๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => El-Bidaye Ven Nihaye => Konuyu başlatan: Esila üzerinde 03 Aralık 2010, 11:11:24



Konu Başlığı: Osman B. Affan´ın Halîfeliği
Gönderen: Esila üzerinde 03 Aralık 2010, 11:11:24
Osman B. Affan´ın Halîfeliği


Hlcretîn Yirmîüçüncü Senesi

Fesa Ve Dar-I Ebcerd´ln Fetht İle Sariye B. Zenim´in Kıssası

Kürtlerle Yapılan Savaş.

Seleme B. Kays El-Eşcaî Ve Kürtler.

Hz. Ömer´în Vefatı

Hz. Ömer´in Evsafı

Hz.Ömer´în Zevceleri, Oğulları Ve Kızları

Hz. Ömer Îçîn Söylenen Mersiyeler.

Akra B. Habis.

Habbab B. Münztr.

Rebia B. Haris B. Abdülmuttalib.

Alkame B. Ulase.

Alkame B. Mücezziz.

Uveymb. Saîde.

Gaylan B. Seleme Es-Sakafî

Mamer B. Harîs.

Meysereb. Mesrur El-Absî

Vakid B. Abdullah.

Ebu Hiraş El-Hüzeli Eş-Şair.

Ebu Leyla Abdurrahman B. Ka´b.

Şevde Binti Zem´a.

Hind Bintî Utbe.

Osman B. Affan´ın Halîfeliği

Hîcretîn Yirmîbeşinci Senesi

Hicretin Yirmialtıncı Senesi

Hicretin Yirmîyedincî Senesi

Afrika Gazvesi

Endülüs Gazvesi

Berber Melîkl Cercîr´le Müslümanlar Arasında Geçen Savaş.

Hicretin Yîrmîsekîzîncî Senesi Ve Kıbrıs´ın Fethî



Hlcretîn Yirmîüçüncü Senesi


VaHdî ve Ebu Maşer dediler ki: Bu senede Istahr ve Hemedan şehir­leri fethedildi.

Seyf b. Ömer et-Temimî dedi ki: Tevvec´in ikinci kez fethinden sonra Istahr ve Hemedan şehirleri fethedildi. Tevvec şehrini Mücaşi b. Mesud fethetti. O zat, Farshlardan çok sayıda asker öldürdükten ve onlardan çok miktarda ganimet ele geçirdikten üzerlerine cizye tarhettikten, zimmi statüsüne aldıktan sonra Tevvec´i fethetti. Fetihten sonra müj­deyi ve ganimetlerin beşte birini Hz. Ömer, gönderdi.

Osman b. Ebi´l-As, bundan sonra şiddetli bir çarpışma sonucu Gur şehrini fethetti. Bundan sonra Müslümanlar, Istahr şehrini ikinci kez fethettiler. Çünkü Istahr ahalisi, Alâ b.Hadremf nin kendileriyle yap­mış olduğu barış antlaşmasının hükümlerini çiğnemişlerdi. Alâ, Bah­reyn diyarından denizi geçip Istah/a vardığı, Tavus denen yerde Farslı-larla savaştığı, sonra da onlarla barış antlaşması yaparak şehri ele ge­çirdiği zaman Istahr şehri birinci kez fethedilmiş oldu. Nitekim bunun­la ilgili açıklama önceki kısımlarda verilmişti.

Bundan sonra Osman b. Ebi´l-As ile Herbed, barış antlaşması yaptı­lar. Cizye verilecek ve müşrikler zımmi statüsüne alınacaktı. Sonra Os­man b. Ebi´l-As, ganimetlerin beşte birini ve fetih müjdesini Hz. Ömer´e gönderdi.

îbn Cerir dedi ki: Elçilerin ödülleri vardı. Onların ihtiyacı karşıla­nırdı. Nitekim Rasûlullah (s.a.v.) da elçilere bu şekilde muamele ederdi. Sonra Şehrek, bu ahdi bozdu. Banş antlaşmasını hiçe saydı. Zimmilik statüsünü bozdu. Farshları savaşa çağırdı. Onlar da barış antlaşması­nın hükümlerini çiğnediler. Osman b. Ebi´l-As, oğlunu ve kardeşi Ha-kem´i üzerlerine gönderdi. Bunlar, Farshlarla savaştılar. Cenab-ı Al­lah, müşriklerin askerlerini hezimete uğrattı. Hakem b. Ebil-As, Şeh-rek´i ve oğlunu öldürdü.

Ebu Maşer dedi ki: Farisü´1-Ûlâ ve ikinci Istahr savaşları, Hz. Os­man´ın hilafeti zamanında hicretin yirmisekizinci senesinde vuku bul­du. Farisül-Ahire savaşı ile Gur savaşları ise hicretin yirmidokuzuncu senesinde vuku buldu. [1]



Fesa Ve Dar-I Ebcerd´ln Fetht İle Sariye B. Zenim´in Kıssası


Sariye b. Zenim ed-Düelî, Fesa ve Dar-ı Ebcerd´e doğru yola çıkarak düşmanların karargahına yakın bir yere varıp kendi karargahını kur­muş ve onları Allah´ın yardımıyla kuşatmıştı. Düşman askerleri, her yandan yardımlar almış, toplayabildiği kadar çokça asker toplamış ve ayrıca İran Kürtleri de onlara katılıp büyük bir ordu meydana getirmiş­lerdi. Hz. Ömer, savaştan bir gece önce rüyasında gündüzün tam orta­sında Müslüman askerlerinin İranlılarla savaşa tutuştuklarını ve o an­da içinde bulundukları durumu görmüştü. Ertesi gün olunca aynı saat­lere yakın bir anda müslümanları topluca namaza davet etmiş ve rüya­sında gördüğü saati bekleyerek hutbe irad etmek üzere minbere çıkmış­tı. Tam o esnada Sariye b. Zenim, yanmdakilerle birlikte düşman kuşa­tabilecekleri bir ovada toplanmışlardı. Ancak yanı başlarındaki dağın eteklerine sığınıpta oraya arkalarını dayadıklarında onlara karşı tek bir cepheden savaşılması mümkün olabilirdi. Bunun üzerine Hz. Ömer, o sırada minbere çıkmış ve: "Ey insanlar! Ben bu İM ordunun karşılaştı­ğını gördüm, onların hallerini size anlatayım." demiş ve tam o esnada: "Ey Sariye! el-Cebel, el-Cebel!w diye seslenmiş ve hutbesine şöyle devam etmişti: "Allah´ın nice askerleri vardır, umulur ki yüce Allah, onlara ya­pılan nidayı ulaştırsın."

Gerçekten o anda Sariye ve yanındaki Müslümanlar, Hz. Ömer´in bu sesini işitmiş ve dağın eteklerine sığınarak dağı arkalarına almış­lardı. Bu şekilde savaş vaziyeti aldıktan sonra İranlılar, büyük bir ye­nilgiye uğramış v e yüce Allah, Müslümanların büyük ganimetler ele ge­çirmelerine imkan bahsetmişti. Ganimetler içinde içi mücevher dolu bir küfe bulmuşlardı. Sariye, onu askerlerden rica edip alarak fetih müjde­si ile birlikte bir adamla Hz. Ömer´e göndermişti. Ganimetlerin beşte bi­ri ve bu mücevher küfesi kendisine ulaşan Hz.Ömer, değneği elinde ayakta durmuş, Müslümanlara sofra üzerinde yemeklerini yediriyor-du. Hz. Ömer, ganimetlerin beşte birini ve mücevheri getiren müjdeciyi görünce:

- Otur, dedi. Ama adamı tanımamıştı.

Adam oturdu. O da cemaatla birlikte yemek yemeye başladı. Sofra­dan kalkıldığında Hz. Ömer, evine gitti. O adam da onun peşine düştü. Eve vardıklarında içeri girmek için izin istedi. Hz. Ömer de ona izin ver­di. İçeriye girildiğinde Hz. Ömer için sofra kurulmuş, sofrada ekmek, zeytinyağı ve tuz vardı. Adama:

- Buyur ye, dedi, adam oturdu yemeye başladı.

Hz. Ömer, karısına:

- Sen de gelip yemeğini yesene! demiş. Karısı:

- Senin yanında bir adamın sesini işitiyorum, deyince Hz. Ömer:

- Evet, dedi.

Karısı:

- Eğer erkeklerin karşısına çıkmamı istemiş olsaydın, bana bu el­bisemden başka bir elbise satın alırdın, deyince Hz. Ömer ona şu karşı­lığı verdi:

- Sana, Ali´nin kızı ve Ömer´in karısı Ümmü Külsüm denmesine ra­zı değil misin

Karısı da:

- Bu benim ihtiyaçlarıma çok az cevap verir, dedi.

Sonra da Hz. Ömer, o adama:

- Buyur yaklaş ye eğer karım kendi halinden razı olsaydı gördü­ğünden daha hoş bir durumda olurdu, dedi.

Bundan sonra ikisi yemeye başladılar. Sofradan kalktıklarında Hz. Ömer´e gelen adam:

- Ben, Sariye b. Zenim´in elçisiyim ey mü´minlerin emiri, dedi.

Hz. Ömer ona hoş geldin, deyip yanına yaklaştırdı, dizdize oturdu­lar. Sonra Hz. Ömer, ona cephedeki Müslümanların ve Sariye b. Ze­nim´in durumunu sordu. O da onlar hakkında kendisine haberler verdi ve getirdiği mücevherleri kabul etmesini arzetti. Ancak Hz. Ömer, ka­bul etmedi ve askerlere geri götürülmesini emretti. Medine halkı da Sa-riye´nin elçisine fethin durumunu sordular. O da onlara fetih hakkında haberler verdi. Ona savaş esnasında bir ses duyup duymadıklarını sor­duklarında o şöyle cevap verdi:

- Evet görünmezlerden bir adamın: Ey Sariye, dağa sığının." dedi­ğini işittik. O esnada mahvolmak üzereydik. Hemen dağa sığındık. Cenâb-ı Allah ta bize fethi müyesser kıldı.

Abdullah b. Vehb, İbn Ömer´in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Hz. Ömer, bir orduyu yola çıkardı. Başlarına Sariye adında birini komutan yaptı. Bu ordu cepheye gitti.. Bir ara Hz. Ömer, hutbe irad ederken: "J3y Sariye, dağa doğru gidin. Ey Sariye, dağa doğru gidin."di-ye ünlemeye başladı. Ve bu ünleyişini üç kez tekrarladı. Sonra ordudan haberler getiren adam Medine´ye geldi. Hz. Ömer, ona cephedeki haber­leri sordu. Adam şöyle dedi:

- Ey mü´minlerin emiri! Hezimete uğramak üzereydik. O esnada bir ünleyicinin: "Ey Sariye, dağa doğru gidin." diye üç kez bağırdığını işittik. Bunun üzerine gidip sırtımızı dağa dayadık ve Allah, düşmanla­rı yenilgiye uğrattı. Ravi diyor ki: Hz. Ömer´e şöyle denildi: Sen bu çağrı­yı yapıyordun."

Vakidî, İbn Ömer´in azadhsı Nafin´in şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

"Hz. Ömer, minber üzerinde:"Ey Sariye b. Zenim, dağa doğru gidin dedi. Cemaat onun niçin böyle dediğini anlamadı. Daha sonra Sariye b. Zenim´in kendisi Medine´ye Hz. Ömer´in yanına geldi ve cephedeki du­rumu anlatmaya başlayıp şöyle dedi: "Ey mü´minlerin emiri! Biz düş­manı kuşatmıştık. Günlerce beklediğimiz halde düşman tarafından hiçbir kimse çıkıp yanımıza gelmiyordu. Biz alçak bir arazide idik. On-larsa yüksek bir kalede idiler. Bir ünleyicinin: "Ey Sariye b. Zenim! Da­ğa doğru gidin." dediğini duydum. Bunun üzerine arkadaşlarımı dağa doğru yükseklere götürdüm. Bir saat geçmeden Cenâb-ı Allah, bize fet­hi müyesser kıldı."

Vakidî bir rivayetinde şöyle demiştir: "Hattaboğlu Ömer, cuma gü­nü namaz için mescide gidip minbere çıktı. Sonra şöyle ünledi: "Ey Sari­ye b. Zenim, dağa doğru gidin. Ey Sariye b. Zenim, dağa doğru gidin. Kurttan koyuna çobanlık yapmasını isteyen zulmetmiştir." Sonra Hz. Ömer, hutbesine devam etti ve tamamladı. Daha sonra Sariye´nin mek­tubu Hz.Ömer´e geldi, mektupta şunlar yazılıydı:

"Doğrusu Cenâb-ı Allah, cuma günü falan saatte bize fethi nasib etti (Fetih, Hz. Ömer´in minber üzerinde hutbe irad ettiği esnada olmuştu)."

Sariye dedi kî: Bana bir sesin: "Ey Sariye b. Zenim, dağa doğru gi­din. Ey Sariye b. Zenim, dağa doğru gidin. Kurttan, koyuna çobanlık yapmasını isteyen zulmetmiştir." dediğini işittim. Bunun üzerine arka­daşlarımı alıp dağa doğru yüksek yerlere götürdüm. Daha önce biz vadi­nin içindeydik. Düşmanı kuşatmış vaziyetteydik. Cenâb-ı Allah, bize fethi nasib etti."

Hz. Ömer´e:

- Bu sözü nereden bulup söyledin diye sorulduğunda o şu cevabı vermişti:

- Vallahi dilime geldi, ben de söyledim."

îbn Cerir, Kirman´m, Süheyl b. Adiy tarafindanfethedildiğini söjie-miştir. Onun bu kavlini Abdullah b. Abdullah b. Utban da tejd etmiştir. Kirman´m Abdullah b. Bedii b. Verka el-Hüzaî tarafından fethedildiğine dair bir rivayet te vardır. Yine îbn Cerir, Sicistan´ın Asım b. Amr tarafın­dan şiddetli bir savaş sonrasında fethedildiğini söylemiştir. Kirman´ın geniş kentleri ve büyük kasabaları vardı. Bu şehir ve kasabalar, Sinal eyaleti ile Belh nehri arasında bulunuyorlardı. Müslümanlar, Kirman şehir ve kasabalarında Kandaharhlar ve Türklerle savaşıyorlardı.

îbn Cerir, Mekran şehrinin de Hakem b. Amr tarafindan fethedildi-ğini söylemiştir. Onun bu sözünü Şihab b. Muhank b. Şihab ve Süheyl b. Adiy ile Abdullah b. Abdullah da teyid etmişlerdir. Müslümanlar, Sind hükümdarlarıyla savaşıp Allah´ın yardımıyla bütün Sindlileri hezime­te uğrattılar ve onlardan bol miktarda ganimet ele geçirdiler. Hakem b. Amr, fetih müjdesini ve ganimetlerin beşte birini Sahhar el-Abdî ile bir­likte Hz. Ömer´e gönderdi. Hz. Ömer, yanına gelen Sahhar*a Mekran diyarının durumunu sordu, o da şöyle anlattı:

- Ey mü´minlerin emiri! Mekran diyarının ovaları dağdır. Suyu az­dır, meyveleri kalitesizdir, düşmanları güçlüdür, hayrı azdır, şerri çok­tur, çok şey orada azdır, az şey ise orada tamamen yoktur. Gerisinde on­dan daha kötüsü ve şerlisi vardır.

- Sen seci yapan biri misin yoksa haber veren biri misin

- Hayır, ben sadece haber veren biriyim.

Bunun üzerine Hz. Ömer, Hakem b. Amr´a bir mektup gönderek ar­tık Mekranlılarla savasmamasım ve nehrin ilerisine geçmemesini, beri tarafında kalmakla yetinmesini emretti. Hakem b. Amr da bu hususta şöyle bir şiir söyledi:

"Övünmek için söylemiyorum ama benim elde ettiğim ve Mek-ran´dan kendilerine getirdiğim ganimetlerle dullar doydular.

Bu ganimetler, onlara açlık ve bitkinlikten sonra ulaştı.

O zamanlarda kış mevsimi dumandan âdeta sararmıştı.

Benim yaptıklarımı askerler yermezler, kıhamvedüim de yerilmez.

Yarın ben karışık ve sefil kimseleri geniş Sind şehrine ve Medain´e doğru kovalayacağım.

İstediğiniz yerler arasında Mehran da bizimdir, bize itaat eder.

Bu hususta bineğimizin yularını gevşetmeyiz.

Eğer emirim beni men etmeseydi, ben bu fetihleri putların bulundu­ğu yere kadar uzatırdım." [2]



Kürtlerle Yapılan Savaş


îbn Cerir dedi ki: Kürtlerden bir toplulukla Farslardan bir topluluk birleşmişlerdi. Ebu Musa, Tira (Tiri ) nehrine yakın Beyruz toprakla­rında onlarla karşılaşmış, üzerlerine hücum etmiş ve onları İsfahan´a kadar kovalamıştı. Onlarla yapılan savaşta, yerine komutan olarak Re-bi b. Ziyad´ı bıraktı. Kardeşi Muhacir öldürüldükten sonra Rebi bunlar­la yapılan savaşa komuta etmeye başladı. Savaş, Müslümanların lehine döndü, kızıştı ve Cenâb-ı Allah´ta kafirleri hezimete uğrattı. Hamd ve minnet Allah´adır. Nitekim kafirleri hezimete uğratmak, Cenâb-ı Al­lah´ın kullarına ve peygamberlere tabi olan, felaha ermiş taraftarlarına uyguladığı bir yasasıdır. Savaştan sonra elde edilen ganimetlerin beşte biri ayrıldı ve bu kısım, fetih müjdesiyle birlikte Hz.Ömer´e gönderildi. Dabbe b. Mihsan el-Anzî de Medine´ye gidip Ebu Musa´yı Hz. Ömer´e şi­kayet etti ye onun cezalandırılmasını gerektiren bazı hareketlerini an­lattı. Hz. Ömer de Ebu Musa´yı Medine´ye çağırdı ve bu durumları ona sordu. O da makbul mazeretler ileri sürerek kendini savundu. Hz.Ömer, onun bu savunmasını uygun buldu ve onu tekrar görevinin

başına gönderdi. Yaptığı şikayette de Dabbe´yi haklı buldu. Ebu Musa, Basra´da imamlık görevini sürdürürken Hz. Ömer vefat etti. [3]



Seleme B. Kays El-Eşcaî Ve Kürtler


Hz. Ömer, Seleme b. Kays´ı bir birliğin komutanı olarak göreve gön­dermiş ve ona Sahih-i Müslim´de yer alan Büreyde hadisinde Öngörülen esaslara bağlı tavsiyelerde bulunmuştu. Bu hadiste Rasulullah (s.a.v), şöyle buyurmuştu:

"Allah adına gaza yapın, Allah´ı inkar edenlerle savaşın." Seleme komutasında yola çıkan müfreze, bir müşrik toplulukla karşılaştı. Müş­rikleri üç şeyden birini kabul etmeye davet ettiler. Onlarsa bu üç şeyden birini kabule yanaşmadılar. Bunun üzerine Seleme komutasındaki bir­lik, müşriklerle savaştı; Onların savaşçılarını öldürdüler. Çoluk çocuk­larını esir aldılar. Mallarını da ganimet olarak teslim aldılar. Sonra Se­leme b. Kays, bu fetih müjdesini ve gamimetleri Hz. Ömer´e gönderdi. Fetih müjdesini ve ganimetleri getiren adam, Hz. Ömer´i insanlara sof­rada yemek yedirirken gördü. Yemekten sonra Hz. Ömer, evine gider­ken adam da peşine takıldı ve evine gitti. Hz. Ömer´in karısı, evde ken­disinden Talha ve diğerlerinin karılarına aldıkları elbiselerden alması­nı istedi. Hz. Ömer de karısına:

- Sana Ali´nin kızı ve emirü´l-Mü´minin zevcesi denmesi yetmiyor mu diye çıkıştı. Sonra tuz, zeytinyağı ve arpa ekmeğinden ibaret alan yemeğini yedi, yemekten sonra adama Muhacirlerin haberlerini, yiye­ceklerini ve elbiselerini sordu. Vücutlarını ayakta tutan eti yeyip yeme­diklerini de sordu. Çünkü Araplar, et yemeksizin ayakta duramazlar. Sonra elçi, ona küfe içinde mücevher getirdiğini, bunu kabul etmesini arzedince Hz.Ömer, onu kabul etmedi ve yemin ederek kabul etmeyece­ğini söyledi. Mücevherlerin tekrar geri götürülüp mücahidlere taksim edlimesini emretti. [4]



Hz. Ömer´în Vefatı


Ibn Cerir dedi ki: Bu senede, yani hicretin-yirmiüçüncü "senesinde Hz.Ömer, Peygamber (s.a.v.) zevcelerine hacettirdi. Bu, onun son haccı idi. Bu senede vefat etti. Ben onunla ilgili bu hususları "Siretü Ömer" adlı eserin son kısmında detaylı olarak anlattım. Bu hususları özetle buraya almak isterim. Şöyle ki:

Hz. Ömer´in soy kütüğü şöyledir: Ömer b. Hattab b. Nüfeyl b. Abdil Uzza b. Riyah b. Abdillah b. Kurt b. Rezah b. Adiy b. Kab b. Lüey b. Galib b. Fihr b. Malik b. Nadr b. Kinane b. Hüzeyme b. Müdrike b. Üyas b. Mu-dar b. Nizar b. Maad b. Adnan el-Kureşi Ebu Hafs el-Adevî. Hz.Ömer,

Faruk lakabıyla lakablanmıştı. Anlatıldığına göre bu lakabı ona kitab ehli kimseler takmışlardır. Anasının adı, Hanteme binti Hişam´dı. Han-tame, Ebu Cehil b. Hişam´m kızkardeşiydi.

Hz.Ömer, yirmiyedi yaşında iken Müslüman oldu. Bedir, Uhud ve diğer gazvelere Peygamber (s.a.v.) ile birlikte katıldı. Birkaç müfreze ile seriyelere gitti. Bu müfrezelerden bazılarının da komutanıydı. İlk emi-rü´1-müminin unvanını alan, ilk tarih yazan, insanlara teravih husu­sunda icma ettiren, ilk olarak Medine´de geceleyin devriye olarak dola­şan, kırbacı eline alıp onunla insanları terbiye eden, içki içen kimseye ilk olarak seksen değnek vuran, fetihler yapan, şehirler kuran, ordular teşkil eden, haraç koyan, divanları düzenleyen, maaş veren, kadılar atayan; Sevad, Ehvaz, Cibal, Faris gibi şehirleri kurduran, Şam´ın ta­mamını feth eden, Cezire, Musul, Meyafarikin (Silvan), Amid (Diyarba­kır) Ermeniye, Mısır ve İskenderiye´yi İslâm ülkesine katan, askerleri Rey beldelerinde iken vefat eden Hz. Ömer´dir.

Şam mıntıkasında Yermük, Basra, Dımaşk, Ürdün, Beysan, Tabe-riye, Cabiye, Filistin, Remle, Askalan, Gazve, Sevahil, Kudüs şehirleri­ni fethetti. Mısır, İskenderiye, Trablus, Garb ve Berka şehirlerini de fet­hetti. Şam şehirlerinden Baalbek, Humus, Kinnesrin, Halep ve Antak­ya´yı fethetti. Cezire, Harran, Urfa, Rakka, Nusaybin, Ra´sül-Ayn, Sam­sat, Gül pınarı (Aynü´l-Verde), Diyarbakır, Diyar-ı Rebia, Musul belde­leri ve Ermeniye´nin tamamını fethetti. Irak´ta Kadisiye, Hire, Nehris-sir, Sabat, Medain, Fırat ve Dicle havzasındaki şehirler, Eble, Basra, Ahvaz, Fariz, Nihavend, Hemedan, Rey, Komes, Horasan, Istahr, Isfa­han, Sus, Merv, Nisabur, Cürcan, Azerbeycan ve diğer beldeleri ferhet-ti. Orduları nehri defalarca geçtiler.

O, Allah için çok mütevazi bir kimseydi. Zahidane bir hayat yaşar, kıt kanaat geçinir. Allah´ın dini hususunda müsamahasızdı. Elbisesini deriyle yamardı. Çok heybetli biri olmakla birlikte omuzunda kırba ta­şırdı. Semersiz merkebe binerdi. Bindiği devenin ağzına liften yapılma yular takardı. Çok az gülerdi. Hiç kimseyle şakalaşmazdı. Yüzüğünü-nün üzerinde şu ibare yazılıydı: "Ey Ömer, vaiz olarak Ölüm yeter." Onun hakkında Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştu: "Allah´ın dini hususun­da ümmetimin en şiddetilisi Ömer´dir." İbn Abbas´tan rivayet olundu­ğuna göre Peygamber(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Sema halkından iki vezirim, yer halkından da iki vezirim vardır. Sema halkından olan vezirlerim Cebrail ile Mikail´dir. Yer halkından olan vezirlerimse Ebu Bekir ile Ömer´dir. Onlar benim gören gözlerim, işiten kulaklanındır." Hz.Aişe´den rivayet olunduğuna göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Doğrusu şeytan, Ömer´den korkup kaçar."

´´Ümmetimin en hayırlısı Ebu Bekir´dir. Allah´ın dini hususunda en şiddetlisi Ömer´dir."

Hz. Ömer´e: "Sen hükümsün." denilmiş, o da şöyle demişti. "Kalbimi Müslümanlara karşı merhametle dolduran, onların kalplerimde bana karşı korkuyla dolduran Allah´a hamd olsun."

Hz.Ömer derdi ki: "Allah´ın malından bana biri kışlık, biri de yazlık olmak üzere iki elbiseden fazlası helal kılınmamıştır. Ailemin azığı da Kureyşlilerden en zengin olmayan bir adamın azığı kadardır. Sonra ben Müslümanlardan bir adamım."

Hz. Ömer, bir yere bir vali atadığı zaman ona bir ahidname yazar ve Muhacirlerden bir grubu ona karşı şahid tutar, beygire binmemesini, halis buğday ekmeğini yememesini, ince dokunmuş kumaşlar giyme­mesini ve ihtiyaç sahiplerine karşı kapısını kapalı tutmamasını şart koşardı. Eğer bu şartlara riayet etmezse vahyi cezalandırırdı. Anlatıl­dığına göre bir adam, Hz. Ömer´le konuştuğu zaman ona bir yada iki ke­lime yalan söylerse Hz. Ömer ona: "Şu ve şu kelimeyi sözünden çıkar. Bunları söyleme" der, adam da ona şöyle cevap verirdi: "Allah´a yemin ederim ki, söylemememi emrettiğinden başka sana söylediğim her söz gerçektir."

Muaviye b. Ebu Süfyan dedi ki: "Ebu Bekir´e gelince o dünyayı iste­mediği gibi dünya da onu istemedi. Ömer´i ise dünya istedi, ama o dün­yayı istemedi. Bize gelince biz dünya üzerinde karnımızı ve sırtımızı de-beledik, dünyaya boyandık.."

Kendisini kınayıp: "Hoş ve güzel yiyecekler yesen, hak hususunda bu senin için daha kuvvet verici olmaz mı " diye soranlara Hz. Ömer, şu cevabı vermişti: "Ben iki arkadaşımı (Rasûlullah (s.a.v.) ile Ebu Bekir´i) bir cadde üzerinde bıraktım. Ben onların caddesine ulaşabilsem bile ev1 lerine ulaşamam."

Hz. Ömer, halife iken bir kısmı deriden olan yamalarla yamanmış yün bir cübbe giyerdi. Omuzu üzerinde kırbacı ile sokaklarda ve pazar­larda dolaşır, haksızlık yapan insanları bu kırbacıyla cezalandırırdı.

Enes dedi ki: Hz. Ömer´in iki omuzu arasında dört yama vardı, izan da deri ile yamanmıştı. Minber üzerinde hutbe irad ederken üzerinde bulunan izarmda on iki yama vardı. Hacc ettiği zaman muhtaçlara on altı dinar sarf etti. Oğluna da: "israf ettik." dedi. Gölgelenmek istediği zaman abasını bir ağacın üzerine koyar, abasının altında gölgelenirdi. Hayması ve çadırı yoktu. Kudüs´ü fethetmek için Şam´a geldiğinde zayıf bir deve üzerindeydi. Güneş vurduğu için kafasının saçsız kısımları par­lıyordu. Üzerinde bornoz ve sarık yoktu. Üzengisi olmadığı için ayakla­rını bineğinin iki tarafında sallıyordu. Sergisi bir posttu. Bineğinden inerken bu postunu yere serer, üzerinde uyurdu. Heybesi lif astarlı idi. Uyuduğu zaman bu heybesini yastık olarak kullanırdı. Pamuklu bir gömleği vardı. Eskimiş, yakası yırtılmışta. Şam´a geldiğinde bineğinden indi ve: "Bana şu köyün reisini çağırın." dedi. Reisi çağırdılar. Ona: "Şu

gömleğimi yıkayın, sökük yerlerini dikin, hazırlaymcaya kadar bana emanet gömlek verin." dedi. Ona keten bir gömlek getirdiler.

- Bu nedir diye sordu.

- Ketendir, dediler.

- Keten nedir diye sordu. Ketenin ne olduğunu ona anlattılar. Gömleğini çıkardı. Yıkadılar, söküklerini diktiler. Sonra yine kendi gömleğini giydi. Ona denildi ki:"Sen Arapların hükümdarısın. Bu bel­delerde deveye binmek yakışık almaz." Kendisine böyle denildikten sonra bir beygir getirildi. Üzerine eğersiz bir kadife serildi. Beygire bin­di. Beygir hızla yürümeye başlayınca yanındakilere: "Şunu durdurun. Ben, insanların şeytanlara bindiklerini bilmiyordum. Devemi getirin." dedi sonra beygirden indi ve devesine bindi.

Enes dedi ki: Ömer´le beraberdim. Bir işi için bahçeye girdi. Benim­le onun arasında bahçe duvarlarından başka birşey yoktu. Şöyle dediği­ni işittim: "Mü´minlerin emiri Hattab oğlu Ömer, aferin aferin. Allah´a yemin ederim ki ey Hattab oğlu, ya Allah´a karşı gelmekten sakınırsın, yada Allah mutlaka seni azaplandırır."

Denilir ki: Hz. Ömer, omuzunda bir kırba taşıyordu. Kendisine ni­çin böyle yaptığı sorulduğunda şu cevabı verdi: "Nefsim gururlandı. Onu aîçaltmak ve zelil kılmak istedim." Hz. Ömer, cemaata yatsı nama­zını kıldırdıktan sonra evine gider ve fecre kadar sürekli namaz kılardı. Devamlı ve aralıksız oruç tutuncaya kadar vefat etmedi. Yani vefat etti­ği zaman sürekli oruç tutar haldeydi. Kıtlık senesinde ekmek ve zeytin yağından başka birşey yemedi. Öyleki cildi siyahlaştı. O zamanlar o şöy­le diyordu: "Ben, tok olupta insanlar aç olursa, o zaman ben ne kötü ida­reciyim." Çok ağladığından yüzünde iki siyah çizgi meydana gelmişti. Bir Kur*ân ayetinin okunduğunu işittiği zaman bayılır, onu alıp baygın vaziyette evine götürürlerdi. Günlerce ziyaretine gidilirdi, ama onda Allah´tan korkmaktan başka bir hastalık yoktu.

Talha b. Abdullah dedi ki: Hz. Ömer, bir gece karanlık bastırdıktan sonra Medine´yi gezmeye çıktı. Bir eve girdi. Sonra sabah olunca ben de o eve gittim. Baktım ki içerde kör ve kötürüm bir acuze var. Ona dedim ki:

- Geceleyin o adam (yani Hz. Ömer) niçin sana geldi.

Acuze kadın şöyle cevap verdi:

- O adam şu kadar zamandan beri hep gelir, bana yararlı şeyleri ge­tirir, evimin işlerini görür, pisliklerimi de dışarı atar.

Talha diyor ki: Ben de kendime şöyle dedim: "Anan seni kaybetsin. Ey Talha, aklın sıra sen Ömer´in açıklarını mı araştırıyorsun

Hz. Ömer´in azadlısı Eşlem dedi ki: Medine´ye bir ticaret kervanı geldi. Namazgah yanma inip mola verdiler. Ömer, Abdurrahman b. Avfa:

- Var mısın bu gece bu kervanı bekliyelim

Oda:

- Evet, diye cevap verdi. İkisi gidip kervanın bekçiliğini yaptılar. Geceleyin orada namaz kıldılar. O esnada Hz. Ömer, bir çocuğun ağla­ma sesini işitti. Sese doğru gitti. Çocuğun bulunduğu eve varıp anasına:

- Allah´tan kork, çocuğuna iyi davran, dedi. Sonra yine kervanın bulunduğu yere gelip nöbetini tutmaya devam etti. Yine çocuğun ağla­yışını işitti. Anasının yanına varıp yine aynı şeyleri söyledi. Tekrar ker­vanın bulunduğu yere gelip nöbetini tutmaya devam etti. Gecenin son demlerinde çocuğun yine ağlamakta olduğunu işitti. Yine anasının ya­nına gidip şöyle dedi:

- Yazıklar olsun sana, sen kötü bir annesin. Ne olmuş bana, görü­yorum ki geceden beri çocuğun hep ağlıyor, sustuğu yok .

- Ey Allah´ın kulu! Ben ona verecek bir yemek bulamadığım için onu avutmaya çalışıyorum ama o bir türlü susmuyor.

- Niçin

- Çünkü Ömer, sadece sütten kesilen çocuklara yiyecek verilmesi­ni emretmiş.

- Şu çocuğun kaç yaşında

- Şu kadar aylıktır.

- Sakın ha çocuğu acele ile sütten kesme.

Hz. Ömer, sabah namazını cemaata kıldırırken ağlamadan dolayı ayet-i kerimenin kelimelerini iyice telaffuz edemiyordu. Namazdan sonra şöyle dedi:

"Vah Ömer´in haline! Müslümanların kimbilir kaç çocuğunun ölü­müne sebep olmuş " Böyle dedikten sonra tellalını çağırdı. Ona şu du­yuruyu yapmasını emretti: "Çocuklarınızı acele sütten kesmeyin. Çün­kü biz islâm fıtratı üzere doğan her çocuğa yiyecek verilmesini hükme bağladık." Hz. Ömer, bu kararını diğer beldelere de mektuplarla bildir­di.

Eşlem dedi ki: Bir gece Ömer´le birlikte Medine dışına çıktım. Bir çadırda ışık gördük. Oraya yöneldik. Çadıra vardığımızda bir kadının doğum sancısı çekmekte olduğunu ve ağladığını gördük. Hz. Ömer, ka­dına durumunu sordu. Kadın da:

- Ben bir Arap kadınıyım. Yanımda herhangi birşey yok deyince Hz. Ömer ağlamaya başladı ve koşarak evine döndü. Karısı Ümmü Kül-süm´e:

- Allah´ın sana gönderdiği bir ecir var mıdır diye sordu ve gördüğü kadının durumunu anlattı. Karısı da evet, deyince Hz. Ömer, sırtına un ve yağ yükledi. Ümmü külsüm´de doğum için gerekli malzemeyi omuz-layıp ikisi birlikte çadıra geldiler. Ümmü Külsüm, içeri girdi. Hz. Ömer de kaçanın kocasının yanında oturup konuşmaya, sohbet etmeye başladi. Ancak kadının kocası Hz. Ömer´i tanımıyordu. Nihayet çadırdaki ka­dın bir erkek çocuk doğurdu. Hz. Ömer´in karısı Ümmü Külsüm:

- Ey mü´minlerin emiri, arkadaşına bir erkek çocuğunun doğduğu­nu müjdele dedi.

Adam, Ümmü Külsüm´ün sesini duyunca utandı ve tanımamış ol­duğundan dolayı Hz. Ömer´den özür dilemeye başladı. Hz. Ömer de:

- Zararı yok, dedi.

Onlara nafaka bağladı ve ihtiyaçlarını giderdi. Sonra da evine dön­dü.

Yine Hz. Ömer´in azadlısı Eşlem dedi ki: Bir gün Ömer b. Hattab´la birlikte Medine dışında taşlık bir araziye doğru çıktık. Sirar adı verilen yere geldiğimizde uzaktan bir ateşin yanmakta olduğunu gördük. Ömer: "Haydi oraya gidelim." dedi. Oraya doğru koşmaya başladık.

Onlara yaklaştığımızda, yanında küçük çocukları olan yaşlı bir ka­dına rastladık. Ateş yanıyor ve ateşin üzerinde de bîr tencere kaynıyor­du. Çocuklar da sızlanıp duruyorlardı. Ömer:

- Selam size ey ışığın sahipleri!

Bu sözünü "ey ateş" sahipleri demeye tercih etti.

Kadın:

- Ve aleykes-selam, diye karşılık verdi.

Ömer:

- Yaklaşabilir miyiz diye sorunca, kadın:

- Hayırla yaklaşın yoksa vazgeçin, diyerek cevap verdi.

Bunun üzerine yaklaştık. Ömer, onlara:

- Sizin durumunuz ne Burada ne yapıyorsunuz diye sorunca yaş­lı kadın:

- Görüyorsun ya, gece ve soğuk bizi kasıp kavuruyor, dedi.

Ömer:

- Bu çocuklar neden böyle ağlayıp duruyorlar diye sordu.

Kadın:

- Açlıktan, diye cevap verdi.

Ömer:

- Bu tencerede ne pişip duruyor diye sorunca kadın:

- Onları uyutuncaya kadar bu şekilde avutuyor, onlar uyuyuncaya kadar ben de bu şekilde ateş yakıp duruyorum ki oyalanıp dursunlar. Yüce Allah bizimle Ömer arasında hakemdir, dedi.

Ömer:

- Evet, hay Allah senden razı olsun. Ömer, sizin bu halinizi nere­den bilisin diye sorunca kadın:

- Bizim yönetim işlerimizi üzerine alsın da bu halimizden habersiz olsun diye karşılık verdi.

Bunun üzerine Hz.Ömer, kulağıma eğilerek: "Haydi gidelim" dedi.

Hemen oradan çıkıp kaçmaya başladık ve beytü´1-mala varıp oradan bir çuval un ve bir miktar da yağ çıkardık. Ömer, çuvalı sırtına yüklendi, ben her ne kadar yüklenmek istediysem de Ömer firsat vermedi ve şöyle dedi:" Sen benim günahımı kıyamet gününde yüklenebilir misin " Bu­nun üzerine çuvalı Ömer´in sırtına yükledik ve birlikte aynı yere doğru koşmaya başladık. Nihayet kadının bulunduğu yere varınca hemen o un çuvalını yere yıktı ve kadına:

- Bana müsaade et de şu tencereye un koyup çorba pişireyim ve bi­raz karıştırayım, dedikten sonra eğilip üflemeye başladı. Ömer´in bü­yükçe ve uzunca sakalı vardı. Dikkatlice bakıyordum. Duman, Ömer´in sakalının arasına girip çıkıyordu. Sonra tencereyi indirdi. Nihayet ye­mek kaynamıştı. Tencereyi yere koydu. Kadına, bir tabak getirmesini söyledi. Kadın tabağı getirdi. Ömer, yemeği o tabağa boşalttı. Kadın da çocukları yedirmeye başladı. Hz. Ömer de: "Yeyin"

Denildi ki: Ebu Talib oğlu Ali (r.a), Medine dışına koşarak gitmekte olan Ömer´i görmüş. Ona şöyle sormuştu:

- Nereye ey mü´minlerin emiri

- Zekat develerinden biri kaçtı da onu arıyorum

- Senden sonra halife olacakları da yorulmak mecburiyetinde bıra­kıyorsun."

Yine denildi ki: Hz. Ömer, açlıktan boynu bükülmüş, vücudu eğil­miş bir cariye görünce:

- Bu kimdir diye sormuş

Abdullah´ın kızı da: -

- Bu benim kızımdır, diye cevap verince Hz. Ömer: Bunun nesi var diye sormuş, Abdullah´ın kızı da şu cevabı ver­mişti:

- Elinde bulunan mallan bize vermiyorsun, işte gördüğün bu hal başımıza geliyor,

- Ey Allah´ın kulu, benimle sizin aranızda Allah´ın kitabı var. Al­lah´a yemin ederim ki Cenâb-ı Allah´ın sizlere vermemi farz ettiği kada­rını size veriyorum. Hakkınız olmayan şeyi size vermemi mi istiyorsu­nuz ki hain duruma düşeyim "

Vakidî, Ebu Amr´m şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Aişe (r.a)´ye dedim ki:

- Ömer el-Faruk´a emirü´l-mü´minin unvanını kim verdi

- Peygamber (s.a.v.): "Emirü´l-mü´minin odur." dedi ve onu bu un­vanıyla selamlayıp tebrik eden ilk kişi de Muğire b. Şube´dir."

Başkalarının ifadesine göre ise onu bu unvanıyla selamlayıp te