yap­mak üzere bir meclis kuruldu. Bu mecliste dört mezhebin kadıları hazır bulundu. Kendisi de meclise çağırıldı. Cenâb-ı ALLAH, Maliki kadısının onun öldürülmesine hüküm vermesini mukadder kıldı. Bunun üzerine çabucak yakalanarak kale altında boynu vuruldu. Halk onu yakarak ke­sik başını şehirde dolaştırıp teşhir etti ve "Bu, Resûlullah (s.a.v.)´ın as­habına şovenin cezasıdır" diye yüksek sesle duyuru yaptılar. Ben, Maliki kadısının evinde bu cahille münazara yaptım. Aşırı Rafîzîlerin bazı söylemelerini kendisinde gördüm. Kendisi, küfür ve zındıklıkla il­gili bazı sözleri İbn Mutahhar´ın arkadaşlarından almıştı. ALLAH onu da onları da kahretsin.

Bu ayda Zımmîlerin daha önce Hz. Ömer (r.a.) tarafından ileri sü­rülen şartlara uymaları gerektiğine dair olan sultanın mektubu Dı-maşk´a ulaştı.

Receb ayının onsekizinde cuma günü Emevî Camii´ndeki maksure­de saltanat naibinin, Bedevî emirlerinin, büyük emirlerin, ehli hail ve akdin, halkın huzurunda sultanın zimmîleri Hz. Ömer tarafından ileri sürülen şartlara riayet etmekle yükümlü olduklarına ve başka yüküm­lülükler altına girdiklerine dair göndermiş olduğu mektup okundu. Bu şartlardan bazıları şunlardı:

1- Zımmîler sultanî dairelerde çalıştırılmayacaklar. Emirlerin ya­nında da çalıştırılmayacaklar ve hiç bir görev kendilerine verilmeyecek.

2- Zımmîlerden hiç birinin sarığının uzunluğu on zirayı geçmeye­cek.

3-Atlara ve katırlara binmeyecekler. Sadece geniş semerli merkep­lere binecekler.

4-Ancak çıngırak veya sarı tunç veya kurşundan yapılmış yüzükle alametlenerek topluluk arasına girebilecekler.

5- Kadınları, Müslümanların kadınlarıyla birlikte hamama gire­meyecekler ancak kendilerine mahsus hamamlara girebilecekler.

6- Hristiyanların İzan, mavi ketenden; Yahudilerinin ise sarı ke­tenden olacak. Ayakkabılarından biri siyah, diğeri beyaz olacak.

7- Miraslanyla ilgili şer-i hükümler uygulanacak. Cemaziyelâhir ayının yirmisinde pazar gecesi Cabiye kapısı yandı.

Müslümanların o mıntıkada bulunan gıda maddeleri, faydalı eşyaları telef oldu. Yangın Babü´l-Cevvanî´den Babü´l-Berrani´ye kadar uzandı.

Ramazan ayı başında şeyh, imam, alim Şemseddin b. Nakkaş el-Mısrî eş-Şafîî Dımaşk´a Emevî Camii´ne geldi. Vaaz meclisine ayandan, faziletli kimselerden ve halktan çok sayıda insan geldi. Konuşmasını ve akıcı ibaresini güzel bulup takdir ettiler. Konuşmasında dili hiç sürçmü­yor, kelimeleri bir birine karıştırmıyor ve hiç duraksamıyordu. İkindiye yakın bir zamana kadar vaazını devam ettirdi.

Ramazanın üçünde pazar günü sabahleyin Dımaşk Camii´nin sah-nında Nesir kubbesinin altında Kadı Kemaleddin Hüseyin b. Kadilku-dat Takiyyüddin es-Sübkî eş-Şafifnin ve naibinin cenaze namazları kı­lındı. Namazda saltanat naibi Emir Alaeddin Ali, şehir kadıları, ayan tabakasına mensup kimseler, devlet erkanı ve halktan da çok sayıda in­san hazır bulundu. Cenaze merasimi kıskanı