Konu Başlığı: Rasûlullah (S.A.V.)´a Gelen Elçilik Heyetleri Gönderen: Esila üzerinde 28 Ocak 2011, 14:50:13 Rasûlullah (S.A.V.)´a Gelen Elçilik Heyetleri Rasûlullah´ın Muaviye B. Ebi Muaviye Üzerine Cenaze Namazı Kılması Kayser Elçisinin Rasûlullah (S.A.V.)´A Tebük´te Gelişi Hz. Peygamberin Medine Dönüşünden Önce Tebük´teki Çadırında İken Eyle Hükümdarı, Cerba Ve Ezruh Halkı İle Barış Antlaşması Yapması Peygamber (S.A.V.)´İn, Halid B. Velid´i Dume Valisi Ükeydir´e Göndermesi Fasıl Mescid-Î Dırar Kıssası Bunlardan Başka Bazı Asîlerin Savaştan Geri Kalmaları Hz. Peygamberin Tebük´ten Medine´ye Dönüşünden Sonra Meydana Gelen Olaylar. Hicrî Dokuzuncu Senenin Ramazan Ayında Sakif Heyetinin Hz. Peygamber´e Gelişi Abdullah B. Ubeyyın Olumu. Fasıl Hz. Peygamberin, Ebu Bekir´i Hac Emiri Olarak Mekke´ye Göndermesi Fasıl Rasûlullah (S.A.V.)´A Gelen Elçilik Heyetleri Beni Temim Kabilesinin Fazileti Beni Abdü´l-Kays Kabilesinin Elçilik Heyeti Sümame İle Beni Hanîfe Heyeti Ve Mel´un Müseylemetü´l-Kezzab´ın Kıssası Necran Heyeti Rasûlullah´ın Muaviye B. Ebi Muaviye Üzerine Cenaze Namazı Kılması Beyhakî, Yezid b. Harun vasıtasıyla Enes b. Malik´in şöyle dediğini rivayet eder: "Tebük´te Rasûlullah (s.a.v.)´la birlikte idik. Bir gün güneş çok parlak, şualı, ziyalı ve nurlu olarak doğdu ki, daha önce o şekilde doğduğunu görmemiştim. Cebrail, Rasûlullah (s.a.v.)´m yanına geldi. Rasûlullah ona şöyle sordu: - Ey Cebrail, bana ne olmuş ki, bugün güneşin daha önce görmediğim bir şekilde aşırı derecede ışıklı, nurlu ve şualı bir şekilde doğduğunu görüyorum -Ey Allah´ın elçisi, bugün Muaviye b. Muaviye el-Leysî Medine´de vefat etti. Cenaze namazını kılmaları için Allah onun cenazesine 70.000 melek gönderdi. - Niçin diye soran Hz. Peygamber´e, Cebrail şöyle cevaT) verdi: - Gece, gündüz, yürürken, ayaktayken, otururken fazlaca İhlâs sûresini okurdu. Ey Allah´ın Rasûlü, ister misin yeri senin için düre-yim de Medine´de Muaviye´nin cenaze namazını kılasm - Evet. Cebrail, yeri dürdü. Rasûlullah (s.a.v.), Medine´de Muaviye´nin cenaze namazını kıldı. Sonra Tebük´e döndü." Bu hadiste şiddetli derecede gariplik ve münkerlik vardır. İnsanlar, bunun münkerlik ve garipliğim Alâ b. Zeyd´e isnad etmişlerdir ve Alâ hakkında olumsuz konuşmuşlardır. Beyhakî, Ali b. Ahmed b. Abdan vasıtasıyla Enes´in şöyle dediğini rivayet eder: "Cebrail geldi ve şöyle dedi: - Ya Muhammed! Muaviye b. Ebi Muaviye el-Müzenî vefat etti. Onun cenaze namazını kılmak ister misin Bunun üzerine Allah elçisi: - Evet, dedi. Cebrail, kanadını vurdu. Vurunca da bütün ağaçlar ve tepeler sarsıldılar. Rasûlullah da Muaviye´nin cenaze namazım kıldı. Arkasında iki saf olarak melekler de namaz kıldılar. Her safta 70.000 melek vardı. Ravi, Rasûlullah (s.a.v.)´ın Cebrail´e şöyle sorduğunu rivayet ediyor: , - Ey Cebrail, Muaviye neden bu ilahi mertebeye ulaştı - İhlâs sûresini sevdiğinden. Çünkü o, ayakta iken, otururken, giderken, gelirken, her halükarda bu sûreyi okurdu." Osman dedi ki: Ben babama; o esnada Peygamber (s.a.v.)´in nerede olduğunu sordum. O da Tebük gazvesinde, Şam´da olduğunu söyledi. Muaviye ise Medine´de vefat etti. Muaviye´nin naaşı göklere yükseltildi. Nihayet Rasûlullah onu gördü ve ona bakıp cenaze namazını kıldı." Bu rivayet de bu bakımdan münkerdir. [1] Kayser Elçisinin Rasûlullah (S.A.V.)´A Tebük´te Gelişi İmam Ahmed b. Hanbel, İshak b. İsa kanalı ile Said b. Ebi Ra-şid´in şöyle dediğini rivayet eder: "Kayser Herakliyus´un, Rasûlullah (s.a.v.)´a elçi olarak gönderdiği Tennuhlu adamı Humus´ta gördüm. Orada piri fani olmuş bir ihtiyar komşum idi. Ona: - Kayser Herakliyus ile Hz. Peygamber Efendimiz arasında geçen yazışmayı anlatır mısın dedim. O da dedi ki: - Rasûlullah (s.a.v.), Tebük´e gelmiş ve Dıhyetu 1-Kelbî´yi Herakli-yus´a göndermişti. Herakliyus da Peygamber Efendimizin mektubunu okuduktan sonra Rumların keşiş ve patriklerini kendi odasında toplayıp üzerlerine kapıyı kilitledi ve onlara şöyle dedi: - Bu adam (Muhammed), bildiğiniz yere kadar gelmiş ve bana üç yoldan birini seçmem için bir mektup göndermiştir. Beni, ya dinine tabi olmaya, ya toprağımız elimizde kalmak üzere ona malımızdan vergi vermeye, veyahut onunla savaşmaya davet ediyor. Ne diyorsunuz Çok. iyi bilirsiniz ki, eğer ona tabi olmaz veyahut vergi vermezsek ayaklarımızın altındaki şu yeri bile bizden alacaktır. Zira kitaplarda bunu açık olarak okuyoruz. Gelin de ona tabi olalım. Veya vergi verelim ki, toprağımız elimizde kalsın. Bunun üzerine hepsi başlarındaki külahları atıp homurdandılar: - Sen bizi Hristiyanlık dininden ayrılmaya veya Hicaz´dan buraya kadar gelmiş bir Arap bedevisine köle olmaya mı çağırıyorsun dediler. Kayser yanından çıkar çıkmaz onların halkı ayaklandırıp kendisini tahtından düşüreceklerini anlayınca şöyle dedi: - Ben sizi denemek ve dininize olan bağlılığınızı anlamak için bunu söyledim. Sonra Tecib kabilesinden ve Hristiyan Arapların başında bulunan adama; "Bana Arapça´yı bilen ve hafızası kuvvetli olan bir adam bul, onunla şu zatın bana gönderdiği mektuba cevap yazıp göndereyim," dedi. Arayıp beni buldular. Herakliyus´un yanına gittiğim zaman bana şöyle dedi: - Şu mektubu oraya götür ve kendisine verirken ne söylerse hafızanda tut. İlk Önce bak, bana gönderdiği mektubtan bahsediyor mu etmiyor mu Mektubumu açıp okuduğu zaman geceden bahsediyor-mu, etmiyor mu Sırtına da bak... Onda herhangi bir işaret var mı, yok mu Araştır. Ben kendisinden mektubu alıp yola çıktım. Tebük´e vardığım zaman Peygamber (s.a.v.)´in su başında, ashabı arasında oturduğunu gördüm. Onlara: - Adamınız hangisidir diye sordum. Bana: - Şudur, dediler. Bunun üzerine ilerleyip yanına vardım ve Önüne oturup mektubu kendisine uzattım. O da mektubu benden alıp eteğine koydu ve bana: - Nerelisin dedi. - Tennuhluyum, dedim. Bana: - Babanız İbrahim´in dini olan İslâmiyet´e girmez misin dedi. - Ben başka bir milletin elçisiyim ve onların dini üzerindeyim. Onların yanına bir daha dönmeden dinlerinden dönemem, dedim. Bunun üzerine Rasûlullah gülümsedi ve: "Ey Muhammedi Sen, sevdiğini doğru yola eriş tir eme zsin. Ama Allah, dilediğini doğru yola eriştirir. Doğru yola girecekleri en iyi O bilir." (ei-Kasas, 56.) ayetini okudu ve bana şöyle dedi: - Ey Tennuhlu kardeş! Ben Kisra´ya bir mektup gönderdim. O ise mektubumu parçaladı. Allah da onu ve mülkünü parçalayacaktır. Ben, Necaşi´ye de bir sahife yazıp gönderdim. O, mektubumu yırttı. Allah da onu yırtacak, mülkünü parçalayacaktır. Senin sahibine (He-rakliyus´a) da bir mektub yazdım. Ama o mektubu yanında koydu. Onun için iyilikle yaşadığı müddetçe o, halk üzerindeki nüfuzunu ve gücünü yitirmeyecektir. İçimden, bu Herakliyus´un unutmamamı tavsiye ettiği üç şeyden biridir, dedim ve okluğumdan bir ok çekip onunla kılıcımın kını üzerindeki derisini işaretledim. Sonra o, mektubu sol tarafındaki bir adama uzatıp: - Al oku, dedi ve adam mektubu açıp okumaya başladı. Onlara: - Mektubu okuyan bu adam kimdir diye sordum. Bana: - Muaviye´dir, dediler. Mektup okunurken baktım ki, Kayser mektubunda, "Sen beni, göklerin ve yerin genişliğince olan Cennet´e davet ediyorsun. Eğer Cennet göklerin ve yerin genişliğini içine alan bir büyüklükte ise, o zaman Cehennem nerede oluyor " diye yazmıştı. Hz. Peygamber de: - Sübhanallah! Bu ne biçim bir sorudur Sanki Allah´ın yeri mi yok Öyle ise ben de ona, gündüz geldiği zaman gece nerede oluyor diye sorayım, dedi. Bunun üzerine okluğumdan bir ok daha çekip kılıcımın derisi üzerine bir işaret daha yaptım. Mektubun okunması tamamlandıktan sonra Hz. Peygamber bana dönüp: - Sen haklısın, çünkü sen bir elçisin. Eğer sana verecek bir hediyemiz olsaydı verirdim. Ama biz, azıkları bitmiş bir yolcu kafilesiyiz, dedi. Ama kafilenin içinde birisi: "Ben ona hediye vereyim." diye bağırda ve yükünü açıp içinden birşey çıkardı. Benim tarafıma doğru ilerleyip eteğime koydu. Baktım ki, Yemen yapısı sarı renkli bir elbisedir. Ben: - Bu adam kimdir diye sordum. - Osman´dır, dediler. Bundan sonra Hz. Peygamber : - Bu adama kim refakat edecektir diye sordu. Ensâr´dan bir genç: - Ben refakat ederim ya Rasûlallah, dedi ve onunla beraber kalktım. Biz kafilenin içinden çıkınca Peygamber (s.a.v.) arkadan bana: - Ey Tennuhlu! diye seslendi. Bunun üzerine geri döndüm ve eski yerime oturdum. Bu sefer Rasûlullah (s.a.v.) sırtından elbisesini çıkarıp: - Şu tarafa dön de sana dendiği şekilde iyice bak, dedi. Ben de arkasına geçip sırtına baktığımda, kürek kemiği yanında hacamat yeri kadar bir mühür bulunduğunu gördüm." [2] Hz. Peygamberin Medine Dönüşünden Önce Tebük´teki Çadırında İken Eyle Hükümdarı, Cerba Ve Ezruh Halkı İle Barış Antlaşması Yapması İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Tebük´e vardığı zaman, ona Eyle hükümdarı Yuhanna b. Ruube geldi. Rasûlullah ile barış antlaşması yaptı ve ona cizye verdi. Cerba ve Ezruh halkı da geldi. Onlar da ona cizye verdiler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), onlara bir antlaşma yazısı yazdı. Bu yazı onların yanındadır. Yuhanna b. Ruube ile Eyle halkına şu mealde bir yazı yazdı: "Rahman ve Rahim olan Allah´ın adıyla. Bu, Allah´tan ve Allah´ın Rasûlü Muhamed´den Yuhanna b. Ruube´ye karada ve denizde Eyle halkı için bir güvencedir. Onlara Allah´ın ahdi ve peygamber Muham-med´in ahdi vardır. Ve onlarla beraber olan Şam halkı, Yemen halkı ve Bahreyn halkı için de bu ahidler vardır. Onlardan kim bir hadise çıkarırsa onun malı, canının arasına geçip onu kurtarmaz ve o zaman malları insanlara helal olur. İçmek istedikleri hiçbir su ve geçmek istedikleri hiçbir yolu insanlardan yasaklamayacaklardır." Yunus, İbn İshak´ın şöyle dediğini nakletmiştir: Peygamber (s.a.v.), Cerba ve Ezruh halkana şu yazıyı yazdı: "Rahman ve Rahim olan Allah´ın adıyla. Bu, Allah Rasûlü M\ı-hammed´den Cerba ve Ezruh halkına yazılan bir yazıdır. Onlar, Allah´ın emanı ve Muhammed´in emanı ile emindirler (Güvendedirler). Buna karşılık onlar, her receb ayında 100 dinar (altın) ve 100 okiye (gümüş) vereceklerdir. Onların Müslümanlara ve onlara iltica eden Müslümanlara ihsan ve öğüt ile davranacakları hususunda onlara karşı Allah kefildir." Paygamber (s.a.v.), Eyle halkına yazısıyla birlikte abasını da onlara bir eman olsun diye verdi. Ravi diyor ki: Bundan sonra Ebu´l-Abbas Abdullah b. Muham-med, bu abayı onlardan 300 dinara satın aldı. [3] Peygamber (S.A.V.)´İn, Halid B. Velid´i Dume Valisi Ükeydir´e Göndermesi İbn İshak dedi ki: Sonra Rasûlullah (s.a.v.), Halidb. Valid´i çağırdi. Onu Dume Valisi Ükeydir´e gönderdi. Bu, Ükeydir b. Abdulme-lik´tir. Kinde´den bir adamdır. Oranın hükümdarı Hristiyandı. Peygamber (s.a.v.), Halid´i gönderirken ona: "Onu öküz avına çıkmış olarak bulursun." dedi. Halid yola çıktı, nihayet kalesine gözle görülecek bir mesafede durdu. Mehtaplı bir yaz gecesi idi. Evinin damında idi. Yanında karısı da vardı. Yabani öküzler boynuzlarıyla köşkün kapısını dürtüyorlardı. Karısı ona: "Şimdiye kadar bunun benzerini hiç gördün mü " diye sordu. O da: "Hayır vallahi görmedim." dedi. Hanımı: "Böyle av kaçırılır mı " diye sordu. O da: "Hayır, asla kaçırılamaz." diye karşılık verdi ve kaleden indi. Atının hazırlanmasını emretti. Atı eğerlendi ve ailesinden bir toplulukla birlikte atlarına bindiler. Aralarında bir erkek kardeşi de vardı. Adı Hassan idi. O da atına bindi. Silahlarıyla birlikte yola koyuldular. Yola çıktıkları zaman Peygamber (s.a.v.)´in atlıları onları karşıladılar. Onları yakaladılar. Kardeşini öldürdüler. Onun üzerinde altın işlemeli ipek bir kaftan vardı. Halid onu üzerinden soydu ve o elbiseyi Peygamber (s.a.v.)´e kendisi Medine´ye varmadan önce gönderdi. İbn îshak, Asım b. Ömer b. Katade tarikiyle Enes b. Malik´in şöyle dediğini rivayet eder: Peygamber (s.a.v.)´e getirildiği zaman, Ükeydir´in kaftanını gördüm. Müslümanlar, onu elleriyle yokluyorlar ve hayrete düşüyorlardı. Peygamber (s.a.v.) de şöyle dedi: - Buna hayret mi ediyorsunuz Nefsim kudret elinde bulunan zata yemin ederim ki, Cennet´te Sa´d b. Muaz´m mendilleri bundan daha güzeldir. İbn İshak dedi ki: Sonra Halid, Ükeydir´i Peygamber (s.a.v.)´e getirdi. Peygamber, onun canını korudu ve cizye karşılığında onunla barış antlaşması yaptı. Sonra onu serbest bıraktı. O da beldesine döndü. Beni Tayy kabilesinden Büceyr b. Bücere adındaki bir adam, bu konuda şöyle dedi: "Sığırları güden ne mübarektir. Ben gördüm ki, Allah her hida-yetçinin hidayet edenidir. Kim Tebük´ün sahibinden meylediyor idiyse, biz cihad ile emro-lunmuşuz." Beyhakî´nin anlattığına göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle demiş: "Allah senin ağzını asla kapatmasın." Yetmiş yaşını geçtiği halde Bü-ceyr´in ağzında ne bir azı dişi, ne de ön dişlerinden herhangi biri oynayıp sallanmadı. İbn Lehia, Ebû´l-Esved kanalı ile Urve´nin şöyle dediğini rivayet eder: Tebük dönüşünde Peygamber (s.a.v.), 420 süvari ile birlikte Ha-lid b. Velid´i Dume valisi Ükeydir´e gönderdi. Ravi, önceki rivayette anlatılan hususları naklettikten sonra Ükeydir´le birlikte 800 esirin Peygamber (s.a.v.)´e getirildiğini de anlatır. Esirlerle birlikte 1.000 deve, 400 zırh, 400 mızrak da getirilmişti. Eyle hükümdarı Yuhanna b. Ruube, Ükeydir´in başından geçen hadiseleri duyunca Rasûlüllah (s.a.v.)´a geldi ki, aralarında barış antlaşması yapsınlar. İkisi Tebük´te, Peygamber (s.a.v.)´in yanında toplandılar. Yunus b. Bükeyr, Sa´d b. Evs tarikiyle Bilal b. Yahya´nın şöyle dediğini rivayet eder: Dumetü´l-Cendel gazvesinde Muhacirlerin başında Ebu Bekir es-Sıddık, Arabîlerin başında da Halid b. Velid vardı. Doğrusunu Allah bilir. [4] Fasıl İbn İshak dedi ki: Peygamber (s.a.v.), Tebük´te on küsur gece kaldı. Daha fazla kalmadı. Oradan ayrılarak Medine´ye döndü. Yolda kayalardan damlayan bir su sızıntısı vardı ki,bu bir, iki veya üç süvarinin su ihtiyacına ancak yeterdi. Vadi-i Muşakkak denilen bir vadide idi. Peygamber (s.a.v.) şöyle dedi: - Bizden, kim önce bu vadiye giderse, biz ona varıncaya kadar ondan su almasın. Münafıklardan bir topluluk, o suya önce ulaştı ve vadinin içinde bulunan suyu aldılar. Hz. Peygamber gelip suyun başında durduğu zaman orada birşey göremedi ve: - Bu suya bizden önce kim gelmiş diye sordu. Ona denildi ki: - Ya Rasûlallah, falan ve filan geldiler. - Ben onun yanma varıncaya kadar ondan su almalarım yasaklamamış mıydım Böyle dedikten sonra Peygamber (s.a.v.), onlara lanet edip bedduada bulundu. Sonra indi ve elini su sızan kayanın altına koydu. Elinden,, Allah´ın akmasını dilediği miktarda su akmaya başladı. Sonra suyu oradan akıttı ve orayı eliyle sıvazladı. Allah´ın dua etmesini dilediği kadar dua etti. Bunun üzerine kayada bir yarılma oldu. Orada olanın rivayetine göre yıldırımlardan işitilen bir ses gibi sesi vardı. Millet o sudan içti, su ihtiyaçlarını karşıladılar. Peygamber (s.a.v.) de şöyle buyurdu: - Eğer yaşarsanız veya sizden yaşayanlar olursa, işte bu vadiyi, Önünde ve ardında yemyeşil, bereketli bir yer olarak göreceksiniz. İbn İshak, Muhammed b. İbrahim b. Haris et-Teymî kanalı ile Abdullah b. Mesud´un şöyle dediğini rivayet eder: Ben, Peygamber (s.a.v.)´le birlikte Tebük gazvesinde iken bir gece aniden kalktım. Ordugahın bir tarafında ateşten bir alev gördüm. Onun peşine düştüm ki, ne olduğunu göreyim. Bir de baktım ki, Peygamber (s.a.v.), Ebu Bekir ve Ömer oradalar. Abdullah Zü´1-Bicadeyn el-Müzenî ölmüştü. Onun için mezar kazıyorlardı. Peygamber (s.a.v.), onun mezarı içinde idi. Ebu Bekir ve Ömer de ona yaklaşmaktaydılar. O şöyle diyordu: - Kardeşinizi bana yaklaştırın. Onlar da onu ona yaklaştırdılar. Onun mezarını ona hazırladığı zaman şöyle dedi: - Ey Allahım, ben ondan razı oldum. Sen de ondan razı ol. Ben: "Keşke kazılmış mezarın sahibi ben olsaydım." dedim. İbn Hişam dedi ki: O zata Zü´1-Bicadeyn adı verilmesinin sebebi şu idi: O İslâm´a girmek istiyordu. Kavmi ise onu bundan menediyor-du. Onu sıkıştırdılar. Nihayet onu bicad (kaba bir elbise) içinde bıraktılar. Üzerinde başka birşey yoktu. O da Peygamber (s.a.v.)´in yanına kaçtı. Ona yaklaştığı zaman bicadım ikiye yarıp ayırdı ve birini izar, yani don edindi. Diğerim de üzerine aldı. Sonra Peygamber (s.a.v.)´e geldi ve ona bundan ötürü Zü´1-Bicadeyn (iki bicad sahibi) denildi. îbn İshak, İbn Şihab ez-Zührî kanalı ile Ebu Ruhm el-Gifarî´nin kardeşi oğlundan naklen rivayet etti ki, (Rıdvan ağacı altında Peygamber (s.a.v.)´e bey´at edenlerden biri olan) Ebu Ruhm Külsüm b. Husayn şöyle demiştir: "Peygamber (s.a.v.)´le birlikte Tebük gazvesinde savaştım. Bir gece onunla birlikte yürüdüm. Biz Ahdar´da Peygamber (s.a.v.)´e yakın bir durumda idik. Allah bana bir uyku verdi. Uyandığım zaman baktım ki, benim bineğim Peygamber (s.a.v.)´in yüküne yaklaşmıştır. Onun ona yaklaşması beni korkutuyordu. Çünkü onun ayağı benim bineğimin kayış üzengisine takılabilirdi. Bunun üzerine benim bineğimi ondan uzaklaştırmaya başladım. Nihayet yolun bir yerinde uyku, gözlerimi yendi. Geceden hayli zaman geçmişti. Benim bineğim Peygamber (s.a.v.)´in bineğini sıkıştırdı. Onun ayağı ise üzengide idi. Ben ancak onun "acındım." sözüyle uyandım ve dedim ki: - Ya Rasûlallah, benim için istiğfar et Oda: - Yürü, dedi. Peygamber (s.a.v.) benden, Beni Gifar kabilesinden olup da savaştan geri kalanların durumunu sormaya başladı. Ben de ona, onların durumlarını anlatıyordum. O bana şöyle sordu: - Kırmızı, uzun, köse sakallı kişiler ne yaptılar Ben onların ayrılmalarını ve savaştan geri kalmalarım kendisine anlattım. Bana şöyle dedi: - Siyah, kıvırcık saçlı, kısa kişiler ne yapıyorlar Dedim ki: - Vallahi içimizde öyle kimseleri tanımıyorum. - Evet, sizde onlar vardır. Onları, Beni Gifar kabilesinin içinde hatırlamaya çalıştım. Ama hatırlayamadım. Nihayet hatırladım ki, onlar Eşlem kabilesinden bir topluluktur. Onlar bizim içimizde müttefiklerimiz idiler. Dedim ki: - Ya Rasûlallah, onlar Eşlem kabilesinden bir topluluktur. Bizim içimizde müttefiki erimi zdirler. Peygamber (s.a.v.) de şöyle buyurdu: - Onlardan her hangi biri geri kaldığında Allah için çalışan bir Müslümanm onun devesine binmesini engellemedi. Asıl bana zor gelen, Muhacirlerin, Ensâr´m, Gifar´m ve Eslem´in geri kalmasıdır," Ibn Lehia, Ebu´l-Esved tarikiyle Urve b. Zübeyr´in şöyle dediğini rivayet eder: "Peygamber (s.a.v.), Tebük´ten Medine´ye dönerken münafıklardan bir topluluk onu öldürmek için suikast girişiminde bulundu ki, onu, boğazın başından aşağıdaki yola atsınlar. Onlann bu suikast planlan Peygamber (s.a.v.)´e haber verildi. O da, insanların vadiden gitmelerini emretti. Kendisi ise boğazın üst taraflarına çıktı. Suikastçılar yüzlerine peçe takarak onunla birlikte yukarılara doğru çıktılar. Peygamber (s.a.v.), Ammar b. Yasir ile Hüzeyfe b. Yeman´a kendisi ile birlikte yürümelerini emretti. Ammar, devesinin yularını tutmuş, Hüzeyfe de arkadan deveyi güdüyordu. Bir ara onlar böyle yürümekteler iken, bir de baktılar ki, suikastçılar onları kuşattılar. Peygamber (s.a.v.) Öfkelendi. Hüzeyfe de öfkesini açığa vurdu. Ucu eğri bastonu elindeydi. Üzerlerine gitti. Bastonuyla onların bineklerinin yüzüne vurdu. Hüzeyfe´yi gördüklerinde gizledikleri büyük suikast planının açığa çıktığını zannettiler. Kaçıp insanların arasına karıştılar. Hüzeyfe geri döndü. Peygamber (s.a.v.)´in yanma vardı. Peygamber (s.a.v.), Hüzeyfe ile Ammar´m çabucak yürümelerini ve ilerlemelerini emretti ki, boğazın başını kessinler. Orada durup insanlara baktılar. Sonra Peygamber (s.a.v.), Hüzeyfe´ye şöyle sordu: - Şunları tanıyabildin mi - Hayır, bu suikastçıların gece karanlığında bizi kuşatmaları esnasında sadece bineklerini görebildim. - Bu adamların niyetlerinin ne olduğunu bildiniz mi - Hayır... Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), onların kurdukları suikast planını Hüzeyfe ile Ammar´a anlattı. İsimlerini de söyledi. Ancak isimlerini gizli tutmalarım istedi. Onlar dediler ki: - Ya Rasûlallah! Onları öldürmemizi emretmez misin - İnsanların, Muhammed kendi ashabım öldürüyor, demelerini istemem." İbn İshak´m anlatığına göre Peygamber (s.a.v.), o suikastçıların adlarını sadece Hüzeyfe b. Yeman´a bildirmiştir. Bu, doğruya daha çok benzemektedir. Doğrusunu Allah bilir. Ebu Derda´nın, İbn Me-sud´un arkadaşı Alkame´ye söylediği şu sözler de bu gerçeği teyid etmektedir. Şöyle ki; "Ey Kufeliler! Aranızda siyahlık ve yastık sahibi (İbn Mesud) yok mudur Aranızda kendisinden başka hiç kimsenin bilmediği sırrın sahibi (Hüzeyfe) yok mudur Aranızda Cenâb-ı Allah´ın, Muhammed (s.a.v.)´in lisanı üzere kendisini şeytandan koruduğu (Ammar) yok müdür " Müminlerin emiri Ömer b. Hattab (r.a)´m, Hüzeyfe´ye şöyle dediğini daha önce de rivayet etmiştik: - Allah adına sana yemin veriyorum ey Hüzeyfe, ben de o münafıklardan mıyım - Hayır, ama senden başka kimsenin o münafıklardan olup olmadığını bundan sonra söylemiyeceğim. (Yani Peygamber (s.a.v.)´in bana vermiş olduğu sırrı ifşa etmemek için böyle bir açıklamada bulunmayacağım.) Ben derim ki: O suikastçı münafıklar on dört kişi idiler. Oniki kişi oldukları da söylenmiştir. İbn İshak´m anlattığına göre Peygamber (s.a.v.), onlara Hüzeyfe b. Yeman´ı göndermiş, Hüzeyfe onları toplamış ve Peygamber (s.a.v.) de onlara; kendisine karşı suikast planı hazırladıklarını haber vermiş. Sonra İbn İshak, o suikastçı münafıkların adlarını sıralamış ve onlar hakkında Cenâb-ı Allah´ın şu ayeti inzal buyurduğunu söylemiştir: "Onlar, ulaşamayacakları birşeye kasdettiler." Beyhakî, Muhammed b. Seleme tarikiyle Hüzeyfe b. Yeman´m şöyle dediğini rivayet eder: "Peygamber (s.a.v.)´in devesinin yularını tutmuş, gidiyordum. Ammar da arkadan deveyi sevkediyordu. Bir boğaza vardık. Orada on iki süvari ile karşılaştık, üzerimize hücum ettiler. Ben RasûluUah (s.a.v.)´ı uyardım. RasûluUah onlara bağırdı. Bunun üzerine onlar dönüp kaçtılar. RasûluUah bize şöyle sordu: - Şunları tanıdınız mı - Ya Rasûlallah, tanıyamadık. Çünkü yüzlerine peçe takmışlardı. Ama bineklerini tanıdık. - Bunlar kıyamet gününe kadar münafıklardır. Ne yapmak istediklerini anlayabildiniz mi - Hayır.... - Allah´ın Rasûlünü (beni) boğazda sıkıştırıp aşağıya atmak istediler. - Ya Rasûlallah, bunların aşiretlerine haber gönder de her biri kendi adamlarının başını koparıp sana göndersinler. Böylesi daha iyi olmaz mı - Hayır. Arapların, Muhammed kendi kavmi ile savaştı, demelerini istemiyorum. "Allah onu güçlü kıldığı zaman kendi kavminin üzerine saldırıp onları öldürdü." demesinler. Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v,), onlara şöyle beddua etti: - Allahım, onlara Dübeyle at. - Ya Rasûlallah, Dübeyle nedir diye sorduk. - Dübeyle bir ateş korudur ki, onlardan birinin kalb damarınin üzerine düşer ve onu helak eder." Sahih-i Müslim´de, Şube tarikiyle Kays b. Ubade´nin şöyle dediği rivayet edilir: "Ammar´a dedim ki: - Ne dersin, karşılaştığımız bu iş, Ali´nin durumunda da görüldü mü Ali´nin suikastine münafıkların karıştığına dair fikir sizin midir, yoksa Rasûlullah´m size söylediği bir söz müdür - Hayır, Rasûlullah (s.a.v.) herkese söylediğinden farklı birşeyi söylemiş değildir. Ancak Hüzeyfe, Rasûlullah (s.a.v.)´ın şöyle buyurduğunu bana haber verdi: "Ashabımda oniki münafık vardır. Onlardan sekizi -deve iğne deliğinden geçirceye kadar- Cennet´e giremeyecektir," Katade´den gelen başka bir rivayette de, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Ümmetimde oniki münafık vardır. Deve, iğne deliğinden geçinceye kadar onlar Cennet´e girmeyeceklerdir. Onlardan sekiz kişiden seni ancak Dübeyle kurtaracaktır. Dübeyle, ateşten bir kandildir ki, onların ila omuzu arasından sırtlarına saplanır. Nihayet göğüslerinden çıkar!" Hafız el-Beyhakî dedi ki: Hüzeyfe´den yaptığımız bir rivayete göre ondört -veya on beş- kişi idiler. Allah´ı şahid tutarım ki, onlardan on iki kişi dünya hayatında da, şahidlerin kalkacağı kıyamet gününde de Allah ve Rasûlüne karşı savaş açmışlardır. Onlardan üç kişi ise mazeret beyan ederek şöyle demişlerdir. "O hadise esnasında biz seslenirinin sesini işitmedik ve ne demek istediğini de anlamadık." Bu hadisi "Müsned" adlı eserinde İmam Ahmed b. Hanbel, Yezid b. Harun kanalı ile Ebu Tufeyl´den rivayet eder: Peygamber (s.a.v.), Tebük gazvesinden dönerken sesleniciye emretti. O da şöyle seslendi: "Rasûlullah (s.a.v.) boğaz yolunu tutacaktır. Onun peşi sıra hiç kimse o yoldan gitmesin!" Bir ara Peygamber (s.a.v.), boğaz yolundan gitmekte, Hüzeyfe onun bineğinin yularını tutup çekmekte, Ammar da bineğim arkadan sevk etmekte iken deve üzerinde yüzleri peçeli bir grub ona doğru gittiler. Ammar´ın etrafını kuşattılar. O, Peygamber (s.a.v.)´in bineğini arkadan sevk ediyordu. Bunun üzerine Ammar, onların bineklerinin yüzüne değnekle vurmaya başladı. Peygamber (s.a.v.) de Hüzeyfe´ye "Yeter, yeter." dedi. Nihayet Peygamber (s.a.v.) vadiden indi. İndiğinde Ammar geri döndü. O, Ammar´a şöyle dedi: - Ey Ammar, şunları tanıyabildin mi - Hemen hemen bineklerinin çoğunu tanıdım ama onlar peçeli idiler. - Ne yapmak istediklerini anlayabüdin mi - Allah ve Rasûlü daha iyi bilirler. - Onlar, Rasûlullah´ı kaçırıp aşağı yuvarlamak istediler." Ravi diyor ki: Ammar, Peygamber (s.a.v.)´in ashabından biri ile gizlice konuştu. O sahabe, Ammar´a şöyle sordu: - Allah aşkına söyle. O boğazda saldırganların sayısının kaç olduğunu biliyor musun - On dört kişi idiler. Dedi ki: - Eğer sen de aralarında olsaydın onbeş kişi olurlardı. Peygamber (s.a.v.), o boğazda bulunanların üçünün mazeretini kabul etti. Çünkü onlar şöyle demişlerdi: "Biz, Rasûlullah (s.a.v.)´m ümeyicisinin sesini duymadık ve oradaki saldırganların amacım da bilemedik." Ammar dedi ki: "Ben şahadet ederim ki, geri kalan o oniki kişi, Allah ve Rasûlüne hem dünyada, hem ahirette harp ilan etmişlerdir." [5] Mescid-Î Dırar Kıssası Yüce Allah buyurdu ki: "Zarar vermek, inkar etmek, müminlerin arasını ayırmak, Allah ve Peygamberine karşı savaşanlara daha önceden gözcülük yapmak üzere bir mescid kurup: "Biz sadece iyilik yapmak istedik." diye yemin edenlerin yalancı olduklarına şüphesiz ki, Allah şahidtir. Ey Muhammedi O mescide hiç girme. İlk gününden beri Allah´a karşı gelmekten sakınmak için kurulan mescidde bulunman daha uygundur. Orada, arınmak isteyen insanlar vardır. Allah, arınmak isteyenleri sever. Yapısını, Allah´tan sakınmak ve O´nun hoşnudluğuna ermek için yapan kimse mi daha hayırlıdır; yoksa, yapısını koyacak bir yar kıyısına yapıp da onunla beraber Cehennem ateşine yuvarlanan kimse mi Allah, zulmeden kimselere doğru yolu göstermez. Yaptıkları bina, kalblerinde bir şüphe ve ızdırap kaynağı olmakta -kalbleri paralanana kadar- devam edecektir. Allah bilendir, hakimdir." (et-Tevbe, 107-110.) Tefsirimizde bu ayetlerle ilgili açıklamayı yeterince yapmışızdır. Hamd Allah´adır. İbn İshak, halkı zalim olan bu mescidin nasıl bina edildiğini ve Tebük dönüşünde Medine´ye girmeden önce Peygamber (s.a.v.)´in, bu mescidin yıkılışını nasıl emrettiğini anlatır. Özetle deriz ki: "Münafıklardan bir grub, Küba Mescidi yakınında mescidimsi bir bina yaptılar. İstedikleri fesad, küfür ve inadın revaç bulması amacıyla Peygamber (s.a.v.)´in o binada namaz kılmasını istediler. Yüce Allah, Rasûlünü orada namaz kılmaktan korudu. Bu hadise, Tebük gazvesi dönüşü sıralarında idi. Peygamber (s.a.v.), Tebük gazvesinden dönüşünde Tebük ile Medine arasında bir saatlik mesafede bulunan Zi Evan mevkiinde mola verdi. Orada iken bu mescid hakkında kendisine vahiy nazil oldu: "Zarar vermek, inkar etmek, müminlerin arasım ayırmak, Allah ve peygamberine karşı savaşanlara daha önceden gözcülük yapmak üzere bir mescid kurup......" Ayet-i kerimede geçen ve zarar vermek şeklinde tercüme ettiğimiz Dırar kelimesi ile kastedilen mana şudur: Onlar, Küba Mescidi´ne benzetmek için o binayı inşa etmişlerdi. İman etmek için değil, Allah´ı inkar etmek, Küba Mescidi´ndeki cemaati bölmek, Allah ve peygamberine karşı savaşanlara daha önceden gözcülük yapmak üzere o mescidi bina etmişlerdi, Allah ve peygamberine karşı savaşan kişi, fasık Ebu Amir er Rahip idi. Allah onun yüzünü çirkin kılsın. Peygamber (s.a.v.), onu İslâm´a davet ettiğinde o bu davete icabet etmemiş, Mekke´ye gitmiş, Mekkelileri Müslümanlara karşı savaşmaya çağırmıştı. Onlarda Uhud senesinde Müslümanlarla savaşmaya gelmişlerdi. Bu savaş, Önceki sayfalarda anlattığımız şekilde sonuçlanmıştı. Ebu Amir´in teşebbüsü başarıyla sonuçlanmayınca o, Bizans İmparatoru Kayser´e gitmişti ki, Peygamber (s.a.y.)´e karşı kendisine yardımcı olsun. Ebu Amir, kendisiyle birlikte Hristiyanlığa geçen Araplarla birlikte Herakliyus´un dini üzerine idi. Münafık olan kardeşlerine mektup yazıyor, mektubunda onlara vaadlerde bulunuyordu. Oysa şeytan onlara, aldatmadan başka birşey vadetmezdi. Mektup ve mesajları kendi münafık kardeşlerine her zaman geliyordu. Onlar da bu Dırar Mescidi´ni inşa ettiler. Görünüşü mescid gibiydi, ama içi cephane deposu idi. Ebu Amir er-Râhib´in yanından gelen elçilerin karargahı haline gelmişti. Onların yoldaşları olan münafıkla-, nn toplantı yeri olmuştu. Bu yüzden Allah, bu mescid hakkında şöyle buyurmuştu: "Allah ve peygamberine karşı savaşanlara daha önceden gözcülük yapmak üzere........" Bu mescidi inşa edenlerle ilgili olarak Cenâb-ı Allah, daha sonra şöyle buyurmuştu: "Biz sadece iyilik yapmak istedik, diye yemin edenlerin yalancı olduklarına şüphesiz ki, Allah şahiddir." Bundan sonra yüce Allah, Rasûlüne şöyle emrediyor: "Ey Muhammedi O mescide hiç girme." Cenâb-ı Allah, peygamberinin oraya girmesini ve orada namaz kılmasını yasaklıyor ki, o binanın mescidliği kesinlik kazanmasın. Sonra Cenâb-ı Allah, ilk gününden takva üzere inşa edilen Küba Mescidi´nde namaz kılmasını peygamberine emrediyor ve onu buna teşvik ediyor. Ayetin akışı ve bu konuda varid olan hadisler de buna delalet ediyor. Çünkü ayette, Küba Mescidi´ne devam eden kimselerin temiz kimseler olduğuna işaret ediliyor ve onlar övülüyorlar. Özetle demek istediğimiz şu ki: Peygamber (s.a.v.), Zi Evan´a indiği zaman mescidin haberini aldı. Bunun üzerine, Beni Salim b. Avf in kardeşi Malik b. Dühşem´i ve Mean b. Adiy´yi veya onun kardeşi Asım b. Adiy´yi çağırdı ve onlara şöyle dedi: O zalimlerin mescidine gidin. Orayı yıkın ve yakın! Oradaki topluluk da dağılıp gitsin. İbn İshak dedi ki: "Mescid-i Dırar´ı inşa edenler, oniki kişi idiler. Adları şöyledir: Hizam b. Halid (Mescid-i Dırar, bunun evinin bitişiğinde idi.), Sa´lebe b. Hati, Muatti b. Kuşeyr, Ebu Habibe İbn Az´ar, Abbad b. Hüneyf (Sehl b. Hüneyfin kardeşidir.), Cariye b. Amir, Ca-riye´nin oğulları Mücemma ile Zeyd, Nebtel b. Haris, Bahzeç (Beni Dubay´a kabilesindendir.), Bicad b. Osman ve Beni Ümeyye kabilesinden Vedia b. Sabit. Ben derim ki: Tebük gazvesinde Peygamber (s.a.v.), Abdurrah-man b. Avf m arkasında sabah namazım kıldı. Bu namazın ikinci rekatında imama yetişmişti. Çünkü Peygamber (s.a.v.), abdest almaya gitmişti. Beraberinde Muğire b. Şube de vardı. Cemaata gecikti. Namaza duruldu. Abdurrahman b. Avf, imam olarak Öne geçti. Cemaat selam verdiğinde yaptıklarının hata olduğunu zannettiler. Peygamber (s.a.v.) ise onlara: "Güzel yaptınız, isabet ettiniz." dedi. Buharı, Ahmed b. Muhammed kanalı ile Enes b, Malik´in şöyle dediğim rivayet eder: "Peygamber (s.a.v.), Tebük gazvesinden dönerken Medine´ye yaklaştığında şöyle dedi: "Medine´de Öyle kimseler vardır ki, siz her yol yürüyüşünüzde ve her vadi kat edişinizde onlar mutlaka sizinle beraber idiler." Sahabeler dediler ki: - Ya Rasûlallah, ama onlar Medine´dedirler. Bu nasıl olur Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: - Onlar Medine´de idiler. Mazeretleri onları savaşa gelmekten alıkoydu.*´ Buharî, Halid b. Mahled vasıtasıyla Ebu Humeyd´in şöyle dediğini rivayet eder: "Peygamber (s.a.v.)´le birlikte Tebük gazvesinden dönerken Medine´ye yaklaştığımızda şöyle buyurdu: "Bu Tabe´dir (Tabe, Medine´nin adıdır.). Bu da Uhud´tur. Bu öyle . bir dağdır ki, o bizi sever, biz de onu severiz." Buharî, Abdullah b. Muhammed vasıtasıyla Saib b. Yezidin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hatırlıyorum ki, ben de çocuklarla birlikte Seniyetü´l-Veda´a giderek Tebük gazvesinden dönmekte olan Rasûlullah (s.a.v.)´ı karşıladık." Beyhakî, Ebu Nasr b. Katade kanalı ile Hz, Aişe´nin şöyle dediğini rivayet eder: "Hz. Peygamber, Medine´ye geldiğinde kadınlarla çocuklar şöyle demeye başladılar: "Veda tepelerinden üzerimize dolunay doğdu. Aramızda Allah´a dua eden bir kimse bulunduğu sürece üzerimize şükür vacip oldu." Beyhakî dedi ki: Âlimlerimizin bize anlatığma göre Hz. Peygamber, Mekke´den Medine´ye gelişinde bu şiirle karşılanmıştır. Ancak o Tebük dönüşünde de Veda tepeleri üzerinden Medine´ye gelmiştir. Doğrusunu Allah bilir. Biz bunu burada yine anlattık. Buharî, Yahya b. Bükeyr vasıtasıyla Ka´b b. Malik´in şöyle dediğini rivayet eder: "Tebük savaşından başka, Rasûlulah (s.a.v.)´m yaptığı savaşlardan hiç birinden geri kalmadım. Her ne kadar Bedir savaşında bu-lunmadıysam da Peygamber (s.a.v.), Bedir savaşma katılmayıp geri kalanlardan hiçbirini azarlamadı. Çünkü Bedir seferine savaş gayesiyle değil de Şam´dan gelen Kureyş kervanını kastederek çıkmıştı. Cenâb-ı Allah, Müslümanlarla düşmanlarını, beklemedikleri bir sırada karşılaştırdı. Oysaki ben, Akabe gecesi Hz. Peygamberle beraber bulundum. Her ne kadar Bedir vak´ası halk arasında daha çok anılı-yorsa da, benim için Bedir savaşında bulunmak, Akabe´de bulunmak kadar üstün değildir. Benim Tebük seferinden geri kalışıma gelince, gerçekten ben o savaştan geri kaldığım sıradaki kadar hiçbir zaman kuvvet ve kolaylığa sahip olamamıştım. Yemin ederim ki, Tebük seferinden önce hiçbir zaman iki deve sahibi olamamıştım. Sefer sırasında ise iki devem vardı. Rasûlullah´m âdeti, bir sefere çıkmak isteyince dolaylı bir ifade ile gideceği yerden başka bir yeri bildirmek isterdi. Bu suretle hareket edeceği yeri gizlerdi. Tebük seferinde ise maksadını gizlemedi. Çünkü çok sıcak bir mevsimde sefere gidilecekti. Uzak ve tehlikeli bir yolculukla, çok kuvvetli bir düşmanla karşılaşacaktı. Bunun için sefer ihtiyaçlarını ona göre hazırlasınlar diye maksadını açıkça bildirdi ve gitmek istediği yerin Şam tarafında olduğunu haber verdi. Peygamber (s.a.v.)le birlikte çıkan Müslümanlar çoktu. Divan defteri, mücahidlerin künyelerini alamıyordu. Hiç kimse gizlenmek istemiyordu. Sadece, Allah tarafından vahiy inmedikçe peygambere kapalı kalır sananlar saklanmışlardı. Bu sefere meyve ve hurmaların olgunlaşıp, ağaç gölgelerinin arzulandığı bir sırada çıkılmıştı. Hz. Peygamber ile diğer Müslümanlar, sefer hazırlığı yaptılar. Ben de onlarla birlikte yol hazırlığı için sabahleyin evden çıkıp dolaşır, akşam üzeri hiçbir iş görmeden eve gelirdim. Bu arada kendi kendime, hazırlanabilirim, buna gücüm yeter derdim. Bu ihmalkarlık, bende devam ediyordu. Nihayet herkes hazırlandı. Müslümanlar, bir sabah yola çıktılar. Ben ise hiçbir yol ve sefer hazırlığı yapmamıştım. Kendi kendime: "Adam sende, bir iki gün içinde hazırlanır ve onlara yetişirim." dedim. Ordu Medine´den ayrıldıktan sonra ben yine sabah vakti hazırlık için çıktım. Fakat hiçbir iş görmeden geri döndüm. Sonra ertesi sabah çıktım. Yine boş döndüm. Bu durum bende böyle devam etti, gitti. Nihayet mücahidler hızla yol aldılar. Böylece sefer elimden kaçtı. Bununla beraber ben yine gideyim de orduya yetişeyim, diye arzet-miştim. Keşke bunu -olsun- yapabilseydim. Bu da nasip olmadı. Hz. Peygamber yola çıktıktan sonra çarşıya, pazara çıktım ve halk arasında dolaştığım sırada beni en çok üzen kederlendiren birşey vardı ki, o da halk arasında imanı yerinde, vücudu sağlam kimse görme-memdi. Ancak ya kendisine nifak damgası vurulmuş kimselerden bir kişi, ya da malul olup Allah´ın mazur gördüğü bir mü´min görürdüm. Hz. Peygamber, Tebük´e varana kadar beni hiç anmamış, Tebük´te ashab arasında otururken beni hatırlayarak: - Ka´b nerede diye sormuş. Beni Seleme´den biri: - Ya Rasûlallah! Ka´b´ın ağır kumaştan olan iki takım elbisesi ve iki tarafına kibir ve gururla bakması kendisini Medine´de alıkoymuştur, diye cevap vermiş. Bunun üzerine Muaz b. Cebel: - Ne fena söyledin! Ya Rasûlallah; yemin ederim ki, biz Ka´b b. Malik hakkında iyilikten başka birşey bilmeyiz, demiş. - Peygamber (s.a.v.) de susmuş, hiçbir şey söylememiş. Rasûlullah (s.a.v.)´m Medine´ye doğru gelmekte olduğunu duyunca bütün keder ve üzüntü beni sardı. Artık yalan düşünmeye başladım ve kendi kendime; "Yarın Allah´ın peygamberinin gazabından ne söyleyerek kurtulabilirim " diyordum. Ailem hakkında fikir ve görüşünden istifade edilen herkese danışıyordum. Bu sırada Hz. Peygamberin Medine´ye gelişinin yaklaştığını duyunca, artık benden böyle asılsız ve yalan düşünceler yok olup gitti. Anladım ki, ben bu tehlikeden yalanla, kuşkulu bir mazeret ile asla kurtulacak değilim. Bundan dolayı Rasûlullah (s.a.v.)´a gidip doğruyu söylemeye karar verdim. Sonra Rasûlullah bir sabah Medine´ye teşrif etti. Âdeti veçhile ilk iş olarak mescide gitti. Orada iki rekat namaz kıldı. Sonra halkın, hoş amedilerine karşılık vermek için mescidde oturdu. Tebük seferine gitmeyenler, ona gelerek özür dilemeye ve yemin ile özürlerini teyid etmeye başladılar. Bunlar seksen küsur kişi idiler. Rasûlullah (s.a.v.), bunların dış görünüşlerine göre özürlerini ve bey´atîarmı kabul edip, onlar için Allah´tan af diledi ve bunların iç yüzünü ve gerçeği Allah´a bıraktı. Bu sırada ben de huzura çıktım. Kendilerine selam verince öfkeli bir tebessümle gülümsedi, sonra bana: - Gel, dedi. Ben de yürüyüp vardım. Ta Önüne oturdum. Bana: - Seni gelmekten menedip geri bırakan şey ne idi Sen Akabe´de, yardım için bey´at yükümü üzerine almış değil miydin diye sordu. Ben de şöyle cevap verdim: - Evet, vallahi ya Rasûlallah, size yardım etmeye söz verdim. Yemin ederim ki, sizden başka, şu dünya halkından kimin yanma otursam, ona karşı göstereceğim bir mazeretle muhakkak ben onun gazabından kurtulacağımı sanırım. Çünkü ben, Allah´ın yardımıyla kendisine güzel konuşma ve ikna yeteneği verilen bir kimseyim. Fakat yemin ederim ki, ben şuna kanaat getirdim: Eğer sizi benden razı kılacak yalan birsöz söyleyecek olursam, çok geçmeden mutlaka Allah, yalanımı bildirerek seni bana karşı öfkelendirir, eğer huzurunda seni hakkımda öfkelendirecek doğru söz söylersem herhalde ben, bu hususta vaki olan kusurumu Allah´ın af buyuracağını ümid ederim. Ya Rasûlallah! Vallahi benim seferden geri kalışım hakkında arzedecek hiçbir mazeretim yok. Vallahi ben sizden geri kaldığım zamanki kadar, hiçbir vakit güçlü ve daha varlıklı bir kimse değildim. Bu sözlerim üzerine Rasûlullah (s.a.v.): - Gerçekten bu doğru söyledi. Ey Ka´b, haydi kalk, Allah senin hakkında hükmedinceye kadar bekle, buyurdu. Ben de kalktım, evime gelirken Beni Seleme´den bir takım kimseler koşup geldiler ve benimle gülerek: - Vallahi biz seni bundan önce bir günah işlemiş kimse olarak bilmiyoruz. Şu kadar ki, bu meselede sen seferden geri kalan öteki kimselerin mazeret gösterdikleri gibi mazeret göstermemek yüzünden çok kötü bir duruma düştün. Oysa ki, bir mazeret gösterseydin, Hz. Peygamber senin hakkında Allah´tan af dileyerek seni kurtarırdı, dediler ve beni o kadar azarladılar ki, neredeyse ben eski düşüncemden geri dönüp kendimi yalanlayacaktım. Fakat onlara: -Benimle beraber bu duruma düşen başkaları var mıdır diye sordum. Onlar da: - Evet, iki kişi daha senin söylediğin gibi söylediler ve onlara da sana söylendiği gibi cevap verildi, dediler. - Onlar kimdir diye sordum. - Merare b. Rebi el-Amrî ile Hilal b.-Ümeyye el-Vakifî´dir, diyerek bana Bedir savaşında bulunan ve kendileri iyilikte birer örnek olan ikisalih zatı bildirdiler. Bu iki zatı bana söyledikleri zaman beri de tereddütten vazgeçip eski düşüncemde sebat ettim. Rasûlullah (s.a.v.), Müslümanların, seferden geri kalan üçümüzle konuşmalarını yasakladı. Böylece halk da bizimle konuşmaktan sakınıp bize yüzlerim astılar, o kadar ki, bana yeryüzü yabancılaştı. Bu toprak benim bildiğim toprak değilmiş gibi oldu. Bu şartlarla elli gün kaldık. İki arkadaşım, halk arasından çekilip evlerinde oturup ağlayarak vakit geçirdiler. Ama ben onların daha genci ve daha dayanıklısı idim. Bunun için ben evimden çıkar ve mescide gidip Müslümanlarla birlikte namazda hazır bulunurdum. Fakat hiç kimse benimle konuşmazdı. Namazdan sonra Hz. Peygamberin yanma varıp, kendisine selam verirdim. İçimden, acaba selamıma karşılık vererek dudaklarım oynattı mı, oynatmadı mı diye sorardım. Ayrıca namazı Hz. Peygamber´in yakınında kılar ve gizlice onu gözetlerdim. Namaza yöneldiğim zaman o bana doğru dönerdi. Fakat ben onun tarafına bakınca da yüzünü çevirirdi. Cefa ve boykotdan ızdırap çektiğim bu hal uzayınca bir gün Ebu Katade´nin bahçesinin duvarından atlayıp içeri girdim. Ebu Katade, amcam oğlu idi ve halk arasında beni en çok seven kimseydi. Ona selam verdim. Vallahi selamımı almadı. Ben: - Ey Ebu Katade, Allah adına and vererek sana soruyorum: Benim Allah´ı ve peygamberini sevdiğimi bilmez misin dedim. Sustu, cevap vermedi. Tekrar and verdim. Allah aşkına sordum. Yine sustu ve cevap vermedi. Üçüncü bir defa daha Allah adına and verdim. Bu defa: - Allah ve Rasûlü daha iyi bilir, dedi. Bunun üzerine gözlerimden yaşlar boşandı. Artık döndüm ve duvardan dışarı atladım. Bir gün Medine çarşısında dolaşıyordum. Medine´ye zahire satmaya gelen Şam halkından Nebath bir ekinci: - Ka´b b. Malik´i bana kim gösterecek diye soruyordu. Bunun üzerine halk, beni ona göstermeye başladı. Nihayet Ne-batlı kişi bana geldi ve Gassan melikinden gelen bir mektup verdi. Bakınca, giriş kısmından sonra mektupta şunlarm yazılı olduğunu gördüm: "Duyduğuma göre senin adamın (peygamber) sana cefa ve eziyet ediyormuş. Allah seni hakaret görecek ve hakkın zayi olacak bir mevkide, hor ve hakir görülmek için yaratmamıştır. Orada durma. Bize gel. Sana, şanına layık bir şekilde saygı gösterip iyilikte bulunuruz." Bu mektubu okuyunca, bu da başka bir imtihan ve bela, dedim. Hemen mektubu ocağa atıp yaktım. Nihayet bu elem ve ızdıraplı elli günden kırk gün geçince bir gün baktım ki, Hz. Peygamber´in gönderdiği bir zat bana doğru geliyor. |