๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => El-Bidaye Ven Nihaye => Konuyu başlatan: Esila üzerinde 17 Kasım 2010, 12:05:03



Konu Başlığı: Kudüs´ün Fethi
Gönderen: Esila üzerinde 17 Kasım 2010, 12:05:03
Kudüs´ün Fethi


 Hicretin Beşyüzseksenînci Senesi

Hicretîn Beşyüzseksenbirinci Senesî

Hicretin Beşyüzseksenbirînci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Mühezzebüddin Abdullah B. Es´ad El-Musılî

Emir Nasîrüddin Muhammed B. Şirkûh.

Mahmudî B. Muhammed B. Alî B. İsmail

Emir Sadeddin Mes´ud.

Sit Hatun İsmetüddîn.

Hafizü´l-Kebîr Ebu Musa El-Medinî

Süheylî Ebü´l-Kasım..

Hicretin Beşyüzseksenikinci Senesi

Hicretin Beşyüzseksenikinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Ebu Muhammed Abdullah B. Ebi´l-Vahş.

Hicretin Beşyüzseksenüçüncü Senesi

Kudüs´ün Fethi

Fethedilişinden Sonra Kudüs´te Kılınan İlk Cuma Namazı

Garip Bir Nükte.

Fasıl

Hicretin Beşyüzseksşnüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Şeyh Abdü´l-Mugîs B. Züheyr El-Harbî

Ali B. Hattab B. Halef

Emir Şemsuddîn Muhammed B. Abdülmelik B. Mukaddem..

Muhammed B. Ubeydullah.

Nasr B. Futyan B. Matar.

Ebü´l-Hasan Ed-Damîğanî

Hicretin Beşyüzseksendördüncü Senesi

Sıfd Ve Hısn-I Kevkeb´in Fethi

Hicretin Beşyüzseksendördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Emîrü´l-Kebir Sülaletü´l-Mülük Ve´s-Selatin.

Ebu Muhammed Abdullah B. Alî

Hafız Hazımî

Hicretin Beşyüzseksenbeşînci Senesi

Akkâ Olayı

Hicretin Beşyüzseksenbeşînci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Kadı Şerefüddîn Ebu Sa´d.

Ahmed B. Abdurrahman B. Vehban.

Fakih Emir Ziyaüddîn İsa El-Hakkâri

Mübarek B. Mübarek El-Kerhî

Hicretin Beşyüzseksenaltıncı Senesi

Fasıl

Fasıl

Fasıl

Fasıl

Fasıl

Fasıl

Hicretin Beşyüzseksenaltıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Alman Hükümdarı

Muhammed B. Muhammed B. Abdullah.

Hicretin Beşyüzseksenyedinci Senesi

Düşmanın Akkâ Şehrini Sultan Selahaddîn´în Elinden Alması


Hicretin Beşyüzseksenînci Senesi


Bu senede Sultan Selahaddin Haleb, Cezire, Mısır ve Şam askerle­rine haber salarak Haçlılarla savaşmak üzere yanma gelmelerini istedi. Mısır´dan Kadı Fadıl´la birlikte kardeşinin oğlu Takiyyüddin Ömer ve askerleri, Haleb´den kardeşi Âdil ve askerleri, Cezire, Sincar ve diğer beldelerin hükümdar ve askerleri yanma geldiler. Hepsini komutasına alıp Kerek üzerine yürüdü. Orayı cemaziyelevvel ayının ondördünde kuşatma altına aldılar. Etrafa dokuz mancınık kurdular. Kuşatma böy­lece başlamış oldu. Sultan Selahaddin, Kerek´i fethetmenin diğer yerle­re nisbetle müslümanlar için daha faydalı olacağına inanmıştı. Çünkü Kerekliler hacıların yollarını kesiyorlardı. Kuşatma başladığı sıralarda Sultan Selahaddin, Haçlıların hep birlikte bir araya gelip süvari ve pi-yadeleriyle Kerek´i savunmak amacıyla üzerlerine gelmekte oldukları­nı duydu. Dönüp bu ordunun üzerine yürüdü. Karşılarındaki Hisan mıntıkasında ordugah kurdu. Sonra Mair üzerine yürüdü. Haçlılar boz­guna uğrayıp Kerek´e doğru kaçtılar. Sultan Selahaddin, peşlerine as­ker koydu. Haçlıların büyük bir kısmını öldürttü. Bunlardan sonra Haç­lı savaşçılarından boşalmış olan kıyı şehirlerine hücumu askerlerine emretti. Nablus´u ve çevresindeki kasabalarla çiftlikleri yağmaladı. Sonra Dımaşk´a döndü. Askerlerinin memleketlerine dönmelerine izin verdi. Kardeşinin oğlu Takiyyüddin Ömer el-Melikü´1-Muzaffer´e, Mı­sır´a dönmesini emretti. Kendisi de ramazan orucunu eda etmek, atları­nı dinlendirmek ve kılıçlarını bilemek amacıyla Dımaşk´ta ikamet etti. O arada halifenin hil´atleri geldi. Sultan Selahaddin, hü´at giydi. Karde­şi Adil´e, amcasının oğlu Nasirüddin Muhammed b. Şirkuh´a da hü´at giydirdi. Sonra da kendi hü´atini Hasankeyf ve Amid valisi Nasirüddin b. Karaarslan´a giydirdi. Hasankeyf ve Amid´i Sultan Selahaddin´in kendisi Nasirüddin b. Karaarslan´a vermişti.

Bu senede Mağrib hükümdarı Yusuf b. Abdülmü´min b. Ali vefat et­ti- Yerine oğlu Yakup geçti.

Bu senenin sonlarında Sultan Selahaddin, Musul valisinin Erbil üzerine hücum ettiği haberini aldı. Erbil valisi de Sultan Selahad-dın´den yardım istedi. Sultan Selahaddin hemen oraya hareket etti. Ön-ce Baalbek´e, sonra Hama´ya uğradı. Orada birkaç gün kaldı. Kâtip

İmad´ın yanına gelmesini bekliyordu. Çünkü o esnada kendisinde bir zaafiyet meydana gelmişti. Baalbek´te ikamete devanı etti. Kadı Fadıl Dımaşk´tan ona Es´ad b. Matran adında bir tabibi gönderdi. Bu tabib ona, en yakın dostuna uygulayacağı Kedavî´yi uyguladı. [1]



Hicretîn Beşyüzseksenbirinci Senesî


Bu sene başında Sultan Selahaddin, Hama şehri dışında ordu­gâhını kurmuştu. Sonra Haleb´e yürüdü. Musul´a gitmek üzere safer ayında Haleb´ten ayrıldı. Harran´a geldi. Harran emiri Muzafferüddin´i tutukladı. Bu, Erbil valisi Zeyneddin´in kardeşiydi. Sonra Sultan Sela­haddin onu affetti. Onu -içinin murdarlığı açığa çıkıncaya kadar- mem­leketinin başına iade etti. Bundan sonra Musul´a gitti. Her taraftan emirler ve hükümdarlar onu karşıladılar. İmadüddin Ebu Bekir b. Ka-raarslan da gelip ona hizmetini arz etti. Sultan Selahaddin yoluna de­vam etti. Musul yakınlarında İsmaililerin üzerine hücum etti.

O yörelerin bütün hükümdarlarının kendisine teslimiyet arzedip boyun eğdikleri Erbil valisi Nureddin de geldi. Sonra Sultan Selahad­din, Ziyaeddin eş-Şehrezorî´yi halifeye gönderdi ki, Musul´u kuşatmaya niyetli olduğunu kendisine bildirsin. Tek amacı, Musulluları tekrar ha­lifenin itaati altına almak ve Müslümanlara yardım etmekti. Musul´u bir süre kuşatma altında tuttu. Sonra fethetmeden oradan ayrılıp gitti. Ahlat´a doğru yürüdü. Birçok beldeleri istila etti. Cezire ve Diyarbakır beldelerinin bir çoğunu da itaat altına aldı. el-Kâmil adlı eserinde İb-nü´1-Esir´in ve er-Ravzateyn adlı eserin sahibinin anlattığı birçok olay­lar cereyan etti. Sonra Sultan Selahaddin ile Musullular arasında bir barış antlaşması yapıldı. Yalnız Musullular -Haçlılarla savaşmak için kendilerini yardıma çağırdığı takdirde- onun ordusunda yer alacaklar, onun adına hutbe okutacaklar, onun adına para bastıracaklardı. Bu şartların tamamı yerine getirildi. Oralarda Selçuklular ve Azizîler adı­na hutbe okutulmasına son verildi. Bundan sonra Sultan Selahaddin, şiddetli bir hastalığa yakalandı. Kendisi mukavemet gösteriyor, acıları­nı açığa vurmuyordu. Ama hastalığı artıp şiddetlendi. Bu halde iken Harran´a gitti. Hastalığın şiddetinden orada ordugâh kurdu. Hastalığı, ülkenin her tarafında duyuldu. İnsanlar korktular, kâfirler ve dinsizler onun öleceğim duyarak sevindiler. Kardeşi Âdil, Haleb´ten tabib ve ilaç getirdi. Onun son derece bitkin olduğunu gördü. Vasiyetini yapmasını önerdi. O da şöyle dedi:

«Geride Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali´yi bıraktığıma göre vasiye­ti ne yapayım.» Böyle demekle kardeşi Adil Ebu Bekir´i, kardeşinin oğlu ve Hama valisi olup o esnada Mısır naibliği yapan ve Mısır´da ikamet eden Takiyyüddin Ömer´i, oğulları Aziz Osman ile Efdal Ali´yi kasdetmisti. Sonra Cenâb-ı Allah´ın kendisine şifa vermesi durumunda bütün himmetini Haçlılarla savaşmaya yönelteceğine, artık hiçbir Müslü-manla savaşmayacağına, yegane amacının Kudüs´ü fethetmek olacağı­na dair adakta bulundu. Sahip olduğu mal ve zahirenin tamamını Ku­düs´ü fethetmek uğruna harcayacak olsa bile yegane amacının Kudüs´ü fethetmek olduğunu söyledi. Kerek valisi prensi bizzat kendi eliyle öldü­receğine ahd etti. Çünkü prens, ahdini bozmuş, Rasûlullah (s.a.v.)´ı tah­kir etmişti. Mısır´dan Şam´a gitmekte olan Müslüman bir kervanı yaka­lamış, mallarını ellerinden alıp boyunlarını vurmuştu. Böyle yaparken de «Hani Muhammed´iniz nerede Çağırın da yardımınıza gelsin» de­mişti. Bu adağını Sultan Selahaddin, Kadı Fadıl´ın işareti üzerine yap­mıştı. O, kendisim böyle bir adakta bulunmaya yöneltip teşvik etmişti. Sultan Selahaddin Cenâb-ı Allah´a böyle söz verince yüce Allah da onu hastalığından kurtarıp şifaya kavuşturdu ve hastalığı da günahlarına kefaret oldu. Şifa bulunca ülkenin her tarafında sevinç ve müjde davul­ları çalındı. Ülkenin her taran süslendi. Dımaşk´ta ikamet etmekte olan Kadı Fadıl da Muzaffer Ömer´e bir mektup yazarak Sultan Selahad-din´in tamamen iyileştiğini ve şifa haberinin her tarafa yayıldığım, ka­ranlıklardan sonra nurların doğduğunu, önceleri gizlenen şifanın eser­lerinin ortaya çıktığım, hastalığın yüz çevirip gittiğini, hastalık ateşi­nin söndüğünü, tozlarının silindiğini, serlerinin söndüğünü bildirdi. Hamd ve minnetini Allah´a bildirdi. Mektubunun devamında da şöyle dedi: «.... Bu sadece bir tökezleme ve neticesinde de kurtuluştur. Allah, bu tökezlemenin şerrinden ve utancından sultanı korudu. Bu, Cenâb-ı Allah´ın Müslümanları utancından koruduğu büyük bir günahtı. Nefis­lerimizi imtihan ettiği bir tevbe idi. Ne kadar az sabırlı olduğumuzu gör­dü. Cenâb-ı Allah duaları boşa çıkaracak değildir. Halisane yapılan kalbî duaları kabul edicidir. Her ne kadar icabet yolları günahla tıkan-rnışsa da Cenâb-ı Allah´ın icabeti duracak değildir. Genişliğe kavuştu­racağına dair vaadini mutlaka yerine getirecektir. Ama bizler ümitsizli­ğe kapılmıştık.

Önce bir ölüm beklentisiydi Ancak zaman buna bir mim harfini ek­ledi.

Böylece ölüm haberi anlamına gelen "na´yun" kelimesi mimlenince nimet odu.

Perişanlıktan sonra nimete kavuşuldu. Uyarıcının söyledikleri mutlaka yerine gelecektir. Ben güneşin ve yıldızların doğduğunu gördüm. Mevlamız Sultan Melikü´n-Nâsır Selahaddin yeniden kendine gel­di. Azmi ve kararı keskindir. Savaşa hazırlıklıdır. Kulların Rabbine tev­be etmiştir. Cennet bahçesine de sergiler serilmiştir. Hesap tamamlan­mış olup Sıratı geçmişizdir. Biz, devenin korkusundan, iğne deliğine girdiği zorlu hallere kendimizi siper etmişizdir.»

Sonra Sultan Selahaddin iyileşince Harran´dan ayrılıp Haleb´e git­ti. -Oradan da Dımaşk´a vardı. Artık tamamen iyileşmişti. O gün görül­meye değer muazzam bir gündü. [2]



Hicretin Beşyüzseksenbirînci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler


Mühezzebüddin Abdullah B. Es´ad El-Musılî


Fakihti. Humus müderrisliği yaptı. Çeşitli ilimlerde yükselmişti. Özellikle şiirde ve edebiyatta seçkin bir şahsiyet haline gelmişti. Kâtip İmad ve Şeyh Şihabüddin Ebu Şâme kendisini çok övmüşlerdir. [3]



Emir Nasîrüddin Muhammed B. Şirkûh


Humus ve Rahbe valisi idi. Sultan Selahaddin´in amcasının oğlu­dur. Sultan Selahaddin´in kızkardeşi Sittüşşam binti Eyyub ile evliydi. Humus´ta vefat etti. Karısı onun naaşım Şam´daki Berraniye türbesine naklettirdi. Mezarı, karısı ile Yemen hükümdarı ve kayın biraderi Mu­azzam Turanşah´m mezarları arasındadır. Çok miktarda para ve zahire bıraktı. Bıraktığı para 1.000.000 dinardan fazlaydı. Arefe gününde ani bir ölümle vefat etti. Kendisinden sonra yerine Sultan Selahaddin´in emri üzerine oğlu Esedüddin Şirkûh geçti. [4]



Mahmudî B. Muhammed B. Alî B. İsmail


Mahmudî b. Muhammed b. Ali b. İsmail b. Abdürrahim Şeyh Cema-leddin Ebü´s-Sena Mahmudî b. Sabunî. Meşhur imamlardandır. Dedesi Sultan Mahnıud b. Zengi´nin sohbetinde bulunduğu için kendisine Mahmudî denilmiştir. Dedesi ona çok kıymet vermişti. Sonra kalkıp Mı­sır´a gitti ve oraya yerleşti. Sultan Selahaddin de kendisine ikramda bu­lunurdu. Ona vakıf te´sis etmişti. Çoluk çocuğuna da araziler vermişti ve bu araziler zamanımıza kadar onun zürriyetinin elindedir. [5]



Emir Sadeddin Mes´ud


Sadeddin Mes´ud b. Muineddin. Nureddin ile Selahaddin zamanla­rında büyük emirlerdendi. Sit Hatun´un kardeşidir. Bu, kızkardeşi Sit Hatun´u Selahaddin´le evlendirdiği zaman Selahaddin de kendi kız kar­deşi Rebia Hatun binti Eyyub´u onunla evlendirdi. Hanbeliler için Kas-yun dağı eteklerinde yaptırılan Sahibiye medresesi, Rebia Hatun´a nis-bet edilir. Rebia Hatun da hicretin 643. senesine kadar yaşamıştır. O Eyyûb´un öz çocuklarının sonuncusudur.

Emir Sadeddin Mes´ud Silvan (Meyyafarikin) kuşatması esnasın­da aldığı bir yaradan ötürü bu senenin cemaziyelahir ayında Dımaşk´ta vefat etti. [6]



Sit Hatun İsmetüddîn


Sit Hatun İsmetüddin binti Muineddin. Babası Muineddin, önceki kısımlarda da anlatıldığı gibi Nureddin´den önce Dımaşk´m naibi ve Dı-maşk askerinin de atabeği idi. Sit Hatun İsmetüddin, Nureddin´in karı­sıydı. Nureddin´den sonra hicretin 572. senesinde Sultan Selahaddin´le evlendi. Sit Hatun İsmetüddin çok güzel, iffetli, çokça sadaka veren bir kadındı Hatta bu hususta kadınların önde gelenlerindendi. Hacerü´z-Zeheb mahallesindeki Hatuniye el-Cevaniye vakfının sahibidir. Banyas taraflarında Babünnasr dışındaki Hatun hankâhının da sahibesidir. Kendisi vefat edince Kasyun dağının eteklerinde Serkesiye kubbesinin yanına defnedildi. Türbesinin bitişiğinde Eşrefiye ve Atabegiye Darül-hadisi vardır. Kendisinin bu saydıklarımızdan başka bir çok vakıfları da vardır. San´aü´ş-Şam mahallesinde kanallar üzerindeki Hatuniye el-Berraniye vakfına gelince burası, Tellüssealib diye bilinen ve Çavlu´nun kızı Zümrüt Hatun tarafından inşa edilen bir yerdir. Sit Zümrüt Hatun, Melik Doknıak´m anabir kızkardeşidir. Zümrüt Hatun, Haleb valisi Nu­reddin Mahmud´un babası Zengi´nin zevcesiydi. O, önceki kısımlarda da anlatıldığı gibi bu tarihten önce vefat etmiştir. [7]



Hafizü´l-Kebîr Ebu Musa El-Medinî


Muhammed b. Ömer b. Muhammed el-îsbehanî el-Hafızu´1-Musevî el-Medinî. Dünyada meşhur hadis hafızlarından biri olup hadis derle­mek amacıyla çeşitli beldelerde seyahatlerde bulunmuş olup birçok tas­nif eserleri ve hadis şerhleri vardır. Allah rahmet etsin. [8]



Süheylî Ebü´l-Kasım


Süheylî Ebü´l-Kasım Ebu Zeyd Abdurrahman b. Hatib Ebu Mu­hammed Abdullah b. Hatib Ebu Ömer b. Ebil-Hasan Asbağ b. Hüseyin b. Sadun b. Rıdvan b. Fütuh el-Has´amî es-Süheylî.

Kadı İbn Hallikân´ın anlattığına göre Süheylî, kendisine soy kütü-günü böyle yazdırmıştır. Süheylî, Malaka yakınlarında Süheyl adında-bir köye nisbetini ifade etmektedir. Çünkü Süheyl yıldızı o mıntıka-larda sadece Malaka yakınındaki Süheyl köyünde yüksek bir dağın epesinde görülebilirdi. Süheyl köyü Mağrib ülkesinin içinde yer almak­tadır.

oüheylî, hicretin 508. senesinde doğdu. Kıraat ilimlerini tahsil etti. İlimle iştigal etti. Nihayet aklının kuvveti, zihninin sağlamlığı, tasnifa-tının güzelliği sayesinde kendi zamanın insanlarının fevkine çıktı. Bu da Cenâb-ı Allah´ın ona bahş ettiği bir lütuf ve rahmet idi. Bununla bir­likte Süheylî ama bir kimseydi. er-Ravdu´1-Ünf adlı eser kendisine ait­tir. Bu eserinde sirete dair güzel nükteler anlatmıştır ki onun bu nükte­lerinin tamamını ve çoğunu daha önce başkaları bilmiş değildir, el-A´lam fîmâ Übhime fi´1-Kur´an mine´l-Esmai´l-A´lâm, Kitabü Metaicu´l-Fikr, Mes´eletun fil-Feraizi Bediah, Mes´eletün fi Siri Kevni´d-Deccal el-AVer gibi eserleri vardır. Ayrıca san´atkârane yazılmış faydalı başka birçok eserleri ve güzel şiirleri de vardır. Yoksul ama iffetli bir kimseydi. Ahir ömründe Merakeş valisi tarafından kendisine bahşedilen arma­ğanlarla çok miktarda servete sahip oldu. Bu senenin şaban ayının yir-mialtısmda perşembe günü vefat etti. Yüce Allah´a yalvarıp yakardığı ve duasına icabet edileceğini umduğu bir kasidesi vardır. Bu kasideyle Rabbine tazarru ve niyazda bulunurdu:

«Ey gönüldeki herşeyi görüp duyan,

Ey olacak olan herşeyi hazırlayan,

Ey musibetler anında kendisine umut bağlanılan,

Ey kendisine şikâyet ve yakarışların arzedildiği zat,

Ey rızık hazineleri "kün" sözünde gizli olan,

Lütfet. Çünkü bütün hayırlar senin katındadır.

Yoksulluğumdan başka sana ulaşacak bir vesilem yoktur.

Yakararak yoksulluğumu sana iletiyorum.

Senin kapını çalmaktan başka bir çarem yoktur.

Eğer geri çevrilecek olursam hangi kapıyı çalayım.

Ey adını anarak ümitlendiğim ve medet dilediğim,

Eğer senin lutfun, yoksulundan esirgenirse,

Haşa senin şerefinden,

Sen asiyi dahi rahmetinden yoksun bırakmazsın.

Lütfün bol, bağışların geniştir.» [9]



Hicretin Beşyüzseksenikinci Senesi


Bu senenin rebiyülevvel ayının ikisinde Sultan Selahaddin iyileş­tikten sonra Dımaşk şehrine gitti. Kadı Fadıl´ı ziyaret etti. Bazı işlerde onun fikrini aldı. Ona danışmadan hiç bir işe kesin karar vermiyordu. Dımaşk naibliğinde oğlu Efdal Ali´yi bıraktı. Kardeşi Ebu Bekir Adil, Haleb valiliğini, damadı ve Sultan Selahaddin oğlu Melik Zahir Gazi´ye bıraktı. Sultan Selahaddin de kardeşi Ebu Bekir Adü´i, oğlu İnıadüddin Osman el-Melikü´1-Aziz´le birlikte Mısır diyarına gönderdi. Oğlu İmadüddin veziri (Atabeği) ona ayrıca çok miktarda ikta araziler verdi. Mı­sır´da naib olarak bulanan kardeşinin oğlu Takiyyüddin Ömer´i görev­den aldı. Ömer, İfrikiye´ye gitmeye karar verdi. Ancak Sultan Selahad­din onun gönlünü aldı. Nihayet o da askerleriyle birlikte Sultan Sela-haddin´in yanına geldi. Sultan Selahaddin ona ikramda bulundu, saygı gösterdi. Daha önce kendisinin idaresi altında bulunan Hama şehrini ve onunla birlikte birçok beldeleri de kendisine verdi. Bütün bunlara ek olarak Meyyafarikin (Silvan) şehrini de ona verdi. er-Ravzateyn adlı eserde nakledilen bir kasidesi ile Kâtip İmad onu methetti.

Bu senede Trablus kontu Komes, Sultan Selahaddin´le barış ant­laşması yapıp dost oldu. Öyle ki Komes, Haçlılarla şiddetlice savaşmağa başladı. Kadınlarını ve çocuklarını esir aldı. Neredeyse Müslüman ola­caktı. Ancak Sultan Selahaddin onu engelledi. O da küfür ve tuğyan ha­linde öldü. Onunla yapılan barış, Haçlılara karşı muzaffer olmanın en güçlü sebeplerinden biri oldu. Hristiyanlığın çökmesinin en kuvvetli se­beplerden biri oldu. Kâtip İmad dedi ki:

Bu senenin şaban ayında âlemin harap olacağı hususunda münec­cimler icma ettiler. Dediklerine göre altı yıldız (gezegen) şaban ayında terazi burcunda bir araya gelecek ve bu yüzden ülkenin her tarafında fırtınalar kopacak. Cahil halktan bazıları da dağlarda mağaralar, yeral­tında bodrumlar kazarak kendilerini buna hazırladılar. Çünkü bundan çok korkmuşlardı.

Ancak Şaban ayının belirtilen gecesi geldiğinde o kadar sükunetli, o kadar durgun, o kadar sakin bir gece yaşandı ki daha önceleri öylesine sessiz ve sükunetli bir gece görülmemişti. Bu meseleyi birçok yerlerde birden fazla insan anlatmıştır. Müneccimlerin bu olayda yalancı çıktık­larına dair şairler çok güzel şiirler Hazmetmişlerdir ki bunlardan biri şudur:

«Takvimi ve cetveli parçala. Çünkü hata açığa çıkmıştır.

Takvim ve cetvel boş ve anlamsız şeylerdir.

Remil boşa çıktı. Saflık ve berraklıkla herşey doldu.

Yeryüzünde sarsıntı, haraplık ve çürüme genelleşti.

Derim ki yedi gezegen kesin bir ilahi karara ve yasaklamaya göre hareket ederler.

Bunlar ne zaman terazi burcuna inerlerse hava karışır.

Yeryüzüde sağlam bir kazık gibi sabitleşir.

Sız hüküm verdiniz ama, Allah dilediği hükmü verdi.

Sizin bu dediklerinizi ne şeriat ne de peygamberler ortaya koymuş değildir.

Alimlerin güldüğü bir maskara haline geldiniz.

Şairlerin hakkınızda söylediği sözler, sizin için utanç ve ayıp olarak yeter.

Bu iktidarda da size bir lokma ekmeği sadece emirler vermiştir.

Keşke dinî hususlarda sizin gibi rezillere ihsanda bulunmasalar.

Batlamyus´un usturlabına ve cetveline artık önem verilmez, o, yok olmuştur.

Gök kubbe yer üzerinde durduğu ve yere cömertlik saçtığı sürece o cetvellere ve takvimlere rüsvaylık olsun.» [10]



Hicretin Beşyüzseksenikinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler


Ebu Muhammed Abdullah B. Ebi´l-Vahş


Ebu Muhammed Abdullah b. Ebil-Vahş Böri b. Abdülcebbar b. Böri el-Makdisî. Aslen Kudüslüdür. Sonra Mısır´a gelip yerleşmiştir. Kendi zamanında lügat ve nahiv alimlerinden biriydi. İbn Bapşat´tan sonra kendisine risaleler arzedildi. Bu konuda geniş bilgiye sahipti. Konuş­malarında ve yazılarında muğlak ifadeler kullanmaktan sakınırdı. İn­sanlara hitapta bulunduğu zaman kelimeleri eğip bükmez, irabı zorlaş-tırmazdı. Faydalı eserleri vardır. Seksenüç yaşında bu senede vefat etti. Yüce Allah rahmet etsin. Doğrusunu noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [11]



Hicretin Beşyüzseksenüçüncü Senesi


Bu senede Kudüs´ün fethedileceğinin bir ön işareti olarak Hittin sa­vaşı yapıldı. Bu, Kudüs´ün kâfirlerin elinden kurtarılacağının bir nişa­nesi idi. İbnü´1-Esir dedi ki:

«Bu savaşın ilk günü cumartesi, aynı zamanda Nevruz günüydü. Bu gün, Fars (İran) takvimine göre yılbaşıdır. Aynı gün, Rumî senenin de başına denk gelmişti. İşte bu günde güneş, oğlak burcuna girmişti. Yine bu günde ay da oğlak burcuna girmişti. Böyle bir durum hemen he­men mümkün değildir. Eşine çok ender rastlanılan bir haldir. Sultan Selahaddin de muharrem ayının başında cumartesi günü ordusuyla bir­likte Dmıaşk´tan ayrıldı. Ra´sül-Ma´ya geldi. Orada oğlu Afdal´ı bir grup askerle bıraktı. Kendisi diğer askerleriyle birlikte Basra´ya doğru ilerle­di. Kasr Ebi Selam´da otağ kurdu. Hacıların gelmesini beklemeye başla­dı. Gelecek olan hacılar arasında kızkardeşi Sittüşşam, kızkardeşinin oğlu Hüsameddin Muhammed b. Ömer b. Laçin de vardı. Hacıları Kerek prensinin baskınına karşı korumak düşüncesiyle orada beklemeye ko­yuldu. Hacılar salimen orayı geçtikten sonra Sultan Selahaddin oradan ayrıldı. Kerek´e gitti. Şehrin çevresindeki ağaçları kesti. Hayvanlarını ekinlere bırakıp otlattı hayvanları da ekinleri yediler. Mısır askerleri de geldi ve şarklı askerlerle birleştiler. Hepsi Ra´sü´1-Ma mıntıkasında Sul­tan Selahaddin´in yanında ordugah kurdular. Sultan Selahaddin´in oğ­lu Efdal, Haçlı beldelerine doğru bir müfreze gönderdi. Bu müfreze bazı Haçlıları Öldürdü. Ganimet elde etti. Salimen geri döndü. Fetih ve zafer müjdesinin öncüsü niteliğindeki bu sevinçli durum, herkesi memnun etti. Sultan Selahaddin de büyük ordusuyla geldi. Diğer askerler de et­rafında toplandılar. Askerleri düzene sokup tabiye etti. Sahil beldeleri­ne doğru yürüdü. Beraberindeki savaşçıların sayısı -gönüllüler hariç ol­mak üzere- 12.000´di. Haçlılar onun gelmekte olduğunu birbirlerine du­yurdular. Hepsi toplandılar. Kendi aralarındaki kavgalara son verip ba­rıştılar. Trablus kontu Komes ile Kerek prensi denen facir kişi de anlaş­tılar. Hepsi mızrakları, silahları ve ağırlıklarıyla geldiler. Salbut haçını da beraberlerinde getirmişlerdi. Haçı tağutun kullan taşımaktaydılar. Sapık abidleri bu haçı omuzlamışlardı. Sayılarını ancak Aziz ve Celil olan Allah bilir. Bir rivayette anlatıldığına göre sayıları 50.000´di. Baş­ka bir rivayete göre ise 63.000 kişiydiler. Trablus kontu Komes, Haçlıla­rı korkutup Müslümanların sayısının çokluğunu söyledi. Kerek prensi ona itiraz etti. "Senin Müslümanları sevdiğinden ve Müslümanların sa­yılarının çokluğunu söyleyerek bizi korkutmak istediğinden şüphem yoktur. Ama sen bu söylediklerimin sonunu göreceksin» dedi. Haçlılar Müslümanlara doğru ilerlediler. Sultan Selahaddin de yoluna devam etti. Taberiye´yi fethetti. Oradaki yiyecekleri, eşyaları ve diğer emtiayı alarak kuvvetlendi. Taberiye kalesini kendisine karşı korudular. İstihkâm tedbirleri aldılar. Ama orada fazla durmadı ve Taberiye kale­sini almayı kafasına pek takmadı. Taberiye civarındaki gölü istila etti. Cenâb-ı Allah kâfirlerin o gölden bir damla dahi su almalarına imkân vermedi. Öyle ki, kâfirler çok şiddetli bir susuzluğa maruz kaldılar. Sul­tan Selahaddin, Taberiye´nin batısındaki Hittin köyünün yanındaki da­ğın tepesine çıktı. Anlatıldığına göre orada Hz. Şuayb´ın mezarı bulun­maktadır. Perişan haldeki düşman geldi. Düşmanlar arasında Akkâ, Keferenka, Nasıra, Sur ve diğer yerlerin valileri de vardı. Bütün kontla­rı gelmişti. İki, taraf karşı karşıya geldi. Askerler göğüs göğüse geldiler, imanın yüzü ağardı ve parladı. Kâfirlerin ve taşkınların yüzü kararıp tozlandı. Felaket çemberi Haçlıların üzerinde döndü. Vakit cuma günü­nün akşamıydı. İki taraf kendi saflarını bozmaksızın gecelediler. Cu­martesi sabahı, Hristiyanlar için çok zorlu geçecekti. Rebiyülahir ayı­nın bitimine beşgün kalmıştı. Güneş Haçlıların karşısında doğdu. Sı­caklık şiddetlendi. Susuzluk onları bitirdi. Atlarının toynukları altında kurumuş ve ufalmış otlar vardı. Bunu da uğrusuzluk alameti sayıyor­lardı. Sultan Selahaddin ateşçilere, düşman saflarına doğru neftli pa-Çavraları atmalarını emretti. Attılar. Ateşler atlarının toynukları altın-a alevlendi. Güneşin sıcaklığı, susuzluğun harareti, ateşin sıcaklığı, silahın harareti, atılan okların meydana getirdiği hararet hep bir araya geldi. Bahadırlar göğüs göğüse vuruştular. Sonra Sultan Selahaddin tekbir alınıp düşmana ani ve güçlü bir hamle ile saldırılmasmı emretti. Saldırdılar. Aziz ve Celil olan Allah, Müslümanlara zaferi müyesser kıl­dı. Onlara destek verdi. Haçlılardan o günde 30.000 kişiyi öldürdüler. Haçlıların şövalye ve süvarilerinden 30.000 kişiyi de esir aldılar. Esir almanlar arasında Trablus kontu dışındaki bütün kontlar vardı. Trab­lus kontu Komes, savaşın başında hezimete uğrayıp geri dönmüştü. Sul­tan, bunların en büyük haçını ganimet edindi. Bu haça Hz. İsa´nın geril­diğini iddia ediyorlardı. Bu nedenle onu altın, inci ve kıymetli mücev­herlerle süsleyip kaplamışlardı. İslâm´ın ve Müslümanların o günkü ka­dar izzet bulup muzaffer oldukları, batıl ehlinin de rezil rüsvay olup ezil­dikleri duyulmamıştı. Hatta çiftçilerden biri, bir başka çiftçinin otuz kü­sur haçlı esirini önüne katıp götürmekte olduğunu, hepsini bir çadır ipi­ne bağlamış olduğunu, bunlardan birini, giymek için bir ayakkabı karşı­lığında sattığını görmüştü. Öyle olaylar cereyan etmişti ki, bunların benzerleri ancak sahabi ve tabiiler zamanında meydana gelmişti. Hoş ve mübarek övgülerle hamdler, daima Allah´a mahsustur.

Bu savaş tamamlandıktan, vuruşma alevleri söndükten, harp ağır­lığım indirdikten sonra Sultan Selahaddin, kendisi için büyük bir otağ kurulmasını emretti. Kendisi de memleket tahtına oturdu. Sağ tarafın­da esirler, sol tarafında esirler vardı. Esirler zincirlerini sürüyerek ge­tirdiler. Templierin öncülerinden bir topluluğun öldürülmesini emretti. Onlardan hiç birini hayatta bırakmadı. Çünkü insanlar onların kötü­lüklerini anlata anlata bitiremiyorlardı. Sonra Templier mezhebinin li­deri getirildi. Haçlı komutan ve kontları getirildi. Hepsi de rütbelerine göre Sultan Selahaddin´in sağında ve solunda oturtuldular. Büyük kontlar, Sultan Selahaddin´in sağ yanına oturtuldu. Kerek prensi Aryat ve diğerleri de sol tarafına oturtuldular. Sonra sultana karlı gül şerbeti getirildi. İçti. Sonra Haçlı hükümdarına verdi. O da içti. Sonra Kerek va­lisi Aryat´a da verdi. Sultan Selahaddin ona kızgındı. Ona «Şerbeti sana verdim ama içmene izin vermedim,» dedi. Sonra «Bu adamın benim ya­nımda ahdi yoktur» diye sözünü tamamladı. Bunun ardı sıra otağının gerisindeki dahili bir çadıra girdi. Kerek valisi Aryat´ı oraya çağırdı. Ar­yat gidip karşısında durunca Sultan Selahaddin kılıcını kaldırıp onu İslâm´a davet etti. Aryat İslâm´a girmedi. Bunun üzerine Sultan Sela­haddin «Evet, ben, Rasûlullah (s.a.v.)´m -ümmetinin intikamını alma hususunda- vekiliyim» dedi ve Aryat´ı öldürdü. Kesik başını otağdaki kontlara gönderdi. Ve «Bu Rasûlullah (s.a.v.)´a sövmesinin cezasını gör­dü» dedi. Sonra da Templier ve Hospitolier cezasını gördü» dedi. Sonra da Templier ve Hospitalier tarikatlarına mensup Haçlı esirleri huzu­runda eli kolu bağlı vaziyette öldürdü. Müslümanları bu iki murdar cinsten kurtarıp rahata kavuşturdu. Kendilerine İslâm´a girmelerini teklif ettikleri arasında az sayıda kimseler Müslüman oldular. Anlatıl­dığına göre o gün öldürdüğü Haçlıların sayısı 30.000´di. Esir aldıkları­nın sayısı da 30.000´di. Zaten Haçlı ordusu toplam 63.000 askerden iba­retti. Az da olsa kaçıp kurtulanlar, yaralananlar, kendi ülkelerine gidin­ce orada öldüler. Ölenler arasında Trablus kontu Komes de vardı. O, ya­ralanarak kaçmış ve ülkesine döndükten sonra ölmüştü. Sonra Sultan Selahaddin, öldürülen Haçlı liderlerinin kesik başlarını ve öldürülme­yen esirleri ile büyük Haçlarını Kadı îbn Ebi Asrun refakatinde Dı-maşk´a gönderdi ki; bu haçlıların büyük haçı Haleb kalesine konulsun. Bu haç baş aşağı çevrilerek kaleye konuldu. O gün görülmeğe değer mu-îızzam bir gündü.

Sultan Selahaddin daha sonra Taberiye kalesine gitti. Orayı zap­tetti. Taberiye halkı, Havran, Belka, o çevredeki Colan ve oraya bağlı arazilerin tamamının yan gelirlerini ve ürünlerini alıyordu. Cenâb-ı Al­lah Müslümanları bu paylaşmadan kurtardı. Sonra Sultan Selahaddin Hittin´e gitti ve orada bulunan Hz. Şuayb´m mezarını ziyaret etti. Ora­dan Ürdün´e geçti. Bütün bu beldeler selamete kavuştular. Ürdün, irili ufaklı bir çok kasabalardan müteşekkil bir ülkeydi. Sonra Akka´ya doğ­ru yürüdü. Rebiyülahir ayının sonunda çarşamba günü oraya indi. Cu­ma günü orayı sulh yoluyla fethetti. Orada hükümdarlara ait mal, mülk, zahire, ticaret eşyası ve diğer emtiayı ganimet edindi. Orada bu­lunan müslüman esirleri kurtardı. Orada 4.000 kadar müslüman esir buldu. Cenâb-ı Allah bu esirleri feraha ve genişliğe kavuşturdu. Sultan Selahaddin orada cuma kılınmasını emretti. Haçlıların almasından sonra ilk olarak sahilde cuma kılmıyordu. Aradan yetmiş senelik bir za­man geçmişti ki, Müslümanlar orada cuma kılamamışiardı. Sultan Se­lahaddin oradan ayrılıp Sayda ve Beyrut´a gitti. Sahildeki beldeleri bi­rer birer zaptetti. Çünkü artık oralarda şövalye ve kontlar kalmamıştı. Buradan da Gazze, Askalan, Nablus, Beysan ve Gur mıntıkasına gitti. Bütün buralara sahip oldu. Kardeşinin oğlu Hüsameddin Ömer b. Mu-hammed b. Laşin´i Nablus´ta naib olarak bıraktı. Zaten buraları fethe­den de oydu. Sultan Selahaddin´in bu kısa süre zarfında fethettiği bü­yük beldelerin sayısı elliyi bulmuştu. Bu beldelerin tamamında da sa­vaşlar, kaleler ve savunma tedbirleri vardı. İslâm ordusu bu fetihlerden ötürü çok miktarda ganimet edindi. Çok sayıda Haçlıyı da esir aldı.

Sonra Sultan Selahaddin askerlerine bir ay müddetle bu mekân­larda dolaşmalarını, atlarını otlatmalarını emretti ki, dinlensinler. Kendilerini ve atlarını Kudüs fethine hazırlayıp ısındırsınlar. Halk ara­sında Sultan Selahaddin´in Kudüs´ü fethetmeye niyetlenmiş olduğuna dair haber dolaştı. Bunun üzerine alimler ve sarihler gönüllü olarak ya­nına geldiler. Hittin savaşından ve Akka fethinden sonra kardeşi Âdil Ebu Bekir de yanına geldi. Kendisi de bizzat birçok kaleleri fethetti. Böylece Cenâb-ı Allah´ın çok sayıda kulu ve askeri bir araya gelip top­landı. O esnada Sultan Selahaddin de beraberindeki askerlerle Kudüs´e doğru yola koyuldu. Hittin savaşı nedeniyle şairler kendisini övüp çokça methettiler. Dımaşk´ta hasta yatmakta olan Kadı Fadıl da ona şu tebri­ki göndermişti:

«Cenâb-ı Allah´ın, kendisi vasıtasıyla bu dini ayakta tutmuş olduğu efendimizi tebrik ediyorum. Köleniz bu hizmetini arzedip tebrikini ya­zarken başlar secdeden kalkmamıştı. Gözler yanak üzerine yaş akıt­maktaydı. Kiliselerin mescidlere dönüştüğünü; «Allah üçün üçüncüsü-dür» denilen mekanlarda «Allah birdir denildiğini» andıkça bu köleniz dilinden taşan şükürlerim peşpeşe yenilemektedir. Bazan da gözlerin­den sevinç yaşları akmakta ve Allah´ı birlemektedir. «Yüce Allah apaçık ve gerçek olan hükümdardır. Muhammed, Allah´ın doğru sözlü, güveni­lir elçisidir» denildiğini duyunca seviniyor ve sevinç gözyaşlarını dökü­yorum. Cenâb-ı Allah, Sultan Selahaddin´e Yusuf peygamberin zindan­dan kurtarılışına nisbetle daha büyük bir mükâfat nasip etsin. Kölele­rin, efendilerini bekliyorlar. Dımaşk´ta hamama girmeye niyetlenmiş­tir.

«Bunlar yüksek hasletlerdir. Süt bardakları değildir. Şu da seyf (kı­lıçtır) yoksa Seyf b. Zî-Yezen değildir. Bu fetihten sonra diller çok uzun tesbihatlarda bulunacaklar, güzel ve kıymetli sözler söyleyeceklerdir.» [12]



Kudüs´ün Fethi


Haçlılar, doksaniki sene müddetle Kudüs´ü ellerinde tuttuktan sonra bu senede Müslümanlar orayı ellerinden alıp fethettiler.

Sultan Selahaddin önceki kısımlarda anlatılan yerleri fethettikten sonra askerlerine toplanmalarını emretti Askerler toplandıktan sonra Kudüs´e doğru yola koyuldu. Bu senenin receb ayının onbeşinde Kudüs´ün batısında ordugahını kurdu. Şehrin son derece müstahkem kılındığını, tedbirler alındığını gördü. Haçlı savaşçılarının sayısı -Ku-düs´tekiler hariç olmak üzere- 60.000 veya daha fazlaydı. Kudüs valisi o zaman Balban b. Bazran´dı. Beraberinde Hittin savaşından kurtulup gelen şövalyeler de vardı. Bunlar arasına Templier ve Hospitaliyer tari­katının mensupları denen şeytan müridleri vardı. Haça tapanlar hep birx araya gelmişlerdi. Sultan Selahaddin, mezkur yerinde beş gün kaldı. Askerlerinden her bir guruba, surların bir tarafını ve burcunu teslim et­ti. Sonra Şanı tarafına yöneldi. Çünkü orayı daha geniş ve manevraya müsait olduğunu gördü. Haçlılar, Kudüs´ü Müslümanlara bırakmamak için şiddetlice savaştılar. Kendilerine ve Kamame Kilisesine sahip ol­mak için canlarını, mallarını feda ettiler. Kuşatma esnasında Müslüman emirlerden biri şehid düştü. İşte o esnada Müslüman komutanlar ve salih kimseler düşmana karşı çok öfkelendiler. Savaşı daha da şid­detlendirdiler. Kudüs´e yönelik olarak mancınık ve arradeleri kurdular. Kılıçlar ve mızraklar paylarını aldılar. Gözler, surların üzerine dikilmiş olan Haçlara bakıyordu. Kubbetü´s-Sahra´nın üzerinde büyük bir haç vardı. Bu, Müslümanların daha da gayrete gelmelerini sağladı. O gün, kâfirler için çok zorlu bir gündü. Sultan Selahaddin, askerlerini surla­rın kuzey doğu köşesine yöneltti. Orayı delmeğe çalıştı. Ateşe verdi ve surların o tarafı yıkıldı. Burç çöktü. Haçlılar bu durumu görünce feci bir halle karşılaştıklarını, elem verici bir vartaya yuvarlandıklarını anla­dılar. Bunun üzerine büyükleri Sultan Selahaddin´in yanına gelip ken- dilerine eman vermesini rica ettiler. Ancak sultan bu ricalarım kabul et­meyip: «Siz, nasıl daha önce zorla aldıysanız ben de şimdi öylece fethede­ceğim. Daha önce Kudüs´teki Müslümanları nasıl öldürdüyseniz ben de şimdi Kudüs´te öldürmedik bir Hristiyan bırakmayacağım» dedi.

Bundan sonra Kudüs valisi Balban b. Bazran, yanına gelmesi için Sultan Selahaddin´den eman diledi. Sultan Selahaddin ona eman verdi. Huzura geldiğinde sultantan merhamet diledi. Boyun eğdi. Zillet gös­terdi. Alçaldıkça alçaldı. Merhamet vesilesi olacak bütün kelimeleri kullandı. Ancak sultan onlara eman vermeyeceğini bildirdi. Onlar da «Eğer bize aman vermezsen geri döneriz. Elimizdeki Müslüman esirle­rin tamamım öldürürüz -Kudüs´te haçlıların elinde 4.000 kadar Müslü­man esir vardı.- Çoluk çocuğumuzu ve kadınlarımızı öldürürüz. Evleri­mizi ve güzel mekânlarımızı tahrip ederiz. Eşyalarımızı yakarız. Eli­mizdeki malları telef ederiz. Kubbetü´s-Sahra´yi yıkar ve ele geçirebildi­ğimiz herşeyi yakarız. Ondan sonra çıkar, sizinle kıyasıya savaşır, ken­dimizi adeta ölüme atarız. Bundan sonra artık bizim yaşamamızda ha­yır yoktur. Bizden biri düşmanlarımızdan bir kaçını öldürmeden canını vermeyecektir. Zaten bundan sonra ne hayır umacağız » dediler.

Sultan Selahaddin, bu sözleri dinledikten sonra barışa razı olduğu­nu bildirdi. Kendi görüşünden vazgeçti. Yalnız şu şartları ileri sürdü:

Erkekler onar dinar, kadınlar beşer dinar, küçük çocuklardan da ikişer dinar fidye alınacaktır. Bunları ödeyemeyenler, Müslümanların esiri olurlar. Ayrıca ekinler, ürünler, silahlar, evler Müslümanların ola­cak. Haçlılar güven bulacakları bir yere, yani Sur şehrine taşınabilecek­ler.

Böylece barış antlaşması yazıldı. Bu fidyeleri ödeyemeyenlere kırk günlük süre tanınacaktı. Bu süre zarfinda fidye ödeyemeyen esir oluyor­du. Bu şart kapsamında esir düşenlerin sayısı, kadın erkek ve çocuk olmak üzere 16.000di

Sultan ve Müslümanlar cuma günü namaz vaktinden kısa bir süre °nce şehre girdiler. Günlerden receb ayının yirmiyedinci günüydü.

Kâtip İmad dedi ki: «O gece Rasûlullah (s.a.v.)´in Mescid-i Haram´dan Mescid-i Aksa´ya götürüldüğü İsra gecesiydi.» Ebu Şâme dediki: «Bu, İsrâ ile ilgili olarak ileri sürülen kavillerden biridir.»

«Bizzat ben kıldım» diyenin aksine o gün Kudüs´te cuma namazını kılmak Müslümanlara nasip olmamıştı. Cumayı kıldık diyenlerin ifade­sine göre Sultan Selahaddin bizzat Sevad´da o gün hutbe irad etmiştir. Sahih kavle göre zaman darlığı yüzünden o gün Müslümanlar Kudüs´te cuma namazını kılamamışlar, ancak bir hafta sonra kılmışlardır. Hatip de, ileride anlatılacağı gibi Muhiddin b. Muhammed b. Ali el-Kureşî İb-nu´z-Zeki idi.

Fakat şehire ilk girdikleri cuma gününde Mescid-i Aksa´da bulu­nan haçları, rahipleri ve domuzları dışarı çıkarıp mescidi temizlediler. Templier büyük mihrabın batı kısmında kendileri için odalar yapmış­lardı. Mihrabı da kendilerine depo edinmişlerdi. Allah kendilerine lanet etsin. Bütün buralar temizlendi ve İslâmiyet dönemindeki eski haline döndürüldü. es-Sahr temiz su ile yıkandı. Sonra da üzerine gül suyu ve misk saçıldı. Bakmak isteyenlere gösterildi. Daha önce ziyaretçilere ka­palı olup üzerinde örtü vardı. Kubbesindeki haç indirildi ve eski saygın­lığına kavuşturuldu. Daha önce Haçlılar oradan bir parçayı söküp ağır­lığınca altın karşılığında denizcilere´satmışlardı. Bu parçayı geri getir­mek mümkün olmadı.

Sonra Haçlılardan kurtuluş akçeleri alındı. Sultan, onlardan bir kısmını serbest bıraktı. Serbest bıraktıkları arasında hükümdarların ve kontların kızları, ayrıca maiyetindeki kadınlar, çocuklar ve erkekler de vardı. Çokları karşılıksız affedilip serbest bırakıldı. Sultan Selahad­din onlardan topladığı fidyeleri askerlerine dağıttı. Kendisi hiçbir şey almadı. Saklanacak, biriktirilecek hiçbir şeye tenezzül etmedi. Allah rahmet etsin. Son derece yumuşak huylu, cömert, atılgan, şecaatti, yü­rekli ve merhametli idi. [13]



Fethedilişinden Sonra Kudüs´te Kılınan İlk Cuma Namazı


Mescid-i Aksa, içindeki haçlardan, çanlardan, rahiplerden ve ke­şişlerden arındırılıp içine iman ehli kimseler girdiğinde, orada ezan da­veti yapılıp Kur´an okunduğunda ve Rahman olan Allah birlendiğinde ilk olarak şaban ayının dördünde, yani fethin sekizinci gününde cuma günü cuma namazı kılındı. Minber, mihrabın bitişiğine kuruldu. Halı­lar serildi. Kandiller asıldı. Kur´ân-ı Kerim okundu. Hak geldi, batıl git­ti. Seccadeler dizildi. Çokça secde edildi. Türlü ibadetler yapıldı. Dualar ve yakarışlar göğe yükseldi. Bereketler indi. Sıkıntılar gitti. Namazlar kılındı. Müezzinler ezan okudu. Keşişler sustu. Perişanlık gitti. Gönüller hoş oldu. Mutluluk geldi. Uğursuzluk gitti. Doğmayan, doğrulma­yan, bir, tek, dengi bulunmayan, her şeyin kendisine muhtaç olduğu, ama kendisinin hiçbir şeye muhtaç olmadığı bir Allah´a ibadet edildi. Rükû ve secdeye gidenler, kıyamda duranlar, oturanlar, tekbir getirdi­ler. Cami doldu. Gönüller, rikkatleştiğinden göz yaşları akıttı. Zevaldan önce namaz için müezzinler ezan okuduklarında sevinçten neredeyse kalpler uçup gideceklerdi. Cuma günü hutbe okuyacak bir hatip tayin edilmiş değildi. O esnada Sultan Selahaddin, Kubbetü´s-Sahra´da bu­lunmaktayken o gün Kadı Muhiddin b. Zeki´nin hutbe irad etmesi için ferman buyurdu. Kadı Muhyiddin de siyah hil´at giydi. İnsanlara kıy­metli, fasih ve beliğ bir hutbe irad etti. Hutbesinde Kudüs´ün ve Mescid-i Aksa´nın şerefini anlattı. O mekan için nakledilen faziletleri ve imrendi­rici ayetlerle hadisleri okudu. Bu husustaki delil ve emareleri anlattı. er-Ravzateyn adlı eserinde Şeyh Ebu Şâme, bunları uzun uzadıya nak-letmiştir. Hatip hutbesine başlarken şu ayet-i kerimeyi okumuştu: «Âlemlerin Rabbi Allah´a hamd olsun ki, zulmeden milletin kökü böyle­ce kesildi.» (el-En´âm, 45).

Bundan sonra hatip Kur´an´daki bütün hamd ifadelerini kullanıp şöyle dedi:

«İslâm´ı kendi yardımıyla aziz kılan, şirki de kendi kahrıyla zelil kı­lan, işleri kendi emriyle yürüten, nimetleri kendisine yapılan şükür se­bebiyle artıran, kâfirleri zorlu yollara sürükleyen Allah´a hamd olsun. O Allah ki, günleri kendi adaletiyle döndürmekte ve takdir etmektedir. İyi sonu da kendi lütfuyla takva sahiplerine bahsetmiştir. Kullarına rah­met çiğlerim ve kırağlarım saçar, dinini bütün dinlerin üzerine çıkarır, kullarının üzerinde kahredici bir güce sahiptir. O´na karşı konulamaz. Yaratıklarının fevkindedir. Kendisiyle çekişilemez. Dilediği emri ve­rendir. Kendisiyle tartışılmaz. Dilediğini hükmeder, hükmüne karşı sa­vunma yoktur. Zafer bahşedilişinden ve İslâm´ı yüceltişinden, dostları­nı aziz kılıp dinine yardım edenlere destek verişinden, Mescid-i Aksa´yı şirkin pisliklerinden ve kirlerinden arındırdığından dolayı kendisine hamd ediyorum. Bunu kalbinin derinliklerinde organlarının zahirinde hissederek hamdeden kimse gibi hamd ediyorum. Kendisinden başka ilah bulunmayan, sadece kendisi mevcud olan ortaksız bir ve hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde herşeyin kendisine muhtaç olduğu, doğmayan doğrulmayan bir tek, dengi dahi bulunmayan Allah´ın varlığına şehadet ediyorum. Kalbini tevhidle arındıran kimsenin şehadetiyle, Rabbini memnun kılan kimsenin tanıklığıyla O´nun varlığına şehadet ediyo­rum. Şükrünü arz eden, şirki yok eden, iftirayı ortadan kaldıran, Muhammed´in de O´nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ediyorum. O Muhammed ki, Rabbi, onu Mescid-i Haram´dan Mescid-i Aksa´ya gece­leyin getirtti. Buradan da yüksek semalara, Sidretülmünteha´ya yükseltti «Orada me´va cenneti vardır. Sidreyi bürüyen buruyordu. Mu-hammed´in gözü oradan ne kaydı ve ne de onu aştı.» (en-Necm, 15-17).

Muhammed´e -Allah´ın salat ve selamı üzerine olsun- doğru sözlü ve özlü, aynı zamanda ilk iman eden halifesine, bu makamdan Haçlı sembollerini ilk olarak kaldırıp yok eden mü´minlerin emiri Hattab oğlu Ömer´e, Kur´an´ı toplayan iki nur sahibi ve müminlerin emiri Affan oğlu Osman´a; şirki sarsan ve putları kıran müminlerin emiri Ebu Talib oğlu Ali´ye, Rasûlullah´ın aline, ashabına ve güzel yolda onlara tabi olalara da Allah´ın rahmeti olsun.»

Bundan sonra hatip, dinleyicileri Cenâb-ı Allah´ın kendilerine mü­yesser kıldığı şu, şu ve şu özelliklere sahip Mescid-i Aksa´ya imrendirdi. Öğütlerini verdi. Mescid-i Aksa´nm faziletleri ve üstünlükleri hakkında bilgi verdi. Burasının iki kıblenin ilki olduğunu, iki mescidin ikincisi, üç haremin de üçüncüsü olduğunu ifade etti. Mescid-i Haram´dan ve Mes­cid-i Nebevi´den sonra insanların gitmesi gereken tek mescid olduğunu, yine Mescid-i Haram´dan ve Mescid-i Nebevi´den sonra parmakla göste­rilebilecek tek mescidin burası olduğunu, Rasûlullah (s.a.v.)´ın, Mescid-i Haram´dan geceleyin buraya getirildiğini, onun burada yüce nebi ve resullere namaz kıldırdığım, buradan göklere yükselip miraca gittiğini, göklerden dönüşünde yine buraya uğradığını, sonra yine buradan Mes­cid-i Haram´a Burak´a binerek gittiğini, burasının mahşer gününde ha­şir yeri olacağını, peygamberlerin makamının, velilerin de yöneldikleri yerin burası olduğunu, bu mescidin ta ilk gününden beri takva üzere in­şa edilmiş olan bir makam olduğunu anlattı.

Ben derim ki: Anlatıldığına göre Mescid-i Aksâ´yı, İbrahim pey­gamberin Kabe´yi inşa etmesinden kırk yıl sonra ilk olarak, Hz. Yakub inşa etmiştir. Nitekim Buharı ve Müslim´in Sahih´lerinde de böyle den­mektedir. Sonra orayı Süleyman peygamber onarmıştır. Müsned ve Sü-nenlerde, İbn Huzeyme ile İbn Hibban ve Hakim´in Sahih´lerinde buna dair rivayetler mevcuttur. Süleyman peygamber onarımı tamamladık­tan sonra yüce Allah´tan, sırf kendisine mahsus olmak üzere şu üç dilek­te bulunmuştu:

1- Kendi hükmüne uygun bir hüküm,

2- Kendisinden sonra başka hiç kimseye verilmeyecek olan bir mülk (hükümranlık).

3- Bu mescide gelip de burada namaz kılan kimse dışarı çıkarken anasından doğduğu günkü gibi günahsız olarak çıkmalı.

Bundan sonra hatip iki hutbenin tamamını okudu. Sonra da Abbasi halifesi Nasır´a, onun arkasından Sultan Selahaddin´e dua etti. Namaz­dan sonra Şeyh Zeyneddin Kbü´l-Hasan b. Ali Neca el-Mısrî, Sultan Se-lahaddin´in izniyle kürsüye çıkıp cemaata vaaz verdi.

Kadı İbn Zeki dört hafta cuma günleri hutbe irâd etti. Sonra Sultan Selahaddin, Kudüs´e muvazzaf bir hatip tayin etti. Haleb´e de haber göndererek Melik Âdil Nureddin eş-Şehid´in Kudüs için yaptırmış oldu­ğu minberi getirtti. Melik Âdil Nureddin, Kudüs´ü kendisinin fethedece­ğini umuyordu, ama bu fetih onun vefatından sonra kendi tabilerinden Sultan Selahaddin´in eliyle gerçekleşmişti. [14]



Garip Bir Nükte


er-Ravzateyn adlı eserde Ebu Şâme dedi ki: Üstadımız Ebü´l-Ha-san Ali b. Muhammed es-Sahavî ilk tefsirinde bu konudan bahsederken şöyle demiştir: «Ebü´l-Hakem el-Endülüsî´nin, yani İbn Bürca´nın tefsi­rinde Rum sûresinin ayetleri açıklanırken Kudüs´ün fethine dair haber­ler verilmiştir. Bu şehrin, hicri 583. senede Hristiyanlarm elinden alı­nacağı bildirilmiştir. Öyle zannediyorum ki İbn Bürcan bu bilgiyi ebced hesabıyla bulmuş değildir. Kendi ifadesine göre o, bu bilgiyi şu âyet-i ke­rimenin manasından çıkarmıştır:

«Elif, Lam, Mim. Rumlar en yakın bir yerde yenildiler, onlar bu ye­nilgilerinden sonra üç ila dokuz yıl arasında galip geleceklerdir.» (er-Rûm, 1-5).

Müneccimlerin yaptığı gibi bu iş tarih üzerine kurulmuştur. Rum­lar filan ve falan senede mağlup olacaklardır. Çünkü takdirin ölçüleri bunu gerektiriyor. Bu da doğruya uygun olan bir görüştür. Şayet sahih ise o bunu vukuundan Önce haber vermiştir. Bu hadise meydana gelme­den önce bu husus onun kitabında yazılıydı. İbn Bürcan demiş ki: Eğer Kur´an´m nazil olduğu vakit bilinseydi, onun ortadan kalkacağı vakit de bilinirdi. Bu husus Kadir sûresinin tefsirinde anlatılmıştır.

Ben derim ki: İbn Bürcan bu hususları tefsirinde hicretin 522. sene­si sınırlarında iken yazmiştı. Anlatıldığına göre Melik Nureddin de bu bilgiden haberdar olunca hicretin 583. senesine kadar yaşamayı arzula-mıştı. Çünkü kendisi hicretin 511. senesinde doğmuştu. 583. seneye ka­dar yaşamayı ümid ederek Kudüs fethinin hazırlıklarına başlamıştı. Hatta Mescid-i Aksa için -orayı fethettiği taktirde- büyük bir minber yaptırıp hazırlamıştı. Doğrusunu Allah bilir.

Sahray-ı Muazzama´ya gelince, Sultan Selahaddin onun çevresin­deki pislikleri, resimleri, haçları yok etmeyi emretti. Bir mezbele halin­de iken orayı tertemiz hale getirdi. Görünmeyen örtülü yerleri açığa çı­kardı. Fakih İsa el-Hakkârî´ye, sahranın çevresine demir şebeke yaptır­masını emretti. Oraya muvazzaf bir imam tayin etti. İmama bol maaş verdi. Mescid-i Aksa´nm imamına da aynı şekilde bol maaş verdi. Şafiîler için hem Selahiye hem de Nasıriye adları verilen bir medrese yaptırdı. Medreseyi Hanna Ümmü Meryem mezarının üzerindeki kili­senin yerine yaptırdı. Kumame kilisesinin bitişiğinde sofiler için de teberrüken bir hankah vakfetti. Fakihlere, yoksullara erzak dağıttı. Mescid-i Aksa ile Sahra mescidlerinin köşelerine mukimlerin ve ziya­retçilerin okumaları için cüzler ve hatimler koydurdu, Eyyup oğulları Beyt-i Makdis ile diğer yerler için yaptıkları hayırlarda herkesle yarıştı­lar ve Öne geçtiler.

Sultan Selahaddin, Hristiyanlığın Kudüs´ten silinmesi için Kama-me kilisesini yıkmağa niyetlendi. Kendisine «Burayı dümdüz etsen bile Hristiyanlar buraya gelip hac etmekten vaz geçmezler. Çünkü senden önce müminlerin emiri Hattab oğlu Ömer bu beldeyi fethetmiş ve bu ki­liseyi Hristiyanlarm elinde bırakmıştı. Sen de bu hususta ona uymalı­sın» denilince o, Kamame kilisesini yıkmaktan vaz geçti ve Hz. Ömer´e uyarak orayı eski halinde bıraktı. Ancak orada hizmet için sadece dört Hristiyan bıraktı. Başka Hristiyanlarm oraya girmelerine engel oldu. Babürrahme yanındaki Hristiyan mezarlarını yıktı. İzlerini yok etti. Oradaki kubbeleri de yıktırdı.

Kudüs´te bulunan Müslüman esirlere gelince Sultan Selahaddin onların tamamını serbest bıraktı. Onlara ihsanda bulundu. Bol miktar­da bağışlarda bulundu. Onları giydirdi. Böylece herbiri kendi vatanına gitti. Ailesine ve evine döndü. Nimet ve lütuflarından ötürü Allah´a hamd olsun. [15]



Fasıl


Sultan Selahaddin, Kudüs´ün fethini tamamladıktan sonra şaban ayının yirmibeşinde sahildeki Sur şehrine gitmek üzere Kudüs´ten ay­rıldı. Çünkü Sur şehrinin fethi gecikmişti. Hittin savaşından sonra Frank tüccarlarından Merkis adında biri Sur´u istila etmiş. Orayı tah­kim etmiş, sağlamlaştırmış, çevresine de denizden denize hendek kaz-dırmıştı. Sultan Selahaddin gelip orayı bir süre kuşatma altında tuttu. Mısır diyanndaki donanmanın deniz yoluyla oraya gelmesini istedi. Ge­len donanmayı da devreye sokarak Sur şehrini karadan ve denizden çembere aldı. Gecelerden birinde Haçlılar saldırı yaparak İslâm donan­masından beş gemiyi ele geçirdiler. Müslümanlar buna çok üzülüp hü-zünlendiler. Kış mevsimi de gelip çatmıştı. Azıklar azalmış, yaralılar ço­ğalmış, komutanlar muhasaradan bıkmışlardı. Sultan´dan dinlenmek üzere kendilerini Dımaşk´a götürmesini ve bundan bir süre sonra tekrar buraya gelmeyi istediler. Sultan da karşı koymasına rağmen sonunda onların bu isteğini kabul etti. Hep birlikte Dımaşk´a yöneldiler. Yolda Akka´ya uğradılar. Askerler kendi beldelerine dağılıp gittiler. Sultan´a gelince o, Akka şehrine varınca kaleye uğradı. Oğlu Efdal´ı Templier ta­rikatının elinde bulunan burca yerleştirdi. Kale naibliğine İzzeddin Hardebil´i tayin etti. Bazıları Sultan Selahaddin´e, Haçlıların tekrar geri dönmelerinden korktukları için Akkâ şehrini tahrip etmesini tavsi­ye ettiler. O, bunu yapmadı. Keşke yapsaydı. Aksine kalenin onarılıp güzel yerlerinin yenilenmesi için Bahaeddin Karakuş et-Takavî´yi gö­revlendirdi. Sıffin´deki Hospitalier tarikatının yuvasını da fakih ve yok­sullara vakfetti. Papazın evini de hastahane yaptı. Bütün bunlar için de gelir getirici vakıflar te´sis etti. Bu vakıfların nazırlığına Kadı Cemaled-din b. Şeyh Ebu Necib´i tayin etti.

Bu işleri tamamladıktan sonra muzaffer ve güçlenmiş olarak Dı-maşk´a döndü. Çeşitli ülkelerdeki ve şehirlerdeki hükümdarlarla emir­ler kendisine hediye ve armağanlar gönderdiler. Halife de sultana bir mektup göndererek bazı hususlardan dolayı onu kınadı:

1- Hittîn savaşındaki fetih müjdesini kendileri nezdinde kadri kıy­meti olmayan Bağdatlı bir gençle kendisine göndermişlerdi.

2- Kudüs fethinin müjdesini de adi postacılarla kendisine gönder­mişlerdi.

3- Sultan Selahaddin güya halifeye benzemek amacıyla kendisine

Nasır lakabını takmıştı

Sultan Selahaddin, bu ikazları güler yüz, letafet, yumuşak huylu-luk, itaat ve teslimiyet havası içinde aldı ve olup bitenlerden ötürü özür dilediğini halifeye bildirdi. Sonra da şöyle dedi: «Savaş, beni bu gibi işle­rin bir çoğunun farkına varmaktan alıkoydu. Nasır lakabı almama ge­lince bunu halife Müstedî´nin zamanından beri almış bulunmaktayım. Bununla birlikte halife bana hangi lakabı takmayı uygun görürse itiraz etmem». Halifeye hiç ihtiyacı olmadığı halde ona karşı son derece saygılı ve edepli bir tavır takındı.

Bu senede Hindistan´da Gazne hükümdarı Şihabüddin el-Gurî ile Hindistan´ın büyük hükümdarı arasında büyük bir savaş meydana gel­di. Hintliler büyük bir orduyla Müslümanların üzerine geldiler. Ordula­rında ondört fil vardı. İki taraf karşı karşıya geldiler. Şiddetlice savaş­maya başladılar. Müslümanların sağ ve sol cenahları bozguna uğradı. Gazne hükümdarı Şihabüddin´e «Kaç ve kendini kurtar» denildi. Ancak bu söz onu daha da atılgan bir hale getirdi. Bir file hücum etti. Filin bir tarafını yaraladı. Fil yarası asla iyileşmez. Öte yandan bazı fil süvarileri onun pazusuna bir mızrak fırlattılar. Mızrak diğer taraftan çıkınca Şi­habüddin baygın vaziyette yere düştü. Hintliler onu alıp götürmek için üzerine hücum ettiler. Ancak etrafındaki adamları onu savundular. Ya­nında şiddetlice çarpıştılar. Hiçbir yerde misli duyulmamış büyük bir savaş cereyan etti. Neticede Müslümanlar Hintlileri mağlup ettiler. Hükümdarlarını kurtarıp yirmi fersahlık bir mesafeye kadar mahfeye koyup omuzlarında taşıdılar. O esnada yarasından kan sızmaktaydı. Ordusu etrafında toplanınca emirleri ve komutanları azarlamağa baş­ladı ve «Her emir, kendi atımn yemini yiyecek» diye yemin etti ve onları

Gazne´ye yaya olarak götürdü.

Bu senede halife Nasır, sarayının üstadı Ebül-Fadl b. es-Sahib´i öl­dürdü. Ebul-Fadl, devlet işlerine karışmış, artık halifenin sözüne uyul­maz olmuştu. Bununla birlikte Ebu´1-Fadl malda mülkte gözü olmayan, yaşantısı güzel, iffetli bir kimseydi. Halife, onun çok miktarda malını ve eşyasını aldı.

Bu senede halife, Ebu Muzaffer Celalüddin´i vezirliğe tayin etti. Kadilkudat İbn ed-Damiganî de aralarında olmak üzere devlet ricali onun peşi sıra yaya yürüdüler. Ebu Yunus da kadının yanında bu duru­mu müşahede etmişti. Kadilkudat İbn ed-Damiganî yürümekteyken «Allah uzun ömre lanet etsin (keşke bu kadar uzun süre yaşamasaydım ve bu halleri görmeseydim)» demişti. Kadilkudat bu senenin sonunda vefat etti. [16]



Hicretin Beşyüzseksşnüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler


Şeyh Abdü´l-Mugîs B. Züheyr El-Harbî


Hanbelî âlimlerinden ve salihlerindendi. Ziyaret edilirdi. Yezid b. Muaviye´nin faziletine dair yazdığı bir eseri vardır. Bu eserinde garip ve acaip şeyler nakletmiştir. Ebül-Ferec Îbnül-Cevzî, onun bu eserine red­diye yazmış ve reddiyesinde güzel ve isabetli sözler kullanmıştır. Ab-dü´1-Muğis´in baş