๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => El-Bidaye Ven Nihaye => Konuyu başlatan: Esila üzerinde 07 Aralık 2010, 12:19:02



Konu Başlığı: Rasûlullah (S.A.V.)´In Duası İle Hasta Ve Gözü Tekrar Görmeye Başlayan Kör Kîşîl
Gönderen: Esila üzerinde 07 Aralık 2010, 12:19:02
Rasûlullah (S.A.V.)´In Duası İle Hasta Ve Gözü Tekrar Görmeye Başlayan Kör Kîşîlerîn Kıssaları


Hz. Musaya Verilen Mucizeler.

Ebu Musa El-Holanî´nîn Kıssası

Rasûlullah Ve Ondan Önceki Peygamberlere Verilen Şeyler.

Güneşin Batı Ufkunda Bekletilmesi

İdrîs Peygambere Verilen Yüksek Makam..

Davud Peygambere Verîlen Mucize.

Hz. Davud´un Oğlu Süleyman (A.S.)´A Verilen Mucizeler.

Meryem Oğlu Îsa Peygambere Verîlen Mucizeler.

Başka Bir Kıssa.

Rasûlullah (S.A.V.)´In Duası İle Hasta Ve Gözü Tekrar Görmeye Başlayan Kör Kîşîlerîn Kıssaları



Hz. Musaya Verilen Mucizeler


Bu mucizelerin en büyükleri ve en muazzamları dokuz tanedir. Ni­tekim yüce Allah buyurmuş ki: "And olsun ki, Musa´ya dokuz tane apa­çık mucize verdik." (e]-isrâ, 101.)

Biz bunu tefsirimizde şerhetmiş ve selef ulemasının bu konudaki kavillerini, ihtilaflarını nakletmiştik. Cumhur-u ulemaya göre Musa peygamberin mucizeleri şunlardan ibarettir: Değneği, koşan bir yılana dönüşmüştü. Eli de mucize idi. Elini gömleğinin yakasından koynuna sokup çıkardığında sanki bir ay parçası gibi parıldar ve ışık saçardı.

Firavun´un kavmi kendisini yalanladığı zaman onlara beddua et­miş, Cenâb-ı Allah da üzerlerine tufan, çekirge sürüsü, kımıl, kurbağa­lar ve kan göndermişti ki bunlar, tafsilatlı ayetler ve mucizelerdir. Nite­kim biz bunları tefsirimizde ayrıntılı bir biçimde açıkladık. Aynı şekilde Cenâb-ı Allah onları, tahılların ve meyvelerin eksilip yok olmasıyla kıt­lığa maruz bırakmıştı. Yaygın bir ölümle müptela kılmıştı. Bir kavle gö­re bu yaygın ölüm, tufan sebebiyle olmuştu.

Yine Cenâb-ı Allah, İsrail oğullarını kurtarmak ve Firavun haneda­nını boğmak için denizi Musa peygambere ve etrafındaki İsrail oğulları­na açmış, bir yol meydana getirmişti.

İsrail oğullarının Tih sahrasında (çöl) şaşkın şaşkın dolaşmaları, üzerlerine kudret helvası ve bıldırcın indirilmesi, Musa peygamberin onlar için yağmur duası yapması da onun mucizelerindendir. Cenâb-ı Allah, onların sularını beraberlerinde binek üzerinde taşıdıkları bir taştan çıkarmıştı, O taşın dört bir yanından sular akardı. Musa pey­gamber, asasıyla ona vurunca, dört bir yanından üçer kanaldan su fışkı­rırdı. Her bir kanal bir sıbt içindi. Su ihtiyacı tamamlandıktan sonra Musa peygamber, yine asasıyla o taşa vurur ve sular kesilirdi. Bundan başka birçok göz alıcı, hayret verici mucizeleri de vardı. Nitekim bunları tefsirimizde detaylı olarak açıkladık. Ayrıca «Kısasü´l-Enbiyâ» adlı ki­tabımızda Musa peygamberin kıssasından bahsederken de bunu açık­lamıştık. Hamd ve minnet Allah´adır.

Yine denildi ki: Buzağıya tapan herkesi öldürdü, sonra Cenâb-ı Al­lah onları diriltti. Ayrıca sığır meselesi de Musa peygamberin mucizele­rinden biridir.

Musa peygamberin asasına gelince, bununla ilgili olarak şeyhimiz Allame Ibn Zemlekânî şöyle demiştir:

"Musa peygamberin asası nasıl yılana dönüştüyse, çakıl taneleri de Rasûlullah (s.a.v.)´m elinde teşbih getirmişlerdir. Çakıl taneleri de can­sız varlıklardır." Bu hususta rivayet edilen hadis sahihtir ve biz bunu peygamberlik delilleri bahsinde burada tekrarlamaya gerek bırakma­yacak kadar ayrıntılı bir şekilde ani atmışız dır.

Denildi ki: O çakıl taneleri Rasûlullah (s.a.v.)´m avucunda teşbih getirdikleri gibi, Ebu Bekir, Ömer ve Osman´ın ellerinde de teşbih getir­mişlerdi. Bu da peygamberlikten sonraki hilafetin bir işaretidir.

Ebu Müslim el-Holanî´nin elinde bir teşbih vardı. Onunla tesbihat-ta bulunurdu. Teşbih elinde iken uykuya daldı. Teşbih dönmeye ve onun koluna sarılmaya başladı. Sarılırken de: "Ey bitkileri yerden bitiren ve daima sebat üzere olan Allah´ım! Sen noksanlıklardan münezzehsin." diye teşbih getiriyordu. Teşbihten bu sesi duyan Ebu Müslim, karısı Ümmü Müslim´e seslenerek:

- Ey hatun, gel de acaipliklerin en acaibini gör, dedi. Karısı geldi­ğinde teşbih dönüyor ve tesbihat yapıyordu. Kadın oturunca, teşbihten gelen ses kesildi. Buharf nin İbn Mesud´dan rivayet ettiği hadis bundan daha sahih ve daha sarihtir. Şöyle ki: "Yediğimiz yemeklerden teşbih sesleri işitiyorduk." Şeyhimiz dedi ki: Taşlar, Rasûlullah (s.a.v.)´a selam vermişlerdir.

Ben derim ki: Bu hadisi, Müslim, Cabir b. Semüre´den rivayet et­miştir. Bu rivayette anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

"Ben öyle bir taş biliyorum ki, bisetimden önce o taş bana Mekke´de selam verirdi. Şimdi de o taşı bilmekte ve tanımaktayım."

Bazıları bu taşın Hacer-i Esved olduğunu söylemişlerdir.

Tirmizî, Ali b. Ebi Talib´in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Mekke´nin bazı taraflarında Peygamber (s.a.v.)le dolaşmaktay­dım. Onun karşılaştığı her dağ ve her ağaç mutlaka esselamü aleyke ya Rasulallah diye selam veriyordu."

«Delâil» adlı eserde Ebu Nuaym, Hz. Ali´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.)´la çıkıp dolaştım. Uğradığı her taş, her ağaç, her çamur ve herşey ona mutlaka esselamü aleyke ya Rasulallah diye selam veriyordu. Onun çağırması üzerine bir ağaç gelip karşısında durdu."

Yine ravi, iki ağacın, Rasûlullah (s.a.v.)´m def-i haceti esnasında kendisine dulda olmak için bir araya gelip birleştiklerini, ihtiyacını gi­dermesinden sonra tekrar eski yerlerine dönmelerini de anlatmıştır. Bu iki hadis de Buharî´nin sahihinde mevcuttur. Ama bu hadislerden, o ağaçlara hayat girmiş olduğunu anlamak gerekmez. Çünkü onları, ma­nevi bir gücün hareket ettirmiş olması mümkündür. Ama Rasûlullah (s.a.v.)´m, o ağaçlara: "Allah´ın izniyle benim emrime itaat edin." deme­si, onun onlara hitap etmesi için kendilerinde şuur bulunmuş olduğuna delâlet eder. Özellikle onların, Rasûlullah´m emrine uymaları da böyle bir düşünceyi akla getirmektedir.

Ravi diyor ki: Rasûlullah (s.a.v.), bir hurma dalma, ağaçtan inip gel­mesini emretmiş, o hurma dalı da inip yeri yararak gelmiş ve Ra­sûlullah´m huzurunda durunca; Rasûlullah ona, şöyle bir soru sormuş:

- Benim, Allah rasûlü olduğuma şahadet eder misin Hz. Peygam-ber´in bu sorusuna cevaben o dal üç defa şahadet getirmiş, sonra yerine dönmüştü. Bu, önceki rivayete daha uygun düşmekte ve daha münasib görünmektedir. Ancak bu ifadelerde bir gariblik vardır.

imam Ahmed b. Hanbel, İbn Abbas´m şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

"Bedevinin biri, Rasûlullah (s.a.v.)´a gelip:

- Senin, Allah elçisi olduğunu neyle anlayacağım diye sormuş. Rasûlullah da ona şu cevabı vermişti:

- Şu hurma ağacmdaki dalın, benim çağırmam üzerine gelip Allah Rasûlü olduğuma şahadet etmesine ne dersin

- Olur, gelsin bakalım.

Rasûlullah (s.a.v.), o dala çağrıda bulundu, dal da ağaçtan kopup yere düştü. Sonra yeri yararak Rasûlullah (s.a.v.)´m huzuruna geldi. Hz. Peygamber de ona:

- Geri dön, dedi. O da tekrar eski yerine döndü. Bedevi de:

- Senin, Allah Rasûlü olduğuna şahadet ederim, dedi ve Ra-sûlullah´a iman etti."

Lafzı Bayhakî´ye ait olan bu rivayette açıkça görüldüğü gibi Ra-sûlullah´ın peygamberliğine şahadet eden o bedevidir. Bu kişi, Beni Amir kabilesinden bir adamdı. Ama A´meş tarikiyle tbn Abbas´tan yapı­lan ve Beyhakî´ye ait olan rivayette şöyle denmektedir:

"Adamın biri, Rasûlullah (s.a.v.)´a gelip şöyle sordu:

- Senin ashabının dedikleri şu şey nedir

O esnada Rasûlullah (s.a.v.)´ın çevresinde hurma ağacı ve dalları vardı. Rasûlullah, o adama dedi ki:

- Sana bir mucize göstermemi ister misin

- Evet.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), o ağaçtaki dallardan birini çağır­dı. Dal, yeri yararak gelip Rasûlullah´m huzurunda durdu. Secde etme­ye, sonra da başını yerden kaldırmaya başladı. Sonra Rasûlullah, ona geri dönmesini emretti, o da geri döndü.

Rasûlullah´m yanma gelmiş olan Amirî kabilesine mensup (Amir b. Sa´saa adındaki) o adam şöyle dedi: "Vallahi Muhammed (s.a.v.)´in söy­lediği sözlerden hiçbirini artık yalanlamayacağım."

Önceki bölümlerde anlatılan ve «el-Müstedrek» adlı eserinde Ha­kim tarafından İbn Ömer´den nakledilen bir hadiste şöyle denilmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), bir adamı islâm´a davet etti. Adam da:

- Senin bu söylediklerini doğrulayacak bir şahidin var mı diye sordu. Rasûlullah da:

- İşte şu ağaç benim şahidimdir, dedi. Ağacı çağırdı. Ağaç, vadinin kıyısmdaydı. Yeri yararak geldi. Rasûlullah´m huzurunda durdu. Hz. Peygamber, ondan üç defa şahadet getirmesini istedi, o da Rasûlullah´m dediği gibi şahadet getirdi. Sonra yerine döndü. O Arabi de kavmine döndü. Giderken Rasûlullah´a şöyle dedi:

- Eğer kavmim bana uyarsa, onları da sana getiririm. Uymazlarsa, kendim gelir senin yanında dururum."

Peygamber (s.a.v.)´in daha önce hutbe irad ederken kendisine yas­lanıp hitap ettiği ama bilahare kendisi için minber yapılıp ta minber üzerine çıkarak hutbe irad etmesi üzerine inleyen hurma dalma gelin­ce, bu hurma dalı cuma günü bütün halkın huzurunda on aylık gebe de­ve gibi inlemeye başlamıştı. Rasûlullah (s.a.v.), nihayet minberden inip hurma dalının yanına gelmiş, onu kucaklamış ve teskin etmişti. Hurma dalını taptaze bir dala dönüşmek veya Cennet´te dikili bir ağaç haline gelip Allah´ın veli kullarının kendisinden yemeleri şıkları karşısında serbest bırakmış, o dal da Cennet´te bir ağaç olmayı yeğlemişti. Bunun üzerine kendisi de inlemesine son verip sükunet bulmuştu. Bu, meşhur ve bilinen bir hadistir. Birçok sahabe tarafından mütevatir olarak riva­yet edilmiştir. Ayrıca tabiilerden de birçokları bunu rivayet etmişlerdir. Onlardan sonra da yalan üzerinde ittifak etmeleri ve bir araya gelmele­ri imkansız olan birçok kimse tarafından rivayet edilmiştir. Bu, kesin bir husustur. Ama şeyhimizin anlattığı gibi hurma dalının taptaze bir dala dönüşmek ya da Cennet´te bir ağaç olma tercihleri arasında serbest bırakılması meselesi mütevatir değildir. Hatta senedi de sahih değildir.

Hafiz Ebu Nuaym´m rivayetine göre Hz. Aîşe, bu hadisi uzun uzadı-ya anlatmıştır. Bu hadiste anlatıldığına göre güya Rasûlullah (s.a.v.), o hurma dalını dünya ve ahiretten birini seçme şıkları arasında bırakmış, o da ahireti seçmiş, yere gömülüp kaybolmuş, artık yeri bilinemez hale gelmiştir. Bu da sened ve metin bakımından garip bir rivayettir. Ebu Nuaym ise, bunu güzel bir senedle Ümmü Seleme´den rivayet etmiştir. Üzerinde düşünen kimse için bu katiyyet kesbetmiştir. Üzerinde düşü­nen kimse için bu, katiyyet ifade eden bir hadistir. Hamd ve minnet Al­lah´adır

Şeyhimiz dedi ki: Bu, cansız varlıklar ile bitkiler hususunda Pey­gamber Efendimiz´in gösterdiği bir mucizedir. Hurma dalı inlemiş ve bazı cansız varlıklar da onunla konuşmuşlardır. Bunun karşılığında Musa peygamberin asasının yılana dönüşmesi mucizesi vardır.

Ben derim ki: Biz, îsa peygamberin ölüleri Allah´ın izniyle diriltme-sme dair mucizelerinden bahsederken buna işaret edeceğiz. Beyhakî, Amr b. Sivar´m şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Şafiî baca dedi ki:

- Allah, Muhammed (s.a.v.)´e verdiği mucizeler kadar başka bir peygambere mucize vermiş değildir. Ben de dedim ki:

- îyi ama, İsa peygambere de ölüleri diriltme mucizesini vermiştir.

- Muhammed (s.a.v.)´e de kendisine minber yapıldığı zaman daha önce yaslanıp hutbe irad ettiği hurma dalı inlemiştir. Onun inleyişini cemaat işitmiştir. Bu, İsa peygamberin ölüleri diriltme mucizesinden daha büyüktür."

Ben bunu merhum şeyhimiz Hafiz Ebu´l-Haccac el-Mizzf den dinle­miştim. O bunu merhum Şafif den naklediyordu. Allah onun makamını yüceltsin. Ancak o dedi ki: Bu, daha büyük bir mucizedir. Çünkü hurma dalı, hayat ve yaşam mahalli değildir. Bununla beraber onda bir şuur ve vecd meydana gelmişti. Peygamber Efendimiz, ondan ayrılıp minbere çıktığı zaman on aylık gebe deve gibi inlemeye başlamıştı. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.), minberden inip gelmiş, onu kucaklamış ve teskin et­mişti.

Hasan Basrî dedi ki: "Hurma dalı, Rasûlullah için inlediğine göre, Müslümanların onun için daha çok inlemeleri gerekir. Daha önce içinde bulunduğu ama ölüm sebebiyle ayrıldığı hayatın, cesede geri dönmesi­ne gelince, bu Allah´ın izniyle olmuştur ki, bu da büyük bir mucizedir. Ama hurma dalında hayat ve şuurun meydana gelmesi, daha Önce ken­disinde hayat olmadığına göre daha büyük ve daha hayret verici bir mu­cizedir. Alemlerin Rabbi olan Allah, noksanlıklardan münezzeh ve yü­cedir.

Tenbîh: Rasûlullah (s.a.v.)´m, savaşlarda kullanılan bir sancağı vardı. Bu sancak, bir aylık mesafedeki düşmanlarının kalplerine korku salardı.

Rasûlullah (s.a.v.)´m bir bastonu da vardı. Namaz kılacağı zaman, karşısında bir duvar veya bir engel yok ise, bu baston onun karşısına di­kilirdi. Yürürken dayanmakta olduğu bir değneği de vardı. Satih, kar­deşi oğlu Abdülmesih b. Nüfeyle´ye bu değnekten bahsederken şöyle de­mişti: "Ey Abdülmesih! Okuma çoğaldığı ve büyük değnek sahibi ortaya çıktığı, Sava gölü kuruduğu zaman Şam, artık Satih´in Şam´ı değildir. Başka bir Şam´a dönüşecektir."

İşte bu yüzden bu tür mucizelerden, Musa peygamberin değneğinin yılana dönüşmesi mucizesi anlatılırken bahsedilmiştir. Peygamber Efendimiz´in buna benzer çeşitli yerlerde zuhur etmiş birçok mucizeleri vardır. Musa peygamberin asası ise böyle değildir. O, her ne kadar mü-teaddid idiyse de sadece yılana dönüşmüştür. Aslında o, bir tek nesne-

dir. Doğrusunu Allah bilir.

İsa peygamberin ölüleri diriltmesinden bahsederken de bu konuya dikkatleri çekeceğiz. Çünkü bu, onun mucizesinden daha hayret verici, daha büyük ve daha kuvvetlidir.

Şeyhimiz dedi ki: Cenâb-ı Allah, Musa peygamberle konuşmuş ise de Hz. Peygamber´e de İsrâ gecesinde hem görünmüş hem de hitab et­miştir. Bu, Musa peygamberin mucizesinden daha tesirli bir mucizedir, îsrâ gecesinde Hz. Peygamber´e şöyle hitab edilmişti:

- Ey Muhammedi Sen iki fariza ile yükümlü kılındın. Ben kulları­mın yüklerini hafiflettim."

Peygamber Efendimiz´in Rabbini görmesi meselesine gelince, bu hususta halef ve selef arasında meşhur bir ihtilaf vardır. İmamlar ima­mı unvanıyla meşhur-Ebu Bekir Muhammed b. İshak b. Huzeyme de Peygamber Efendimiz´in İsrâ gecesinde Rabbini görmüş olduğu görü­şünden yanadır. Kadi îyaz ile Şeyh Muhyiddin en-Nevevî de bu görüşü benimsemişlerdir. Peygamber Efendimiz´in İsrâ gecesinde Rabbini gör­müş olduğuna dair görüşün hem tasdik edildiği, hem de reddedildiğine dair iki rivayet İbn Abbas´tan gelmiştir ki, bu rivayetlerin ikisi de «Sa-hih-i Müslim»de yer almaktadır. Buharî ve Müslim´in sahihlerinde ise Hz. Aişe´nin, Peygamber Efendimiz´in îsrâ gecesinde Rabbini görmüş olduğuna dair ileri sürülen görüşü inkar ettiği nakledilmektedir. İsrâ bahsinde İbn Mesud, Ebu Hüreyre, Ebu Zerr ve Aişe´den naklettiğimiz rivayetlerde anlatıldığına göre, Necm sûresinin başında sözü edilen, iki defa Peygamber Efendimiz´e görünen zatın ancak Cebrail olduğu ifade edilmektedir. «Sahih-i Müslim»de ise, Ebu Zerr´in şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"Dedim ki:

- Ya Rasulallah, Rabbini gördün mü Rasûlullah buyurdu ki:

- Ben bir nur gördüm."

Bunun detaylı açıklaması, «Siret» adlı eserimizde ve tefsirimizin Beni İsrail sûresinin evvelinde veıilmiştir.

Şeyhimizin, Musa peygamberin mucizeleriyle ilgili anlattıkları bunlardan ibarettir.

Cenâb-ı Allah, Tur-i Sina´da Musa ile konuştu. Musa O´nu görmek istedi, ama Cenâb-ı Allah, onun kendisini görmesine mani oldu. îsrâ ge­cesinde Peygamber Efendimiz Rabbi ile konuştu. Yüksek bir makama çıkarıldığında, orada kader kaleminin cızırtılarım işitmiş ve Rabbini de görmüştü. Selef ve halef ulemasından büyük bir çoğunluk bu görüşte­dirler. Doğrusunu Allah bilir.

Sonra ibn Hamid´in, bu konuyu kitabında güzel ve açık ifadelerle iş­lediğini gördüm. îbn Hamid diyor ki:

Yüce Allah, Musa peygambere hitaben şöyle buyurdu: "Seni sevimli kıldım." (Tâ-Hâ, 39.)

Cenâb-ı Allah, Muhammed (s.a.v.)´e hitaben de şöyle buyurdu: "Ey Muhammed, de ki: "Allah´ı seviyorsanız bana uyun. Allah da si­zi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah, affeder ve merhamet eder."

(Âl-i Imrân, 31.)

îbn Hamid, asânm yılana dönüşmesini anlattıktan sonra Cenâb-ı Allah´ın, Firavun´a karşı Musa´nın elini burhan ve hüccet kılmasını an­latıyor ve şu ayeti naklediyor:

"Elini koynuna koy, lekesiz, bembeyaz çıksın, korkudan açılan kol­larını kendine çek, bu ikisi, Firavun ve erkanına karşı Rabbinin iki deli­lidir." (el-Kasas, 32.)

Tâ-Hâ sûresinde de şöyle buyurulmaktadır: "Daha büyük mucizele­rimizi sana göstermemiz için elini koltuğunun altına koy da, diğer bir mucize olarak kusursuz, bembeyaz çıksın." (Tâ-Hâ, 22-23.)

Cenâb-ı Allah, Muhammed (s.a.v.)´e de eliyle işaret etmesi üzerine ayı ikiye ayırarak bir mucize vermişti. Rasûlullah (s.a.v.)´m bu işareti üzerine ayın bir parçası Hira dağının gerisinde, bir parçası da berisinde görülmüştü. Nitekim bununla ilgili mütevatir hadisler, şu ayetin açık­lamasını yaptığımız bölümde verilmiştir:

"Kıyamet saati yaklaşır, ay yarılır, onlar bir delil görünce hâlâ yüz çevirirler ve: "Süregelen bir sihir" derler." (ei-Kamer, 1-2.)

Şüphesiz ki ayın yarılması, mucizelerin en parlağı, en göz alıcısı, en geneli, en tesirlisi ve en muazzamıdır.

Tevbesiyle ilgili hususları anlattığı uzun bir hadisinde KaTa b. Ma­lik şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.v.) sevindiğinde yüzü ay parçası gibi aydınlanırdı."

Bu hadis, «Sahih-i Buharî»de mevcuttur.

îbn Hamid dedi ki: "Musa peygambere mucize olarak bembeyaz el verildiğini söylerlerse, biz de deriz ki: Muhammed (s.a.v.)´e bundan da­ha üstün bir mucize verilmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), bir yere oturduğu zaman insanların görebileceği şekilde sağından ve solundan nur zuhur ederdi ve bu nur, onun oradan kalkışma kadar görülmeye devam ederdi. Onun mezarında bir gün ve bir gecelik mesafeden de parlak bir nur ve aydınlık görüldüğünü bilmez misin "

îbn Hamid´in bu sözlerinde gerçekten gariplik vardır. Ancak «es-Sîre» adlı eserimizde Tufeyl b. Amr ed-Devsî´nin İslâm´a girişini anlatır­ken onun, kavmini İslâm´a davet edeceği esnada kendisine bir destek ve yardım olsun diye Peygamber (s.a.v.)´den bir keramet istediğini ve bu­nun üzerine onun iki gözü arasında kandil gibi bir nur parladığım söyle­miştik. Nurun, tam alnının ortasından zuhuru sebebiyle o da:

- Allah´ım, şu nuru başka bir yerde göster. Yoksa kavmini bana bir azab işareti olarak alnımdan aydınlık zuhur ettiği zannına kapılacak­lardır, diye dua etmişti. Onun bu duası üzerine alnındaki nur, kırbacı­nın ucuna intikal etmişti. Kavmi de tıpkı bir kandil gibi ışık saçan o nu­ru seyretmişler ve Rasûlullah´m bereketi ve duasıyla islâm´a girmişler­di. Çünkü Rasûlullah, Tufeyl´in kavmi için:

- Allah´ım, Devs kabilesine hidayet ver ve onları bize getir, diye dua etmiş, Tufeyl´e de bu yüzden "Nur sahibi" adını takmıştı.

tbn Hamid, Üseyd b. Hudeyr ile Abbad b. Bişr´in karanlık bir gecede Peygamber Efendimiz´in yanından çıkıp evlerine gidişleri esnasında ikisinden birinin değneğinin ucundan aydınlık saçıldığını anlatmıştır ki, bu rivayet «Sahih-i Buharı» ile diğer hadis kitaplarında mevcuttur.

Muhamnıed b. Harnza b. Amr el-Eslemî, babasının şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

"Bir seferde Rasûlullah (s.a.v.)´la karanlık bir gecede beraberdik. Parmaklarımdan ışık saçıldı. Arkadaşlarım gelip çevremde birikip eş­yalarını toparladılar. Parmaklarımdan hâlâ aydınlık saçılmaktaydı. Hiçbir şeyleri kaybolmamıştı."

Hişam b. Ammar, Ebu Tayyah ed-Dab´f nin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Mutarrif b. Abdullah, her cuma erken davranır ve sabah karanlı­ğında camiye gelirdi. Çoğu kez onun kırbacının ucunda bir nur görünür­dü. Yine bir gece atma binerek yola çıktı. Mezarlıktan geçerken atı bir mezarı yıkıverdi. O esnada Mutarrif, her ölünün mezarı başında kalkıp oturduğunu gördü ve Ölülerin: "Bu, Mutarrif tir, cumaya gidiyor." de­diklerini işitti. Sonra Mutarrif, onlara şöyle sordu:

- Siz cuma gününün geldiğini anlar mısınız

- Evet, o günde kuşların neler söylediklerini dahi biliriz.

- Kuşların dediklerini de mi anlarsınız

- Kuşlar derler ki: "Ey Rabbimiz, salih bir kavmi belalardan uzak tut"

Musa peygamberin, kendisine tabi olmamaları, muhalefetten vaz­geçmemeleri, taşkınlık ve azgınlıklarını artırmaları sebebiyle Mısır halkına ve Firavun hanedanına beddua etmesine, onların tufana, yani yaygın bir ölüme, kıtlık ve kuraklığa maruz kalmaları için Rabbine dua etmesine gelince, bu hususta yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Onlara gösterdiğimiz her mucize diğerinden daha büyüktü, doğru yola dönmeleri için onları azaba uğrattık.

"Ey sihirbaz! Sana verdiği ahde göre Rabbine bizim için yalvar da doğru yola erişelim" dediler." (ez-Zuhmf, 48-49.)

"Firavun ailesi: "Bizi sinirlemek için ne mucize gösterirsen göster, sana inanmayacağız." dediler.

Bunun üzerine su baskınım, çekirgeyi, haşeraü, kurbağaları ve ka-

nı birbirinden ayrı mucizeler olarak onlara musallat kıldık, yine de bü­yüklük taslayıp suçlu bir millet oldular.

Azab başlarına çökünce, "Ey Musa! Rabbine, sana verdiği ahde gö­re, bizim için yalvar. Bizden azabı kaldınrsan sana, and olsun İd inana­cağız ve İsrail oğullarım seninle beraber göndereceğiz." dediler. Azabı -nasıl olsa sonuna gelecekleri- bir müddet için üzerlerinden kaldırınca, hemen sözlerinden cayıyorlardı. Busebeple onlardan öc aldık, ayetleri­mizi yalan sayıp umursamadıkları için onları denizde boğduk." (ei-A´râf, 132-136.)

Kendisine muhalefete devam ettikleri zaman Rasûlullah (s.a.v.) da Kureyşlilere, Yusuf peygamberin kavmine isabet eden yedi yıllık kıtlık gibi bir kıtlığın inmesi için dua etti. Onlar da Peygamber Efendimiz´in bu duası üzerine kıtlığa maruz kaldılar. Her şeylerini yeyip bitirdiler. Yiyecek bir şeyleri kalmadı. Öyle ki Kureyşlilerden biri, aşırı derecede açlığından semada duman görür gibi oluyordu. îbn Mesud (r.a.), şu aye­ti böyle tefsir etmiştir: "Ey Muhammedi Göğün, insanları bürüyecek ve gözle görülecek bir duman çıkaracağı günü bekle." (ed-Duhân, 10.)

Kureyşliler, uzun süre kıtlığa maruz kaldıktan sonra akrabalık bağlarını vesile edinerek kendisinin de rahmetle gönderilmiş bir pey­gamber olduğunu söyleyerek RasûluUah´a gidip yalvardılar. Bu kıtlı­ğın, üzerlerinden kaldırılması dileğinde bulundular. Rasûlullah da on­lar için dua etti ve kıtlık sona erdi. Azab da üzerlerinden kaldırıldı. On­lar, ölümle yüz yüze geldikten sonra yeniden canlandılar.

İsrail oğullarıyla Firavun ordusu karşı karşıya geldiği esnada Cenâb-ı Allah´ın emri üzerine Musa peygamber, asasıyla denize vur­muş, deniz de açılarak her bir taran büyük dağlar misali iki parçaya bö­lünmüş, böylece İsrail oğulları için yol açılmıştı. Bu, göz alıcı, parlak ve büyük bir mucize, düşmanı kahredici kesin bir hüccettir. Bunu tefsiri­mizde ve «Kısasu´l-Enbiya»da detaylı olarak açıklamıştık.

Kureyşlilerin isteği doğrultusunda Peygamber (s.a.v.), ayın dolu­nay olduğu bir gecede müşriklerle beraber oturmaktayken mübarek eliyle gökteki aya işaret etmiş ve ay, ikiye yarılmıştı ki; bu da Hz. Pey-gamber´in, Allah katından gönderilmiş bir elçi olduğuna ve onun Allah katında itibarlı bir zat olduğuna büyük bir işaret, sağlam bir delil, vazıh bir hüccet ve göz alıcı bir burhandır. Önceki peygamberlerden hiçbirinin gözle görülür bü kadar büyük bir mucize izhar ettiği nakledilmiş değil­dir. Nitekim bunu tefsirimizde biset bahsinin baş kısmında, Kitap ve Sünnet´ten delillerle açıklamıştık. Ayıca bu mucize, Yuşa´ b. Nun için cumartesi gecesi fethi tamamladığı esnada güneşin batı ufkunda bekle­tilmesi mucizesinden de büyük bir mucizedir. Önceki sayfalarda Alâ b. el-Hadremî, Ebu Ubeyd es-Sakafî ve Ebu Müslim el-Holanî´nin izhar et­tikleri kerametleri ve beraberindeki askerlerin Dicle nehri üzerinden yürüyerek geçmelerini de anlatmıştık M; bu, Musa peygamber için deni­zin yol vermesi mucizesinden daha büyüktür. Doğrusunu Allah bilir, îbn Hamid dedi ki: "Musa peygamberin, asasıyla denize vurması üzerine denizin yol verdiğine dair anlatılan mucizenin bize karşı ileri sürülmesi durumunda deriz ki: Rasûlullah (s.a.v.), bunun gibi bir muci­ze izhar etmiştir. Bu konuda Hz. Ali, şöyle demiştir: "Hayber´e gidişimiz esnasında Saht vadisiyle karşılaştık. Vadi, su ile dolup taşmaktaydı. Derinliğini ölçtük. On dört boy olduğunu gördük. Sahabeler dediler ki:

- Ya Rasulallah, arkamızda düşman, önümüzde de şu dere var, ne yapalım " Onlar, tıpkı Musa´nın arkadaşları gibi "Yakalandık." dediler. Rasûlullah (s.a.v.), bineğinden indi. Atlar sudan geçtiler, develer de peş­lerinden geçtiler. Atların toynakları ile develerin tabanları ancak ısla­nabildi. Bu da bir fetih oldu."

İbn Hamid´in anlattığı bu meseleyi, mutemed kitaplarda senedli olarak görmedim. Hatta bu hususta ne sahih ve hasen, ne de zayıf bir se-ned görmüş değilim. Doğrusunu Allah bilir.

Musa peygamberin Tih çölünde, üzerindeki bir bulutla gölgelendi-rilmesi meselesine gelince, bu mucize Peygamber Efendimiz için de va-kidir. Rahib Bahira´nın, arkadaşları arasında sırf Rasûlullah´ı gölgele­yen bir bulut gördüğüne dair hadis, önceki bölümlerde geçmiştir. O es­nada Rasûlullah (s.a.v.), on iki yaşında bir genç idi. Amcası Ebu Talib´le beraber ticaret için Şam´a gitmişti, işte orada Rahib Bahira, Peygamber Efendimiz´in, başı üzerindeki bir bulutla gölgelenmekte olduğunu gör­müştü. Kendisine vahiy gelmeden Önce böyle bir ilahi muhafaza altında olması, Peygamber Efendimiz için gözler kamaştıran bir mucizedir. Bir bulut, arkadaşları arasında sadece Rasûlullah´ı gölgeliyordu. Bu da onun çok sıkı bir koruma ve itina altında olduğunu göstermektedir. îs-rail oğullarını gölgeleyen bulut ile diğer bulutlardan daha kuvvetlidir. Ayrıca İsrail oğullarım gölgeleyen bulut, hararetin şiddetinden, dolayı­sıyla onların gölgeye olan ihtiyacından ötürüydü.

Bu kitabın peygamberlik delilleri bölümünde anlattığımıza göre Peygamber (s.a.v.), kuraklık ve kıtlığa, buna bağlı olarak açlığa maruz kaldıkları zaman Kureyşlilerin yağmur duası yapma istekleri üzerine ellerini kaldırıp:

- Allah´ım, bize yağmur yağdır, Allah´ım, bize yağmur yağdır. Al­lah´ım, bize yağmur yağdır, diye dua etmişti.

Enes diyor ki:

"Vallahi o esnada biz, gökte bulut diye birşey görmüyorduk. Bizimle Sel dağı arasında ne bir ev, ne bir oda vardı. Rasûlullah, dua ettikten sonra Sel´ dağının arkasından, kalkan büyüklüğünde bir bulut görün­dü. Bu bulut, semanın ortasına gelince yayıldı. Sonra yağmur yağmaya başladı. Allah´a yemin ederim ki, o günden itibaren bir hafta boyunca

güneşi göremedik. Bir hafta boyunca yağmur yağmaya devam etti. in­sanlar gelip yağmurun dinmesini istedikleri zaman da Rasûlullah .(s.a.v.), ellerini semaya kaldırıp:

- Allah´ım, üzerimize değil de çevremize yağdır, diye dua etti. Dua ederken eliyle hangi tarafa işaret ediyorsa, bulut, mutlaka o tarafa gidi­yordu. Öyle ki Medine bir tac gibi oldu. O tacın çevresine yağmur yağı­yor, ama altına yağmur yağmıyordu. Bu, Tih çölünde İsrail oğulları üze­rinde duran bulutun gölgelendirmesinden daha kuvvetli bir mucizeydi ve buna ihtiyaç da vardı. Bu, ondan daha faydalıydı. Yine aynı zamanda bu, Peygamber Efendimizin daha kuvvetli bir koruma ve itina altında olduğuna işaret etmektedir. Doğrusunu Allah biîir.

Musa peygamber ile israil oğullarına bıldırcın ve kudret helvası in­dirilmişti. Buna karşılık Rasûlullah (s.a.v;) da -peygamberlik delilleri adlı kısımda anlatıldığı gibi- birçok yerde yiyecek ve içecekleri bereket­lendirip çoğaltmıştı. Az miktardaki yiyecek ve içeceği, büyük bir toplu­luğa yetecek kadar çoğaltmıştı. Nitekim Hendek gününde Cabir b. Ab­dullah´ın küçük bir oğlağını ve bir ölçeklik arpasını, 1000 kişiden fazla aç insana yedirmiş, onları doyurmuştu. Allah´ın salat-ü selamı kıyamet gününe kadar onun üzerine olsun.

Yine bir çanak yiyeceği, büyük bir kalabalığa yedirmiş, onları da do­yurmuştu. Ona, semadan manevi takviye gelmekteydi. Buna benzer da­ha birçok mucizeleri vardır ki, onları burada anlatmak uzun sürecek ve büyük bir yer işgal edecektir.

Ebu Nuaym ile İbn Hamid, bıldırcın ve kudret helvasının israil oğullarının bir çaba ve gayreti olmaksızın Allah tarafından kendilerine gönderilen bir rızık olduğunu söylemişlerdir. Bu zatlar, bu mucizeye karşılık olarak Peygamber Efendimiz´e de daha önce hiçbir peygambere helal kılınmadığı halde ganimetlerin helal kılındığını ifade etmişlerdir. Yine bunlar, şu hadisi rivayet etmişlerdi:

Cabir, aç olduklarını, açlıktan dolayı ağaç yapraklarım yediklerini ve bir seriyyede kendilerine denizin anber adındaki bir büyük balığı kı­yıya attığını, o balığı otuz gün otuz gece süresince yediklerini, böylece şişmanlayıp göbekleri üzerinde et kıvrımları meydana geldiğini söyle­miştir. Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi bu hadis, Buharfde yer al­maktadır. Ayrıca Meryem oğlu Mesih´in mucizelerinden biri olan sofra mucizesi bahsinde de anlatılacaktır. [1]



Ebu Musa El-Holanî´nîn Kıssası


Ebu Musa ile arkadaşlarından bir cemaat, hacca gitmek üzere yola çıkmışlardı. O, arkadaşlarına, yanlarına azık ve dağarcık almamaları­nı emretmişti. Bir menzilde konakladıkları zaman o, iki rekat namaz kilar, sonra da Allah tarafından onlara ve bineklerine sabah akşam yete­cek kadar yiyecek ve içecek gönderilirdi. Bu hal, hacca gidiş ve dönüş sü­resince devam etmişti.

Bir ayet-i kerimede yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Musa, milleti için su aramıştı; "Asanla taşa vur" dedik; ondan on Üd pınar fışkırdı. Herkes içeceği yeri bildi." (ei-Bakara, 60.)

Musa peygamberin kıssasından bahsederken ve tefsirimizde de bu ayete değinirken gerekli açıklamayı yapmıştık.

Peygamber (s.a.v. )´in, elini açmaksızın ancak yumarak içine koya­bileceği bir kaba daldırdığını, sonra parmaklarından pınar gibi sular fışkırdığını ve bunun birçok yerlerde görüldüğünü de anlatmıştık. Ör­nek olarak bir kadının tulumunun yağla dolup taştığım, Hudeybiye gü­nünde az bir yiyecekle büyük bir cemaatı doyurduğunu, buna benzer be­reketle ilgili mucizeleri de anlatmıştık. Yine Peygamber (s.a.v.)´in talebi üzerine Medine´de ne fazla ne eksik, tam ihtiyaca yetecek kadar yağmur yağmıştı. Bu da büyük ve tesirli bir mucizedir. Bir ulema cemaatının kavline göre Peygamberin parmaklarından su fışkırması, taştan su fış­kırmasına nisbetle daha muazzam bir mucizedir. Çünkü taştan su çık­ması normaldir, ama parmaklardan su çıkması alışılmış bir durum de­ğildir.

Hafiz Ebu Nuaym dedi ki: "Musa peygamberin, taşa asâsıyla vur­ması neticesinde Tih çölündeki taştan on iki kanal halinde su fışkırması ve insanların hepsinin de hangi kanaldan içeceklerini bilmiş olmaları hadisesi, Musa peygamberin bir mucizesi olarak anlatılacak olursa, biz de deriz M: Muhammed (s.a.v.)´in de bunun gibi hatta bundan daha hay­ret verici mucizesi görülmüştür. Taştan su nşkırması, ilim ve marifetçe bilinen birşeydir. Ama bundan daha hayret verici olan durum, kan, et ve kemik arasından suyun fışkırmış olmasıdır. Mina´da Hz. Peygamber (s.a.v.), parmaklarını ayrık tutmuş ve parmakları arasından sular fiş-kırmıştı. Yanındaki insanlar da parmakları arasından fışkıran tatlı ve akar suyu içmişler, bineklerine de içirmişlerdi. Orada çok sayıda insan, at ve deve, o suyu içmişlerdi.

Ebu Umre el-Ensârî´den konuyla ilgili diğer bir rivayet şöyledir:

"Bir gazada Rasûlullah (s.a.v.)´la beraberdik. İnsanlar aç halde ge-celemişlerdi. Rasûlullah (s.a.v.), bir kova getirilmesini emretti. Kovayı getirip önüne bıraktılar. Birazcık su getirilmesini de emretti. Getirilen az miktardaki suyu kovaya boşalttı. Sonra içine üfledi ve Allah´ın diledi­ği şeyleri söyledi. Sonra da parmağını kovaya daldırdı. Yemin ederim ki, Rasûlullah (s.a.v.)´m parmaklarından pınar gibi su fışkırdığını gördüm. Sonra insanları çağırdı, içmelerini emretti. Onlar da içtiler ve kırbala-nyla ibriklerini doldurdular." Buzağıya tapmaları ve sığır meselesi yüzünden öldürülen İsrail oğullarının diriltilmesi meselesine gelince, Rasûlulîah (s.a.v.)´m da bu­nun benzeri olarak bazı insanları ve hayvanları diriltme mucizesi ileri­de anlatılacaktır. Meryem oğlu İsa´nın ölüleri diriltmesinden söz eder­ken buna da değineceğiz. Doğrusunu Allah bilir. Ebu Nuaym, burada daha birçok şeyler anlatmıştır. Ancak biz konuyu uzatmamak için bura­da onlara değinmedik. [2]



Rasûlullah Ve Ondan Önceki Peygamberlere Verilen Şeyler


Muhammed b. Şuayb, Ravh b. Müdrik kanalı ile Amr b. Hassan et-Temimfnin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Musa peygambere, Arş´m hazinelerinden bir ayet verilmişti. O ayet de şudur: "Ey Rabbim! Şeytan kalbime girmesin. Beni ondan ve bü­tün kötülüklerden koru. Kudret, saltanat, hükümranlık ve mülk senin­dir. Sen ezellerin ezeli ve ebedlerin ebedisin. Amin, amin."

Muhammed (s.a.v.)´e de Arş´m hazinelerinden iki ayet verilmişti. Bu ayetler el-Bakara sûresinin sonundaki iki ayettir: "Amene´r-Rasûlü bimâ ünzile ileyhi min Rabbihi." [3]



Güneşin Batı Ufkunda Bekletilmesi


Güneş, İsrail oğullarının Musa peygamberden sonra gelen Yuşa´ b. Nun adındaki peygamberleri için batı ufkunda bekletilmişti. Bu pey­gamber, İsrail oğullarım Tih çölünden çıkarıp kuşatma ve çarpışmadan sonra Kudüs´e sokmuştu. Fetih, cuma günü ikindiden sonra gerçekleş­mişti ki, o esnada güneş batmak üzereydi. Cumartesi gecesi girecekti ki, gece olunca da savaşı devam ettiremeyeceklerdi. Bunun üzerine Yuşa* peygamber, güneşe bakıp: "Ey güneş! Sen emir altındasın, ben de emir altındayım." Böyle dedikten sonra da: "Allah´ım, güneşi benim için batı ufkunda beklet." diye dua etti. Allah da onun bu duası üzerine güneşi ufukta bekletti. Fetih tamamlanınca, güneş battı.

«Kıs asü´l-Enbiya» adlı kitabımızda, «Sahih-i Müslim»de Ebu Hü-reyre´nin, Peygamber Efendimiz´den rivayet ettiği şu hadisi nakletmiş­tik:

"Peygamberlerden biri gaza yaptı. İkindi namazını kıldığı zaman veya ona yakın bir zamanda fethedeceği kasabaya yaklaştı. Güneşe de: "Sen emir altındasın, ben de emir altındayım." dedi, sonra da: "Allah´ım, şu güneşi benim için batı ufkunda biraz beklet." diye dua etti. O kasaba­yı fethedinceye kadar güneş onun için batı ufkunda bekletildi."

Bu hadiste sözü edilen peygamber, Yuşa´ b. Nun´dur. İmam Ahmed b. Hanbel´in rivayet ettiği hadis bunu göstermektedir. Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre´den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.y.) şöyle buyurmuş­tur:

"Güneş, Kudüs´e gittiği gecelerde Yuşa´ peygamberden başka hiçbir insan için batı ufkunda bekletilmemiş tir." Bu, böyle bilindiğine göre ayın ikiye bölünmesi, bir parçasının Hira dağının gerisinde, diğer par­çasının da berisinde görülmesi, güneşin batı ufkunda azıcık bekletilme­sine nisbetle daha muazzam bir mucizedir. Peygamberlik delilleri bölü­münde, güneşin battıktan sonra tekrar ufka döndürüldüğüne dair hadi­si de nakletmiştik. O bölümde bu konuyla ilgili olarak söylenen sözleri de nakletmiştik. Doğrusunu Allah bilir.

Şeyhimiz Allâme Ebul-Mealî İbn Zemlekânî dedi ki: "Zorbalarla sa­vaşması esnasında Yuşa´ peygamber için güneş ufukta bekletilmişti. Ama Peygamberimiz (s.a.v.) için de ay yarılmıştı. Ayın ikiye bölünmesi, güneşin batı ufkunda bekletilmesine nisbetle daha tesirli bir mucizedir. Bu hususta rivayet edilen hadisler sahih ve mütevatirdir. Ayın bir par­çası Hira dağının önünde, bir parçası da arkasında görünmüş, Kureyşli-ler: "Gözlerimiz büyülendi." demişlerdi. Ama bilahare dışarıdan yolcu­lar Mekke´ye geldiklerinde ayın ikiye ayrılmış olduğunu Kureyşlilere haber verdiler. Bununla ilgili olarak yüce Allah şöyle buyurmuştu:

"Kıyamet saati yaklaşır, ay yarılır, onlar bir delil görünce hâlâ yüz çevirirler ve: "Süregelen bir sihir" derler." (el-Kamer, 1-2.)

Güneş, Rasûlullah (s.a.v.) için iki kez bekletilmişti. Bir defasında Peygamber (s.a.v.), başı Hz. Ali´nin kucağmdayken kendisine vahiy gel­meye başlamıştı, Güneş batıncaya kadar başını Ali´nin kucağından kal­dırmamıştı. Ama Ali de ikindi namazını kılamamıştı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), şöyle dua etti: "Allah´ım! Doğrusu Ali, senin ve Rasûlünün itaatindedir. Güneşi onun için tekrar ufka döndür."

Peygamber Efendimiz´in bu duası üzerine Allah, güneşi onun için tekrar ufka döndürdü. Tam olarak güneş ufukta göründü. Bunun üzeri­ne Ali b. Ebi Talib de kalkıp ikindi namazını kıldı. Sonra da güneş battı, ikincisi de Isrâ gecesinin sabahında bekletilmiş ve geç doğdurulmuş ol­masıdır. Çünkü Peygamber (s.a.v.) Kureyşlilere, geceleyin Mekke´den Kudüs´e gitmiş olduğunu söylemişti. Kureyşliler de durumu tahkik et­mek için Kudüs´teki bazı şeyleri, Hz. Peygamber´e sormuşlardı. Cenâb-ı Allah, gözündeki perdeyi kaldırmış, Peygamber Efendimiz de Kudüs´e bakarak oranın durumunu ve evsafını Kureyşlilere anlatmıştı. Yine Kureyşliler, kendilerine ait olup yolda gelmekte olan bir kervanı Pey­gamber´e sormuşlar, o da onlara şu cevabı vermişti:

- Kervanınız güneş doğarken size ulaşacaktır. Kervan gecikti. Cenâb-ı Allah da güneşi bekletti, doğdurmadı. Tam ikindi vakti olunca, güneşi doğdurdu."

îbn Bükeyr, bu hadisi «Sünen» adlı eserine yaptığı ilave niteliğindeki «Ziyadat» adlı eserinde rivayet etmiştir.

Güneşin, Hz. Ali´nin ikindi namazım kılabilmesi için tekrar batı uf­kuna döndürülmesiyle ilgili hadise gelince, biz bunu Esma bînti Umeys tarikiyle nakletmişizdir ki, en meşhur tarik de budur. Rafizî ulemasın­dan İbn Mutahhar gibi kimseler, bu hadisi sahih saymışlardır. Ali b. Medinî, İbrahim b. Yakub el-Cüzcanî gibi hadis hafizlan ise bunu zayıf saymışlardır. Güneşin doğduruimayıp bekletilmesiyle ilgili hadise ge­lince, bunu Yunus b. Bükeyr´den başkası rivayet etmemiştir. Bundan daha garib olan bir durum var M, o da ibn Mutahhar´uı «Minhac» adlı ki­tabında anlattığına göre güneş, Hz. Ali için iki defa ufka geri döndürül­müştür. Birincisi, Hz. Peygamber´e vahiy nazil olurken ikindi namazını kılamamış olan Hz. Ali´nin bu namazını kılabilmesi için güneşin tekrar batı ufkuna döndürülmesi idi. ikincisine gelince, o da şöyle cereyan et­miştir:

Ali, Babil´de Fırat nehrini geçmek istediği zaman arkadaşlarından çoğu binekleriyle meşgul olmuşlardı. Kendisi bir grup arkadaşıyla ikin­di namazını kılmıştı, ama çokları bu namazı kılamamışlardı. Bu husus­ta dedikodu yaptılar. Ali de güneşin tekrar batı ufkuna döndürülmesini Allah´tan dilemiş ve güneş tekrar ufka döndürülmüştü.

Ebu Nuaym, Musa peygamberden sonra tdris peygamberin geldi­ğini söylemişti. Tefsircilerin çoğuna göre îdris peygamber, israil oğulla­rının peygamberlerindendir. Muhammed b. îshak b. Yesar ile diğer bazı neseb ulemasına göre İdris peygamber, Nuh peygamberden önce gel­miştir. Buna daha önce de değinmiştik. [4]



İdrîs Peygambere Verilen Yüksek Makam


Onun ulaştığı yüksek makam, Kur´ân-ı Kerim´de şöyle zikredil­mektedir: "Onu yüce bir yere yükselttik." (Meryem, 57.)

Bu hususta diyeceğimiz şudur ki: Muhammed (s.a.v.)´e bundan da­ha yüksek, bundan daha faziletli, bundan daha mükemmel bir makam verilmiştir. Zira Allah, onun şanını dünya ve ahirette yüceltmiş ve bu hususta şöyle buyurmuştur:

"Senin şanını yükseltmedik mi " (ei-Inşirah, 4.)

Her hutbe irad eden, her şefaat dileyen, her namaz kılan kimse mut­laka "Eşhedü enlâ ilahe illallah ve enne Muhammeden Rasûlullah" diye seslenir. Allah, Rasûlünün adını kendi adıyla bir araya getirmiştir. Bu, yeryüzünün batılarında da doğularında da böyledir. Bu şahadet kelime­si, farz namazlar için bir anahtar durumundadır.

"Senin şanını yükseltmedik mi " (el-Inşirâh, 4.)

Bu ayet-i kerimeyle ilgili olarak ibn Luhay´a, Ebu Said´den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cebrail, yüce Allah´ın şöyle buyurduğunu bana söyledi: "Benim adım anıldığı zaman mutlaka senin de adın anılır."

Enes b. Malik, Rasûlullah (s.a.v.)´ın şöyle buyurduğunu rivayet et­miştir:

"Allah´ın, bana göklerle yerin işleriyle ilgili verdiği emirleri yerine getirmemden sonra dedim ki:

- Ey Rabbim, benden önceki her peygambere ikramda bulundun, onları yücelttin, ibrahim´i dost edindin, Musa ile konuştun. Davud´un emrine de dağları verdin. Rüzgarı ve şeytanları, Süleyman´ın emrine verdin. İsa´ya da ölüleri diriltme mucizesi verdin. Ya benim için ne yap­tın

Rabbim buyurdu ki:

- Bütün bu saydıklarından daha üstün şeyi sana vermedim mi Benim adım anıldığı zaman mutlaka sen de anılacaksın. Senin ümmeti­nin kalplerine încilleri (Kur´ân´ları) yerleştirdim. Kur´ân´ı açıkça okur­lar, ben bu fazileti hiçbir ümmete vermedim. Arş´ımm hazinelerinden bir kelimeyi de sana indirdim. O kelime şudur: La havle vela kuvvete il­la billah."

Bu rivayetin senedinde gariplik vardır. Ancak Ebu Zür´a er-Razî, «Delâilü´n-Nübüvve» adlı kitapta bunu başka bir ifadeyle nakletmiştir ki, onda da inkita vardır.

Hişam b. Ammar ed-Dımaşkî, Enes b. Malik´den rivayet etti ki, Ra­sûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Allah, bana ayetlerini gösterdiği ~aman güzel bir koku hissettim. Ey Cebrail, bu nedir " diye sordum, o da bu Cennet´tir, dedi. Ya Rab, be­ni ehlimle buraya getir, dedim." Yüce Allah buyurdu ki:

- Sana verdiğim sözü yerine getiririm. Benden başkasını Rab edin­meyen inanmış her erkek ve her kadın buraya gelecektir. Her kim be­nim için borç verirse (dünyada sevab işlerse) onu kendime yakın kıla­rım. Her kim bana tevekkül edip dayanırsa, ben ona yeterim. Dileğini yerine getiririm. Her kim benden ne isterse, istediğini veririm. Benim için infakta bulunan kimsenin nafakası eksilmez ve istediği şey de nok-sanlaşmaz. Sana verdiğim sözü yerine getiririm. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir.

Dedim ki:

- Razı oldum.

Sidretü´l-Münteha´ya vardığımız zaman secdeye kapandım. Başı­mı secdeden kaldırıp şöyle dedim:

- Ya Rab, İbrahim´i dost edindin, Musa ile konuştun, Davud´a Ze­bur´u verdin. Süleyman´a büyük bir hükümranlık verdin.

Yüce Allah buyurdu ki:

- Ben de senin şamnı yücelttim. Ümmetin hutbe irad ederken senin, benim rasûlüm olduğuna şahadet getirmedikleri takdirde hutbele­ri caiz olmaz. Ümmetinin kalplerine înciller (Kurbânlar) yerleştirdim. Sana Arş´ımm altından el-Bakara sûresinin son iki ayetini verdim."

Sonra Rasûlullah (s.a.v.), diğer peygamberlerin ruhlarıyla karşı­laştı. Onlar, Aziz ve Celil olan Rablerini övüp hamd ü senada bulundu­lar. Hz. İbrahim dedi ki:

"Beni dost edinen, bana büyük bir hükümranlık veren, beni gönüllü olarak kendisine ibadet eden bir ümmet kılan Allah´a hamd ederim. Ölümüm ve dirimim O´nun içindir. O, beni ateşten kurtardı. Ateşi be­nim için serin ve selamet kıldı."

Sonra Musa peygamber, Rabbine hamd ü senada bulunarak şöyle dedi:

"Benimle konuşan, beni risaleti ve konuşması için seçen, beni sırda­şı yapan, bana Tevrat´ı indiren, Firavun´u, benim elimle helak ettiren Allah´a hamd olsun."

Sonra Davud peygamber, Rabbine hamd ü senada bulunarak şöyle dedi:

«Beni hükümran kılan, bana Zebur´u indiren, demiri benim için yu­muşatan, dağları emrime veren, benimle birlikte dağlan ve kuşları teş­bih ettiren, bana hikmeti ve hükmetme yetkisini veren Allah´a hamd ol­sun.»

Sonra Süleyman peygamber, Rabbine hamd ü senada bulunup şöy­le dedi:

"Rüzgarlarla cin ve insanları emrime veren, şeytanları bana mü-sahhar kılan -ki bunlar benim dilediğim mabetleri, heykelleri, büyük kapları ve taşınması güç kazanları yaparlar- bana kuşlarla konuşmayı öğreten, bakırı erimiş su gibi benim için akıtan, benden sonra hiç kimse­ye verilmeyecek bir hükümranlığı veren Allah´a hamd olsun."

Sonra Hz. İsa, Allah´a hamd ü senada bulunarak şöyle dedi:

"Bana Tevrat ve İncil´i öğreten, kör ve alacalıyı iyileştirme mucize­sini veren, izniyle ölüleri diriltmeme imkan veren, beni arındıran ve ka­firler arasından çıkarıp yücelten, kovulmuş şeytandan koruyan, şeyta­nın bize güç yetirmesine imkan vermeyen Allah´a hamd olsun."

Sonra Muhammed (s.a.v.), Rabbine hamd ü senada bulunarak şöyle dedi:

"Her biriniz Rabbine hamd ü senada bulundu. Ben de Rabbime hamd ü senada bulunacak ve O´nu öveceğim. Beni âlemlere rahmet ola­rak gönderen, bütün insanlığa müjdeleyici ve uyana yapan, bana içinde herşeyin açıklaması bulunan Furkân´ı indiren, ümmetimi insanlık için çıkanlmış en hayırlı ümmet kılan, ümmetimi en üstün ümmet yapan, ümmetimi ümmetlerin en evveli ve en sonuncusu kılan, göğsümü geniş­leten, günahımı kaldıran, şanımı yücelten, beni peygamberlerin evveli ve sonu kılan Allah´a hamd olsun." İbrahim peygamber dedi ki: "Böylece Muhammed (s.a.v.), sizden üstün oldu."

- Hakim ile Beyhakî, Hz. Ömer´in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "Adem peygamber dedi ki:

- Ya Rab, Muhammed hakkı için beni bağışlamanı diliyorum. Cenâb-ı Allah da ona sordu:

- Henüz kendisim yaratmadığım halde Muhammed´in varlığını nereden biliyorsun

- Ya Rab, onun adını senin adınla birlikte Arş´m sütunu üzerinde yazılı gördüm. "Lâ ilahe illallah Muhammedün Rasûlullah" diye Arş´m sütunu üzerinde bir yazı vardı. Bundan anladım ki sen, yaratıkların arasında en çok sevdiğin kişinin adını kendi adınla birlikte zikreder ve zikrettirirsin.

- Doğru söyledin ey Adem. Eğer Muhammed olmasaydı, seni ya­ratmazdım.

Bazı imamlar dediler ki: Cenâb-ı Allah, Muhammed (s.a.v.)´in şanı­nı yüceltti. Evvelin ve ahirin insanları arasında onun adını kendi adıyla birleştirdi. Böylece onun kadri yüceldi. Kıyamet gününde onu Makam-ı Mahmud´a yerleştirecektir. İnsanların evveli ve ahiri ona imrenecektir. İbrahim Halilullah da dahil olmak üzere bütün yaratıklar ona gıpta ile bakacaklardır.

Rasûlullah (s.a.v.)´m şanının geçmiş ümmetlerde ve önceki nesiller­de yüceltilmiş olduğuna gelince, bu konuda «Sahih-i Buharî»de Ibn Ab-bas´ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"Cenâb-ı Allah, gönderdiği her peygamberden mutlaka şu sözü al­mıştır: Eğer o peygamber hayatta iken Muhammed (s.a.v.) risaletle gö­revlendirilecek olursa, mutlaka Muhammed (s.a.v.)´e iman edecek, ona tabi olacak ve ona yardım edecektir. Yine Cenâb-ı Allah, gönderdiği her peygambere de şu emri vermiştir: Eğer ümmeti hayatta iken Muham­med (s.a.v.) risaletle görevlendirilecek olursa, ona iman etmeleri, ona tabi olmaları hususunda onlardan kesin söz alacak."

Peygamberler, Rasûlullah (s.a.v.)´m geleceğini önceden müjdele­mişlerdi. En son müjdeleyen de Meryem oğlu Isa peygam