๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => El-Bidaye Ven Nihaye => Konuyu başlatan: Esila üzerinde 22 Kasım 2010, 12:14:14



Konu Başlığı: Hz. Ali´nin Torunu Hasan B. Hasan
Gönderen: Esila üzerinde 22 Kasım 2010, 12:14:14
Hz. Ali´nin Torunu Hasan B. Hasan


 Mutarrif B. Abdullajî B. Eş-Şahir

Hicretin Doksanaltıncı Senesi

Şam Camii İle İlgili Olarak Nakledilen Haberler

Zekeriya Oğlu Yahya Peygamberin Başı

Emevi Camisinin Kapısındaki Saatler.

Emevi Camiinde Kıraat-I Seb´a İle Kur´ân Okunmaya Başlanması

Fasıl

Dımışk Camiinin Banisi Velid B. Abdülmelik´in Biyografisi

Velid B. Abdülmelik Zamanında Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Ziyad B. Haris Et-Temimî Ed-Dımışkî

Abdullah B. Ömer B. Osman Ebu Muhammed.

Süleyman B. Abdülmelîkin Halifeliği

Kuteybe B. Müslim´in Öldürülmesi

Hicretin Doksanyedinci Senesi

Hicri Doksanyedinci Senede Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Hz. Ali´nin Torunu Hasan B. Hasan

Musab. Nusayr.

Hicretin Doksansekizinci Senesi



Mutarrif B. Abdullajî B. Eş-Şahir


Bu zatın biyografisi, önceki sayfalarda anlatılmıştır. Bütün bu ze­vatın biyografileri, "Tekmil" adlı eserimizde verilmiştir.

Bu senede (hicretin doksanbeşinci senesinde) Haccac, Vasıt şeh­rinde vefat etti. Nitekim bu husus, önceki sayfalarda detaylı olarak anlatıldı. Allah´a hamdolsun.

Bu senede Said b. Cübeyr hazretleri, Ali b. Medinî ile diğer bir ce­maatın ifadelerine göre Haccac tarafından öldürülmüştür. Meşhur ri­vayete göre o, hicretin doksandördüncü senesinde vefat etmiştir. Ni­tekim İbn Cerir ve birden fazla ravi böyle demişlerdir. Doğrusunu Al­lah bilir. [1]



Hicretin Doksanaltıncı Senesi


Bu senede Kuteybe b. Müslim, Çin diyarından Kaşgar´ı fethetti. Allah ona rahmet etsin. Çin hükümdarına da elçiler göndererek onu tehdit edip korkuttu ve beldelerine ayak basıp hükümdarlarına ve eş­rafına kölelik mührü vurmadan geri dönmeyeceğine Allah adıyla ye-nam etti. Onlardan cizye alacağını ya da İslâm´a girmelerini sağlaya­cağını söyledi. Elçiler, Çin ülkesinin en büyük hükümdarının huzuru-na girdiler. Hükümdar, büyük bir şehirde oturuyordu. Anlatıldığına göre o şehri kuşatan surlarda doksan kapı vardı. Hanbalık denen o Şehir, Çin´in en büyük, en verimli, en zengin ve alışverişi en çok olan Şehirlerindendi. Çinliler, çok mal ve eşyaya sahip oldukları için başka ülkelere gitme ihtiyacım hissetmezlerdi. Başka ülkelerin insanları onlara muhtaçtı. Çünkü onlar, çok eşyaya ve geniş bir iklime sahiptiler. Diğer ülkelerin hükümdarları, Çin hükümdarına haraç öderlerdi. Çünkü Çin hükümdarı, güçlü, zorba, askeri ve teçhizatı çok bir hü­kümdardı.

Kısaca demek istediğimiz şudur ki; Kuteybe´nin elçileri, Çin hü­kümdarının yanına gittiklerinde başkentinin ve ülkesinin büyük ol­duğunu, ülkede çok nehirlerin, pazarların, güzelliklerin ve kıymetli şeylerin bulunduğunu gördüler. Büyük bir kalede ve müstahkem bir mevkide bulunan hükümdarın huzuruna vardılar. Kale, büyük bir şe­hir büyüklüğündeydi. Çin hükümdarı, başlarında Hübeyre´nin bulun­duğu 300 İslâm elçisine tercümanı vasıtasıyla şöyle dedi: "Siz nesiniz kimsiniz ve ne istiyorsunuz " Elçiler de şöyle dediler: "Biz Kuteybe b´ Müslim´in elçileriyiz. O, seni İslâm´a davet ediyor. Eğer İslâm´a gir­mezsen cizye ödemen gerekecek. Cizye de ödemezsen seninle savaşa­cağız." Hükümdar kızdı ve elçilerin zindana atılmalarım emretti. Er­tesi sabah onları huzuruna getirterek: "Siz tanrınıza nasıl ibadet e-dersiniz " diye sordu. Onlar da normal veçhiyle namaz kıldılar. Rükû ve secdeye kapandıklarında hükümdar onlara güldü ve: "Siz evleri­nizde nasıl olursunuz " diye sordu. Onlar da gündelik elbiselerini gi­yindiler. Hükümdar, daha sonra huzurundan çıkıp gitmelerini emret­ti. Ertesi sabah tekrar yanına çağırdı ve: "Hükümdarlarınızın huzu­runa nasıl girersiniz " diye sordu. Onlar da takkelerim, sarıklarını, hırkalarını, abalarını giyerek hükümdarın huzuruna girdiler. Hü­kümdar, onları görünce: "Geri dönün." dedi. Onlar da huzurdan çıkıp geri döndüler. Hükümdar, kendi adamlarına: "Bunları nasıl gördü­nüz " diye sorduğunda, onlar şu cevabı verdiler: "Şimdiki kıyafetleri, erkek kıyafetine daha çok benzemiştir. Bunlar işte onlardır."

Üçüncü gün olduğunda hükümdar, yine haber gönderdi ve huzu­runa geldiklerinde: "Düşmanlarınızı nasıl karşılarsınız " diye sordu. Onlar da silahlarını kuşandılar. Miğferlerini taktılar, kılıç ve oklarını ellerine alıp atlarına binerek harekete geçtiler. Çin hükümdarı, onla­ra baktı, dağların kendisine doğru ilerlemekte olduklarını sandı. Hü­kümdara yaklaştıklarında mızraklarını diktiler, sonra paçalarını sı­vayarak ona doğru ilerlediler. Onlara: "Geri dönün." dedi. Çünkü Çin­lilerin kalblerine Müslüman korkusu girmişti. Müslüman elçiler de geri dönüp atlarına bindiler, mızraklarını ellerine alarak atlarını koş-tururcasına sürdüler. Hükümdar, kendi adamlarına: "Bunları nasıl görüyorsunuz " diye sorduğunda onlar: "Bunlar gibisini asla görme­dik!" diye cevap verdiler.

Akşam olunca hükümdar, onlara haber gönderip: "Liderinizi ve en üstün olanınızı bana gönderin." dedi. Onlar da Hübeyre´yi hüküm­dara gönderdiler. Hükümdar, huzuruna girdiğinde Hübeyre´ye şöyle dedi:

- Ülkemin büyüklüğünü gördün, hiç kimse sizi bana karşı koru­yamaz. Sizler, avucumdaki bir yumurta gibisiniz. Ben sana birşey so­racağını, doğru cevap verirsen ne âlâ, aksi takdirde seni öldürürüm.

- Sor bakalım.

- Birinci günde bir kılık, ikinci günde ikinci bir kılık, üçüncü gün­de ise bambaşka bir kılıkla huzuruma geldiniz, bunun sebebi neydi

- Birinci gündeki kılığımız, ailemiz ve çocuklarımız arasında giy­diğimiz elbise ve kılığımızdır. Bununla onlar arasında rahat oluruz. İkinci gündeki kılığımız ise, hükümdarlarımızın huzuruna girerken giydiğimiz elbise ve kılıklarımızdır. Üçüncü gündeki kılıklarımız ise, düşmana karşı çıkıp savaştığımızda giydiğimiz elbise ve kılıklarımız­dır.

- Zamanınızı ne güzel idare ediyorsunuz. Arkadaşınız Kuteybe´­nin yanma dönün ve ona deyin ki, ülkemden ayrılıp gitsin. Ben onun hırsını ve adamlarının azlığını öğrendim. Eğer ülkemden ayrılıp git-mezseniz sizi baştan sona kırıp geçirecek, mahvedecek ve askerlerimi üzerinize göndereceğim.

- Sen bunu Kuteybe´ye mi söylüyorsun Süvarilerinin bir başı se­nin ülke topraklarında, diğer ucu da zeytin yetişen mıntıkada olan bir kumandanın askerleri mi azdır diyorsun Gücü yettiği halde dünyayı arkasında bırakan ve senin ülkene gazaya gelen bir adam nasıl haris olabilir Bizi korkutmana gelince biz ölümden korkmuyoruz, bir eceli­miz olduğunu biliyoruz. Ecelimiz tamam olduğunda en iyisi şehid edilmemizdir. Biz ölümden korkmuyoruz ve ölmek istemiyen kimse­lerde değiliz.

- O halde adamınızı nasıl razı edeceğim

- O senin topraklarına basmadıkça, valilerini köle diye mühürle-medikçe, sonunuzu getirmedikçe, ülkenden cizye almadıkça geri dön­memeye yemin etmiştir.

- Ben onun yeminini yerine getiririm. Ona kendi ülkemden biraz toprak veririm. Ayrıca hükümdar çocuklarından dördünü gönderirim. Çok miktarda altın ve ipek kumaş da gönderirim ki, bunların kıyme­tini kimseler takdir edemez.

Böylece Hübeyre ile Çin hükümdarı arasında çok konuşmalar geçti. Neticede şu antlaşmaya vardılar: Hükümdar, kendi ülkesinin toprağını altın bir tepsi içinde gönderecek. Kuteybe´de o toprağa aya­ğıyla basacak. Ayrıca kendi evladından ve hükümdarların çocukların­dan birkaçım gönderecekti ki, Kuteybe onların boyunlarına kölelik mührünü vursun. Yine Kuteybe´nin yeminini yerine getirmiş olmak için de bol miktarda mal gönderdi.

Çin hükümdarı, kendi çocuklarından ve diğer hükümdarların ço­cuklarından 400´ünü Kuteybe´ye göndermiştir. O, Çin hükümdarının gönderdiği mallar, paralar ve çocuklar kendisine ulaştığında bu ar­mağanları kabul etti. Çünkü Kuteybe, mü´minlerin emiri Velid b. Ab-dülmelik´in ölüm haberini almış, morali bozulmuş ve şevketi kırılmış­tı. Kuteybe b. Müslim el-Bahilî, Süleyman b. Abdülmelik´e bey´at et­memeye karar vermiş, maiyetindeki askerlerin kendi halifeliğini ka­bul etmeleri için çağrıda bulunmak istemişti. Fakat, ülke ve beldeleri fethetme ile meşgul olduğundan bu .imkanı bulamamıştı. Sonra bu se­nenin (hicri doksanaltıncı senenin) sonunda öldürülmüştü. Allah ona rahmet etsin. Anlatıldığına göre onun elinde hiçbir bayrak yere düş­medi. Allah yolunda cihad eden mücahitlerdendi, başka hiçbir komu­tanın toplayamayacağı miktarda çok asker toplamıştı.

Hicretin doksanaltıncı senesinde Mesleme b. Abdülmelik, yaz mevsiminde gazaya gitti. Abbas b. Velid de Rum ülkesine gazaya git­ti, oralarda Tolas ve Merzubaneyn´i fethetti.

Bu senede Şam´daki Emevi camisinin inşaatı, banisi halife Velid b. Abdülmelik b. Mervan tarafından tamamlandı. Allah ona rahmet etsin ve ona hayır mükafat versin. Bu caminin yerinde daha önce Yu­nanlılar ve Keldanîler tarafından yapılmış bir mabet vardı. Kelda-nîler, Şam´ı şenlendirip imar etmişlerdi. Oraya ilk olarak onlar mabet inşa etmişlerdi. Keldanîler, yedi gezegene taparlardı. Bu gezegenler şunlardır:

1- Dünya semasındaki Ay,

2- ikinci gök tabakasındaki Utarit,

3- Üçüncü gök tabakasındaki Zühre,

4- Dördüncü gök tabakasındaki Güneş,

5- Beşinci gök tabakasındaki Merih,

6- Altıncı gök tabakasındaki Müşteri,

7- Yedinci gök tabakasındaki Zuhal.

Keldanîler, Şam´ın her bir kapısının üzerine bu yedi gezegenden birinin resmini yapmışlardı. Şam´ın yedi kapısı vardı. Sırf bu maksat­la Şam´a yedi kapı yapmışlardı. Yedi heykel dikmişler, bu heykeller­den her biri bir gezegene aitti. Her sene de bir defa olmak üzere bu kapılardan birinin yanında bayram şenlikleri düzenlerlerdi.

Rasathaneleri, Keldanîler kurmuşlardı. Bunlar, yıldızların hare­ketlerinden, birbirlerine yaklaşmalarından ve birleşmelerinden bah­sederlerdi. Bunlar, Şam´ı kurmuşlar ve şehri kurmak içinde o iki dağ arasından akan suyun kıyısını seçmişlerdi. O iki dağ arasından gelen suyu kanallara aktararak şehir içindeki evlerin avlularından geçir­mişlerdi. Şam, onların zamanında şehirlerin en güzellerinden biri idi. Hatta şehirlerin en güzeli idi. Çünkü orada insanı şaşkına döndüre­cek acaip tasarruflarda bulunmuşlardı. Emevi camiinin yerindeki o mabedi inşa ettiler. O mabet, bugünkü Emevi camiinin kuzey kısmına bakan bölümünde bulunuyordu.

Keldanîler, kuzey kutbuna yönelerek ibadet ederlerdi. Mihrabları da o yöne bakar, mabedlerinin kapısı, kıble tarafına açılırdı. Yani bu­günkü mihrabın arka tarafına düşüyordu. Nitekim bunu gözümüzle görmüşüzdür. Mihrabları, kuzey kutbu yönündeydi. Gördüğümüz ka-üi ise, nakışlı taşlarla inşa edilmiş güzel bir eserdi. Üzerinde kendi yazılarıyla yazılmış bir kitabe de vardı. Kapının sağında ve solunda da iki küçük kapı daha vardı. Mabedin batı tarafında cidden yüksek bir köşk vardı. Posta kapısındaki bu sütunlar, o köşkü taşımaktaydı­lar. Mabedin doğu kısmında da hükümdar Ciron´un köşkü vardı. Ci­ron, onların hükümdarıydı. Orada iki büyük evde vardı ki, onlar ken­dilerinden önce Şam´a hükmeden kimselerin evleriydi.

Anlatıldığına göre mabedle birlikte hükümdarlara mahsus üç bü­yük ev vardı. Bu evleri ve mabedi yüksek bir sur kuşatmaktaydı. Bu sur, büyük yontma taşlarla yapılmıştı. Sözünü ettiğimiz üç evden biri mutfak, biri tavla idi. Diğeri de Muaviye´nin inşa etmiş olduğu yeşil köşkün yerindeki bir evdi.

Öncekilerden nakillerde bulu