๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => El-Bidaye Ven Nihaye => Konuyu başlatan: Esila üzerinde 21 Kasım 2010, 23:39:11



Konu Başlığı: İmam Ebu Hanife
Gönderen: Esila üzerinde 21 Kasım 2010, 23:39:11
İmam Ebu Hanife


 Hicretin Yüzkırkbeşinci Senesi

Muhammed B. Abdullah B. Hasan´ın Öldürülmesi

İbrahim B. Abdullah B. Hasan´ın İsyanı

İbrahim B. Abdullah B. Hasanın Basra´da Ayaklanması

Hicretin Yüzkırkbeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Abdullah B. Mukaffa.

Hicretin Yüzkırkaltıncı Senesi

Bağdat Şehri Hakkında Varid Olan Eser Ve Haberler.

Bağdat Hakkında Âlimlerin Rivayetleri

Hicretin Yüzkırkyedînci Senesi

Hicretin Yüzkırksekîzinci Senesi

Hicretin Yüzkırkdokuzuncu Senesi

Hicretin Yüzellinci Senesi

İmam Ebu Hanife

Hicretin Yüzellîbirinci Senesi

Rusafe Şehrinin Kuruluşu.

Hicretin Yüzelliikînci Senesi

Hicretin Yüzelliüçüncü Senesi

Hicretin Yüzellidördüncü Senesi

Eş´ab Et-Tami

Ebu Amr B. Alâ.

Hicretin Yüzellibeşinci Senesi

Rafika Şehrinin İnşası

Hammad Er-Raviye.

Hicretin Yüzellialtıncı Senesi

Hicretin Yüzellîyedinci Senesi

İmam Evzaî´nin Biyografisi

Hicretin Yüzellisekizincî Senesi




Hicretin Yüzkırkbeşinci Senesi


Bu senede vukubulan hadiseler arasında Muhammed b. Abdullah b. Hasan´ın Medine´de, kardeşi İbrahim´in de Basra´da ayaklanması-dır. Nitekim bunu inşallah ileride açıklayacağız.

Muhammed´e gelince o, Ebu Cafer el-Mansur´un kendi aile efradı olan Hasan oğullarını Medine´den Irak´a anlattığımız şekilde naklet­tirmesinden sonra isyana başladı. Ebu Cafer el-Mansur, onun aile ef­radını çok kötü bir hapishanede hapsetti. Orası o kadar kötü şartlar­da idi ki, orada ezan sesini işitemiyorlar, namaz vakitlerinin geldiğini bilemiyorlardı. Ancak zikir ve Kur´ân tilavetiyle namaz vakitlerini tesbit edebiliyorlardı. Hapse atılanların büyüklerinin çoğu vefat etti. Allah onlara rahmet etsin.

Bütün bu olaylar cereyan ederken Ebu Cafer el-Mansur´un yaka­latmak istediği ve arattığı Muhammed ise Medine´de gizlenmekteydi. Hatta bazı zamanlarda o bir kuyuya inerek gizleniyordu. Vücudunun tümünü suya sokuyor, sadece başını dışarıda tutuyordu. Kardeşi İb-rahim´le anlaşarak isyanı başlatacakları vakti belirlediler. Kendisi Medine´de, kardeşi İbrahim de Basra´da isyanı başlatacaklardı.

Medineli ve diğer insanlar, gizlendiğinden ve ortaya çıkmayışm-<*an ötürü Muhammed b. Abdullah´ı kınıyorlardı. Nihayet bu kınama­ca dayanamayarak ortaya çıkmaya karar verdi. Saklanmanın ver-^ğı aşırı rahatsızlık ve Medine valisi Riyah´ın ısrarlı aramaları, gece gündüz peşine adam takması onu son derece zor duruma sokmuştu. İşi zorlaşıp durumu sıkıntılı olunca falan gecede ortaya çıkmaya ve isyanı başlatmaya arkadaşlarıyla birlikte karar verdi.

, Kararlaştırılan gece geldiğinde, bazı ihbarcılar Medine valisi Ri. yah´a gelerek durumu haber verdiler. O da son derece sıkıldı ve ra­hatsız oldu. Askerleriyle bineklerine binerek Medine´de devriye nöbe­ti tuttu. Mervan´ın evinin çevresinde dolaştı, ama Muhammed üe adamları orada toplandıkları halde vali ve adamlarının bundan habe­ri olmadı. Vali, konağına döndükten sonra, Hüseyin b. Ali, oğullarına haber gönderip onları huzurunda toplantıya çağırdı, geldiler. Bera­berlerinde Kureyş kabilesinin ve diğer kabilelerinin liderleri de vardı. Vali onlara öğüt verdi ve aynı zamanda azarladı. Sonra şöyle dedi:

«Ey Medine halkı! Halife şu adamı doğularda ve batılarda aratı­yor, ama o şimdi sizin aramzdadır. Sonra halifenin emrini dinleyip kendisine itaat edeceğinize dair verdiğiniz bey´at size yetmedi mi Al­lah´a yemin ederim ki, Muhammed´in hanginizin yanında olduğunu duyarsam ve hanginizin onunla birlikte isyana kalktığını görürsem mutlaka boynunu vururum!»

Orada bulunanlar, Muhammed´in nerede olduğunu bilmedikleri­ne dair beyanda bulundular. Onun hakkında haberleri olduğuna dair söylenenleri inkar ettiler ve şöyle dediler: «Senin yanına silahlı a-damlar getirelim. Eğer bu hususta beklenmedik birşey olursa silahlı adamlarımız senin emrinde savaşsınlar.» Kalkıp gittiler ve silahlı bir grup adam getirdiler. Bunlar, valinin huzuruna girmek için izin iste­diler. Vali: «Onlara izin yok. Bunun bir hile olmasından korkuyo­rum.» dedi. Silahlı adamlar kapıda oturdular. Halk da valinin etra­fında oturmuş, bekliyorlardı. Vali susmuştu, çok az konuşuyordu.

Bu halde iken gecenin bir bölümü geçti. Sonra aniden Muham­med b. Abdullah´ın adamları yüksek sesle tekbir alarak ortaya çıktı­lar. İnsanlar gece yarısında paniğe kapıldılar. Bazı kimseler, Hüseyin oğullarının boyunlarının vurulmasını valiye tavsiye ettiler. Hatta on­lardan biri dedi ki: «Neden, biz itaatkar kimseleriz.» dedi. Karşılaştı­ğı beklenmedik hadise ile meşgul olduğundan ötürü vali onlara kulak vermedi. Muhammed´in adamları valinin ve yönetimdeki adamların dalgınlığını fırsat bilip hızla harekete geçtiler. Hükümet konağının duvarlarına tırmandılar ve oradaki bir çöplüğe atladılar.

Muhammed b. Abdullah b. Hüseyin, 250 kişiyle geldi ve zindana gitti. Oradaki mahpusları çıkardı. Hükümet konağına gelip kuşatma altına aldı. Kapıları açtırdı. Vali Riyah b. Osman´ı yakalayıp Mer­van´ın evindeki zindana attı. Onunla birlikte İbn Müslim b. Ukbe´yi de zindana attırdı. Hüseyin oğullarını, o gecenin başında öldürmesi için vali Riyah´a tavsiyede bulunan kimse o idi. Hüseyin oğulları kurtulmuş ve valiyi kuşatma altına almışlardı.

Muhammed b. Abdullah b. Hasan, Medine´ye hakim olup sabaha erdiğinde halk kendisine boyun eğdi. Sabah namazını kıldırdı ve na­mazda Fetih sûresini okudu. Recep ayının başındaki bu gece, artık yerini sabah aydınlığına terkediyordu. Muhammed b. Abdullah, o gün Medine halkına bir nutuk irad etti. Abbasilerden bahsetti. Onla­rın yerilmesine neden olacak şeyler anlattı ve onları yerdi. Hangi bel­deye gitmişse halkın kendisine bey´at ettiklerini, emrini dinleyip ken­disine itaatkar olacaklarını beyan ettiklerini ifade etti. Bunun üzeri­ne çok azı dışında bütün Medine halkı ona bey´at ettiler.

İbn Cerir´in rivayetine göre İmam Malik, Muhammed´e bey´at et­meleri için halka fetva vermiştir. Kendisine: «Boynumuzda Mansur´a yaptığımız bey´at vardır.» dediklerinde o şû cevabı vermişti: «Siz zor­lanarak Mansur´a bey´at etmiştiniz. Zorlanan kimsenin bey´atı geçerli değildir.» İmam Malikin bu fetvası üzerine halk, Muhammed´e bey1 at etti. İmam Malik, kendi evine kapandı. Dışarı çıkmadı. Muhammed b. Abdullah, kendisine bey´at etmesi için İsmail b. Abdullah b. Cafer´e teklifte bulunduğu zaman, İsmail ona şöyle demişti: «Ey kardeşimin oğlu, sen Öldürülmüşsün (yani seni öldürecekler).» Bunun üzerine ba­zı kimseler Muhammed b. Abdullah´a bey´atten vazgeçtiler, ama ço­ğunluk ona bey1 ata devam etti. Onunla beraber oldu.

Muhammed b. Abdullah, Medine´ye vali olarak Osman b. Mu­hammed b. Halid b. Zübeyr´i, kadı olarak Abdülaziz b. Muttalib b. Ab­dullah el-Mahzumî´yi, güvenlik amiri olarak Osman b. Abdullah b. Ömer b. Hattab´ı, maaş divanının müdürü olarak Abdullah b. Cafer b. Abdullah b. Misver b. Mahreme´yi tayin etti.

Muhammed b. Abdullah, hadislerde adı geçen Mehdi olmak arzu­suyla Mehdi lakabını takındı, ama Mehdi değildi. Umduğu ve temen­ni ettiği şeyi elde edemedi. İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn.

Muhammed b. Abdullah´ın Medine´ye girdiği gecede, Medinelüer-den biri uzak mesafeler katederek yedi gecede halife Mansur´a ulaştı. Bir gece vakti halifenin köşküne vardığında, onun uyumakta olduğu­nu gördü. Hacibi Rebi´e dedi ki:

- Halifenin yanma girmek için izin istiyorum.

- Halife bu saatte uyandmlamaz.

- Mutlaka yanma girmem gerekir.

Bunun üzerine hacib Rebi, halifenin yanma girerek durumu an­ıttı, sonra da çıkıp Medineliyi halife ile görüştürdü. Medineli adam huzura vardığında halife ona sordu:

- Ne var, ne haberler getirmişsin

- Muhammed b. Abdullah b. Hasan, Medine´de isyan etti. Mansur paniğe kapılmadı ve hiç üzülmedi. Aksine adama şöyle sordu:

- Sen onu gördün mü

- Evet.

- Vallahi o ve beraberinde bulunup ona uyanlar helak olacaklar­dır.

Böyle dedikten sonra Medineli adamın zindana atılmasını emret­ti. Daha sonra arka arkaya onun haberini doğrulayıcı haberler gelin­ce Mansur, Medineli adamı serbest bıraktı ve hapiste kaldığı her gece için ona 1.000 dirhem verdi. Böylece toplam olarak ona 7.000 dirhem yerdi.

Mansur, Muhammed´in isyanının doğru olduğunu tesbit edince sıkılmaya başladı, tedirgin oldu. Müneccimlerden biri ona şöyle dedi: «Ey mü´minlerin emiri, ondan sana bir zarar gelmez. Allah´a yemin ederim ki, bütün köşe bucağıyla yeryüzüne sahip olsa bile yetmiş günden fazla kalamaz.»

Sonra Mansur, büyük komutanları toplantıya çağırdı. Bunların hapishaneye gidip Muhammed´in babası Abdullah b. Hasanla görüş­melerini, oğlunun isyan hareketini başlattığını kendisine haber ver­melerini ve bu hususta onun söyleyeceklerine kulak vermelerini em­retti. Komutanlar hapishaneye gittiklerinde durumu babası Abdul­lah´a bildirdiler. O da şöyle dedi:

- İbn Selame´nin (yani Mansur´un) ne yapacağını sanıyorsunuz

- Bilemiyoruz.

- Vallahi cimrilik sizin adamınızı (Mansur´u) öldürdü. Onun para sarfetmesi ve adam istihdam etmesi gerekir. Eğer galib olursa yaptığı masrafları geri alması kolaydır. Aksi takdirde adamınızın hazineler­de hiçbir malı kalmaz. Hazinelerindeki mallar başkalarının eline ge­çer.

Komutanlar, halife Mansur´un yanma döndüler ve Muhammed´in babası Abdullah b. Hasan´ın söylediklerini ona ilettiler. Halk da hali­fe Mansur´a, Abdullah b. Hasan´ın söylediklerini uygulaması tavsiye­sinde bulundu. O da İsa b. Musa´yı davet etti. İsa, onun davetine ica­bet etti. Sonra: «Ben kendisiyle savaşmadan Önce Muhammed´e bir mektup gönderip onu isyandan vazgeçmesi için uyaracağım.» dedi ve ona şu mektubu yazıp gönderdi:

«Rahman ve Rahim olan Allah´ın adıyla.

Mü´minlerin emiri Abdullah b. Abdullah´tan, Muhammed b. Ab­dullah´a.

"Allah ve peygamberleriyle savaşanların ve yeryüzünde bozgun­culukla uğraşanların cezası, öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayaklan kesilmek, ya da yerlerinden sürülmektir. Bu on­lara dünyada bir rezilliktir. Onlara ahirette büyük azap vardır. Anak, onları yakalamanızdan Önce tevbe edenler bunun dışındadır. Bi­liniz ki Allah bağışlar ve merhamet eder." (el-Mâide, 33-34.)

Eğer itaata dönersen sana ve yandaşlarına eman vereceğime Al­lah´ın ahdi, misakı, zimmeti ve Rasûlünün zimmeti üzerine söz veri-rum. Ayrıca sana 1.000.000 dirhem vereceğim. İstediğin yerde ika­met etmene de müsaade edeceğim. Bütün ihtiyaçlarını karşılayaca­ğını...»

Muhammed de ona şu cevabi mektubu gönderdi:

«Abdullah el-Mehdi Muhammed b. Abdullah b. Hasan´dan.

Rahman ve Rahim olan Allah´ın adıyla.

"Ta Sin Mim, bunlar apaçık kitabın ayetleridir. Ey Muhammed! İnanan bir millet için, sana Musa ve Firavun olayını olduğu gibi anla­tacağız. Firavun, memleketin başına geçti ve halkını fırkalara ayırdı. İçlerinden bir topluluğu güçsüz bularak onların oğullarını boğazlıyor, kadınlarını sağ bırakıyordu; çünkü o, bozguncunun biriydi. Biz, mem­lekette güçsüz sayılanlara iyilikte bulunmak, onları önderler kılmak, onlan varis yapmak istiyorduk." (ei-Kasas, 1-5.)

Senin bana teklif ettiğin emanı ben sana teklif ediyorum. Bu işe biz sizden daha layık ve ehiliz. Siz bu mertebeye ancak bizim saye­mizde kavuştunuz. Çünkü Ali, vasi ve imamdı. Oğlu hayatta iken siz onun velayetine nasıl varis oldunuz Biz yeryüzü halkının neseb ba­kımından en şereflileriyiz. Rasûlullah (s.a.v.), insanların en hayırlısı-dır. O bizim ceddimizdir. Ninemiz Hatice´dir. O da Rasûlullah (s.a.v)1-in zevcelerinin en faziletlisi idi. Kızı Fatıma, annemizdir. O, kızları­nın en üstünü ve en kıymetlisiydi. Ali, Haşim´e iki yönlü akrabadır. Hasan da Muttalib´e iki yönlü akrabadır. Hasan ile kardeşi, cennetlik gençlerin efendileridir. Rasûlullah (s.a.v.), babama iki yönlü akraba­dır.

Ben, Haşimoğluları arasında nesebi en yüksek, babası en belli olan kişiyim. Acemlerle soy bağım yoktur. Ümmü veletlerin benim üzerimde analık iddiaları ve çekişmeleri de olmamıştır. Ben Cen-net´te de derece bakımından en yüksek olanın ve ateşte azabı en hafif olanın oğluyum. Bu hilafete ben senden daha layıkım. Yönetim sen­den ziyade benim hakkımdır. Bu işi ben senden daha iyi yaparım.

Sen söz veriyorsun, ama sonra sözünü bozuyor ve yerine getirmi-yorsun. Nitekim İbn Hübeyre´ye de böyle yapmıştın. Ona söz vermiş, sonra da ona hıyanet etmiştin. Hain devlet başkanından daha şiddet­li azaba maruz kalacak bir kimse yoktur. Amcan Abdullah b. Ali´ye ve ^bu Müslim el-Horasanî´ye de böyle yapmıştın. Eğer doğru söylediği-£* bilseydim, çağrına icabet ederdim. Ama senin gibi birinin benim gi-1 birine verdiği sözü yerine getirmesi çok uzak bir ihtimaldir vesse­lam.»

Ebu Cafer el-Mansur da ona uzun bir cevabi mektup gönderdi. O mektubu şöyle özetleyebiliriz:

«İmdi, ben senin mektubunu okudum. Kadınların yakınlığı ile fazla övünecek olursan, ayak takımını ve kötülüğe koşanları yoldan çıkarmış olursun. Cenâb-ı Allah kadınları, analar ve babalar gibi kıl-. mamıştır. Onların yakınlığını, asabiyet ve velayet gibi de kabul etme­miştir. Yüce Allah, şu ayet-i kerimeyi inzal buyurmuştu: "Önce en ya­kın hısımlarını uyar." (eş-Şuarâ, 214.)

O zaman Rasûlullah (s.a.v.)´ın dört amcası vardı. İkisi onun çağrı­sına icabet ettiler. İcabet edenlerden biri dedemizdi. İkisi de onu in­kar ettiler. Birisi senin babandı (yani deden Ebu Talib´ti). Cenâb-ı Al­lah, onu inkar edenlerin akrabalık bağını kopardı. Böylece Rasûlul­lah (s.a.v.) ile senin deden arasında ahid ve eman kalmadı. Yüce Al­lah, Ebu Talib´in Müslüman olmadığını şu ayet-i kerimeyi inzal buyu­rarak açıkladı: "Ey Muhammed! Sen, sevdiğini doğru yola eriştire-mezsin. Ama Allah, dilediğini doğru yola eriştirir." (ei-Kasas: 56.)

Sen, Ebu Talib´in torunu olmakla övünüyorsun ve onun Cehen­nem azabının çok hafif olacağını ifade ediyorsun. Serde hayır yoktur, mü´min kimsenin cehennemliklerle övünmesi uygun olmaz. Ali´yi, Haşim´in iki defa dünyaya getirdiğini, Hasan´ı da Abdülmuttalib´in iki defa dünyaya getirdiğini söylemekle övünüyorsun. İşte Rasûlul­lah!... Abdullah onu bir kez dünyaya getirdi. Seni cariyelerin doğur­madığını söylüyorsun. İşte Rasûlullah´ın oğlu İbrahim!.,. O, Mari-ye´den doğmuştur ve senden daha hayırlıdır. Hz. Hasan´ın oğlu Ali de bir cariyeden doğmuştur ve o da senden hayırlıdır. Keza oğlu Mu­hammed b. Ali, torunu Cafer b. Muhammed´in de nineleri cariyedir ve onlar da senden daha hayırlıdırlar. ´Rasûlullah (s.a.v.)´m oğullan´ ifadesini kullanmışsın, oysa yüce Allah buyuruyor ki:

"Muhammed, içinizden herhangi bir adamın babası değil, o Al­lah´ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur." (el-Ahzâb, 40.)

Müslümanlar arasında ihtilaf edilmeyen sünnete göre; annenin, dayının ve teyzenin babası olan dede, kişiye mirasçı olamıyor. Fatıına da hadisin nassı gereğince Rasûlullah (s.a.v.)´a mirasçı olamamıştı. Rasûlullah (s.a.v.) hastalandığında, baban orada hazır bulunuyordu, ama babana imamlık yapmasını emretmedi. Aksine, bu görevi başka­larına vermişti. Rasûlullah (s.a.v.)´m vefatından sonra insanlar hiç kimseyi Ebu Bekir ve Ömer´e denk tutmadılar. Sonra şura ve hilafet işinde Osman´ı da deden Ali´ye tercih ettiler. Osman öldürüldükten sonra, bazıları onu Osman´ın katili olmakla itham ettiler. Bu nedenle Talha ve Zübeyr onunla savaştı. Sa´d da ona bey´ata yanaşmadı. Da­ha sonra Muaviye de ona bey´ata yanaşmadı.

Sonra baban bey´at talebinde bulundu. Bu nedenle insanlar onun-

vaştılar. Daha sonra güvendiği kimseleri hakem olarak tayin et-

ve razı oldu. Ama hakem kararına da uymadı. Sonra hilafet Ha-

01 ´m eline geçti. O da hilafeti dirhem ve paçavralar karşılığında sat-

S Hicaz´da ikamet etti. Helal olmayan yerlerden mal ve para aldı.

v´netinıi ehil olmayan kimselere bıraktı. Tataftarlarmı, Ümeyye

pulları ve Muaviye´nin eline bıraktı. Eğer hilafet sizin hakkınızsa siz

°nu terkettiniz ve parayla sattınız.

° Sonra amcan Hüseyin, İbn Mercane´ye isyan etti. Halk.İbn Mer-cane ile birlikte idi. Nihayet amcanı öldürdüler ve başını koparıp İbn Mercane´ye götürdüler. Sonra Ümeyye oğullarına karşı ayaklandınız. Onlar da sizi öldürdüler ve hurma ağaçlarına astılar. Sizi ateşle yak­tılar, kadınlarınızı esirler gibi develere bindirerek Şam´a şevkettiler. Derken biz onlara karşı çıktık, öcünüzü aldık, kan davanızı güttük. Sizleri onların topraklanna ve diyarlarına mirasçı kıldık. Geçmişleri­nizin faziletlerini andık, ama bunu bize karşı bir delil saydın. Onu Hamza, Abbas ve Cafer gibi kimselerden daha üstün ve faziletli ola­rak kabul edeceğimizi mi zannettin Durum senin iddia ettiğin gibi değildir. Onlar, fitnelere bulaşmadan bu dünyadan göçüp gittiler. Dünyadan darbe yemediler. Dünya onların şahsiyetlerinden ve dinle­rinden hiçbir şeyi eksiltemedi ve sevaplarına tam olarak kavuştular. Baban da bu işe müptela oldu. Ümeyye oğullan, kafirlerin farz na­mazlardan sonra lanetlenişi gibi babanı lanetlediler. Biz ise onun ha­tırasını yaşattık, faziletini andık. Ona yaptıklan kötülüklerden Ötürü onları azarlayıp tehdit ettik.

Sen, cahiliye devrinde işimizin hacılara su dağıtmak ve Zemzen işini idare etmek olduğunu bilirsin. Biz bununla şereflenmiş tik. Ra­sûlullah (s.a.v.), bu görevin bizde kalmasına hükmetti. Hz. Ömer za­manında insanlar kıtlığa maruz kaldıklarında o, babamız Abbas´ı yağmur duasına götürerek Rabbine onunla tevessül edip yağmur du­asında bulundu. Baban da orada hazırdı. Babanı değil de Abbas´ı ileri sürdü. Rasûlullah (s.a.v.)´tan sonra Abdülmuttalib oğullarından sade­ce Abbas´ın şikayet görevinde kaldığını biliyorsun. Hacılara Zemzem suyu dağıtmak onun görevi idi. Rasûlullah´a o varis olmuştu, veraset °nun verasetidir. Halifelik onun kollanndadır. Cahiliye ve îslâ-miyet döneminde geride kalan her şerefe mutlaka Abbas varis olmuştur ve bu şerefi kendi evlatlarına da miras olarak bırakmıştır...» [1]



Muhammed B. Abdullah B. Hasan´ın Öldürülmesi


Bu arada Muhammed b. Abdullah b. Hasan, Şamlılara bir elçi

göndererek onlan, kendi halifeliğini kabul edip bey´at etmeye çağırdı.

Cak onlar bu çağnyı kabul etmediler ve: «Savaşlardan sıkıldık, çarpışmalardan bıkıp usandık.» dediler. O da Medinelilerin elebaşılarını kazanmaya çalıştı. Kimi onun çağrısına icabet etti, kimi etmedi. On­lardan biri kendisine şöyle dedi: «Adam çalıştırmak için para harca-yamayacağın ve bulamayacağın bir halde ortaya çıkmış iken ben sa­na nasıl bey´at ederim » Bazıları da evlerine kapandılar. Dışarı çık-madılar. Muhammed´in öldürülüşünden sonra ortaya çıktılar.

Muhanımed b. Abdullah, Hüseyin b. Muaviye´yi yetmiş kadar pi­yade ve on kadar süvari ile -eğer şehre girmeyi becerebilirlerse- Mek­ke´ye vali olarak gönderdi. Mekkeliler onların gelmekte olduklarını duyunca, binlerce savaşçı ile onları karşıladılar. Hüseyin b. Muaviye onlara: «Niçin savaşıyorsunuz Ebu Cafer öldü.» dedi. Mekkelilerin li­deri Sırri b. Abdullah, ona şu cevabı verdi:

«Onun ulağı dört gece Önce bize geldi. Ben kendisine bir mektup gönderdim. Şimdi dört güne kadar onun cevabının gelmesini bekleye­ceğim. Eğer söyledikleriniz doğru ise şehri size teslim ederiz. Adam­larınızın ve atlarınızın erzak ve yemi de bana ait olsun.»

Hasan b. Muaviye, beklemeyi kabul etmedi. Mutlaka şehre gire­ceğini bildirip: "Ya bu geceyi mutlaka Mekke´de geçiririm, ya da bu uğurda Ölürüm." dedi. Sırri´ye haber gönderip, insanların kanlarının Harem´de akmaması için Harem dışına çıkmasını söyledi. Fakat, Sır­ri çıkmayınca, bunlar ilerlediler. Saf düzenine girdiler. Hasan ve adamları onlara hep birden saldırdılar, onları hezimete uğrattılar. İç­lerinden yetmiş kadar adamı öldürüp Mekke´ye girdiler. Sabah olun­ca, Hasan b. Muaviye, halka bir hutbe irad etti. Ebu Cafer´in öldüğü­nü söyleyerek onları aldattı. Onları, Muhammed b. Abdullah b. Ha­san el-Mehdi´ye bey´ata davet etti. [2]



İbrahim B. Abdullah B. Hasan´ın İsyanı


Bu arada Basra´da da İbrahim b. Abdullah b. Hasan, isyan hare­ketini başlattı. Haberci, geceleyin onun kardeşi Muhammed´in yanına vardı, yanına girmek için izin istedi. Muhammed, Mervan´ın evinde bulunuyordu. Kapı çalındığı sırada Muhammed şöyle dedi: «Allah´ım, hayır haber getiren kimse dışında gece ve gündüz aniden kapıyı ça­lanların şerrinden sana sığınıyorum ya Rahman.» Böyle dedikten sonra dışarı çıktı. Haberciyle görüştükten sonra kardeşinin yaptıkla­rını arkadaşlarına bildirdi. Onlar da sevinip ferahladılar. Sabah ve akşam namazlarından sonra Muhammed, halka şöyle diyordu: «Bas-ralı kardeşleriniz ve Mekke´de bulunan Hüseyin b. Muaviye için Al­lah´a dua edin. Onu düşmanlarınıza muzaffer kılması için niyazda bulunun.»

Mansur´un faaliyetlerine gelince, o, İsa b. Musa komutasında seçbahadırlardan oluşan 10.000 süvariyi Muhammed b. Abdullah b. S san´ın üzerine gönderdi. Bu askeri birlikte Muhammed b. Ebü´l- es-Seffah, Cafer b. Hanzala el-Behranî ve Hamid b. Kahtabe tid Abbas es-Seffah, C

a bulunuyordu. Mensur, bu hususta ona danışmış, o da şu tavsiyede ÎTlunmuştu: «Ey müminlerin emiri, güvendiğin kölelerini çağır ve lan Vâdil-Kurâ´ya gönder. İbrahim´e, Şam´dan gelecek azığa engel °lsunlar da o ve beraberindekiler açlıktan ölsünler. Çünkü o; mal, dam, hayvan ve silah bulunmayan bir beldede bulunuyor.»

Komutan İsa b. Musa, öncü kuvvetlerini Kesir b. Husayn el-Abdî komutasında ileriye çıkardı. Mansur, vedalaşırken İsa b. Musa´ya

şöyle demişti:

«Ey İsa! Seni şu ikisinin yanında gönderiyorum. Eğer o İbrahim´i ele geçirir ve onu mağlup edersen, kılıcını kokla ve insanlara eraan verdiğini duyur. Eğer İbrahim kaybolursa onu sana getirmeleri için halktan garanti al, onları sıkıştır. Çünkü onlar, onun nereye gittiğini

çok iyi bilirler.»

İsa´yı gönderirken onunla birlikte Kureyş´in ve Ensâr´m reislerine de birer mektup gönderdi. İsa, bu mektubu onlara gizlice verecek ve onları itaata dönmeye çağıracaktı. İsa b. Musa Medine´ye yaklaştığın­da bu mektupları bir adamla şehire gönderdi. Fakat onu, Muhammed b. Abdullah b. Hasan´ın muhafızlarından biri yakaladı. Mektupları yanında buldular ve Muhammed´e teslim ettiler. O da mektupların muhatabı olanlardan oluşan bir grubu huzuruna çağırdı. Onları da­yağa yatırıp işkence etti. Zincirlere ve prangalara vurup bağladı. Son­ra da zindana attırdı. Ardından adamlarını ve arkadaşlarını toplayıp; Isa b. Musa´nın gelişine kadar Medine´de mi kalalım ve o gelip bizi burada mı kuşatsın, ya da hep birlikte şehir dışına çıkıp Iraklılarla savaşalım mı diye fikir sordu. Kimi, Medine´de kalmasını, kimi de şehir dışına çıkmasını tavsiye etti. Sonra hep birlikte Medine´de kal­maya karar verdiler. Zira Rasûlullah (s.a.v.), Uhud savaşında şehir­den çıktığına pişman olmuştu. Sonra bunlar, Ahzab savaşında Rasû­lullah (s.a.v.)´m yaptığı gibi Medine çevresinde hendek kazmaya ka­rar verdiler. Hepsi buna mutabık oldular.

Muhammed de Rasûlullah (s.a.v.)´ı örnek alarak arkadaşlarıyla birlikte hendek kazmaya başladı. Rasûlullah (s.a.v.)´m kazmış olduğu hendekte bir kerpiç buldular. Buna çok sevindiler, tekbir aldılar ve ,Unun bir zafer müjdesi olduğunu kabul ettiler. Muhammed de hen-Qegın kazımı esnasında orada hazır bulunuyordu. Beyaz bir kaftan giymişti. Beline kemer bağlamıştı. İri yarı, esmer tenli, büyük başlı

İsa b. Musa, A´vas´a gelip mola verdi. Medine´ye yaklaşmıştı. Mu-tomed b. Abdullah, o esnada minbere çıkıp halka bir hutbe irad etti. Onları cihada teşvik etti. Etrafında 100.000´e yakın adam vardı Onlara irad ettiği hutbede şunları söylemişti: «Bana yaptığınız bey´attan sizi muaf tutuyorum. Dileyen bu bey´ata bağlı kalır, dileyen bu bey1 atın hükmü dışına çıkabilir...»

Bu sözleri üzerine çokları sıvışıp gittiler. Yanında çok az sayıda adanı kaldı. Savaşı görmesinler diye Medinelilerin çoğu, çoluk çocuk­larını yanlarına alarak dağ başlarına ve yamaçlara gittiler. Muham-med, onları şehir dışına çıkmaktan menetmesi için Ebü´l-Leys´i gön­derdi, ama çoğunu geri çeviremedi. Onlar yollarına devam ettiler. Muhammed, bir adama dedi ki:

- Eline bir kılıç ve bir de mızrak alıp şu Medine´den çıkanları geri çevirebilir misin

- Evet. Eğer bana bir mızrak verirsen dağ yamaçlarındaki kimse­leri vururum. Bana bir de kılıç verirsen dağ başına çıkmış olanları vururum.

Muhammed bir süre sustu. Sonra şöyle dedi:

- Yazıklar olsun sana, sen ne diyorsun Şamlılar, Iraklılar ve Ho­rasanlılar bana uymak için siyahları çıkarıp beyazlan giyindiler, ama bunun bana ne yararı olur Ben dünyada daracık bir yerde, beyaz bir köpük gibi kalsam, hiç faydası yok. İşte İsa b. Musa, A´vas´a gelip ko­naklamış bile.

Sonra İsa b. Musa gelip Medine yakınında bir mil mesafedeki bir yerde ordugah kurdu. Kılavuzu İbn As´am ona dedi ki: «Onları gördü­ğünüz takdirde, süvariler daha onları yakalamadan çabucak ordu­gahlarına dönmelerinden korkuyorum.» Böyle dedikten sonra kılavu­zunu oradan kaldırıp Cüruf e getirdi. Medine´ye dört mil mesafedeki Süleyman b. Abdülmelik´in su pınarına yakın bir yere ordugah kur­durdu. Bu hadise hicri 145. senenin 12 ramazanında cumartesi günü vuku bulmuştu. O esnada kılavuz şöyle dem