๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => El-Bidaye Ven Nihaye => Konuyu başlatan: Esila üzerinde 03 Aralık 2010, 10:58:52



Konu Başlığı: Hz. Ali´nin Oğlu Hasan´ın Halifeliği
Gönderen: Esila üzerinde 03 Aralık 2010, 10:58:52
Hz. Ali´nin Oğlu Hasan´ın Halifeliği


Hz. Ali´nin Yaşayışı, Vaazları, Hükümleri, Hutbeleri Ve Gönüllere Ulaşan Hikmetlerinden Örnekler

Hz. Ali´nin Güzel Sözlerinden Bazıları

Şaşılacak Garîp Bîrşey.

Hz. Ali´nin Oğlu Hasan´ın Halifeliği

Hicretîn Kırkbirinci Senesi

Emevıler Donemi

Ebu Süfyan´ın Oğlu Muaviye Ve Hükümdarlığı

Ebu Süfyan Oğlu Muaviye´nin Fazileti

Bir Grup Haricinin Muaviye´ye Baş Kaldırması

Hicretin Kırkbîrîncî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler Rifaa B. Rafı

Rükane B. Abdilaziz.

Safvan B. Ümeyye.

Osman B. Talha.

Amr B. Esved Es-Sekûnî

Atîke Bintî Zeyd.

Hicretî Kırkîkinci Senesi

Hicretin Kırküçüncü Senesi

Hicretin Kırkdördüncü Senesi

Hichetîn Kırkbeşinci Senesi

Hicretin Kırkaltıncı Senesi

Sürakab. Ka´b.

Abdurrahman, B. Halid B. Velîd.

Hicretin Kırkyedînci Senesi

Hicretin Kırksekizînci Ve Kırkdokuzuncu Seneleri

Hicretin Kırkdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Hz. Alî´nin Oğlu Hasan.

Hicretin Ellîncı Senesi

Hüyey B. Ahtab´ın Kızı Safiye.


Hz. Ali´nin Yaşayışı, Vaazları, Hükümleri, Hutbeleri Ve Gönüllere Ulaşan Hikmetlerinden Örnekler


Abdu´l-Varis, Alâ´mn şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Hz. Ali, insanlara bir hutbe irad ederek şöyle dedi: "Ey insanlar! Kendisinden başka ilah bulunmamayan Allah´a yemin ederim ki, ben sizin malınızdan az veya çok hiçbir şey almış değilim. Sadece şu hariç." Böyle dedikten sonra gömleğinin yeninden, içinde esans bulunan bir şi­şe çıkardı ve: "Dihkan, bunu bana hediye etti." dedi. Sonra da beytü´l-mala giderek: "Şu şişeyi alın." dedi ve şöyle bir şiir okudu:

"Bir zenbili olup da her gün o zenbilin içinden bir hurma alıp yiyen kişi felah buldu."

Harmele, Abdullah b. Ebi Rezin el-Gafikf nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Kurban bayramı gününde Hz. Ali´nin yanma gittik. Bize kepekten yapılma bir bulamaç yemeği verdi. Kendisine dedik ki:

- Allah seni ıslah etsin. Şu Ördeği veya kazı bize takdim etseydin ol­maz mıydı Allah sana bol mal vermiştir.

- Ey İbn Rezin, ben, Rasulullah (s.a.v.)´m şöyle buyurduğunu işit­tim: "Halife´ye Allah malından sadece iki tabak helal olur. Bu tabaklar­dan birinde kendisi ve ailesi yemek yer, diğer tabağı da insanların önü­ne koyarak onlara yemek yedirir."

Ebu Ubeyd, Antere´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Havar-nak´ta Hz. Ali´nin yanma gittim. Üzerinde kadife bir elbise vardı. So­ğuktan titriyordu. Ona dedim ki: "Ey mü´minlerin emiri! Allah sana ve aile efradına beytü´l-maldan pay tahsis etmiş olduğu halde sen soğuk­tan titriyorsun." O da bana şöyle cevap verdi: Vallahi ben sizin malınız­dan birşeyi alacak değilim. Şu üzerimdeki kadife elbiseyi de evimden (veya Medine´den) çıkıp gelirken getirmiştim."

Ebu Nuaym, Süfyan-ı Sevıfnin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hz. Ali, kerpiç üstüne kerpiç koymadı. Elbisesi de Medine´den bir torba için­de kendisine getirilirdi."

Yakub b. Süfyan, Mecma b. Sem´a et-Teymî´nm şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

«Ebu Talib oğlu Ali, kılıcını eline alarak pazara gitti ve şöyle dedi: Şu kılıcımı kim benden satın alır Eğer yanımda dört dirhem para bulunsaydi o parayla kendime bir izar satın alır, kılıcımı da satmazdım.» Zübeyr b. Bekkar, Cafer´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ali (r.a.), bir gömlek giydiği zaman elini yenine sokup uzatırdı. Parmaklarını geçen kısmı kestirirdi ve: "Yenin yarmaklardan uzun olan kısmının kesilmesi gerekir." derdi.»

Ebu Bekir b. Ayyaş, İbn Abbas´m şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hz. Ali, halife iken üç dirheme bir gömlek satm aldı. Gömleğin kolu uzundu. Bu yüzden bilek kısmından fazla olanı kestirdi ve şöyle dedi: "Allah´a hamd olsun ki bu, O´nun verdiği övünülecek elbiselerdendir." "Zühd" adlı eserinde İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Gusayn´m azad-lısı Hilal b. Hibban´m şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Hz. Ali´nin pamuklu elbiseler satan bir adama gittiğini ve ona : "Se­nin yanında sünbülani bir gömlek var mı " diye sorduğunu gördüm. Adam da ona bir gömlek çıkarıp verdi. Hz. Ali, gömleği giyince bacakla­rının yarısına kadar uzandığını gördü. Sağına ve soluna bakıp şöyle de­di: "Bunu çok güzel buluyorum, şu gömlek kaçadır "

Adam: "Dört dirhemedir, ey mü´minlerin emiri" deyince Hz. Ali, iza-rının ucuna bağladığı paraları çıkarıp dükkan sahibine verdi ve gömleği alıp gitti.»

Muharnmed b. Sa´d, Cermuz´un şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hz. Ali´yi hükümet konağından çıkarken gördüm. Üzerinde Kıbti-lere mahsus bir elbise vardı. İzan, bacaklarının yarısına kadar uzanı­yordu. Bir de peştemal sarmıştı. Elinde kırbacı vardı. Pazarda yürüyor­du. İnsanlara Allah´a karşı takyalı olmalarım ve güzel alış veriş yapma­larım emredip, şöyle diyordu: Ölçü ve tartıyı tam yapın, eti şişirmeyin." "Zühd" adlı eserde Abdullah b. Mübarek şöyle demiştir: Yezid b. Vehb el-Cühenî dedi ki: "Ebu Talib oğlu Ali, bir gün yanımıza geldi. Üze­rinde iki peştemal vardı. Birini izar diye üst tarafına, diğerini de alt ta­rafına sarmıştı. Peştemalınm bir tarafını sarkıtmış, diğer tarafım da üst tarafına atmıştı. İzarım yukarıya kaldırıp bir bez parçasıyla bağla­mıştı. Bir Arabi ona şöyle dedi:

- Ey adam! Şu elbiseyi giy, sen ölecek veya öldürüleceksin.

- Ey Arabi! Beni kibirden uzak tutması ve namazım ikin bana ha­yırlı olması, ayrıca mü´min kimseler için de âdet olması maksadıyla bu elbiseleri giyiyorum."

Abd b. Hamid, Ebu Matar´ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Mescitten çıktım. Bir de baktım ki adamın biri, arkamdan bana şöyle sesleniyor:

- İzarım kaldır, böyle yaparsan elbisen daha geç eskir ve senin için de daha takvah bir hal olur. Eğer Müslümansan başını kaldır. Ben, o adamın peşine düştüm, üzerine bir izar örtmüş, alt tarafına da bir peşte­mal sarmıştı. Elinde bir kırbaç vardı. Badiyede yaşayan bir bedeviyi andiriyordu. "Bu adam Mm " diye sordum. Adamın biri bana: "Seni bu bel­denin yabancısı olarak görüyürum." deyince ben de ona: "Evet, ben Bas-ralıyım." dedim. Adam da bana : "Bu, mü´minlerin emiri Ebu Talib oğlu Ali´dir." dedi. Hz. Ali, bu haliyle yoluna devam etti. Beni Ebu Muayt´m evine vardı. Beni Ebu Muayt deve güdüyordu. Hz. Ali, onlara şöyle dedi: "Alış veriş yapın, satış esnasında yemin etmeyin. Çünkü yemin, malın satılmasına yardımcı olur ama bereketi yok eder." Sonra hurma satan­ların yanma gitti. Orada bir hizmetçinin ağlamakta olduğunu gördü. Hizmetçi kadına şöyle sordu:

- Niçin ağlıyorsun

- Şu adam bir dirheme bana hurma sattı, efendim hurmayı kabul etmeyip geri vermemi istedi. Bu adam da kabul etmek istemiyor.

Hz. Ali, hurmacıya şöyle dedi:

- Hurmanı al, cariyenin bir dirhemini de iade et. Çünkü onun alış veriş yapmaya yetkisi yoktur.

Hurmacı da cariyeye bir dirhemi iade etti. Ben, hurmacıya: "Şu ada­mı tamyor musun " diye sorunca hurmacı: "hayır" diye cevap verdi. Bu­nun üzerine ona: "Bu, mü´minlerin emiri Ebu Talib oğlu Ali´dir." dedim. Bunun üzerine cariye, hurmalarım döktü. O da cariyeye bir dirhemini geri verdi. Hurmacı, daha sonra Hz. Ali´ye şöyle dedi:

- Ey mü´minlerin emiri, benden hoşnud olmanı istiyorum.

- İnsanlara haklarım tam olarak verdiğin zaman senden hoşnud olurum.

Hz. Ali böyle dedikten sonra yoluna devam etti, diğer hurmacılara uğrayıp şöyle dedi:

- Ey hurmacılar! Düşkünlere yedirin ki, kazancınız fazlalaşsm. Hz. Ali böyle dedikten sonra, beraberindeki Müslümanlarla birlik­te yoluna devam etti, balıkçıların yanma gitti. Onlara şöyle dedi:

- Şu pazarımızda su üzerinde duran balıklar satılmasın. Böyle dedikten sonra pamuklu elbiseler satan Fırat evine gitti. Yaş­lı bir adama uğrayıp şöyle dedi:

- Ey ihtiyar, benimle güzel bir alışveriş yap, bana üç dirheme güzel bir gömlek sat.

İhtiyar adam kendisini tanıyınca Hz. Ali, ondan birşey satın alma­dı. Bir başkasına uğradı. O da kendisim tanıyınca ondan da birşey alma­dı. Sonra genç bir adama uğradı. Ondan üç dirheme güzel bir gömlek sa­tın aldı. Gömleğin yeni, bileklerine kadar uzanıyordu. Giyerken şöyle dedi: "İnsanlar arasında güzel görünebileceğim ve ayıp yerlerimi Örte­cek olan bir elbiseyi bana nasib eden Allah´a hamd olsun."

Kendisine denildi ki:

- Ey mü´minlerin emiri! Bu söylediğin şeyi kendiliğinden mi söylü­yorsun, yoksa bunu Rasûlullah (s.a.v.)´dan mı işittin

- Hayır. Bu, Rasûlullah (s.a.v.)´ın bir elbise giyerken kendisinden duyduğum bir sözüdür.

Sonra Hz. Ali´ye elbiseyi satan gencin babası geldiğinde kendisine dediler ki: "Ey falan, senin oğlun bugün mü´minlerin emirine üç dirhe­me bir gömlek sattı."

Adam, oğluna: "Keşke mü´minlerin emirinden iki dirhem alsaydın." dedi ve oğlundan bir dirhemi alıp Hz. Ali´ye getirdi. Hz. Ali, Küfe mesci­dinin avlusunda Müslümanlarla beraber oturmaktaydı. Gömleği satan çocuğun babası, ona: "Şu dirhemi al" deyince Hz. Ali: "Bu neyin nesidir " diye sordu. Adam da: "Oğlumun sana sattığı gömleğin fiyatı iki dirhem­di. Onun için bir dirhemi sana geri veriyorum." dedi. Hz. Ali de: "Oğlun bana rızasıyla sattı, ben de rızamla satın aldım." diye karşılık verdi.»

Amr b. Şimr, Şa´bfnin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Ebu Talib oğlu Ali, kaybolan zırhım bir Hristiyanın yanında görün­ce davalaşıp hakkını almak için onu kadı Şurayh´a götürdü. Hz. Ali gi­dip Şurayh´m yanma oturdu ve şöyle dedi: "Ey Şurayh! Eğer hasmım Müslüman bir kimse olsaydı, ben mutlaka onun yanında otururdum. Ama o bir Hristiyandır. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştu: "Sizlerle onlar (yani Hristiyanlar) bir yolda gitmekte olursanız, onları sıkıştırın. Allah´ın onları küçülttüğü gibi sizde onları küçültüp tahkir edin. Yalnız taşkınlık yapmayın." Bu zırh benim zırhımdır. Bunu ben bu adama sat­madığım gibi hibe de etmiş değilim. Kadı Şurayh, Hristiyan adama şöy­le dedi:

- Mü´minlerin emirinin söylediklerine ne diyorsun

- Zırh benim zırhımdır. Mü´minlerin emirine ne oluyor ki benim yanımda yalan söylüyor

Şurayh, Hz. Ali´ye dönüp şöyle dedi:

- Ey mü´minlerin emin, senin bu hususta bir delilin var mı Hz. Ali güldü ve şöyle dedi:

- Kadı Şurayh isabet buyurdu. Ancak benim bir delilim yok.

Hz. Ali´nin böyle demesi üzerine Kadı Şurayh, zırhın Hristiyana ve­rilmesine hükmetti. Hristiyan adam da zırhı alıp birkaç adım gittikten sonra geri dönüp şöyle dedi:

- Ben, verilen bu hükmün peygamberlerin hükmü olduğuna şahid-lik ediyorum. Mü´minlerin emiri beni kendi kadısına getiriyor. Kadı da onun aleyhinde hüküm veriyor. Ben, Allah´tan başka ilah bulunmadığı­na, Muhammed´in de O´nun kulu ve elçisi olduğuna şahadet ediyorum. Allah´a yemin ederim ki, ey mü´minlerin emiri, bu zırh senin zırhındır. Sen Sıffin´e giderken askerlerinin peşi sıra yürüdüm ve bu zırh senin si­yah devenin üzerinden yere düştü.

Hz. Ali de ona:

- Madem Müslüman oldun. Öyleyse zırh senin olsun, dedi ve onu bir ata bindirdi.

Şa´bî dedi ki: O Hristiyanı gören biri bana dedi ki: Hz. Ali´nin zırhını kendisine verdiği o Hristiyan, Nehrevan savaşında Haricilerle savaşı­yordu.»

Said b. Ubeyd, Ca´de b. Hübeyre´nin, Hz. Ali´ye gelip şöyle dediğini

rivayet etmiştir:

«Ey mü´minlerin emiri! Sana iki adam geliyor. Sen, onlardan birine kendi ailesinden ve malından daha sevimlisin. Diğerine gelince o eğer güç yetirebilirse seni öldürür. Ama sen, sana düşman olan kimsenin le­hine ve seni seven adamın aleyhine hüküm veriyorsun. Bu nasıl iştir

Hz. Ali, böyle diyen Ca´de b. Hübeyre´yi yumruklayıp iteledi ve ona

şöyle dedi:

- Eğer bu benim yetkimde olan birşey olsaydı, senin isteğin doğrul­tusunda hüküm verirdim. Ama bu, Allah´ın yetkisinde1 olan birşeydir.»

Ebu´l-Kasım el-Beğavî, elbiseci Salih´in ninesinin şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

«Hz. Ali´nin bir dirheme hurma satın aldığım ve o hurmaları kendi yorganının (kılıfı) içine koyup omuzladığını, bir adamın da kendisine şöyle dediğini gördüm:

- Ey mü´minlerin emiri, bırak da senin yerine bu yükü biz taşıya­lım, olmaz mı Hz. Ali, ona şöyle cevap verdi:

- Çoluk çocuğun babası, onların yiyeceklerini taşımakla yükümlü­dür.»

Ebu Haşim, Zazan´m şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hz. Ali, halife iken sokaklarda yalnız başına yürür, yolunu kaybe­denlere yolunu gösterir, zayıfa yardım eder, satıcı ve bakkallara uğrar, Kur´ân-ı Kerim´i onlara açıp okurdu:

"Bu ahiret yurdunu, yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu is­temeyen kimselere veririz." (el- Kasas, 83.) Sonra da şöyle derdi: Bu ayet-i kerime, adalet ve tevazu sahibi yöneticilerle güç ve kudret sahibi diğer insanlar hakkında nazil olmuştur."

Ubade b. Ziyad, Salih b. Esved´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Kendisim gören bir adam bana, Hz. Ali´yi bir merkebe binmiş ve iki ayağını birlikte merkebin bir tarafına sarkıtmış olarak gördüğünü ve onun şöyle dediğim nakletti: Ben dünyayı önemsemeyen kimseyim." Yahya b. Main, Ömer b. Abdülaziz´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İnsanların dünyada en zahidi, Ebu Talib oğlu Ali´dir." Hişam b. Hassan dedi ki: "Bir ara biz, Hasan-ı Basrî´nin yanında iken Ezarika´dan bir adam gelip ona şöyle dedi:

- Ey Ebu Said! Ebu Talib oğlu Ali hakkında ne dersin Hasan-ı Basrî´nin şah damarları şişip kızardı ve şöyle dedi:

- Allah, Ali´ye rahmet etsin. O, Allah´ın bir oku idi ki, düşmanlarına isabet etmişti. O, ilim mahallinde yüksek bir mertebede olup Rasû-lullah´a en yakın olan kimseydi. Bu ümmetin en dindarı idi. Allah´ın ma­lını çalmaz, O´nun emri hususunda gafil olmazdı. Kur´ân´m hakkım ver­di. Buyruklarım yerine getirdi. Onunla amel etti ve onu öğrendi. Kur­´ân´m parlak bahçesinde bulunup apaçık delillere sahipti. îşte ey adam! Ebu Talib oğlu Ali böyleydi."

Hüseyin, Ammar´ın şöyle dediğim rivayet etmiştir: "Bir adam, Ebu Talib oğlu Ali´yi anlattı. Onun hakkında yalan şeyler söyledi. Yerinden kalkmadan gözleri kör oldu."

Ebu Bekr b. Ebu Dünya, Zazan Ebu Ömer´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir adam, Hz. Ali´ye bir şeyler söyledi. Hz. Ali de ona şöyle de­di:

- Sen bana yalan söyledin.

- Hayır, yalan söylemedim.

- Eğer yalan söylemişsen sana beddua ederim.

- Et bakalım.

Hz. Ali ona beddua etti, yerinden kalkmadan gözü kör oldu." İbn Ebu Dünya, Ebu Mekin´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ben

ve dayım Ebu Ümeyye, Murad kabilesinin mahallesindeki bir inşaata

uğradık. Dayım bana dedi ki:

- Şu inşaatı görüyor musun

- Evet.

- Burası yapılırken Ali buradan geçiyordu. Duvardan üzerine bir kerpiç düşüp kendisini yaraladı. O da bu inşaatın tamamlanmamasını Allah´tan diledi. Artık bu inşaatın üzerine bir kerpiç dahi konulamadı.

Ben bu inşaatın yanandan geçerken bakıyordum ki evlere benzemi­yor."

îbn Ebu Dünya, Ebu Beşir eş-Şeybanî´nin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Cemel savaşında efendim (Ali) ile birlikte idim. O savaştaki kadar başka hiçbir savaşta yere düşmüş çok sayıda el ve ayak görmedim. Ve-lid´in evine her uğradığımda mutlaka Cemel savaşım yad etmişimdir. Hakem b. Uyeyne´nin bana anlattığına göre Hz. Ali, Cemel savaşında kendisiyle savaşanlar için şöyle beddua etmiştir: "Allah´ım, bunların el­lerini ve ayaklarını al." [1]



Hz. Ali´nin Güzel Sözlerinden Bazıları


İbn Ebu Dünya, Ebu Erake´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Hz. Ali ile birlikte sabah namazım kıldım. Sağma döndüğünde bi­raz durdu. Üzerinde bir hüzün var gibiydi. Güneş doğup mescidin du­varından bir mızrak boyu kadar yükseldiğinde iki rekat namaz kıldı.

Sonra ellerini çevirip şöyle dedi: "Allah´a yemin ederim ki ben Muham-med (s.a.v.)´in ashabını gördüm. Ama bugün onları andıran hiçbir şey göremiyorum. Onlar fazlaca secdeye vardıklarından yüzleri ve alınları tozlanmış olarak sabahlarlardı. Tıpkı kendisine taziyette bulunulan kimse gibi üzgün dururlardı. Gecelerini Allah´a secde edip kıyamda du­rarak ve Allah´ın kitabını okuyarak geçirirlerdi. Ayaklan ve alınları faz­laca namaz kılmaktan yorulur ve gecelerini öylece geçirirlerdi. Sabah olduğunda da Allah´ı zikrederler ve rüzgarlı bir günde ağaçlann yan ya­tışı gibi yatarlardı. Gözlerinden yaşlar boşanır, Öyle ki elbiseleri ıslanır-dı. Allah´a yemin ederim ki bugünkü halk geceyi gafletle geçiriyor."

Böyle dedikten sonra kalktı ve o günden sonra gevşeyip güldüğü gö­rülmedi, nihayet Allah düşmanı fasık îbn Mülcem onu öldürdü.»

Vekî, Ebu Talib oğlu Ali´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"İlim Öğrenin, onunla hakikatleri tanıyın, onunla amel edin ki ilim erbabı olasınız, zira sizden sonra öyle bir zaman gelecektir ki, o zaman­da hakkın onda dokuzu inkar edilecektir, O zamanda ancak Allah´a yö-nelip tevbe eden kimseler kurtulacakdır. Onlar da hidayet rehberi imamlar ve ilim kandili kimselerdir.

Dikkat edin! Dünya arkasını dönüp gitmek üzeredir, ahiret ise size doğru gelmektedir. Dünyanın da ahiretin de oğulları vardır. Siz ahiret oğulları olun. Dünya oğullarından olmayın.

Dikkat edin! Dünyada zahid olan kimseler, yeryüzünü kendilerine sergi, toprağı döşek, suyu da koku edindiler. Dikkat edin, ahirete özlem duyan kimseler şehvetlerden sıyrılmışlardır. Ateşten korkan kimse,ha-ramlardan uzak durur. Cennet´i istej´en kimse ise taatlara koşar. Dün­yada zahid olan kimse musibetleri önemsemez.

Dikkat edin! Allah´ın nice kulları vardır ki, cennetlikleri Cennet´te ebedi olarak görmüşlerdir. Cehennemlikleri de Cehennem ateşinde a-zaplanmış olarak görürler. Allah´ın bu kullarının şerlerinden emin olu­nur. Kalpleri hüzünlüdür, nefisleri iffetlidir, ihtiyaçları hafiftir. Uzun sürecek uhrevi bir rahatlık için dünyadaki sayılı günlerde sabırlı olur­lar. Geceleyin ise ayaklarım saf halinde dizip namaz kılarlar, gözlerin­den yanaklarının üzerine yaşlar akar. Cehennem ateşinden azad´edil-mek için Allah´a yalvarıp yakarır ve yüksek sesle niyazda bulunurlar, gündüz ise susuz kalırlar. Yumuşak huylu olup takvalı ve iyi kimseler olurlar, okları andırırlar, dosdoğrudurlar, onlara bakan kimse hasta ol­duklarını sanır, ama onlar hasta değildirler. Onların arasına karışıl-mıştır. Bu kavmin içine büyük bir musibet girmiştir."

Esbağ b. Nebata dedi M: Hz. Ali bir gün minbere çıkıp Allah´ı hamdü senada bulunup ölümden bahsederek şöyle dedi:

"Ey Allah´ın kulları, ölümden kurtuluş yoktur. Eğer ona karşı du­rursanız sizi yakalar, ondan kaçsanız bile peşinizden gelip sizi tutar.

Kurtuluşa bakın, kurtuluşa bakın, acele edip gidin, arkanızda sizi yaka­lamak isteyen mezar var. Mezarın sizi sıkıştırmasından korkup tedbiri­nizi alın. Onun karanlığına ve ıssızlığına karşı tedbir alıp sakının. Dik­kat edin, mezar, Cehennem çukurlarından bir çukur ya da Cennet bah­çelerinden bir bahçedir. Dikkat edin, mezar, hergün üç kez şöyle der: "Ben karanlık yurduyum, ben kurt yurduyum, ben yalnızlık yurdu­yum." Dikkat edin, bunun gerisinde öyle bir gün (kıyamet günü) vardır ki, o günde küçük çocuklar yaşlanır, yaşlı kimselerse sarhoş olurlar. "Her hamile kadın çocuğunu düşürür, insanları sarhoş gibi görürsün, oysa sarhoş değildirler. Fakat bu sadece Allah´ın azabının çetin olma­sındandır." (ei-Hacc, 2.) "Dikkat edin! Bunun da ötesinde daha şiddetli olan birşey vardır. O şeyin sıcaklığı şiddetlidir. Derinliği çok fazladır. Süsleri ve tokmaklan demirdendir, suyu irindir, bekçisinin adı Malik´tir ki, Al­lah için onda merhamet yoktur."

Hz. Ali, böyle dedikten sonra ağladı, yanındaki Müslümanlar da ağ­ladılar. Sonra kendisi şöyle diyerek sözünü sürdürdü: "Dikkat edin, onunda gerisinde bir Cennet vardır ki, genişliği göklerle yer genişliği kadardır. O, takva sahibi kimseler için hazırlanmıştır. Allah bizi ve sizi takva sahibi kimselerden kılsın. Bizi ve sizi elem verici azabdan koru­sun."

Vekî, Evfa b. Dilhem´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hz. Ali, bir hutbe irad edip şöyle dedi:

"Dünya, arkasını dönüp gitmek üzere olduğunu ilan etmekte ve si­zinle vedalaşmaktadır. Ahiret ise, size yönelip gelmekte ve neredeyse sizinle buluşmak üzeredir. Bu gün, yanşa hazırlanma günü, yannsa ya-nş günüdür. Siz, gerisinde ecel bulunan günler içindesiniz, her kim eceli gelmeden, emelle yaşadığı günlerinde kusurlu davranırsa, yaptığı işler ziyanla sonuçlanır. Dikkat edin, korktuğunuzda nasıl amel ediyorsanız ümit halinde de Allah için öyle amel edin. Dikkat edin, ben Cennet gibi birşey görmüş değilim ki, onu taleb eden kimse gaflet içinde uyumakta­dır ve Cehennem gibi birşey de görmüş değilim ki, ondan kaçan kimse de gaflet içinde uyur. Bir kimseye hakk yarar sağlamazsa, bâtıl ona zarar verir. Bir kimse doğru yolda gitmezse, sapıklık onu eğri yola saptırır. Dikkat edin, siz buradan göçmekle emrolundunuz, azık için alçaldımz. Dikkat edin, dünya geniştir. İyi kötü herkes onun nimetlerini yer. Ahi­ret ise gerçek bir vaaddir. Orada muktedir olan bir hükümdar, hüküm verecektir. Dikkat edin, şeytan sizi fakirlikle korkutarak cimriliği ve hayasızlığı emreder.

Allah ise, mağfiret ve bol nimet vadeder. Allah´ın lütfü boldur. O, her şeyi bilir. Ey insanlar, yaşarken iyilik yapın ki öldükten sonra mu­hafaza olunasınız. Zira Allah, Cennet´ini kendisine itaat eden kimselere vaad etmiştir. Kendisine isyan edenleri ise, ateşiyle tehdit etmiştir. O ateşin homurtusu asla dinmez. Ona tutsak olan kimse kurtulamaz, ora­da bir tarafi kırılan kimsenin kırık yeri düzelmez. Oranın harareti şid­detlidir, çok derindir, suyu irindir. Sizin için en çok korktuğum şey, heva ve heveslerinize uyup uzun emel beslemenizdir. Heveslere uymak, in­sanı hak yoldan saptmr, uzun emel ise, insana ahireti unutturur."

Asım b. Damre´nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bir adam, Hz. Ali´nin yanında dünyayı yerdi. Hz. Ali, ona şöyle dedi:

"Dünya, kendisine sadık olan kimse için bir sadakat yurdudur. Onu anlayan kimse için kurtuluş yoludur. Orada azık edinmek isteyen kim­se için azık ve zenginlik yurdudur. Oraya Allah´ın vahyi inmiştir. Orada melekler namaz kılmıştır. Peygamberlerin mescidi oradadır, velilerin ticaret yeri orasıdır. Orada, Allah´ın rahmet ve Cennet´ini kazandılar. Dünya göçüp gitmekte ve sizden aynlmakta olduğunu ilan ettiği halde artık onu kim yerer Onun kötülükleri, sevinçlere kanşmıştır. Onun be­lası ona olan yönelişe kanşmış, onun mihneti ona olan tutkuya bulaş­mıştır. Ey emellerle kendini avutan ve dünyayı yeren adam! Dünya seni ne zamandan beri tuzağa düşürüp seni aldatmıştır Atalanmn belaya çarpılıp düşmelerine mi aldandın Yoksa toprak altında yatan anneleri­nin ve ninelerinin mezarlarına mı aldandın Kendileri için şifa taleb edilen ve tabiblerden reçete yazmalan istenilen kimselere nice zaman­lar hasta bakıcılık yaptın, onlan teselli ettin, ama senin tedavin onlara yarar sağlamadı. Ağlaman da onlara birşey kazandırmadı."

Süfyan-ı Sevrî ile A´meş, Ebu´l-Bahteri´nin şöyle dediğini rivayet et­mişlerdir: "Adamın biri, Hz. Ali´ye geldi. Onu abartılı bir şekilde övdü. -Aslında o, Hz. Ali´ye öfke duyuyordu- Hz. Ali, ona şöyle karşılık verdi: Ben senin dediğin gibi değilim. Ben, senin kalbindeki şeyden daha üstü­nüm."

İbn Asakir´den rivayet olunduğuna göre adamın biri, Hz. Ali´ye şöy­le demiş:

- Allah sana sebat versin.

Hz. Ali de ona şu karşılığı vermiş:

- Senin göğsünün üzerinde bana sebat versin."

İbn Ebu Dünya, Hz. Ali´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Emir, gökten yağmur damlalannın inişi gibi iner, her nefis için Al­lah´ın yazdığı fazlalık veya noksanlık vardır. Bu noksanlık veya fazla­lık, onun canında veya aile etrafında veya malında olur. Bir kimse, ken­di nefsinde veya aile efradında veya malında noksanlık, başkasında da hata görürse bu onun için fitne olmasın. Müslüman kişi, dünyasını ya­şamadığı takdirde onun yanında dünyadan bahsedildiğinde huşulu davranır. İnsanların karaktersiz ve alçak olanları dünyaya aldanırlar. Tıpkı bilgili perişan kimse gibi ki, ilk eleştirisinin yanında ganimet ve dünya malı kazanacağını bekler. Borçlanm ve ihtiyaçlarım gidereceğini sanır, aynı şekilde hainlikten uzak olan Müslüman kişi de iki güzellik arasındadır. Eğer Allah´a dua ederse, Allah katındaki şeyler onun için daha hayırlıdır. Eğer Allah, ona bir malı nasib ederse, bakarsın ki o, mal ve aile sahibi olmuştur. Dindar ve soylu olmuştur. Ya da Cenâb-ı Allah, ona ahirette bazı şeyler verecektir ki, ahiret onun için daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Zenginlik ve servet ikidir. Bunlardan dünya serveti ve zenginliği, mal ve takvadır. Ahiret serveti ve zenginliği ise, kalıcı olan salih amellerdir. Allah, bu iki servet ve zenginliği bazı kimselere bir ara­da verir."

Süfyan-ı Sevrî dedi ki: "Bu gibi sözleri, Ali´den başka güzelce söyle­yebilen başka bir kimse yoktur."

Zebid el-Yamf den rivayet olunduğuna göre Muhacir el-Amirî şöyle demiştir: "Ebu Talib oğlu Ali, bir beldeye tayin ettiği bir valisine şöyle bir mektup yazıp gönderdi: "İmdi sen uzun süre halkından ayrı durma, zira valilerin kendi halkları ile aralarına perde çekmeleri, iki dağ ara­sındaki bir dar boğaz gibidir. Bu durumda onlar, işlerden çok az haber­dar olurlar. Araya engel kovmak, halkla olan irtibatı koparır. Bu du­rumda onların büyükleri güçsüz olur, küçükleri büyük olur. Güzelleri çirkin, çirkinleri de güzel olur. Hakla batıl birbirine karışır. Zira vali bir beşerdir. İnsanların kendisinden gizledikleri işlerden haberi olamaz. Halkın alnında yalana veya doğru olduklarını gösteren işaretler yoktur ki, araya yumuşak bir perde koymakla haklara müdahale edilmesine engel olamazsın. Sen, şu iki tipten birisin: Ya hakkı vermekte cimri dav­ranan bir kimsesin. O zaman vermen gereken hakkı ne diye vermeyip engelliyorsun Sergilemen gereken güzel huyu ne diye reayandan esir­giyorsun

Ya da sen, cimrilik ve engellemekle mübtelâ bir adamsın. Bu takdir­de sahip olduğun nimetler, çabucak elinden gider ve senden ümitlerini kestikleri takdirde insanlar hiçbir ihtiyaçlarım sana söylemezler. Oysa insanların şikayet ve haksızlıkları dile getirip adalet isteme gibi birçok ihtiyaçları vardır ki, bunları sana söylemeleri gerekiyor. Sana bu anlat­tığım şeylerden yararlan, payına düşen ibreti al ve inşaallah Rabbim se­ni doğru yola iletir."

Medainî dedi ki: Hz. Ali, valilerinden birine şu mektubu göndermiş­ti: "Yavaş ol bakalım. Öyle görüyorum ki sen miadını doldurmak üzere­sin. Aldanan kişinin hasrete duçar olacağı bir yerde, sana yaptığın işleri anlatmış bulunuyorum. Tevbeyi zayi eden ve zalim olan kimsenin bu yaptığı kötülüklerden geri dönmeyi temenni ettiği bir makamda sana bunları anlatıyorum."

Hüşeym, Şa´bi´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ebu Bekir, şiir söylerdi. Ömer, şiir söylerdi. Ali, şiir söylerdi. Ama Ali ,bunlardan daha iyi bir şairdi."

Ebu Bekr b. Büreyd, Ebu Ubeyde´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Muaviye, Ali´ye şöyle bir mektup gönderdi: Ey Hasan´m babası! Benim birçok faziletlerim var. Benim babam cahiliye döneminde liderdi. İslâ­miyet döneminde de ben hükümdar oldum. Ben, Rasûlullah (s.a.v.)´m hısımı mü´minlerin dayısı ve vahiy katibiyim."

Hz. Ali de, Muaviye´ye şöyle bir mektup gönderdi: "Ey ciğer yeyicisi-nin oğlu! Sen faziletlerinle Ali´ye karşı övünüyor musun "

Böyle dedikten sonra azadhsma şöyle dedi: ´Yaz bakalım ey çocuk!"

"Peygamber Muhammed, benim kardeşim ve kaympederinidir, şe-hidlerin efendisi Hamza da amcamdır.

Sabah akşam meleklerle birlikte uçan Cafer ise, anamın oğludur.

Muhammed´in kızı, benim evimde ve benim zevcemdir. Onun canı benim canımla, onun kanı benim kanımla birbirine karışmıştır. Mu­hammed´in iki torunu, Fatıma´dan doğmuş olup benim çocuklarımdır. Hanginiz benim kadar ondan nasib almışsınız

Küçücük bir çocuk olup ergenlik çağına erdiğim zaman sizden önce İslâm´a girmiştim."

Muaviye, adamlarına dedi ki: "Bu mektubu saklayın, Şamlılar oku­masınlar. Okudukları takdirde Ebu Talib oğlu Ali´nin tarafına yönelir­ler."

Zübeyr b. Bekkar ile diğerleri, Cabir b. Abdullah´ın şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

Rasûlullah (s.a.v.)´m yanında Hz. Ali´nin, şu şiiri okuduğunu işit­tim:

"Ben Mustafa´nın kardeşiyim, soyumda şüphe yoktur. Onunla bir­likte büyüdüm, onun iki torunu benim çocuklarımdır.

Benim ve Rasûlullah´ın dedesi aynıdır. Fatıma, zevcemdir. Bu sö­zümde yalan yoktur. İnsanların hepsi sapıklık, şirk ve inkar şaşkınlığı içinde iken ben Muhammedi tasdik ettim.

Allah´a hamd edip şükrediyorum ki O´nun ortağı yoktur.

O, kuluna iyilik yapar ve sonsuza dek bakidir."

1.Ali bu şiirini tamamladığı zaman Rasûlullah (s.a.v.) gülümsedi ve: "Doğru söyledin ey Ali" dedi.

Bu rivayetin senedinde münkerlik vardır ve şiirde de karışıklık var-

Harız îbn Asakir, Esbağ b. Nebata´nın şöyle dediğini rivayet etmiş-«r: «Adamın biri, Hz. Ali´nin yanma gelip şöyle dedi:

Ey mü´minlerin emin! Benim bir ihtiyacım var. O ihtiyacımı sana tmeden önce Allah´a arzettim. Eğer bu ihtiyacımı giderirsen Al- hamd eder, sana da teşekkür ederim. Eğer ihtiyacımı gidermezsen

Allah´a hamd eder ve seni de mazur görürüm. Hz. Ali, o adama şöyle dedi:

- İhtiyacını yere yaz. Zira ihtiyacını bana söylerken yüzündeki zil­leti görmek istemiyorum.

Adam da ihtiyacını yere: "Ben muhtacım." diye yazdı. Hz. Ali de ona:

- Sana bir elbise vereceğim, dedi. Getirilen elbise, o adama teslim edildi. Adam da elbiseyi alıp giydi, sonra şöyle dedi:

"Bana güzellikleri çürüyecek bir elbise giydirdin.

Ben de sana güzel övgülerden örülmüş bir elbise giydireceğim.

Eğer benim güzel övgüme erişirsen, büyük bir üstünlüğe erişmiş olursun.

Sana söylediğim bu övgüleri elbisene bedel saymak istemiyorum.

Güzel Övgü, sahibinin anısını yaşatır. Tıpkı yağmur gibi, onun ser­pintileri dağları ve ovaları diriltir.

Karşılaştığın bir hayır hususunda zamana cimrilik yapma.

Zira her kul, işlediği amelin karşılığını görecektir."

Hz. Ali, o adama:

- Sana birkaç dinar da vereceğim, dedi ve yüz dinar getirip o ada­ma verdi. Yanında duran Esbağ, ona şöyle dedi:

- Ey mü´minlerin emiri! Hem elbise hem de yüz dinar mı veriyor­sun bu adama

- Evet. Zira ben, Rasûlullah (s.a.v.)´m şöyle buyurduğunu işittim: "İnsanları hak ettikleri konuma koyun." Bu adamın da benim yanımda­ki konumu bunu gerektiriyor.»

Hatib el-Bağdadî, Hz. Ali´nin şöyle bir şiir yazdığını söylemiştir:

"İnsanların kalpleri sıkışıp geniş gönülleri daraldığı zaman, sıkın­tılar kalbe yerleştiği ve büyük felaketler gönülde yer yapıp mekan tut­tuğu zaman,

Başa gelen sıkıntıyı gidermenin yolunu görmediğin zaman,

Akıllı kimsenin bu sıkıntıları gidermek için çare bulamadığı za­man, ümitsizliğe düştüğünde sana imdat gelir.-

Onunla sana yakın ve duana icabet eden zat, sana lütufta bulunur.

Hadiseler peşpeşe sıralandığı ve son kerteye varıldığı zaman artık onun peşisıra yakın bir genişlik gelecektir."

Ebu Bekir Muhammed b. Yahya es-Solî, mü´minlerin emiri Ebu Ta-lib oğlu Ali için şöyle bir şiir söylemiştir:

"Büyük hadise karşısında sabret.

Şevkini güzel bir sabırla tedavi et, sabırsızlanma.

Eğer bir gün sıkıntıya düşersen de, uzun zaman içinde mutlaka ge­nişliğe kavuşursun.

Rabb hakkında kötü zan besleme, çünkü Cenâb-ı Allah, güzelliğe daha layıktır.

Sıkıntının peşi sıra genişlik gelir.

Allah´ın sözü, sözlerin en doğrusudur.

Eğer akıllar rızkı çekip getirselerdi o zaman rızık, akıllı kimselerin yanında olurdu.

Nice mü´min var ki, bir gün aç kalırlar.

Ama yakında, kokulu Selsebil ırmağının suyundan kana kana içe­ceklerdir."

Dünya, noksanlıklardan münezzeh olan Allah katında o kadar önemsizdir ki, kendi nezdinde kıymetli olan mü´min kimseyi aç bırakır, kıymetsiz olan köpeği doyurur, kâfir kimse yeyip içer, giyip güzel meta-lardan yararlanır, mü´min kimse ise aç ve çıplak kalır. Bu da hakimler hakimi Allah´ın hikmetinin gereğidir.

Ali b. Cafer el-Verrak, mü´minlerin emiri Ebu Talib oğlu Ali için şöy­le bir şiir söylemiştir:

"Elbiselerin en sağlamını giydiğin zaman bu elbise erkeklerin süsü olur. Giyen kimse bu elbiseyle onurlanıp yükselir.

Elbise hususunda mütevazi olmayı bırak. Bunu huşulu olmanın bir gereği sayma.

Zira Allah, içinde gizlediğin şeyleri bilir.

Eğer sen günahkar bir kulsan, elbisenin eski püskürüğü Allah ka­tında derecem arttırmaz.

Sen Allah´tan korkup haramlarından sakındığın takdirde elbisenin pahalı ve kıymetli oluşu sana zarar vermez."

Bu da, şu hadis-i şerifte anlatılan hususa tıpa tıp uymaktadır:

"Doğrusu Allah, sizin suretlerinize ve elbiselerinize bakmaz. O, sa­dece sizin kalplerinize ve amellerinize bakar."

Sevrî dedi ki: "Dünyada zahittik, aba giymek ve kuru ekmek yemek­le olmaz. Zahitlik, ancak uzun emel sahibi olmamakla elde edilir."

Ebu´l-Abbas Muhammed b. Yezid b. Abdi´l-Ekber el-Muberreu dedi ki: Hz. Ali´nin kılıcı üzerinde şu ibare yazılı idi:

´insanların dünyaya karşı tutku ve tedbirleri vardır. Hevesin ama­cında da akıl ve paçaları sıvama vardır.

Rablerine itaat ederlerse, akıl onları taatlerden alıkoyar ve sözünü ettiğimiz tutkudan ötürü insanların yaşantılarının saflığı keder ve üzüntüyle karışmıştır.

Rızıklar taksim edilirken akılları sayesinde kendilerine verilmiş değildir.

Lakin o rızıklar, onlara takdir gereği ölçülü olarak verilmiştir.

Nice akıllı ve edip kimse vardır ki, rızık ona bol verilmez.

Nice ahmak kimse de vardır ki, taksirli olmakla birlikte dünyalığı­na kavuşmuştur.

Eğer rızık güç ve kuvvetle elde edilseydi doğan ve şahinler, serçele­rin rızıklarım alıp uçururlardı."

Asmaî, Şa´bî´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Ebu Talib oğlu Ali, bir adamla arkadaşlık etmesini istemediği bir adama şöyle dedi:

"Cahil kimse ile arkadaşlık etme, ondan sakın, nice cahil kimse var­dır ki, kendisi ile arkadaşlık eden yumuşak huylu kimsenin bu huyunu alıp götürür.

Kişi arkadaşıyla ölçülür, arkadaşı kötü ise kendisi de kötüdür. Eşya da eşya ile ölçülür, benzerlerine bakılır ve kıymeti takdir edilir. Karşı­laştıkları esnada kalbden kalbe bir yol vardır."

Amr b. Alâ, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hz. Ali, Fatı-ma´nm mezarı üzerinde durup şu şiiri okudu:

"Ebu Erva´yı andım, geceyi geçirdim, sanki ben geçmişte kalan ke­derleri geri çevirmeye vekilim.

Her iki dostun bir araya gelmesinin ayrılışı vardır.

Ölümden önceki bütün vakitler azdır.

Benim dostları birer birer arayışım, onları kaybedişim, dostluğun 4 devam etmeyeceğini gösteriyor.

Kendilerinden ayrıldığım dostlarım benim hatıramı unutacak, dostluğumu aklından çıkarıp hatırlamaz olacaktır.

Benden sonra da her dostun bir dostu olacaktır.

Eğer bir gün ecelim gelip hayattan koparsam,

Ardım sıra ağlayan kadınların ağlayışları az sürecektir."

Şairin biri, Hz. Ali için şu şiiri söylemiştir:

"Ölümlü olan kimsenin alçak gönüllü olması gerekir. Kişiye dünyada kıt kanaat geçirebileceği bir rızık yeterlidir. Kişinin anlatılamayacak derecede keder ve tutku sahibi olmaması gerekir.

Rabbimizin yaptıkları çok güzeldir.

Onun takdir ettiği rızıklar elimizden kaçacak değildir.

Ey adam! Yakında sen, konuşmaları sessizlik olan bir kavmin yanına göçüp gideceksin (ölülerin arasına karışacaksın)"

Bu fasıl çok uzayabilirdi, ancak biz, yeteri kadar şiirleri nakletmek­le yetindik. Allah´a hamd ve minnet olsun.

Hammad b. Seleme, Eyyüb es-Sahtiyanî´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Ebu Bekir´i seven, dini dimdik ayakta tutmuş olur. Ömer´i seven, yolu açıklamış olur. Osman´ı seven, Allah´ın nuruyla aydınlanmış olur. Ali´yi seven, sağlam kulpa tutunmuş olur. Rasûlullah´ın ashabı hakkın­da güzel söz söyleyen, münafıklıktan uzak kalmış olur." [2]



Şaşılacak Garîp Bîrşey


İbn Ebi Hayseme, Abdürrezzak´m şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir defasında yanımızda hiçbir kimse olmadığı bir sırada karşısında durduğum Mamer bana gülümseyince, kendine:

- Neyin var diye sordum. O da şöyle cevap verdi:

- Kûfelilere şaşıyorum. Sanki Küfe şehri, Ali´nin sevgisi üzerine kurulmuş. Onlardan hangisiyle konuştuysam en ılımlıları bile Ali´yi Ebu Bekir ve Ömer´e üstün tutuyor. Onlardan biri de Süfyan-ı Sevrî´dir.

- Sen Süfyan-ı Sevrfyi gördün mü (Bu soruyu sorarken onu gör­mesi büyük bir hadiseymiş gibi sanıyordum.)

- O da ne ki: Eğer adamın biri bana: "Ali, bana göre Ebu Bekir´le Ömer´den daha üstündür," dese onu ayıplamam. Ebu Bekir´le Ömer´in faziletlerini sayıpta Ali´nin onlardan üstün olduğunu söylerse, bunu ya­dırgamam. Eğer bir adam bana: "Ömer,bana göre Ebu Bekir ile Ali´den üstündür." derse, onu da azarlamam."

Abdürrezzak dedi ki: îkimiz ıssız bir yerde oturmakta iken bunu Ve-ki b. Cerrah´a anlattım. O, benim bu sözlerimi hayretle karşıladı. Süf-yan´m nasıl olur da böyle birşey dediğini söyledi ve güldü. Sonra da şöyle dedi: "Süfyan, işi bu noktaya kadar götürecek kimse değildir, ancak o bi­ze açıklamadığı hususları Mamer´e açıklamıştır."

Ben Süfyan´a şöyle diyordum: "Ey Ebu Abdillah! Ali´yi, Ebu Bekir´le Ömer´e üstün tutarsak buna ne dersin " Süfyan, benim bu sorum karşı­sında bir süre susuyor, sonra şöyle diyordu: Korkarım ki bu, Ebu Be­kir´le Ömer´e dil uzatmak olur. Onun için biz bu hususta susuyor, birşey söylemiyoruz."

Abdürrezzak dedi, ki: İbn Tevmi yani Mamer´e gelince o dedi ki: Ba­bamın şöyle dediğim işittim: "Ebu Talib oğlu Ali´nin üstünlüğü yüz menkıbe iledir. Ayrıca onlara menkıbeleri hususunda da ortak olmuş­tur. Ben, Osman´ı Ali´den daha çok seviyorum."

Bu sözlerde karışıklık vardır. Belki de Mamer, bunları birbirine karıştırmıştır. Çünkü Kûfelilerin bazılarından nakledilen meşhur riva­yetlerde anlatıldığına göre onlar, Ali´yi, Osman´dan üstün görürlermiş. Ama Ebu Bekir ile Ömer´den asla üstün görmezlermiş. Ebu Bekir´le Ömer´in diğer sahabelere üstünlüğünü, ancak geri zekalı kimseler bile­mez. Şu imamlara gelince onlar nasıl bilmesinler Hatta Eyyüb ve Dare Kutni gibi birçok âlim: "Ali´yi Osman´a üstün tutan kimse, Muhacirlerle Ensâr´ı tahkir etmiş olur." demişlerdir. Bunlar, doğru, sahih ve güzel sözlerdir.

Yakub b. Ebi Süfyan, Ebu Salih el-Hanefî´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Ebu Talib oğlu Ali´nin Kur´ân´ı alıp başı üzerine koyduğunu gör­düm. Öyle ki Mushafm yapraklarının hışırtılarını işitiyordum. Sonra Ali şöyle dedi:

"Allah´ım, bunlar Mushaf taki hükümleri ümmete tatbik etmeme engel oldular. Bari sen bu Mushaf taki şeylerin sevabını bana ver. Al­lah´ım, ben bunları usandırdım, bunlar da beni usandırdılar. Ben bunla­ra öfke duydum, bunlar da bana öfke duydular ve beni huy ve karakteri­min dışına sürüklediler. Bende görülmeyecek olan bir ahlakı meydana getirdiler. Allah´ım, sen beni bunlardan daha hayırlı kimselerle karşı­laştır ve bunlara benden daha şerli bir kimseyi getir. Allah´ım, bunların kalplerini tuzun suda eriyişi gibi eritip öldür." Hz. Ali, bu sözlerini Kûfeliler hakkında sövlemişti.

İbn Ebi Dünya, Hz. Ali´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bu gece rüyamda Rasülullah (s.a.v.)´ı gördüm. Kendisine şöyle dedim:

- Ya Rasûlallah, senin bu ümmetinden gördüğüm eğrilik ve husu­met nedir

- Onlara beddua et.

- Allah´ım, beni bunlardan daha hayırlı kimselerle karşılaştır. Ve benden daha kötü bir kimseyi bunların başlarına getir." Hz. Ali, bu rü­yayı gördüğü gün evinden çıktı. İbn Mülcem onu öldürdü."

"Kitabü´l-Kader" adlı eserinde Ebu Davud, şöyle bir rivayette bu­lunmuştur: "Haricilerin savaşı esnasında arkadaşları Hz. Ali´yi, her ge­ce onar nöbetçi ile koruyorlardı. Bu muhafızlar geceleyin mescidde si­lahlı olarak nöbet tutarlardı. H7. Ali, onları görünce şöyle sordu:

- Burada niçin oturuyorsunuz

- Senin için nöbet tutuyoruz ve seni koruyoruz.

- Sema ehline karşı mı beni koruma altına alıyorsunuz Yerde ola­cak şeyler önce semada kararlaştırılır. Benim üzerimde Allah tarafın­dan sağlam bir kalkan vardır. Her insanın meleklerden bir muhafızı vardır. O insana, bir hayvan veya başka birşey saldırmak istediği za­man melek, ona: "sakın, sakın" der. Ama kader gelip çattığı zaman mu­hafız olan melek o insanın yanından uzaklaşır. (Başka bir rivayette anlatıldığma göre Hz. Ali şöyle demiştir: Her insanı koruyan iki melek var­dır. Kader gelip çattığı zaman o muhafız melekler, onu bırakıp giderler). Bir kul kendisinin başına gelecek olan şeyr~ mutlaka geleceğini ve ka­derinde yazılı olmayan bir şeyle de karşılaşmayacağını kesin olarak bil­medikçe imanın tadını alamaz."

Hz. Ali, her gece mescide girer ve orada namaz kılardı. Sabahında Öldürüleceği gece olduğu zaman Hz. Ali, o gece biraz muzdarib olup ra­hatsızlandı. Aile efradım topladı, onlarla görüştü. Sabah vakti mescide giderken kazlar onun yüzüne karşı bağırıştılar. Halk, onları susturdu. Hz. Ali ise: "Bırakın bunları, bunlar benim için ağıt döküyorlar." dedi. Mescide çıktığı zaman İbn Mülcem, onu vurdu ve önceki sayfalarda an­lattığımız hususlar meydana geldi. İnsanlar:

- Ey müminlerin emiri! Murad kabilesinin bütün ferdlerini öldü­relim mi diye sorduklarında Hz. Ali, şu cevabı verdi:

- Hayır, sadece İbn Mülcem´i hapsedin ve tutukluluk halinde ona iyi davranın, eğer ölürsem onu öldürün. Eğer yaşarsam, yaralara karşı­lıklı kısas vardır.

Bu hadise üzerine Hz. Ali´nin kızı Ümmü Külsüm, şöyle demeye başladı: "Eyvah sabah namazına! Kocam, mü´minlerin emiri Ömer sa­bah namazında öldürüldü, mü´minlerin emiri babam Ali de sabah na­mazında vuruldu!"

Vurulduğu zaman Hz. Ali´ye sordular:

- Senden sonraki halifeyi belirlemiyecek misin

- Hayır. Ben, Rasûlullah´m sizi halifesiz bıraktığı gibi halifesiz bı­rakıyorum. Eğer Allah, size hayır murad ederse, en hayırlınızı halife seçmekte sizi bir araya getirecektir. Tıpkı Rasûlullah´tan sonra en ha­yırlınızı halife seçmekte bir araya geldiğiniz gibi.

Bu da dünyadaki son deminde Hz. Ali´nin, Ebu Bekir´in fazilet ve üs­tünlüğünü itiraf etmesi idi.

Tevatür yoluyla sabit olduğuna göre Hz. Ali, halifeliği zamanında Kûfe´de emirlik sarayında şöyle bir nutuk irad etmiştir:

"Ey insanlar! Peygamberlerden sonra bu ümmetin en hayırlısı Ebu Bekir´dir, sonra Ömer´dir. Eğer üçüncünün adım belirlemek isteseydim belirlerdim."

Rivayete göre Hz. Ali, bu hutbesini irad edip minberden inerken de Şöyle- demiştir: "Ömer´den sonra bu ümmetin en hayırlısı Osman´dır, sonra yine Osman´dır."

Hz. Ali, vefat ettiği zaman aile efradı onu yıkayıp defnettiler. Nama­zını oğlu Hasan kıldırdı ve dört tekbir aldı. Başka bir rivayette anlatıldı­ğına göre dörtten fazla tekbir almıştır. Hz. Ali, Kûfe´de Darü´l-Hüafe´ye defne dil mistir. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Küfe camimin kıblesinde bulunan Âl-i Ca´de b. Hübeyre´nin evindeki bir odaya defnedilmiştir ki, bu odada Babü´l-Verraki´nin hizasmdadır. Başka bir riva­yette anlatıldığına göre Hz. Ali, Küfe dışında defnedilmiş tir. Künaseye defnedildiğine veya çöle defnedildiğine dair rivayetler de vardır.

Şerik el-Kadi ile Ebu Nuaym Fadl b. Dekin dediler ki: "Hz. Ali´nin mübarek cesedini oğlu Hasan, Muaviye ile barış yaptıktan sonra Kûfe´den nakledip Medine´ye götürmüş ve orada Rasûlullah´m kızı Fa-tıma´nın mezarının yanına Baki mezarlığına defnetmiş tir."

İsa b. Dab dedi ki: "Hz. Ali´nin mübarek cesedini bir sandukaya ko­yup deveye yükleyerek götürdüler. Onu Tayy kabilesinin bulunduğu beldeden götürürlerken cesedi taşımakta olan deveyi kaybettiler. Tayy kabilesi, devenin üzerindeki sanduka içinde mal olduğunu zannederek yakaladılar. Sandukayı açtıklarında içinde b