๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => El-Bidaye Ven Nihaye => Konuyu başlatan: Esila üzerinde 15 Kasım 2010, 21:12:09



Konu Başlığı: Müstansır Billah El-Abbasî´nîn Halifeliği
Gönderen: Esila üzerinde 15 Kasım 2010, 21:12:09
Müstansır Billah El-Abbasî´nîn Halifeliği


 Hicretin Altıyüzonbeşînci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

Kadı Şerefüddîn.

Bağdat Kadilkudatı İmadüddin Ebü´l-Kasım..

Ebü´l-Yümn Necah B. Abdullah El-Habeşî

Ebü´l-Muzaffer Muhammed B. Ulvan.

Ebü´t-Tîb Rızkullah B. Yahya.

Ebü´l-Abbas Ahmed.

Hicretin Altıyüzonaltıncı Senesi

Cengiz Han´ın Ortaya Çıkışı Ve Tatarların Ceyhun Nehri´ni Geçmesi

Hicretin Altıyüzonaltıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Sittüşşâm..

El-Îrab Ve´l-Lübâb Adlı Eserin Sahibi Ebü´l-Beka.

Hafız İmadüddin Ebü´l-Kasım..

Şair İbn Ed-Davî

Ebu Zekeriya Yahya B. Kasım..

Cevahir Adlı Eserin Sahibi Şeyh İmam Cemaleddin Ebu Muhammed Abdullah.

Hicretin Altıyüzonyedîncî Senesi

Hicretin Altıyüzonyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Melik Faiz.

Şeyhü´ş-Şüyuh Sadreddin.

Hama Sahibi

Amîd (Diyarbakır) Sahibi

Şeyh Abdullah El-Yoninî

Ebu Abdillah Hüseyin B. Muhammed B. Ebibekr.

Hicretin Altıyüzonsekizinci Senesi

Hicretin Altıyüzonsektzînct Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Musullu Kâtip Yakut

Celaleddîn Hasan.

Şeyh Salih.

Hatip Muvaffaküddîn.

Muhaddîs Takiyyüddin Ebu Tahir.

Ebü´l-Gays Şuayb B. Ebi Tahîr B. Küleyb.

Ebü´l-Îzz Şeref B. Ali

Ebu Süleyman Davud B. İbrahim..

Ebü´l-Muzaffer Abdülvedut B. Mahmud B. Mübarek.

Hicretin Altıyüzondokuzuncu Senesi

Hicretin Altıyüzondokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Abdülkadir B. Davud.

Ebu Talip Yahya B. Ali

Kutbeddîn Âdil

Şeyh Nasr B. Ebi´l-Ferec.

Şihab Abdülkerîm..

Hicretin Altıyüzyirmîncî Senesi

Hicretin Altıyü2yirmînci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Şeyh Muvaffaküddîn Abdullah B. Ahmed.

Abdurrahman B. Hasan B. Hibetüllah B. Asakir.

Seyfeddin Muhammed B. Urve El-Musılî

Şeyh Ebü´l-Hasan Er-Rüzbeharî

Şeyh Abdurrahman El-Yemenî

Reis Îzzeddin Muzaffer B. Es´ad.

Halîfenin Hacîplerînden Emir El-Kebîr.

Ebu Alî Hasan B. Ebî´l-Mehasin.

Ebu Ali Yahya B. Mübarek.

Hicretin Altıyüzyirmibirînci Senesi

Hicretin Altıyüzyirmibirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Ahmed B. Muhammed.

Ebü´l-Kerem Muzaffer B. Mübarek.

Muhammed B. Ebi´l-Ferec B. Bereke.

Ebu Bekir B. Halbe El-Mevazinî El-Bağdadî

Ahmed B. Cafer B, Ahmed.

Hicretin Altıyüzyîrmiikincî Senesi

Halîfe Nasır Lidinîllahtn Vefatı Ve Oğlu Zahirin Hilafete Geçişi

Zahir B. Nâsır´ın Halifeliği

Hicretin Altıyüzyirmiikincî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Ebü´l-Hasan Meltkü´l-Efdal

Emîr Seyfeddin Ali

Şeyh Ali El-Kürdî

Fahrıbn Teymiye.

Vezir İbn Şükr.

Ebu Îshak İbrahim B. Muzaffer.

Ebü´l-Hasan Alî B. Hasan.

Baha Es-Sincarî

Osman B. Îsâ.

Ebu Muhammed Abdullah B. Ahmed B. Er-Resevî

Ebü´l-Fadl Abdurrahîm B. Nasrullah.

Ebu Ali Hasan B. Ali

Ebu Bekir Muhammed B. Yusuf B. Tabbah.

Et-Tenbîh Adlı Eserin Şârihi İbn Yunus.

Hicretin Altıyüzyirmîüçüncü Senesi

Halîfe Zâhîr´în Vefatı Ve Oğlu Müstansır´ın ´ Hilafete Geçişi

Müstansır Billah El-Abbasî´nîn Halifeliği


Hicretin Altıyüzonbeşînci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

Kadı Şerefüddîn


Ebu Talib Abdullah b. Zeynü´l-Kudat Abdurrahman b. Sultan b. Yahya el-Lahmî. Amâ idi. Bağdatlıydı. Felsefe ve kelâmla uğraştığı söy­lenir. Ancak kendisi bu ilimlerle ilgisi olmadığım söyleyerek Zahirî mez­hebinden olduğunu ifade ederdi. İbn Saî onun hakkında şöyle demiştir: «Kadı Şerefüddin, fıkıh bakımından Davudi mezhebine, edebiyat ve iti-kad bakımından da Mearrî´nin çığırına tabi idi. Şiirlerinden biri şudur:

«Karşılaştığım zorlukları Rahman´a şikâyet ediyorum. Onlar, develerin sırtına binerek bana hücum ettiler. Bineklerin yularım tutan kimseyi sizden sordum: Size ayrılıktan daha acı bir şey uğradı mı dedim. Gurbetten ve uzaklıktan daha şiddetli bir zillet var mıdır Vuslattan daha lezzetli bir hayat var mıdır » [1]


Bağdat Kadilkudatı İmadüddin Ebü´l-Kasım


Abdullah b. Hüseyin b. Damiğanî. Hanefî mezhebine mensuptu. Hadis dinledi. Hanefî fıkhını öğrendi. İki kez Bağdat kadılığına atandı. Toplam olarak ondört yıl kadılık yaptı. Yaşantısı güzel, idaresi hoş bir kimse olup hesap, feraiz ve miras taksimatını iyi bilirdi. [2]


Ebü´l-Yümn Necah B. Abdullah El-Habeşî


Sudanlıdır. Asıl adı Necmeddin´dir. Halife Nasır´ın azatlısıdır. Kendisine hilafet sarayının Selman´ı denilirdi. Halife´nin yanından ay­rılmazdı. Vefat ettiğinde halife onun için çok üzüldü. Cenazesinin defne­dildiği gün, görülmeğe değer muazzam bir gündü. Naaşımn önünde 100 sığır, 1.000 koyun, yüklerce hurma, ekmek ve gül suyu vardı. Halife, ta­cın altında cenaze namazını bizzat kıldırdı. Onun için hazır bulunanlara 10.000 dinar sadaka dağıttı. Bir o kadarını da Mekke ve Medine´deki mücavirlere dağıttı. Kölelerini azad etti. Onun için 500 cilt kitap vakfet­ti. [3]


Ebü´l-Muzaffer Muhammed B. Ulvan


Ebü´l-Muzaffer Muhammed b. Ulvan b: Muhacir b. Ali b. Muhacir. Musulîuydu. Nizamiye´de fıkıh dersleri aldı. Hadis dinledi. Sonra yine Musul´a döndü. Musul´da kendi çağdaşları olan alimlerin fevkine çıktı, fetvada ilerledi. Bedreddin Lü´lü medresesinde ve diğer medreselerde ders verdi. Salih ve dindar bir kimseydi. [4]


Ebü´t-Tîb Rızkullah B. Yahya


Ebü´t-Tîb Rızkullah b. Yatıyab. Rızkullah b. Yahya b. Halife b. Sü­leyman b. Rızkullah b. Ganim b. Genam et-Tahderî. Muhaddisti. Hadis toplamak için çeşitli beldelere seyahatlerde bulundu. Güvenilir bir ravi olup hadis hafızı, edip ve şairdi. Bu sene vefat etti. Allah rahmet etsin. [5]


Ebü´l-Abbas Ahmed


Ebü´l-Abbas Ahmed b. Bertekiş b. Abdillah el-îmadî. Sultan Sen-cer´in emirlerindendi. Babası Melik îmadeddin Zengî´nin kölelerinden-di. Ebü´l-Abbas Ahmed dindar, servet sahibi, bir çok emlâki bulunan bir şairdi. Kutbeddin Muhammed b. îmadüddin Zengî, malına el koydu. Onu zindana attı. Açlıktan ölünceye kadar zindanda unutulmuş olarak kaldı. Şiirlerinden biri şudur:

«Onunla vedalaştığmda gözyaşları yanaklarına aktığında ayrılık­tan korktuğu için ağladığında diyorsun ki: Faydalı olan ömrün çoğu geçip gitti, Yavaş ol bakalım, bari geri kalan ömründe salih ameller işle.» [6]


Hicretin Altıyüzonaltıncı Senesi


Bu sene Bağdat muhtesibi (emniyet müdürü) Şeyh Muhyiddin b. Cevzî münkeratm kaldırılmasını, oyun ve eğlence aletlerinin kırılması­nı emretti. Oysa Muazzam daha Önce bunları serbest bırakmıştı. Şeyh Muhyiddin bu sene başında bu emrini vermişti. Hamd ve minnet Al­lah´adır. [7]


Cengiz Han´ın Ortaya Çıkışı Ve Tatarların Ceyhun Nehri´ni Geçmesi


Bu sene Tatarlar, kralları Cengizhan´m komutasında ülkelerinden çıkıp Ceyhun nehrini geçtiler. Bunlar Çin´in Tamgaç dağlarında yaşa­maktaydılar. Dilleri diğer Tatarlarınkinden farklıydı. Ancak diğer Ta­tarlara nisbetle bunlar daha cesaretli ve savaşta daha sabırlıydılar. Ceyhun nehrini geçmelerinin sebebi şuydu: Cengizhan, elbise ve kumaş getirmek üzere bir kervanı Harezmşah´ın ülkesine göndermişti. Bu ker­vanın çok miktarda mal ve parası vardı. Ceyhun nehrini geçtikten sonra Harezmşah´ın naibi bir mektup yazarak bu kervanın yanında çok mik­tarda mal ve para bulunduğunu Harezmşah´a bildirdi. Harezmşah da kervandaki adamları öldürmesini ve ellerindeki mal ve paraları alması­nı naibine bir mektupla emretti. Naib de bu emri yerine getirdi. Cengiz­han, bu durumdan haberdar olunca Harezmşah´ı tehdit eden haberler gönderdi. Çünkü Harezmşah´ın bu hareketi gerçekten iyi birşey değildi. Bu tehdit mektubunu gönderdiğinde adamlarından bazıları Harezm­şah´a, Cengizhan´a karşı harekete geçmesini önerdiler. Harezmşah, Ta­tarlara karşı harekete geçti. Tatarlar o esnada Güçlükhan´la savaşmak­la meşgul idiler, Harezmşah mallarım yağmaladı, kadınlarını ve çocuk­larını esir aldı. Tatarlar hezimete uğramış halde yine seferlerine devam ettiler. Dört gün süreyle misli görülmemiş bir şekilde Harezmşah´la sa­vaştılar. Tatarlar kendi ailelerini ve ırzlarını korumak uğruna, Müslü­manlar da kendi canlarını kurtarmak uğruna savaşıyorlardı. Çünkü Müslümanlar ne zaman onlara arkalarını dönüp kaçacak olsalar, Ta­tarların onları kökten kesip biçeceklerini biliyorlardı. Bu savaşta iki ta­raftan da çok sayıda adam öldürüldü. Öyle ki atlar, kan göllerine bat­maktaydılar. Müslümanlardan 20.000 kadar kişi öldürüldü. Tatarlar-dansa kat kat fazla adam öldürüldü. Sonra iki taraf geri çekildi ve her bi­ri kendi ülkesine doğru yola koyuldu. Harezmşah ve adamları Buhara ve Semerkand´a sığındılar. Orayı tahkim ettiler. Orada çok sayıda sa­vaşçı bıraktıktan sonra Harezmşah daha çok asker toplamak için ülke­sine döndü. Bu arada Tatarlar, içinde 20.000 savaşçının bulunduğu Bu-hara´ya baskın düzenlediler. Cengizhan, üç gün süreyle Buhara´yı ku­şatma altında tuttu. Halk ondan aman diledi. O da halka aman verip şehre girdi. Bir hile ve tuzak gereği halka iyi davrandı. Ancak kale, ona karşı direndi. Kapılarını açmadı. Bunun üzerine Cengizhan orayı ku­şattı. Kalenin hendeklerini doldurtmak için şehir halkını çalıştırdı. Ta­tarlar minberleri ve Kur´an cüzlerini getirip, doldurmak için hendeğe atıyorlardı. On günlük kuşatma sonunda şiddet kullanarak kaleyi fet­hettiler. Oradaki Müslümanları öldürdüler. Bundan sonra Cengizhan şehre döndü. Kervandaki tüccarların mallarına el koydu ve şehri asker-

lerine teslim etti. Onlar da diledikleri gibi yağmaladılar. Şehir halkın­dan, sayılarını ancak Aziz ve Celil olan Allah´ın bildiği kadarını öldür­düler. Kadınları ve çocukları esir aldılar. Sahiplerinin huzurunda ka­dınlara tecavüz ettiler. Halktan bazısı, namusu uğruna öldürülünceye dek onlarla savaştı. Kimisi esir alındı ve çeşitli işkencelere maruz bıra­kıldı. Şehirde kadınlar, çocuklar ve erkekler yüksek sesle ağlaşıp feryâd-ü figan ettiler. Sonra Tatarlar Buhara evlerini, medreselerini ve mescidlerini ateşe verdiler. Her tarafı yaktılar. Yanan binalar, yıkıldı. Geride sadece sütunları ve bazı duvarları kaldı. Bundan sonra Tatarlar, Semerkand´a hücum etmek üzere Buhara´dan ayrıldılar. Semerkand´ta yaptıklarını da müteakip sene olaylarından bahsederken anlatacağız. Bu sene başında Kudüs şehrinin surları yıkıldı. Allah kendi adının orada zikredilmesiyle orayı şenlendirsin ve mamur hale getirsin. Bunu Haçlıların istilasından korkan Melik Muazzam, ümerasıyla istişare yaptıktan ve bu hususta kendisine öneride bulunanların önerisini ka­bul ettikten sonra emretmişti. Çünkü Haçlılar, Kudüs´ü ele geçirdikleri takdirde orayı bütün Şam mıntıkasını ele geçirmek için bir basamak olarak kullanacaklardı. Bu nedenle Kudüs şehrinin surlarının yıkımı­na muharremin ilk gününde başlandı. Kudüs halkı Haçlıların gece veya gündüz kendilerine baskın yapmalarından korktukları için kaçıp gitti­ler. Mallarını, mülklerini, eşyalarını geride bıraktılar. Her biri bir tara­fa dağılıp gitti. Hatta denilir ki o zaman da bir kantar zeyt on dirheme, bir rıtıl bakır yarım dirheme satılmıştı. İnsanlar çağrışıp bağrıştılar. Feryâd-ü figan ettiler. Sahra´da ve Mescid-i Aksa´da yüce Allah´a yalva­rıp yakardılar. Bu da Muazzam´m çirkin işlerinden biriydi. Bununla bir­likte geçen senenin olaylarından bahsederken de onun yaptığı kötü işle­ri ve çirkinlikleri anlatmıştık. Şairin biri, Muazzam´ı bu yaptıklarından ötürü hicvederek şöyle demişti:

«Receb ayında ırzları helal kıldın, Muharrem ayında da Kudüs´ü tahrip ettin!»

Bu sene Haçlılar Dimyat şehrini istila ettiler. Aman vererek şehre girdiler. Halka aman verdikleri halde sözlerinde durmayıp ihanet etti­ler. Erkekleri öldürdüler. Kadınları ve çocukları esir aldılar. Kadınlarla fuhuş yaptılar. Caminin minberini, Kur´ân cüzlerini, ölülerin kesik baş­larını Cezayir´e gönderdiler. Camiyi kiliseye çevirdiler.

Bu sene Muazzam, Kadı Zekiyyüddin b. Zekî´ye gazaplandı. Bunun sebebi de şuydu: Muazzam´m halası Sittüşşam binti Eyyûb, evinde has­talanmıştı. Bu ev daha sonraları medreseye dönüştürülmüştür. Yanma gelip vasiyetini yazması için kadıya haber salmıştı. Kadı, yanındaki şa­hitlerle birlikte Sittüşşam´m evine gitmiş ve Sittüşşam´m dediği şekilde vasiyetini yazmıştı. Bunu duyan Muazzam da, «Benim iznim olmadan nasıl halamın evine gidersin, şahitlerinle birlikte onun konuşmalarını dinlersin !» demişti. O esnada kadı da Aziziye tahsildarından hesaplan istemiş, hesapların doğru olmadığını görünce Önünde onu tokmaklarla dövdürmüştü. Muazzam, babasının zamanından beri bu kadıdan hoş­lanmıyordu. İşte o esnada Muazzam, kadıya içinde gömlek ve şalvar olan bir bohça gönderdi. Gömlek beyaz renkli, şalvar ise sarı renkliydi. Başka bir rivayette anlatıldığına göre bu ikisi, kirli kırmızı renkte idi­ler. Bohçayı getiren elçi Muazzam adına yemin vererek kadıdan bu göm­lekle şalvarı giymesini ve o şekilde hasımlar arasında hüküm vermesini istemişti. Allah´ın lûtfuna bakın ki, elçi bu bohçayı getirdiğinde kadı, Bâbülberit´teki evinin holünde hüküm vermek için hazırlanmaktaydı. Çaresiz gömlekle şalvarı giydi ve bu kılıkla mahkemede oturup işleri görmeğe başladı. Sonra evine döndü. Hastalandı. Hastalığı ölümle sonuçlandı. Müteakip senenin safer ayında vefat etti. Şeref b. İnnin ez-Zurî adındaki şair, onun ibadet ve takva sahibi bir kimse olduğunu her­kese göstermişti. Rivayete göre o da camide itikâfa girmişti. Muazzam ona camide meşgul olması için içki ve tavla göndermişti. Bunun üzerine Şeref b. İnnin şöyle bir şiir yazıp Sultan Muazzam´a göndermişti:

«Ey Melik Muazzam! Ebediyete kadar yeryüzünde baki kalacak bir bid´at icad ettin.

Senden sonraki hükümdarlar da bu yola başvuracaklardır. Kadıla­ra hil´at, zahidlere de armağan mı gönderiyorsun !»

Bu da Melik Muazzam´ın çok çirkin hareketlerinden biridir.

Kadı Zekiyüddin´in dört naibi vardı:

Şemseddin eş-Şirazî. Meşhed-i Ali´nin imamıydı. Bu meşhedin Şibâk tarafında mahkemesini kurardı. Bazan da siyah döşeme taşları­nın karşısındaki revaka gider, orada davaları hallederdi.

Şemseddin b. Sünniyü´d-Devle. Külase´deki Şibâk´ta hüküm verir­di ki burası Selahaddin türbesinin karşısında, Gazaliye´deki bir yerdir.

Kemaleddin el-Mısrî. Beytü´1-mal vekili idi. Bu da Meşhed-i Os­man´da Şibâk-ı Kemalî´de hüküm verirdi.

Şerefüddin el-Musulî el-Hanefî. Turhaniye medresesinde hüküm verirdi ki, burası Ciron mmtıkasındadır. Doğrusunu Allah bilir. [8]


Hicretin Altıyüzonaltıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

Sittüşşâm


Berraniye ve Cevvaniye medreselerinin vakfedicisidir. Kadri yüce, ırzı korunmuş, iffetli, hanımefendi Sittüşşam binti Eyyub b. Sadî´dir. Hükümdarların kız kardeşi, hükümdarların çocuklarının halası, hü­kümdarların annesi idi. Mahremlerinden otuzbeş hükümdar vardı. Öz kardeşi Muazzam Turnaşah b. Eyyub Yemen hükümdarıydı. Muazzam Turanşah onun mezarının kıblesindeki üç mezardan birine defnedil-miştir. Ortadaki mezarda kocası ve amcasının oğlu Nasirüddin Mu-hammed b. Esedüddin Şirkuh b. Şâdî (Humus valisi) nıedfundur. Sittüş­şam, oğlu Hüsameddin Ömer b. Laçin´in babasının vefatından sonra Esedüddin´le evlenmişti. Sittüşşam ve oğlu Hüsameddin Ömer, üçüncü mezarda medfundurlar ki o da medresenin bitişiğindedir. Türbeye ve medreseye, oğlu Hüsameddin Ömer b. Laçin´e nisbetinden ötürü Hüsa-miye adı verilmektedir. Hüsameddin, dayısı Selahaddin´in nezdinde büyük alimlerdendi. Sittüşşam çokça sadaka veren, yoksullara ve muh­taçlara iyilik ve ihsanda bulunan bir hanımefendiydi. Her sene evinde binlerce altın sarfedilerek şuruplar, ilaçlar ve diğer tıbbi malzemeler hazırlanıp halka dağıtılırdı. Sittüşşam bu senenin zilkade ayının onaltı-sında cuma günü akşama doğru evinde vefat etti ki, bu evi daha sonra medreseye dönüştürülmüştür. Bu ev Maristan yanında olup Şamiletül-Cevvaniye denilir. Cenazesi buradan Şamiyetü´l-Berraniye´ye nakledil­di. Cenazesine büyük bir kalabalık katılmıştı. Allah rahmet etsin. [9]


El-Îrab Ve´l-Lübâb Adlı Eserin Sahibi Ebü´l-Beka


Asıl adı Abdullah b. Hüseyin b. Abdullah´tır. Künyesi Ebü´l-Be-ka´dır. Akberalıdır. Amâ idi. Nahivci olup Hanbelî mezhebine mensub-tu. İrâb-ü Kur´ânil-Aziz adlı eserin, nahivde de Kitâbül-Lübâb adlı ese­rin sahibidir.. Makamat, Mufasselü´z-Zemahşerî ve Divanü´l-Müteneb-bi gibi eserler üzerine de haşiyeler yazmıştır. Hesaba ve diğer ilimlere dair kitapları da vardır, salih ve dindar bir kimseydi. Bu sene seksen ya­şına yaklaşmış iken vefat etti. Allah rahmet etsin. Lügatte önder bir alim olup fakih ve münazaracı idi. Kitap ve sünnet ile fikhı iyi bilirdi. Kadı îbn Hallikan´ın rivayetine göre o, Makamat şerhinde şöyle bir hikâyeden bahsetmiştir:

«Mağrib Ankası, Ashabü´r-Ress´in bulunduğu mıntıkadaki yüksek bir dağın başına gelip konardı. Bazan onların çocuklarını kapıp götürür­dü. Ashabü´r-Ress bu durumu, peygamberleri Hanzala b. Safvan´a şikâyet ettiler. Hanzala da Anka´ya beddua etti ve böylece Anka helak oldu. Anka´nın yüzü insan yüzüne benziyordu. Onda her kuşa benzer ta­raflar vardı.»

Zemahşerî´nin Rebiü´l-Ebrar adlı kitabında anlattığına göre bu An­ka kuşu, Hz. Musa´nın zamanında mevcut olup her tarafta dörder kana­dı vardı. Yüzü insan yüzü gibiydi. Diğer hayvanlara çok benzeyen taraf­larında vardı ve fetret zamanında yaşayan Halit b. Sinan el-Absî´nin za­manına kadar yaşamıştır. Halit b. Sinan ona beddua etmiş, böylece o da helak olmuştur. Doğrusunu Allah bilir.»

İbn Hailikan´m anlattığına göre Said mıntıkasından Muiz el-Fatimî´ye garip şekilli bir kuş getirilmiş ki, o kuşa Mağrip Ankası denili-yormuş.

Halid b. Sinan ile Hanzala b. Safvan fetret zamanında yaşamışlar­dır. İkisi de salih insanlardı. Ancak peygamber değillerdi. Zira Rasûlullah (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:

«Ben insanlar arasında Meryem oğlu İsa´ya en yakın olanım. Çün­kü benimle onun arasında peygamber yoktur.» Nitekim bu hadis önceki kısımlarda da geçmişti, [10]


Hafız İmadüddin Ebü´l-Kasım


Ali b. Hafız Bahaeddin Ebu Muhammed el-Kasım b. Hafiz el-Kebîr Ebül-Kasım Ali b. Hasan b. Hibetüllah b. Asakir. Dımaşklıydı. Çok ha­dis dinledi. Hadis toplamak amacıyla birçok yerlere seyahatlerde bu­lundu. Bu sene Bağdat´ta vefat etti. Onun yelpazeyle ilgili şöyle güzel bir şiiri vardır:

«Yelpaze, bütün kederleri rüzgara katıp üç ay boyunca uzaklaştırı­yor, ona ihtiyaç vardır.

Haziran, temmuz ve ağustos aylarında vazgeçilmezdir. Eylül´de ise Allah ona muhtaç bırakmıyor bizi.» [11]


Şair İbn Ed-Davî


İbn es-Saî onun şiirlerinden güzel olan birkaç parçayı nakletmiştir. Ebu Said b. Vezzan ed-Davî Bağdat´ta cerh ve tadille uğraşan hadis alimlerinden biridir. Buhari´den ve Ebu Vakit´ten hadis dinledi. Ebu Sa­id onun künyesidir. Asıl adı Muhammed b. Mahmud b. Abdurrah-man´dır. Aslen Mervazlıdır. Hemedan doğumludur. Ama Bağdat´ta ye­tişmiş, orada vefat etmiştir. Endamı güzel, evsafı tam bir kimseydi. Gü­zel yazı yazardı. Bir çok ilimden nasibini almıştı. Şafiî mezhebine men­suptu. Kelam meseleleri üzerinde konuşurdu. Ahlâkı güzeldi. Şiirlerin­den biri şudur:

«Kısmetlerin paylaştırıhnasma bakıyorum da, bu çok acaip bir pay­laştırmadır.

Kimi konforlu hayatta, kimi yoksul bir yaşantıda.

Mal sahibi de ahmak, yoksul da ahmak.

Bir akıl ki payı yok.

Bir akıl da var ki çok sivridir.

Cahil ve yoksul kimseler, zengin de olabiliyorlar yoksul da.

Bundan önce de işler, Allah´ın elindeydi. Bundan sonra da O´nun elinde olacaktır.» [12]


Ebu Zekeriya Yahya B. Kasım


Ebu Zekeriya Yahya b. Kasım b. Ferec b. Dir b. Hızır eş-Şafiî Şeyh Taceddin et-Tıkritî. Tikrit kadısı idi. Sonra Bağdat Nizamiye medrese­sinde ders verdi. Bir çok ilimde mahirdi. Meselâ tefsir, fıkıh, edebiyat, nahiv ve lügat ilimlerinde yüksek derecede bir âlimdi. Bütün bu ilimlere dair tasnifatı vardır. Kendi şahsı için güzel bir tarih hazırlamıştır. Şiir­lerinden biri şudur:

«Kişi mutlaka sıkıntıya da düşer, genişliğe de kavuşur.

Sevinçle de karşılaşır, hüzünle de.

Cenâb-ı Allah kişiden nimetinin şükrünü talep eder, nimetler için­de olduğu sürece.

Mihnet ve sıkıntı anlarında da sabır ister insandan .

Her iki durumda da Allah´la hemhal ol.

Bu iki farzı hem gizli, hem aşikâr yerine getirmelisin.

Sıkıntı ve şiddet senin üzerinde zaman boyunca ebedî kalacak de­ğildir,

Nimet de zaman boyunca senin elinde kalacak değildir.»

Şu şiir de Ebu Zekeriya´ya aittir:

«Hevesine uygun hüküm veren kadı, lehinde de hüküm verse aley­himde de,

Her iki halde de hükmünde haksızlık etmiş değildir.

Ey Yusuf un güzelliğine sahip olan kadı,

Sana karşı tutunacağım bir çarem kalmamıştır, benim.

Gömleğim arkadan yırtılmış olsa büe,

Sence bu gömlek önden yırtılmış sayılmaktadır.» [13]


Cevahir Adlı Eserin Sahibi Şeyh İmam Cemaleddin Ebu Muhammed Abdullah


Şeyh, İmam Cemaleddin Ebu Muhammed Abdullah b. Necm b. Sas b. Nizar b. Aşâir b. Abdullah b. Muhammed b. Selis el-Cüzamî. Maliki fakihi idi. imam Malik´in mezhebine dair el-Cevahirü´s-Semine adlı ki­tabın musannifidir. Bu kitap fıkhı füruat bakımından en fazla faydalar içeren kitaplardandır. Bu eserini Gazzalî´nin el-Veciz adlı eserinin yön­temine göre tertip etmiştir.

İbn Hallikan dedi ki: «Bu eserinde ilminin derinliğine ve faziletine delalet edecek hususlar vardır.» Mısır´daki Malikîler gurubu, güzelli­ğinden ve çok faydalar içerdiğinden ötürü bu eseri ellerinden düşürme­mişlerdir. Şeyh İmam Cemaleddin Mısır´da müderristi. Dimyat´ta vefat etti. Allah rahmet etsin. Doğrusunu noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [14]


Hicretin Altıyüzonyedîncî Senesi


Bu sene Timuçin adını taşıyan Cengizhan sebebiyle Umumi bir bela ve büyük bir musibet meydana geldi. Allah, ona ve beraberindeki Tatar­lara lanet etsin. Hepsini kahretsin. Bunların yaptıkları cidden çok kö­tüydü. Her tarafı bozguna uğratmışlar, her yerde fesat çıkarmışlardı. Çin´in en uç noktasından ulaştıkları Irak´a ve çevresine kadar her tarafa zarar vermişler, nihayet Erbil´e ve kazalarına ulaşmışlardı. Bu sene Irak, Cezire, Şam ve Mısır dışındaki tüm İslâm alemini ele geçirmişler, buralardaki Harezmli, Kıpçak, Gürcü, Lân, Hazar ve diğer kavimlerin tümünü kahretmişlerdi. Bu sene Müslüman topluluklardan ve diğerle­rinden müteaddid beldelerde sayılamayacak ve evsafı belirtilemeyecek kadar çok sayıda insanı öldürmüşlerdi. Özetle girdikleri bütün beldeler-deki savaşçıları, erkekleri tümden, kadın ve çocuklardan da çoğunu öl­dürmüşler, buralardaki malları şayet ihtiyaçları varsa yağmalayıp alı­yorlar, şayet ihtiyaçları yoksa yakıyorlardı. Hatta onlar taşımaktan aciz çok miktarda aldıkları ipeği bir araya getirip topluyorlar, sonra da ateşe verip seyrediyorlar, evleri yıkıyorlar, yıkamadıklarını da yakıyor­lardı. En fazla da camileri ve mescidleri yakıyorlardı. Müslümanları esir ederek onlarla savaşıyorlar, onları çembere alarak savaşta hakla­rından gelemediklerini öldürüyorlardı. el-Kâmil adlı eserinde İbnül-Esîr, Tatarların bu sene yaptıklarını tam teferruatlı bir şekilde anlat­mıştır. Bu anlatımından Önce bu dehşet verici büyük olay ve musibetle ilgili muazzam bir önsöz yazmıştır. Şöyle ki:

«Bu fasıl, gecelerin ve gündüzlerin mislini görmedikleri büyük olaydan ve feci musibetten bahseder. Bu musibet genel olarak bütün mahlukatı, özel olarak da Müslümanları kapsamına almıştır. Adamın biri, Cenâb-ı Allah´ın Âdem peygamberi yarattığından beri şu ana kadar dünya böyle bir belaya uğramamıştır, derse doğru söylemiş olur. Çünkü tarihte bunun kadar feci bir musibet meydana gelmiş değildir. En fazla bahsettikleri büyük musibet, Buhtü´n-Nasr´m İsrail oğullarına yaptığı katliam ve Kudüs´ü yıkmasıdır. Kudüs, bu mel´unlarm yıktıkları belde­ler yanında sadece bir şehir olarak kalmaktadır. Bunların yaktıkları her bir belde, Kudüs´ten kat kat büyüktür. Buhtü´n-Nasr´m öldürdüğü İsrail oğulları, bunların öldürdüklerinden çok daha azdır. Bunların bir şehirde öldürdükleri insanların sayısı, İsrail oğullarından çok daha faz­ladır. Belki de insanlık, dünyanın yıkılışına kadar Ye´cüc ve Me´cüc dı­şında böyle bir hadiseyi bir daha görmeyecektir. Deccal´a gelince o sade­ce kendisine tabi olanlarla kalacak ve kendisine muhalefet edenleri öl­dürecektir. Bunlarsa hiç kimseyi bırakmadılar. Aksine kadınları, er­kekleri, çocukları, herkesi öldürdüler. Hamile kadınların karınlarını yardılar, ceninleri öldürdüler. İnnâ lillah ve inna ileyhi raciûn (doğrusu biz Allah´a aidiz ve O´na dönücüleriz), Lâ havle velâ kuvvete illâ billahil aliyyil azîm (güç ve kuvvet ancak yüce ve ulu Allah iledir). Kıvılcımları her tarafa sirayet eden ve zararı genel olan bu hadiseden ötürü ancak Allah´ın yardımına başvurulabilir. Bu belâ, rüzgarın getirdiği bir bulut gibi İslâm ülkesini kapladı. Tatarlar Çin´in uç noktasından çıkıp Kaşgar ve Balasagun gibi Türkistan beldelerine hücum ettiler. Oradan Semer-kand, Buhara ve diğer Maveraünnehir beldelerine geçtiler. Oraları ele geçirdiler. Ahalilerine yukarıda anlattığımız zulümleri reva gördüler. Sonra bunların bir kısmı Horasan´a geçti. Hakimiyeti ele aldı, ülkeyi tahrip etti. Ahaliyi öldürdü. Malları yağmaladı. Oradan Rey, Hemedan, Cebel ve Irak sınırındaki beldelere uzandılar. Daha sonra Azerbaycan ve Uraniye beldelerine hücum ettiler. Oraları tahrip ettiler. Ahalinin ço­ğunu öldürdüler, ellerinden az sayıda bir topluluk kurtulabildi. Bu misli duyulmamış bela ve musibet, bir seneden az bir zaman içinde meydana geldi. Daha sonra Şirvan derbendine gittiler. Oranın şehirlerini ele ge­çirdiler. Sadece o mıntıkanın bulunduğu kale hariç, başka yerler tümüy­le onlara teslim oldular. Tatarlar oradan da Lan Lekez beldesine geçti­ler. O mıntıkadaki muhtelif toplulukları öldürdüler. Katliam yaptılar. Her tarafı yıktılar. Mallan yağmaladılar, sonra en fazla Türk´ü barındı­ran Kıpçak ülkesine baskın yaptılar. Karşılarına dikilen herkesi öldür­düler. Diğerleri ormanlıklara kaçtılar. Tatarlar onların ülkelerine sa­hip oldular. Diğer grup da Gazne´ye ve oraya bağlı mıntıkalarla komşu­ları durumundaki Hindistan, Sicistan ve Kirman´a akınlar düzenledi­ler. Öncekilere nisbetle daha şiddetli zulümler yaptılar. Bu misli duyul­mamış bir bela ve musibetti.

Tarihçilerin, dünyaya sahip olduğu hususunda ittifak ettikleri İs­kender´e gelince o, sahip olduğu ülkeleri bir senede değil de ancak on se­ne kadar bir süre zarfında ele geçirmiştir ve hiç kimseyi de öldürmemiş­tir. Aksine insanları hoşnud ederek itaatlerini sağlamıştır. Bunlarsa çok mamur, çok güzel, ahalisi çok kalabalık, insanları ahlak ve yaşantı bakımından düzgün olan bir çok beldeyi bir senelik süre zarfında ele ge­çirmişlerdi. Bunların ayak bastıkları topraklardaki insanlar korku ve dehşet içinde kalmışlardı. Hücumlarını her an için bekliyorlardı. Bununla birlikte Tatarlar, doğduğu zaman güneşe secde ederler, hiçbir şeyi haram saymazlar, buldukları hayvanları ve leşleri yerlerdi. Allah onlara lanet etsin.

Tatarlar, karşılarında herhangi bir engelle karşılaşmadıkları için bu kadar çok ülkeyi ele geçirebilmişlerdi. Çünkü Sultan Harezmşah Muhammed, birçok memleketin hükümdarını öldürmüş, otoritesini sağlamlaştırmıştı. Geçen senede Tatarlar karşısında hezimete uğrayıp onlara karşı direnecek gücü kalmadığında, Tatarlar peşine düşerek onu kovalanıl şiardı. Nereye gittiği bilinmiyordu. Denizdeki adalardan bi­rinde ölmüştü. Ülke koruyucusuz kalmıştı. Allah´ın hükmettiği iş mut­laka yerine gelir ve işler eninde sonunda Allah´a döner.

Bundan sonra İbnü´1-Esir özet olarak anlattığı konuları detaylı bir şekilde açıklamağa başlar ve ilk olarak da geçen seneki olaylar arasında zikretmiş olduğumuz Cengizhan´m giysi ve kumaş getirmeleri için ken­di sermayesiyle göndermiş olduğu kervandan bahseder. Harezmşah bu kervanın mallarına el koyduğu için Cengizhan ona gazaplanmış, tehdit haberleri salmıştı. Harezmşah da bizzat onlara karşı harekete geçmiş, ordusunu sefere sevk etmişti. Tatarların Güçlükhan´ia savaştıklarını görünce yüklerini, eşyalarım, kadınlarını ve çocuklarım yağmalayıp esir almış ve geri dönmüştü. Böylece düşmanlarına karşı zafer elde et­mişti, ancak düşmanları olan Tatarlar ona karşı daha da öfkelenmişler­di. Cengizhan´ın oğlunun komutasındaki Tatarlar, Harezmşah´la üç gün süreyle savaştılar. İki taraftan da çok sayıda adam öldürüldü. Son­ra her iki taraf da geri çekildi. Harezmşah kendi ülkesinin sınırına dön­dü. Orayı tahkim edip koruma altına aldı. Sonra kendi başkenti olan Harezm şehrine döndü. Cengizhan da harekete geçti. Önceki kısımlar­da da anlattığımız gibi Buhara´ya geldi. Orayı sulh yoluyla fethetti. An­cak ahaliye hainlik etti. Zor kullanarak kaleyi fethetti. Kaledeki asker­lerin tümünü öldürdü. Mallan ganimet edindi. Kadınları ve çocukları esir aldı. Evleri, dükkanları tahrib etti. Kalede 20.000 savaşçı vardı, an­cak bu savaşçılar kale halkına faydalı olmadı. Bundan sonra Cengizhan, Semerkand´a yürüdü. Bu senenin muharrem ayının başında orayı ku­şatma altına aldı. Orada 50.000 asker vardı. Bunlar geri çekildiler. Halktan 70.000 kişi Tatarların karşısına çıktı. Cengizhan bunları bir anda öldürdü. Tekrar 50.000 kişi karşısına çıktı. Bunların mallarını, si­lahlarını ve savunma aletlerinin tümünü yağmaladı. Aynı günde hepsi­ni öldürdü. Şehri, yağmalamaları için askerlerine bıraktı. Herkesi öl­dürdü, malları ganimet edindi, çoluk çocuğu esir aldı, şehri ateşe verdi.

Orayı yerle bir etti. İnna lillah ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allah´a aidiz ve O´na dönücüleriz). Mel´un Cengizhan orada ikamet etti. Müfre­zelerini çeşitli beldelere sevk etti. Bir müfrezeyi Horasan ülkesine gön­derdi ki; bu müfrezeye, Mağribe Tatarları deniliyordu. Başka bir müfre­zeyi de Harezmşah´ın peşine taktı. Bunlar 20.000 askerdiler. Bunlara «Onu takip edip kovalayın, göğe asılsa bile yakalayın!» talimatını verdi. Askerler de Harezmşah´ın peşine düştüler. Ona ulaştıklarında Ha­rezmşah Ceyhun nehrini geçmişti. Tatarlarla kendisi arasında Ceyhun nehri vardı. Bu sebeple kendini güvende hissediyordu. Tatarlar nehrin karşı kıyısına geçmek için gemi bulamadılar. Silahlan nehirde taşıya­bilmek için havuzumsu kaplar yaptılar. Atlarını nehire saldılar ve kuy­ruklarına bu kapları bağladılar. Atlar nehirde yüzerken kuyruklarına bağlı silah kaplarını da peşlerinde çekiyorlardı. Böylelikle hepsi karşı kıyıya ulaştılar. Herezmşah bu işin farkında değildi. Hayretle Tatar-lar´m kendi askerlerinin arasına girdiklerine şahit oldu. Bunu görünce hemen Nisabur´a kaçtı. Oradan da başka beldelere gitti. Tatarlar peşine düşmüşler, onu kovalıyorlardı. Harezmşah onlara karşı koymak için as­ker topluyordu. Asker toplamak için uğradığı her beldede ona kavuşu­yorlar, o da korkup kaçıyordu. Nihayet Taberistan denizine atıldı. Ora­daki adalardan birinde bulunan bir kaleye gitti ve o kalede vefat etti.. Başka bir rivayette anlatıldığına göre denize atıldıktan sonra nereye gittiği, başına neler geldiği, nereye kaçtığı bilinmemektedir. Kaybolu­şundan veya başka bir rivayete göre vefatından sonra Tatarlar onun malına, mülküne el koydular. Hazinelerinde 20.000.000 dinar, 1.000 yük atlas, 20.000 at ve katır, çok sayıda köle, cariye ve çadır buldular. Her biri bir kral gibi olan 10.000 kölesi vardı. Bütün bu malı, mülkü dar­madağın oldu.

Harezmşah, Hanefî mezhebine mensup bir fakihti ve faziletli bir kimseydi. Çeşitli ilimlerden nasibini almıştı. İyi bir kavrayış ve zekâsı vardı. Geniş beldelere ve müteaddit memleketlere sahip oldu. Yirmibir sene ve birkaç ay süreyle hükümdarlık yaptı. Selçuklu hükümdarlann-dan sonra onun kadar hürmet gören azametli başka bir hükümdar yok­tu. Çünkü onun gayesi lezzetlere ve şehvetlere dalmak değil, memleketi idare etmekti. İşte bu nedenle o mmtıkalardaki hükümdarlann hepsini mağlup etmiş, Hıtaylar´a şiddetli darbeler vurmuştu. Horasan´da, Ma-veraünnehir´de, Acem Irak´ında ve diğer memleketlerde ondan başka sultan kalmamıştı. Bütün beldeler onun valilerinin idaresindeydi. Bun­dan sonra Tatarlar, Mazenderan´a yürüdüler. Mazenderan kalesi en müstahkem kalelerdendi. Müslümanlar orayı ancak Süleyman b. Ab-´ dülmelik´in zamanında hicretin doksanıncı senesinde feth edebilmişler­di. Tatarlarsa burayı çok kısa bir sürede fethetmişler, içindeki mallan ve eşyalan yağmalamışlar, ahalinin tümünü öldürmüşler, kadınları ve çocukları esir almışlar, kaleyi ateşe vermişlerdi. Mazenderan´dan sonra Rey taraflarına gittiler. Yolda Harezmşah´ın annesini gördüler. Yanın­da çok miktarda mal ve para vardı. Malına ve eşyasına el koydular. Eş­yaları arasında görülmemiş, çok nefis mücevherler ve kıymetli şeyler vardı. Bundan sonra Reye yöneldiler. Rey halkının gafil olduğu bir anda şehre girdiler, halkı öldürdüler. Kadınları ve çocukları esir aldılar. Son­ra Hemedan´a yürüdüler. Orayı da ele geçirdiler. Hemedan´dan sonra Zencan´a gittiler. Halktan bir kısmını öldürdüler, bir kısmını da esir al­dılar. Zencan´dan sonra Kazvin´e yürüdüler. Orayı da yağmaladılar. Halktan 40.000 kadar kişiyi öldürdüler. Sonra Azerbaycan´a gittiler. Azerbaycan hükümdarı Özbek b. Pehlivan sarhoşluk, haram ve günah­larla hemhal olduğu, şehvetlere daldığı için onlara bir miktar mal ve pa­ra vererek barış yaptı. Tatarlar onu kendi haline bıraktılar. Oradan Mo-kan´a yürüdüler. Gürcüler 10.000 savaşçıyla karşılarına dikildiler, an­cak göz açıp kapayacak kadar kısa süren bir çatışma neticesinde Gürcü­ler yenildiler. Gürcüler, bütün alet ve edevatlarıyla savaşmağa gelmiş­lerdi. Tatarlar onları ikinci kez bozguna uğrattılar. Bu, öncekine nisbet-le daha feci bir bozgundu.

Tatarların geçmiş zamanda ve şimdiki zamanda misli görülmemiş hadiseleri gerçekleştirdikleri görüldü. Şöyle ki:

Bir grup Tatar Çin´den çıkıyor, bir sene geçmeden bunların bir kıs­mı Ermeni beldelerine ulaşıyor. Hemedan taraflarından gelen diğer grupsa Irak´ı geçiyor! Allah´a yemin ederim ki bizden sonra gelecek olan nesiller, aradan uzun bir zaman geçtikten sonra Tatarların bu yaptıkla­rım kitaplarda yazılı görünce hayrete düşecekler ve bunun gerçek olma­dığına ve inanmamakta da haklı olduklarına inanacaklardır. Aradan her ne kadar uzun bir zaman geçse de onlar buna inansınlar; çünkü biz tarihçiler hepimiz zamanımızda geçen bu hadiseyi ittifakla kitapları­mızda yazmışızdır. Alim, cahil herkes bu tatar hadisesinin meşhur ola­rak bilinen bir gerçek olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Allah İslâmiyeti ve Müslümanları korumayı nasip ve müyesser eylesin. Müs­lümanlar hakikatte düşmana karşı büyük savunma savaşları vermiş­lerdi. Bazı İslâm hükümdarları da olağanüstü denecek derecede çaba sarfetmiştir. Ancak Müslümanlar bu olaylar esnasında Sultan Harezm-şah´ıda kaybetmişlerdi.

Bu sene sonunda Tatarlar, Gürcülerin ülkesinde idiler. Gürcülerin direniş gösterdiklerini ve savaştıklarını görünce işin çok uzayacağını anladılar, başka ülkelere yöneldiler. Onların adetleri böyledir. Gürcis­tan´dan ayrılıp Tebriz´e gittiler. Tebrizliler bir miktar mal ve para vere­rek Tatarlarla barış yaptılar. Bundan sonra Tatarlar Merağa´ya yürü­düler, orayı kuşatma altına aldılar. Şehri mancınıklarla dövdüler. Müs­lüman esirleri yakalayarak kendilerine kalkan ettiler. Merağa´nm başında bir kadın vali bulunuyordu. «Yönetimlerinin başına bir kadını getiren bir topluluk iflah olmaz.» Tatarlar birkaç günlük kuşatmadan sonra şehri fethettiler. Halkın, sayılarını ancak Aziz ve Celil olan Al­lah´ın bildiği kadarını öldürdüler. Çok miktarda malı ganimet edindiler. Âdetleri üzere bir kısım halkı da esir aldılar. Allah onları Cehennem ateşine sokacak bir lanetle lanetlesin.

İnsanlar onlardan çok korkuyorlardı. Öyleki Tatarlardan bir adam, içinde 100 kişinin bulunduğu Merağa sokaklarından birine girse, bu 100 kişiden bir tanesi dahi ona karşı cesaret edip de harekete geçe­mezdi ve o Tatar askeri, o 100 kişiyi birer birer öldürürdü. Hiç biri de ona karşı el kaldıramazdı. O mahalledeki ve yoldaki bütün eşyaları yalnız başına yağmalardı.

Tatarlar´dan bir kadın, erkek kılığına bürünerek bir eve girmiş ve evdekilerin tümünü yalnız başına Öldürmüştü. Sonra beraberindeki esirlerden biri onun kadın olduğunu anlayınca onu öldürmüştü. Al­lah´ın laneti onun üzerine olsun.

Sonra Tatarlar Erbil şehrine hücum ettiler. Müslümanları çok sı­kıştırdılar. Bundan ötürü Müslümanlar çok tedirgin oldular. O yörele­rin insanları, «Doğrusu bu, çok zorlu bir durumdur» dediler.

Halife, Musul ahalisine ve Cezire valisi Melik Eşrefe mektup yaza­rak, «Ben Tatarlar´a karşı asker hazırladım. Tatarlarla savaşmak için bu askerlerle birlikte harekete geçin» diye haber gönderdi. Ancak Melik Eşref halifeye, mektup yazarak kendisinin Mısır´daki Müslümanların Haçlılar´dan rahatsız oldukları nedeniyle kardeşi Kâmil´e yardımcı ol­mak için Mısır diyarına yöneldiğini bildirip özür beyan etti. Haçlılar´ın Dimyat´ı ele geçirdiklerini ve Mısır diyarını baştan sona ele geçirmek için de harekete geçtiklerini ifade etti. Melik Eşrefin kardeşi Muazzam da Dimyat´ta bulunan Haçlılar´ı ülkeden kovmak için Harran valisine giderek Mısır diyarında bulunan kardeşleri Kâmil´e yardımcı olmasını istemişti. Zaten Harran valisi de Mısır´a gitmeğe hazırlanıyordu.

Bunun üzerine halife, Erbil valisi Muzafferüddin´e mektup yaza­rak 10.000 savaşçıdan ibaret olan ve Tatarlar´a karşı harekete geçirilen ordunun başına geçmesini istedi. Ancak bu 10.000 kişilik ordunun 800 süvarisi Melik Muzafferüddin´in yanına ulaşmadan yolda ayrılıp her bi­ri ayrı bir tarafa gitmişti. İnnâ Hllahi ve innâ ileyhi raciûn (doğrusu biz Allah´a aidiz ve O´na dönücüleriz). Ama yüce Allah Tatarların Heme­dan´a yönelmelerini takdir buyurarak Müslümanları bu beladan kur­tardı ve Hemedanlılar da Tatarlarla barış antlaşması yaptılar. Bunun üzerine Tatarlar Hemedan´da bir şahne (emniyet müdürü) bıraktılar. Daha sonra Hemedanlılar şahnelerini öldürmek hususunda ittifak kur­dular ve onu öldürdüler. Tatarlar bunu duyunca tekrar geri dönerek Hemedan´ı kuşatma altına aldılar ve nihayet zor kullanarak şehri fet­hettiler. Halkını öldürdüler. Sonra da Azerbaycan üzerine yürüdüler. Önce Erdebil sonra Tebriz´i, daha sonra da Büikan´ı fethettiler. Oradaki insanların büyük bir kısmını öldürdüler, şehri yaktılar. Cani Tatarlar, kadınlara önce tecavüz ediyor, sonra da onları öldürüp kannlarındaki ceninleri çıkarıyorlardı. Allah´ın laneti onların üzerine olsun.

Bundan sonra Tatarlar Gürcistan´a baskın düzenlediler. Gürcüler onlara karşı hazırlıklıydılar. Savaştılar. Ancak Tatarlar, Gürcüleri de feci bir bozguna uğrattılar. Sonra bir kaç beldeyi daha fethettiler. Bu beldelerin ahalisini öldürüyorlar, kadınlarını esir alıyorlardı. Kaleleri fethetmek için savaşırlarken kullanacakları bazı erkekleri de esir alı­yorlar, bunları önlerinde kalkan olarak kullanıyorlar, kendilerine atı­lan oklara ve mızraklara karşı böylece korunuyorlardı. Savaş sonunda kalkan olarak kullanılan bu erkek esirleri- şayet ölmenıişlerse- öldürü­yorlardı. Bundan sonra Lân ülkesine yürüdüler. Kıpçaklar´a saldırdı­lar. Çok miktarda adam öldürdüler. Onları bozguna uğrattılar. Kıpçak şehirlerinin en büyüğü olan Sevadik´i kuşattılar, fethettiler. Oradaki birçok eşya ve malı ganimet edindiler. Kıpçaklar, Rus beldelerine sığın­dılar. Ruslar Hristiyan idiler. Tatarlarla savaşmak için Ruslarla ittifak kurdular. Bu müttefik cephe, Tatarlarla savaştı. Tatarlar onları da feci bir bozguna uğrattıktan sonra hicretin 620. senesinde Balkar´a doğru yürüdüler. Bütün bu fütuhatı tamamladıktan sonra hükümdarlar, Cengizhan´ın yanına döndüler. Allah ona da, onlara da lanet etsin.

Cengizhan bu sene Külane´ye de bir müfreze göndermişti. Üçüncü bir müfrezeyi ise Fergana taraflarına göndermiş, bu müfreze, Ferga-na´yı ele geçirmişti. Horasan taraflarına da başka bir müfrezeyi sevk et­mişti. Bunlar Belh şehrini kuşatmışlar; şehir halkı, Tatarlarla barış antlaşması yapmıştı. Tatarlar aynı şekilde başka bir çok şehir halkıyla da anlaşma yaparak oraları hakimiyetleri altına almışlar, nihayet Tali-kan´a uzanmışlardı. Talikan kalesi müstahkem bir kale olduğu için on­ları yormuştu. Orayı altı ay müddetle kuşatma altında tutmuşlar, ama yine de fethedememişler, bu durumu Cengizhan´a bir mektupla bildir­mişlerdi. Cengizhan da bizzat oraya gelerek kaleyi dört ay müddetle ku­şatma altında tutmuş ve nihayet güç kullanarak fethetmişti. Sonra da şehirdeki havas ve avamdan olan herkesi öldürmüştü. Bundan sonra Tatarlar, Cengizhan´ın komutasında Merv şehrine hücum ettiler. Şehir dışında Araplar´dan 200.000 kadar savaşçı ordugah kurmuştu. Orada başka kavimlerden olan Müslümanlar da vardı. Bunlar Tatarlar´a şid­detlice savaştılar. Neticede Müslümanlar mağlup oldular. İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn (doğrusu biz Allah´a aidiz ve ona dönücüleriz). Son­ra Tatarlar şehri beş gün müddetle kuşatma altına aldılar. Valiyi bir hileyle kaleden indirdiler. Sonra da ona ve şehir halkına ihanet ederek hepsini öldürdüler. Mallarını ganimet edip yağmaladılar. Geride kalan­lara da şiddetli eziyetler tatbik ettiler. Öyleki bir günde 700.000 kişiyi Öldürdüler. Sonra Nişabur´a gittiler. Orada da Merv şehrinde ahaliye yaptıklarını yaptılar. Buradan da Tus´a gittiler. Ahaliyi öldürdüler. Ali b. Musa er-Rıza´nın mesnedini tahrip ettiler. Allah´ın selamı onun ve atalarının üzerine olsun. Tatarlar, halife Harun Reşid´in türbesini de tahrip ettiler. Orayı harabeye döndürdüler. Sonra Gazne´ye gittiler. Ce-laleddin b. Harezmşah onlarla savaştı. Onları mağlup etti. Sonra Tatar­lar hükümdarları Cengizhan´ın yanına döndüler. Allah ona da, onlara da lanet etsin. Cengizhan bir başka askeri birliği Harezm şehrine sevk etti. Bu askeri birlik Harezm´i kuşatma altına aldı. Nihayet güç kulla­narak şehri fethettiler. Oradaki ahalinin büyük bir kısmını öldürdüler. Mallarını yağmaladılar. Geride kalan insanları esir aldılar. Ceyhun nehrinin sularının şehire sel gibi gelmesini önleyen köprüyü yıktılar. Köprü yıkılınca şehir, sular altında kaldı. Ahalinin tümü helak oldu. Sonra Tatarlar, Talikan´da otağ kurmuş olan hükümdarları Cengiz­han´ın yanına döndüler. Cengizhan onlardan bir kısım askeri Gazne´ye sevk etti. Bunlar Gazne´ye gidince Celaleddin b. Harezmşah kendileriy­le savaştı ve mağlup etti. Feci bir bozguna uğrattı. Ellerinde bulunan Müslüman esirlerden bir kısmını kurtardı. Sonra Cengizhan´a mektup yazarak kendisiyle bizzat savaşması için de oraya gelmesini teklif etti. Cengizhan da oraya gitti. Ancak Celaleddin´in askerlerinden bazıları yanından ayrılıp gitmişlerdi. Fakat savaşmak zorunlu hale gelmişti. Üç gün savaştılar. Daha önce böyle bir savaş görülmüş değildi. Sonra Cela­leddin´in askerleri güçlerini yitirdiler. Geri çekildiler. Hind denizine açıldılar. Tatarlar da Gazne´ye doğru yürüdüler. Şehri engelsiz ve zah­metsiz olarak ele geçirdiler. Bütün bu olaylar ya da bunların çoğu bu se­ne içinde vuku bulmuştu.

Bu sene Eşref Musa b. Âdil, Ahlat, Silvan ve Ermeniye mülkünü kardeşi Şihabeddin Gazi´ye bıraktı. Buna karşılık ondan Urfa ve Su­ruç´u aldı. Çünkü kendisi kardeşi Kâmil´e, Haçlılara karşı yardım et­mekle meşguldü. Dolayısıyla Ahlat, Silvan ve Ermeniye´yi muhafaza edecek durumda değildi. Allah Haçlılar´a lanet etsin.

Bu sene muharrem ayında Bağdat´ta şiddetli fırtınalar koptu, şim­şekler çaktı. Yıldırım sesleri duyuldu. Şehrin batı yakasında Avn ve Mu­ine bitişik minarenin üzerine yıldırım düştü. Yapıda gedikler meydana getirdi. Sonra bu gedikler onarıldı. Yıldırım, yerde bir çukur da oluş­muştu.

Bu senede Dımaşk Camii´nin batı tarafındaki üçüncü revakta Han-belilerin mihrabı kuruldu. Önceleri halk buna karşı koymuştu. Ancak emirlerden Rükneddin el-Muazzamin´in Hanbelilere verdiği destek sa­yesinde bu mihrap kuruldu ve burada Şeyh Muvaffaküddin b. Kudame namaz kıldırdı.

Hicretin 730. senesinin sınırlarında bu mihrap yerinden kaldırıldı ve caminin batı tarafında Babü´z-Ziyare yanında başka bir Hanbeli mih­rabı kuruldu. Nitekim Hanbelüerin de Tenkizlilerin iktidarı zamanın­da caminin duvarı yenilenirken batı tarafındaki mihrapları kaldırılmış yerine Babü´z-Ziyare ´nin doğusunda yeni bir mihrap yaptırılmıştı. Bu­nu da caminin nazırı Takiyyüddin İbn Meracil gerçekleştirmişti. Allah sevap ve mükâfatını artırsın. Nitekim bu husus ileride de açıklanacak­tır.

Bu sene Sincar valisi kardeşini öldürdü. Ülkesine Melik Eşref b. Âdil ortaksız bir hükümdar olarak sahip oldu.

Bu sene Emir İmadüddin b. Meştup, Melik Eşrefe ihanet ve müna­fıklık yaptı. Oysa Melik Eşref onu daha Önceleri Faiz´e biat etmek istedi­ği zaman kardeşi Kâmil´in eziyetlerine karşı koruyup himayesine al­mıştı. Ancak İmadüddin daha sonra Cezire beldelerinde bozgunculuk yapmış, bunun üzerine Melik Eşref onu zindana atmıştı. O da zindanda üzüntü, keder, zillet ve işkence altında ölmüştü.

Bu sene Kâmil, Dimyat´ı istila etmiş olan Haçlılara şiddetli bir acı tattırdı. Onlardan 10.000 kişiyi öldürdü, atlarını, mallarım ele geçirdi. Allah´a hamd olsun.

Bu sene Muazzam, Mu´temid Müfahirüddin İbrahim´i Dımaşk vali­liğinden azlederek yerine Aziz Halil´i atadı.

Hacılar Mekke´ye -Allah orayı şereflendirsin- gittiklerinde Hac emiri Mu´temid idi. Onun emirliği sayesinde çok hayırlar elde edildi. Çünkü O, Mekke´deki kölelerin, Iraklıların hac emiri Akbaş en-Nâsırî´yi öldürdükten sonra hacıların mallarını yağmalamalarına müsaade et­memişti. Akbaş en-Nasırî, halife Nasır´ın en büyük komutanlarından ve yakınlarından ve has adamlanndandı. Çünkü Akbaş en-Nasırî, berabe­rinde Emir Hüseyin b. Ebi Aziz Katade b. îdris b. Mutain b. Abdülkerim el-Alevî el-Hasenî ez-Zeydî´ye hil´at getirmiş ve babasının ölümünden sonra onun Mekke emirliğine tayin edildiğine dair fermanı da getirmiş­ti. Babası bu sene cemaziyelevvel ayında vefat etmişti. Mekke emirliği hususunda Katade´nin en büyük oğlu Racih başkaldırmış ve «Mekke´ye benden başkası emir olarak atanamaz» demişti. Bu nedenle bir kargaşa ve çatışma çıktı. Akbaş en-Nasırî´de bu kargaşada yalnışlıkla öldürül­dü. Katade, Hüseynî ve Zeydîlerin önde gelen eşrafindandı. Adaletli, in­saflı ve dostlarına nimet bahşeden bir kimseydi. Mekke´deki fesatçılara göz açtırmıyor, onları cezalandırıyordu. Sonra bu gidiş tersine döndü. Zulmetmeğe başladı. Yeniden vergiler ve harçlar koydu. Hacıları birkaç kez yağmaladı. Bu nedenle Cenâb-ı Allah, oğlu Hasan´ı ona musallat kıl­dı. Hasan onu, amcasını ve kardeşini öldürdü. Ama Cenâb-ı Allah Hasan´a pek fırsat vermedi. Mülkünü elinden aldı ve onu serseri halde

Ülkelerde dolaşan bir insan haline getirdi. Başka bir rivayette anlatıldı­ğına göre ise o da öldürüldü. Katade uzun boylu, heybetli, hiçbir halife­den ve hükümdardan korkmayan, yaşlı bir kimseydi. Herkesten çok kendisinin emirliğe layık olduğu kanaatini taşırdı. Halife, «Keşke yanı­ma gelse de ona ikramda bulunsam» diyordu. Ama o, halifenin yanma gitmiyor ve buna şiddetle karşı koyuyordu. Hiç kimsenin ziyaretine git­medi. Hiçbir halifeye ve hükümdara boyun eğmedi. Halife ona defalarca mektup yazıp yanına çağırmıştı. O da halifeye şu şiiri cevap olarak yazıp göndermişti:

«Benim bir Arslan pençem vardır. Onunla insanları tutup zelil kıla­rım.

Mahlukat arasında onunla alıp satarım.

Yeryüzünün hükümdarları o pençenin üst tarafını öperler.

İçinde ise kuraklıkta, kıtlığı yaşayanlar için bahar vardır.

Şimdi ben bu pençeyi değirmen taşının altına mı koyayım

Sonra da kurtuluş ariyayım,

Böyle yaparsam demek ki ben ahmakım.

Oysa ben her tarafta kokusu saçılan bir miskim.

Ama sizin yanınızda ben zayi olurum.»

Katade yetmiş yaşma varmıştı. İbnü 1-Esir onun hicrî 618. senede vefat ettiğini söylemiştir. Doğrusunu Allah bilir. [15]


Hicretin Altıyüzonyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

Melik Faiz


Asıl adı Giyaseddin İbrahim b. Âdil´dir. Babasının vefatından son­ra Emir İmadüddin b. Meştup vasıtasıyla Mısır diyarına sahip oldu. Keşke Kâmil orayı çabuk davranıp ele geçirebilseydi. Sonra kardeşi onu bu sene kardeşleri Eşref Musa´ya gönderdi ve Haçlıların saldırısına kar­şı çabucak yardımına gelmesi için onu teşvik etmesini tenbihledi. O da Sincab ile Musul arasında vefat etti. Anlatıldığına göre o arada zehirle­nince Sincab´a geri götürülmüş, oraya defnedilmiştir. Yüce Allah rah-nıet etsin. [16]


Şeyhü´ş-Şüyuh Sadreddin


Ebü´l-Hasan Muhanımed b. Şeyhüş-Şüyuh îmadüddin Mahmud b. Hameveyh el-Cüveynî. Eyyubîlerin yanında emirlik ve riyaset yapan bir aileden gelmektedir. Sadreddin, fakih ve fazıl bir kimseydi. Mısır´daki Şafîî türbesinin yanındaki medresede ders verdi. Meşhed-i Hüseyin medresesinde de hocalık yaptı. Saîdü´s-Süadâ medresesinin şeyhliğini ve nazırlığını yürüttü. Hükümdar ve emirler ona çok saygı gösterirlerdi. Melik Kâmil, Haçlılara karşı yardımını sağlaması onu için onu halifeye gönderdi. Musul´da ishal nedeniyle yetmişüç yaşında vefat etti. Kadi-bü´1-Bana defnedildi. [17]


Hama Sahibi


Melik Mansur Muhammed b. Melik Muzaffer Takiyüddin Ömer b. Şahinşah b. Eyyub. Faziletli bir kimseydi. Mizmar adını verdiği on cilt­lik bir tarihi vardır. Şecaatli ve bahadır bir kimse idi. Vefatından sonra yerine oğlu Nasır Kılıçarslan geçti. Sonra Kâmil, Nasır Kılıçarslan´ı az­letti. Hapse attı ve nihayet hapiste iken vefat etti. Yüce Allah.ona rah­met etsin. Yerine kardeşi Muzaffer b. Mansur geçti. [18]


Amîd (Diyarbakır) Sahibi


Melik Salih Nasiruddün Mahmud b. Muhammed b. Karaarslan b. Artuk. Şecaatli ve bahadır bir kimse olup alimleri severdi. Eşref Musa b. Âdil´in musahibi idi. Defalarca yanma gelip hizmet arzında bulunurdu. Vefatından sonra yerine oğlu Mes´ud geçti. Mes´ud cimri ve fasık bir kimseydi. Kamil, onu yakalayıp hapse attı.

Sonra salıverdi. Malını mü­sadere etti. O da Tataristan´a gitti. Sonra Kâmil onu yakalatıp geri ge­tirdi. [19]


Şeyh Abdullah El-Yoninî


Esedüşşam lakabım taşırdı. Allah ona rahmet etsin ve ondan hoş-nud olsun. Baalbek´e bağlı Yonin köyündendi. Ziyaret edilen bir zaviyesi vardı. İbadet, riyazet, iyiliği emretme, kötülüğü yasaklama ile şöhret bulan büyük ve salih insanlardandı. Zühd ve takvada yüksek himmeti vardı. Öyle ki hiç mal biriktirmez, elbise almazdı, aksine başkalarından iğreti olarak aldığı elbiseleri giyerdi. Yazın sadece bir gömlek, kışın da bu gömleğin üzerine bir abâ giymekle yetinirdi. Başında da keçi derisin­den bir serpuş vardı ki, bunun kürklü kısmı dış taraftaydı. Hiçbir gaza­dan geri kalmazdı. Seksen rıtl ağırlığındaki bir yaydan ok atardı.[20]

Bazı zamanlar Lübnan dağında yaşardı. Kışın dağ eteğindeki Asir-ya pınarına gelirdi. Burası Dımaşk´m doğusundaki Dume köyünün te­pelerinde bulunan bir yerdi. Buranın suyu sıcaktı. Buradayken, insan­lar onun ziyaretine gelirlerdi. Bazan kendisi Dımaşk´a gelir, Kadis yanındaki Kasyun dağı eteklerinde ikamet ederdi. İyi halleri ve mükâ-şefeleri vardı. Kendisine Esedü´ş-Şam (Şam Arslanı) denirdi.

Şeyh Ebü´l-Muzaffer Sibt îbn Cevzî, Kadı Cemaleddin Yakup´dan şöyle bir rivayette bulunmuştur: Kerekü´l-Buka´da hâkimlik yapan Ce­maleddin, bir defasında Şeyh Abdullah el-Yoninî´nin Beyazköprü ya­nındaki Sevr suyundan abdest aldığım görmüştü. O esnada bir katır yü­kü şarap taşımakta olan bir Hristiyan da oradan geçmekteydi. Köprü­nün yanında katırın ayağı sürçtü, üzerindeki şarap yükü yere yıkıldı. Abdestini tamamlamış olan Şeyh Abdullah durumu gördü. Ancak Hris­tiyan onu tanımıyordu. Yükünü tekrar katıra yüklemek için şeyhten yardım istedi. Şeyh de beni çağırıp şöyle dedi: «Ey fakih, gel de şu yükü tekrar katıra yüklememiz için bize yardımcı ol.» Yükü yükledik. Hristi­yan yoluna devam etti. Ancak ben bu duruma şaştım. Peşi sıra gittim. Ben Medine´ye gitmekteydim. Akabe´ye vardığımda Hristiyan, yükünü şarapçıya götürdü. Şarapçı yükü çözdüğünde yükün şarap değil de sirke olduğunu gördü ve Hristiyan´a, «Yazıklar olsun sana bu şarap değil, sir­kedir!» dedi. Hristiyan da, «Ben bunun nasıl sirkeye dönüştüğünü bili­yorum. İşin nerden kaynaklandığının farkındayım» dedi. Sonra katırını bir hana bağladı. Salihiye mahallesine döndü, Şeyh Abdullah´ı sordu, onu buldu. Yanma girip huzurunda Müslüman oldu.

Şeyh Abdullah el-Yoninî´nin cidden çok salih halleri ve kerametleri vardı. Yanma gelen kimseler için ayağa kalkmaz ve «İnsanlar ancak alemlerin Rabbinin huzurunda ayağa kalkarlar» derdi. Emced onun ya­nma gelip oturur, o da Emced´e, «Ey Emced, şöyle ve şöyle yaptın! Bu yaptıkların doğru değildir» der, ona iyilikleri emreder, kötülükleri ya­saklardı. Emced de onun bütün buyruklarına uyardı. Tabi bu da Şeyh Abdullah´ın zahidliğinde samimi, takvalı yolunda düzgün oluşu nede­niyleydi. Hediyeleri kabul eder, ancak hiçbir şeyi ertesi güne bırakmaz­dı. Fazla acıktığında badem yaprağını alıp ufalar, üzerindeki tozlan üf­ledikten sonra içindeki suyu içerdi. Yüce Allah ona rahmet etsin. Maka­mını âli kılsın. Anlatıldığına göre bazı senelerde havada uçarak hacca gidermiş, bu keramet birçok zahid ve salih kullarda da görülmüştür. Ancak büyük alimlerden herhangi birinin böyle yaptığı hususunda bize bir haber ulaşmış değildir. Bunu ondan nakleden ilk kişi Habip el-Acemî´dir. Habip, Hasan-ı Basrî´nin arkadaşlanndandı. Habip´ten son­ra da bazı salih kimseler Şeyh Abdullah el-Yoninî´nin bu tür kerametle­rini bize nakletmişlerdir.

Bu sene zilhicce ayının onunda cuma gününe girildiğinde Şeyh Ab­dullah el-Yoninî sabah namazını kıldı. Cuma namazını da Baalbek Ca-nıii´nde kıldı. O gün cuma namazından önce son derece sağlıklı iken ha­mama gitti. Sonra namazını edâ etti. Namazdan sonra ölüleri yıkayan müezzin, Şeyh Davud´a, «Gör bakalım. Yarın ki gün nasıl bir gün olacaktır!» dedi. Sonra zaviyesine çıktı. Geceyi Allah´ı zikrederek ve arkadaşla­rına da zikrettirerek geçirdi. Kendisine en ufak bir iyilikte bulunan kim­seler için de duâ etti. Sabah vakti olunca namazım arkadaşlarıyla bir­likte kıldı. Sonra duvara yaslanıp elinde teşbihi olduğu halde yüce Al­lah´ı zikretmeğe başladı. O halde iken vefat etti. Ne kendisi, ne de tespi­hi yere düştü. Haber Baalbek valisi Melik Emced´e ulaşınca yanma gel­di. Onu muayene etti. Hâlâ yere düşmüş değildi. Melik Emced, «İnsanla­ra bir alamet olsun diye onu bu halde bırakıp üzerine bir türbe yaptır-sak» dedi. Ancak kendisine, «Bu sünnete uygun değildir» dediler. O za­man kefenlendi. Namazı kılındı. Altında oturup yüce Allah´ı zikrettiği badem ağacının altına defnedildi. Allah rahmet etsin. Mezarını nurlan-dırsm. Seksen yaşını aşmış iken bu sene zilhicce ayının onbirinde cu­martesi günü vefat etmişti. Allah makamını âlî kılsın. Şeyh Muhammed el-Fakih el-Yoninî onun öğrencilerindendi. Ona sığınanlardandı. O, Ba­albek şehrindeki bu şeyhlerin ve alimlerin dedesidir. [21]


Ebu Abdillah Hüseyin B. Muhammed B. Ebibekr


Ebu Abdillah Hüseyin b. Muhammed b. Ebi Bekr el-Müclî el-Musılî. İbn Cühenî adıyla da bilinir. Faziletli bir gençti. Musul lideri Bedreddin Lü´lü´nün inşa kâtipliğim yaptı. Şiirlerinden biri şudur:

«Nefsim, hep kendisim düşündüğüm kimseye feda olsun. Hayretler denizinde boğulacak hale geldim, Geceleyin ayın mehtabında ortaya çıkar. Değnekle, vehimle bir tepe üzerinde görünür.» [22]


Hicretin Altıyüzonsekizinci Senesi


Bu sene Tatarlar Kelade, Hemedan, Erdebil, Tebriz ve Gence gibi birçok şehirleri istila ettiler. Halkı öldürdüler. Buralardaki malları yağ­maladılar. Kadınları ve çocukları esir aldılar. Bağdat´a yaklaştılar. Ha­life bu durumdan rahatsız oldu. Paniğe kapıldı. Bağdat´ı tahkim etti. Askerleri görevlendirip harekete geçirdi. İnsanlar da, namazlarda ve virdlerde Kunut duası okumaya başladılar.

Bu sene Tatarlar, Gürcüleri ve Lân ülkesindeki insanları mağlup ettiler. Sonra Kıpçaklarla savaşarak onları da bozguna uğrattılar. Aynı şekilde Ruslar da hezimete uğradılar. Tatarlar ele geçirebildikleri mal­ları yağmaladılar, halkı öldürdüler, kadınları ve çocukları esir aldılar.

Bu sene Muazzam, kardeşi Eşrefin yanına giderek kardeşi Kâmil´e şefkatli olmasını istedi, onu affetmesini diledi. Eşref, Kâmil´e kırgındı. Bu kırgınlık giderildi. İkisi birlikte Haçlılara karşı Kâmil´e yardımcı olmak için Mısır diyarına gittiler. Haçlılar, Dimyat şehrini ele geçirmiş­lerdi. Hicretin 614. senesinden bu yana kuvvetlenmişlerdi. Kâmil, onla­ra Kudüs´ü geri vermek, Sultan Selahaddin´in fethetmiş olduğu sahil­lerdeki şehirleri de iade etmek, buna karşılık Dimyat´ı terk etmeleri önerisinde bulunmuştu. Ancak onlar bu öneriyi kabule yanaşmamışlar­dı. Ama Cenâb-ı Allah´ın takdiri gereğince erzakları azaldı. Erzak gemi­leri Dimyat´a yaklaştığında İslâm donanması bu gemileri yakaladı, su­ları da her taraftan Dimyat arazilerine saldı. Her taraf su baskını altın­da kaldı. Bundan sonra Haçlılar birşey yapamaz hale geldiler. Diğer ta­raftan Müslümanlar da onları kuşatma altına aldılar. Onları çok dar bir mekâna sıkıştırdılar. O zaman Haçlılar hiçbir karşılık istemeksizin ba­rış yapmağa meylettiler. Haçlı liderleri Melik Kâmü´in yanına geldiler. O esnada Melik Kâmü´in yanında kardeşleri Muazzam İsa ile Musa Eş­ref de bulunuyordu. Bu ikisi onun huzurunda ayakta durmaktaydılar. O gün görülmeğe değer muazzam bir gündü. Kâmü´in isteği doğrultusun­da barış antlaşması yapıldı. Allah Kâmil´in yüzünü ak etsin. Haçlı hü­kümdarları ve askerleri onun huzurunda ayakta beklemekteydiler. Kâmil Muhammed, bu barış antlaşması münasebetiyle büyük bir ziya­fet verdi. Bu ziyafet sofrasında mü´min, kâfir, iyi, kötü herkes hazır bu­lundu. Hille´li şair Racih de kalkıp şu şiiri okudu:

«Kutlu olsun, şans ebedîleşerek gitti. Rahman, yardım sözünü gerçekleştirip yerine getirdi. Mahlukatın ilahı bizi destekledi. Fetih bize açıkça göründü. Bize nimetler ve ebedî onur bahşedildi. Suratı asıldıktan sonra feleğin yüzü güldü, bize karşı. Şirkin suratı ise zulüm nedeniyle kapkara oldu. Engin deniz, azgın ahalisi ile taşkınlık yaptığında, Gelen erzak gemileriyle köpüklendiğinde.

İşte bu dini, azmi parlak bir kılıç gibi kınından sıyrılan dimdik hale getirdi.

Tıpkı keskin kılıçların kınlarından sıyrılışı gibi,

Düşmanlardan hiç kimse kurtulamadı.

Hepsinin uzuvları kopup yere düştü.

Ya da kendileri ölüp toprağa uzandılar.

Ya da esir alınıp zincire vuruldular.

Kâinatın düi yeryüzünde yüksek sesle,

Ufuklara doğru şöyle seslendi:

Ey İsa´nın kulları! İsa ve taraftarları,

Ve tüm Museviler ile Musa, Muhammed´e hizmet ediyorlar artık!»

Ebu Şâme dedi ki: «Duyduğuma göre şair bu şiirinde Muazzam Isa ile Eşref Musa ve Kâmil Muhammed´e işaret etmiştir ki, bu da çok güzel tesadüflerdendir.»

Ziyafet sofrası bu sene receb ayının ondokuzunda çarşamba günü kurulmuştu. Bundan sonra Haçlılar Akkâ´ya ve diğer yerlere döndüler. Muazzam da Şam´a döndü. Eşref ile Kâmil, kardeşleri Muazzam´la ba­rışmış oldular.

Bu sene Melik Muazzam, Dımaşk kadılığına daha önce Dımaşk Beytü´l-malinin vekili olan Kemaleddin el-Mısrî´yi atadı. Kemaleddin; faziletli ve yüksek şahsiyet sahibi bir kimseydi. Her cuma günü namaz­dan önce işini tamamladıktan sonra Adiliyede sicilleri tesbit etmek için otururdu. İnsan sicillerini tutmak için bütün merkezlerden gelen şahit­lerin hepsi, medrese de yanında hazır bulunurlardı. Allah ona hayır ve mükâfat versin. [23]


Hicretin Altıyüzonsektzînct Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

Musullu Kâtip Yakut


Asıl adı Eminüddin´dir. İbn Bevvab tarikatına mensup olmakla şöhret bulmuştur. İbnü´1-Esir onun için dedi ki: «Zamanında ona yakın seviyede bir kâtip yoktu. Bir çok faziletlere sahipti. İnsanlar onu övme hususunda müttefik idiler. Ne iyi bir insandı.» Vasıtlı Necibüddin onu şöyle bir kaside ile methetmişti:

«O, dağınık ilimleri toplayandır.

Eğer o olmasaydı faziletlerin anası ağlardı.

Yüreksizler ondan korkarlar.

Onun mürekkebinden arslan bile korkar.

Askerî birlikler boyun eğerek ona yönelirler.

Karanlıkta onun dişleri göründüğünde,

Karanlıklar da, beyazlıklar da onun karşısında utanırlar.

Sen dolunaysın, Kâtip İbn Hilal de babası gibidir.

Cepheden kaçıp gidenler için övünç yoktur.

Eğer öncelik varsa fazilette öncelik sanadır.

Sen yarısı kazandın, namazını kıl.» [24]


Celaleddîn Hasan


îsmailîler´in lideri Hasan b. Sabbah´m evladmdandır. Kavmi ara­sında İslâmî şiarları ortaya koymuştur. îslâirrî hadleri ve haramları mu­hafaza etmiş, kendisi dinî emirleri yerine getirmiş, şer´î yasaklan uygu­lamıştır. [25]


Şeyh Salih


Şihabeddin Muhammed b. Halef b. Racih el-Makdisî. Hanbelî mez­hebine mensuptu. Zahid, âbid ve takvalı bir kimseydi. Cuma günleri halka peygamber efendimizin hadislerini Muzafferi Camii´nin minberi­nin altında oturarak okurdu. Çok hadis dinlemişti. Hadis toplamak amacıyla çeşitli beldelere seyahatlerde bulunmuş olup Harirî´nin Ma-kamat adlı eserini elli gecede ezberlemişti. Birçok ilimlere vakıftı. Zarif karakterli bir kimseydi. Allah rahmet etsin. [26]


Hatip Muvaffaküddîn


Ebu Abdillah Ömer b. Yusuf b. Yahya b. Ömer b. Kâmil el-Makdisî. Beytül-Abâr´ın hatibi idi. Dımaşk´ta Hatip Cemaleddin ed-Doleî elçi olarak Harezmşah´a gönderildiğinde onun yerine vekâlet etmiş ve vekâ­let görevini Cemaleddin´in Dımaşk1 a dönüşüne kadar sürdürmüştü. [27]


Muhaddîs Takiyyüddin Ebu Tahir


İsmail b. Abdullah b. Abdülmuhsin b. Enmatî. Hadis okudu. Hadis toplamak amacıyla çeşitli beldelere seyahatlerde bulundu. Güzel hattı vardı. Hadis ilimlerinde derin bir alimdi. Hadis hafızıydı. Şeyh Takiy-yüddin İbn Salah onu methederdi. Melik Muhsin b. Selahaddin´e ait Kü-lase´deki Beytü´l-Garbî´de onun kitapları vardır. Sonra İbn Enmatî´den bu kitaplar alınarak Şeyh Abdüssamed ed-Dekkaî´ye teslim edildi. Bu kitaplar sağlığında onun elinde, sonra da adamlarının elinde kaldı. Mu-haddis Takiyyüddin Ebu Tahir, Dımaşk´ta bu sene vefat etti. Sofiye me­zarlığına defnedildi. Cenaze namazını Şeyh Muvaffaküddin Dımaşk´ta-ki Emevî Camii´nde kıldırdı. Babü´n-Nasır´da da Şeyh Fahreddin b. Asa-kir, ayrıca mezarlıkta da Kadilkudat Cemaleddin el-Mısri mükerreren cenaze namazını kıldırdılar. Allah ona rahmet etsin. [28]


Ebü´l-Gays Şuayb B. Ebi Tahîr B. Küleyb


Ebül-Gays Şuayb b. Ebi Tahir b. Küleyb b. Mukbil. Ama idi. Şafiî fakihi idi. Vefat edinceye dek Bağdat´ta ikamet etti. Bir çok faziletlere sahipti. Risaleleri vardı. Şiir yazardı. Şiirlerinden biri şudur:

«İnsanları idare edecek olduğunuz zaman, Şerefli kimseleri cömertlik ve bağışla idare edin, Alçakları ise daha da zelil kılarak idare edin ki ıslah olsunlar. Çünkü zelil kılmak, hasis ve yaramaz kimseler için daha uygun bir idare tarzıdır.» [29]


Ebü´l-Îzz Şeref B. Ali


Ebü´1-îzz Şeref b. Ali b. Ebi Cafer b. Kâmil el-Halisî. Kurraydı. Âmâydı. Şafîî fakihiydi. Nizamiye´de fıkıh dersleri aldı. Hadis dinledi. Hadis rivayet etti. Hasan b. Amr el-Halebî´den şu şiiri nakletti:

«Ülkelerimiz birbirinden çok uzak olduğu halde hayalimde canlan­dınız.

Gönlümün size yöneldiğini tahayyül ettim.

Kalbim, aradaki uzak mesafeye rağmen sizinle fisıldaştı.

Siz lafızlardan uzaklaştınız, artık sizler manalarsınız.» [30]


Ebu Süleyman Davud B. İbrahim


Ebu Süleyman Davud b. İbrahim b. Mendar el-Cilî. Nizamiye medresesindeki kalfalardan biridir. Şiirlerinden biri şu­dur:

«Ey cami! Yularlarını tut.

Zamanın binekleri bazan tökezler ve yere kapaklanır. O zaman pişman olur, parmağını ısırı