๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => El-Bidaye Ven Nihaye => Konuyu başlatan: Esila üzerinde 20 Kasım 2010, 01:09:31



Konu Başlığı: Muhammed El-Muntasır B. Mütevekkil´in Halifeliği
Gönderen: Esila üzerinde 20 Kasım 2010, 01:09:31
Muhammed El-Muntasır B. Mütevekkil´in Halifeliği


Hicretin İkiyüzkırküçüncü Senesi

İbrahim B. Abbas.

Hicretin İkiyüzkırkdördüncü Senesi

Hicretin İkiyüzkırkbeşinci Senesi

İbn Ravendi

Zünnun El-Mısrî

Hicretin İkîyüzkırkaltıncı Senesi

Dabül B. Alî

Ahmed B. Ebi´l-Havarî

Hicretin İkiyüzkırkyedinci Senesi

Mütevekkil Alallah1n Biyografisi

Muhammed El-Muntasır B. Mütevekkil´in Halifeliği

Nahivci Ebu Osman El-Mazinî

Hicretin İkiyüzkırksekizînci Senesi

Müstain Billah´ın Halifeliği

Hicretin İkiyüzkırkdokuzuncu Senesi

Ali B. El-Cehm..

Hicretin İkiyüzellinci Senesi

Hicretin İkiyüzellîbirinci Senesi

Hicretin İkiyüzelliikinci Senesi Müstain´den Sonra Mütevekkil Alallah´ın Oğlu Mutez Billahtn Hilafete Geçmesi

Müstain´in Öldürülmesi

Hicretin İkiyüzelliüçüncü Senesi

Sirri Es-Sakatî

Hicretin İki Yüzelî Dördüncü Senesi

Ebü´l-Hasan Ali El-Hadi

Hicretin İkiyüzellibeşinci Senesi

Halife Mutez´in Ölümü.

Mühtedı Bıllahtn Hilafeti

Ehl-İ Beyt´ten Olduğunu İddia Eden Başka Bir Haricinin Basra´da İsyan Etmesi

Hicretin İkiyüzellibeşînci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Mutezile´den Kelamcı Cahiz.

Muhammed B. Kerram..

Hicretin İkiyüzellialtıncı Senesi

Mühtedi Billah´ın Hal´ Edilmesi Ve Mutemid Ahmed B. Mütevekkilin Hilafete Geçişi

Mutemid Alallah´ın Halifeliği


Hicretin İkiyüzkırküçüncü Senesi


Bu senenin zilkade ayında, halife Mütevekkil Alallah, ikamet et­mek üzere Irak´tan Şam´a gitti. Şam´da iken kurban bayramı vakti ol­du. Iraklılar, halifenin kendi aralarından çıkıp gitmesine çok üzüldü­ler.

Bununla ilgili olarak Yezid b. Muhammed el-Mühellebî, şöyle bir şiir söylemiştir:

"Öyle sanıyorum ki Şam şehri Irak´a karşı yürek soğutup sevindi, halifenin Irak´tan ayrılıp Şam´a gelişi nedeniyle.

Eğer halife Irak´ı ve sakinlerini terkederse, işte o zaman güzel ve zarif Irak, boşanmış kadın gibi olur, belaya uğrar."

Bu senede daha önceki senenin hac emiri ve aynı zamanda Mek­ke valisi olan zat insanlara haccettirdi.

İbn Cerir´in de dediği gibi bu senede vefat eden meşhur şahsiyet­ler arasında İbrahim b. Abbas da vardır. [1]



İbrahim B. Abbas


Bu zat, köy divanlarının mütevellisi idi.

Asıl adı şöyledir: İbrahim b. Abbas b. Muhammed b. Sol es-Solî. Şair ve katipti. Muhammed b. Yahya es-Solî´nin amcasıydı. Dedesi Sol Bekir, Gürcan meliki idi. Aslen oralıdır. Sonradan Mecusi olmuş­tu. Daha sonra da Yezid b. Mühelleb b. Ebi Süfra vasıtasıyla Müslü­man oldu.

İbrahim b. Abbas´m bir şiir divanı vardır. îbn Hallikan bunu söy­lemiş v© bu divanından bazı şiirleri güzel bulup seçmiştir:

"Nice musibetler var kî, yiğit adam o musibetler karşısında sıkın­tıya düşer. Oysa Allah katında o sıkıntılar için kurtuluş vardır.

Sıkıldıkça sıkılır, halkaları daraldıkça da genişler. Ben o sıkıntı­ların genişliğe açılacağını hiç sanmazdım."

Sen benim gözlerimin siyahı idin, bakan kişi sana ağladı.

Senden sonra dileyen ölsün, ama ben senin için tedbirli davranıp herşeyden sakınıyordum."

İbrahim´in güzel şiirlerinden biri de vezir Mutasını Muhammed b. Abdülmelik b. Zeyyad´a yazdığı şu şiiridir:

"Sen benim bu zamana göre kardeşim oldun. Zaman benden yüz çevirince sen de bana karşı düşman oldun, savaşmaya başladın.

Daha önce zamanı sana karşı yeriyordum. Ama şimdi seni zama­na karşı yeriyorum.

Daha önce seni musibetler zamanında sığınılacak biri olarak gö­rüyordum.

İşte şimdi senden aman dilemeye başladım."

"Yaşantının huzur içinde ve dingin olması, aileye ve vatana nefsi­ni meylettirmekten seni alıkoymasın.

İndiğin zaman her beldede ailene bedel başka bir aile, vatanına bedel başka bir vatan bulursun."

İbrahim b. Abbas, bu senenin şaban ayının ortasında Samarra´da vefat etti. Hassan b. Muhalled b. Cerrah, Halife İbrahim b. Şaban ve Haşim b. Feycur da bu senenin zilhicce ayında vefat ettiler.

Ben derim ki: Ahmed b. Said er-Ribatî, sofilerin liderlerinden Ha­ris b. Esed el-Muhasibî, İmam Şafiî´nin arkadaşlarından Harmele b. Yahya et-Tecibî, Abdullah b. Muaviye el-Cumahî, Muhammed b. Ömer el-Adenî, Harun b. Abdullah el-Hammanî ve Hennad b. Sırrî de bu senede vefat ettiler. [2]



Hicretin İkiyüzkırkdördüncü Senesi


Halife Mütevekkil bu senenin safer ayında halifelik debdebesi ile Dımışk şehrine girdi. Bu, görülecek bir gündü. Dımışk´ta ikamete ni­yetlenmişti. Hükümdarlık divanlarının oraya taşınmasını, orada sa­raylar yapılmasını emretti. Kendisi için Darıya yolunda bir saray ya­pıldı. Orada bir müddet ikamet etti. Fakat daha sonra soğuk ve rutu­betli olduğu için bu ülkenin havasını beğenmedi. Suyunun Irak suyu­na, havasının Irak havasına nisbetle ağır olduğunu hissetti. Yazın ze­valden sonra rüzgarların çıktığını, sonra gittikçe şiddetlenip havanın tozlandığını ve gecenin üçte birine kadar bunun devam ettiğini gördü. Orada pirelerin de çok olduğunu farketti. Kış mevsiminde çok mik­tarda yağmur ve şaşırtıcı derecede kar yağdığını gördü. Maiyetinin kalabalık oluşu sebebiyle fiyatlar yükseldi; yağmur ve karın çoklugundan ötürü üreticiler ürünlerini pazara getiremez oldular. Bu du­rumlardan dolayı halife çok sıkıldı. Sonra Büyük Boğa´yı Bizans´a ga­zaya gönderdi. Dımışk´ta iki ay on gün müddetle ikamet edişinin ar­dından, sene sonunda Samarra´ya döndü. Bağdatlılar buna çok sevin­diler.

Bu senede, Rasûlullah (a.a.v.)´ın önünde taşınmakta olan mızrak

getirilip halife Mütevekkile sunuldu. O da buna çok sevindi. Bu mız­rak, bayramlarda ve önemli günlerde Rasûlullah (s.a.v.)´m önünde tu­tulup götürülürdü. Daha önce bu mızrak, Necaşi´nin idi. O, bunu Zü-beyr b. Avvam´a hediye etmişti. Zübeyr de Rasûlullah (s.a.v.)´a hibe etmişti. Halife Mütevekkil, muhafız kuvvetleri komutanına emir ve­rerek bu mızrağın, Rasûlullah (s.a.v.)´m Önü sıra dikilip götürülüşü gibi kendisinin de önünde götürülmesini istedi.

Bu senede halife Mütevekkil, tabip Bahtiyaşu´a gazablandı. Onu sürgün etti, malını müsadere etti.

Bu senede kendisinden daha önce bahsedilen Abdüssamed, insan­lara haccettirdi.

Bu senede Müslümanların kurban bayramıyla Hristiyanların paskalyası ve Yahudilerin de fıtır bayramı aynı güne rastladı. Bu da çok hayret verici bir durumdu.

Bu senede Ahmed b. Meni´, İshak b. Musa el-Hutemî, Hamid b. Mes´ade, Abdülhamid b. Sinan, Ali b. Hicr, vezir Muhammed b. Ab­dülmelik ez-Zeyyad, "İslahu´l-Mantık" adlı eserin sahibi Yakup b. es-Sekkit gibi meşhur şahsiyetler vefat ettiler. [3]



Hicretin İkiyüzkırkbeşinci Senesi


Bu senede halife Mütevekkil, Mahuze şehrinin inşasını ve nehri­nin kazılmasını emretti. Anlatıldığına göre, bu şehir ile orada Lü´lüe adıyla yapılan hilafet sarayının inşasına 2.000.000 dinar sarfetmiştir.

Bu senede ülkenin çeşitli yerlerinde çok miktarda deprem görül­dü. Mesela, Antakya´da meydana gelen depremden ötürü 1.500 ev yı­kıldı. Antakya surlarındaki burçlardan doksan küsuru da yıkıldı. Çe­şitli mıntıkalarından ürkütücü sesler duyuldu. İnsanlar hemen evle­rinden çıkıp kaçtılar. Antakya yakınında Akra adıyla bilinen dağ par­çalanıp denize gömüldü. Deniz suları kabardı. Pis kokulu ve siyah bir duman göklere yükseldi. Antakya´ya bir fersahlık mesafedeki nehrin suları kurudu. Nereye gittiği bilinemedi.

Ebu Cafer b. Cerir´in anlattığına göre, bu senede Tenis halkı da gürültülü sesler duymuşlar ve birçok insan ölmüştü.

Ayrıca bu senede Urfa, Rakka, Harran, Re´sü´1-Ayn, Humus, Dı-mıŞK, Tarsus, Masisa, Adana ve Şam sahillerinde de depremler meydana gelmişti. Lazkiye şehri de sarsılmış, oradaki evlerin tümü sa­kinlerinin üzerine çökmüştü. Orada çok az sayıda insan kalmıştı. Ce­bele mıntıkası da ahalisiyle birlikte yere göçmüştü.

Bu senede Mekke´deki Mişaş pınarının suyu kurumuş; öyle ki, Mekke´de bir kırba suyun fiyatı seksen dirheme kadar yükselmişti. Sonra halife Mütevekkil oraya bol miktarda para göndererek pınarı kazdırmış ve su çıkarmıştı.

Bu senede İshak b. Ebi İsrail, kadı Süvvar b. Abdullah ve Hilal er-Razî gibi meşhur şahsiyetler vefat ettiler.

Bu senede Necah b. Seleme vefat etti. Bu zat, tevki divanının re­isliğini yapmaktaydı. Bu divan, vali ve diğer görevlilerin hesaplarına bakardı. Necah, Mütevekkilin yanında yükselip itibar sahibi olmuş­tu. Fakat sonradan bir işe bulaştı ve bu nedenle Mütevekkil onun mallarını, mülklerini müsadere etti. İbn Cerir, bunun hikayesini uzun uzadıya anlatmaktadır.

Bu senede Ahmed b. Abde ed-Dabbî, Mekke kurrası Ebü´1-Hays el-Kavvas, Ahmed b. Nasr el-Nisaburî, İshak b. Ebi İsrail, İsmail b. Musa b. bintü´s-Süddî, Zünnun el-Mısrî, Abdurrahman b. İbrahim Duhaym, Muhammed b. Rafı´, Hişam b, Ammar ve Ebu Türab en-Nahşebî gibi meşhur şahsiyetler de vefat ettiler. [4]



İbn Ravendi


Zındık bir kimseydi. Asıl adı, Ahmed b. Yahya b. İshak Ebü´l-Hü-seyin b. Ravendi idi. Ravend, Kaşan beldesine bağlı bir köyün adıdır. İbn Ravendi, daha sonra Bağdat´a geldi ve orada yetişti. Bağdat´ta zındıklığa dair kitaplar tasnif ederdi. Fazilet ve üstünlüğü vardı, ama bu faziletini kendisine dünya ve ahirette fayda vermeyecek, bilakis zarar verecek yollarda kullandı.

Hicretin 298. senesi olaylarından bahsederken İbn Cevzî´nin an­lattığına bakarak bu kişinin biyografisini uzun uzadıya anlattık. Ama burada da bundan söz ettik. Çünkü İbn Hallikan, bunun bu senede vefat ettiğini söylemiştir. 0, bu kişinin hakkındaki bilgileri karıştır­mış, bunu bir tenkide tabi tutmamış, bilakis Övüp şöyle demiştir:

«Bu, Ebü´l-Hasan Ahmed b, İshak er-Ravendî´dir. Meşhur âlim­dir. İlmi kelama dair makalesi vardır. Kendi çağındaki faziletli insan­lardan biriydi. 114 kadar eseri vardır. Bunlardan biri Mutezilîleri ye­ren "Fadihatu´l-Mutezile"dir. "Kitabü´t-Taç, Kitabuz-Zümrüde, Kita-bü´1-Kaseb" ve diğer eserleri de vardır. Kelam âlimlerinden bir toplu­luğa yaptığı konuşmalar ve güzel sözleri vardır. Kelamcıların kendi­sinden naklettiklerine göre, kendi şahsına münhasır bir kelam mez­hebi vardır.

İbn Ravendi, hicretin 245. senesinde Malik b. Tavk el-Tağlibî´nin evinde vefat etti. Bağdat´ta öldüğü de söylenir.»

Ben bu sözleri harfi harfine İbn Hallikan´dan naklettim; ki, bun­lar yanlıştır. İbn Cevzî, bunun hicretin 298. senesinde vefat ettiğini söylemiştir. Nitekim bunun uzun bir biyografisini ileride anlatacağız. [5]



Zünnun El-Mısrî


Asıl adı, Sevban b. İbrahim´dir. Sevban b. Feyz b. İbrahim olduğu da söylenir. Künyesi Ebü´l-Feyz´dir. Mısırlıdır. Meşhur meşayihten-dir. îbn Hallikan, onun biyografisini "el-Vefeyat" adlı eserinde anlat­mıştır. Onun faziletlerine ve bazı durumlarına dair açıklamalarda bulunmuş, bu senede vefat ettiğini bildirmiştir. Bundan bir sene son­ra vefat ettiğine dair bir rivayet de vardır. Hicretin 248. senesinde ve­fat etmiş olduğuna dair zayıf bir rivayet daha vardır. Doğrusunu Al­lah bilir.

Kendisi, İmam Malik´ten "Muvatta"ı rivayet edenler arasında sa­yılmaktadır. İbn Yunus, "Tarihu Mısır" adlı eserinde bundan bahset­miştir. Babası Nobeli idi. Ahmim halkından olduğu da söylenir. Hik­met sahibi, fesahatli bir kişiydi.

Anlatıldığına göre tevbe edişinin sebebi kendisine sorulduğunda şöyle demiştir: "Bir gün; kör bir toygar kuşunun yuvasından yere in­diğini, yerin yarılarak biri altın, diğeri gümüş iki kabın ortaya çıktı­ğını, bu kaplardan birinde susam diğerinde de su bulunduğunu ve o kuşun susamı yeyip suyu içtiğini gördüm. Bu nedenle tevbe ettim."

Bir defasında onu halife Mütevekkil´e şikayet etmişlerdi. Müte­vekkil de onu Mısır´dan Irak´a çağırdı. Huzuruna getirtti. Yanma gir­diğinde Mütevekkil´e vaaz verdi. O kadar tesirli sözler söyledi ki, Mü-tevekkil´i ağlattı. Bunun üzerine halife Mütevekkil de ona ikramda bulunarak memleketine geri gönderdi. [6]



Hicretin İkîyüzkırkaltıncı Senesi


Bu senenin aşura gününde halife Mütevekkil, Mahuza şehrine girdi. Oradaki hilafet köşküne yerleşti. Önce kurraları çağırdı, sonra ses sanatçılarını çağırdı, bunlara bağışlarda bulundu, sonra kendile­rini gönderdi. Bu, görülecek bir gündü.

Bu senenin safer ayında Müslüman esirlerle Bizanslı esirler için fidyeler ödendi. Esirler serbest bırakıldı. 4.000 kadar Müslüman esir, fidyeleri verilerek kurtarıldı.

^ Bu senenin şaban ayında Bağdat´ta yirmibir gün süren şiddetli yağmurlar görüldü. Belh diyarına, içinde taze kan görülen yağmurlar

yağdı. Bu senede Muhammed b. Süleyman ez-Zenibî insanlara hac­cettirdi. Yine bu senede Muhammed b. Abdullah b. Tahir, ayanla bir­likte haccetti ve hac işlerini yürüttü.

Bu senede Ahmed b. İbrahim ed-Devrakî, Hüseyin b. Ebi Hasan el-Mervezî, meşhur kurralardan Ebu Amr ed-Durî ve Muhammed b. Musaffa el-Humusî gibi meşhur şahsiyetler vefat ettiler. [7]



Dabül B. Alî


Dabül b. Ali b. Rezin b. Süleyman el-Huzaî. Huzaahların azatlısı idi. Ciddiyetsiz ifadeler içeren, ama belagatli ve mübalağalı methiye­ler yazan, hicivde daha çok sert ifadeler kullanan bir şairdi.

Bir gün, cimri bir kişi olarak tanınan katip Sehl b. Harun´un ya­nma gitmişti. Sehl, adamlarına öğle yemeğinin getirilmesini emretti. Bir tabakta bir horoz getirdiler. Fakat horoz çok sertti. Çok şiddetli bastırıldığı takdirde ancak bıçak onu kesebiliyordu. Ete diş geçmiyor­du. Önüne koyduklarında horozun başı yoktu.

Sehl, aşçıya kızarak şöyle dedi:

- Sen ne yaptın, bunun başı nerede

- Yemeyeceğini sandığım için attım.

- Yazıklar olsun sana! Ben bunun ayaklarını atanlara kızıyo­rum, başını atana nasıl kızmayacağım! Başında dört duyu organı var­dır. Başındaki dili ile öter. Gözlerinin güzelliğine bak hele! Onlarla il­gili darbımeseller vardır. İbiği ile uğur elde edilir. Onun kemiği diğer kemiklerden daha hoştur. Eğer sen yememişsen getir buraya.

- Nerede olduğunu bilmiyorum.

- Ben biliyorum, horozun başı senin kanundadır. Allah seni kahretsin!

Bu manzarayı gören Dabül, katip Sehl b. Harun´u birkaç beyitle hicvetmiş ve bu hicviyesinde onun cimriliğini anlatmıştır. [8]



Ahmed B. Ebi´l-Havarî


Ahmed b. Ebi´l-Havarî, Abdullah b. Meymun b. Ayyaş b. Haris Ebü´l-Hasan et-Tağlibi el-Gatafanî. Meşhur zahid âlimlerden, namlı âbidlerden ve iyiliği şükranla karşılanan salih halli kimselerdendi. Açıkça görülen kerametleri vardı.

Aslen Kûfeliydi. Şam´a gelip yerleşti. Ebu Süleyman ed-Dara-nî´-den ders alarak icazet aldı. Hadisleri, Süfyan b. Uyeyne, Veki´ ve Ebu Usame ile diğer bazı kimselerden rivayet etti. Ebu Davud, İbn Mace, Ebu Hatim, Ebu Zür´a ed-Dımışkî, Ebu Zür´a er-Razî ve diğer birçok kimseler de kendisinden rivayetlerde bulundular.

Ebu Hatim, ondan bahsetmiş ve onu övmüştür. Yahya b. Maîn onun hakkında şöyle demiştir: "Öyle sanıyorum ki, Cenâb-ı Allah, onun yüzü suyu hürmetine Şamlılara yağmur yağdırıyor."

Cüneyd b. Muhammed de onun için şöyle demiştir: "O, Şamlıların

fesleğeni idi."

İbn Asakir´in rivayetine göre Ahmed b. Ebi´l-Havarî, Ebu Süley­man ed-Daranî´ye söz vererek ona asla muhalefet etmeyeceğini ve onu kızdırmayacağını söylemişti. Bir gün geldiğinde Ebu Süleyman´ın insanlara hadis okuduğunu görmüş ve ona: "Ey efendim, işte tandırı yaktılar, ne emredersin " diye sormuş, Ebu Süleyman insanlarla meşgul olduğu için ona cevap vermemiş, Ahmed bu sorusunu ikinci kez tekrarlamış; cevap alamayınca üçüncü kez tekrarladığında Ebu Süleyman ona: "Git tandırda otur!" demiş, sonra Ebu Süleyman hadis okumaya devam ederek insanlarla meşgul olmuştu. Bir süre sonra ne dediğinin farkına varmış ve yanında bulunanlara şöyle demişti: "Ben demin Ahmed´e "git ve tandırda otur." dedim. Korkarım ki, gidip öyle yapmıştır. Haydi oraya gidelim." Böyle dedikten sonra kalkıp yanın­daki adamlarla birlikte tandırın yanma gitmiş. Ahmed´in tandırda oturmakta olduğunu ve vücudunun bir tek kılının dahi yanmadığmı

görmüşler.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre, Ahmed b. Ebi´l-Havarî´nin bir gün bir çocuğu doğmuş, ama çocuğa yedirecek ve giydirecek bir şe­yi yoktu. Hizmetçisine: "Git de bizim için biraz un ödünç al ve getir." demiş. O esnada adamın biri 200 dirhem para getirerek Ahmed´in önüne bırakmış. Tam bu sırada bir başkası gelip: "Ey Ahmed, bu gece benim bir çocuğum dünyaya geldi, ama hiç param yok." demişti. Ah­med gözlerini semaya dikip: "Ey Rabbim, ey Mevlam, bu kadar da acele olur mu " demiş ve o adama: "Şu dirhemleri al da git." demiş ve dirhemlerin hepsini o adama vermiş, kendisine bir dirhem dahi bı­rakmamıştı. Ailesi için unu ödünç almıştı.

Hizmetçisinin rivayetine göre Ahmed b. Ebi´l-Havarî, cihad için serhadde gitmiş, onun gidişinden sonra günün erken saatinden zeval vaktine kadar hediyeler peşpeşe evine gelmişti. Sonra o gelen hediye­leri gurup vaktine kadar insanlara dağıtmış, sonra da şöyle demişti: işte böyle ol. Allah´ın gönderdiklerini reddetme, ama kendine de bir Şey saklama!"

Me´mun´un zamanında Kur´ân´ın mahluk olduğunu söylemeleri *Çm Şam´da insanlar imtihana tabi tutulduklarında Ahmed b. Ebi´l-Havarî, Hişam b. Ammar, Süleyman b. Abdurrahman ve Abdullah b. ^ekvan da, ifadeleri alınmak üzere vilayete çağrılmışlardı. Ahmed b. ^Dil-Havarî dışındaki herkes Kur´ân´ın mahluk olduğunu kabul et­mişti. Ahmed kabul etmediği için taş ocağına hapsedilmiş, sonra

ölümle tehdit edilmişti. O da tevriye sanatını kullanarak onları alda­tıp cevap vermişti. Bundan sonra serbest bırakılmıştı. Allah ona rah­met etsin.

Bir gece, sınırda nöbet tutarken, "Allah´ım! Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz." mealindeki ayeti sabaha dek tekrarlamıştı. Kitaplarının tümünü denize atmış ve şöyle demişti:

"Ey kitaplarım, sizler Allah´ı ve ona giden yolu bulmam için bana güzel birer delil idiniz. Ama aranılanı (medlulü) bulduktan sonra de­lil ile meşgul olmak o zaman aranılana ulaşmayı engeller."

Ahmed´in şu güzel sözleri de vardır:

«Allah´ı bulmak için Allah´tan başka delil yoktur.

İlim, hizmet âdabını öğrenmek için tahsil edilir.

Dünyayı tanıyan kişi dünyada zahid olur. Ahireti tanıyan kişi de ahirete rağbet eder. Allah´ı tanıyan kişi de onun hoşnutluk ve rızasını tercih eder.

Dünyaya irade ve sevgi ile bakan kimsenin kalbindeki zühd ve yakin nurunu Cenâb-ı Allah çıkarıp atar.»

Ahmed b. Ebi´l-Havarî diyor ki: «Bu yola erişmemin ilk zamanın­da Ebu Süleyman ed-Daranî´ye dedim ki:

- Bana bazı tavsiyelerde bulun.

- Sen mi tavsiye istiyorsun

- Evet, inşaallah.

- Bütün istekleri hususunda nefsine muhalefet et. Çünkü nefis, kötülükleri emredicidir. Müslüman kardeşlerini horlamaktan uzak dur. Allah´ın taatını kendin için bir örtü yap. Ondan korkmayı da kendine prensip edin. Ona karşı ihlaslı olmayı azim edin. Doğruluk, güzel birşeydir. Benden şu tek cümleyi al, sakın bu cümleden ayrılma ve gafil kalma: "Bütün vakitlerinde, hallerinde ve fiillerinde Allah´tan utanan kimseyi, Allah, kendi veli kullarının makamına yükseltir."

Ben bu kelimeleri bütün vakitlerde hatırlar, tekrarlar ve gereğini yapmasını da nefsimden talep ederdim.»

Sahih rivayete göre Ahmed b. Ebi´l-Havarî bu senede vefat etmiş­tir. Hicretin 230. senesinde vefat ettiğine dair bir rivayet bulunduğu gibi, başka bir senede vefat ettiğine dair zayıf bir rivayet daha vardır. Doğrusunu Allah bilir. [9]



Hicretin İkiyüzkırkyedinci Senesi


Bu senenin şevval ayında halife Mütevekkil Alallah, oğlu ve veli­ahdı olan Abdullah el-Mutez´e, cuma günü halka hutbe irad etmesini emretti. O da tesirli ve muazzam bir hutbe irad etti. Muntasır, bun­dan olumsuz yönde etkilendi, babasına ve kardeşine öfkelendi. Bunu duyan babası da onu huzura alıp hakaret etti. Başına ve yüzüne dar­beler vurulmasını emretti. Kardeşi Mutez´den sonraki dönem için olan veliahdlıktan da onu azlettiğini açıkça ilan etti. Bunun üzerine Muntasır´ın öfkesi öncekine nispetle daha da şiddetlendi.

Ramazan bayramı günü gelince Mütevekkil Alallah, insanlara hutbe irad etti. Hastalığından ötürü vücudunda zafiyet vardı. Sonra saraydan dört mil ötede kendisi için hazırlanan çadırına gitti ve ora­ya yerleşti. Bayramın üçüncü gününde gece sohbeti ve içki meclisi için âdeti üzere nedimlerini huzuruna davet etti. Bundan sonra oğlu Muntasır ile bir grup komutan ona suikast yaptılar. Şevval ayının dördünde çarşamba gecesi çadırına girdiğinde oğlu Muntasır, babası­nı öldürdü. Bir rivayete göre ise, onu bu senenin şaban ayında öldür­müşlerdir. Deri postu üstünde iken hep birden üzerine saldırarak kı­lıç darbeleriyle onu öldürmüşler, sonra da yerine oğlu Muntasır´ı hali­feliğe nasbetmişlerdi. [10]



Mütevekkil Alallah1n Biyografisi


Mütevekkil Alallah´ın asıl adı, Cafer b. Mutasını b. Reşid b. Mu-hammed el-Mehdi b. Mansur el-Abbasî´dir. Mütevekkilin annesi, Şü-ca adındaki bir cariye olup akıl ve izan bakımından kadınların en yüksek derecelisi idi.

Mütevekkil Alallah, hicretin 207. senesinde Femüssulh´ta doğdu. Kardeşi Vasık´tan sonra hicretin 232. senesinin zilhicce ayının bitimi­ne altı gün kala çarşamba günü halifeliğine bey´at edildi.

Hatib Bağdadî, onun tariki ile Abdullah´tan rivayet etti ki; Pey­gamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Merhametten yoksun olan hayırdan da yoksun olur."

Sonra Mütevekkil şu şiiri de okudu:

"Yumuşak huyluluk ve merhamet uğurdur. Ağırbaşlılık mutlu­luktur. Sen yumuşak huylulukta ve merhamette devam et, başarıya ulaşırsın.

Rivayetsiz akılda da hayır yoktur. Şüphe, gevşekliktir. Eğer ser­bestlik ve rahatı istiyorsan bu böyledir."

İbn Asakir, "Tarih´mde dedi ki: "Mütevekkil Alallah, babası Mu-tasım´dan ve Kadı Yahya b. Eksem´den hadis rivayet etmiştir. Kendi­sinden de Şair Ali b. Cehm ve Hişanı b. Ammar ed-Dımışkî hadis ri­vayet etmişlerdir! Halifeliği zamanında Mütevekkil Şam´a gelmiş ve Hanya´da bir saray inşa ettirmiştir.

Günün birinde Mütevekkil, adamın birine şöyle demişti:

"Kendisine itaat etmeleri için halifeler halka gazaplamrlar. Ben ise, beni sevmeleri ve bana itaat etmeleri için halka yumuşak davra­nıyorum."

Ahmed b. Mervan el-Malikî, Ahmed b. Ali el-Basrî´nin şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir:

«Mütevekkil, Ahmed b. Mazil ile diğer âlimlere haber göndererek onlan yanma davet etti, onlan kendi sarayında topladı. Sonra hususi odasından çıkıp yanlarına gelince hepsi ayağa kalktılar. Ahmed b. Mazil ise kalkmadı. Bunun üzerine halife, yanında bulunan Ubeydul-lah´a: "Herhalde bu bize bey´at etmeyi uygun görmüyor, öyle değil mi " diye sordu. Ubeydullah da: "Ey mü´minlerin emiri, öyle ama gö­zünde biraz zayıflık var. Belki de seni göremedi." deyince Ahmed b. Mazil şu cevabı verdi:

- Ey mü´minlerin emiri, benim gözümde zayıflık yoktur. Ben se­ni Allah´ın azabından kurtarmak istedim. Zira, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

"Adamların kendisine saygı için kıyam etmelerini isteyen kimse Cehennem´deki yerini hazırlasın!"

Ahmed´in bu cevabı üzerine Mütevekkil, gelip yanında oturdu.» Hatib Bağdadî´nin rivayetine göre şair Ali b. Cehm, halife Müte-vekkil´in huzuruna geldiğinde Mütevekkil´in elinde iki tane inci var­dı, bunları evirip çeviriyordu. Şair Ali de şu kasidesini okudu:

"Urve´nin kuyusuna uğradığında onun suyundan çekip iç."

Mütevekkil de 100 dinar değerinde olan sağ elindeki inciyi ona verdi. Sonra şair Ali, şu şiirini okudu:

"Samarra´da bir emir var;

Denizler onun denizinden su alırlar.

Her olayda onun gazabından korkulur ve onun yardımı umulur.

Sanki o Cennet ve Cehennem´dir.

Hükümdarlık onda ve onun oğullarında olacaktır,

Geceler ve gündüzler devam ettiği sürece.

Her iki eli cömertlikte birbirinin kuması gibidir.

Cömertlik hususunda ellerinden biri diğerini kıskanır;

Sağ eli ne verirse,

Sol eli de onu verir."

Bunun üzerine Mütevekkil, sol elindeki inciyi de ona verdi. Ibn Asakir, Ali b. el-Cehmin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Mütevekkil´in gözdelerinden Fethiye, yanağına misk kokusuyla Mütevekkilin asıl adı olan "Cafer" adım yazıp huzuruna girmişti. Bu­nu gören Mütevekkil, biraz düşündükten sonra şu şiiri okumuştu:

"Yanağının üzerine misk kokusuyla Cafer adını yazan,

Misk kokusunu kalbime en tesirli şekilde yerleştirdi.

Sen misk kokusu ile yanağının üzerine bir satır yazdın;

Ben de kalbimin üzerine birkaç satır yazdım.

Ey gizlilikte ümidi ve arzusu Cafer olan;

Allah, dişlerinin arasından sana Cafer suyunu içirsin.

Ey hükümdarın mülkiyetinde bulunan;

Sen ona gizli aşikâr her zaman itaat edensin."

Sonra Mütevekkil, yanındaki araba emir verdi o da bu şiiri beste­leyip kendisine okudu.»

Fetih b. Hakan dedi ki: «Bir gün Mütevekkil´in yanına gittim. Ba­şını önüne eğmiş, düşünüyordu. Kendisine şöyle dedim:

- Ey mü´minlerin emiri, neyin var, niçin düşüncelisin Allah´a yemin ederim ki, dünyada senden daha rahat yaşayan senden daha sakin kafalı olan biri yoktur.

- Nasıl yokmuş! Geniş bir evi, salih bir zevcesi ve hazırda geçim­liği bulunan, bizi tanımayan, kendisine eziyet vermediğimiz, bize ih­tiyacı olmayan, kendisini horlamadığımız bir kişi benden daha rahat bir yaşantı içindedir.»

Mütevekkil, halkı tarafından sevilen, sünnet âlimlerinin yardımı­na koşan bir kimseydi. Bazıları mürtedler tarafından öldürüldüğü için onu Ebu Bekir es-Sıddık (r.a.)´a benzetmişlerdi. Çünkü o, hakka yardım eder ve dine dönünceye kadar insanları zorlardı. Emevilerin haksızlıklarını telafi edip hak sahiplerine haklarını iade ettiği için de bazıları onu Ömer b. Abdülaziz´e benzetmişlerdi. O; sünneti ortaya koymuş, bid´atı yok etmeye çalışmıştı. Bid´atçılarm ateşlerini söndür­müştü. Bid´atlar yayılıp meşhur olduktan sonra onun zamanında ge­çersiz kılınmış ve yok edilmeye çalışılmıştı. Allah ona rahmet etsin.

Vefatından sonra adamın biri onu rüyasında görmüştü. Nur için­de oturuyordu. Adam diyor ki:

«Kendisine şöyle sordum:

- Sen Mütevekkil misin

- Evet Mütevekkilim.

Rabbin sana nasıl muamele etti

- Beni bağışladı.

- Ne sebeple bağışladı

7- Azıcık ihya ettiğim sünnet nedeniyle beni bağışladı.»

ımed b. Hanbelin oğlu Salih´ten rivayet olunduğuna göre o, Mütevekkil´in vefat ettiği gecede adamın birinin semaya yüksele­rek şöyle dediğini nakletmiş:

"Bir hükümdar, adil hükümdar olan Allah´ın yanına sevkedildi.

O hükümdar faziletli olup atfederek insanlara lutufta bulundu, zulm etmedi."

Amr b. Şeyban el-Halebî dedi ki: Mütevekkil´in öldüğü gecede bi­rinin şöyle dediğini işittim:

"Ey cesetler diyarında gözleri uyuyan;

Gözyaşlarını dök ey Amr b. Şeyban.

Şu pislikler grubunu görüyor musun ki onlar,

Haşimi sülalesinden gelen Feth b. Hakan´a neler yaptılar, görü­yor musun

Mazlum olarak Allah´ın huzuruna vardı, bütün sema halkı onun için üzüldü.

Ondan sonra üzerimize fitneler gelecek.

Bekleyin o fitneleri ki, görün nasıl fitnelerdir!

Cafer´e ağlayın, halifenize ağlayın.

Bütün insanlar ile cinler de onun için ağladılar."

Sabah olunca gördüğüm bu rüyayı halka anlattım. Nitekim Mü­tevekkil´in ölüm haberi bize ulaştı. O gecede öldüğü söylendi. Ondan bir ay sonra kendisini rüyada gördüm. Aziz ve Celü olan Allah´ın hu­zurunda duruyordu.

Kendisine sordum:

- Rabbin sana nasıl muamele etti

- Beni bağışladı.

- Neden ötürü bağışladı

- Azıcık ihya ettiğim sünnetten ötürü bağışladı.

- Şimdi burada ne yapıyorsun

- Oğlum Muhammed´in buraya gelmesini bekliyorum ki, yumu­şak huylu, ulu ve yüce Allah´ın huzurunda onunla davalaşayım!"

Önceki sayfalarda Mütevekkil´in nasıl öldürüldüğünü, ayrıca onun bu senenin, yani hicri 247. senenin şevval ayının dördünde çar­şamba gecesi Mütevekkiliye´de (Mahuza´da) öldürüldüğünü anlatmış­tık. Cenaze namazı çarşamba günü kılındı. Caferiye´ye defnedildi. Öl­dürüldüğünde kırk yaşındaydı. Ondört sene on ay üç gün süreyle ha­lifelik yaptı. Esmer tenli, güzel gözlü, nahif bedenli, hafif şakaklı, bo­yu kısaya yakın bir kimseydi. Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [11]



Muhammed El-Muntasır B. Mütevekkil´in Halifeliği


Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi Muhammed el-Muntasır ve bir grub ümera, halife Mütevekkil´e suikast tertib ettiler. Babası Mü­tevekkil öldürülünce geceleyin Muhammed el-Muntasır´ın halifeliğine bey´at edildi. Çarşamba sabahı yani şevval ayının dördüncü gününde de halktan kendisinin halifeliği için bey´at alındı.

Muhammed el-Muntasır, kardeşi Mutez´e haber gönderip huzuru­na getirtti. Mutez de ona bey´at etti. Mutez, babasından sonraki döne­min veliahdı idi. Ama Muhammed el-Muntasır onu sıkıştırdı ve kor­kuttu. Bunun üzerine el-Mutez de ona halifelik selamı verip bey´at et­ti. Muhammed el-Muntasır ondan bey´at alınca, ona ilk söylediği şey, babasının öldürülmesi işinde Feth b. Hakan´ı suçlaması oldu. Feth´i de öldürdü. Sonra memleketin her tarafına, kendisine bey´at edilmesi için emir gönderdi.

Halifeliğinin ikinci gününde Ebu Amre Ahmed b. Said´i, haksız­lıkların halledileceği mahkemenin (mezalim mahkemesinin) reisliği­ne atadı. Şairin biri, bu konuda şöyle dedi:

"Ey İslâm ülkesi, siz zayi oldunuz. Halkın mezalim mahkemesi­nin başına Ebu Amre tayin edildiğinde; O bu ümmetin emin kişisi oldu. Oysa ona, bir deve kığı bile emanet edilemez!"

Muhammed el-Muntasır´a Mütevekkiliye´de bey´at edildi. Orada on gün kaldı. Sonra bütün komutanları ve maiyetiyle birlikte Samar-ra´ya döndü.

Bu senenin zilhicce ayında Muhammed el-Muntasır, amcası Ali b. Mutasını´ı vali tayin ederek Samarra´dan Bağdat´a gönderdi.

Bu senede Muhammed b. Süleyman ez-Zeynebî, insanlara haccet­tirdi.

Bu senede İbrahim b. Said el-Cevheri, Süfyan b. Veki´ b. Cerrah ve Seleme b. Şebib gibi meşhur şahsiyetler vefat ettiler. [12]



Nahivci Ebu Osman El-Mazinî


Asıl adı, Bekr b. Muhammed b. Osman el-Basrî idi. Zamanındaki nahivciîerin üstadı idi. Bu ilmi Ebu Ubeyde, Asmaî, Ebu Zeyd el-En-sâri ve diğer âlimlerden öğrendi. Ebu 1-Abbas el-Müberred de bu ilmi ondan öğrendi ve kendisinden birçok rivayetlerde bulundu. Nahivle ilili olarak Mazinî´nin pek çok eserleri vardır.

Takva, zühd, mutemedlik ve güvenilir olmak bakımından fıkıhçı-lara benzerdi.

Müberred´in rivayetine göre zimmilerden biri, Ebu Osman´a yüz dinar verip bu para karşılığında Sibeveyhî´nin kitabını kendisine o-kumasını istemişti. Ama Ebu Osman bunu kabul etmemişti. Bazıları bu parayı kabul etmeyişinden ötürü onu kınamışlardı. Ama o şöyle cevap vermişti: "Kitapta Allah´ın bazı ayetleri bulunduğundan Ötürü onu okuma karşılığında ücret almayı kabul etmedim."

Bundan bir süre sonra cariyenin biri Vasık´ın huzurunda şu şiiri okumuştu:

"Ey zulümkar, sizin zulmünüze uğrayan bir adamdır. Selama merhaba ile karşılık vermek zulümdür."

Vasık´ın huzurunda bulunan nahivciler, bu beytin irabında çeşit­li fikirler ileri sürdüler. Şiirde geçen "recül" kelimesinin merfu veya mansub olacağını hususunda ihtilaf ettiler. Mansub ise hangi amille mansub edildiğini sordular. Bunun isim mi yoksa başka bir şey mi ol­duğunu belirleyemediler. Şiiri okuyan cariye ise, Mazin´in şiiri kendi­sine bu şekilde ezberlettiğinde ısrar etti. Bunun üzerine halife Vasık, Ebu Osman el-Mazinî´ye haber gönderip yanına çağırttı.

Huzuruna vardığında Vasık ona şöyle sordu:

- Sen Mazinli misin

- Evet.

- Temimlilerin Mazin´inden mi, Rebialıların Mazin´inden mi, yoksa Kayslılann Mazin´inden misin

- Rebialıların Mazin´indenim."

Ebu Osman diyor ki: «Sonra halife Vasık, kendi lügatımla benim­le konuşmaya başladı. Bana: "Besmüke (Senin adın ne )" diye sordu. Rebiah Mazinliler, "be" harfini "mim"e, "mim" harfini de "be"ye çevi­rerek konuşurlardı. Adım Bekir olduğuna göre bu isimdeki "be" harfi­ni "mim"e çevirerek adımın "Mekr" olduğunu söylemekten hoşlanma­dım. Ona: "Adım Bekir´dir" diye cevap verdim. "Bekir" kelimesindeki "be" harfini "mim"e çevirmeden düzgün olarak telaffuz ettiğime şaştı, ama ne demek istediğimi anlamıştı. Bana şöyle sordu:

- Yukarıdaki şiirde geçen "recül" kelimesi hangi amil ile nasb edilmiştir

-a, "Recül" kelimesi, masdar olan "musab" kelimesinin mamulü­dür. Bu nedenle mansub olmuştur.»

Orada bulunan Yezidî, Ebu Osman el-Mazinî´ye sataştı, ama Ma-zinî onu mağlup etti. Deliller ileri sürerek onu susturdu. Bunun üze­rine halife Vasık ona 1.000 dinar verdi ve onu saygı ve hürmetle ailesine gönderdi. Yüce Allah, Sibeveyhî´nin Kur´ân ayetleri içeren kita­bını 100 dinar karşılığında zimmiye okumadığından ötürü, 100 dinar verine ona 1.000 dinar verdi. Bire on kazanmış oldu.

Müberred, Ebu Osman´ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Bir adama Sibeveyhî´nin kitabım başından sonuna kadar okut­tum. Kitabın sonuna geldiğimizde adam bana şöyle dedi: "Ey üstad, Allah sana hayır ve mükafat versin. Bana gelince; vallahi ben bu ki­taptan bir harf dahi anlamadım!"»

Ebu Osman, bu senede vefat etti. Fakat 248. senede vefat ettiğine dair bir rivayet de vardır. [13]



Hicretin İkiyüzkırksekizînci Senesi


Muntasır, Vasıf et-Türkî´yi Bizanslılarla savaşmak üzere Anado­lu´ya gönderdi. Bunun sebebi şuydu: Bizans imparatoru Şam´a yönel­mişti. Bunun için Muntasır, Vasıfı hazırlamış; ona bol miktarda as­ker, teçhizat ve para vermişti. Ayrıca Bizanslılarla savaşı sona erdir­dikten sonra sınırda dört yıl müddetle ikamet etmesini emretmişti. Irak valisi Muhammed b. Abdullah, büyük bir kitap yazarak ona gön­dermişti ki, bu kitabında insanları savaşa teşvik edip rağbetlendiren birçok ayetler vardı.

Bu senenin safer ayının bitimine yedi gün kala cumartesi gecesi Muntasır, Abdullah el-Mutez ile Müeyyed İbrahim´i veliahtlıktan az­letti. Kendilerini bu muameleye şahit tuttu. Halifelik yapmaktan aciz olduklarına dair ikrarlarını aldı. Müslümanların kendilerine yapmış oldukları veliahdlık bey´atmdan sorumlu olmadıklarına dair ifade verdiler. Ama bundan önce Muntasır, kendilerini tehdit edip ölümle korkutmuştu. Onlar çaresiz kaldıkları için bu ikrarda bulunmuşlardı.

Muntasır´ın amacı, bazı Türk komutanların tavsiyesi üzerine oğ­lu Abdülvehhab´ı veliahdlığa geçirmekti. Halkm, ayanın, kadıların, komutanların ve kabile reislerinin huzurunda oğlunu veliahd tayin ettiğine dair bir nutuk irad etti. Oğlu Abdülvehhab´ı veliahtlığa tayin ettiğini bildiren mektuplarını, halk öğrensin diye memleketin her ta­rafına göndeıdi. Bu olayın minberler üzerinden halka duyurulmasını, ilan yerlerine yazılmasını emretti. Allah, işini başa çıkarır.

Halife Muntasır, veliahdlığı kardeşlerinin elinden alıp kendi oğ­luna vermek istemişti ama, kader ona muhalefet etti ve onu yalanla­dı. Çünkü babasının öldürülmesinden sonra kendisi ancak altı ay ya­şayabildi. Bu senenin safer ayının sonlarına doğru bir hastalığa ya­kalandı ve sonunda öldü.

Muntasır, rüyasında bir merdivene çıktığım, merdivenin yirmibe-Şinci basamağına vardığını görmüştü. Bu rüyasını bir yorumcuya an-

latmış, o da kendisine: "Yirmibeş sene müddetle halifelik yapacak­sın." demişti, ama ömrü bu senede sona erdi.

Adamın biri dedi ki: «Bir gün Muntasır´ın huzuruna vardığımızda onun şiddetle ağlayıp inlediğini gördüm. Arkadaşlarından biri niçin ağladığını sorunca şöyle dedi: "Rüyada babam Mütevekkil´i gördüm. Bana şöyle diyordu: "Yazıklar olsun sana ey Muhammed! Beni öldür­dün. Bana zulmettin, hakkımı gasbettin. Halifeliği zorla elimden al-din. Allah´a yemin ederim ki, benden sonra çok az günler yaşayacak, sonra Cehennem´e gideceksin!" İşte bu rüyayı gördükten sonra göz-yaşlanmı tutamıyorum, rahat olamıyorum."

İnsanları kandırıp onları fitneye düşüren arkadaşlarından biri bu rüya sebebiyle ona dedi ki: "Bu bir rüyadır. Doğru da olabilir, yalan da olabilir. Kalk, içki sofrasına oturalım ki, hüzün ve kederin gitsin." Muntasır da içki sofrası kurulmasını emretti. Sofra kuruldu, ne­dimler geldi, içki içmeye başladılar. Ama onun artık gücü ve şevki kı­rılmıştı. Ölünceye kadar donuk ve şevksiz oldu, kendini bir türlü to-parlayamamıştı.»

Ölümüne neden olan hastalığın ne olduğunu kesin olarak söyle-yemediler. Kimi başında bir hastalık peyda olduğunu, kulağına yağ damlatıldığını, bu yağın dimağına ulaşması nedeniyle ölümünün ça-buklaştığım söyledi. Kimi de midesinin şiştiğini, şişkinliğin kalbine de sirayet ettiğini, bu nedenle vefat ettiğini söyledi. Kimi boğazında bir yara meydana geldiğini, on gün süren bu hastalıktan sonra öldü­ğünü söylemiştir. Kimi ise, hacamatçının zehirli bir neşterle kanını aldığını ve bu nedenle aynı günde vefat ettiğini söylemiştir.

ibn Cerir dedi ki: «Arkadaşlarımızdan birinin anlattığına göre o hacamatçı evine döndüğünde vücudunda ateş meydana gelmiş, tale­belerinden birini yanına çağırarak vücudundan kan almasını emret­miş. Talebesi de üstadının makasını alarak onunla vücudundan kan almıştı. Üstadı işin farkında değildi. Allah hacamatçıya bu durumu unutturmuştu, hatırlayamadı. Sonra Muntasır´dan kan alırken kul­landığı zehirli neşterle kendisinden kan alındığını gördü. Ama artık iş işten geçmiş; zehir, vücuduna sirayet etmişti. Ölürken bu suçunu itiraf etmişti, zaten kendisi de aynı gün ölmüştü.»

İbn Cerir´in anlattığına göre halife Muntasır´ın annesi ölüm has­talığında yatmakta olan oğlunun yanına gitmiş ve: "Durumun nasıl " diye sormuş, oğlu da: "Dünyam da ahiretim de gitti." demişti.

Anlatıldığına göre Muntasır, hayattan ümidini kesip çevresinde ziyaretçilerin kendisini kuşattıklarını görünce şu şiiri okumuştu:

´Elde ettiğim dünyalığa nefsim sevinmedi; Ama ben yüce Rabbin huzuruna gider oldum."

Halife Muntasır, hicretin 248. senesinin rebiyülahir ayının biti­mine beş gün kala pazar günü ikindi vakti yirmibeş yaşında vefat et­ti Yirmialtıncı seneden altı ay yaşadığı da söylenir. Ama sadece altı ay halifelik yaptığı hususunda ihtilaf yoktur.

İbn Cerir´in kendi arkadaşlarından birinden naklettiğine göre ha­life Muntasır hilafete geçtiğinde halk: "O, halifelikte altı aydan fazla kalmayacak." diyormuş. Bu süre, babasını halifelik için öldüren kişi­nin halifelik süresi idi. Nitekim Şireveyh b. Kisra da hükümdar ol­mak için babasını öldürdükten sonra ancak altı ay hükümdarlık yap­mış ve sonra da ölmüştü.

Muntasır, iri gözlü, burun kemeri yüksek, kısa boylu, heybetli ve güzel bedenli idi. Annesi Habeşiye er-Rumiye´nin tavsiyesi üzerine o, Abbasilerden mezarı belli olan ilk halife oldu.

Onun güzel sözlerinden biri şudur:

"Allah´a yemin ederim ki, batıl yolda olan kişi asla yücelmez. Ay onun alnından doğsa bile yükselemez. Haklı kişi de bütün dünya ona karşı birleşip cephe kursa bile asla alçalmaz ve zelil olmaz." [14]



Müstain Billah´ın Halifeliği


Ebü´l-Abbas Ahmed b. Muhammed el-Mutasım. Muntasır´ın vefat ettiği günde kendisinin halifeliğine bey´at edildi. Bütün halk kendisi­ne bey´atını sunduktan sonra Türklerden az sayıda kimselerden olu­şan bir grup çıkıp: "Ya Mutez, ya Mansur!" demeye başladılar. Bunla­rın etrafında bir grup halk toplandı. Ordunun büyük bir kısmı Müs-tain´den yana olup olaya müdahale etti. İki taraf birkaç gün süreyle şiddetlice savaştılar. Sonra da her iki gruptan adamlar öldürüldü. Bağdat´ın birçok yerleri yağmalandı cidden çok ve yaygın fitneler ce­reyan etti. Sonra Müstain düzeni sağlayıp otoritesini kurdu. Bazı gö­revlileri azledip yerlerine yeni görevliler tayin etti. Bazı kimselerle münasebetlerine son verip bazı kimselerle deyeni münasebetler kur­du. Emirler ve yasaklar verdi. Fakat bu hal birkaç gün sürdü. Uzun müddet devam etmedi.

Bu senenin cemaziyelahir ayında Büyük Boğa öldü. Müstain Bil-lah, onun yerine oğlu Musa b. Boğa´yı tayin etti. Büyük Boğa´nın çok yararlı faaliyetleri, kıymetli eserleri, yüksek himmeti görülmüştü. Doğuda ve batıda peşpeşe gazalar yapmıştı. Kıymeti 10.000 dinarı bulan eşyaları ve emtiası miras kalmıştı. Kıymeti 3.000 dinarı bulan on tane mücevher de bırakmıştı. Ayrıca halis altın ve gümüşle süs­lenmiş üç cübbesi vardı.

Bu senede Humuslular, valilerine karşı ayaklandılar ve saldırıya geçtiler. Onu Humus´tan sürdüler. Halife Müstain de Humusluların önde gelenlerinden yüz kişiyi yakaladı, sonra da şehrin surlarının yı­kılmasını emretti.

Bu senede Muhammed b. Süleyman ez-Zeynebî, insanlara haccet­tirdi.

Bu senede Ahmed b. Salih, Hüseyin b. Ali el-Kerabisî, Abdülceb-bar b. Alâ, Abdülmelik b. Şuayb, İsa b. Hamnıad, Muhammed b. Hu-meyd er-Razî, Ebu Küreyb, Muhammed b. Yezid Ebu Hişam er-Rifaî gibi meşhur şahsiyetler vefat ettiler.

Muhammed b. Yezid´in dedesi Ebu Hişam´ın asıl adı Ebu Hatim Sehl b. Muhammed b. Osman b. Yezid el-Cüşernî´dir. Bu zat, nahivci ve lügatçı olup çok sayıda eseri vardı. Lügat ilminde parlak bir sima idi. Ebu Ubeyd ile Asmaî, onunla ilgilendiler. Fakat o, daha ziyade Ebu Zeyd el-Ensârî´den rivayetlerde bulunmuştur. Müberred, İbn Dü-reyd ve diğerleri de kendisinden ilim tahsil ettiler. Salih bir kimse olup çok sadaka verirdi. Kur´ân-ı Kerim´i çok okurdu. Her gün bir di­nar sadaka verir, her hafta bir hatim indirirdi. Çok şiirleri vardı. Şi­irlerinden biri şudur:

"Onun güzel yüzünü açığa çıkardılar. Ona meftun olanları ayıpla­yıp kınadılar.

Eğer beni korumak isteselerdi onun güzel yüzünü örterlerdi."

Bu zat, bu senenin muharrem ayında vefat etmiştir. Receb ayın­da vefat ettiğine dair zayıf bir rivayet de vardır. [15]



Hicretin İkiyüzkırkdokuzuncu Senesi


Bu senenin receb ayının ortasında cuma günü Müslümanlarla Rumlar Malatya yakınında karşı karşıya geldiler. Şiddetli bir savaşa tutuştular. Bu savaşta her iki taraftan da çok sayıda insan öldürüldü. Müslümanların komutanı Ömer b. Abdullah b. Akta, beraberinde 1.000 kadar Müslüman savaşçıyla birlikte Öldürüldü. Aynı şekilde islâm ordusundaki komutanlardan biri olan Ali b. Yahya el-Ermenî de öldürülmüştü. İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn (Doğrusu biz Al­lah´a aidiz ve O´na dönücüleriz.)

Bu iki komutan İslâm´a yardımcı olanlarının en büyüklerinden idiler.

Bu senenin safer ayının ilk gününde, Bağdat´ta büyük bir fitne koptu. Şöyle ki: Halk, hilafet işine el koyan ve Mütevekkil´i öldüren; Muntasır´ı, ondan sonra da Müstain´i pençelerine alan bir grup komu­tandan rahatsız olmuş, onlara karşı ayaklanmıştı. Hapishaneye hü­cum ederek oradaki mahkumları çıkarmışlar, iki köprüden birine gizıdip birini yıkmışlar, diğerini de ateşe vermişlerdi. Halkın tümünün ayaklanması için çağrıda bulunmuşlar, bu çağrı neticesinde etrafla­rında büyük bir kalabalık toplanmış ve gidip birçok yerleri yağmala-mışlardı. Bu olaylar Bağdat´ın doğu tarafında cereyan etmişti. Sonra varlıklı kimseler, Bağdatlılardan çok miktarda mal ve para toplaya­rak Müslümanları öldüren düşmanlara karşı savaşmaları için sınıra gidecek askerlerin ihtiyaçlarını karşılama işine koyuldular. Cibal, Ahvas, Fars ve diğer yerlerden insanlar, Rumlarla savaşmak üzere sidip toplandılar. Çünkü halife ve askerleri Bizans´la savaşmaya, İs­lâm düşmanlarını öldürmeye asla teşebbüs etmemişlerdi. Hilafet ta­rafı zayıflamış, halife ve askerleri şarkıcı cariyeleri dinlemek ve eğ­lenceye dalmakla meşgul olmuşlardı. İşte halk buna öfkelenmiş ve yukarıda anlattığımız isyan hareketini başlatmıştı.

Bu senenin rebiyülevvel ayının bitimine dokuz gün kala Samarra halkı zindana hücum ederek oradaki hükümlüleri çıkarıp serbest bı­rakmışlardı. Onlar da Bağdatlılar gibi isyana girişmişlerdi. Kendile­rine "Zürafa" denilen bir grup asker isyancıları bastırmak üzere hü­cuma geçince halk onları bozguna uğratmıştı. İşte o esnada Vasıf, Küçük Boğa ve bütün Türk komutanlar isyancıların üzerine hücuma geçmiş ve halktan çok sayıda insan öldürmüşlerdi. Uzun süren fitne­ler cereyan etmiş, neticede fitne alevleri sönmüş, kargaşa dinmişti.

Bu senenin rebiyülahir ayının ortalarında Türkler arasında da bir fitne koptu. Şöyle ki: Halife Müstain, hilafet işlerinin idaresini ve beytülmahn paralarının harcanmasını üç kişinin eline bırakmıştı. Bunlar da şu kişilerdi: Türk Atamış, bu halifenin en has adamların­dan olup vezir makammdaydı. Halife Müstain´in oğlu Abbas da bu­nun yanında eğitim görüyor ve Farsça öğreniyordu. İkincisi de Şahek adındaki hadimdi. Üçüncüsü ise halifenin annesiydi. Halife, annesi­nin her istediğini veriyordu. Annesinin Seleme b. Said adında Hristi-yan bir katibi vardı.

Atamış, israfa başladı. Beytülmaldaki paraların çoğunu harcadı. Neticede beytülmalda hiçbir şey kalmadı. Türkler buna kızdılar. Onu kıskandılar. Müstain´in yanmdayken onu hilafet sarayında çembere alıp hücuma geçtiler. Müstain, Atamış´ı onlara karşı koruyamadı. Türkler de onu horlayıp küçülterek yakaladılar, Öldürdüler. Malları­nı, eşyalarını ve evlerini yağmaladılar. Halife Müstain de Atamış´tan sonra yerine Ebu Salih Abdullah b. Muhammed b. Yezdad´ı vezirliğe tayin etti. Küçük Boğa´yı Filistin´e, hadim Vasıfı ise Ahvaz´a vali ta­yın etti. Çok kargaşalar ve fitneler cereyan etti. Halifenin gücü azal­dı, zayıfladı.

Bu senenin cemaziyelahir ayının üçünde perşembe günü, Samar-ra daki Mağribliler harekete geçtiler. Toplanıp bir araya geldiler,ama sonra dağıldılar.

Bu senenin cemaziyelevvel ayının bitimine beş gün kala cuma gü­nü (6 Temmuz) Samarra´da şiddetli sağanak yağmurlar yağdı. Şim­şekler çaktı, peşpeşe yıldırımlar düştü, etrafı kara bulutlar kapladı. Yağmurlar sabahtan, akşam güneşin sararmasına kadar aralıksız yağdı.

Bu senenin zilhicce ayında Rey şehrinde şiddetli bir deprem mey­dana geldi. Bu depremin ardı sıra meydana gelen korkunç sarsıntı nedeniyle evler yıkıldı. Çok sayıda insan Öldü. Reylilerin hayatta ka­lanları da çöle çıktılar.

Bu senede Mekke valisi Abdüssamed b. Musa b. Muhammed b. İmam İbrahim insanlara haccettirdi.

Bu senede Eyyüb b. Muhammed el-Vezzan, "Sünen" kitabının sa­hibi Hasan b. Sabbah el-Bazzar, Hafız Reca b. Merca, "Tefsir-i Ke-bir"in sahibi Abd b. Humeyd ve Amr b. Ali el-Fellas gibi meşhur şah­siyetler vefat ettiler. [16]



Ali B. El-Cehm


Ali b. el-Cehm b. Bedr b. Mesud b. Esed el-Kuraşi es-Samî. Same b. Lüey el-Horasanî evladındandır. Same b. Lüey, aslen Horasanlıdır, ama sonraları gelip Bağdat´a yerleşmiştir.

Ali b. el-Cehm meşhur şairlerden, muteber diyanet ehli kimseler­dendir. Çok güzel şiirler ihtiva eden bir şiir divanı vardır. Ancak bu şiirlerinde Hz. Ali´ye haksız hücumlarda bulunmuştur. Mütevekkil´in has adamlarındandı, ama Mütevekkil daha sonra ona gazablanarak Horasan´a sürgün etti ve Horasan valisine de onu soyduktan sonra kırbaçlamasını emretti. Vali de bu emri yerine getirdi.

Ali b. Cehm´in güzel şiirlerine şu örneği verebiliriz:

"Öyle bir belâ ki hiçbir belâ ona denk olamaz.

Öyle bir düşmanlık ki, asaletli ve dindar kimseler bu düşmanlığı gösteremez.

Koruyamadığı ırzını sana mubah kılar.

Ve seni korunmuş bir ırzın bahçesinde de otlatır."

Kendisini yerdiği zaman Mervan b. Hafsa onun yergisi ile ilgili olarak şöyle demişti:

"Senin ömrüne yemin ederim ki Cehm b. Bedr şair değildir. O, şiirden uzak olduğu halde şairlik iddiasında bulunuyor. Ama benim babam onun annesinin komşusu idi.

:tslam taht

Bu, şairlik iddiasında bulununca ben onun hakkında şüpheye ka­pıldım."

Ali b Cehm önceleri Şam´a gelmiş, sonra Irak´a gitmişti. Haleb´i cti&inde Beni Kelb kabilesinden bazı kimseler ona saldırmışlar, o İL onlarla boğuşmuş ve ağır yaralanmıştı ki, bu yaralanma neticesin­de ölmüştü. Cebinde şu şiirin yazılı olduğu bir kağıt görmüşlerdi:

"Uzak diyardaki garibe acıyın. O kendi nefsine ne yapabildi ki Dostlarından ayrıldı. Ondan sonra dostları hayattan yararlanıp fayda göremediler."

Ali b. Cehm, bu senede kendisine yapılan saldırı nedeniyle vefat etmişti. [17]



Hicretin İkiyüzellinci Senesi


Bu senede Ebü´l-Hüseyin Yahya b. Ömer b. Yahya b. Hüseyin b. Zeyd b. Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebi Talib isyan etti. Ebü´l-Hüseyin Yahya´nın annesi, Ümmü Hüseyin Fatıma binti Hüseyin b. Abdullah b, İsmail b. Abdullah b. Cafer b. Ebi Talib idi. Bu isyan hareketinin nedeni şuydu:

Ebü´l-Hüseyin Yahya, şiddetli bir yoksulluğa maruz kalmıştı, Fakr-u zaruret içindeydi. Sanıarra´ya giderek Vasıftan kendisine er­zak vermesini istedi. Ne var ki Vasıf ona çok ağır sözler söyledi. O da Küfe´ye döndü.

Burada bedevilerden bir grup etrafına toplandı, Kûfelilerden de bir grup insan gelip onun yanında yer aldı. Feluce´ye gidip konakladı. Etrafındaki insanların sayısı orada daha da çoğaldı.

Bunun üzerine Irak valisi Muhammed b. Abdullah b. Tahir, Kûfe´deki naibi Ebu Eyyüb b. Hasan b. Musa b. Cafer b. Süleyman´a mektup yazarak Ebü´l-Hüseyin Yahya ile savaşmasını emretti. Fakat bundan önce Ebü´l-Hüseyin Yahya b. Ömer, adamlarından bir grupla birlikte Küfe´ye girdi. Beytülmalı teslim aldı. Fakat orada 2.000 dinar ve 70.000 dirhemden başka para bulamadı. Bu paralan aldı. Küfe´de durumu gittikçe kuvvetlendi. Oradaki iki zindanı açıp mahkumları serbest bıraktı. Halifenin naiblerini de Kûfe´den kovdu. Mallarını el­lerinden aldı.

Ebü´l-Hüseyin Yahya´nın durumu, Kûfe´de cidden güçlendi. Etra­fında Zeydilerden ve diğerlerinden bir grup teşekkül etti. Sonra şe­hirden çıkıp Küfe sevadına gitti. Daha sonra tekrar Küfe´ye döndü. Vechülfüls lakabıyla bilinen Abdurrahman b. Hattab onunla karşılaş­tı. Şiddetli bir şekilde savaşa tutuştu. Neticede Vechülfüls hezimete uğradı. Ebü´l-Hüseyin Yahya b. Ömer, Kûfe´ye girdi ve halkı, âl-i Mu-hammed´den Rızaya bey´at etmeye çağırdı. Durumu cidden kuvvet­lendi. Kûfelilerden çok sayıda insan gelip etrafında toplandı. Ayrıca Bağdat halkından ve diğerlerinden olan Şiîler de onu lider kabul etti­ler. Ehl-i Beyt´ten olup ortaya çıkan ve daha önce isyan edenlerden daha fazla sevdiler onu.

O da silah, savaş aleti ve savaşçı toplamaya başladı. Küfe naibi şehirden kaçıp gitti. Fakat dışarıda bir yerde bekledi. Bu esnada halife tarafından, Muhammed b. Abdullah b. Tahir komutasında büyük bir askeri birlik takviye olarak geldi. Bunlar dinlendiler, atlarını top­ladılar.

Receb ayının 12. gününde, bazı görüşü kıt kimseler, Ebü´l-Hüse­yin Yahya b. Ömer´e, askerleriyle birlikte çıkıp Hüseyin b. İsmail´le savaşmasını ve askerlerini bozguna uğratmasını tavsiye ettiler. O da kalabalık bir askeri birliğin başında yola koyuldu. Ordusunda çok sa­yıda süvari ve piyade vardı. Kûfelilerden bazı silahsız kimseleri de ordusuna katmıştı. Yahya b. Ömer, Hüseyin b. İsmail´in üzerine gitti. İki taraf gecenin sonunda, zifiri karanlıkta şiddetli bir şekilde savaşa tutuştular. Şafak doğduğu sırada Ebü´l-Hüseyin Yahya b. Ömer´in adamları bozguna uğramışlardı. Atı kendisini sırtından yere attı, sonra sırtına birkaç çifte yurdu. Yere düştü. Yakalayıp başını keserek emire gönderdiler. Emir İbn Tahir de ertesi sabah onun kesik başını Abdurrahman b. Hattab´m kardeşi Ömer b. Hattab ile halifeye gön­derdi. Kesik başı gündüzün bir saatinde Samarra´da bir yere dikildi. Sonra Bağdat´a gönderildi. Orada da köprü yanında bir direğe geçiril­di. Ama kalabalık çok olduğundan ötürü kesik başı ortalarda bırakıl-mayıp sütunun üzerinden alınıp silah ambarına konuldu.

Ebü´l-Hüseyin Yahya b. Ömer´in kesik başı Muhammed b. Abdul­lah b. Tahir´in yanma götürüldüğünde halk fetih ve zaferinden ötürü onu tebrike gitmeye başladı. O esnada Ebu Haşim Davud b. Heysem el-Caferî de Muhammed b. Abdullah b. Tahir´e gidip şöyle dedi:

- Ey Emir! Sen öyle bir adamın Öldürülmesi nedeniyle tebrik ediliyorsun ki, şayet Rasûlullah (s.a.v.) hayatta olsaydı, bu adamın öldürülmesi nedeniyle insanlar ona başsağlığı dileyeceklerdi!

Muhammed b. Abdullah b. Tahir, bu sözleri karşısında Ebu Ha­şim Davud´a.cevap vermedi. Sonra Ebu Haşim Davud el-Caferî, şu şi­iri okuyarak huzurdan çıkıp gitti:

"Ey Beni Tahir, Ebü´l-Hüseyin Yahya´nın cesedinin etini yeyin ama onun eti hastalıklıdır.

Peygamber (s.a.v.)´in evladının eti, afiyetle yenilecek bir et değil­dir.

Öyle bir intikam ki talibi Allah ola;

O intikam mutlaka tam bir şekilde alınacaktır, alınması da layık­tır."

Hanfe, Küfe naibi Hüseyin b. İsmail´e bir komutanını gönderdi. Ebü´l-Hüseyin Yahya b. Ömer öldürüldükten sonra bunlar Kûfe´ye girdiler. Komutan, Kûfelilerin boyunlarını kılıçla vurmak istedi, ama useyın b. İsmail ona engel oldu. Siyah, beyaz, herkes ölümden kur-

tulup güvene kavuştu ve Cenâb-ı Allah bu fitne ateşini söndürdü.

Bu senenin ramazan ayında Hasan b. Zeyd b. Muhammed b. İs­mail b. Hüseyin b. Zeyd b. Hasan b. Ali b. Ebi Talib, Taberistan taraf­larında isyan etti.

İsyan sebebi şuydu: Yahya b. Ömer öldürülünce Halife Müstain, Taberistan´m bir mıntıkasını Muhammed b. Abdullah b. Tahir´e ikta´ olarak vermişti. Muhammed b. Abdullah b. Tahir de Cabir b. Harun adındaki Hristiyan bir katibini o ikta´ arazileri kendisi adına teslim almak üzere Taberistan´a göndermişti. Cabir b. Harun Taberistan´a varınca, halk buna cidden üzüldü ve Hasan b. Zeyd´e haber salarak duruma el koymak üzere gelmesini istediler. Hasan b. Zeyd, Taberis­tan´a gelince kendisine bey´at ettiler. Etrafında Deylemlilerden bir ce­maat ve o mıntıkaların komutanlarından bir grup toplandı. Daha sonra Hasan b. Zeyd, maiyetini ardına katarak Taberistan´ın Amil şehrine gitti, orayı zorla ele geçirdi. Haracını topladı. Durumu cidden kuvvetlendi.

Bir zaman sonra oradan çıkarak bölgenin emiri Süleyman b. Ab­dullah´la savaşmaya gitti. İkisi karşı karşıya geldiler. Aralarında bir­çok çarpışma cereyan etti. Neticede Süleyman, misli görülmemiş bir şekilde bozguna uğradı. Ailesini ve malını terkedip gitti. Cürcan´a dönmedi. Hasan b. Zeyd, Sariye şehrine girdi. Oradaki malları ve eş­yaları ganimet edindi. Süleyman´ın çoluk çocuğunu ve aile efradını da bineklere bindirerek izzet ve ikram ile yola koydu. Böylece Hasan b. Zeyd, Taberistan´ın tümüne hakim oldu. Sonra Rey´e asker gönderdi. Orayı da ele geçirdi. Oradaki Tahirileri şehirden kovdu. Sonra Heme-dan askerine de haber saldı. Halife Müstain bu durumdan haberdar olunca -ki o zaman onun hilafet işlerini Vasıf et-Türkî yürütüyordu-çok kederlenip üzüldü. Hasan b. Zeyd ile savaşmak üzere ordu hazır­lanması için çalışmaları başlattı.

Bu senenin arefe gününde Rey şehrinde Ahmed b. İsa b. Hüseyin es-Sağir b. Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebi Talib ve İdris b. Musa b. Ab­dullah b. Musa b. Hasan b. Hasan b. Ali b. Ebi Talib isyan ettiler.

Bayram gününde Ahmed b. İsa insanlara bayram namazını kıl­dırdı ve halkı âl-i Muhammed´den Rıza´ya bey´ata davet etti. Muham­med b. Ali b. Tahir onunla savaştı. Ahmed b. İsa onu mağlub etti ve durumu cidden kuvvetlendi.

Bu senede Humuslular, valileri Fadl b. Karin´e karşı hücuma geç­tiler ve receb ayında onu öldürdüler. Halife Müstain de Humuslular üzerine Büyük Boğa´nın oğlu Musa´yı şevketti. Musa, Resten mıntı­kasında onlarla savaştı. Humuslulan bozguna uğrattı ve halkın bir kısmını öldürdü. Birçok yerleri yaktı. Önde gelenleri esir aldı.

Bu senede Fars diyarında Şakiriler ve askerler ayaklandılar. Abi, b. İshak b. İbrahim´e karşı hücuma geçtiler. Abdullah, onlar­dan kaçıp gitti. Kendisi kaçınca evi yağmalandı. Ayaklananlar, Mu­hammed b. Hasan b. Karin´i de öldürdüler.

Bu senede Halife Müstain, Cafer b. Abdülvahid´e gazablanarak onu Basra´ya sürgün etti.

Bu senede hilafet merkezindeki Emevilerden bir kısmının rütbe­leri düştü.

Bu senede Mekke emiri Cafer b. Fadl insanlara haccettirdi.

Bu senede Ebu Tahir Ahmed b. Amr b. Şerh, meşhur kurralardan Bezzî, Haris b. Miskin, Ebu Hatim es-Sicistanî, İyad b. Yakub er-Re-vacî, "Kelam" adlı eserin ve diğer bazı eserlerin sahibi Amr b. Bahr el-Cahiz, Kesir b. Ubeyd el-Humusî ve Nasr b. Ali el-Cehdemî gibi meşhur şahsiyetler vefat ettiler. [18]



Hicretin İkiyüzellîbirinci Senesi


Bu senede Müstain ile Küçük Boğa ve Vasıf, Bağir et-Türkî´yi Öl­dürmeye karar verdiler. Bağir et-Türkî, Mütevekkil´i bizzat öldüren büyük komutanlardandı. Mütevekkil´i öldürdüğünden ötürü ikta ara­zileri çoğaltılmış, yetkileri artırılmıştı. Bağir et-Türkî öldürülmüş, katibi Hristiyan Delil b. Yakub´un evi yağmalanmış, kendisinin de mallarına ve mahsûllerine el konulmuştu. Halife Müstain bir gemiye binerek Samarra´dan Bağdat´a hareket etti. Onun oradan ayrılması nedeniyle işler bozuldu, düzen alt üst oldu. Bu hadise bu senenin mu­harrem ayında vuku bulmuştu. Halife gidip Muhammed b. Abdullah b. Tahir´in evine konuk oldu.

Bu senede Bağdat askerleriyle Samarra askerleri arasında çok çirkin hadiseler ve fitneler cereyan etti. Samarra halkı Mutez´e bey´ata davet edildi. Bağdatlılar, Müstain´in yönetimi altında düzen kurdular. İşler yoluna girdi.

Mutez ile kardeşi Müeyyed, zindanlardaki hükümlüleri serbest bıraktılar. Samarra halkı Mutez´e bey´at etti. O da Samarra´daki bey-tülmalda bulunan 500.000 dinarı aldı. Müstain´in annesinin hazine-sindeki 1.000.000 dinara da el koydu. Abbas b. Müstain´in 600.000 di­narını ele geçirdi. Mutezin Samarra´da durumu cidden kuvvetlendi.

Müstain, Muhammed b. Abdullah b. Tahir´e, Bağdat´ı istihkam etmesini, iki surda ve hendekte tedbirler almasını emretti. Bu işler !Çm 330.000 dinar harcadı. Her kapıya bir muhafız koydu. Surların ezerine beş adet mancınık diktirdi. Bunlardan biri "Gadban" adında­ki mancınıktı ki, cidden çok büyüktü. Ayrıca altı arrade de koydurdu. (Arradeler mancınıkları andıran savaş aletleriydi.) Birçok silah ve hazırlandı. Düşman askerleri Bağdat´a giremesinler diye her taraftaki köprüler atıldı.

Mutez, Muhammed b. Abdullah b. Tahir´e mektup yazarak onu kendisi yanında yer almaya davet etti. Babası Mütevekkil´in ondan aldığı kesin söz ve teminatları ve babasından sonra kendisinin veli­ahtlığına dair bey atı hatırlattı, ama Muhammed b. Abdullah ona ilti­fat etmedi, teklifini geri çevirdi. Anlatımı burada uzun sürecek bir çok delil ileri sürdü.

Müstain ile Mutez´den her biri ayrı ayrı Büyük Boğa´nın oğlu Mu­sa´ya mektuplar göndererek onu kendi taraflarına davet ettiler. Musa o zaman, Hunıuslularla savaşmak için Şam taraflarında bulunuyor­du. Müstain ile Mutez´in her biri onu, kendi seçkin adamlarına mah­sus sancaklarla onurlandırdılar. Müstain ona mektup yazarak hemen yerine bir vekil bırakarak Bağdat´a yanma gelmesini istedi. O da he­men bineğine binerek Samarra´ya gitti ve Müstain´e karşı Mutez´in cephesinde yer aldı. Aynı şekilde Küçük Boğa´nın oğlu Abdullah da babasının yanından, Bağdat´tan kalkıp Mutez´in yanına gitti. Diğer komutanlar ve Türkler de aynı yolu izlediler.

Mutez, kardeşi Ebu Ahmed b. Mütevekkii´i Müstain´le savaşma işinde görevlendirdi. Bu iş için ona büyük bir askeri birlik verdi. O da 5.000 kişiden oluşan Türkler ve diğerleri ile Bağdat tarafına gitti. Cuma günü Akbera´da namazı kıldı, kardeşi Mutez´in başarısı için dua etti. Sonra bu senenin safer ayının 7´sinde pazar gecesi Bağdat´a ulaştı. Askerler orada toplandılar. Ebu Ahmed´in ordusunda bulunan Bazincana adındaki biri bu durumla ilgili olarak şöyle bir şiir söyle­mişti:

"Ey Tahir´in oğulları! Allah´ın askerleridir bunlar; Ölüm bunlar arasında yaygındır.

Önlerindeki askerlere gelince liderleri Ebu Ahmed´dir. O ne güzel Mevlâ ve ne güzel yardımcıdır!"

Sonra aralarında çok uzun süren savaşlar ve cidden korkunç fit­neler cereyan etti. İbn Cerir bunları uzun uzadıya anlatmıştır. Bun­dan sonra Mutez, Musa b. Arşinas´la birlikte 3.000 askeri, kardeşi Efc>u Ahmed´e takviye olarak gönderdi. Bu takviye birlik, rebiyülevvel ayının bitimine bir gece kala Ebu Ahmed´e ulaştı. Bunlar Bağdat´ın batı tarafında Katrubel yanında durdular. Ebu Ahmed ile adamları ise Babü´ş-Şemmasiye yanında durmaktaydılar. Savaş alevleri sön-meksizin yanıyor, çarpışmalar cidden zorlu bir şekilde devam ediyor­du. İki taraftan da adamlar ölüyordu.

İbn Cerir dedi ki: Anlatıldığına göre Mutez, kardeşi Ebu Ahmed´e bir mektup yazarak Bağdatlılarla yapmakta olduğu savaşta pasif davrandığından ötürü onu şöyle kınamıştı:

"Ölüm işi için üzerimizde yol vardır.

Zamanda da bizim için bazen genişlik, bazen darlık vardır.

Günlerimiz halk için ibrettir.

Bu günlerden bazısında sabahleyin, bazısında geceleyin baskın

yaparız.

Bu günlerden bazıları bizler için musibettir. Bu musibet nedeniy­le küçük çocuklar dahi ihtiyarlarlar.

Bu zorlu günlerde dost dostu bırakıp gider.

Geniş bir sur ki, onun zirvesi vardır. Gözler ona bakamazlar.

Engin bir deniz ki, yine gözler onu tam göremezler.

Helak edici bir savaş ve öldürmeye hazır bir kılıç,

Şiddetli bir korku ve müstahkem bir kale.

Sabahleyin uzun uzadıya bir ünleyici "Silah başına, silah başı­na!.." diye ünler, ama kimse uykudan uyanamaz.

Neticede biri yere düşer, biri yaralanır, biri yanar, biri de boğu­lur.

Biri ölür, biri cansız yere düşer, diğerini de mancınıklar tırmalar­lar.

İşte burada gasplar var, burada yağmalar;

Burada daha önce mamur olan evler harap hale gelir.

Bizi bir yola sevkettiklerinde,

O yolun bize karşı kapatıldığını görürüz.

Allah´a yemin ederim ki, ey kardeşim, umduğum amaca ulaşaca­ğız.

Allah´a yemin ederim ki, onun sayesinde bizler gücümüzün üs­tündeki işleri de başaracağız."

îb´n Cerir dedi ki: "Bu şiir, hal´ edilen Emin ve Memun fitnesi ile ilgili olarak Ali b. Ümeyye tarafından söylenmiştir diye bir rivayet vardır." Bağdat´ta Mutez´in kardeşi Ebu Ahmed ile Müstain´in vekili Muhammed b. Abdullah b. Tahir arasında fitne ve savaş devam etti. Bu senenin geride kalan ayları boyunca Bağdat şiddetli bir sıkıntı ve aman vermez bir kuşatma altında kalmıştı. İki taraftan da müteaddit Çarpışmalarda ve uğursuz günlerde çok sayıda adam ölmüştü. Bazan kbu Ahmed´in tarafı galib geliyor, şehrin bazı kapılarını ele geçiriyor­lar; bunlara karşı Tahinler yani Muhammed b. Abdullah b. Tahir´in askerleri hücuma geçiyor ve onları kapıların yanından uzaklaştırıyor-ardı. Onlardan bazı askerleri öldürdükten sonra mevzilerine dönü-onlara karşı büyük bir sabırla savunma savaşı veriyorlardı.

azıklarının azalması ve şehir dahiline kervanların seyrek

olarak gelmesi nedeniyle Bağdatlılar zayıflamaya başladılar. Güçleri gittikçe azaldı.

Ayrıca bu sıralarda halk arasında, bu senenin sonunda, Muham-med b. Abdullah b. Tahir´in Müstain´i halifelikten hal´ edip Mutez´e bey´at etmek istediğine dair bir şayia yayıldı. Ama Muhammed b. Ab­dullah b. Tahir, kendisinin asla böyle bir niyeti olmadığını söyleyerek Halife Müstain´den ve halktan özür diledi. Bu işle alakası olmadığına çok ağır yeminler etti. Halk onun suçsuz olduğuna bir türlü inanama­dı. Ayak takımından bazı kimseler İbn Tahir´in evinin etrafında top­landılar. Halife de orada bulunuyordu. Halifeden kendilerine görün­mesini istediler ve ona İbn Tahir´den razı olup olmadığını sora