๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => El-Bidaye Ven Nihaye => Konuyu başlatan: Esila üzerinde 20 Kasım 2010, 00:44:50



Konu Başlığı: Hicretin Üçyüzaltmışıncı Senesi
Gönderen: Esila üzerinde 20 Kasım 2010, 00:44:50
Hicretin Üçyüzaltmışıncı Senesi

Hicretin Üçyüzelliüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Bekkâr B. Ahmed.

Ebu İshak El-Cehmî

Hicretin Üçyüzellidördüncü Senesi

Hicretin Üçyüzellidördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Meşhur Şair Mütenebbî

Muhammed B. Hibban.

Muhammed B. Hasan B. Yakub.

Muhammed B. Abdullah B. İbrahim..

Hicretin Üçyüzellibeşincî Senesi

Hicretin Üçyüzellibeşînci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Hasan B. Davud.

Muhammed B. Hüseyin.

Ebu Bekir B.Ciabî

Hicretin Üçyüzellialtıncı Senesi

Muizzü´d-Devle B. Büveyh´în Vefatı

Hicretin Üçyüzellialtıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Ebü´l-Ferec El-İsfahanî

Süyfü d-Devle.

İhşid Kafur.

Ebu Alı El-Kalî

Hicretin Üçyüzelliyedinci Senesi

Hicretin Üçyüzellîyedinci Senesinde Vefat Eden Diğer Meşhur Şahsiyetler.

Ömer B. Cafer B. Abdillah.

Muhammed B. Ahmed B. Ali B. Muhalled.

Kâfur B. Abdullah El-İhşidî

Hicretin Üçyüzellisekizinci Senesi

Hicretin Üçyüzellidokuzuncu Senesi

Hicretin Üçyüzellidokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Muhammed B. Ahmed B. Hüseyin.

Muharib B. Muhammed B. Muharib.

Ebü´l-Hüseyin Ahmed B. Muhammed.

Hicretin Üçyüzaltmışıncı Senesi

Hicretin Üçyüzaltmışıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Süleyman B. Ahmed B. Eyyüb.

Şair Refa Ahmed B. Sırrı Ebü´l-Hasan.

Muhammed B. Cafer.

Muhammed B. Hasan B. Abdillah El-Acurî

Muhammed B. Cafer B. Muhammed.

Muhammed B. Davud Ebu Bekir Es-Sofî

Muhammed B. Ferhanî

Ahmed B.Feth.

Hicretin Üçyüzaltmışbirînci Senesi

Hicretin Üçyüzaltmışbirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Said B. Ebi Said El Cenabı

Osman B. Ömer B. Hafif

Ali B. İshak B. Halef

Ahmed B. Sehl

Hicretin Üçyüzaltmışikinci Senesi

Hicretin Üçyüzaltmışikinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Sirri B. Ahmed B. Ebi´s-Sırrî

Muhammed B. Hanî

İbrahim B. Muhammed.

Said B. Kasım..

Muhammed B. Hasan B. Kevser B. Ali

Hicretin Üçyüzaltmışüçüncü Senesi

Mutinîn Hal´ Edilip Tai´in Halifeliğe Geçmesi

Muiz El-Fatımî İle Hüseyin Arasındaki Savaş.

Muiz El-Fatımî´nin, Dımışk´ı Karmatîlerin Elinden Kurtarması

Fasıl

Hicretin Üçyüzaltmışüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Abbas B. Hüseyin.

Ebu Bekir Abdülazîz B. Cafer.

Ali B. Muhammed.

Şair Ebu Firas B. Hamdan .

Hicretin Üçyüzaltmışdördüncü Senesi

Dımışk Şehrinin Fatımîlerin Elinden Alınması

Hicretin Üçyüzaltmışdördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Türkhacib Sebüktekin.

Hicretin Üçyüzaltmışbeşinci Senesi

Hicretin Üçyüzaltmışbeşînci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Ahmed B. Cafer B Muhammed B. Selem..

Sabit B.Sinan.

Hüseyin B. Muhammed B. Ahmed.

Ebu Ahmed B. Adiy El-Hafız.

Muiz El-Fatımî

Hicretin Üçyüzaltmışaltıncı Senesi

Sebüktekin´in Hakimiyetinin Başlangıcı

Hicretin Üçyüzaltmışaltıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Ebu Yakub Yusuf

Hüseyin B. Ahmed.

İsmail B. Nüceyd.

Hasan B.Büveyh.

Muhammed B. İshak.

Muhammed B. Hasan.

Kadı Münzir El-Belütî

Ebü´l-Hasan Ali B. Ahmed.

Hicretin Üçyüzaltmışyedinci Senesi



Hicretin Üçyüzelliüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

Bekkâr B. Ahmed


Bekkâr b. Ahmed b. Bekkâr b. Beyan b. Bekkâr b. Dürüstveyh b. İsa. Kurra idi. Abdullah b. Ahmed´den hadis rivayet etti, Ebu 1-Hasan el-Hammanî de kendisinden rivayet etti. Güvenilir bir ravidir. Altmış seneden fazla bir süreyle Kur´ân okuttu. Allah ona rahmet etsin. Bu senenin rebiyülevvel ayında yetmiş yaşını aşıp seksen yaşma yaklaş­mış iken vefat etti. Hayzuran mezarlığına Ebu Hanife´nin mezarının yanına defnedildi. [1]



Ebu İshak El-Cehmî


Hicretin 250. senesinde doğdu. Hadis dinleyip rivayet etti. Kendi­sine hadis okuması teklif edildiğinde, 100 yaşını aşmadıkça hadis okumayacağına yemin ederdi. Allah, onun bu yeminini yerine getirdi. 100 yaşını aştıktan sonra hadis okumaya ve rivayet etmeye başladı. 103 yaşında bu senede vefat etti. Allah ona rahmet etsin. [2]



Hicretin Üçyüzellidördüncü Senesi


Bu senenin muharrem ayının 10´unda Şiîler, önceki âdetlerini de­vam ettirerek Hz. Hüseyin´in matemini tuttular. Dükkanlar kapatıl­dı, etrafa mendiller asıldı. Kadınlar saçlarım başlarını açıp sokaklara çıktılar. Ağıtlar yakıp çarşıda pazarda Hz. Hüseyin için yüzlerini to­katladılar. Oysa bu, İslâmiyette hiç de ihtiyaç duyulmayan bir zorla­ma idi. Eğer bu övünülecek bir iş olsaydı, bu ümmetin ilkleri ve ha­yırlıları bunu yaparlardı. Kaldı ki, onlar bunlara nisbetle bu işe daha lâyık idiler.

«Eğer hayırlı bir iş olsaydı bu hususta onlar bizden öne geçemez­lerdi.» (el-Ahkâf, 11.)

Ehl-i Sünnet, İslâm büyüklerine uyar ve asla bid´at çıkarmaz. Sonra Ehl-i Sünnet bu yüzden Rafizilere hücum etti. Rafîzilerin yuva­sı olan Berasa Mescidi´ne baskın yaptı. Ve orada bulunan bazı Rafızi -leri Öldürdüler.

Bu senenin receb ayında Bizans imparatoru büyük bir orduyla Misis´e geldi. Zor kullanarak orayı ile geçirdi. Halkın bir kısmını öl­dürdü. Geride kalanları esir aldı, önüne katarak götürdü. Bunlar 200.000´e yakın kişiydiler. İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn (Doğrusu biz Allah´a aidiz ve O´na dönücüleriz.)

Bundan sonra imparator Tarsus´a geldi. Halk kendisinden eman diledi. Onlara eman verdi. Ancak Tarsus´u terkedip gitmelerini, baş­ka yere taşınmalarını emretti. Tarsus´un Büyük Camii´ni kendi atları için tavla edindi. Minberi yaktı. Caminin kandillerini kendi memle­ketinin kiliselerine taşıttı. Tarsuslularının bir kısmı onun yanına ka­tılıp Hristiyanlığa geçtiler. Allah ona lanet etsin. Tarsuslularla Misis-lilere daha önce büyük bir belâ ve kıtlık ile şiddetli bir veba isabet et­mişti. Öyle ki, onlardan günde 800 kişi ölüyordu. Bu da yetmezmiş gi­bi Bizans imparatorunun hücumu karşısında daha büyük bir musibe­te maruz kaldılar. Yağmurdan kaçarken doluya yakalandılar. Bizans imparatoru, İslâm ülkesine daha yakın olabilmek amacıyla Tarsus´ta ikamete niyetlendi. Sonra bu iş kendisi için zor gelince, Konstantini-ye´ye gitti. Beraberinde ve hizmetinde Ermeni hükümdarı mel´un Do-mestikos da vardı.

Bu senede hacıların kafile başkanlığı, Talibilerin nakibi Ebu Ah-med Hasan b. Musa el- Musevî´ye verildi. O, Razi ile Murtaza´nm ba­basıdır. Nakiblik ve hac emirliğine atandığına dair ferman yazılıp kendisine verildi.

Bu senede Muizzü´d-Devle´nin kız kardeşi vefat etti. Halife de bir gemiye binerek başsağlığı için Muizzü´d-Devle´nin yanına geldi. Muiz-zü´d-Devle onun huzurunda yeri öptü. Gelişinden ötürü ona şükranla­rını sundu. Bu sadakat ve samimiyetinden ötürü ona teşekkürlerini bildirdi.

Bu senenin zilhicce ayının 12´sinde Rafîziler -Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi- âdet üzere Gadir-i Hum bayramını kutladılar.

Bu senede İbnü´l-Ahvazî adındaki bir adamın desteği ile Reşik en-Nesimî Antakya´yı istila etti. Reşik, değirmen kiralayıp çalıştıran bir kimseydi. İbnü´l-Ahvazî, Antakya´yı alması için onu tamahlandır-dı ve bu uğurda ona çok mal verdi. Seyfü´d-Devle´nin Meyyafarikin işiyle uğraşmakta olduğunu, Halep´e dönemeyeceğini söyledi. Sonra ikisi birlikte Antakya´yı aldıktan sonra ordularıyla Halep üzerine yü­rüdüler. Kendileri ile Seyfü´d-Devle´nin Halep vali vekili arasında bü­yük savaşlar cereyan etti. Reşik, şehri ele geçirdi. Vali vekili kaleye sığındı. Sonra Seyfü´d-Devle´nin, Beşşare adındaki kölesi komutasın­da gönderdiği takviye kuvvet, vali vekiline ulaştı. Reşik bozguna uğ­radı. Atından düştü. Bedevilerden biri tez davranarak onu öldürdü. Başını koparıp Halep´e götürdü. Bundan sonra İbnü´l-Ahvazî yalnız başına Antakya´ya döndü. Halep´te emir olarak Rumlardan Dezber adında birini, daha sonra halife kılmak amacıyla da "Üstad" adını verdiği bir Aleviyi bıraktı. Ancak Halep vali vekili Kar´uye bunların amiri pozisyonunundaki İbnü´l-Ahvazî´nin üzerine hücum etti. İkisi şiddetlice savaştılar. İbnü´l-Ahvazî onu mağlup etti ve Antakya´da hakimiyetini kurdu. Seyfü´d-Devle Halep´e döner dönmez orada sade­ce bir gece kaldı. Sonra Antakya üzerine yürüdü. İbnü´l-Ahvazî onun karşısına çıktı. İkisi şiddetle savaştılar. Dezber ile İbnü´l-Ahvazî boz­guna uğradılar. Esir alındılar ve Seyfü´d-Devle ikisini de öldürdü.

Bu senede Karmatîlerden Mervan adında bir adam -ki bu, Sey­fü´d-Devle tarafından atanan ve yolların muhafızlığını yapıp güvenli­ğini sağlayan bir kimseydi- Humus´ta ayaklandı. Orayı ve çevresini ele geçirdi. Halep´ten Emir Bedir komutasında bir ordu onun üzerine hücuma geçti. İki taraf savaştılar. Bedir ona zehirli bir ok atarak okunu isabet ettirdi. Fakat o esnada Mervan´m adamlarıda Bedir´i esir aldılar. Mervan huzurunda onu eli kolu bağlı vaziyette öldürttü. Ama bundan bir kaç gün sonra da Mervan´m kendisi de öldü. Adam­ları dağıldılar.

Bu senede Sicistan halkı, valileri Halef b. Ahmed´e isyan ettiler. Şöyle ki: Vali Halef b. Ahmed, hicretin 353. senesinde hacca gittiğin­de yerine vekil olarak Tahir b. Hüseyin´i bırakmıştı. Ancak Tahir on­dan sonra valiliğe göz dikti ve halkla ittifak kurdu. Asıl vali Halef b. Ahmed, hacdan döndüğünde Tahir b. Hüseyin şehri ona teslim etme­di ve asi oldu. Halef b. Ahmed bunun üzerine Buhara´ya, Emir Man­sur b. Nuh es-Samanî´nin yanma gidip ondan yardım istedi. Emir Munsur, onunla birlikte bir askeri birliği Sicistan´a gönderdi. Bu as­keri birliğin komutam Sicistan şehrini Tahirin elinden kurtarıp vali Halef b. Ahmed´e teslim etti. Halef b. Ahmed, âlimleri seven ve kendi­si de âlim olan bir kimseydi. Ancak Tahir b. Hüseyin, gidip asker top­ladı ve tekrar gelip Halef b. Ahmed´i muhasara altına alarak Sicis-tan´ı onun elinden aldı. Halef b. Ahmed de tekrar Emir Mansur es-Samanî´nin yanına döndü. Emir Mansur, şehri ikinci kez geri alacak bir komutanı ve askeri birliği Sicistan´a gönderdi. Şehri tekrar kurta­rıp Halef b. Ahmed´e teslim ettiler.

Halef b. Ahmed, Sicistan´da hakimiyetini kurduktan sonra Buha­ra emiri Mansur´a gönderilmesi gereken hediyeler ve armağanlarla hü´atleri göndermedi. Emir Mansur da onun üzerine asker şevketti. Halef bir kaleye sığındı. Buna Irak kalesi deniliyordu. Dokuz sene süreyle askerler onu kuşatma altında tuttukları halde onu ele geçire-mediler. Çünkü kale son derece müstahkem, geçit vermez, yüksek ve çevresindeki hendekleri de derin olan bir kaleydi. Halef b. Ahmed´in bundan sonraki durumu, ileriki kısımlarda anlatılacaktır.

Bu senede Türklerden bir grup Hazar ülkesine hücum etti. Ha-zarlılar onlara karşı Harezmlilerden yardım istediler. Harezmliler de* "Eğer Müslüman olursanız size yardım ederiz." dediler. Hükümdarla­rı hariç olmak üzere Hazarhların tümü Müslüman oldular. Harezmli­ler de onlarla birlik olup Türklere karşı savaştılar. Türkleri oradan uzaklaştırdılar. Bundan sonra Hazar hükümdarı da Müslüman oldu. Hamd ve minnet Allah´adır. [3]



Hicretin Üçyüzellidördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler


Meşhur Şair Mütenebbî


Ahmed b. Hüseyin b. Abdüssamed Ebü´t-Tîb el-Cu´fî. Mütenebbî adıyla tanınan meşhur şairdir. Babası îdanüssaka adıyla tanınırdı. Babası Mekkelilere kendi devesi üzerinde su taşırdı. Yaşlı bir adam­dı. İbn Makula ve Hatib´e göre babasının adı İdan´dır. Ama başka bir rivayete göre ise Aydan´dır. Doğrusunu Allah bilir.

Mütenebbî, 306. hicri senede Kûfe´de doğdu. Şam´ın Badiye mıntı­kasında büyüdü. Edebiyat öğrendi. Edebiyatta kendi çağdaşlarının fevkine çıktı. Seyfü´d-Devle b. Hamdan´m yanma gitti. Onu övdü, onun yanında değeri yükseldi. Sonra Mısır´a gitti, İhşid´i övdü. Sonra da onu yerip yanından kaçtı. Bağdat´a geldi. Bazı Bağdatlıları övdü. Sonra Küfeye geldi, İbnü´l-Amid´i övdü. İbnu 1-Amid ona 30.000 dinar armağan verdi. Sonra Mütenebbî Fars ülkesine gitti. Adüdü´d-Devle b. Büveyh´i övdü. Adüdü´d-Devle de ona 200.000 dinara yakın arma­ğan verdi. Başka bir rivayetle anlatıldığına göre Adüdü´d-Devle ona 30.000 dinar kadar armağan vermiş, sonra ona şöyle bir tuzak kur­muştu: "Adüdü´d-Devle b. Büveyh´in mi, yoksa Seyfü´d-Devle b. Ham-dan´ın mı armağanları daha güzeldir " diye kendisine bir soru sorul­du. O da şu cevabı verdi: "Adüdü´d-Devle´nin armağanı daha çoktur, ama o bu armağanı verirken kendini zorlayıp yapmacık hareketler yapıyor. Fakat Seyfu d-Devle´ninki her ne kadar daha az ise de o gö­nül hoşluğuyla veriyor. O, armağan verme tabiatına sahiptir. Fakat bu, yapmacıklık içinde armağan veriyor, bununkisi sunidir."

Bu cevabı Adüdu d-Devle´ye aktarıldığında öfkelendi. Ona bedevi­lerden bir grubu musallat etti. Onlar da kendisi Bağdat´a dönmekte iken yolda karşısına çıktılar.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Mütenebbî, karşısına çıkan bedevilerin lideri îbn Fatik el-Esedî´yi hicvetmişti. O bedeviler yol ke-sicilik yapıyorlardı. Bu nedenle Adüdü´d-Devle onlara, Mütenebbî´nin yolunu kesmelerini, onu öldürmelerini ve beraberindeki mallarını al­malarını tenbihlemişti. Onlar da bu senenin ramazan ayının bitimine Üç gün kala çarşamba günü, başka bir rivayete göre ramazımn biti­mine beş gün kala çarşamba günü, diğer bir rivayete göre şaban ayın­da altmış süvari ile yoluna çıktılar. Kendisi bir armut ağacının altın­da mola verip dinlenmekteydi. Yemek için sofrasını kurmuştu. Ya­nında oğlu Muhsin ile onbeş kölesi de vardı. Baskıncıları görünce on­lara: "Ey Arapların eşrafı, buyurun yemeğe!" dedi. Kendisiyle konuş­madıklarını görünce kötülük yapacaklarım hissetti. Silahına ve atma koştu. Atına binip silahını eline aldı. Bir saat kadar çarpıştılar. Çar­pışma esnasında oğlu Muhsin ve bazı köleleri Öldürüldü. Kendisi kaç­mak isteyince kölelerinden biri ona şöyle çıkıştı:

- Nereye gidiyorsun Oysa bir zamanlar sen şöyle demiştin: "At, gece ve sahra beni tanır. Vurmak, darbe atmak, kağıt ve kalem de be­ni tanır."

- Yazıklar olsun sana. Sen beni öldürdün (ölümüme sebebiyet veriyorsun).

Böyle dedikten sonra geri döndü. Ancak baskıncıların lideri boy­nuna bir mızrak fırlatıp onu öldürdü. Sonra baskıncılar üzerine geldi­ler ve onu canı çıkıncaya kadar mızrakladılar. Sonra da beraberinde­ki mal ve eşyaları alıp götürdüler. Bu hadise, Numaniye´ye yakın bir yerde cereyan etmişti. Mütenebbî o zaman Bağdat´a dönmekteydi. Numaniye´ye defnedildi. Ölümünde kırksekiz yaşındaydı.

İbn Asakir´in anlattığına göre Mütenebbî öldürüldüğü konaktan bir konak önceki mevkide iken, bedevilerden bazıları kendilerine elli dirhem verdiği takdirde kendisini gizleyeceklerini söylemişler; ancak cimriliği, kibri ve yiğitlik iddiasında bulunuşu bu parayı onlara ver­mesine mani olmuştu.

Mütenebbî´nin nesebi Cu´fî idi, onların sulbünden geliyordu. Ama Semave´ye Humus´a yakın bir yerde Beni Kelb kabilesinin yanmday-ken Alevi olduğunu iddia etmiş. Daha sonra kendisine vahiy indirilen bir peygamber olduğu iddiasında bulunmuş, o kabilenin cahillerinden ve aşağı tabakasından bir topluluk ona tabi olmuştu. Kendisine Kur´-ân nazil olduğunu ileri sürmüş ve şu örneği onlara göstermişti:

"Gezen yıldıza, dolaşan feleğe, geceye ve gündüze yemin ederim ki kâfir ziyandadır. Sen kendi yoluna devam et ve senden Önceki Rasûllerin izini takib et. Çünkü Cenâb-ı Allah, kendi dininden çıkan kimselerin kökünü senin vasıtanla kazıyacaktır. Onun yolundan şa-şanları senin aracılığınla yok edecektir."

Bu da onun saçmalıklarının, ziyanının ve kaybının çokluğuna bir örnektir. Eğer bir kafiyeye bağlı kalsaydı münafık onu nifakla; hicivci de onu yalancılık ve bahtsızlıkla överdi ve kendisi de şairlerin en bü­yüğü, fasihlerin en fasihi olurdu. Ama o cahilliği ve kıt aklı ile hare­ket ederek âlemlerin Rabbinin sözüne benzer sözler söylemeye yel­tendi. Oysa cinler, insanlar ve bütün yaratıklar âlemlerin Rabbinin kitabındaki sûrelerden en kısasının benzerini ortaya koymaya çalış­salar bile bunu beceremezler.

Onun Semave´de ortaya çıktığına ve bazı geri zekâlıların onun et­rafında toplandıklarına dair haber etrafa yayılınca, İhşid oğulları ta­rafından atanan Humur valisi Lü´lü´ -Allah onun yüzünü ak etsin-karşısına çıktı ve onunla savaştı, topluluğunu dağıttı. Onu horlanmış ve kovulmuş olarak esir aldı. Uzun bir süre zindanda tuttu. Bu yüz­den Mütenebbî zindanda hastalandı. Neredeyse helak olacaktı. O za­man vali onu huzuruna çağırdı ve tevbe etmesini istedi. İddia ettiği peygamberliğinin asılsızlığını itiraf ettiğine, bütün bunlardan ötürü tevbe edip İslâm dinine döndüğüne dair bir yazı yazdırdı. İmzasını al­dı. Bundan sonra onu serbest bıraktı.

Daha sonraları bu durumlar kendisine hatırlatıldığında, imkânı varsa bunu inkâr ediyor, yoksa Özür dileyip mahçub oluyordu. Kendi­si, yalancılığına ve ortaya attığı iddiaların iftira ve bühtan olduğuna delalet eden "Mütenebbî" (yalancı peygamber) adıyla meşhur olmuş­tu. Bu da onun yalancılığını gösteren en büyük delildi. Hamd ve min­net Allah´adır.

Şairin biri onu hicvederek şöyle demiştir:

"Sabah akşam insanlardan fazilet taleb eden bir şair için daha nasıl bir fazilet olsun ki,

Bir zamanlar Kûfe´de su satarak yaşadı, bir zamanlar da yüz su­yunu satarak yaşadı."

Mütenebbî´nin meşhur bir divanı vardır. Bu divanında parlak ve manalı şiirler vardır ki, daha önce bunların benzerleri görülmemiştir. Bunlar gerçekten orijinal ve şahika eserlerdir. Mütenebbî, zamanımız şairleri arasında tıpkı eski şairler arasındaki İmrü´ül-Kays gibidir. Anlatıldığı gibi o benim nazarımda bu işten, yani şiirden iyi anlayan uzman bir kişidir.

Ebul-Ferec İbnul-Cevzî, "el-Muntazam" adlı eserinde Müteneb-bî´ye ait güzel bulduğu bazı şiirleri nakletmiştir. Kendi mıntıkasının şeyhi Hafız İbn Asakir de onun güzel bulduğu bazı şiirlerini naklet­miştir. Meselâ Îbnü´l-Cevzî, onun şu şiirini çok güzel bulmuştur:

"Hastalığı kin ve düşmanlık olan aziz kişi hastalığına esir düştü. Öyle bir hastalık ki, o yüzden daha önceleri aşıklar da öldüler. Bakmak isteyen bana baksın. Benim görüntüm aşkın kolay oldu­ğunu sananlar için bir uyarıcıdır.

Onun aşkı benim damarlarımda kan gibi dolaştı.

Ve beni hiçbir şeyle ilgilenmez hale getirdi.

Hastalık benim cesedimde hiçbir tüy bırakmadı ki,

O tüyün üzerinde mutlaka hastalığı gösteren bir fiil vardır.

Sanki senden taraf bir gözetici benim kulaklarımı tıkadı.

Ve kınamaların sesi kulaklarıma asla girmez.

Sffhki gecenin uykusuzluğu beni