๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => El-Bidaye Ven Nihaye => Konuyu başlatan: Esila üzerinde 22 Kasım 2010, 12:12:38



Konu Başlığı: Hicri Doksandokuzuncu Senede Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Gönderen: Esila üzerinde 22 Kasım 2010, 12:12:38
Hicri Doksandokuzuncu Senede Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler


Hicretin Doksansekizinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

Abdullah B. Abdullah B. Utbe

Hicretin Doksandokuzuncu Senesi

Ömer B. Abdülaziz´in Halifeliği

Hicri Doksandokuzuncu Senede Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

Hasan B. Muhammed B. Hanefiyye.

Abdullah B. Muhayriz.

Mahmud B. Lebid B. Ukbe.

Nafl B. Cübeyr B. Müt´im..

Küreyb B. Müslim..

Muhammd B. Cübeyr B. Müt´im..

Müslim B. Yesar.

Haneş B. Amr Es-San´anî

Harice B.Zeyd.

Hicretin Yüzüncü Senesi

Abbasi Propagandasının Başlaması

Hicretin 100. Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Salim B. Ebi´l-Ca´d El-Eşcaî

Ebu Ümame Sehl B. Hanif

Ebüz-Zahirîye Hadir B. Küreyb El-Humusı

Ebu Tufeyl Amir B. Vasile.

Ebu Osman En-Nehdî

Hicretin Yüzbirinci Senesi

Ömer B. Abdülaziz´in Biyografisi

Ömer B. Abdülazîzin Geleceğinin Bilinmesi Ve Bu Sebeble Gelişinin Beklenmesi

Fasıl



Hicretin Doksansekizinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

Abdullah B. Abdullah B. Utbe


İmam ve hüccet bir zattı. Ömer b. Abdülaziz´in müeddibi, yani terbiyecisi idi. Onun, sahabelerden çok sayıda

rivayetleri vardır.

Ebu Hafs en-Nehaî ile Abdullah b. Muhammed b. el-Hanefiyye de hu sene de vefat etmişlerdir. Bunların biyografilerini, "Tekmil" adlı eserde anlatmışız dır. Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh olan yü­ce Allah daha iyi bilir. [1]



Hicretin Doksandokuzuncu Senesi


Bu senede halife Süleyman b. Abdülmelik, safer ayının onuncu gününde veya bu ayın bitimine on gün kala cuma günü kırküç yaşın­da veya kırkbeş yaşında vefat etti. Kırk yaşını geçmediği de söylenir. İki yıl sekiz ay süreyle halifelik yaptı.

Ebu Ahmed el-Hakim´in ifadesine göre Süleyman b. Abdülmelik, bu senenin ramazan ayının bitimine onüç gün kala cuma günü vefat etmiştir. Üç sene üç ay, beş gün süreyle halifelik yapmıştır. Vefatında otuzdokuz yaşındaydı. Ama sahih olan kavil, cumhura ait birinci ka­vildir. Doğrusunu Allah bilir.

Süleyman b. Abdülmelik b. Mervan b. Hakem b. Ebi´l-As b. Ü-meyye b. Abdişems el-Kuraşi el-Ümevî Ebu Eyyüb, Medine´ye bağlı Beni Cezire´de doğdu. Babasının yanında Şam´da büyüdü. Babasın­dan, dedesinden ve dolayısıyla müminlerin annesi Hz. Aişe´den iik hadisesi ile ilgili hadisi rivayet etti.

Abdurrahman b. Hüneyde´den rivayet olunduğuna göre o, Abdul­lah b. Ömer´le birlikte bir ormanlığa gitmiş, kendisi susmuş, İbn Ömer, ona niçin sustuğunu sorunca o da: «Ben birşey temenni ediyo­rum.» demiş. İbn Ömer: «Ey Ebu Abdirrahman, ne temenni ediyor­sun » diye sorunca Abdurrahman, şu cevabı vermiş: «Şu Uhud dağı­nın tümüyle altın olarak bana verilmesini ve altınların sayısını tesbit edip zekatını çıkarmayı isterdim. Bundan hoşnutsuzluk duymazdım. Bunun bana zararı olacağından da korkmazdım.»

İbn Asakir dedi ki: Süleyman b. Abdülmelik´in Şam´da Ciron fe­neri yanındaki meydanlıkta bir evi vardı. Babüssağir bitişiğinde bü­yük bir ev de yaptırdı. Orayı hükümet konağı yaptı ve orada Kubbe-i Hadra´ya benzesin diyerek san bir kubbe inşa ettirdi.

Süleyman b. Abdülmelik, fesahat sahibi bir kimse olup adaleti tercih eder, gaza yapmayı severdi. Kuşatmak üzere İstanbul´a bir or­du göndermiş ve bu ordu, orada bir cami yaptırmak şartıyla Bizanslı­larla barış antlaşması yapmıştı.

Ebu Bekir es-Solî´nin rivayetine göre Abdülmelik, oğulları Velid, Süleyman ve Mesleme´yi huzuruna çağırmış, onlara Kur´ân okutmuş, nePsi de Kur´ân´ı güzelce okumuşlardı. Sonra şiir okumalarını iste-mi§> şiiri de güzelce okumuşlardı. Yalnız A´şa´nın şiirim sağlam ve güzl bir şekilde okuyamamışlar. Bu nedenle Abdülmelik, onları kinamış, sonra da şöyle demişti: «Sizden herbiriniz bana Arapların söy­ledikleri en ince beyiti okusun, ama hata yapmasın, haydi bakalım ey Velid! Önce sen oku.» Velid, şu beyti okumuştu:

«Ata veya herhangi bir bineğe binmek, pazubend ile halhal ara­sındaki bineğe binmek kadar hoşuma gitmez.»

Abdülmelik: «Bundan daha ince bir şiir olabilir mi Şimdi de sen oku ey Süleyman.» dedi. Süleyman da şu beyti okudu:

«O kadının ellerini kendine geri döndürmesi ne güzeldir ki, Onun zırhı benim elimdedir ki, peştemalını çözerim»

Abdülmelik: «İsabetli olmadı, şimdi sen oku ey Mesleme.» dedi. Mesleme de İmru´l-Kays´ın şu beytini okudu:

«Gözlerimin yaşarması, ancak yorgun kalbimin iç kısımlarına ok­larını (bakışlarını) vurman içindi.»

Abdülmelik de şöyle dedi: «İmru´1-Kays yalan söylemiş, isabetli söylememiştir. Çünkü sevgilinin gözleri aşk ile yaşannca, artık geride sadece vuslat kalır. Aşıkın, sevgilisinin cefasına göz yumması ve ona katlanıp sevgi giysisini giydirmesi icabeder. Şimdi ben bu beyit için size üç gün mühlet veriyorum. Mühlet bitiminde kim bana bunun doğru şeklini getirirse, hükümdarlık onun olacaktır. Yani ne zaman isterse onu veliaht tayin ederim.»

Oğulları Abdülmelik´in yanından kalkıp gittiler. Bir zaman sonra Süleyman yolda giderken, devesini güden bir bedevinin şu beyti te­rennüm etiğini işitti:

«Onun sevgisi uğruna eğer başımı vursalar, başım düşer düşmez o sevgiliye doğru uçup gider.»

Süleyman, bedevinin yakalanıp yanına getirilmesini emretti. Ya­nına getirilen bedeviyi alıp babasına götürdü ve: «Babacığım, istediği­ni getirdim.» dedi. Babası: «Haydi getir bakalım.» deyince mezkur beyti okudu. Bunun üzerine babası da: «Güzel okudun, bunu nereden buldun » diye sorunca Süleyman, bedevinin hikayesini ona anlattı. Abdülmelik de, Süleyman´a: «Ne isteğin varsa söyle, arkadaşın bede­viyi de unutma.» dedi. Süleyman: «Ey mü´minlerin emiri, senden son­rası için Velid´i veliahd tayin ettin. Ben de ondan sonrası için veliahd olmak istiyorum.» dedi. Abdülmelik, Süleyman´ın bu isteğini kabul etti Onu hicretin seksenbirinci senesinde hacca gönderdi. Ayrıca ona 100.000 dirhem para verdi. Süleyman, bu parayı mezkur beytin sahi­bi bedeviye verdi.

Babası hicretin seksenaltmcı senesinde, vefat edince kardeşi Velid halife oldu. O da kardeşinin veziri ve danışmanı oldu. Emevi camiinin yapılması için kardeşi Velid´i o teşvik etti. Kardeşi Velid, hicretin doksanaltmcı senesinin cemaziyelahir ayının ortasında cumartesi gü­nü vefat ettiğinde kendisi Remle´de idi. Şam´a geldiğinde emirler ve eşraf onu karşıladılar. Başka bir rivayette anlatıldığına göre emirler, kumandanlar ve eşraf, Kudüs´e giderek orada kendisine bey´at ettiler. Kendisi de Kudüs´te ikamete niyetlendi. Tebrik heyetleri Kudüs´e gi­derek onu orada tebrik ettiler. Ancak orada başka heyetler göremedi­ler. Süleyman, Kayalık mescidinin kuzeyinde, mescidin sahnında kubbe altında oturmaktaydı. Halkın ekabiri de kürsüler üzerinde otu­ruyorlardı. Onlara malları paylaştırıyordu. Sonra kendisi Şam´a dön­meye karar verdi. Nihayet Şam´a gitti ve Emevi camiinin inşaatını ta­mamladı.

Onun zamanında camideki hükümdar mahfeli (maksure) yenilen­di. Amcası oğlu Ömer b. Abdülaziz´i kendine müsteşar ve vezir tayin ederek şöyle dedi: «Biz idarenin başına geçtik, ama idare hususunda fazla bir bilgimiz yoktur. Halkın yararına gördüğün şeyleri bize tav­siye edip yaz.»

Süleyman´ın yaptığı yararlı işler arasında Haccac´ın tayin ettiği kaymakamları görevden azletmek, Haccac tarafından hapse atılan kimseleri serbest bırakmak, esirleri salıvermek, Irak halkına bağış­larda bulunmak, daha önceleri namazı geç vakitlere erteleme âdetini kaldırarak namazları ilk vakitlerinde kılmak gibi işler gelir. Ayrıca Ömer b. Abdülaziz´den duyduğu güzel olan başka işleri de yaptı. Kos-tantiniyye´ye gazaya gidilmesini emretti. Oraya Şam´dan, Cezire´den ve Musul´dan topladığı 120.000 kara askerini gönderdi. Ayrıca Mısır ve Kuzey Afrika´dan da 1.000 kadar deniz askerini Ömer b. Hübeyre komutasında yola çıkardı. Hem kara, hem deniz askerlerinin başko­mutanı da kardeşi Mesleme idi. Mesleme´nin beraberinde Süleyman´­ın oğlu Davud da vardı. Bunlar, kendi aile efradından bazılarını da yanlarına almışlardı. Bütün bu sevkiyat işlemi, Musa b. Nusayr´ın Kuzey Afrika´dan Şam´a gelişi esnasında onunla yapılan istişare neti­cesinde kararlaştırılmıştı. Sahih kavle göre Musa b. Nusayr, Süley­man´ın kardeşi Velid´in hilafeti zamanında Şam´a gelmiştir. Doğrusu­nu Allah bilir.

Ibn Ebi´d-Dünya, Cabir b. Avn el-Esedî´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Süleyman b. Abdülmelik, halifeliğe geçtiğinde ilk olarak şu konuşımayı yaptı:

«Dilediğini yapan, dilediğini yükselten, dilediğim alçaltan, diledi­ğine veren, dilediğini mahrum bırakan Allah´a hamdolsun. Doğrusu dünya, aldanma yurdudur, boş bir menzildir, dolanıp durma süsüdür. Ağlayanı güldürür, güleni ağlatır. Güvendekini korkutur, korkulu olana güven verir. Servet sahibini yoksul, yoksulu da servet sahibi kı­lar, meyillidir insanlarla oynar. Ey Allah´ın kullan! Allah´ın kitabını rehber edinin. Onun hükmüne razı olun. Onu kendinize lider yapın. O kitab, kendisinden önceki kitablan yürürlükten kaldırmıştır. Sonra gelecek kitablar, onu yürürlükten kaldıramazlar. Ey Allah´ın kulları! Bilesiniz ki bu Kur´ân, şeytanın tuzak ve kinini, sabah aydınlığının çekip gitmekte olan gece karanlığını silip ortalığı aydınlatışı gibi ay­dınlığa çıkartır.»

Yahya b. Main, Abdülmelik oğlu Süleyman´ın bir hutbesinde şöy­le dediğini rivayet etmiştir: «Kur´ân´ın diğer sözlere üstünlüğü, Al­lah´ın kendi yaratıklarına üstünlüğü gibidir.»

Hammad b. Zeyd, Yezid b. Hazim´in şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: Süleyman b. Abdülmelik, her cuma günü bize hutbe, irad ederdi. Her hutbesinde şu sözü mutlaka tekrarlardı:

«Dünyadaki insanlar, göçmek üzeredirler. Bu halde iken Allah´ın emri ve va´di gelinceye dek onlar bir niyetlerini gerçekleştiremezler ve dünyada da rahata eremezler. Aynı şekilde dünyanın nimetleri de­vam etmez, onun musibetlerinden emin olunmaz. İnsanların şerride kalıcı değildir.» Böyle dedikten sonra da şu ayet-i kerimeyi okurdu:

«Bana söylesene, ey Muhammed! Biz onlara yıllar yılı nimetler vermiş olsak, sonra da tehdit edildikleri şey başlarına gelse, kendile­rine verilmiş olan nimetler onlara bir fayda sağlar mı » (eş-Şuarâ, 205-207.)

Asmaî´nin rivayetine göre Süleyman b. Abdülmelik´in yüzüğünün üzerinde: «İhlaslı olarak Allah´a iman ettim.» diye yazılı imiş.

Ebu Meşher, Ebu Müslim Seleme b. Ayyar el-Fezarî´nin şöyle de­diğini rivayet etmiştir: Muhammed b. Şirin, Süleyman b. Abdülme-lik´e rahmet okur ve şöyle derdi: «O, halifeliğe hayırla başladı ve ha­yırla sona erdirdi. Namazlara vaktinde icabet ederek halifeliğe başla­dı ve Ömer b. Abdülaziz´i de kendi yerine geçirerek halifeliği noktala­dı.»

Alimlerin ve tarihçilerin icmama göre Süleyman b. Abdülmelik, hicretin doksanyedinci senesinde halife olarak insanlara haccettir-miştir.

Heysem b. Adiy, Şa´bî´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Süley­man b. Abdülmelik, insanlara haccettirdi. Halkın hac için toplandık­larını görünce Ömer b. Abdülaziz´e şöyle dedi:

- Ey Ömer! Sayılarını ancak Allah´ın bildiği bu halkı görüyor musun Bunların rızkını Allah´tan başkası veremez.

- Ey mü´minlerin emin, bunlar bugün senin halkındırlar, reayan-dırlar. Yarınsa Allah katında senin hasmın olacaklardır.

Bunun üzerine Süleyman şiddetle ağlamaya başladı ve sonra: "Allah´tan yardım dilerim." dedi.»

İbn Ebi´d-Dünya, Atâ b. Saib´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ömer b. Abdülaziz, Süleyman b. Abdülmelik ile birlikte bir se­ferde idi. Yağmur yağdı, şimşek çaktı, fırtınalar esti. Bu durumdan korktular. Ömer b. Abdülaziz ise gülmeye başladı. Süleyman ona sor­du:

- Ey Ömer, seni güldüren şeynedir İçinde bulunduğumuz duru­mu görmüyor musun

- Ey mü´minlerin emiri, bu Allah´ın rahmet eserleridir. Bunda gördüğün şeylerin şiddeti vardır. Ya Allah´ın gazab ve öfkesinin eser­lerine ne diyeceksin »

Süleyman b. Abdülmelik´in güzel sözlerinden bazı örnekler:

«Susmak, aklın uyumasıdır. Konuşmaksa, aklın uyanmasıdir. Bunlardan biri, ancak diğeri ile tamam olur.»

Adamın birisi, Süleyman b. Abdülmelik´in huzuruna girdi ve onunla konuştu. Konuşması çok hoşuna gitti. Sonra onu dikkatlice araştırdı, aklını beğenmedi ve şöyle dedi:

«Kişinin, aklından ziyade konuşması bir hiledir. Aklının da ko­nuşmasından fazla olması ayıp ve çirkinliktir. Bunun en hayırlısı, ko­nuşmanın akıl nisbetinde, aklın da konuşma nisbetinde olmasıdır. Akıllı kimse, geçimini sağlama talebiyle dilini hareket ettirmeye tut­kun olandır. Güzel konuşmayı beceren kimse, güzelce susmayı da be­cerir. Ama her güzel susan kimse, güzelce konuşmayı becerecek değil­dir.»

Süleyman b. Abdülmelik, ölen bir dostu için şu teselli edici şiiri söylemişti:

«Şürahil´e olan tutkunluğumu hoş gör.

Çünkü her ne zaman benimle karşılaşırsan, arkadaşı ölmüş bir kimseyle karşılaşmış olursun.»

Süleyman´ın şiirlerinden biri de şu idi:

«Beni bıktırsa da arkadaşımdan aynlmamak benim karakterim­dir. Beni bıktırsa da onun doğru yola girmesini isterim.

Bana olan sevgisi devam ederse, ben de sevgimi devam ettiririm. Söz ve ahde uymayan başkalan gibi olmam.»

Süleyman b. Abdülmelik, bir gece ordugahta bir türkü çalındığını duydu. Gidip araştırdı, eğlenenlerin yanına vardı, onlara şöyle dedi: «At kişnediği zaman, dişi bir at ister. Deve böğürdüğü zaman, dişi bir deve ister. Teke melediği zaman, dişi bir keçi ister. Erkek de şarkı söylediği zaman, bir kadın ister.» Böyle dedikten sonra: «Bunların testislerini burun.» diye emir verdi. Anlatıldığına göre Ömer b. Abdü-laziz, bu buyruğuna karşı çıkarak: «Ey müminlerin emiri, bu işkence­dir, ama sen bunları sürgün et.» demiş. Süleyman da onları sürgün etmişti. Başka bir rivayette anlatıldığına göre ise Süleyman, onlardan birinin testislerini burmuştu. Sonra bu türkünün kaynağını araştır­mış, kendisine, Medine´den birinin bu türkünün sözlerini yazdığını söylemişlerdi. O da Medine valisi Ebu Bekir b. Muhammed b. Hazm´a bir mektup yazarak yanındaki kadınsı şarkıcı ve türkücülerin testis­lerini burmasını emretmişti.

Şafiî dedi ki: Arabinin biri, Süleyman´ın huzuruna girdi. Süley­man, onu paluze yemeye davet etti ve: «Paluze yemek, dimağı fazla­laştırır.» dedi. Arabi, ona şu karşılığı verdi: «Eğer bu doğru olsaydı, mü´minlerin emirinin başının katır başı gibi büyük olması gerekirdi.»

Anlatıldığına göre Süleyman b. Abdülmelik, çok obur bir kimsey-miş. Bu hususta çok garib şeyler anlatılır. Mesela bir gün kahvaltıda kırk kızartılmış tavuk, üzerindeki iç yağıyla birlikte seksendört böb­rek, seksen ekmek yemiş, sonra da halkla birlikte umumi sofrada ye­mek yemişti.

Yine bir gün kendi bahçesine girmiş, bahçıvana meyve toplaması­nı emretmiş. Arkadaşlarıyla birlikte oturup yemeğe başlamış, arka­daşları yemekten doyup usanmış, kendisi ise daha yemeğe devam et­mişti. Sonra da kızartılmış bir koyun getirilmesini istemiş, getirilen koyunu yemiş. Yedikten sonra tekrar meyve yemeğe devam etmişti. Sonra da iki tavuk getirtmiş, onları da yemiş, tavuklardan sonra tek­rar meyve yemeğe başlamıştı. Bunun ardısıra bir adamın içine otura­bileceği büyüklükte bir kazan dolusu helva getirtmiş. Onu da yedik­ten sonra hilafet makamına dönmüştü. Makama girer girmez sofrayı kurdurmuş. Sofradaki yiyecekleri yemiş, ufak bir kırıntı dahi bırak­mamıştı.

Rivayet olunduğuna göre bu kadar çok yemesinden ötürü hum­maya yakalanmış ve neticede ölmüştür. Denildiğine göre ölüm sebebi, 400 yumurta ve iki sepet incir yemesiymiş. Doğrusunu Allah bilir.

Fadl b. Ebi´l-Mühelleb´in anlattığına göre Süleyman b. Abdülme­lik, bir cuma gününde sarı bir elbise giymiş. Sonra onu çıkararak ye­rine yeşil bir elbise giymiştir.

Bu ve benzeri hikayeler, Abbasilere yaranmaya çalışan Acemlerin mübalağalarındandır. İleriki sayfalarda da anlatılacağı gibi rahmetli Süleyman b. Abdülmelik; yakışıklı, güzel ve nahif vücutlu bir kimse idi- Vücudunun bu şekilde ince ve nazenin olması da kendisine isnad edilen oburluk sıfatıyla bağdaşmamaktadır. Bu tür uydurmaları or­taya atan ve böyle yalanları söyleyen kimseler, midenin kendi hac­minden fazla yiyeceği almayacağını unutmuşlardır. Denilir ki: Eğer çok yalancı isen, çok hatırlayan bir kimse ol.

Süleyman b. Abdülmelik, başına yeşil bir sarık takmış, yeşil bir sergi üzerine oturmuş, çevresini yeşil şeylerle sergilemiş, sonra ayna­ya bakmış, güzelliğini kendisi de takdir etmiş. Kollarını sıvayarak: «Ben genç halifeyim.» demiştir. Başka bir rivayette anlatıldığına göre o önce aynada kendini seyreder ve: «Ben genç hükümdarım.» dermiş. Diğer bir rivayete göre o, aynaya bakarak şöyle dermiş: «Muhammed, peygamberdi, Ebu Bekir, sıddıktı. Ömer, hakkı batıldan ayırd edendi. Osman, hayalı idi. Ali, şecaatli idi. Muaviye, yumuşak huyluydu. Ye-zid, sabırlıydı. Abdülmelik, siyasetçiydi. Velid, zorbaydı. Ben de genç hükümdarım.»

Anlatıldığına göre böyle demesinden sonra aradan bir ay (diğer bir rivayete göre bir cuma) geçmeden vefat etmişti.

Hummaya yakalandığında abdest almaya başlamış, abdest aldık­tan sonra cariyesini yanına çağırarak üzerine abdest artığı suyu dök­mesini emretmiş, cariye suyu döktükten sonra şu şiiri okumuştu:

«Sen bulunmaz bir nimetsin, keşke ölümsüz olabilsen.

Ne var ki, insan ölümsüz olamaz.

Bildiğim kadarıyla diğer insanlardaki hiçbir kusur yoktur sende.

Ne var ki, sen de fani bir kimsesin.»

Anlatıldığına göre Süleyman, böyle diyen cariyeye bağırmış, son­ra da: «Nefsim için bana teselli verdi.» demiş, sonra da dayısı Velid b. Abbas Ka´ka el-Anesî´ye, kendisine suyu dökmesini emredip şöyle de­miş:

«Ey Velid, abdest suyunu yaklaştır, senin bu dünyan geçici bir yaşama ve eğlenme yeridir.

Hayatında kendi nefsin için salih amel işle, çünkü bu zamanda ve felekte, ayrılma ve bir araya gelme vardır.»

Rivayet olunduğuna göre cariye ona tası getirdiğinde sıtmadan ti­ril tiril titriyordu. «Falan cariye nerede » diye sordu. Cariye de: «O sıtmaya yakalanmış.» diye cevap verdi. «Ya diğer cariye nerede » diye sordu. Cariye: «O da sıtmaya yakalandı.» diye cevap verdi. Süleyman, 0 zaman Kinnesrin´e bağlı Mercidabık´taydı. Dayısına, kendisine ab-

dest alması için yardımcı olmasını söyledi. Abdest aldıktan sonra çı­kıp cemaata namaz kıldırdı. Hutbede boğazı sıkıştı. Öksürmeye baş­ladı, minberden indi. Sıtmaya yakalanmıştı. Bu nedenle ertesi cuma­da vefat etti. Onun zatülcenp hastalığına yakalandığı ve bu yüzden öldüğü de söylenir. Allah, ona rahmet etsin.

İstanbul fethine dair haber kendisine gelmeden Mercidabık´tan ayrılmamaya, ya da orada ölmeye yemin etmişti. Bu haber kendisine ulaşmadan orada vefat etti. Allah, ona rahmet etsin/Makamını âli kılsın.

Denildiğine göre hastalığında sayıklayarak şöyle diyormuş: «Be­nim çocuklarım küçüktürler, çocukları büyük olan kimse kurtuluşa ermiştir»

Ömer b. Abdülaziz ise, ona şu karşılığı vermişti: «Ey mü´minlerin emiri! Aslında inananlar kurtuluşa ermişlerdir.» Bunun üzerine o da şöyle demiş:

«Benim çocuklarım, yaz mevsimindeki meyveler gibidir. Yaşlı ço­cukları olan kimse kurtuluşa ermiştir.»

Rivayete göre söylediği en son söz bu olmuştur. Sahih kavle göre ise, söylediği en son söz şu olmuştur: «Ey Rabbim! Senden kıymetli ve rahat bir diyar istiyorum.» Böyle dedikten sonra ruhunu teslim etmiş­ti.

İbn Cerir, Emevilerin sadık veziri Reca b. Hayve´nin şöyle dediği­ni rivayet etmiştir:

«Süleyman b. Abdülmelik, hasta iken bana danıştı ve bulûğa er­memiş küçük oğlunu veliaht yapmayı düşündüğü anlattı. Ben de ken­disine dedim ki: «Halifeyi mezarında rahat bırakacak ve hatırasını muhafaza edecek bir iş varsa, o da halifenin kendisinden sonrası için Müslümanların başına salih bir adamı veliaht yapmasıdır.» Bundan sonra oğlu. Davud´u veliaht yapmayı düşündüğünü söyledi ve fikrimi sordu. Ben de şöyle dedim: «O, şimdi senin yanında değil, İstanbul´da­dır, hayatta mı yoksa ölü mü, bilmiyorsun.» Ben böyle dedikten sonra: «Ya kimi uygun görüyorsun » diye sordu. Ben de: «Görüş senindir, ey mü´minlerin emiri.» dedim. Bunun üzerine o da: «Ya Ömer b. Abdüla-ziz´e ne dersin » diye sordu. Ben de kendisine şöyle cevap verdim: «Vallahi, onu iyi bir kimse biliyorum. Faziletlidir, Müslümandır, hay­rı ve hayır sahibi kimseleri sever. Ancak senin kardeşlerinin buna ra­zı olmayacaklarından korkuyorum.» Ben böyle deyince Süleyman: «Vallahi öyledir.» dedi. Sonra da Ömer b. Abdülaziz´den sonrası için Yezid b. Abdülmelik´i veliaht tayin etmeyi düşündüğünü ve bununla da Mervan oğullarını memnun edeceğini söyleyip fermanı yazdırdı:

«Rahman ve Rahim olan Allah´ın adıyla. Allah´ın kulu Süleyman b. Abdülmelik´in, Ömer b. Abdülaziz´e yazmış olduğu bir mektuptur.

Ben onu, kendimden sonrası için halifeliğe nasb ettim. Ondan sonrası için de Yezid b. Abdülmelik´i veliahd olarak belirledim. Onu dinleyin ve ona itaat edin. Allah´tan korkun, ayrılığa düşmeyin. Yoksa düşma­nınız size saldırmaya tamahlanır.»

Böyle dedikten sonra mektubu mühürleyip muhafız komutanı Ka´b b. Hamid el-Absî´ye gönderdi ve ona da şöyle dedi: «Aile efradımı topla. Onlara, bu mühürlü mektuptaki şeylere uyup bey´at etmelerini söyle. Bey´at etmeyenin boynu vurulsun.» Süleyman´ın aile efradı top­landı. Onlardan biri kalkıp halife Süleyman´ın yanma gitti, selam verdi. Süleyman, ona şöyle dedi: «Bu benim size emrimdir. Ömer b. Abdülaziz´i dinleyin. Ona itaat edin, benim tayin ettiğim kimseye ita­at edin.» Onlar da birer birer ona bey´at ettiler. %

Reca dedi ki: Bey´attan sonra dağıldıklarında Ömer b. Abdülaziz, bana gelip şöyle dedi: «Allah aşkına, seninle olan dostluğum ve bana gösterdiğin hürmet hatırına söyle. Eğer bu mektupta benim veliahd olarak adım geçmekte ise bana bildir ki, ileride yapamayacağım şeyi şimdi yapayım ve istifa edeyim.» Ben de kendisine: «Vallahi, bu mek­tupta yazılı olanlardan bir harfi dahi sana söylemiyeceğim.» dedim.

Sonra Hişam b. Abdülmelik, Reca´nm yanına gitti ve ona şöyle dedi: «Ey Reca! Bana saygın ve sevgin vardır, eskiden beri dostuz. Eğer bu mektupta benim adım geçmekteyse bana bildir. Şayet ben­den başkasının adı geçmekteyse zaten benim kadar bu görevde ku­surlu olacak kimse yoktur.» Reca da ona şöyle dedi: «Allah´a yemin ederim ki, halifenin bana verdiği sırlardan bir tek harfi dahi sana bil-dirmeyeceğim.»

Bundan sonrasını Reca şöyle anlatıyor: «Süleyman b. Abdülme-lik´in huzuruna girdim. Ölmek üzere olduğunu gördüm. Can çekiş­mekte iken onu kıble tarafına döndürmek istedim. Ayılmca: «Ey Re­ca! Henüz bunun vakti gelmedi.» dedi. Üçüncü kez can çekişmeye baş­layınca: «İşte şimdi zamanıdır ey Reca, eğer birşey yapmak istiyorsan yap. Allah´tan başka ilah bulunmadığına, Muhammed´in de O´nun ku­lu ve elçisi olduğuna şahadet ederim.» dedi. Ben de onu kıble tarafına çevirdim, vefat etti. Allah ona rahmet etsin, üzerine yeşil bir kadife örttüm. Kapıyı üzerine kilitledim, Ka´b b. Hamid´e haber gönderdim. O da insanları Dabik mescidinde topladı. Toplanan cemaata dedim ki:

- Şu mektupta adı geçene halife olarak bey´at edin.

- Eey´at ettik.

- Mektupta adı veliahd olarak geçene de bey´at edin.

Ona da bey´at ettiler. Sonra şöyle dedim: «Kalkın bakalım, halife öldü.» Mektubu onlara okudum. Ömer b. Abdülaziz´in adını okudu­ğumda Mervan oğullarının yüzlerinin rengi değişti. Ondan sonra veli­ahd olarak Hişam b. Abdülmelik´in atandığına dair kısmı okuduğumda biraz kendilerine gelebildiler. Hişam: «Ömer´e asla bey´at etmeye­ceğiz.» dedi. Ben de ona: «Allah´a yemin ederim ki, senin boynunu vu­rurum, kalk bey´at et.» dedim. Sonra insanlar kalkıp mescidin geri ta­rafında durmakta olan Ömer b. Abdülaziz´e bey´at ettiler. Bey´at işi tamamlanınca Ömer: «İnnâ lillah ve innâ ileyhi raciûn (Doğrusu biz Allah´a aidiz ve biz O´na dönücüleriz).» dedi. Ayakları onu taşıyamı-yordu. Nihayet onu koltuk altından tutup minbere çıkardılar. Bir sü­re sustu. Reca b. Hayve de: «Niçin kalkıp mü´minlerin emirine bey´at etmiyorsunuz, ne duruyorsunuz hâlâ » dedi. Halk, kalkıp ona bey´at etti. Sonra Hişam, bey´at etmek için gelip minbere çıktığında: «İnnâ lillah ve innâ ileyhi raciûn.» dedi. Ömer de şu karşılığı verdi: «Evet, innâ lillah ve innâ ileyhi raciûn. Ne yazık ki, ben ve sen bu halifelik işinde çekişiyoruz.» Sonra Ömer kalkıp insanlara tesirli ve beliğ bir hutbe irad etti, halk da ona bey´at etti. Hutbesinde şöyle dedi:

«Ey insanlar, ben uyduruk icatlar çıkaracak biri değilim. Benden öncekilere uyacak biriyim. Çevrenizdeki şehirler ve kasabalar sizin gibi itaat ederlerse idarenizi yürütürüm. Ama itaat etmezlerse idare­nizi yürütmem.»

Böyle dedikten sonra minberden indi. Müteveffa halife Süley­man´ı teçhiz etmeye başladılar.»

Evzaî dedi ki: Süleyman´ın teçhizi ile uğraşırlarken akşam oldu. Güneş battı, Ömer insanlara akşam namazını kıldırdı. Sonra da Sü­leyman´ın cenaze namazını kıldırdı. Süleyman, akşam namazından sonra defnedildi. Ömer dönerken kendisine halifelik binekleri getiril­di. O bineklere binmeyi kabul etmedi. Kendi bineğine bindi, insanlar­la birlikte geri döndü ve nihayet Şam´a böylece vardılar. Onu hilafet makamına götürmek istedilerse de o: «Babam Ebu Eyyüb´ün evi boşa-lıncaya kadar kendi evimde kalacağım.» dedi. Halk da onun bu davra­nışını hoş karşıladı. Sonra katibi çağırdı, diğer şehirlerin kendisine bey´at etmeleri talebine dair mektubu ona yazdırdı. Reca, «Ondan da­ha fasih bir mektup görmedim.» dedi.

Muhammed b. İshak dedi ki: Süleyman b. Abdülmelik, hicretin doksandokuzuncu senesinin safer ayının onuncu günü olan cuma gü­nünde Kinnesrin´e bağlı Dabik´te, Velid´in vefatından iki yıl dokuz ay yirmi gün sonra vefat etti. Onun vefat tarihinin böyle olduğunu cum-hur-u ulema söylemiştir. Bazılarının ifadesine göre ise o, aynı sene­nin safer ayının bitimine on gün kala vefat etmiştir. Halifeliğinin ise iki sene sekiz ay sürdüğünü söylemişlerdir. Bazıları, buna beş günlük bir süre daha eklemişlerdir. Doğrusunu Allah bilir.

Hakim Ebu Ahmed´in ifadesine göre Süleyman b. Abdülmelik, hicri doksandokuzuncu senenin ramazan ayı bitimine onüç gün kala cuma gününde vefat etmiştir. İbn Asakir de böyle bir nakilde bulunmuştur ki, bu cidden garibtir. Onun bu hususta bütün söylediklerine cumhur-u ulema muhalefet etmiştir. Yine onlara göre Süleyman, ve­fat ederken kırk yaşından üç veya beş gün almıştı. Doğrusunu Allah

bilir-

Dediler ki: Süleyman b. Abdülmelik, uzun boylu, yakışıklı, beyaz

tenli, güzel yüzlü, nahif vücutlu, kaşları bitişik, fesahat ve belagat sa­hibi bir kimse olup Arapçayı güzel konuşur; dindarlara, hayırhahlara yakınlık gösterip ihsanda bulunan bir kimseydi. Hakkı ve hak ehlini sever, Kur´ân´a ve sünnete uyar, İslâmî prensipleri izhar ederdi. Allah ona rahmet etsin. Şam´dan Mercidabık´a giderken (Dabık, Haleb´e bağlı bir kasabanın adıdır.) Bizans´ın büyük şehri İstanbul´a ordu göndermiş ve İstanbul fethe dili nceye veya kendisi ölünceye kadar Mercidabık´tan çıkmamaya yemin etmişti. Önceki sayfada da anlattı­ğımız gibi orada vefat etmişti. Böylece Allah yolunda nöbet tutma se­vabını bu niyetinden dolayı elde etmiş oldu. İnşaallah kıyamete kadar bu sevap onun defterine yazılmaya devam edecektir. Allah, ona rah­met etsin.

Hafız İbn Asakir, Şurahil b. Ubeyde b. Kays el-Ukaylî´nin biyog­rafisinden bahsederken özetle şöyle demiştir:

Mesleme b. Abdülmelik, İstanbulluları kuşatma altına alıp sıkın­tıya soktuğunda bütün yolları araştırdı ve oradaki çevre hükümdarla­ra da zor kullanıp onları istila altına aldı. O sırada Bizans hükümdarı İlyon, Bürcan hükümdarına mektup yazarak Mesleme´ye karşı yar­dım istedi ve ona şöyle dedi: «Müslümanların kendi dinlerine davette bulunmaktan başka amaçları yoktur, bunların en yakın amaçları bu­dur. Benimle olan işlerini tamamladıktan sonra sana yöneleceklerdir. O zaman yapacağın işi şimdiden yap.»

Bunun üzerine mel´un Bürcan meliki hile ve desise kurmaya baş­ladı. Mesleme´ye şu mealde bir mektup gönderdi: «İlyon, bana mektup yazarak sana karşı benden yardım istedi. Ama ben seninle berabe­rim, bana istediğin emri verebilirsin.» Mesleme de ona şu mektubu yazdı: «Ben senden adam, asker ve teçhizat istemiyorum. Yalnız bize azık gönder, yanımızdaki azık azaldı.»

Bürcan hükümdarı, ona şu haberi gönderdi: «Sana falan yere bü­yük bir kervan gönderiyorum. Onu teslim alacak ve ondan mal satın alacak adamlarını gönder.»

Mesleme, o kervana gidip gerekli malları teslim alması ve gerekli şeyleri satın alması için askerler gönderdi. Çok sayıda asker gitti. Gerçekten belirtilen yerde büyük bir kervan gördüler. Kervanda çe-ŞitH mallar, eşyalar ve yiyecekler vardı. Satın almaya başladılar ve bu işle meşgul oldular. Ama Bürcan melikinin kendilerine o dağlar arasmda kurmuş olduğu tuzaktan haberleri yoktu. Düşmanlar ansızın üzerlerine hücum ettiler. Müslümanlardan çok adam Öldürdüler. Geride kalanları esir aldılar. Mesleme´nin yanına çok az sayıda adam döndü. İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciun.

Mesleme, bu durumu kardeşi Süleyman´a bir mektupla bildirdi. O da Şurahil b. Ubeyde komutasında büyük bir askeri birliği takviye olarak gönderdi. Şurahü´e, İstanbul boğazını aşarak ilk önce Bürcan hükümdarj ile savaşmalarını, sonra Mesleme´nin yanına dönmelerini emretti. Onlar da İstanbul boğazını aşıp Bürcan´a gittiler. Bürcanh-larla şiddetlice savaştılar. Müslümanlar, Allah´ın izniyle onları hezi­mete uğrattılar, onlardan çok sayıda adam öldürdüler, çok sayıda da esir aldılar, Müslüman esirleri de kurtardılar. Sonra Mesleme´nin ya­nma dönerek orada kaldılar.

Nihayet Ömer b. Abdülaziz, Bizans gailesinden ve beldelerinden korktuğu için İstanbul´daki İslâm ordusunun tümünü geriye çekti. Erzak sıkıntısı başgöstermişti. Daha önce İstanbul´da uzun bir süre kalmışlardı. Allah mükafatlarını versin. [2]



Ömer B. Abdülaziz´in Halifeliği


Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi Süleyman b. Abdülmelik´in hicri doksandokuzuncu senenin safer ayının bitimine on gün kala (ve­ya bu ayın onuncu gününde) cuma günü vefat etmesi üzerine, kendi­sinin haberi olmaksızın önceden veliahd tayin edilmiş olması nede­niyle Ömer b. Abdülaziz´e hilafet bey´ati yapıldı.

Daha ilk hareket ve davranışlarında Ömer´in takvalı, dindar, za-hid ve nezih bir kimse olduğu görüldü. Çünkü ilk günde o, halifelere mahsus bineğe binmeyip daha önce kullanmış olduğu kendi bineğine binmekle yetinmişti. Hilafet makamına rağbet göstermeyip kendi evinde oturmaya devam etmişti. Anlatıldığına göre o, halifelik için kendisine bey´at edildiği günde halka bir hutbe irad etmiş ve hutbe­sinde şöyle demişti;

«Ey insanlar! Benim çok arzu sahibi bir nefsim vardır. Kendisine ne verilirse muhakkak daha üstün olan birşeyi ister. Bana halifelik verilince nefsim, halifelikten daha üstün olan Cennet´e arzu duymaya başladı. Cennet´e kavuşmam için bana yardım edin. Allah size rah­met etsin.»

Vefat olayından bahsederken inşaallah Ömer b. Abdülaziz´in bi­yografisini anlatacağız.

Halife Ömer b. Abdülaziz, hicri doksandokuzuncu senede ilk ola­rak Mesleme b. Abdülmelik´e ve beraberindekilere bol miktarda yiye­cek ve asil atlar gönderdi. Denildiğine göre onlara 500 at göndermişti ki, insanlar bundan ötürü çok sevinmişlerdi. İstanbul kuşatmasını ürdürmekte olan Mesleme ordusu zorlanmış, sıkıntıya düşmüştü. Ömer b. Abdülaziz, geri dönmeleri için onlara emir gönderdi.

Bu senede Türkler, Azerbaycan´a saldırarak oradaki Müslüman­lardan çoğunu öldürdüler. Ömer Hatem b. Numan el-Bahilî, Türkle­rin üzerine giderek oradaki Türkleri öldürdü. Az sayıda Türk ondan kurtulabildi. Yakalanan ve esir edilen Türkleri, Hanasıra´da bulunan Ömer b. Abdülaziz´e gönderdi.

Ezan okuduktan sonra müezzinler, meşguliyetinin çokluğu nede­niyle önceki halifeler gibi namazı geciktirmesin diye, namaz vaktinin geldiğini Ömer b. Abdülaziz´e bildiriyorlardı. Müezzinler bunu, onun eniri üzerine yapıyorlardı. Doğrusunu Allah bilir.

Cerir b. Osman er-Rahbî el-Humusî´nin biyografisinden bahse­derken İbn Asakir, onun şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Ömer b. Abdülaziz´in müezzinlerinin gelip kendisine selam ver­diklerini, namazın yaklaştığını duyurduklarım gördüm. Ona şöyle di­yorlardı: "Selam sana ey mü´minlerin emiri! Allah´ın rahmet ve bere­keti senin üzerine olsun. Haydi namaza, haydi felaha, namaz yaklaşti. »

Bu senede Ömer b. Abdülaziz, Yezid b. Mühelleb´i Irak valiliğin­den azletti. Basra valiliğine Adiy b. Ertat el-Fezarî´yi, kadılığa da Ha-san-ı Basrî´yi tayin etti. Ancak Hasan, daha sonra istifa etti, o da isti­fasını kabul etti. Hasan´ın yerine İyaz b. Muaviye adındaki meşhur ve zeki âlimi kadı olarak tayin etti. Küfe valiliğine Abdülhamid b. Ab-durrahman b. Zeyd b. Hattab´ı tayin etti. Ebü´z-Zinad´ı da ona katip olarak verdi. Oraya kadı olarak Amir eş-Şa´bî´yi tayin etti.

Vakidî dedi ki: Amir eş-Şa´bî, Ömer b. Abdülaziz´in halifeliği sü­resince Küfe kadılığını sürdürdü.

Ömer, Horasan valiliğine de Cerrah b. Abdullah el-Hakemî´yi ta­yin etti. Mekke valisi ise, Abdülaziz b. Abdullah b. Halid b. Üseyd idi. Medine valisi, Ebu Bekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm idi. Ebu Be­kir, bu senede insanlara haccettirmişti.

Ömer b. Abdülaziz, Abdülmelik b. Ebi Vedaa´yı Mısır valiliğinden azletti, yerine Eyyüb b. Şurahbil´i tayin etti. Mısır´ın fetva işlerini yü­rütmeleri içinde Cafer b. Rebia, Yezid b. Ebi Habib ve Ubeydullah b. Ebi Cafer´i görevlendirdi. Bu üçü, Mısırlılara fetva veriyorlardı.

Ömer b. Abdülaziz, Ifrikiyye ve Mağrib´e, İsmail b. Abdullah el-Mahzumî´yi vali olarak tayin etti. Bu, yaşantısı güzel bir adamdı. Bu zatın valiliği zamanında Berberilerden çok sayıda insan Müslüman oldu.

Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, daha iyi bilir. [3]



Hicri Doksandokuzuncu Senede Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler


Hasan B. Muhammed B. Hanefiyye


Kadri yüce bir tabiidir, Mürcie hakkında ilk konuşanın o olduğu söylenir. Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi Ebu Ubeyd, bu zatın hicri doksanbeşinci senede vefat ettiğini söylemiş, fakat yine bu söz­leri arasında, Ömer b. Abdülaziz´in hilafeti zamanında vefat ettiğini de nakletmiştir. Şeyhimiz ez-Zehebî ise, "el-A´lâm" adlı eserde Hasan b. Muhammed´in bu senede vefat ettiğini ifade etmiştir. Doğrusunu Allah bilir. [4]



Abdullah B. Muhayriz


Abdullah b. Muhayriz b. Cünade b. Ubeyd el-Kureşî el-Cumahî el-Mekkî, Kudüs´te yaşamıştır. Kadri yüce bir tabiidir. Ümmü Ebi Mahzure´nin müezzin kocasından, Ubade b. Samit´ten, Ebu Said´den Muaviye ve diğerlerinden rivayetlerde bulunmuştur. Halid b. Madan, Mekhul, Havsan b. Atiyye, Zührî ve diğerleri de ondan rivayetlerde bulunmuşlardır. Birden fazla âlim onun, sika bir ravi olduğunu söyle­miş, imamlar topluluğu onu övmüşlerdir. Hatta Reca b. Hayve, onun­la ilgili olarak şöyle demiştir: «Eğer Medineliler, abidleri îbn Ömer´le bize karşı övünecek olurlarsa, biz de onlara karşı abidimiz Abdullah b. Muhayriz ile övünürüz.»

Abdullah´ın çocuklarından biri, babası hakkında şöyle demiştir: «O, her cumada Kur´ân´ı hatmederdi. Kendisi için yatak serilirdi ama yatak üzerinde uyumazdı.»

Abdullah b. Muhayriz, suskun bir adam olup fitneden uzak du­rurdu. İyiliği emredip kötülüğü yasaklama işini asla terketmezdi. Kendisinin övgüye layık özelliklerinden hiçbirini anlatmazdı. Emir­lerden birinin üzerinde ipek bir elbise görünce, onu protesto ederek: «Bu adam bu elbiseyi bunlar için giymiştir.» derdi ve böyle derken de halife Abdülmelik b. Mervan´ı gösterirdi. Adama da şu uyarıda bulun­du: «Yaratıklardan birinden korkmanı Allah´tan korkmanla eş tut­ma.»

Evzaî dedi ki: «Bir kimseyi örnek almak isteyen kimse, Abdullah b. Muhayriz gibisini örnek alsın. Çünkü Abdullah gibi bir ferdin için­de bulunduğu bir ümmet, asla sapıklığa düşmez.»

Ravilerden birisi, Abdullah b. Muhayriz´in, Velid´in halifeliği za­manında vefat ettiğini söylemiştir. Fakat Halife b. Hayyat, onun, Ömer b. Abdülaziz´in halifeliği zamanında vefat ettiğini söylemiştir.

"el-A´lâm" adlı eserde Zehebî´nin anlattığına göre ise o, hicretin dok-sandokuzuncu senesinde vefat etmiştir. Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, daha iyi bilir.

Bir gün Abdullah b. Muhayriz, kumaş satın almak için bir mani­faturacı dükkanına girdi. Pazarlığı ilerletti. Bu arada komşusu, mani­faturacıya: «Yazıklar olsun sana, bu Abdullah b. Muhayriz´dir, kendi­sine biraz indirim yap.» deyince Abdullah b. Muhayriz, kölesinin elin­den tutup: «Haydi gidelim, biz buraya dinimizle değil, paramızla mal satın almaya gelmiştik.» dedi ve kumaşı bırakıp gitti. [5]



Mahmud B. Lebid B. Ukbe


Mahmud b. Lebid b. Ukbe Ebu Naim el-Ensârî el-Eşhelî. Peygam­ber (s.a.v.), hayatta iken doğdu. Ondan hadisler rivayet etti. Buha-rî´nin ifadesine göre bu zat sahabedir. İbn Abdi´l-Berr´in ifadesine gö­re ise Mahmud b. Lebid b. Ukbe, Mahmud b. er-Rebî´den daha sağlam hadisler rivayet etmiştir. Denildiğine göre Mahmud b. Lebid, hicretin doksanaltıncı (başka bir rivayete göre ise hicretin doksanyedinci) se­nesinde vefat etmiştir. "el-A´lâm" adlı eserde Zehebî´nin anlattığına göre o, hicretin doksandokuzuncu senesinde vefat etmiştir. Kesin ta­rihi en iyi bilen Allah´tır. [6]



Nafl B. Cübeyr B. Müt´im


Nafi b. Cübeyr b. Müt´inı b. Adiy b. Nevfel el-Kureşi en-Nevfelî el-Medenî, babasından, Osman´dan, Ali´den, Abbas´tan, Ebu Hürey-re´den, Aişe´den ve diğerlerinden hadis rivayet etmiştir. Tabiilerden ve diğerlerinden oluşan bir cemaat da ondan rivayet etmişlerdir. Sika bir ravi olup abid bir kişiydi. Bineği önünde boş olarak gitmekte olup kendisi yaya olarak giderdi. Birden fazla ravinin ifadesine göre o, hic­retin doksandokuzuncu senesinde Medine´de vefat etmiştir. [7]



Küreyb B. Müslim


İbn Abbas´m azatlısıdır. Sahabelerden ve diğerlerinden oluşan bir cemaattan hadis rivayet etmiştir. Yanında bir yük kitap vardı. Hayır­severlik, iyilik ve dindarlığı ile tanınan sika ravilerdendi. [8]



Muhammd B. Cübeyr B. Müt´im


Kureyş´in âlim ve eşrafındandı. Çok hadis rivayet etmiştir. Dört yaşında iken Rasûlullah (s.a.v.)´m kendisinin yüzüne üflediğini hatır-

lardı. Bu senede (hicretin doksandokuzuncu senesinde), doksanüç ya­şında iken Medine´de vefat etti. [9]



Müslim B. Yesar


Müslim b. Yesar Ebu Abdillah el-Basrî, fıkıhçı ve zahid bir kim­seydi. Çok hadis rivayet etmiştir. Zamanındaki insanlardan hiçbiri ondan üstün değildi. Abid, takvalı, zahid bir kimse olup çokça namaz kılardı, çok huşulu bir kimseydi. Anlatıldığına göre evinde bir yangın çıkmıştı. Kendisi namazda iken çıkan bu yangından haberi olmadan başkaları yangını söndürmüşlerdi. Kendisi bunu hissetmemişti. Çok menkıbeleri vardır. Allah ona rahmet etsin.

Ben derim ki: Bir defasında mescidin bir köşesi yıkıldı, pazarda-kiler gürültüden korktular. Ama o, mescitte namaz kılmaktaydı, dö­nüp bakmadı bile.

Oğlu dedi ki: Babamı secde halinde şöyle derken gördüm: «Ey Rabbim! Ne zaman benden razı olarak senin huzuruna varacağım » Sonra duası devam etti ve yine aynı şeyi tekrarladı. Namaz dışında da tıpkı namazdaki gibi olurdu. Oğlunun biyografisi de önceki kısım­larda anlatılmıştır. [10]



Haneş B. Amr Es-San´anî


İfrikiyye ve Mağrib valisi idi. Ifrikiyye´de gazi olarak vefat etti. Bir sahabe cemaatından çok sayıda hadis rivayet etmiştir. [11]



Harice B.Zeyd


Harice b. Zeyd b. Dahhak el-Ensârî el-Medenî, fakihti, Medine´de fetva verirdi. Medine´nin sayılı fikıhçılarmdandı. Feraiz ve miras tak­simatını iyi bilirdi. Fetvada sözleri esas alman yedi fıkıhçıdan biriydi. [12]



Hicretin Yüzüncü Senesi


İmam Ahmed b. Hanbel, Nuaym b. Dücace´nin şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

«İbn Mesud, Hz. Ali´nin yanma gitti. Hz. Ali, kendisine şöyle sor­du: «Rasûlullah (s.a.v.)´m, "İnsanların üzerinde her 100 sene geçince yeryüzünde eski nesilden yaşayan hiç kimse kalmaz." buyurduğunu söyleyen sen misin Aslında Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştu: "İnsanlar üzerinden 100 sene geçince yeryüzünde (eskiden yaşamakta olanlardan) canlı hiç kimse kalmaz. Bu ümmetin refahı, 100 seneden sonradır.»

İmam Ahmed b. Hanbel´in oğlu Abdullah´tan rivayet olunduğuna göre Hz. Ali, Abdullah b. Mesud´a şöyle demiştir:

«Ey Ferruh! "İnsanların üzerinden 100 sene geçince bugün yaşa­makta olanlardan gözünü açıp kapaman hiç kimse (hayatta) kalmaya­caktır ve bu ümmetin refah ve sevinci, ancak 100 seneden sonra ola­caktır." diyen sen misin Rasûlullah (s.a.v.), ancak şöyle demişti: "İn­sanların üzerinden 100 sene geçince yer üzerinde açılıp kapanan bir göz kalmayacaktır." Sırtını çukura yerleştiremedin, kenara kaydın, hata yaptın. Aslında Rasûlullah, bugün yaşamakta olanları kasdet-miştir.»

İnsanlar, Rasülullah´m bu hadisinden ötürü korkuya kapıldılar. Çünkü o, bu sözüyle kendi neslinin tükeneceğini kasdetmişti.

Bu senede Harurilerden Irak´ta Harice adında biri isyan etti. Mü´minlerin emiri Ömer b. Abdülaziz, Küfe valisi Abdülhamid´e ha­ber göndererek onları hakka davet etmesini, onlara yumuşak davran­masını, yeryüzünde bozgunculuk yapmadıkları sürece onlarla savaş­mamasını emretti.

Haruriler, bozgunculuk yapınca Küfe valisi Abdülhamid, onların üzerine bir askeri birlik gönderdi. Haruriler, bu askeri birliği bozguna uğrattılar. Bunun üzerine Ömer b. Abdülaziz, askerlerinin bozguna uğraması nedeniyle Küfe valisi Abdülhamid´e bir kınama mektubu gönderdi. Kendisi de amcası oğlu Mesleme b. Abdülmelik´i, Cezire´den hareket ettirerek savaşmak üzere Haruriler üzerine gönderdi. Mesle-me> Allah´ın yardımıyla onları yendi ve muzaffer oldu.

Ömer b. Abdülaziz, Haricilerin büyüğü Bestam´a haber göndere-

rek şu mesajı iletti: «Seni bana karşı isyana sürükleyen şey nedir Eğer Allah rızası için gazaplanmış isen, bunu senden önce ben yap­malıyım ve sen benden daha iyi değilsin, gel, seninle tartışalım. Eğer hakkı bizim yanımızda bulursan, hakka tabi olursun. Eğer sen hakkı bize gösterirsen bakarız, gereğini yaparız.»

Bestam da kendi adamlarından bir grubu gönderdi. Ömer, onlar­dan iki kişiyi seçti ve onlara sordu:

- Niçin bize karşı düşmanlık yapıyorsunuz

- Yezid b. Abdülmelik´i kendinden sonra halife olması için veli-ahd tayin etmişsin de ondan.

- Ben onu veliahd tayin etmiş değilim, başkası tayin etmiştir.

- Sen kendinden sonra onu bu ümmete emin bir kişi olarak kabul edebilir misin

- Bana üç gün süre tanıyın.

Anlatıldığına göre Ümeyye oğullan, hilafetin kendi ellerinden çıkmasından korktukları için halife Ömer b. Abdülaziz´e zehir içire-rek öldürmüşlerdi. Doğrusunu Allah bilir.

Hicretin 100. senesinde Ömer b. Velid b. Hişam el-Muaytî ve Hu-muslulardan Amr b. Kays el-Kindî, yaz mevsimi gazasına gittiler.

Ömer b. Abdülaziz, Ömer b. Hübeyre´yi Cezire valiliğine tayin et­ti. O da Cezire´ye vali olarak gitti.

Bu senede Yezid b. Mühelleb, Irak´tan harekete geçerek Ömer b. Abdülaziz´e hücum etti. Ömer de onun üzerine Basra valisi Adiy b. Ertat´ı Musa b. Vecih´le birlikte gönderdi. Ömer, Yezid b. Mühelleb´e ve ailesine çok kızar: «Bunlar zorbadırlar, böylelerini sevmem.» derdi.

Yezid b. Mühelleb huzuruna girdiğinde Ömer, onun daha Önce Süleyman´a -yanında mevcut olduğuna dair- bildirdiği malları verme­sini istedi. Yezid de: «Ben düşmanları bununla korkutmak için böyle bir beyanda bulunmuştum. Benimle Süleyman arasında herhangi bir-şey yoktu, anlaşıyorduk. Onun yanında ne kadar itibarlı ve mertebe sahibi bir kimse olduğumu da biliyorsun.» deyince Ömer b. Abdülaziz: «Ben senin bu sözlerine kulak vermiyorum. Müslümanların mallarını ödeyinceye kadar da seni bırakacak değilim.» dedi ve zindana atılma­sını emretti.

Ömer b. Abdülaziz, Yezid´in yerine Horasan valiliğine Cerrah b. Abdullah el-Hakemî´yi tayin etti. Yezid b. Mühelleb´in oğlu Muhalled, Ömer´in huzuruna gelip şöyle dedi:

- Ey mü´minlerin emiri! Aziz ve Celil olan Allah, seni halife kıl­makla bu ümmete lütufta bulunmuştur. Senin sebebinle bizler insan­ların en bedbahtları olmayalım. Niçin bu ihtiyarı hapse atıyorsun, onun yerine ben varım, beni hapse atıp onu salıversen olmaz mı

- Onun yanındaki Müslüman mallarının tümünü kendisinden al-

madığım ve sen de ondan istenen bütün işleri yapmadığın takdirde onu serbest bırakacak ve ondan vazgeçecek değilim.

- Ey mü´minlerin emiri! Eğer onun aleyhinde ileri sürdüğün iddi­aları teyid edecek beyyinelerin varsa mesele yok. Ama yoksa, onun bu konuda yapacağı yemini kabul et, ya da beni onun yerine hapse atıp onu salıver.

- Yanındaki bütün malları kendisinden almadıkça kabul etmem. Muhalled b. Yezid, Ömer b. Abdülaziz´in huzurundan çıkıp gitti.

Çok geçmeden vefat etti. Ömer b. Abdülaziz, onun hakkında şöyle de­mişti: «Muhalled, babasından daha hayırlıydı.»

Ömer b. Abdülaziz, daha sonra Yezid b. Mühelleb´e yün bir cübbe giydirilerek bir deveye bindirilmesini ve fasıkların sürgün edildikleri Dahluk adasına gönderilmesini emretti. Araya şefaatçılar girdi, rica ettiler. Ömer de onu tekrar hapse gönderdi. Ömer, ölüm hastalığına yakalanıncaya kadar Yezid hapiste kaldı. O, Ömer hastalanınca ha­pisten kaçtı ve onun- bu hastalığı neticesinde öleceğini anladı. Bunu bir mektupla ona bildirdi. Öyle sanıyorum ki o, Ömer´e zehir içirildi-ğini biliyordu.

Ömer b. Abdülaziz, bu senenin ramazan ayında Cerrah b. Abdul­lah el-Hakemî´yi bir yıl beş ay süreyle valilik yaptıktan sonra Hora­san valiliğinden azletti. Kafirlerden İslâm´a giren kimselerden cizye aldığı için onu azletmişti. Cerrah ise, İslâm´a giren kafirlere: «Sizler cizye vermekten kurtulmak için İslâm´a giriyorsunuz.» demiş, onlar da İslâm´a girmekten vazgeçmiş, kendi dinlerinde sebat etmiş ve ciz­ye ödemişlerdi. Bu durumu öğrenen Ömer b. Abdülaziz, Cerrah´a şöy­le bir mektup göndermişti: «Cenâb-ı Allah, Muhammed (s.a.v.)´i vergi ve cizye toplayan biri olarak değil, aksine davetçi biri olarak gönder­mişti.» Bu mektubu yazdıktan sonra onu, Horasan valiliğinden azlet­ti, yerine Abdurrahman b. Naim el-Kuşeyrî´yi Horasan ordu komu­tanlığına, Abdurrahman b. Abdullah´ı da haraç işlerinin müdürlüğü­ne tayin etti.

Bu senede Ömer b. Abdülaziz, valilerine mektup yazarak onlara iyiliği emrediyor, kötülük yapmalarını yasaklıyor, hakkı açıklıyor, kendisi ile onlar arasındaki bazı konuları izah ediyor ve öğüt veriyor­du. Allah´ın azab ve intikamından sakınmalarım söyleyerek onları korkutuyordu. Abdurrahman b. Naim el-Kuşeyrî´ye yazdığı bir mek­tup şöyleydi:

«İmdi ey Allah´ın kulu, Allah rızası için öğüt veren, kullara nasi­hat veren bir kimse ol. Allah rızası uğruna yaptığın işlerde herhangi bir kmayıcımn kınamasına aldırış etme. Çünkü insanlardan çok, Al­lah´ın hatırını gözetmen gerekir. Onun, senin üzerindeki hakkı daha °uyüktür. Müslümanların işlerinden birini yürütürken, onlara iyilik yapıp nasihat vererek gerekli yardımda bulun. Senden istenilen hu­suslarda emanete riayet et. Sakın haktan başkasına meyleden bir kimse olma. Yaptığın gizli işlerden hiçbiri, Allah´a gizli kalmaz. Allah yolundan başka yola sapma. Doğrusu, Allah´a karşı yine Allah´tan başka bir sığınılacak makam yoktur.»

Ömer b. Abdülaziz, buna benzer birçok öğütleri valilerine rnek-tupla bildirdi.

Buharî´nin "Sahih´ınde rivayet olunduğuna göre Ömer b. Abdüla-ziz, Adiy b. Adiy´e şöyle bir mektup gönderdi:

«Doğrusu imanın farizaları, prensipleri, hükümleri, sınırları ve sünnetleri vardır. Her kim bunları tamamlarsa, imanı tamam olur. Kim de tamamlamazsa, imanı tamamlanmış olmaz. Eğer ben yaşar­sam bunları size açıklıyacağım ki, bunlara göre amel edersiniz. Ama ölürsem, ben sizinle birlikte dünyaya kalmaya bayılıyor değilim.» [13]