๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => El-Bidaye Ven Nihaye => Konuyu başlatan: Esila üzerinde 15 Kasım 2010, 21:01:52



Konu Başlığı: Melik Zahir Baybars El-Bendakdarî´nin Sultanlığı
Gönderen: Esila üzerinde 15 Kasım 2010, 21:01:52
Melik Zahir Baybars El-Bendakdarî´nin Sultanlığı


Şeyh Şerefüddîn.

Şair Emir Seyfeddîn.

Bişare B. Abdullah.

Kadı Tâceddîn.

Melik Nasır.

Melik Muiz.

Şeceretüddür Binti Abdullah.

Şeyh Esad Hibetüllah B. Said.

İbn Ebî´l-Hadid El-Irakî

Hicretin Altıyüzellialtıncı Senesi

Hicretin Altıyüzellialtıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Zamanın Halîfesi Müstasım Bîllah.

Fasıl

Fasıl

Sarsarî El-Madih.

Divan Sahibi Bahâ Züheyr.

Hafız Zekiyyüddin El-Münzirî

Nur Ebu Bekir B. Muhammed B. Muhammed B. Abdülazîz.

Rafızî Vezir İbn Alkamî

Muhammed B. Abdüssamed B. Abdullah B. Haydere.

Kurtubî

Kemal İshak B. Ahmed B. Osman.

Îmad Davud B. Ömer B. Yahya.

Alî B. Muhammed B. Hüseyin.

Şeyh Alî Abid El-Habbaz.

Muhammed B. Îsmaîl B. Ahmed B. Ebî´l-Ferec.

Ebu Abdîllah El-Makdisî

Musul Sahibî Bedreddîn Lü´lü.

Melikü´n-Nâsır Davud El-Muazzam..

Hicretin Altıyüzelliyedînci Senesi

Melik Muzaffer Kutuz´un Başa Geçmesi

Hicretin Altıyüzelliyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Sadrîye Vakfının Sahibi Sadreddin Es´ad B. Mencad.

Şeyh Yusuf El-Akminî

Muhaddis Şems Ali B. Şebbî

Şatîbîye´nîn Sarihi Ebu Abdillah El-Fasî

Bedir Müfaddal´ın Kardeşi Necm..

Sadeddîn Muhammed B. Şeyh Muhiddîn B. Arabî

Seyfeddin B. Sabüre.

Necîb B. Şuayşiaed-Dımaşkî

Hicretîn Altıyüzellîsekîzînci Senesi

Tatarların Dımaşk´ı Zaptetmeleri Ve Kısa Sürede Burayı Kaybetmeleri

Ayn-I Calut Savaşı

Melik Zahir Baybars El-Bendakdarî´nin Sultanlığı

Hicretin Altıyüzellisekizincî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Kadilkudat Sadreddin Ebü´l-Abbas B. Sünniyyü´d-Devle.

Mardin Valisi Melik Said.

Melik Said Hasan B. Abdülaziz.

Abdurrahman B. Abdürrahîm B. Hasan.

Melik Muzaffer Kutuz B. Abdullah.

Şeyh Muhammed Fakih El-Yoninî

Muhammed B. Halil B. Abdülvehhab B. Bedir.

Hicretin Altıyüzellidokuzuncu Senesi

Müstansır Bîllah Ebü´l-Kasım Ahmed B. Emîrü´l-Mü´minîn Ez-Zahir´e Hilafet Bet

Atının Yapılması

Halife Müstansır Billahtn Melik Zahir´e Saltanat Alametlerini Takması

Halîfenin Bağdat´a Gidişi

Hicretin Altıyüzaltmışıncı Senesi

Hakim Bîemrillah El-Abbasî´nîn Hilafeti

Hicretin Altıyüzaltmışıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Halîfe Müstansır B. Zahir Biemrillah El-Abbasî

Nahivci Ve Lügatçı İzz Ed-Darir.

Abdülaziz B. Abdüsselam..

Kemaleddîn B. Adîm El-Hanefî

Yusuf B. Yusuf B. Selame.

Bedir El-Merağî El-Hilafî

Muhammed B. Davud B. Yakut Es-Sarimî Muhaddisti. Birçok Tabakat Kitabı Ve Başka Eserler Yazdı.

Hicretin Altıyüzaltmışbirinci Senesi

Hakim Bi-Emrillah Ebi´l-Abbas´ın Hilafeti

Melik Zahirin Kerek´i Zaptetmesi Ve Kerek Sahibini İdam Etmesi


Şeyh Şerefüddîn


Şeyh Şerefüddin Muhamnıed b. Ebi´1-Fadl el-Mirrisî. Faziletli, mu­hakkik, araştırmacı, işini sağlam yapan, çokça hac eden, ekâbir nezdin-de itibarlı olan bir kimseydi. Çok kitap edinmişti. En fazla Hicaz´da ika­met ederdi. Oraya vardığında Hicaz´ın önde gelen kişileri ve reisleri kendisine saygı gösterirlerdi. Orta yollu bir hayat sürerdi. Bu sene rebi­yülevvel ayının ortasında Ariş ile Darum arasındaki Za´ka mıntıkasın­da vefat etti. Yüce Allah kendisine rahmet etsin. [1]



Şair Emir Seyfeddîn


Asıl adı Ali b. Ömer b. Kızıl olup Dımaşk´ta yaşamıştır. Divan sahi­bi, meşhur şairlerdendir. Vefatından sonra adamın biri onu rüyasında görmüş, ona durumunu sormuş, o da cevaben şu şiiri okumuştu:

«Beni mezar çukuruna ve darlığına naklettiler.

Günahlarımın beni tökezletmesinden korkuyordum.

Şefkatli ve merhametli Rahman ve O´nun nimetleriyle karşılaştım.

Beni korktuğum şeylerden korudu ve bana rahmet suyunu içirdi.

Ölüm anında Allah´ın kendisim affedeceğine güzelce inanıp hüsnü zan sahibi olan kimse için,

Tabii ki af daha uygun ve lâyıktır.» [2]



Bişare B. Abdullah


Ermeni asıllıdır. Asıl adı Bedreddin´dir. Katiplik yapmıştır. Şebe-lü´d-Devle el-Muazzemî´nin azatlısıdır.

Kindî´den ve diğerlerinden hadis dinledi. Güzel yazx yazardı. Efen­disi onu kendi vakıflarının nazın olarak görevlendirdi. Bu görev kendi­sinden sonra zürriyetinin eline geçti. Onlar, günümüze kadar Şebeliye vakıflarının nazırlığını yapmaktadırlar. Bişare b. Abdullah, bu sene ra­mazan ayının ortasında vefat etti. [3]



Kadı Tâceddîn


Ebu Abdillah Muhammed b. Kadükudat Cemaleddin el-Mısrî. Ba­basına naiblik yaptı ve Şamiye medresesinde ders verdi. Şiir yazardı. Şi­irlerinden biri şudur:

«Ağzımı onun ağzına dayayıp peçe yaptım.

Bunu bilerek yaptığımda, onun ön dişlerinin arasından içki damla­cıkları süzüldüğünü gördüm.

Dönüp bana yalan söyleyerek şöyle dedi: Sen fıkıhta imamsın, be­nim tükürüğüm dahi içkidir. Sana göre ise içki haramdır.» [4]



Melik Nasır


Melik Nasır Davud b. Muazzam İsa b. Adil. Babasından sonra Dı-maşk´a hakim oldu. Daha sonra burası amcası Eşref tarafından onun elinden alındı. Bundan sonra kendisi sadece Kerek ve Nablus´a sahip ol­du. Sonra durumlar onu değiştirdi. Başından çok uzun maceralar geçti. Nihayet elinde hiçbir yer ve mahal kalmadı. 100.000 dinara yakın bir emaneti halife Müstansır´m yanına bıraktı. Halife Müstansır daha son­ra bu emaneti inkâr etti ve ona geri vermedi. Melik Nasır Davud; fesa­hat sahibi, güzel şiir yazan, birçok faziletleri şahsında taşıyan bir kim­seydi. Fahr-i Razî´nin öğrencisi Şems Hüsrevşahî´den kelam ilmini öğ­rendi. Felsefeyi de iyi bilirdi. Şayet doğru ise akidesinin bozukluğuna delalet eden bazı şeyler kendisinden nakledilmiştir. Doğrusunu Allah bilir. Anlatıldığına göre Müstansıriye medresesinde hicretin 632. sene­sinde verilen ilk derste kendisi de hazır bulunmuştur. Şairler Müstan-sır´ı birçok kasidelerle methetmişlerdi. Şairin biri bir kasidesinde şöyle demişti:

«Eğer ilk halifenin seçildiği Sakif oğulları yurdundaki seçim gü­nünde sen hazır bulunsaydm ey Müstansır!

Mutlaka büyük imam olarak sen öne geçirilirdin!»

Nasır Davud şaire dönüp: «Sus! Yanlış konuşuyorsun. Çünkü mü´minlerin emirinin dedesi Abbas o gün orada hazır bulunuyordu. Öne geçirilmedi. Büyük imam sadece Ebu Bekir Sıddîk (r.a.) oldu.» Halife de ona dönüp, «Doğru söyledin» diye karşılık verdi. Bu, onun hakkında nakledilen en güzel menkibelerdendir. Yüce Allah kendisine rahmet et­sin. Melik Nasır Davud´un durumu gittikçe geriledi. Nihayet Nasır b. Aziz, amcası Mecdüddin Yakub´a ait Büveyda köyünün ona verilmesi için bir ferman yazdı. Bu sene Büveyda köyünde vefat etti. İnsanlar ce­nazesinde toplandılar. Cenazesi Büveyda köyünden alınıp Dımaşk´a ge­tirildi. Cenaze namazı kılındı ve Kasyun mezarlığına babasının yanına defnedildi. [5]



Melik Muiz


Melik Muiz İzzeddin Aybek et-Türknıanî. Türklerin ilk hükümda­rıdır. Salih Necmeddin Eyyub b. Kâmil´in en büyük kol el erindendir. Dindar, iffetli, muhafazakâr ve cömert bir kimseydi. Yedi sene kadar hüküm sürdü. Sonra Zevcesi Şeceretü´d-Dür Ümmü Halil onu öldürdü. Kendisinden sonra yerine oğlu Nureddin Ali geçti ve ona Melikü´1-Man-sur lakabı takıldı. Melikü´l-Mansur´un memleket işlerini babasının kö­lesi Seyfeddin Kutuz yürütüyordu. Bir süre sonra Melikü´l-Mansur, Seyfeddin´i azledip müstakil hükümdar oldu. Bir sene kadar böyle de­vam etti. Muzaffer lakabını aldı. Ayn-ı Calut mıntıkasında Tatarları bozguna uğrattı. Bütün bunları Önceki kısımlarda detaylı olarak anlat­mıştık. Bunlara ileride de değineceğiz. [6]


Şeceretüddür Binti Abdullah


Halil´in annesi (Ümmü Halil) adıyla meşhur olmuştur. Türktür. Melik Salih Necmeddin Eyyub´un gözdelerindendi. Oğlu Halil´i bu ha­tun doğurdu. Çok güzel suretliydi. Ancak Halil küçük yaşta öldü. Şece­retü´d-Dür, hazarda ve seferde Melik Salih Necmeddin´in yanından asla ayrılmazdı. Melik Salih onu çok severdi. Melik Salih´in oğlu Muazzam Turanşah´m öldürülmesinden sonra Şeceretü´d-Dür, Mısır tahtına oturdu. Adına hutbeler okundu, sikkeler basıldı. Fermanlara onun im­zası atıldı. Bu hal üç ay sürdü. Sonra Muiz başa geçti. Mısır´a hakim ol­duktan birkaç sene sonra Muiz, Şeceretü´d-Dür ile evlendi. Daha sonra Muiz´in Musul sahibi Bedreddin Lü´lü´nün kızıyla evlenmek istediğini duyunca Şeceretü´d-Dür, Muiz´i kıskandı. Ona komplo hazırladı. Niha­yet onu öldürdü. Nitekim bu hususu önceki sayfalarda da anlatmıştık. Öldürülen Muiz´in köleleri, Şeceretü´d-Dür´e karşı birleştiler. Onu öl­dürdüler ve çöplüğe attılar. Cesedi üç gün çöplükte kaldı. Sonra Seyyide Nefise´nin mezarının yakınındaki türbesine nakledildi. Kuvvetli bir şahsiyete sahipti. Etrafının çembere alındığını öğrenince kendisine ait birçok nefis ve kıymetli mücevherlerle incileri bir havanda kırarak zayi etti. Bunlar ne kendisine, ne de başkalarına yaradı. Kendisi tahtta iken veziri, Sahip Bahaeddin Ali b. Muhammed b. Süleyman´dı. Bu vezir İbn Hanna adıyla tanınıyordu. Bu, onun ilk mansıbı idi. [7]



Şeyh Esad Hibetüllah B. Said


Şerefüddin el-Faizî lakabını taşırdı. Melik Faiz Sabiküddin İbra­him b. Melik Âdil´e hizmet ettiğinden Ötürü Faizî lakabını almıştı. Önce­leri Hristiyandı, sonra Müslüman oldu. Çokça sadaka veren, iyilik ve ih­sanda bulunan bir kimse idi. Muiz onu vezirliğe tayin etti. Onun yanında cidden itibarlı bir kimse haline geldi. Muiz ona başvurmadan ve ona danışmadan hiçbir şey yapmazdı. Kendisinden önce Kadı Taceddin b. Bintü´l-A´azz vezirlik yapmıştı. Taceddin´den önce de Kadı Bedreddin es-Sincarî bu görevi yürütmüştü. Bütün bunlardan sonra vezirlik ma­kamına sözünü ettiğimiz Şeyh Esad el-Müselmanî atandı. Muiz ona hi­taben memluk lakabıyla mektup yazardı. Bilahare Muiz Öldürülünce sözünü ettiğimiz Esad tahkir edildi. Şaki bir insan haline geldi. Emir Seyfeddin Kutuz onun devlete 100.000 dinar ödeyeceğine dair imzasını aldı. Bahaeddin Züheyr b. Ali onu hicvedip şöyle dedi:

«Allah Esad Hibetullah b. Saide ve babasına lanet etsin. Daha aşağı derecelere indirerek oğullarına da lanet etsin. Peşpeşe her birine lanet etsin.»

Bütün bunlardan sonra Esad Hibetullah b. Said öldürüldü ve Kura-fe mezarlığına defnedildi. Kadı Nasirüddin b. Münir onun için bir mersi­ye yazdı. Bu mersiyede cidden fasih ve yüksek manalar içeren methiye­ler ve güzel şiirler vardı. [8]


İbn Ebî´l-Hadid El-Irakî


Asıl adı Abdülhamid b. Hibetullah b. Muhammed b. Muhammed b. Hüseyin Ebu Hamid b. Ebi´l-Hadid İzzeddin el-Medainî´dir. Meşhur şair ve yazarlardan olup aşın derecede Şiî´ydi. Nehcü´l-Belağa adlı eseri yir­mi ciltte şerhetmiştir. Hicretin 586. senesinde Medain´de doğdu. Sonra Bağdat´a geldi. Orada halife divanmdaki katipler ve şairler arasına ka­tıldı. Vezir îbn Alkamî´nin yanında itibar sahibi oldu. Şiîlik bakımından aralarında yakınlık, münasebet ve benzerlik vardı. Edebiyat ve fazilette de birbirlerine yakın idiler. İbn Sâî onun yüksek manalar içeren güzel birçok methiye ve şiirlerini nakletmiştir. Kardeşi Ebü´l-Meâlî MuvafEa-küddin b. Hibetüllah´tan -her ne kadar diğeri de faziletli ve yüksek bir şahsiyet idiyse de- fazilet ve edep bakımından daha ileri derecede idi. Her ikisi de bu sene vefat ettiler. Yüce Allah ikisine de rahmet etsin. [9]



Hicretin Altıyüzellialtıncı Senesi


Bu sene Tatarlar, Bağdat´ı zaptettiler. Başta halife olmak üzere halkın çoğunu öldürdüler. Böylece Abbasîler´in devleti yıkıldı, hakimi­yetleri sona erdi.

Bu sene başında Tatarlar, sultanları Hülaguhan´m öncü birlikleri­nin başında bulunan iki komutanın maiyetinde Bağdat´a gelmişlerdi. Musul valisinin onlara gönderdiği takviye askerler, erzak, hediye ve armağanlar da Bağdat´a ulaşmıştı. Musul valisi Bağdatlılara karşı Ta-tarlar´a yardım ediyordu. Bütün bunları Tatarların kendisine zarar ver­mesinden korktuğu ve onlara yaltaklandığı için yapıyordu. Yüce Allah onları kahretsin. Bağdat, Tatarlar tarafından istila edildi. Oraya yüce Allah´ın takdirini geri çeviremeyecek savunma aletleri, mancınık, arra-de ve diğer silahlar kuruldu. Nitekim bir hadis-i şerifte, «Tedbir kaderi geri çevirmez» denilmiştir. Yüce Allah da şöyle buyurmuştur:

«Doğrusu Allah´ın belirttiği süre gelince geri bırakılamaz.» (Nuh, 4). «Bir millet kendini bozmadıkça Allah onların durumunu değiştir­mez. Allah bir milletin fenalığını dileyince artık onun önüne geçilmez. Onlar için Allah´tan başka hami de bulunmaz.» (er-Ra´d; ıi).

Tatarlar, hilafet sarayım çembere aldılar. Oraya her taraftan ok yağdırdılar. O sırada Halifenin Önünde oynayan ve onu güldüren Arefe adındaki bir cariyeye atılan bu oklardan biri pencereden geçerek isabet etti. Bu cariye halifenin gözdelerindendi. Halifeye bir çocuk da doğur­muştu. Halife buna çok üzüldü, şiddetli bir paniğe kapıldı. Cariyeye isa­bet eden oku eline alıp baktı. Okun üzerinde şunlar yazılıydı:

«Allah, yargı ve kaderini infaz etmek istediğinde akıl sahiplerinin akıllarını giderir!» Bunun üzerine halife tedbirlerin arttırılmasını em­retti. Hilafet sarayının pencerelerindeki perdeler çoğaltıldı. Hülaguhan bu sene muharrem ayının onikisinde 200.000 savaşçisıyla Bağdat´a gel­di. Halifeye karşı son derece öfkeliydi. Çünkü halife, Cenâb-ı Allah´ın takdir edip hükmettiği buyrukları infaz edip gerçekleştirmişti. Şöyle ki: Hülaguhan, Hemedan´dan Irak´a ilk yöneldiği zaman Vezir Müeyye-düddin Muhammed b. Alkamî halifeye, ülkelerine hücum etmesini en­gellemek ve aralarının yumuşamasını sağlamak için Hülaguhan´a kıy­metli hediyeler göndermesini önermişti. Fakat halifenin küçük mabe­yincisi Aybek ile diğerleri bu öneriyi kabul etmeyerek halifeye, «Vezir böyle yapmakla Tatar hanının kendisine gönderdiği hediyelere karşı ona yaltaklanmak istiyor» dediler ve Hülaguhan´a az miktarda hediye gönderilmesini tavsiye ettiler. Halife de ona az miktarda hediye gönder­di ve Hülaguhan bunları küçümsedi, azımsadı ve halifeye, mezkur ma­beyincisini ve Süleymanşah´ı kendisine göndermesi için haber saldı. Ancak halife bu ikisini ona göndermedi. Hülaguhan´a aldırış etmedi. Ni­hayet Hülaguhan´ın Bağdat´a gelişi yaklaştı. Kâfir, facir, zalim ve zorba savaşçıları ile Bağdat´a ulaştı. Sayılan çok olan bu savaşçılar, Allah´a ve ahiret gününe inanmıyorlardı. Doğu ve batı taraflarından Bağdat´ı çem­bere aldılar. Bağdat askerleri ise son derece az ve bir o kadar da zelil idi­ler. Sayıları 10.000 süvariyi dahi bulmuyordu. Süvariler ve diğer asker­ler ikta´ arazilerinin başından ayrılıp Bağdat´a geldikleri için sokaklar­da, mescit kapılarında dilenmek mecburiyetinde kalmışlardı. Şairler onlara mersiyeler yazmışlar, Müslümanların ve İslâmiyet´in bu haline üzülmüşlerdi. Bütün bu haller Vezir Ibn Alkamî denen Rafızî´nin tavsi­yesi üzerine meydana gelmişti. Çünkü geçen senede Ehl-i Sünnet ile Rafizîler arasında büyük bir savaş meydana gelmiş, bu savaşta Kerh mıntıkası ile Rafızî mahallesi yağmalanmış, hatta vezirin yakınlarının evleri bile talan edilmişti. Bu yüzden Müslümanlara öfkesi gittikçe şid­detlenmiş, Bağdat´ta bu zamana kadar tarihin yazmadığı, içinde Müs­lümanlara ve İslâm´a karşı feci sonuçlar doğuracak unsurlar bulunan bir plan kurmaya teşebbüs etmişti. Bunun gereği olarak adamları, aile­si, hizmetçisi ve mabeyncileri ile birlikte yola çıktı. Hülaguhan´la buluş­tu. Allah ona lanet etsin. Sonra Bağdat´a döndü. Halifeye, barış için Irak´ın haracını Hülaguhan´la yarı yarıya paylaşarak barış yapmak üzere Hülaguhan´ın huzuruna gitmesini tavsiye etti. Bunun üzerine ha­life de kadı, fakih, sofi, devlet erkânı, ayan ve emirlerden oluşan 700 ki­şilik bir heyetle Hülaguhan´ın yanma gitmek mecburiyetinde kaldı. Hü­laguhan´ın menziline yaklaştığında etrafındaki adamlar dağıldılar. Ya­nında sadece onyedi kişi kaldı. Bunlar da bineklerinden indirilerek baş­tan sona öldürüldüler. Halife, Hülaguhan´ın huzuruna çıktı. Hülagu­han ona birçok şeyler sordu. Anlatıldığına göre halifenin, gördüğü haka­ret ve zorbalıktan ötürü konuşurken dili titremişti. Sonra Hoca Nası-rüddin et-Tusî, Vezir İbn Alkamî ve diğerleriyle birlikte Bağdat´a dön­dü. Halife burada koruma altına alınmış, malına da el konulmuştu. Hi­lafet sarayından altın, ziynet, takı, mücevher ve kıymetli eşyalar alındı. Rafîzîler ve münafıklar topluluğu Hülaguhan´a, halifeyle barış yapma­masını önermişlerdi. Vezir; «Irak haracı yarı yarıya paylaşılarak barış yapılacak olursa, bu barış bir veya iki sene ancak devam edebilir. Sonra durum yine eski haline döner» demişti. Böylece halifeyi öldürme işini Hülaguhan´a hoş göstermişlerdi. Halife, Hülaguhan´ın yanma döndü­ğünde Hülaguhan onun öldürülmesini emretti. Anlatıldığına göre onu öldürmesi için Hülaguhan´a tavsiyede bulunan kişi, Vezir İbn Alkamî ile Mevla Nasireddin et-Tusî imiş. Nasireddin, Hülaguhan´m yanında bulunuyordu. Hülaguhan, daha önce onu hizmetinde çalıştırmıştı. O, Alamut kalelerinin alınmasında hayli yararlılık göstermiş ve bu kalele­ri îsmailîler´in elinden almıştı. Nasireddin, Şemsü´ş-Şümus´un ve baba­sının, daha önce de Alaeddin b. Ceialeddin´in vezirliğini yapmıştı. Bun­lar Nizar b. Müstansır el-Ubeydî´ye mensup idiler. Hülaguhan, danış­man bir vezir olarak Nasireddin´i hizmetine almıştı. Hülaguhan, halife­yi öldürmekten çekindiğinde vezir ona bu işi kolay göstermiş ve kanı ye­re dökülmesin diye halifeyi bir çuval içinde tekmeleyip ezerek öldür­müşlerdi. Çünkü kendilerine anlatıldığına göre halifenin öcünün ken­dilerinden alınmasından korkmuşlardı. Başka bir rivayete göre ise hali­fe boğazı sıkılarak yahut suda boğularak öldürülmüştür. Doğrusunu Al­lah bilir.

Halifenin ve maiyetindeki alimlerin, kadıların, devlet büyükleri­nin, reislerin, emirlerin, ehl-i hail ve´1-akd´ın günahlarına girdiler. Hali­fenin biyografisi, bu sene ölen meşhur şahsiyetlerden bahsedilirken an­latılacaktır. Tatarlar, Bağdat şehrine dağıldılar. Ele geçirebildikleri er­kek, kadın, çocuk, yaşlı, ihtiyar, genç herkesi öldürdüler. İnsanlar kor­kularından kuyulara, ot ambarlarına, çöplüklere girip oralarda günler­ce gizlendiler. Ortaya çıkmadılar. Bazı insan toplulukları da hanlara gi­rip toplanıyorlar, kapılan üzerlerine kilitliyorlardı. Tatarlar, bu kapıla­rı kırarak, ya da yakarak içeri giriyorlar, içerideki insanlar binaların damına kaçıyorlar, Tatarlar onları orada yakalayıp öldürüyorlardı. Öy­le ki bu damların oluklarından sokaklara kanlar akıyordu. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allah´a aidiz ve O´na dönücüleriz.) Mescitlerde, camilerde ve hankâhlarda aynı hal cereyan ediyordu. Ta­tarların elinden sadece zımmî olan Yahudi ve Hristiyanlar ile onlara ve Vezir İbn Alkamî denen Rafîzî´nin evine sığınan ve kendilerinden aman alan tüccar topluluğundan başkası kurtulamamıştı. Tüccarlar da kendi canlarını ve mallarını korumak için Tatarlara bol miktarda haraç ver­mişlerdi. Babed şehri, şehirlerin en şen ve en mamuru iken harabeye dönmüş, orada az sayıda insan kalmıştı, onlar da korku, açlık ve zillet içindeydiler. Bu hadiseden önce Vezir İbn Alkamî, askerleri dağıtmak, isimlerini divandan düşürmek için epey uğraşmıştı. Müstansır´m son zamanlarında askerlerinin sayısı 100.000 kadardı. Bunların bazı ko­mutanları, kisralan andıran büyük hükümdarlar gibi bir tavır içine gir­mişlerdi. Vezir İbn Alkamî bunların sayısını azaltmış, sadece 10.000 as­ker bırakmıştı. Sonra Tatarlarla mektuplaştı ve onları ülkeyi ele geçir­meğe tamahlandırdı. Bu işin kolay olacağını söyledi. İşin hakikatini kendilerine anlattı. Adamlarının zayıflığını açıkladı. Bütün bunları, Rasûlullâh´ın sünnetini külliyen yok etmek, Rafizîler´in bid´atmı ortaya koymak, Fatımîler´den bir halifeyi tahta geçirmek, alimleri ve müftüleri helak etmek arzusuyla yapmıştı. Oysa Allah kendi işinin hakimidir. Tu­zağım başına geçirdi. Sarsılmaz bir izzetten sonra onu zelil kıldı. Halife­nin veziri iken onu Tatarların uşağı haline getirdi ve o, Bağdat´ta öldü­rülen erkek, kadın ve çocukların günahına girdi. Hüküm, göklerle yerin Rabbi olan yüce Allah´ındır.

Bağdatlıların başına gelen bu felakete yakın bir felaket de Ku­düs´teki İsrail oğullarının başına gelmişti. Yüce Allah bu hadiseyi şöyle beyan buyuruyor:

«Biz, Kitap´ta İsrailoğullan´na: Sizler, yeryüzünde iki defa fesat çı­karacaksınız ve azgınlık derecesinde bir kibre kapılacaksınız, diye bil­dirdik. Bunlardan ilkinin zamanı gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kul­larımızı gönderdik. Bunlar, evlerin arasında dolaşarak (sizi) aradılar. Bu yerine getirilmiş bir vaad´idi.» (ei-isrâ, 4-5).

İsrail oğullarından bir grup salih insan öldürüldü. Peygamber ço­cuklarından bir cemaat de esir alındı. Daha önceleri abid, zahid, din ali­mi ve peygamberlerle şen ve mamur olan Beyt-i Makdis tahrip edildi; bi­naları çöktü, ıssız hale geldi.

İnsanlar bu hadisede Bağdat´ta öldürülen Müslümanların sayısı­nın ne kadar olduğunu değişik rakamlarla ifade etmişlerdir. Kimi 800.000, kimi 1.800.000, kimi de 2.000.000 Müslümanm Öldürüldüğünü söylemişlerdir. înna lillahi ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allah´a ai­diz ve O´na dönücüleriz.) Güç ve kuvvet, ancak yüce Allah´ındır.

Tatarlar, muharrem ayının sonlarında Bağdat´a girmişler, kılıçları kırk gün müddetle adam öldürmüşlerdi. Mü´minlerin emiri halife Muş­tasını Billah da bu sene safer ayının ondördünde çarşamba günü Öldü­rülmüş, mezarının izi kaybedilmişti. Öldürüldüğünde kırkyedi yaşın­dan dört ay almıştı. Onbeş sene, sekiz ay ve birkaç gün süreyle halifelik yaptı. Kendisiyle birlikte büyük oğlu Ebü´l-Abbas Ahmed de öldürül­müştü. Ebü´l-Abbas o zaman yirmibeş yaşındaydı. Daha sonra yirmiüç yaşında olan ortanca oğlu Ebü´1-Fadl Abdurrahman öldürüldü. Küçük oğlu Mübarek ile kızkardeşleri Fatıma, Hatice ve Meryem esir alındılar. Anlatıldığına göre hilafet sarayından 1.000´e yakın da bakire esir alın­mıştır. Doğrusunu Allah bilir, inna lillahi ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allah´a aidiz ve O´na dönücüleriz).

Hilafet sarayının üstadı Şeyh Muhiddin Yusuf b. Şeyh Ebü´l-Ferec b. Cevzî de öldürüldü. Bu zat vezirin düşmanıydı. Oğulları Abdullah, Abdurrahman ve Abdülkerim de Öldürülmüşlerdi. Bu arada devlet erkânı da peşpeşe öldürülmüştü. Öldürülenler arasında küçük mabe­yinci Mücahidüddin Aybek ile Şihabüddin Süleymanşah ve ehl-i sünnet emirlerinden ve beldenin büyüklerinden bir topluluk da vardı. Abbas oğullarından öldürülecek bir kişi hilafet sarayından çağırılıyor, o da ço­luk çocuğunu, kadınlarını alıp saraydan çıkarak Hallal mezarlığına gi­diyordu. Burası sarayın balkonunun karşısında bulunuyordu. Sonra orada koyun boğazlanır gibi boğazlanıyordu. Tatarlar, seçtikleri kızları ve cariyeleri ise öldürmeyip, esir alıyorlardı. Halifenin eğitmeni Şey-hü´ş-Şüyûh Sadreddin Ali b. Neyar, hatipler, imamlar ve Kur´an hafızla­rı da öldürüldüler. Bu yüzden Bağdat´taki mescitler birkaç ay kapalı kaldı. Cemaat camilerde toplanıp cuma namazlarını dahi kılamadılar. Vezir îbn Alkamî -Allah ona lanet etsin ve onu kahretsin- Bağdat´taki mescitleri, medreseleri ve hankâhlan kapatmak istedi. Meşhedlerin ve Rafizî mahallelerinin ise açık kalmasını, Rafizîler için de muazzam bir medrese yapılmasını arzu etti. Burada ilimlerini yaymayı ve bayrakla-nnı damına dikmeyi diliyordu. Ancak Cenâb-ı Allah bunu ona nasib et­medi. Aksine nimetini elinden aldı. Ömrünü kısalttı. Bu hadiseden bir­kaç ay sonra öldü. Peşi sıra oğlu da öldü. Allah bilir ya ikisi cehennemindip çukurunda bir araya gelmişlerdir.

Mukadder olan bu iş tamamlanıp Bağdat´da kırk günlük felaket so­na erince şehrin altı üstüne gelmişti. Orada tek tük insandan başkası kalmamıştı. Yollarda ölü yığınları tepecikler meydana getirmiş, yağ­mur yağınca suretler değişmişti. Bu ölülerden ötürü şehir kokuşmuş, hava bozulmuş, bundan dolayı şiddetli bir veba salgını meydana gelmiş­ti. Bu salgın hava zerrecikleri vasıtasıyla Şam ülkesine de sirayet etmiş, havanın bozulması ve kokunun pis oluşu nedeniyle bir çok insan ölmüş­tü. İnsanlar kıtlık, veba, ölüm ve taun belalarına maruz kalmışlardı. İn-na lillah ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allah´a aidiz ve O´na dönücü­leriz.)

Artık şehirde güven hasıl olduğu ilan edilince Bağdat´ın yer altın­daki bodrumlarında, mezarlarda ve dehlizlerde gizlenmiş olan kimseler sanki mezarlarından çıkmış ölüler gibi ortaya çıktılar. Birbirlerini tanı­yamadılar. Baba oğlunu, kardeş kardeşini tanıyamıyordu. Şiddetli bir vebaya yakalandılar. Hepsi öldüler. Kendilerinden önce ahirete göçen­lerin peşine takılıp onlara kavuştular. Gizliyi, gizlinin de gizlisini bilen zatın emri ile toprak altında bir araya geldiler. En güzel isimlere sahip olan Allah´tan başka bir ilah yoktur. Bağdat´a musallat olan Hülagu-han, bu sene cenıaziyelevvel ayında Bağdat´tan ayrılıp ülkesinin baş­kentine döndü. Bağdat idaresini Emir Ali Bahadır ile Vezir İbn Alkamî´ye bıraktı. Emir Ali Bahadır şahnelik (emniyet müdürlüğü) ya­pacaktı. Ancak Cenâb-ı Allah, Vezir İbn Alkamî´ye nrsat vermedi. O, bu sene cemaziyelahir ayının başında altmışüç yaşında öldü. Vezir İbn Alkamî inşâ ve edebiyatta ileri derecelere ulaşmış, katıksız bir Şiî ve pis bir Rafızî idi. Yorgunluktan, kederden, hüzünden ve pişmanlıktan ötü­rü ölmüştü. Ölümün kendisini götüreceği yere kadar gitti. Kendisinden sonra vezirliğe oğlu İzzeddin b. Fadl Muhammed geçti. Allah onu da bu sene sonunda babasına kavuşturdu. Hamd ve minnet Allah´adır.

Ebu Şâme, şeyhimiz Ebu Abdillah ez-Zehebî ve Kutbeddin el-Yonî´nin anlattıklarına göre bu sene Şam´da insanlara şiddetli bir veba musallat olmuştu. Bunun sebebi de Irak´taki ölülerin çokluğundan Ötü­rü havanın bozulması idi. Bu nedenle hastalık Şam mıntıkasına da sira­yet etmişti. Doğrusunu Allah bilir.

Bu sene Mısırlılar, Kerek sahibi Melik Muğis Ömer b. Adil el-Kebîr ile savaştılar. Melik Muğis´in zindanında deniz komutanlarından bir topluluk mahpus bulunuyordu. Mahpuslar arasında Rükneddin Bay-bars el-Bendakdarî de vardı. Mısırlılar, Melik Muğis´i ve askerlerini bozguna uğrattılar. Beraberlerindeki malları ve eşyaları yağmaladılar. Komutanlarının büyüklerinden bir grubu esir alıp, elleri kolları bağlı vaziyette öldürdüler. Bundan sonra Melik Muğis ve askerleri, çok feci ve perişan bir halde Kerek´e döndüler. Yollarda fesat çıkarıp, ülkeyi bozguna sürüklediler. Dımaşk valisi Nasır, onlara karşı çıktı. Ona aldırış et­mediler. Askerler Rükneddin Baybars´m işareti üzerine içinde otur­makta olduğu otağın iplerini, kopardılar. Aralarında, anlatımı burada uzun sürecek savaşlar ve vak´alar cereyan eti. Yardımına başvurulacak olan zât, yüce Allah´tır. [10]



Hicretin Altıyüzellialtıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler


Zamanın Halîfesi Müstasım Bîllah


Irak´taki Abbasî halifelerinin sonucusuydu. Allah ona rahmet et­sin. Şeceresi şöyledir:

Ebu Ahmed Abdullah b. Müstansır Billah Ebu Cafer Mansur b. Za­hir Biemrillah Ebu Nasır Muhammed b. Nasır Lidinillah Ebü´l-Abbas Ahmed b. Müstadî Biemrillah Muhammed el-Hasan b. Müstencid Bil­lah Ebu Muzaffer Yusuf b. Muktefî Lienırillah Ebu Abdillah Muham­med b. Müstazhir Billah Ebü´l-Abbas Ahmed b. Muktedî Billah Ebü´l-Kasım Abdullah b. Zahire Ebu Abbas Muhammed b. Kaim Biemrillah Abdullah b. Kadir Billah Ebü´l-Abbas Ahmed b. Emir îshak b. Muktedir Billah Ebü´1-Fadl Cafer b. Mutedid Billah Ebü´l-Abbas Ahmed b. Emir el-Muvaffak Ebu Ahmed Talha b. Mütevekkil Alallah Ebü´1-Fadl Cafer b. Mu´tasım Billah Ebu İshak Muhammed b. Reşid Ebu Muhammed Ha­run b. Mehdi Ebu Abdillah Muhammed b. Mansur Ebu Cafer Abdullah b. Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas b. Abdülmuttalib b. Haşim el-Haşimî el-Abbasî. Hicretin 609. senesinde doğdu. Hicretin 640. senesi­nin cemaziyelahir ayının yirmisinde halifeliğine biat edildi. Hicretin 656. senesinin safer ayının ondördünde çarşamba günü öldürüldü. Öl­dürüldüğünde kırkyedi yaşındaydı. Yüce Allah kendisine rahmet etsin. Sureti güzel, içi temiz, akidesi sağlam bir kimseydi. Adalette, çokça sa­daka vermede, alim ve abidlere ikramda bulunmada, babasının yolunu takip ediyordu. Hafız İbn Neccar, Müeyyed et-Tusî, Ebu Ruh Abdülaziz b. Muhammed el-Herevî, Ebu Bekir Kasım b. Abdullah b. Seffar ve baş­kalarının da bulunduğu Horasan alimlerinin bir cemaatından onun için icazet alındığını söylemiştir. Aralarında Şeyhü´ş-Şuyuh Sadreddin Ebü´l-Hasan Ali b. Muhammed b. Meyar´m da bulunduğu bir cemaat, kendisinden hadis rivayet etmiştir ki Şeyhüşşuyuh Sadreddin onun müeddibi ve terbiyecisi idi. Kendisi de İmam Muhyiddin b. Cevzî´ye, Şeyh Necnıeddin el-Baderafye icazet vermiştir. Bu ikisi de kendisinden almış oldukları icazete dayanarak hadis rivayet etmişlerdir. Allah ken­disine rahmet etsin. Sünnî bir kimseydi. Selefîlerin yolundaydı. Ehl-i Sünnet ve´l Cemaat itikadına sahipti. Babası ve dedesi de böyleydiler. Yalnız kendisinde biraz yumuşaklık, dalgınlık, mal toplama sevgisi var­dı. Bu cümleden olmak üzere Nasır Davud b. Muazzam´m 100.000 dinar değerindeki emanet malını inkâr etmişti. Kendisinden aşağı durumda­ki bir kimsenin böyle yapması çok çirkin karşılanacağına göre bir halife­nin böyle yapması elbetteki daha da çirkindir. Ehl-i kitaptan bile bazı kimseler vardır ki, onlara kantarlarca mal versen onlar bu emaneti sa­na iade ederler. Nitekim yüce Allah bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuş­tur:

«Ehl-i kitaptan öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet bıraksan, onu sana noksansız iade eder. Fakat onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet bıraksan, tepesine dikilip durmazsan onu sana iade et­mez.» (Âl-t îmrân, 75).

Tatarlar, halife Müstasım´ı bu sene safer ayının ondördünde çar­şamba günü mazlum olarak öldürdüler. Öldürülürken kırkyedi yaşın­dan dört ay almıştı. Onbeş sene sekiz ay ve birkaç gün süreyle halifelik yapmıştı. Allah ona rahmet etsin. Makamını âli kılsın. Toprağını da rahmet ile ıslatsın. Kendisinden sonra iki oğlu öldürüldü. Üçüncü oğlu da kendi sulbünden üç kızıyla birlikte esir alındı. Kendisinden sonra hi­lafet makamı boş kaldı. Abbas oğullarından onun yerini dolduracak bir kimse kalmamıştı. Adaletle insanlar arasında hükmeden, kendilerin­den bağış umulan, satvetlerinden korkulan Abbasîlerin sonuncu halife­si o olmuştu. Abbas oğullarının hilafeti Abdullah es-Seffah ile başladığı gibi Abdullah el-Müstasım ile de sona ermişti. Önceki kısımlarda da an­latıldığı gibi Emevî devletinin yıkılmasından sonra hicretin 132. sene­sinde Seffah´a bey´at edilmiş, böylece hakimiyeti teessüs etmişti. Abbasîlerin sonuncu halifesi Abdullah el-Müstasım´ın hakimiyet ve hi­lafeti bu sene yok olmuştu. Toplam olarak Abbas oğullarının hakimiyeti 524. sene sürmüştü. Irak´taki hakimiyetleri hicretin 450. senesinden sonra Besasirî´nin zamanında bir yıl ve bir kaç aylık süre için geçici ola­rak ortadan kaldırılmıştı. Ama daha sonra Irak´ta yine hakimiyet kur­dular. Bütün bunları halife Kaim Biemrillah´ın zamanından bahseder­ken detaylı olarak anlatmıştık. Allah´a hamd olsun.

Abbas oğulları İslâm ülkesinin tümüne hakim olamamışlardı. Oy­sa Emevîler İslâm ülkesinin her tarafina, bütün şehirlerine ve beldeleri­ne hakim olmuşlardı. Mağrip diyarı Abbas oğullarının hakimiyeti dışı­na çıkmıştı. Burayı ilk zamanlarda Ümeyye oğullarından Abdurrah-man b. Muaviye b. Hişam b. Abdülmelik ele geçirmişti. Ondan sonra ora­da uzun zamanlar Tavaifü´l-Mülûk hüküm sürmüştü. Abbasîler zama­nında Mısır´da ve Mağrip diyarının bir kısmı ile o çevrede ve bir zaman­larda da Şam´da, Haremeyn´de, Fatımîlerden olduğunu iddia edenler ortaya çıkmışlar, buralara hükmetmişlerdi. Bunlar Abbas oğullarının

elinden Horasan´ı ve Maveraünnehir´i almışlardı. Buralara zaman za­man çeşitli hükümdarlar el koymuşlardı. Hatta öyle zamanlar olmuştu ki, Abbasi halifesinin elinde sadece Bağdat şehri ile Irak´ın bazı şehirle­ri kalmıştı. Çünkü Abbasî hilafeti zayıflamıştı. Halifeler şehvetlerinin peşine düşmüşler, mal toplamakla uğraşmışlardı. Nitekim hadiseler­den ve ölümlerden bahsederken bunları detaylı olarak anlatmıştık.

Fatımî devleti 300 seneye yakın devam etti. Sonuncu halifeleri Adid olmuştu ki, bu, Selahaddin-i Eyyubî´nin devletinin hakim olduğu hicri 560. seneden s,onra ölmüştü. Fatımilerin peşpeşe ondört hüküm­darı tahta geçmişti. Bunlar 297 sene kadar hüküm sürmüşlerdi. Niha­yet Adid, hicretin 560. senesinden sonra vefat etmişti. Rasûlullah (s.a.v.)´m zamanını takip eden peygamberlik hilafeti sahih hadiste de ifade buyurulduğu gibi otuz senelik bir süreyi içine almıştır ki, bu süre­de Ebu Bekir, Ömer, sonra Osman, Ali, Ali´nin oğlu Hasan halifelik yap­mışlardı. Delâilü´n-Nübüvve adlı eserde de anlattığımız gibi bunların toplanı hilafet süresi otuz yılı doldurmuştur. Ali´nin oğlu Hasan´mki altı ay sürmüştü. Bundan sonra hilafetin yerini hükümdarlık almıştı. İslâm hükümdarlarının ilki Muaviye b. Ebî Süfyan Sahr b. Harp b. Ümeyye idi. Ondan sonra oğlu Yezid, Yezid´in oğlu Muaviye tahta geçmişti. Mua­viye ile başlayan bu batın, başka bir Muaviye ile sona ermişti. Bunlar­dan sonra Mervan b. Hakem b. Ebi´l-Âs b, Ümeyye b. Abdişşems b. Abd-i Menaf b. Kusay tahta geçmişti. Mervan´dan sonra oğlu Abdülmelik, Ve-lid b. Abdülmelik, Velid´in kardeşi Süleyman, Velid´in amcasının oğlu Ömer b. Abdülaziz, Yezid b. Velid, Yezid b. Velid´in kardeşi İbrahim en-Nakıs b. Velid, Mervan b. Muhammed b. Mervan (bu eşek lakabını taşır­dı ve bu batnm da sonuncusu idi) tahta geçtiler. Bunların birincisinin adı Mervan olduğu gibi sonuncusu da Mervan adlı biriydi. Bundan son­ra Emevî hakimiyeti yıkıldı. Yerlerine geçen Abbas oğullarının ilk hü­kümdarı Abdullah es-Seffah, son hükümdarı da Abdullah el-Müstasım oldu. Aynı şekilde Fatımî halifelerinin de ilkinin adı Abdullah el-Adid, sonuncusunun adı da Abdullah el-Adid idi. Bu, cidden garip bir rastlan­tıdır. Bunun farkına varanlar çok azdır. Doğrusunu noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir.

Faziletli şairlerden biri bütün halifelerin adlarını içeren şöyle bir