๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => El-Bidaye Ven Nihaye => Konuyu başlatan: Esila üzerinde 03 Aralık 2010, 11:09:37



Konu Başlığı: Hîcretîn Otuzbeşîncî Senesi Hz. Osman´ın Öldürülmesi
Gönderen: Esila üzerinde 03 Aralık 2010, 11:09:37
Hîcretîn Otuzbeşîncî Senesi Hz. Osman´ın Öldürülmesi

Hicretin Yirmidokuzuncu Senesi

Hicretin Otuzuncu Senesi

Hicretin Otuzuncu Senesinde Vefat Eden Zatlar.

Übeyb.Ka´b.

Cebbar B.Sahr.

Hatîb B. Beltaa.

Tüfeyl B. Harts.

Abdullah B. Ka´b B. Amr El-Mazînî

Abdulahb. Maz´un.

Îyazb.Züheyr.

Mesudb. Rebla.

Mamerb. Eblserh.

Ebu Üseyd.

Hicretin Otuzbîrinci Senesi

Fars Hükümdarı Kîsra Yezdücürd´ün Öldürülmesi

Hicretin Otuzikincî Senesi

Hicretin Otuzikincî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Abbas B. Abdülmuttalîb.

Abdullah B. Mesud.

Abdurrahman B. Avf

Ebu Zerr El-Gîfarî

Hicretin Otuzüçüncü Senesi

Hîcretîn Otuzdördüncü Senesi

Hîcretîn Otuzbeşîncî Senesi Hz. Osman´ın Öldürülmesi

Mısır´daki Asi Grupların İkinci Kez Hz. Osman´a Gelmeleri

Müminlerin Emirî Hz. Osman´ın Kuşatma Altına Alınması

Fasıl

Hicretin Yirmidokuzuncu Senesi


Hz. Osman, bu senede Ebu Musa el-Eş´arf yi -altı sene, başka bir ri­vayete göre ise üç sene görev yaptıktan sonra- Basra valiliğinden alıp yerine Abdullah b. Amir b. Kürz b. Rebia b. Habib b. Abdi Şems´i vali ola­rak atadı. Abdullah b. Amir, Hz. Osman´ın dayısı oğluydu. Yinnibeş ya­şındaki Abdullah b. Amir´in komutasına Ebu Musa ile Osman b. Ebu´l-As´ın ordularını verdi. Abdullah b. Amir, Basra´da altı yıl valilik yaptı.

Bu senede Abdulllah b. Amir, Fars illerini fethetti. Vakidî ile Ebu Ma´şer bu görüştedirler. Seyf b. Ömer´e göre ise Fars illeri, hicretin yir-midokuzuncu senesinden önce fethedilmiştir. Doğrusunu Allah bilir.

Bu senede Hz. Osman, Peygamber camiini genişletti. Batn-ı Nah-le´den getirilen kireçle sıvadı. Nakışlı taşlarla süsledi. Sütunlarını mu­rassa taşlardan yaptırdı. Tavanını sacla kaplattı. Mescidin uzunluğu 160, zira genişliği ise 150 zira oldu. Mescitte altı kapı açtı. Hz. Ömer´in zamanında da mescidin kapılan altı taneydi. Hz. Osman, mescidi geniş­letme ve onarma faaliyetine hicri yirmidokuzuncu senenin rebiyülevvel ayında başladı.

Bu senede Hz. Osman insanlara hacc ettirdi. Kendisi için Mina´da bir çadır kuruldu. Bu, Hz. Osman´ın Mina´da kurduğu ilk çadır oldu. Hz.Osman, bu senede namazı dört rekat olarak kıldı. Birçok sahabe onun bu hareketini protesto etti. Mesela Ali, Abdurrahman b. Avf ve Abdullah b. Mesud gibi zatlar bu hareketine karşı çıktılar. Hatta îbn Mesud şöyle demişti: "Şu dört rekata ne demeli İkisi kabul edilebilir." îbn Cerir´in rivayetine göre Abdurrahman b. Avf la tartışan Hz. Osman, ona şöyle dedi:

- Ben, Mekke´den evliyim (onun için namazı dört rekat olarak kıl­dım).

- İyi ama senin Medine´de ailen vardır. Senin: "Mekke´den evli­yim." demene bakarsak şu anda senin hanımın Medine´dedir. Ve istedi­ğin zaman Medine´den çıkıyor, istediğin zaman ikamet ediyorsun. Mek­ke´ye de istediğin gibi girip çıkıyorsun.

- Benim Taif te malım vardır. Haccımı ifa ettikten sonra gidip Ta-if teki malıma bakmak istiyorum.

- Seninle Taif arasında üç günlük yol vardır.

- Yemenlilerden bir grup ikamet halinde namazın iki rekat kılma-

cağını iddia etmişler. Benim de burada iki rekat namaz kıldığımı görür­lerse bunu kendileri için bir delil sayarlar.

- Rasûlullah (s.a.v.), kendisine vahyin indiği ve Müslümanların az oldukları o günlerde, ayrıca Ebu Bekir´le Ömer zamanında da Mina´da namazın iki rekat olarak.kılındığını biliyorsun. Sen de halifeliğinin ilk zamanlarında burada namazı iki rekat olarak kılıyordun.

Hz. Osman, sustu ve:

- Bu, benim görüşümdür, dedi. [1]



Hicretin Otuzuncu Senesi


Bu senede Said b. As, Taberistan´ı fethetti. Buraya gazaya giden ilk kimse Said b. As´tır. Seyf b. Ömer´in anlattığına göre Taberistan halkı, daha önce Süveyd b. Mukrin´le barış antlaşması yapmış ve İsbehbez-ha´nın verdiği mal karşılığında artık oraya saldırılmamasını istemiş­lerdi. Doğrusunu Allah bilir.

Medainf nin anlattığına göre Said b. As, aralarında Hasan ve Hüse­yin ile dört Abdullah, Hüzeyfe b. Yeman ve çok sayıda sahabenin bulun­duğu bir ordu ile Taberistan üzerine gitmiş, birçok beldelere uğramış, bol miktarda mal elde etme karşılığında bu beldelerin halkı ile barış antlaşması yapmıştı. Nihayet Curcan´a bağlı bir beldeye varmış, ora halkı ile savaşmışlar, hatta korku namazını kılmak mecburiyetinde kalmışlardı. Said b. As, Rasûlullah (s.a.v.)´m korku namazını nasıl kıl­dığını Hüzeyfe´ye sormuş, o da kendisine anlatmış ve anlattığı şekilde Said b. As, korku namazını kıldırmıştı. Sonra kale halkı Said´den aman dilemiş, o da onlardan bir tek kişiyi dahi öldürmemek üzere onlara eman vermişti. Bunun üzerine onlar da kale kapısını açmışlardı. Fakat Said, bir kişi dışında onların tamamını öldürmüş ve kaledeki bütün eş­yayı ele geçirmişti. Beni Nehd kabilesinden birisi, ganimetler arasında üzerinde büyük bir kilidin bulunduğu bir sandık bulmuş ve içinde mü­cevherat olduğunu sanmıştı. Bu durumu haber alan Said, Beni Nehdli adama sandığı getirmesini emretmiş, sandık getirilip kilidi kırılınca içinde ikinci bir sandığın olduğu görülmüştü. O sandık da açıldığında içinde kırmızı bir bez bulunmuştu. Bu bezi açtıklarında içinde sarı bir bezin olduğu görülmüş, sarı bezi açtıklarında da içinde koyu kırmızı renge boyanmış iki testis ve bir gül bulmuşlardı. Şairin biri de, bu iki şeyle Beni Nehdli adamı hicvedip şöyle demişti:

"Âlicenâb kimseler, esir ve ganimetler elde ederek geri dönerler. Beni Nehdli adam ise, bir sandık içinde iki testis ve kırmızı bir gül buldu.

Bunlar çok şeylerdir. Onun için onlar, bunu ganimet saydılar. Sakın ola ki yanümayasın."

Dediler ki: Daha sonra Cürcanlılar, Said b. As´ın kendileriyle yapmış olduğu barış antlaşmasını ihlal ettiler. Antlaşma gereğince ödeme­leri gereken 100.000 veya 200.000 yahut 300.000 dinarı vermek isteme­diler. Bundan sonra ileride de inşaallah anlatacağımız gibi Yezid b. Mü-helleb, bir orduyla üzerlerine gönderildi.

Hicretin otuzuncu senesinde Hz. Osman, Velid b. Ukbe´yi Küfe vali­liğinden alıp yerine Said b. As´ı atadı. Velid´in valilikten azledilmesinin sebebi şuydu: Bir gün sabah namazını cemaata dört rekat olarak kıldır­mış, sonra dönüp: "Daha da artırayım mı " diye sormuş, cemaattan biri de: "Bu günden sonra artık seni ziyaret etmeyeceğiz." demişti- Bundan sonra kendisiyle aralarında anlaşmazlık ve düşmanlık bulunan bir top­luluk, Hz. Osman´a gidip Velid´i şikayet etmişlerdi. Şikayetçilerden biri gidip Velid´i içki içerken gördüğünü, bir başkası da onun içki kustuğunu gördüğünü söylemişti. Hz.Osman da Velid´in getirilmesini ve içki içme haddine çarptırılmasını emretmişti. Anlatıldığına göre Hz. Ali, getiri­len Velid´in elbiselerini üzerinden çıkarmış, Said b. As da onu Hz.Os­man´ın huzurunda kırbaçlamış ti. Hz.Osman, onu valilikten azletmiş, yerine Küfe valiliğine Said b. As´ı atamıştı.

Hicretin otuzuncu senesinde Hz. Osman´ın parmağında bulunan peygamber yüzüğü Eriş kuyusuna düştü. Bu kuyu, Medine´ye iki millik mesafede bir yerdeydi. Kuyular arasında suyu en az olandı. Çok masraf yapılmasına ve çokça aranmasına rağmen şu zamana kadar dahi o yü­zük bulunamamıştır. Bundan sonra Hz. Osman, parmağına gümüşten bir yüzük taktı. Üzerine de Muhammedün Rasûlullah (s.a.v.) ibaresini yazdırdı. Hz. Osman öldürüldüğünde bu ikinci yüzük kayboldu. Kimin aldığı bilinemedi.

İbn Cerir, Peygamber (s.a.v.)´in Önceleri altın, sonra gümüş bir yü­zük taktığını, Hz. Ömer´i Kisra´ya, Dıhye´yi de Kayser´e gönderdiğini anlatan uzun bir hadis nakletmiş tir. Hz.Osman´ın kuyuya düşürdüğü yüzük, önceleri Peygamber (s.a.v.)´in parmağında idi. Onun vefatından sonra halife Ebu Bekir´in parmağında idi. Onun da vefatından sonra halife Ömer´in parmağında idi. Onunda vefatından sonra halife Os­man´ın parmağında altı yıl müddetle kaldı. Sonra Eriş kuyusuna düştü. Hicretin otuzuncu senesinde Şam´da Muaviye ile Ebu Zerr arasında an­laşmazlık baş gösterdi. Ebu Zerr, Muaviye´nin bazı uygulamalarına karşı çıktı. Mal biriktiren zenginleri protesto ediyordu. însana yetecek miktardan fazla malın stok edilmesini uygun görmüyordu. Fazla malın stok olarak verilmesi gerektiğini söyleyip şu ayeti bu doğrultuda tevil ediyordu.

"Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarfetmeyenlere can ya­kıcı bir azabı müjdele." (et-Tevbe, 34.)

Muaviye, onu bu görüşlerini yaymaktan men ediyor ama o Muavi­ye´nin ikazlarına aldırış etmiyordu. Bunun üzerine Muaviye, Hz. Osman´a mektup yazarak onu Medine´ye celbetmesini taleb etti. Ebu Zerr, Medine´ye gidince Hz. Osman, bazı hareketlerinden ötürü onu kınadı. Ebu Zerr, Şam´a dönmek istediğini söyleyince Hz. Osman buna izin ver­medi. Medine´nin doğusunda Rabaza´da ikamet etmesini emretti. Bir rivayete göre Rabaza´da ikamet etmeyi bizzat Ebu Zerr´in kendisi Hz. Osman´dan taleb etmiş ve şöyle demiştir: «Rasûlullah (s.a.v.) bana şöyle demiştir: u Binalar Sel mıntıkasına ulaştığında sen oradan çık." îşte şimdi binalar da Sel mıntıkasına ulaşmıştır.» Böyle demesi üzerine Hz. Osman, Rabaza´da ikamet etmesi için Ebu Zerr´e izin verdi ve hicretin­den sonra bedevi hale dönmemesi için ara sıra Medine´ye gelmesini söy­ledi. O da böyle yaptı. Vefat edinceye kadar Rabaza´da kaldı. Hicretin otuzuncu senesinde Hz. Osman, Zevra mıntıkasında cuma günleri üçüncü ezanın okunmasını emretti. [2]



Hicretin Otuzuncu Senesinde Vefat Eden Zatlar


Şeyhimiz Ebu Abdillah ez-Zehebfye göre bu senede vefat eden şah­siyetler şunlardır: [3]



Übeyb.Ka´b


Vakidî de bu zatın hicri otuzuncu senede vefat ettiğine dair gelen ri­vayetin sahih olduğunu söylemiştir. [4]



Cebbar B.Sahr


Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Cebbar b. Sahr b. Ümeyye b. Hansa Ebu Abdirrahman el-Ensârî. Akabe bey´atma ve Bedir gazvesine katıl­mıştır. Rasûlullah (s.a.v.) onu, Hayberlilerin elde ettikleri ürünün mik­tarını tahmin edip belirlemek ve yarısını almak üzere Hayber´e görevli olarak göndermiştir. Altmış yaşında vefat etmiştir. [5]



Hatîb B. Beltaa


Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Hatib b. Beltaa b. Amr b. Umeyr el-Lahmî. Beni Esed b. Abdi´l-Uzza´mn müttefikidir. Bedir gazvesine ve müteakip gazvelere katılmıştır. Rasûlullah (s.a.v.)´m Mekke fethine karar verdiğini müşriklere bir mektupla bildiren kişi budur. Ancak Rasûlullah (s.a.v.), onun ileri sürdüğü mazereti kabul etmiş, sonra bir mektupla İskenderiye Meliki Mukavkis´e elçi olarak göndermiştir. [6]



Tüfeyl B. Harts


Bu zatın soy kütüğü de şöyledir: Tüfeyl b. Haris b. Müttalib. Ubeyde ile Husayn´ın kardeşidir. Bedir gazvesine katılmıştır. Said b. Umeyr, bu zatın da hicri otuzuncu senede vefat ettiğini söylemiştir. [7]



Abdullah B. Ka´b B. Amr El-Mazînî


Künyesi Ebu´l-Haris´tir. Ebu´l Yahya el-Ensârî olduğu da söylenir. Bedir gazvesine katıldı. O zaman ganimetlerin beşte birinin muhafaza­sından sorumluydu. [8]



Abdulahb. Maz´un


Osman b. Maz´un´un kardeşidir. Habeşistan´a hicret etmiş ve Bedir gazvesine katılmıştır.[9]



Îyazb.Züheyr


Bu zatın soy kütüğü de şöyledir: îyaz b. Züheyr b. Ebu Şeddad b. Re-bia b. Hilal Ebu Said el-Kureşî el-Fihrî. Bedir gazvesi ve müteakip gaz­velere katılmıştır. [10]



Mesudb. Rebla


Mesud b. Rebi olduğu da söylenir. Künyesi Ebu Amr el-Karf dir. Be­dir gazvesine ve müteakip gazvelere katılmıştır. Altmış küsur yaşında vefat etmiştir. [11]



Mamerb. Eblserh


Bu zatın soy kütüğü de şöyledir: Mamer b. Ebi Şerh b. Rebie b.Hilal el-Kureşi Ebu Sa´d el-Fihrî. Asıl adının Amr olduğu da söylenir. Bedir gazvesine katılmıştır. Sahabelerin ilklerindendir. [12]



Ebu Üseyd


Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Ebu Üseyd Malik b. Rebia. Fellas´m ifadesine göre bu zat, hicretin otuzuncu senesinde vefat etmiştir. Sahih kavle göre ise hicretin kırkıncı senesinde vefat etmiştir. Altmışıncı hicri senede vefat ettiğine dair zayıf bir rivayet de vardır. Doğrusunu Allah bilir. [13]



Hicretin Otuzbîrinci Senesi


VakidTye göre bu senede Sevari ve Esavide deniz savaşları yapıldı. Ebu Ma´şer ise Sevari gazvesinin hicri otuzdördüncü senede yapıldığını söylemiştir.

Vakidî ile Seyf b. Ömer ve diğerlerinin, anlattıklarına göre Sevari savaşının sebebi kısaca şöyleydi: Hz. Osman´ın halifeliğinin ilk iki sene­sinde Muaviye, Şam´ı ve çevresini derleyip toparladı. Allah ondan razı olsun. Orayı güzelce koruyup muhafaza etti. Bununla beraber her sene o, yaz mevsiminde Bizans beldelerine gaza yapıyordu. Bu sebeple onun bu gazvesine yaz gazvesi denildi. Bu gazvesinde birçok adamlar öldürüp birçoklarını esir aldı. Kaleler fethetti. Malları ganimet olarak ele geçir­di. Düşmanları korkuttu. Abdullah b. Sa´d b. Ebi Şerh, Afrika ve Endü­lüs´te Frank ve Berberileri vurunca Bizanslılar, Herakliyus´un oğlu Kostantin´in çevresinde toplandılar. Daha önce islâm tarihinde benzeri görülmemiş büyük bir ordu teşkil edip Müslümanların üzerine yürüdü­ler. İki ordu karşı karşıya gelince Bizanslılar, geceyi çan çalıp haç çıkar­makla geçirdiler. Müslümanlarsa namaz kılıp Kur´ân okumakla geçir­diler. Sabah olunca Abdullah b. Sa´d, arkadaşlarını gemilerde saf dü­zenlerine soktu. Allah´ı anıp Kur´ân okumalarını tavsiye etti. Bu savaş­ta hazır bulunan Müslümanlardan biri şöyle demiştir:

"Daha önce benzeri görülmemiş çok sayıda gemilerle üzerimize gel-"diler. Yelken direklerini diktiler. Rüzgar onların lehine, bizim aleyhi­mize esiyordu. Gemilerimizi demirledik, sonra rüzgar dindi. Onlara şöyle dedik:

- İsterseniz biz de siz de karaya çıkalım. Hangimiz Önce çıkarsa o ölür.

Onlar bizim bu teklifimiz üzerine hep birlikte:

- Hayır, suda savaşalım, suda savaşalım, dediler.

Onlara yaklaştık. Gemilerimizi onların gemilerine bağladık, sonra kılıçlarla üzerlerine saldırdık. Ellerinde kılıçları ve hançerleri olan adamlar birbirlerinin üzerlerine atılıyorlardı. Dalgalar gemileri kıyıya itti. Dalgalar adamların cesetlerini kıyıya atıyordu. Cesetlerden büyük bir dağ meydana geldi. Su kan rengine büründü. Müslümanlar, o gün daha önce benzeri asla görülmemiş bir sabır ve dayanıldık gösterdiler. Müslümanlardan çok sayıda adam öldü. Bizanslılardansa daha fazlası öldü. Sonra Cenâb-ı Allah, zaferini Müslümanlara ihsan etti. Kostanin ve askerleri kaçtılar. Gerçekten sayılan azalmıştı. Kostanin de ağır ve içe tesir etmiş yaralar vardı. Bir süre tedavi gördü. Abdullah b. Sa´d, Za-tü´s-Sevari´de günlerce kaldı. Sonra güçlenmiş, teyid edilmiş ve muzaf­fer olarak geri döndü."

Vakidî, Zührf nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Bu gazvede Mu-hammed b. Ebu Hüzeyfe ve Muhammed b. Ebu Bekir de vardı. Bunlar, Hz. Osman´ın kusurunu ve Ebu Bekir´le Ömer´e muhalefet edip onların uygulamalarına ters düşen uygulamalar yaptığının açığa çıktığını, ka­nının mubah olduğunu, zira irtidat edip Kur´ân´ı inkar eden ve kanı, Rasûlullah tarafından mubah kılman Abdullah b. Sa´d´ı bu savaşta ko­mutan olarak görevlendirdiğini söylediler. Rasûlullah (s.a.v.) tarafın­dan sürgün edilen bazı kimseleri vali olarak tayin ettiğini, Rasûl-ullah´m ashabını valiliklerden azlettiğini, Said b. As ile Abdullah b. Amir´i vali olarak görevlendirdiğini söyleyip Hz. Osman´ı eleştirdiler. Onların bu eleştirilerini duyan Abdullah b. Sa´d, kendilerine:" Benimle beraber gemiye binmeyin." dedi. îkisi, Müslümanlardan hiçbirinin için­de bulunmadığı bir gemiye bindiler. Düşmanla karşılaşıldığında bun­lar düşmana karşı en az savaşan kişiler oldular. Bu davranışlarının se­bebi kendilerine sorulduğunda şöyle dediler: "Başımızda emirlik yap­ması uygun olmayan bir adamla birlikte nasıl savaşırız " Abdullah b. Sa´d, kendilerini böyle davranmaktan şiddetle sakındırıp şöyle dedi: "Allah´a yemin ederim ki, mü´minlerin emiri Hz.Osman´m iradesine uy­gun olmadığını bilmeseydim, mutlaka sizi cezalandırır ve sizi hapseder­dim."

Vakidî dedi ki: Hicretin otuzuncu senesinde Habib b. Mesleme tara­fından Ermeniye fethedildi. Yine bu senede Fars hükümdarı Kisra öldü­rüldü. [14]



Fars Hükümdarı Kîsra Yezdücürd´ün Öldürülmesi


tbn îshak dedi ki: Yezdücürd, az bir toplulukla birlikte Kirman´dan kaçıp Merv şehrine gitti. Mervlilerden mal istedi. Ona vermediler. Ve kendilerine zarar vermesinden korktular. Ona karşı kendilerine yar­dım etmeleri için Türklere haber gönderip imdat dilediler. Türkler gelip Yezdücürd´ün arkadaşlarını öldürdüler. Kendisi de kaçıp deniz kıyısın­da değirmen taşı yapan bir adamın evine sığındı. Vakit geceydi. Uyu­duktan sonra değirmen taşı imalatçısı olan adam onu Öldürdü.

Medainî dedi ki: Arkadaşlarının öldürülmesinden sonra Yezdü­cürd, başında tacı, belinde kemeri, elinde kılıcı olduğu halde yaya yürü­yüp gitti. Değirmen taşı yontan adamın evine vardı. Eve girip oturdu. Ev sahibi bir fırsatım bulup onu öldürdü. Üzerindeki eşyayı aldı. Türkler, Yezdücürd´ü aramaya çıkmışlardı. Gelip cesedini değirmen taşı ya­pan adamın evinde buldular. Ne var ki ev sahibi onu öldürmüş ve üze­rindeki eşyalarını almıştı. Türkler de ev sahibini ve aile efradını öldü­rüp Kisra´mn oradaki eşyasını aldılar. Kisrayı da bir tabuta koyup Is-tahr şehrine götürdüler.

Yezdücürd, öldürülmeden önce Mervli bir kadınla cinsel ilişkide bu­lunmuş, kadın hamile kalmış ve Yezdücürd´ün ölümünden sonra eksik hilkath (organları eksik) bir çocuk doğurmuş ve o çocuğu eksik yaraühş-h anlamına gelen *Mahdic´ adıyla adlandırmıştı. Onun, Horasan´da ev-lad ve zürriyeti vardır. Kuteybe b. Müslim, Horasan ve çevresinde sava­şırken Yezdücürd´ün soyundan iki cariyeyi esir almıştır. Bunlardan bi­rini Haccac´a göndermiş, Haccac da bu cariyeyi Velid b. Abdülmelik´e göndermişti. Cariye de Velid´e nakıs lakabıyla lakablanan Yezid´i do­ğurmuştu.

Üstadlarmdan naklettiği bir rivayette Medainî şöyle demiştir: Yez­dücürd, arkadaşları hezimete uğradıktan sonra atını boğazladı. Kendi­si yaya olarak yola çıkarak nehir kıyısındaki bir değirmene vardı. Ora­ya Mer´ab deniyordu. Orada iki gece kaldı. Düşman onu aramaktaydı. Ama nerede olduğunu bilmiyorlardı. Sonra değirmen sahibi geldi. Üze­rinde elbisesi ve ziynetleri olduğu halde Kisrayı gördü. Ona sordu:

- Sen kimsin Ins misin, cin misin

- İnsim, cin değilim. Yanında yiyecek birşey varmı

- Evet.

Böyle dedikten sonra değirmenci ona yemek getirdi. Kisra, ona şöy­le dedi:

- Ben, gür sesli bir adamım. Çalıp şarkı söylemem için bana bir alet getir. Değirmenci de şehrin komutanlarından birine gitti. Ondan bir çalgı aleti istedi. Komutan, bu aleti ne yapacağını sorunca değirmenci:

- Yanımda daha önce benzerini görmediğim bir adam var. O, ben­den bu aleti istedi, dedi.

Komutan da değirmenciyi alıp Merv şehrinin valisi Babah oğlu Ma-heveyh´e gönderdi. Durumu ona anlattı. Vali Maheveyh değirmendeki adamın Yezdücürd olduğunu söyledi ve kendisine başım getirmesini emretti. Değirmenciyle birlikte komutan, değirmene gittiler. Değirme­ne yaklaştıklarında komutan ve beraberindekilerle değirmenci, Yezdü­cürd´ü öldürmekten kortular. Birbirlerini iteleyip öne sürdüler. Komu­tan ve adamları değirmenciye: "Sen içeri gir ve Yezdücürd´ü öldür." de­diler. Değirmenci içeri girdiğinde Yezdücürd´ün uyumakta olduğunu gördü, bir taş alıp kafasına vurdu ve kafasını parçaladı. Sonra da kafası­nı koparıp komutana ve askerlerine teslim etti. Cesedini de nehire attı. Halk çıkıp değirmenciyi öldürdü. Bir papaz da gelip Yezdücürd´ün ne­hirdeki cesedini alarak bir tabuta ya da sandığa koyup Istahr şehrine gönderdi.

Başka bir rivayete göre Yezdücürd, o değirmencinin evinde yemek yemeksizin üç gün kalmış. Nihayet değirmenci ona acıyıp:

- Yazıklar olsun sana ey miskin adam! Sen yemek yemeyecek mi­sin demiş ve ona yemek getirmişti. Yezdücürd de:

- Ben, şarkı söylenmeden yemek yiyemem, demiş.

Değirmenci de: .

- Ye, ben sana şarkı söyliyeyim, diye karşılık vermişti.

Yezdücürd, değirmenciden bir çalgı aleti getirmesini istemiş, değir­menci de komutanlardan birinden bu aleti istemek üzere dışarı çıkmış­tı. Komutan ve beraberindeki askerler, değirmencinin üzerinden mis kokusu saçıldığını görünce değirmencinin bu kokuyu sürünemeyeceği­ni bildiklerinden hayrete düşüp, sebebini sormuşlar, o da durumu ken­dilerine anlatıp :"Yanımda şu ve şu evsafta bir adam var, demişti. Ko­mutan ve yanındaki adamlar, değirmendeki kişinin Yezdücürd olduğu­nu anlamışlardı.

Kalkıp değirmenciyle birlikte değirmene vardılar. Önce değirmen­ci içeri girdi. Yezdücürd´ü yakalamak istedi. Yezdücürd durumu farket-ti. Ona şöyle dedi:

- Yazıklar olsun sana! Yüzüğüm, kemerim ile bileğizim senin ol­sun. Bırak da şuradan gideyim .

- Hayır, bana dört dirhem ver kî, seni salıvereyim. Yezdücürd´ün yanında dört dirhem bulunmadığı için yüzüğüne, kemerine ve bileziği­ne ek olarak küpelerinden birini de vereceğini söyledi. Ne var ki, değir­menci dört dirhemi almadan onu bırakmayacağını ısrarla söyledi. Yez­dücürd, durumun vehametini kavradı. Çünkü askerler onu kuşatmış­lardı. Kuşattıklarında onu öldürmeye kastettiler. Yezdücürd, onlara şöyle dedi:

- Yazıklar olsun size! Beni öldürmeyin. Çünkü biz, kitaplarımızda okuduğumuza göre hükümdarları öldürmeye cüret edenleri Cenâb-ı Al­lah, dünyada ateşle yakıp azaplandıracaktır. Buna ek olarak ahirette de azaplandıracaktır. Beni öldürmeyin. Beni hükümdarınıza ya da Araplara götürün. Çünkü onlar hükümdarları öldürmekten çekinirler. Yezdücürd´ün bu teklifini kabul etmediler. Üzerindeki zinetleri yağma­ladılar. Onu bir çuvala koyup kirişle boğdular ve nehire attılar. İçinde bulunduğu çuval kıyıdaki bir ağaca takılmıştı. Bir papaz gelip Yezdü­cürd´ün nehirdeki cesedini almıştı. Adı Üya idi. Yezdücürd´ün atalarını-nı kendi beldelerindeki Hristiyanlara yapmış oldukları iyiliklerden ötürü ona şefkat gösterdi. Onu bir tabuta ya da sandığa koyup defnetti. Üzerindeki zinetleri de mü´minlerin emiri Osman b.Affan´a gönderdi. Küpelerinden birini kaybetmiş, o beldenin valisine haber göndererek ödettirmişti. Yezdücürd´ün hükümdarlığı yirmi sene sürmüştü. Bu yir-

mi senenin dördü huzur ve sükûnet içinde geçmişti. Geri kalan süre zar­fında şehirden şehire koşmuş Müslümanlardan ve îslâmi-yetten kor­kup kaçmıştı. O, dünyadaki Fars hükümdarlarının sonuncusuydu. Zira Rasûlullah (s.a.v.), bir hadisinde şöyle buyurmuştu:

"Kayser öldükten sonra başka bir Kayser gelmeyecektir. Kisra öl­dükten sonra başka bir Kisra gelmeyecektir. Nefsim kudret elinde bulu­nan zata yemin ederim ki, siz bu ikisinin hazinelerini Allah yolunda sarf edeceksiniz." Bu hadisi, Buharı rivayet etmiştir. Sahih hadiste sabit ol­duğu gibi Peygamber (s.a.v.)´in mektubu kendisine geldiğinde Kisra Yezdücürd, onu parçalamıştı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), onun da paramparça olması için beddua etmiş ve bu bedduası tamamen ger­çekleşmişti.

Hicretin otuzbirinci senesinde Ibn Amir, birçok fetihler yaptı. Daha Önce sulh yapan beldelerin halkları, sulh maddelerini ihlal etiklerinden Ibn Amir oraları yeniden fethetmişti. Barış yoluyla ele geçirdiği şehir­lerden biri de Merv şehriydi. Yıllık 2.200.000 dirhem haraç almak şar­tıyla bura halkıyla sulh antlaşması yapmıştı. Başka bir rivayete göre ise 6.200.000 dirhem alma şartıyla bura halkıyla barış antlaşması yapmış­tır. Yine bu senede Hz. Osman, insanlara haccettirmiştir. Allah, ondan razı olsun. [15]



Hicretin Otuzikincî Senesi


Bu sene Muaviye, Bizans ülkesine gidip gaza yaptı. İstanbul boğazı­na kadar vardı. Yanında zevcesi Atike de vardı. Başka bir rivayette an­latıldığına göre beraberindeki zevcesi Fatıma binti Karta b. Abdi Amr b. Nevfel b. Abdumenaf imiş. Ebu Ma´şer ile Vakidî böyle demişlerdir.

Said b. As, Selman b. Rebia´yı bir orduya komutan olarak atadı ve Bab´a gidip savaşmasını emretti. Oraların valisi olan Abdurrahman b. Rebia´ya da mektub yazarak Selman b. Rebia´ya yardıma olmasını em­retti. Selman, Belencer´e varıp orayı kuşattı. Şehire karşı büyük küçük mancınıklar kurup şehri taşladı. Belencerliler, Selman b. Rebia ordusu­na karşı çıktılar. Türkler de onlara yardımcı oldular. İki taraf arasında şiddetli bir çarpışma cereyan etti. Türkler, Müslümanların ölümsüz ol­duklarını sanıyorlardı. Ancak bu savaştan sonra Müslümanlara karşı cüretkar oldular. Bu savaşta iki taraf karşı karşıya gelince Belencerli-lerle birleşen Türkler, Müslümanlarla savaştılar. O gün Abdurrahman b. Rebia öldürüldü. Kendisine Zünnun adı takılmıştı. Müslümanlar, he­zimete uğrayıp iki gruba ayrıldılar. Bir grup Hazar tarafına gitti. Diğer grupsa Cilan ve Cürcan tarafina gitti. Bu grupta Ebu Hüreyre ile Sel-man-ı Farisî de vardı. Türkler, bu savaşta öldürülen Abdurrahman b. Rebia´nın cesedini alıp kendi beldelerinden birine defnettiler. Bu zat, Müslümanların önde gelen şahsiyetlerinden olup bahadır bir kimse idi. Türkler, onun mezarına gidip onun yüzü suyu hürmetine Allah´tan yağ­mur dilerlerdi. Abdurrahman b. Rebia şehid düşünce Said b. As, bu gru­bun başına Selman b. Rebia´yı komutan olarak atadı. Hz. Osman, kendi­lerine takviye olarak Habib b. Mesleme´yi Şamlı bir gurubla birlikte gönderdi. Habib ile Selman, komutanlık hususunda ihtilafa düştüler. Bu ihtilaf, Kûfelilerle Şamlılar arasında vuku bulan ilk ihtilaf oldu. Hatta bu esnada Kûfelilerden Evs adında bir adam şöyle demişti:

"Eğer Selman´ı vurursanız biz de Habib´inizi vururuz. Eğer Osman b. Afîan´a giderseniz biz de gideriz. Adaletli davranırsanız doğrusu bu sınır vilayeti, emirimizin vilayetidir. Emir de askeri birliklerle gelmek­tedir. Biz sınır koruyucuları ve himayecileri olduk. Geceleri her sınırda ok atar ve düşmanı mağlup ederiz."

Hicretin otuzikinci senesinde İbn Amir, Merviruz, Talkan Feryab, Cüzcan ve Taharistan´ı fethetti. Merviruz şehrini fethetmek üzere Ahnef b. Kays´ı gönderdi. Ahnef, bu şehri kuşattı. Halk ona karşı çıktı. Sa­vaştılar. Nihayet Ahnef, onları kırıp geçirdi ve kalelerine sığınmak mec­buriyetinde bıraktı. Sonra bol miktarda mal vermeleri ve arazileri için de haraç ödemeleri şartıyla onlarla barış antlaşması yaptı. Bu antlaş­manın şartlarından biri de Kisra´mn Merv valisi Merzüban´m oğlu için ikta olarak verdiği arazi yine Merv valisine bırakılacaktı. Kisra, insan­ların yolunu kesen ve onları yiyen büyük bir ejderhayı öldüren Merv va­lisi Merzüban´m babasına o araziyi ikta olarak vermişti. Ahnef, bu şart­lar çerçevesinde Mervlilerle barış antlaşması yaptı. Onlara bu antlaş­mayı içeren bir mektup yazdı.

Ahnef de bundan sonra Akra b. Habis´i Cüzcan´a gönderdi. Akra, orayı iki taraf arasında cereyan eden bir savaştan sonra fethetti. Bu sa­vaşta Müslüman bahadırlardan bazıları öldürülmüştü. Sonra Müslü­manlar muzaffer oldular. Ebu Kesir en-Nehşelî, bu savaşla ilgili olarak söylediği uzun bir kasidenin bir kısmında şöyle demişti:

"Yağmur yüklü bulutlar ortaya çıktıklarında, semada belirdikle­rinde,

Cüzcan´da vurulup ölen gençlerin yattıkları yeri suladı. Köydeki iki köşke kadar her tarafi ıslattı. Orada onları iki Akra mahvetti."

Sonra Ahnef b. Kays, Merviruz´dan kalkıp Belh şehrine gitti. Orayı kuşattı. Halkın 400.000 dirhem vermeleri şartıyla barış antlaşması yaptı. Oraya vekili olarak amcasının oğlu Üseyd b. Müşemmes´i bu malı teslim alması için bıraktı. Sonra cihad için yoluna devam etti. Fakat kış onu zorladı. Arkadaşlarına sordu:

- Ne istiyorsunuz, ne yapalım

- Bizim istediğimizi Amr b. Madikerib dile getirmiştir.

O, bir şiirinde şöyle demiştir:

"Bir şeyin üstesinden gelemezsen, onu bırak da yapabileceğin birşe-yi yapmaya başla."

Ahnef b. Kays, Belh şehrine hareket emrini verdi. Oraya gidildi. Kış mevsimi orada geçirildi. Sonra Ahnef, Amir´in yanına döndü. îbn Amir´e şöyle denildi: "Senin fethettiğin kadar çok yeri başka bir kimsenin fet­hetmesi görülmemiştir. Farisî, Kirmandı Sicistan´ı Amir-i Horasan´ı fet­hettin. "O da şöyle cevap verdi: "Bu böyle olacaktı zaten. Ben bu fetihleri bana nasip etmesine karşı Allah´a bir şükür olarak buradan ihrama gi­rip paçaları sıvayarak umreye gideceğim." Nisabur´da ihrama girip um­reye gitti. Mekke´ye vardığında Hz. Osman, Horasan´da ihrama gidip umre niyetiyle Mekke´ye gelişinden ötürü onu kınadı.

Hicretin otuzikinci senesinde Karin, 40.000 kişilik ordusuyla geldi. Abdullah b. Hazm, 4000 kişiyle onu karşıladı. Karin, onu 600 kişi ile ön­cü kuvvetleri başına geçirdi. Ve askerlerin tamamına mızraklarının ba­şında ateş yakmalarını emretti. Gece yarısı düşmanın bulunduğu yere atıldılar. Başlangıçta öncü birlikler düşmana saldırarak onları oyaladı, Abdullah b, Hazm da beraberindeki Müslümanlarla birlikte saldırıya geçti. Müşrikler dönüp kaçmaya başladılar. Müslümanlar da onları ko­valadılar. Dilediklerini öldürüyor, dilediklerini de esir alıyorlardı. Çok miktarda ganimet ele geçirdiler. Bundan sonra Abdullah b. Hazm, tbn Amir´e fetih müjdesini gönderdi. îbn Amir, onlardan memnun ve hoş-nud oldu. Daha önce Horasan´da komutanlık görevinden onu azletmiş olduğu halde bu defa onu eski görevinde bıraktı. Abdullah b. Hazm da bu görevini sürdürdü. [16]



Hicretin Otuzikincî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

Abbas B. Abdülmuttalîb


Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Abbas b. Abdülmuttalib b. Haşim b. Abdumenaf el-Kureşî el-Haşimî Ebu´1-Fadl el-Mekki. Rasûlullah (s.a.v.)´ın amcasıdır. Abbasi halifelerinin atasıdır. Rasûlullah (s.a.v.)´tan iki veya üç yaş büyüktür. Bedir savaşında esir alındı. Fidye vererek kendisini kurtardı. Kardeşinin oğulları Akil b. Ebu Talib´le Nevfel b. Haris´in de fidyelerini ödeyip onları esaretten kurtardı.

Önceki sayfalarda da anlattığınız gibi Hz. Abbas esir alınıp bağlan­dığı zaman Müslümanların tamamı uyudukları halde Rasûlullah (s.a.v.)´ın uykusu kaçmış, uyuyamamıştı. Ona sorulmuştu:

- Ya Rasûlallah neyin var

O da şöyle cevap vermişti:

- Abbas´m bağlar içinde bağlandığım ve inlediğini işitiyorum. Bu yüzden uyuyamıyorum.

Bunun üzerine Müslümanlardan biri kalkıp Abbas´m bağını çöz­müş, iniltisi dinmiş ve Rasûlullah (s.a.v.) da uyumuştu. Abbas, Mekke fethi esnasında Müslüman olmuştu. Rasûlullah (s.a.v.), onu Cühfe´de karşılamış, o da Rasûlullah ile birlikte dönmüştü. Hz. Abbas Mekke fet­hinde hazır bulunmuştu. Anlatıldığına göre o bundan daha Önce Müslü­man olmuş, ancak Rasûlullah (s.a.v.)´ın kendisine izin vermesi üzerine Mekke´de ikamete devam etmişti. Nitekim bu hususta bir hadis de varid olmuştur. Doğrusunu Allah büir.

Rasûlullah (s.a.v.), ona saygı gösterir ve evladın babasına gösterdi­ği hürmeti gösterirdi. "Bu, benim atalarımın bakiyesidir." derdi. Hz. Abbas, insanlar arasında Kureyşlilere en fazla şefkat gösteren ve akraba­lık bağlarını gözeten kimse idi. Görüş sahibi ve tam akıllı bir kimse idi. Uzun boylu ve beyaz tenli olup yüzüne perde örterdi. Kızlardan başka on oğlu vardı. Oğulları şunlardır: Temmam (bu en küçük oğluydu) Ha­ris, Abdullah, Ubeydullah, Abdurrahman, Avn, Fadl, Kuşem, Kesir ve Mabed. Ayrıca kölelerinden yetmişini azad etmişti.

imam Ahmed b. Hanbel, Sa´d b. Ebi Vakkas´ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Abbas için şöyle dedi: "Şu Abbas b. Abdül­muttalib, Kureyşlilerin en eli açık olanı ve akrabalık bağlarına en fazla rivayet edenidir."

Buharı ve Müslim´in sahihlerinde sabit olduğuna göre Rasûlullah (s.a.y.), Hz. Ömer´i zekat toplamak için gönderdiğinde insanlar; "Rasûlullah (s.a.v.), Îbn Cemil ile Halid b. Velid ve amcası Abbas´ı bu gö­revden affedip göndermedi." dediler. Rasûlullah ta Hz. Ömer´e şöyle de­mişti: Mîbn Cemil, öc almaz, ancak Halid´e gelince siz ona haksızlık edi­yorsunuz. O zırhını ve teçhizatını Allah yoluna vakfetti. Abbas da benim nazarımda onun gibidir. Ey Ömer, sen duymadın mı ki, kişinin amcası babasının bir parçasıdır."

Sahih-i Buharf de Enes´ten rivayet olunduğuna göre Hz. Ömer, yağ­mur duasına çıktığında Hz. Abbas´ı da beraber götürür, onun yüzü suyu hürmetine Allah´tan yağmur diler ve şöyle dermiş: "Allah-ım, biz kıtlığa maruz kaldığımızda peygamberimizin yüzü suyu hürmetine senden yağmur dilerdik. Sen de bize yağmur verirdin. Şimdi de peygamberimi­zin amcasının yüzü suyu hürmetine senden yağmur diliyoruz." Hz. Ömer´in bu duası üzerine Cenâb-ı Allah, Müslümanlara yağmur yağdır­mıştı. Anlatıldığına göre Hz. Ömer´le Hz. Osman, Hz. Abbas´a süvari olarak uğradıklarında ona ikramda bulunmak için bineklerinden iner-lermiş.

Vakidî ile başkalarının anlattığına göre Hz. Abbas, hicretin otuzi­kinci senesinin receb ayının onikinci gecesinden sonraki cuma gününde vefat etmiştir. Başka bir rivayete göre ise hicretin otuzikinci senesinin ramazan ayında seksensekiz yaşındayken vefat etmiştir. Namazım Hz. Osman kıldırmış ve Baki mezarlığına defiıedilmiştir. Onun hicri otuzü-çüncü senede veya otuzdördüncü senede vefat ettiğine dair bazı rivayet­ler de vardır. Onunla ilgili fazilet ve menkibeler gerçekten çoktur. [17]



Abdullah B. Mesud


Hicri otuzikinci senede vefat eden bu zatın soy kütüğü şöyledir: Ab­dullah b. Mesud b. Gafil b. Habib b. Sehm b. Mahzum b. Sahile b. Kahil b. Haris b. Teym b. Sa´d b. Hüzeyl b. Müdrike b. llyas b. Mudar el-Hüzelî Ebu Abdurrahman, Beni Zühre kabilesinin müttefikidir. İslâmiyet´in ilk zamanlarında Hz. Ömer´den Önce Müslüman olmuştur. Onun İslâm´a giriş sebebi şöyledir: RasûluUah (s.a.v.) ile Ebu Bekir koyun ot­latmakta iken yanına varmışlar, ondan süt istemişler, o da: "Bu koyun­lar bana emanet olarak verilmiştir. Size bunların sütünü veremem." de­miş. RasûluUah (s.a.v.) ondan üzerine koç atlamamış bir koyun alıp sağ­mış, sütünü içmiş, Ebu Bekir´e içirdikten sonra koyunun memesine: "Çekil, süt verme." demiş ve süt kesilmişti. Abdullah b. Mesud da Rasûlullah´a: "Şu duayı bana öğret." deyince RasûluUah (s.a.v.)´ona: "Sen öğretilmiş bir gençsin." demişti.

Muhammed b. îshak, Yahya´nın babası Urve´nin şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

"Abdullah b. Mesud, RasûluUah (s.a-v.)´dan sonra Kale´nin yanın­da Kur´ân´ı yüksek sesle okuyan ilk kişidir. O esnada Kureyşliler KaTse yanında toplantı halindeydiler. Rahman sûresini okumaya başlayınca Kureyşliler kalkıp onu dövmeye başlamışlardı."

Abdullah b. Mesud, devamlı RasûluUah (s.a.v.)´m yanında bulunur, onun ayakkabılarım ve misvakini taşırdı. RasûluUah (s.a.v.)´a: "İzin ver de senin sırlarını dinleyeyim." demişti. Bu sebeple ona, "misvak ve yas­tık sahibi" denilirdi. Habeşistan´a hicret etti. Mekke´ye döndü. Sonra Medine´ye hicret etti. Bedir gazvesine katıldı. İbn Afra tarafından yere düşürüldükten sonra Ebu Cehü´i öldüren odur. Diğer gazvelelerde de hazır bulundu. Günün birinde RasûluUah (s.a.v.), ona şöyle dedi:

- Bana Kur´ân oku.

- Sana nazil olduğu halde nasıl olur da ben sana Kur´ân okurum

- Ben, Kur´ân´ı başkalarından dinlemek istiyorum. Bunun üzerine Abdullah b. Mesud, en-Nisâ sûresinin başından itibaren okumaya baş­lamış ve: "Her ümmete bir şahid getirdiğimiz ve ey Muhammed, seni de bunlara şahid getirdiğimiz vakit durumları nasıl olacak " (en-Nisâ, 41.) ayetine gelince RasûluUah (s.a.v.) ona:

- Yeter artık, demişti.

Ebu Musa dedi ki: "Ben ve kardeşim Yemen´den geldik. İbn Mesud ile annesinin sık sık RasûluUah (s.a.v.)´ın evine gelmelerinden dolayı onların da ehl-i beytten olduklarını sanıyorduk."

Hüzeyfe dedi ki: «Hareket ve davranışları bakımından îbn Mesud kadar Rasûlullah´a benzeyen başka birini görmedim." Muhammed (s.a.v.)´in ashabı hakkında bilgi sahibi olanlar bilirler ki, Abdullah b. Mesud, bu sahabeler arasında Allah´a en yakın olan kişidir. Bir hadis-i şerifte RasûluUah: "Abdullah b. Mesud´un sözünü tutun." demiştir.»

imam Ahmed b. Hanbel, Hz. Ali´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

ibn Mesud, misvak ağacına çıktı. Yemiş toplamaya başladı, insan­lar, onun bacaklarının inceliğini hayretle seyredince RasûluUah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Nefsim kudret elinde bulunan zata yemin ederim ki bu bacakların mizandaki ağırlıkları, Uhud dağından daha fazla olacaktır.»

Ömer b. Hattab Abdullah b. Mesud´un boyuna baktı. Boyu kısa ol­duğu için otururken kendisinin boyu kadar olabiliyordu. Gözünü ibn Mesud´a dikip: "Bu ilim dolu bir kaptır." dedi.

Abdullah b. Mesud, Peygamber (s.a.v.)´den sonra birçok savaşlarda hazır bulundu. Yermük savaşma ve diğer savaşlara katıldı. Irak´tan yo­la çıkıp hacca geldi. Rabaza´ya uğradı. Ebu Zerren vefatını gördü. Onu defnetti. Sonra Medine´ye geldi. Orada hastalandı. Hz. Osman, onu zi­yarete gitti. Rivayet olunduğuna göre Hz. Osman, ona şöyle demişti:

- Neden şikayetçisin

- Günahlarımdan.

- Canın ne istiyor

- Rabbimin rahmetini istiyor.

- Sana hekim getireyim mi

- Zaten beni hasta eden hekimdir.

- Maaşım sana vermelerini emredeyim mi (Abdullah b. Mesud iki yıldan beri maaşını istemiyordu.)

- Maaşa ihtiyacım yok.

- Senden sonra kızlarına verilir.

- Kızlarımın fakir düşmelerinden mi korkuyorsun Ben kızlarımın her gece Vakıa sûresini okumalarını emretmişim. Zira RasûluUah (s.a.v.)´m şöyle buyurduğunu işittim: "Her gece Vakıa sûresini okuyan kimse asla yoksul düşmez."

Abdullah b. Mesud, Zübeyr b. Avvam´a vasiyetini yaptı. Denildiğine göre onun cenaze namazını Zübeyr b. Avvam geceleyin kıldırmıştır. Bundan dolayı Hz. Osman da Zübeyr´i kınamıştır. Başka bir rivayete göre ise cenaze namazım Hz. Osman kıldırmıştır. Ammar´ın kıldırmış olduğuna dair bir rivayet de vardır. Doğrusunu Allah bilir. Altmış küsur yaşında iken vefat etmiş ve Baki mezarlığına defnedilmişti. [18]



Abdurrahman B. Avf


Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Abdurrahman b. Avf b. Abdi Avf b. Ab-dilharis b. Zühre b. Kilab b. Mürre Ebu Muhammed el-Kureşi ez-Zührî. islâmiyet´in ilk zamanlarında Hz. Ebu Bekir´in delaletiyle Müslüman oldu. Önce Habeşistan´a sonra da Medine´ye hicret etmiştir. RasûluUah (s.a.v.), onu Sa´d b. Rebi ile kardeş kıldı. Abdurrahman, Bedir gazvesine ve müteakip gazvelere katılmıştır. RasûluUah (s.a.v.), onu Beni Kelb kabilesine gönderdiği zaman emirlik alameti olsun diye sarığının ucu­nu omuzlarının arasına sarkıttı. Abdurrahman, Cennetle müjdelenen on sahabeden, islâm´a ilk giren sekiz kişiden, Hz. Ömer´den sonraki ha­lifeyi seçecek altı kişilik şura meclisinden, sonra da bu meclisin kendi arasında seçtiği üç kişiden biridir. O, daha sonra Hz. Osman´ı halifeliğe takdim eden kişidir. Bir savaşta Halid b. Velid´le tartışmış, Halid, ona ağır sözler söylemişti. Bu durumdan haberdar olan Rasûlullah (s.a.v.)´da şöyle buyurmuştu: "Ashabıma sövmeyin. Nefsim kudret elin­de bulunan zata yemin ederim ki, sizlerden biri Uhud dağı kadar altını Allah yolunda sarfedecek olsa bile yine de ashabımdan birinin Allah yo­lunda harcadığı bir avuç malın getireceği sevaba ya da bu sevabın yarı­sına dahi ulaşamaz."

Ma´mer, Zuhrf nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Abdurrahman b. Avf, Peygamber (s.a.v.) zamanında malının yarısı olan 4000 dinarı Al­lah yolunda sadaka olarak verdi. Sonra 40.000 dinarı sadaka olarak verdi. Sonra Allah yolunda 500 atı yükleyip verdi. Sonra yine Allah yo­lunda 500 bineği yükleyip verdi. Malının tamamını ticaret yoluyla ka­zanmıştı.

Abd b. Hamid´in "Müsned" adlı eserinde Enes b. Malik´den rivayet edilen hadise göre Abdurrahman b. Avf, hicret ettiği zaman Rasûlullah (s.a.v.), onu Osman b. Affan´la kardeş kıldı. Osman, ona:

- Benim iki bahçem var. Dilediğini kendine al, senin olsun, deyince Abdurrahman şu cevabı verdi.

Allah iki bahçeni de sana mübarek kılsın. Ben bunun için Müslü­man olmadım. Sen bana pazarı göster. Osman, ona pazan gösterdi. O da gidip pazarda yağçökelek ve deri satın almaya başladı. Bunların ticare­tini yaptı. Kazanç sağladı, mal topladı. Evlendi. Ve Peygamber (s.a.v.)´e geldi. Peygamber (s.a.v.) de: "Bir koyunla da olsa düğün yemeği yap. Al­lah sana mübarek kılsın." dedi. Abdurrahman´m malı çoğaldı. Öyle ki buğday, un ve yiyecek maddesi taşıyan 700 binekten oluşan kervanı gel­di. Kervan geldiği zaman Medine´de kargaşa meydana geldi. Hz. Aişe:

- Bu kargaşalık nedir diye sorunca, kendisine Abdurrahman b. Avf in buğday, un ve yiyecek maddesi taşıyan 700 binekten müteşşekkil kervanının geldiği haber verildi. O da şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.)´ın şöyle buyurduğunu işittim: "Abdurrahman b. Avf, Cennet´e sürünerek girecektir." Abdurrahman bunu duyunca Hz. Aişe´ye gelip şöyle dedi: "Anacığım, şahid ol. Bu kervandaki bineklerim, yükleri, çulları ve se-merleriyle birlikte Allah yolunda sadakadır."

îmam Ahmed b. Hanbel, Enes´in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Bir ara Hz. Aişe, evinde iken Medine içinde gürültü duydu. "Bu gü­rültü nedir " diye sordu. Dediler ki: "Abdurrahman b. Avfın kervanı Şam´dan geldi. Her şeyi getirdi. Kervan yediyüz binekten müteşekkildi. Medine gürültüden sarsıldı." Hz. Aişe, bu hadise üzerine şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.)´m "Abdurrahman b. Avfı sürünerek Cennet´e girer­ken gördüm." buyurduğunu işittim.»

Abdurrahman b. Avf, bunu duyunca: "Eğer yapabilseydim ayak üstü Cennet´e girerdim." diyerek kervanmdaki binekleri, sırtlarındaki çullan, semerleri ve yükleriyle birlikte, Allah yolunda sadaka olarak dağıttı. Abd b. Hamid tarafından rivayet edilen hadiste, "Rasûlullah (s.a.v.), Abdurrahman b. Avfı Osman b. Affan´la kardeş kıldı." denil-mekteyse de bu, Sahih-i, Buharfde geçen hadise ters düşen açık bir ya­nılgıdır. Zira Sahih-i Buharı de geçen hadiste anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), Abdurrahman b. Avfm Sa´d b. Rebi el-Ensârî ile kar­deş yapmıştır.

Sahih hadiste sabit olduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), bir seferde sa­bah namazının ikinci rekaatını Abdurrahman´ın arkasında ve ona tabi olarak kılmıştır. Bu büyük bir menkıbedir. Bu hususta hiç kimsenin şüphesi yoktur. Bu, tartışma götürmez bir gerçektir.

Abdurrahman, vefat edeceği zaman Bedir savaşma katılmış olup da o esnada hayatta kalan her mücahide kendi malından 400´er dinar ve­rilmesini vasiyet etti. O esnada Bedir savaşma katılmış olupta hayatta bulunan sahabelerden 100 kişi vardı. Bunlar 400´er dinarlarını aldılar. Hatta Osman ile Ali de aldılar. Hz. Ali, o esnada şöyle demişti: "Git ey Avfm oğlu, sen malın çürüğünü paranın geçersizini geçtin. Malın saf ve sağlam olanını kazandın. "Abdurrahman b. Avf, mü´minlerin annele­rinden yani Rasûlullah (s.a.v.)´ın zevcelerinden herbirine çok miktarda mal verilmesini vasiyet etti. Öyle ki, Hz. Aişe onun bu vasiyeti dolayısıy­la: "Allah, ona selsebil pınannın suyunu içirsin." demişti.

Kölelerinden büyük bir çoğunluğu azad etti. Hürriyetlerine kavuş­turdu. Bundan sonra da çok miktarda mal bıraktı. Malları arasında bü­yük bir altın kütlesi vardı. Ancak baltalarla parçalanabildi. Onu parça­layan adamlann elleri balta tutmaktan nasırlandı. Geride 100 at, 3000 koyun bıraktı. Koyunları Baki mıntıkasında otlatılmaktaydı. Dört ka-nsı vardı. Her birine terekenin sekizde birinin dörtte biri verildi ki, bu da 80.000 dinar tutuyordu. Vefat ettiği zaman cenaze namazım Osman b. Affan kaldırdı. Cenazesine Sa´d b. Ebi Vakkas da katıldı. Baki mezar­lığına defnedildi. Vefat ederken yetmişbeş yaşındaydı. Beyaz tenli olup teni pembemsi bir renge bürünmüştü. Güzel yüzlü, ince tenli, iri gözlü, uzun kirpikliydi. Burnunun ucu yüksek olup başı iri, avuçları büyük, parmaklan kalın idi. Saç ve sakalmdald beyaz telleri koparmaz ya da boyamazdı. Allah, ondan razı olsun. [19]



Ebu Zerr El-Gîfarî


Meşhur görüşe göre asıl adı, Cündeb b. Cüdane´dir. İslâmiyet´in ilk zamanlannda Mekke´de Müslüman oldu. İslâm´a giren ilk dört kişinin dördüncüsü veya ilk beş kişinin beşincisi oldu. İslâm´a girişine dair hi­kayeyi hicret öncesi bahislerde naklettik. Rasûlullah (s.-a.v.)´ı İslâm selamıyla selamlayan ilk zat odur. Müslüman olduktan sonra beldesine ve kavmine döndü. Rasûlullah (s.a.v.), Medine´ye hicret edinceye kadar beldesinde kavmi arasında kaldı. Hendek gazvesinden sonra Medine´ye hicret etti. Bundan sonra hazarda ve seferde hep Rasûlullah´la beraber oldu. Ondan çok hadis rivayet etti. Kendisinin fazilet ve üstünlüğüne dair çok hadis nakledilmiştir. Bu hadislerin en meşhuru Abdullah b. Amr´dan rivayet edilen şu hadistir: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

"Ebu Zerr´den daha doğru sözlü birini yer taşımadı. Sema da gölge­lendirmedi." Bu hadiste zayıflık vardır. Rasûlullah (s.a.v.) ve Ebu Bekir´in vefatlarından sonra Şam´a gitti. Orada kaldı. Ancak onunla Muaviye arasında anlaşmazlık baş gösterdi. Hz. Osman, onu Medine´ye çağırdı. Sonra Rabaza´ya yerleşti. Hicretin otuzikinci senesinin zilhicce ayında vefat edinceye kadar orada kaldı. Yanında karısından ve çocuk­larından başka kimse yoktu. Vefat edince karısı ve çocukları onu defne­demediler. O esnada Abdullah b. Mesud, arkadaşlarından birkaç kişiy­le birlikte Irak´tan geliyordu. Vefat etmek üzere olduğunu gördüler. Ve­fatından sonra kendisine ne yapacaklarını vasiyet etti. Başka bir riva­yete göre ise vefatından sonra geldiler. Cenazesini yıkayıp defnettiler.

Ebu Zerr, vefatından sonra yemeleri için koyunlarından birini ke­sip pişirmelerini ailesine emretmişti. Hz. Osman, onun ailesine haber göndermiş, onları yanına alıp ailesiyle birlikte barındırıp beslemişti. [20]



Hicretin Otuzüçüncü Senesi


Ebu Ma´şer*in bir kavline göre bu senede Kıbrıs fethedilmiştir. An­cak cumhur, onun bu görüşüne muhalefet ederek önceki sayfalarda da belirtildiği gibi Kıbrıs´ın hicri otuzüçüncü seneden önce fethe dikliğini söylemişlerdi. Yine bu senede Abdullah b. Sa´d b. Ebi Şerh´ a halisinin barış antlaşmasını ihlal etmeleri üzerine Afrika´yı ikinci kez fethetti. Bu senede mü´minlerin emiri Hz. Osman, Kûfeli birkaç kurrayı Şam´a gönderdi. Göndermesinin sebebi şuydu: Bunlar Küfe valisi Said b. Amir´in meclisinde çirkin sözler sarfetmişlerdi. Said b. Amir de bunla­rın durumunu Hz. Osman´a bir mektubla bildirdi. Hz. Osman, gönder­miş olduğu cevabı mektupta bunları Kûfe´den Şam´a sürgün etmesini emretmiş, ayrıca şam valisi Muaviye´ye de şu mealde bir mektup gön­dermişti:

"......Sana Kûfeli birkaç kurr gönderilmiştir. Onlara ikramda bulun,

misafir et ve onlarla dostluk kur." Bunlar Şam´a vardıklarında Muavi­ye, onları misafir etti. ikramda bulundu. Sohbet etti. Öğüt verdi. Cema­ata uymalarını, yalnız başlarına yaşamamalarını, cemaat dışında kal­mamalarım söyledi. Onların sözcüleri ise, çirkin kelimeler sarfederek karşılık verdi. Muaviye yumuşak, huylu olduğu için onlara ses çıkarma­dı. Kureyşlileri övmeye başladı. Fakat bunlar, Kureyşlilere karşı öfke­liydiler. Muaviye, bu defa Rasûlullah (s.a.v.)´ı övmeye başladı. Saîatü selam gçtirdi. Babası ile övündü. Kavmi arasında şerefli bir kimse oldu­ğunu söyledi. Ve sözlerini şöyle sürdürdü: "... Öyle sanıyorum ki Ebu Süfyan, bütün insanları doğuracak olsaydı, mutlaka hepsini akıllı ola­rak doğururdu." Onun bu sözünü duyan Sa´saa b. Sohan, şöyle karşılık verdi: ´Talan söyledin. İnsanlar arasında Ebu Süfyan´dan daha akıllı kimseler vardır. Cenâb-ı Allah´ın kendi elleriyle yarattığı ve kendi ru­hundan ona üflediği ve meleklerin kendisine secde etmesini istediği in­san vardır. Bunlar arasında iyileri ve kötüleri, ahmakı ve zekisi vardır.´ Muaviye, bunlara yeniden nasihatta bulundu. Ama bunlar taşkınlıkla­rını sürdürdüler. Cahilliklerinden ve ahmaklıklarından vazgeçmedi­ler. Bunun üzerine Muaviye, halk tabakasının fikrini bozmasınlar, dü­şüncelerini alt üst etmesinler diye bunları Şam´dan sürgün etti. Bunlar, çirkin sözleri arasında Kureyşlileri hedef alıyorlardı. Güya onların İslâm´a yardım etme, fesatçıların kökünü kazıma gibi görevlerini ifa et­mediklerini söylüyorlardı. Aslında onlar, bu eleştirilerini hiçbir mesne­de dayanmaksızın kendi kafalarından uydurarak yapıyorlardı. Hz; Os­man ile Said b. As´a sövüyorlardı. Sayıları on kadar idi. Dokuz olduğuna dair bir rivayet vardır ki, bu akla daha uygun düşmektedir. Bazılarının adları şöyledir: Kümeyi b. Ziyad, Ester en-Nehaî (Bunun asıl adı Malik b. Yezid´dir.) Alkame b. Kays en-Nehaî, Sabit b. Kays en-Nehaî, Cündeb b. Züheyr el-Amirî, Cündeb b. Ka*b el-Ezdi, Urve b. Cad ve Amr b. Hamk el-Huzaî,

Bunlar Şam´dan çıktıktan sonra Cezire´ye gittiler. Oranın valisi bu­lunan Abdurrahman b. Halid b. Velid kendileriyle görüştü. Bu zat, daha sonra Humus valiliğine atanmıştır. Abdurrahman, kendilerini bu yan­lış hareketlerinden ve tutumlarından ötürü tehdid edip korkuttu. On­lar da özür dilediler ve bu yanlış yoldan vazgeçeceklerini ifade ettiler. Abdurrahman, kendileri için dua etti. Adlarına özür dilemesi için Malik el-Eşter en-Nehaî´yi Hz. Osman´a gönderdi. Hz. Osman, onların özürle­rin kabul ederek onlardan vazgeçti. Dilekleri yerde kalabileceklerini beyan etti. Onlar da Abdurrahman b. Halid b. Velid vilayetinde kalmayı tercih ettiler. Abdurrahman, Humus´a atandıktan sonra oraya gittiler. Abdurrahman, sahilde kalmalarım emretti. Kendilerine bolca erzak verdi. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Muaviye, bunlara kızınca haklarında Hz. Osman´a bir mektup gönderdi. Hz. Osman, Muaviye´ye gönderdiği cevapta onları Kûfe´de Said b. As in yanına geri göndermesi­ni emretti. Muaviye de onları Kûfe´ye geri gönderdi. Küfe´ye döndükle­rinde ağızlan daha da bozuldu. Kötülükleri daha da arttı. Said b. As, bunlardan rahatsız olduğunu Hz. Osman´a bildirdi. Hz. Osman da bun­ları Humus valisi Abdurrahman b. Halid b. Velid´e göndermesini ve he­men yola çıkarmasını emretti.

Bu senede Hz. Osman, bazı Basralüarı Şam´a ve Mısır´a sürgün etti. Bu sürgünü haklı kılan bazı sebepler vardı. Sürgün edilen bu kimseler, Hz. Osman´ı halifelikten düşürmek ve aleyhinde konuşmak hususunda düşmanlarıyla işbirliği içindeydiler. Ama haksızdılar. Çünkü Hz. Os­man, hayırlı ve iyi bir kimse olup doğru yoldaydı. Allah ondan razı ol­sun. Bu senede mü´minlerin emiri Osman b. Affan (r.a.) insanlara hacc ettirdi. Allah, haccını kabul buyursun. [21]



Hîcretîn Otuzdördüncü Senesi


Ebu Maşer´in ifadesine göre Savan savaşı bu senede yapılmıştır. Başkalarının doğru olan görüşüne göre bu savaş, önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi bu seneden önce yapılmıştır. Hz. Osman´a çoğu Kûfeli olan ve Abdurrahman b. Halid´in valilik yaptığı Humus´ta bulunup Kûfe´den sürgün edilmiş olan asiler, bu senede birbirleriyle yazışıp ha-berleştüer. Küfe emiri Said b. As´a karşı ayaklandılar. Ona saldırıda bu­lundular. Onu ve Hz. Osman´ı eleştirdiler. Hz. Osman´a haber göndere­rek yaptığı işlerden sahabeleri azledip yerlerine yakınları olan Emevi-leri yönetime ataması hususunda güvendiği bir kimseyi kendilerine gönderip tartışmasını istediler. Ağır sözler söylediler. Valilerini azledip yerlerine sahabeleri ve İslâm´a ilk gîren kimseleri atamasını talep etti­ler. Onu çok zorladılar. Bunun üzerine o da ordu komutanlarını istişare için yanma çağırdı. Şam valisi Muaviye b. Ebu Süfyan, Mısır valisi Amr b. As, Mağrib valisi Abdullah b. Sa´d b. Ebi Şerh, Küfe valisi Said b. As ve Basra valisi Abdullah b. Amir bu çağrıya icabet edip Hz. Osman´ın yanı­na geldiler. Hz. Osman, meydana gelen hadiseler ve ülkü birliğinin da­ğılması hususunda fikirlerini sordu. Abdullah b. Amir, şu teklifle bu­lundu: "Bunları gazaya gönderelim de kötülük yapmaya fırsat bulma­sınlar. Sadece kendi canlarının derdine düşsünler. Bineklerinin ardısı-ra gidip kürklerindeki bitlerle uğraşsınlar. Çünkü insanlar boş kalınca kavgaya tutuşur, kendilerini ilgilendirmeyen işlerle uğraşır, nahoş söz­ler söylerler. Ama birbirlerinden kopup cihadla uğraştıklarında, hem kendilerine hem de başkalarına faydalı olurlar."

Said b. As ise, bu fesatçıların köklerinin kazılması tavsiyesinde bu­lundu. Muaviye ise, Hz. Osman´a valilerini kendi vilayetlerine geri gön­dermesini, bu asilere aldırış etmemesini ve giriştikleri kötü işleri önem­sememesini tavsiye etti. Zira bunların sayılarının az olup askerlerinin zayıf olduğunu söyledi. Abdullah b. Sa´d b. Ebi Şerh ise, mal vererek bunların gönüllerinin kazanılması, böylece kötülüklerinin önlenmesi, hıyanetlerinden emin olunması tavsiyesinde bulundu. Amr b. As ise, kalkıp şöyle dedi: "Ey Osman! Sen insanları hoşlanmadıkları bir yöne­timle yönettin. Ya onların hoşlanmadıkları bu yönetimin başından uzaklaşırsın, ya da tam azim ve şiddetle bu işe sarılır, emirlerini infaz ettirirsin." Ayrıca Hz. Osman´a daha ağır sözler de söyledi. Sonra onunla başbaşa kalınca insanların bekleyip durduklarını biliyordu." Söyle­yeceğim sözlerin onlara ulaşmasını arzu ettim. Onun için bu sözleri sırf sana hayırlı ve yararlı olsun ve senden her türlü kötülüğü ve şerri uzak-laştırsm diye söyledim." dedi.

Bunun üzerine Hz. Osman, valilerine görevlerini aynı anlayış ve tu­tumla devam etmelerini söyledi. Mal vererek o asillerin gönüllerini ka­zandı. Ayrıca onların gaza için sınırlara gönderilmelerini emretti. Böy­lece her iki tarafın yararına olacak bir karar vermiş oldu. Valiler vali-yetlerine döndükleri zaman Kûfeliler, valileri Said b. As´m Kûfe´ye gir­mesine engel oldular. Silaha sarıldılar. Onu şehre sokmamaya yemin ettiler. Hz. Osman´ın onu azledip yerine Ebu Musa el-Eş´arî´yi ataması­nı istediler. Cer´a denen yerde toplandılar. O esnada Ester en-Nehaî: "Allah´a yemin ederim ki, biz kılıçlan elimize aldığımız halde o şehre gi­remeyecektir." dedi. insanlar CerVda toplanıp beklediler. Said, onlarla savaşmadı. Onu şehire sokmamaya kesin karar vermişlerdi. O gün Küfe mescidinde Hüzeyfe ile Ebu Mesud Ukbe b. Amr da bulunuyordu. Ebu Mesud şöyle dedi: "Vallahi kan dökülmedikçe Said b. As geri dön­meyecektir."

Hüzeyfe de şöyle karşılık verdi: ´´Vallahi o geri dönecektir ve bir fin­can kan dahi akmayacaktır. Bugün bildiğim tek şey varsa o da Muham-med (s.a.v.)´m hayatta olmasıdır."

Kısaca diyeceğimiz şudur ki: Said b. As, Medine´ye geri döndü. Fitne kırıldı. Küfe halkı bundan memnun oldular. Hz. Osman´a kendilerine vali olarak Ebu Musa el-Eş´arî´yi atamasını istediklerine dair bir mek­tup yazdılar. Hz. Osman da şüphelerini gidermek, has taliki arının kö­künü kazımak ve mazeret olarak ileri sürdükleri hususları ortadan kal­dırmak için bu isteklerini yerine getirdi.

Seyf b. Ömer´in anlattığına göre bu nrkaların Hz. Osman´a ayaklan­malarının sebebi şu idi: Abdullah b. Sebe´ adında Yahudi bir adam var­dı. Müslüman olduğunu açıkladı. Mısır´a gitti. Bir grup Müslümana gi­dip onlarla görüştü. Onlara çeşitli telkinlerde bulundu. Kendi kafasın­dan uydurduğu bazı sözler söyledi. Söyledikleri sözlerden biri, adamın birine yönelttiği şu soruydu:

- Meryem oğlu İsa´nın şu dünyaya geri döneceği sabit değil midir

- Evet.

- Rasülullah (s.a.v.), Meryem oğlu İsa´dan daha üstündür. Şu hal­de Rasûlullah (s.a.v.)´ın dünyaya geri gelmesini niye inkar ediyorsun Rasûlullah, Ebu Talib oğlu Ali´yi kendine vasi tayin etmiştir. Rasûlullah (s.a.v.) peygamberlerin sonuncusudur. Ali de vasilerin so­nuncusudur. Şu halde Ali, Osman´dan daha faziletli olup halifeliğe daha layıktır. Osman, hakkı olmadığı halde halifeliği zorla ele geçirmiştir. Onu dinleyenler protesto ettiler. Ama Mısırlıların bir çoğu da buna aldandı. Fitneye düştüler. Küfe ve Basra halkına mektuplar yazarak fitne çıkarmada iş birliği yaptılar. Hz. Osman´a karşı ayaklanmada el birliği yapmaya söz verdiler. Akrabalarını ve yakınlarını görevlere atayıp bü­yük sahabeleri görevden azletmesini kendisine hatırlatacak ve bu hu­susta kendisiyle tartışacak adamları Hz. Osman´a gönderdiler. Bu fit­ne, birçok insanın kalbine yerleşti. Bunun üzerine Hz. Osman´da vila-yetlerdeki valilerini topladı. Onlarla, istişare yaptı. Onlar, önceki say­falarda naklettiğimiz tavsiyelerini kendisine arzettiler. Doğrusunu Al­lah bilir.

Vakidî, Abdullah´ın babası Muhammed´in şöyle dediğini rivayet et­miştir: "Hicretin otuzdördüncü senesinde insanlar Osman´a karşı eleş­tirilerde bulundular. Onun hakkında çok çirkin sözler söylediler. Hz. Ali´ye gidip Hz. Osman´la görüşmesini ve ona bu durumları anlatmasını istediler. Hz. Ali de gidip Hz. Osman´a şöyle dedi:

Müslümanlar bana gelip senin hakkında görüştüler. Beni sana gön­derdiler. Kendileri de dışarıda bekleşip duruyorlar. Vallahi sana ne söy­leyeceğimi bilemiyorum. Senin de bilmediğin birşeyi biliyor değilim. Bilmediğin bir hususu sana