๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => El-Bidaye Ven Nihaye => Konuyu başlatan: Esila üzerinde 22 Kasım 2010, 12:04:33



Konu Başlığı: Hicretin Yüzonbeşinci Senesi
Gönderen: Esila üzerinde 22 Kasım 2010, 12:04:33
Hicretin Yüzonbeşinci Senesi


 Vehb B. Münebbih El-Yemanî

Fasıl

Süleyman B. Sa´d.

Ümmü Hüzeyl

Aişe Bintî Talha B. Abdullah Et-Temîmî

Ubeydullah B. Said B. Cübeyr.

Abdurrahman B. Eban.

Hicretin Yüzonbirinci Senesi

Hicretin Yüzonikinci Senesi

Hicretin Yüzonikinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Reca B. Hayve El-Kindî

Şehr B. Havşeb El-Eş´arî

Hicretin Yüzonüçüncü Senesi

Hicretin Yüzonüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Emir Abdülvehhab B. Buht

Şamlı Mekhul

Hicretin Yüzondördüncü Senesi

Hicretin Yüzondördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Atâb. Ebirebah.

Fasıl

Hicretin Yüzonbeşinci Senesi

Hicretin Yüzonbeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Ebu Cafer El-Bakır.

Fasıl


Vehb B. Münebbih El-Yemanî


Kadri yüce bir tabiidir. Evvelki ümmetlerin kitapları hakkında bilgisi vardır. Ka´bü´l-Ahbar´a benzerdi. Salih bir kimse olup ibadet

ehli idi. Kendisinden güzel sözler, hikmetler ve öğütler nakledilir. Onun biyografisini "Tekmil" adlı kitabımızda uzun uzadıya nakletmi-sizdir. Allah´a hamdolsun.

Vakidî´nin ifadesine göre Vehb, hicri 110. senede San´a şehrinde vefat etmiştir. Başkasının anlattığına göre 111. senede vefat etmiştir. Daha sonraki senelerde vefat ettiğine dair zayıf bir rivayet de vardır. Doğrusunu Allah bilir. Bazılarının iddiasına göre onun mezarı Bas­ra´nın batısındaki Asenı kasabasmdadır, ama ben bunun kaynağını göremedim. Doğrusunu Allah bilir. [1]



Fasıl


Vehb b. Mühebbih, birkaç sahabeye ulaştı. İbn Abbas, Cabir ve Numan b. Beşir´e senetleri ulaştırarak hadisler rivayet etti. Muaz b. Cebel, Ebu Hüreyre ve Tavus´tan da rivayetlerde bulundu. Tabiiler­den bazıları da kendisinden rivayetlerde bulundular.

Vehb b. Münebbih dedi ki: «Amel etmeyeceği bir ilmi öğrenen kimse, yanında şifa iksiri bulunup da onunla tedavi olmayan tabibe benzer.»

Fadl b. Ebi Ayyaş´m azatlısı Münir´den şöyle rivayet edilmiştir: «Vehb b. Münebbih´in yanında oturmaktaydım. Adamın biri gelip ona şöyle dedi: «Ben falan adamın yanından geçiyordum. O sana sö­vüyordu.» Vehb öfkelendi ve: «Şeytan senden başka bir elçi bulamadı mı » dedi. O adam yanında oturmakta iken kendisine sövdüğünü id­dia ettiği adam geldi. Vehb´e selam verdi. Vehb de selamını aldı. Elini uzatıp onunla tokalaştı ve yanıbaşma oturttu.»

İbn Tavus´tan şöyle rivayet edilmiştir: Vehb´in şöyle dediğini işit­tim: «Ey ademoğlu, dinin için gayret sarfet. Zira rızkın sana gelecek­tir.»

Vehb dedi ki: «Cehennemlikler elbise giyindiler, ama çıplaklık on­lar için daha hayırlı idi. Yemek yediler, ama açlık onlar için daha,ha-yırh idi. Kendilerine hayat verildi- Oysa ölüm onlar, için daha hayırlı idi.»

Vehb´in rivayetine göre Davud peygamber şöyle demiştir: «Al­lah´ım, bir yoksul kişi bir zenginden birşey ister de zengin ona kulak vermezse, dilerim ki o zengin sana dua edip de birşeyler isterse, dua­sına icabet etmeyesin. Senden birşey istediği zaman ona vermeye-sin.»

Vehb´den şöyle rivayet edilmiştir: Allah´ın kitablanndan birinde Şöyle bir ibare okudum: «Ey ademoğlu! Bilgisizce amel etmende senin için hayır yoktur. Bildiğin şeyle amel etmemende de senin için hayır yoktur. O zaman senin durumun, odun toplayıp da yük yapan ve taşımaya kalktığında bu yükü taşıyamayan, buna rağmen o yüke biraz daha odun ekleyen adama benzer.»

Vehb dedi ki: «Allah´ın 18.000 âlemi vardır. Dünya, bu âlemler­den sadece biridir. Harabeler arasındaki bir mamure, çöldeki bir ça­dıra benzer.»

Taberanî, Vehb´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Allah´ın taatı ile amel etmek istediğin zaman başkalarına nasi­hat vermeye ve Allah rızası için çalışmaya gayret sarfet. Çünkü baş­kalarının iyiliği için nasihat vermeyen kimsenin ameli kabul edilmez. Nasihat da ancak Allah´a taatla olgunlaşır. Tıpkı kokusu ve rengi gü­zel olan hoş bir meyve gibidir. Allah´ın taatı işte böyledir. Nasihat onun kokusu, amel de tadıdır. Sonra sen taatım yumuşak huyluluk, akıllılık, fakihlik ve amel ile süsle. Sonra da nefsini sefihlerin ve dün­ya kullarının ahlakından yüksek tut.

Nefsini peygamberlerin ve ilmi ile amel eden âlimlerin ahlakıyla ahlaklandır. Hikmet sahibi kimselerin fiillerini yapmaya alıştır. Ken­dini şaki kimselerin amelini yapmaktan geri tut. Nefsini takva sahibi kimselerin yolundan yürüt; habis kimselerin yolundan uzalaştır, faz­la malın olursa maddeten senden düşük durumda olan kimselere yardımcı ol. Maddeten senden düşük durumda olan kimselere yar­dımcı ol ki, onları da kendi seviyene ulaştırasm.

Hikmet sahibi kimse odur ki, fazla mallarını toplar ve kendisin­den düşük durumda olanlara verir. Kendisinden düşük durumda olan kimselerin eksikliklerini tesbit eder, ona takviye olur, onu ümit­lendirir ve nihayet kendi seviyesine çıkarır. Eğer fakihse fıkhını -şa­yet kendisine arkadaşlık etmek ve yardımcı olmak istiyorsa- ona ak­tarmalıdır. Malı varsa malı olmayanlara vermelidir. Islah edici bir kimse ise, günahkarın günahının bağışlanması için mağfiret diler ve tevbesini ümid eder.

İyiliksever bir kimse ise, kendisine kötülük yapana iyilikte bulu­nur. Böylece sevabı hakeder. Fiili güzel oluncaya kadar söze itibar edip aldanmaz. Fiilini güzel yaptığı zaman Allah´ın lütfuna ve ihsanı­na bakar. Birşeyi yapmadan, yapacağım diye kuruntuya girmez. Al­lah´ın taatında belirli bir seviyeye ulaştığında ulaşmış olduğu bu se­viyeden Ötürü Allah´a hamdeder, sonra da ulaşamadığı daha yüksek seviyelere ulaşmaya talib olur. Bir günahı hatırladığında onu insan­lardan gizler ve onu bağışlamaya muktedir olan Allah´tan mağfiret

diler.

Hikmetten birşey öğrenirse onunla yetinmez. Hikmet alanında daha yüksek seviyelere çıkmaya talib olur. Sonra yalana sığınmaz-Yalandan yardım istemez. Çünkü yalan, bedene musallat olan kurt­çuk gibidir. Kısa sürede bedeni yeyip tüketir, ya da ağaca musallat olan kurtçuk gibidir. Ağacın dışı hoş görünür, ama içi çürür, dışardan görenler aldanırlar. Nihayet bir gün ağaç kırılır ve kendisine alda-nanlarda helak olur, konuşurken yalan söylemek de böyledir. Sahibi hep yalana güvenip aldanır, yalanın kendisini destekleyeceğini, ihti­yacını elde etme hususunda kendisine yardımcı olacağını, arzuladığı şeye ulaşabilmek için kendisine kılavuzluk yapacağını zanneder. Ni­hayet onun yalancı olduğu anlaşılır. Akıl sahipleri onun yalanma al­dandığını anlarlar. Fakihler onun içinde gizlediği şeyleri açığa çıka­rırlar. Bu duruma vakıf olduklarında haberini yalanlarlar, şahitliğini hükümsüz kılarlar, doğruluğunu itham ederler, şanım tahkir ederler. Onun bulunduğu yerde oturmaktan hoşlanmazlar, gizliliklerini on­dan saklarlar, ona sır vermezler. Sözlerini onun yanında konuşmaz­lar, emanetlerini ondan başkalarına teslim ederler. İşlerini ondan gizlerler, din ve dünyaları hususunda ondan sakınırlar, toplantıları­na onu dahil etmezler. Onu kendilerine sırdaş etmezler ve bu husus­ta ona güvenmezler, aralarında geçen anlaşmazlıkları çözümlemek için onu hakem tayin etmezler.»

AbdülmünÜm b. İdris, Vehb´den rivayet etti ki; Lokman (a.s.), kendi oğluna şöyle demiştir: «Zikir ehli, nur gibidir. Gaflet ehli de ka­ranlık gibidir.»

Vehb dedi ki: «Tevrat´ta peşpeşe dört satır okudum, orada şunlar yazılıydı:

Allah´ın kitabını okuyup da Allah´ın kendisini bağışlamıyacağını zanneden kişi, Allah´ın ayetleriyle alay edenlerdendir.

Başına gelen bir musibetten ötürü şikayetçi olan kişi, ancak Aziz ve Celil olan Rabbini şikayet etmiş olur.

Dünyada kaçırdığı fırsatlardan ötürü üzülen kimse, Aziz ve Celil olan Rabbinin yargısına kızmıştır.

Bir zengine yaltaklanmak için boyun eğen kimsenin dininin üçte biri gider.»

Vehb dedi ki: Ben Tevrat´ta şunları okudum: «Bir ev ki, zayıfların emek ve gücüyle inşa edilmiştir. O evin akibeti harab olmaktır. Bir mal ki, helal olmayan yerden toplanmıştır. O malın sahipleri çabucak yoksullaşırlar.»

Abdullah b. Mübarek, Vehb b. Münebbih´in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Bir kitabta Cenâb-ı Allah´ın şu ayetine rastladım: "Kulum bana itaat ederse, o bana dua etmeden önce kendisine icabet ederim. O benden istemeden önce kendisine veririm. Kulum bana itaat ederse, göklerin ve yerin halkı onun üzerine çullansalar bile onun için bir çı­kış yolu yaratırım. Ama kulum bana isyan ederse, onun sema kapıla­rındaki yollarını kapatırım, onu havada boşlukta bırakırım. Yaratıklarından biri ona bir kötülük yapmak isterse, kendini ona karşı koru­yamaz."»

İbn Mübarek, Vehb b. Münebbih´in şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

«Cenâb-ı Allah, İsrail oğullarının âlimlerini kınayarak onlara şöy­le demiştir: «Siz fikhı, dini amaçtan başka amaçla öğreniyorsunuz. İl­mi, amel etmemek için öğreniyorsunuz. Ahiret ameli ile dünya satm alıyorsunuz. Kuzu postu giyiyorsunuz ama kurt şahsiyeti taşıyorsu­nuz. İçeceğinizi içerek gıdalanıyor ve dağlar misali haramları yutu­yorsunuz. İnsanların sırtına dağ gibi dini emirleri yüklüyorsunuz. Sonra da serçe parmağınızı dahi oynatarak onlara yardımcı olmuyor­sunuz. Namazı uzatıyor, elbiselerinizi beyaz kumaşlardan seçip giyi­niyorsunuz. Bunu yaparakta yetim ve dulların haklarını eksiltiyorsu­nuz. Onur ve izzetime yemin ederim ki, başınıza Öyle bir fitne getiri­rim ki, o fitnenin içine düşen görüş sahibi kimsenin görüşü, hikmet sahibi kimsenin de hikmeti dahi dalalete düşer, yolunu kaybeder.» Taberanî, Vehb b. Münebbih´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Doğrusu Cenâb-ı Allah, herhangi bir kimseyi, kendisine yaptığı itaattan ötürü Övmez ve hiçbir kimse de ilahi rahmet olmaksızın ken­di işlediği amellerle Allah´tan hayra ulaşamaz. Allah, insanların hay­rını beklemeyeceği gibi şerlerinden de korkmaz. Allah insanlara an­cak kendi rahmetiyle şefkat gösterir. Ama insanlar ona tuzak kur­mak isterlerse, tuzaklarını boşa çıkarır. Ona hile yapmak isterlerse, hilelerini kendi başlarına döndürür. Ona karşı yalan uydururlarsa yalanlarını başlarına geçirir. Eğer yüz çevirirlerse köklerini kazır. Eğer kendisine yönelirlerse, yönelişlerini kabul eder.

Yaptıkları hileleri, tuzakları, aldatmaları, öfkeleri, gazapları ve boğuşmaları kabul etmez. Hayır, ancak Cenâb-ı Allah´ın rahmeti ile gelir. Allah´ın rahmeti cihetinden hayır taleb etmeyen kimse, girebi­leceği herhangi bir kapıyı göremez. Cenâb-ı Allah´a ancak taatta bu­lunarak hayrına ulaşılır. Kendisine boyun eğip ibadette bulunmala­rından ötürü ancak Cenâb-ı Allah, insanlara şefkat gösterir. Tazarru ve ihtiyaçlarını karşılar. Kul, Cenâb-ı Allah´tan ancak bu yolla rah­met elde edebilir.

Kulların boyun eğip ibadet etmeleri ve yalvarıp yakarmaları ol­madan Allah´ın rahmetine ulaşılacak bir yol yoktur. Aziz ve Celil olan Allah´ın rahmeti, onun tarafından gelecek bütün hayırların ka­pısıdır. Bu kapının anahtarı da Aziz ve Celil olan Allah´a niyazda bu­lunup kulluk göstermektir. Anahtarı elde etmeyen kimseye kapı açıl­maz. Anahtarı getiren kimseye kapı açılır. Kapı anahtarsiz nasıl açı­labilir Bütün hayır hazineleri Allah´ındır. Bu hazinelerin kapıları ise, Allah´ın rahmetidir. Allah´ın rahmet kapısnm anahtarları da; boyun eğip yalvarıp, yakarmak ve Allah´a muhtaç olduğumuzu arzet-mektir. Bu anahtarı ele geçiren kimseye hazinelerin kapılan açılır ve o kimse hazinelerin içine girer. Orada nefislerin arzuladığı, gözlerin bakmaktan hoşlandığı şeyler vardır. Oraya dilediğiniz ve istediğiniz herşey güvenli bir makamdadır. Oraya giren kimse artık çıkmaz. Oradakiler hiçbir şeyden korkmazlar, yorulmazlar. İhtiyarlamaz, inuhtaç olmaz ve ölmezler. Ebedi bir nimet, büyük bir sevap ve yüce bir ecir içredirler ki, bu da bağışlayan ve esirgeyen Allah katından onlara sunulan bir konukluktur.»

Süfyan b. Uyeyne, Vehb´in şöyle dediğini riveyet etmiştir:

«Din hususunda ahlakın insana en fazla yardımcı olanı, dünyada zahidlik yapmaktır. Dini insandan çabucak gideren ahlak ise, heves­lere tabi olmak, mal sevmek ve şeref tutkunu olmaktır. Mal ve şeref sevgisi nedeniyle insan haramları hiçe sayar. Haramları hiçe say­mak, Rabbi gazablandırır. Rabbin gazabına karşı ise tedavi edici hiç­bir ilaç yoktur. Cenâb-ı Allah, kitaplarından birinde İsrail oğullarını kınayarak şöyle buyurmuştur:

"Bana itaat edilirse razı olurum. Razı olursam, malınıza bereket koyarım. Benim bereketimin sonu yoktur. Ama bana isyan edilirse, gazablanınm, gazablamnca da lanet ederim. Benim lanetim, kişinin yedinci zürriyyetine kadar ulaşır."»

Yine Vehb dedi ki: «İsrailoğullarında Aziz ve Celil olan Allah´a 200 sene süreyle isyan eden bir adam vardv Bu adam ölünce ayağın­dan tutup cesedini bir çöplüğe attılar. Cenâb-ı Allah, Musa peygam­bere: «Git, onun cenaze namazım kıl.» diye vahyetti. Musa peygam­ber ise: «Ya Rab, İsrailoğulları onun 200 sene müddetle sana isyan ettiğine şahitlik ederler. Ben onun namazını nasıl kılarım » diye so­runca Cenâb-ı Allah, şöyle cevap verdi: «Evet öyle oldu, ancak o adam Tevrat´ı her açıp içinden Muhammed (s.a.v.)´in adını gördüğünde o´ adın yazılı olduğu kısmı öper ve gözlerinin üzerine koyup salavat ge­tirirdi. İşte ben onun bu iyiliğine karşı teşekkür edip günahlarını ba­ğışladım ve ona yetmiş huri verdim.»

Bu rivayette illet vardır. Böyle bir rivayet sahih olamaz. Bunun senedinde gariblik, metninde de şiddetli bir münkerlik vardır.

İbn İdris, Vehb´den rivayet etti ki, Musa (a.s.), şöyle demiştir:

- Ya Rab, insanların benim aleyhimde konuşmalarına imkan ver­me, onların dillerini tut.

- Ey Musa, ben bunu kendim için yapmadım. Senin için hiç yap­mam.

Yusuf (a.s.), Mısır Aziz´inin huzuruna çağrıldığında kapıda durup şöyle dua etti: «Dünyalık elde etmektense dinim bana yeter. Ey Rab-bim, senin şanın yücedir. Övgün yüksektir. Senden başka ilah yok-

tur.» Böyle dedikten sonra Aziz´in huzuruna girdi. Aziz, onu görünce tahtından indi ve Yusuf un önünde secdeye kapandı, sonra onu alıp tahtta, yanında oturttu ve; "Bugün senin yânımızda önemli bir yerin ve güvenilir bir durumun vardır." dedi.» (Yûsuf, 54.) Yusuf da ona şöyle dedi:

«Beni memleketin hazinelerine memur et. Çünkü ben korumasını ve yönetmesini bilirim.» (Yûsuf, 55.) Bu kıtlık senelerini geçirmeyi ve ba­na emanet ettiğin mallan muhafaza ederim. Yanıma gelen herkesin dilinden anlarım.

İmam Ahmed b. Hanbel, Vehb b. Münebbih´in şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

«Cenâb-ı Allah, balığa, Yunus peygambere zarar vermemesini ve onu yaralamamasını emredince şöyle buyurdu:

«Eğer Allah´ı teşbih edenlerden (daha önce ibadet edenlerden) ol­masaydı, tekrar diriltilecek güne kadar balığın karnında kalacaktı.»

(es-Sâffat, 143.)

Cenâb-ı Allah, onun önceki ibadetlerini hatırladı. Yunus peygam­ber, denizden çıkınca kıyıda uykuya daldı. Cenâb-ı Allah, onun yani-başında kabak ağacı bitirdi. Yunus uyanıp o ağacın kendisini gölgele­mekte olduğunu ve yemyeşil olduğunu görünce hoşuna gitti. Sonra tekrar uyudu. Uyandığında bu defa kabak ağacı kurumuştu. Buna üzüldü. Kendisine denildi ki: «Sen onu yaratmadın, ona su vermedin, onu bitirmedin, ama kuruduğu için üzülüyorsun. Oysa ben ateşten 100.000 veya daha çok can yarattım. Sonra onlara rahmet ettim, bu -durum sana ağır geliyor.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Vehb b. Münebbih´in şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

«Nuh peygambere her canlıdan bir çifti alıp gemiye koyması em-redildiğinde şöyle dedi:

- Ya Rab, aslanla sığırı, oğlakla kurdu, eşekle kediyi nasıl bir arada tutacağım

- Peki bunları birbirine kim düşman kıldı

- Sen ya Rab.

- Öyleyse ben onları birbirlerine ısındırırım ki, birbirlerine zarar vermesinler.»

Vehb b. Münebbih, Atâ el-Horasanî´ye dedi ki:

«Yazıklar olsun sana ey Atâ. «Bana dua edin, duanızı kabul ede­yim.» {ei-Gâfir, 60.) diye buyuran zatın kapısını bırakıp sana karşı kapı­sını kilitleyen, yoksulluğunu izhar eden, zenginliğini gizleyen kimse­nin kapısına mı geliyorsun Yazıklar olsun sana ey Atâ, sana yetecek şey, seni müstağni kılıyorsa, dünyadaki en basit ve en az şey sana ye­terli olur. Ama sana yetecek kadar şeyler seni müstağni etmiyorsa, o halde dünyada sana yetecek hiçbir şey yoktur. Yazıklar olsun sana ey Atâ, senin karnın ancak denizlerden bir deniz, vadilerden bir vadidir ki, onu topraktan başka hiçbir şey dolduramaz.»

Biri kunutu ve sessizliği uzun süren, diğeri de secdesi uzun süren namaz kılmakta olan iki adamın durumunu ve bunlardan hangisinin daha faziletli olduğunu Vehb´e sorduklarında şu cevabı verdi: «Bun­lardan hangisi Aziz ve Celil olan Allah için mü´minlere daha fazla na­sihat veriyorsa o, diğerinden daha faziletlidir.»

Vehb şöyle demişti: «Övülmeyi sevmesi, yerilmekten de hoşlan­maması münafık kimsenin huyundandır. Yani yapmadığı iyiliklerle övülmeyi sevmesi ve yaptığı kötülüklerden ötürü yerilmekten de hoş­lanmaması münafık kimsenin huyundandır.»

Vehb´in rivayetine göre Lokman (a.s.), kendi oğluna şöyle öğüt vermiştir: «Ey oğulcuğum, kendini Allah´a karşı frenle. Çünkü insan­ların en akıllısı, kendini Allah´a karşı frenleyip haramlarını aşmayan ve çiğnemeyendir. Doğrusu şeytan, akıllı kimseden kaçar ve ona tu­zak kuramaz.»

Vehb, yanında oturmakta olan meclis arkadaşlarından birine şöy­le dedi:

- Öğrenmekte tabiplerin zorlanmayacağı bir tıbbı, öğrenmekte fı-kıhçılann zorlanmayacağı bir fıkhı, öğrenmekte yumuşak huylu kim­selerin zorlanmayacağı bir ilmi sana öğreteyim mi

- Evet, öğret ey Abdullah´ın babası.

- Öğrenmekte tabiplerin zorlamayacağı tıb şudur: Bir yemek yi­yeceği zaman başlarken besmele çek, sonunda da Allah´a hamdet.

Öğrenmekte fıkıhçıların zorlanmayacağı fıkıh ise şudur: Sana birşey sorarlar da o şey hakkında bilgin varsa, cevabını bildiğine göre ver. Eğer o hususta bilgin yoksa, «Bunun hükmünü bilmiyorum.» de.

Öğrenmekte yumuşak huylu kimselerin zorlanmayacağı ilme ge­lince, o da şudur: Sana birşey sorulmadıkça konuşma ve suskunluğu­nu devam ettir.

Vehb dedi ki: «Çocukta haya ve korku gibi iki huy bulunursa, o çocuğun reşit olması, yani doğru yolu bulması ümid edilir.»

«Zülkarneyn, güneşin doğduğu yere varınca orada bulunan bir hükümdar kendisine şöye dedi:

- Bana insanları anlat.

- Akılsız kimse ile konuşma, ölülere şarkı okuman gibidir. Akılsız kimse ile konuşman, sert kayayı yumuşatman için ıslatmaya benzer. Akılsız kimse ile konuşman, katık yapıp yemek amacıyla demiri pi­şirmeye benzer. Akılsız kimse ile konuşman, mezardaki ölüleri için sofra kurmaya benzer. Dağ başlarından taş taşıyıp getirmek, akılsız kimse ile konuşmaktan daha kolaydır.»

«Kitablardan birinde okuduğuma göre her sabah dördüncü gök katında bir münadi şöyle seslenirmiş:

- Ey kırklı yaşlarındaki insanlar! Siz olgunlaşan ekinler gibisi­niz, hasad mevsimiz yaklaştı. Ey ellili yaşlarındaki insanlar! Bugüne kadar hangi salih amelleri işlediniz Ey altmışlı yaşlarındaki insan­lar! Artık sizin mazeretiniz yoktur. Keşke yaratıklar yaratılmış olma­salardı. Keşke onlar yaratıldığında yaratılış gayelerini bilmeselerdi. Vaktiniz geldi, tedbirinizi alın.»

Vehb b. Münebbih´ten rivayet olunduğuna göre Danyal (a.s.), şöy­le demiştir: «Vah o zamana ki, salih kimseler aranacaklar, hiçbiri bu­lunamayacaktır. Ancak ekini biçen kimsenin arkasında rastlanılan tek tuk başaklar gibi salih kimselerde çok seyrek bulunacaktır. Ya da meyve devşiren kimselerin arkalarında kalan tek tuk meyve taneleri gibi nadiren görüleceklerdir. Onlarında yakın zamanda üzerlerine ağıtçıları ağlayacaktır.»

Abdürrezzak, Vehb b. Münebbih´in, «Kıyamet günü doğru terazi­ler kurarız.» (ei-Enbiyâ, 47.) ayetiyle ilgili olarak şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«