๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => El-Bidaye Ven Nihaye => Konuyu başlatan: Esila üzerinde 21 Kasım 2010, 23:01:51



Konu Başlığı: Hicretin İkiyüzyedinci Senesi
Gönderen: Esila üzerinde 21 Kasım 2010, 23:01:51
Hicretin İkiyüzyedinci Senesi

 Ebu Süleyman Ed-Daranî

Cenâb-ı Allah, bana göre iblis kadar zayıf bir varlığı yaratmış de

Hicretin Îkiyüzaltıncı Senesi

Hicretin İkiyüzyedinci Senesi

Yahya B. Ziyad B. Abdullah B. Mansur.

Hicretin İkiyüzsekizincî Senesi

Seyyide Nefise´nin Vefatı

«Rasûlullah (s.a.v.), ihramlı iken hacamat yaptırdı.».

Fadl B. Er-Rebi

Bir zaman ki, Yahya´nın hukukuna riayet edilemedi; Rebi´ ailesinin hukukuna da riayet etmemişti.»

Hicretin İkiyüzdokuzuncu Senesi

Hicretin İkiyüzonuncu Senesi

Me´mun´un Boranla Gerdeğe Girmesi

Hicretin İkiyüzonbirînci Senesi

Meşhur Şair Ebü´l-Atahiye.

«Benim hanımefendimde neler var neler! O nazlandı, nazlanması onu güzelleştirdi.».

Hicretin Îkiyüzonikincî Senesi

Hicretin İkiyüzonüçüncü Senesi

Şair Akuk.

Hamid bu dünyadan göçüp gittikten sonra artık biz de dünyaya "Selam sana deriz."».

Hicretin İkiyüzondördüncü Senesi

Bu senede Ahmed b. Halid el-Mevhibî vefat etti.

Ahmet B. Yusuf B. Kasım B. Sabih.

Ebu Muhammed Abdullah B. A´yün.

Ebu Muhammed Abdullah b. A´yün b. Leys b. Rafi el-Mısrî. İmam..

Hicretin İkiyüzonbeşinci Senesi

Ebu Zeyd El-Ensârî

Hicretin İkiyüzonaltıncı Senesi

Bu senede Hibban b. Hilal; lügat, nahiv ve şiirde ilim sahibi olan.

Harun Reşid´in Zevcesi Ve Amcası Kızı Zübeyde.

Hicretin İkiyüzonyedinçi Senksi

Hicretin Îkiyüzonsekizinci Senesi

İlk Fitne Ve İmtihan.

Fasıl

Abdullah El-Me´mun.

«Şemmasiye´de at yarışları düzenleniyordu. İnsanlar bu yarışı seyretmeye gelmişti. Halkın kalabalıkhğına bakan Me´mun, Yahya b. Eksem´e: "İnsanların ne kadar kalabalık olduklarını görüyor musun " diye sordu. Sonra, Enes´ten rivayet ederek Peygamber (s.a.v.)´in şöyle buyurduğunu söyledi: 27

«O, dünyadaki nasibini zayi etmez, dünya malı da onu dinden ah-- koymaz.». 28

«Akıllı kişi dünyayı denerse, dünya ona dost kılığında bir düşman olarak görünür.» , 29

«Melami kişi dünyaya boş verir. O, kendisini kınayanları ıslah etmeye tutkundur.». 29

«Peygamber (s.a.v.)´den sonra insanların en hayırlısı Ebu Bekir, sonra da Ömer´dir.». 30

Me´mun şöyle derdi: «Ömer b. Abdülaziz ile Abdülmelik´in mabeyincileri vardı. Ben ise halkla yüzyüzeyim.» 30

Amellerimizin yaratıcısı biziz. Kur´ân da mahluktur.». 32

Ey cariye, sen şurada söylediğin sözlerle beni öldürmeye adeta çabaladın.». 33

«Biz öyle bir milletiz ki, savaştıklarında kadınlara karşı uçkurlarını sıkı bağlarlar, onlarla ilgilenmezler.» 33

Mutasım Billah´ın Halifeliği 34

Hicretin Îkiyüzonsekizinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 34

Bişr El-Merisî 34

Ebu Muhammed Abdülmelik.B. Hişam.. 35

Hicretin İkiyüzondokuzuncu Senesi 35

Hicretin İkiyüzyirminci Senesi 36

Hicretin İkîyüzyirmibirinci Senesi 36

Hicretin İkiyüzyirmiikincî Senesi 37

Babek´in Yakalanması 37

Hicretin Îkiyüzyirmiüçüncü Senesi 38

Ama şimdi orada darlık ve sıkıntı meydana geldi; daha önce orası bir tatlı su pınarı gibiydi.». 39



Ebu Süleyman Ed-Daranî


Ebu Süleyman ed-Daranî´nin adının, Abdurrâhman b. Ahmed b. Atiyye ya da Abdurrâhman b. Asker Ebu Süleyman ed-Daranî oldu­ğuna dair çeşitli rivayetler vardır. İlmiyle amel eden imamlardan bi­riydi. Aslı Vasıt şehrindendir. Dımışk´ın batısında, Dariya isminde bir kasabaya yerleşti.

Ebu Süleyman ed-Daranî, hadisi, Süfyan-ı Sevrî ve başkaların­dan dinledi. Ahmed b. Ebi´l-Havarî ile bir topluluk da ondan rivayet­lerde bulundular.

Hafız İbn Asakir, Ebu Süleyman ed-Daranî tariki ile Enes b..Ma-lik´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Bir kimse Öğle namazından önce dört rekat namaz kılarsa, Ce-nâb-ı Allah onun o günkü günahlarını bağışlar.»

Ebu 1-Kasım el-Kuşeyrî, Ebu Süleyman ed-Daranî´nin şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir:

«Bir kıssacmm meclisine gittim. Sözleri kalbime tesir etti. Yanın­dan kalkıp eve döndüğümde kalbimde sözlerinin tesiri kalmadı. İkin­ci kez yanına gidip kendisini dinledim, sözleri kalbime tesir etti. Ya­nından ayrılıp eve dönerken yolda sözlerinin tesiri kalbimde kalma-jmştı. Üçüncü kez yanına gittim, sözleri kalbime tesir etti. Evime döndüğümde de bu tesir devam etti. Allah´a muhalefet aletlerini kır­dım ve doğru yola koyuldum. Ben başımdan geçen bu hikayeyi Yahya b. Muaz´a anlattığımda şöyle dedi: "Bir serçe, bir turnayı avlamış."»

Bu sözündeki serçe kelimesi ile kıssacıyı, turna kelimesiyle de Ebu Süleyman ed-Daranî´yi kasdetmişti.

Ahmed b. Ebi´l-Havarî, Ebu Süleyman ed-Daranî´nin şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir:

«Bir kimseye birşey ilham edilir de o şeyin tesirini kalbinde duy­mazsa, o şeyle amel etmesi durumunda kendisi için bir hayır yoktur. Ama o şeyin tesirini kalbinde duyarak onunla amel ederse bu, nur üzerine nur olur.»

Cüneyd, Ebu Süleyman ed-Daranî´nin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Milletin nüktelerinden bir nükte bazen kalbime tesir eder, ama o nükteyi kitab ve sünnet gibi iki adil şahid olmadan kabul etmem.»

Ebu Süleyman ed-Daranî, şöyle demişti:

«Amellerin en faziletlisi, nefsin heveslerine muhalefet etmektir.

Herşeyin bilgisi vardır. Allah´tan uzaklaşmanın bilinmesi ise Al­lah korkusundan ötürü ağlamayı terketmektir.

Herşeyin bir pası vardır. Kalp nurunun pası ise karın tokluğu­dur.

Seni Allah´tan alıkoyan aile, mal veya çocuk gibi herşey uğursuz­luktur.

Bir gece mihrapta dua ediyordum. Ellerimi açıp göğe doğru çevir­miştim. Üşüdüm. Ellerimden birini yumdum ve koltuğumun altına koydum, diğeri ise açık kaldı. Öylece dua ettim. Dua halindeyken göz­lerim kapandı, uykuya daldım. Rüyada görmediğim biri bana şöyle

sesleniyordu:

- Ey Ebu Süleyman! Sana verdiğimiz bu kazancı açık duran tek eline koyduk. Diğeri de açık olsaydı, ona da bu manevi kazancı koya­caktık.

Kendi nefsime yemin verdim. Bundan sonra sıcak veya soğuk her zaman iki elim açıkta ve göğe doğru çevrilmiş olarak dua etmeye ka­rar verdim.

Bir gece virdimi tamamladıktan sonra uyudum. Rüyada gözleriiri ve siyah bir huri ile karşılaştım. Bana şöyle diyordu: "Sen uyuyor­sun, ama ben şu perdelerin gerisinde beşyüz seneden beri senin için besleniyorum ve hazırlanıyorum."

Ahmed b. Ebi´l-Havarî, Ebu Süleyman´ın şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Cennet´te nehirler vardır. Bu nehirlerin kıyılarında kurulan ça­dırlarda huriler yaşarlar. Cenâb-ı Allah, bu hurileri çok güzel bir şe­kilde, eşsiz ve benzersiz olarak yaratmıştır. Bunların yaratılışları ta­mamlanınca melekler, üzerlerine çadırlar kurarlar. Bunlardan herbi-ri altından yapılmış, eni ve genişliği birer mil uzunluğunda olan kür­süler üzerinde otururlar ki, arkaları kürsünün kenarından dışarıya çıkmıştır. Cennetliklerden her biri, köşklerinden çıkıp şu nehirlerin kıyılarında dolaşırlar. Sonra dolaşan erkeklerden her biri bu hurile­rin yanına giderler. Dünyada iken Cennet nehirleri kıyısında bakire hurilerle cinsel ilişkide bulunan kimsenin durumu nasıl olur »

Ahmed b. Ebi´l-Havarî, Ebu Süleyman´ın şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Dünya ve ahirette her hayır ve iyiliğin aslı, Aziz ve Celil olan Al­lah´tan korkmaktır. Dünyanın anahtarı tokluk, ahiretin anahtarı ise açlıktır. Ey Ahmed! Az bir açlık, az bir çıplaklık, az bir fakirlik, az bir sabır gerek. Bunu yaparsan dünyadaki günlerin zaten sona erer.»

Ahmed b. Ebi´l-Havarî dedi ki: «Ebu Süleyman ed-Daranî, bir gün sıcak bir ekmek ve tuz yemek istedi. Kendisine istediklerim getirdim. Ekmeğin bir parçasını ısırdı, sonra atıp ağlamaya başladı ve şöyle de­di: "Ey Rabbim! iştahımın çektiği şeyi bu dünyada bana peşin olarak verdin. Uzun süre zahmet çektim. Şekavet içinde oldum, ben bu ha­limden dönecek miyim " Böyle dedikten sonra yanındaki tuzu tatma­dı ve nihayet yüce Allah´ın katına vardı.»

Onun şöyle dediğini işittim: «Bir göz açıp kapayacak kadarlık bir sürede dahi nefsimden razı olmadım. Yeryüzündeki bütün insanlar beni, kendimi alçattağım kadar alçaltmak isteseler" bunu başaramaz­lar.

Bir kimse kendini kıymetli görürse, kıymetin tadını alamaz.

Bir kimse Allah´a hüsn-ü zanda bulunur da sonra ondan korkmaz ve itaat etmezse, o aldanmıştır.

Kulun Allah´tan korkması, Allah´a olan ümidini bastırmahdır. Eğer ümidi korkuyu bastıracak olursa kalbi bozulur.»

Ahmed b. Ebi´l-Havarî dedi ki: «Ebu Süleyman ed-Daranî, bir gün bana şöyle bir soru sordu:

- Sabırdan daha üstün bir mertebe var mıdır

- Evet, rıza mertebesi vardır.

Benim bu cevabım üzerine bir çığlık atfı, sonra bayıldı. Bir süre sonra ayıhp şöyle dedi:

- Eğer sabredenler ücretlerini (sevaplarını) hesapsız bir şekilde alırlarsa diğerlerini, yani rıza ehli kimseleri sen düşün. Onlar ki, Al­lah onlardan hoşnud olmuştur.»

Ebu Süleyman, şöyle demiştir:

«Bir göz açıp kapayacak kadar kısa bir süre dahi Allah´tan gafil olmam durumunda bütün dünya ve içindeki şeyler baştan sona be-nİm olsa ve bütün bu şeyleri hayır yoluna sarfetsem, infakta bulun­sam yine de hoşuma gitmez.»

«Zahidin biri, bir başka zahide şöyle dedi:

- Bana tavsiyede bulun.

- Allah seni yasakladığı yerde görmesin ve sana emrettiği yerde de seni bulmaması, söz konusu olmasın.

- Bana biraz daha tavsiyede bulun.

- Bende bundan başka bir tavsiye yok.» Ebu Süleyman, şöyle demişti:

«Gündüz ihsanda bulunan bir kimseye, gecelerinde bunun karşı­lığı verilir. Gecelerinde ihsanda bulunan kimseye de gündüzlerinde bunun karşılığı verilir. Bir kimse şehveti terketme hususunda sami­mi ve dürüst olursa, Cenâb-ı Allah, onun kalbindeki şehveti giderir. Cenâb-ı Allah, kendi rızası için terkedilen bir şehvet sebebiyle bir kalbi azaplandırmayacak kadar yücedir.

Dünya bir kalbe yerleşirse, o kalpteki ahiret göçer. Ahiret bir kalpte bulunursa, dünya gelip onu sıkıştırır. Dünya bir kalpte bulu­nursa, ahiret gelip onu sıkıştırmaz. Çünkü dünya alçaktır, ahiret yü­cedir. Yüce olanın, alçakla bir arada bulunmak için onu sıkıştırması uygun düşmez.»

Ahmed b. Ebi´l-Havarî dedi ki: Bir gece, Ebu Süleyman ed-Dara-nî´nin yanında kaldım. Onun şöyle dediğini işittim:

«Ey Rabbim! Senin onur ve üstünlüğüne yemin ederim ki, eğer günahlarım sebebiyle beni hesaba çekecek olursan, ben, affım illa da bana ver diye talepte bulunmam. Eğer cimriliğim sebebiyle beni he­saba çekecek olursan, ben, cömertliğini illa da bana ver diye talepte bulunmam. Eğer beni Cehennem´e götürmelerini emredersen, ben ce­hennemliklere seni sevdiğimi söylerim.»

Ebu Süleyman şöyle derdi:

«Eğer bütün insanlar hakta şüphe etseler de ben yalnız başıma Kalsam, yine de hakta şüphe etmem.

Cenâb-ı Allah, bana göre iblis kadar zayıf bir varlığı yaratmış de-

ir. Eğer Cenâb-ı Allah, iblisten kendisine sığınmamı bana emret- olmasaydı, asla iblisten Allah´a sığınmazdım. Eğer iblis bana gö- olursa yüzüne sadece bir tokat vururum.

Hırsız, bir harabeye duvarı delerek girmez. Çünkü o, harabeye di­lediği yerden girme gücüne sahiptir. Hırsız ancak sağlam evlere du­var delerek girer. İblis de aynı şekilde, sağlam olan kalplere bir yolu­nu bulup girmeye, o kalbi bulunduğu kürsüden indirmeye ve ondaki en kıymetli şeyi (imanı) yağmalamaya çalışır.

Kul ihlaslı olursa, vesveseler ve rüyalar kendisinden kesilir. (Bu­radaki rüyadan kasıt hamamcı olmaktır.)

Yirmi sene müddetle hamamcı olmadım. Bir gece tavan arasına girdim. Yatsı namazını cemaatla kılamamıştun. İşte o gece hamamcı oldum.

Allah´ın öyle kulları vardır ki, Cennetler ve oralardaki nimetler kendilerini meşgul etmez. Böyleleri dünya ile hiç meşgul olurlar mı

Dünya, Allah katında bir sinek kanadından daha az kıymetlidir. Böyle olunca dünyadaki zahidliğin ne Önemi olur Zahidlik ancak Cennetler ve iri, siyah gözlü huriler için olabilir. O kadar ileri derece­de zahid olmalısın ki, Cenâb-ı Allah, senin kalbinde kendinden baş­kasını görmemelidir.»

Cüneyd dedi ki: Ebu Süleyman ed-Daranî´den bir söz rivayet edil­di. Ben onun bu sözünü çok beğendim: «Kendi nefsiyle meşgul olan kimse, insanların ayıplarını göremez. Rabbi ile meşgul olan kimse ise, hem kendi nefsini, hem de insanları unutur.» Ebu Süleyman şöyle demişti:

«Cömertliğin en hayırlısı, ihtiyaca muvafık olanıdır. Dünyayı, dilencilikten kurtulmak ve insanlara muhtaç olmamak için helal yolla elde etmek isteyen kimse, kıyamet gününde yüzü do­lunay gibi parlak bir şekilde Allah´ın huzuruna çıkar.

Ama bir kimse de övünmek ve servet yığmak amacıyla dünyayı helal yolla elde etmek isterse, kıyamet gününde Rabbinin huzuruna vardığında Rabbi ona çok gazab eder.»

Bu manada merfu hadisler de rivayet edilmiştir. Ebu Süleyman şöyle demişti:

«Bazı kimseler zenginliği, malda ve mal biriktirmekte aradılar. Fakat bu zanlarında yanıldılar. Bilesiniz ki, zenginlik ancak kanaat­tedir. Bazı kimseler rahatlığı çoklukta aradılar. Aslında rahatlık sa­dece azlıktadır. Üstünlüğü halkta aradılar. Aslında üstünlük sadece takvadadır. Lüksü ve refahı, ince ve yumuşak elbiselerde, lezzetli yi­yeceklerde, rahat ve yüksek evlerde aradılar. Aslında bunlar İslâm -da, imanda, salih amelde, afiyette, Allah´ın zikrinde ve kişinin kendi­ni muhafaza etmesindedir.

Geceleri namaz kılmak olmasaydı, dünyada kalmayı istemezdim. Dünyayı ağaç dikmek, nehir yatakları kazıp sular akıtmak için değil» aksine öğle sıcakları oruçlu geçirmek ve geçleri namaz kılmak için seviyorum.

Taat ehli kimseler, oyun ve eğlence sahiplerinin oyun ve eğlence­de aldıkları lezzetten daha fazlasını geceleyin ibadet ederken bulur­lar.

Çoğu kez sevinç ve ferah, gece yarısında benimle karşılaşır. Çoğu

kez kalbimin gece yansında sevinip güldüğünü görürüm.

Kalbin öyle zamanları olur ki, o zamanlarda sevinç ve neşeden

ötürü raksa gelir.»

Ben derim ki: Eğer cennetlikler bu halde iseler, demek ki onlar

çok hoş ve rahat bir yaşantı içindedirler.

Ahmed b. Ebt´l-Havarî dedi ki: Ebu Süleyman´ın şöyle dediğini

işittim:

«Bir ara ben secde halinde iken uykuya daldım. Uykuda iken bir

huri ayağıyla bana- vurup şöyle dedi:

Sevgilim! Gözlerin uyuyor, Allah ise uyanık duruyor, teheccüd namazı kılanlara bakıyor. Uykunun lezzetini, yüce Allah ile müna-catta bulunmanın lezzetine tercih eden gözün vay haline! Kalk, boşal­ma vakti geldi. Sevgililer birbirlerine kavuşuyorlar. Bu uyku da ne­yin nesi Sevgilim, gözümün nuru! Gözlerin uykuya dalmış, bense şu kadar zamandan beri {ferde gerisinde beslenip seni bekliyorum

Ben panik içinde yerimden fırladım. Hurinin beni azarlayıp kına­masından Ötürü utanç içinde terlemiştim. Onun sözlerinin ve konuş­masının tatlılığı hâlâ kulaklarımda ve kalbimdedir.»

Ahmed b. Ebil-Havarî dedi ki: Ebu Süleyman´ın yanma gittim, ağlıyordu, kendiline sordum;

- Neyin var *

- Dün gece ummakta iken azarlandım.

- Kim seni azarladı

- Dün mihral»ia.da uyumakta iken güzellikte dünyada eşi bulun­maya bir cariye yaihma geldi. Elinde bir kağıt vardı bana şöyle dedi:

- Uyuyor musun ey ihtiyar

- Gözlerini uyku bürüyen kimse elbette ki uyur.

- Hayır, Cennet´i isteyen kimse uyumaz. Sen okur yazar mısın

-Evet.

Ben, evet dedikten sonra elindeki kağıdı aldım, baktım. Üzerinde şunlar yazılıydı: ,

«Dünyevi lezi^fti&r, seni Cennet odalarında iyi huylu güzel kadın­larla rahatça yaşkpiktan´ alıkoydu.

Cennet´te ölüiftsuz bir Şekilde ebedi yaşayacaksın. Orada güzel kadınlarla lüks ve refah içinde olacaksın. Uykudan

Geceleyin teheccüd namazı kılmak ve Kur´ân okumak, uykudan daha hayırlıdır.»

Ebu Süleyman dedi ki: «Sizden biri kalbinde beş dirhemlik şehvet varken üç dirhem değerinde bir aba giymekten utanmaz mı

Bir kimsenin kalbinde dünya arzuları ve şehvetleri varken in­sanlara zahidlik görünümünü sergilemesi caiz olmaz. Eğer kalbinde arzu ve şehvetlerden hiçbir şey kalmazsa, işte o zaman aba giyerek zahidlik görünümünü insanlara sergilemesi caiz olur. Çünkü aba giy­mek zahidlerin alametlerinden biridir. Bir kimsenin kendini ve za-hidliğini insanlardan gizlemek için iki beyaz elbise giymesi, zahidliği-ni aba giymekten daha çok korur.

Bir sofinin yün elbiseler içinde şıklığa özen gösterdiğini görürsen, bil ki o sofi değildir. Bu ümmetin hayırlıları, pamuklu elbise giyenler­dir ki, onlar da Ebu Bekir es-Sıddık ile arkadaşlarıdır.»

Ebu Süleyman´dan başka biri dedi ki: «Fakirin ışığını elbisesinde görürsen, elini onun kurtuluşundan yıka ve ümidini kes.»

Ebu Süleyman dedi ki: «Kardeş odur ki; konuşmadan önce görün­tüsüyle sana öğüt verir. Ben Irak´taki arkadaşlarımdan birine baktı­ğımda, onun görüntüsünden bir ay yararlanırım. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Ey kulum! Sen benden utandığın sürece ben se­nin ayıplarını insanlara unuttururum. Bütün yeryüzüne senin gü­nahlarım unuttururum. Levh-i Mahfuz´daki hatalarını silerim ve kı­yamet gününde seni hesaba çekmem."»

İmam Ahmed b. Hanbel şöyle demiştir: «Ebu Süleyman ed-Dara-nî´ye sabrı sordum, o: "Vallahi, sen sevdiğin şeylerden mahrum kalır­ken sabredemiyorsun. Hoşlanmadığın şeylerle karşılaştığında nasıl sabredeceksin " diye cevap verdi.

Bir gün onun yanında iken sabırsız davrandım. Bana şöyle dedi: "Sen kıyamet gününde bundan Ötürü sorguya çekileceksin. Eğer daha önce işlediğin bir günahtan ötürü bu şekvada bulunuyorsan, sana ne mutlu. Ama elden kaçırdığın bir dünyalık veya şehvetten ötürü ise, vay senin haline."»

Ebu Süleyman ed-Daranî şöyle demişti: «Dönen kişi, aslında he­defe ulaşmadan yolda iken dönen kişidir. Eğer bunlar Allah´a ulaşmış olsalardı geri dönmezlerdi.

Asile^, Allah katında değersiz olduklarından Ötürü Allah´a isyan ederler, üğer bunlar Allah katında değerli kimseler olsalardı, Cenâb-ı Allah bunların isyan etmelerine engel çıkarırdı.

Kendilerinde âlicenâbhk, yumuşak huylulük, ilim, hikmet, şev-kat, merhamet, lütuf, müsamaha, ihsan, iyilikseverlik, affedicilik ve yumuşaklık bulunan kimseler; kıyamet günü Rahman´m meclisinde

oturacak kimselerdir.»

"Mihenü´l-Meşayih" adlı kitapta Ebu Abdirrahman es-Sülemî´nin anlattığına göre Ebu Süleyman ed-Daranî, Şam´dan kovulmuş ve Şamlılar onun hakkında: «O, güya melekleri görüp onlarla konuşu­yormuş iddiasında bulunuyor!» demişlerdi. O da Şam´dan ayrılarak "sınır kasabalarından birine gidip yerleşmişti. Onun gidişinden sonra Şamlılardan biri rüyasında, Ebu Süleyman kendilerine dönmemesi halinde bütün Şamlıların helak olacaklarını görmüştü. Bunun üzeri­ne Şamlılar onu aramaya gittiler. Yalvarıp yakardılar, boyun eğdiler. Nihayet onu Şam´a geri getirdiler.

Ebu Süleyman ed-Daranî´nin vefat tarihiyle ilgili çeşitli kaviller ileri sürülmüştür. Kimine göre hicretin 204. senesinde, kimine göre , 205. senesinde, kimine göre 215. senesinde, kimine göre 235. senesin­de vefat etmiştir. Bu kavillerden hangisinin doğru olduğunu ancak

Allah bilir.

Mervan et-Tanrarî, Ebu Süleyman ed-Daranî´nin vefat ettiği gün: «Onun vefatı nedeniyle bütün ehl-i İslâm musibete uğradı.» demiştir. Ben derim ki: Ebu Süleyman ed-Daranî, Dariya kasabasının kıble tarafına defnedildi. Mezarı orada herkes tarafından bilinmektedir., Üzerine bir de bina yapılmıştır. Mezarının kıble tarafında, emir Na-hidüddin Ömer en-Nahrevanî´nin yaptırmış olduğu bir mescid vardır. Nahidüddin, onun yanında ikamet eden kimseler için belirli bir geliri f. bulunan bir vakıf kurmuştu. Zamanımızda, onun mezarını da yenile-| mistir. İbn Asakir´in, Ebu Süleyman´ın defni konusuna değindiğini hiç görmedim. Bu, onun için yadırganacak bir durumdur.

İbn Asakir´in rivayetine göre Ahmed b. Ebi´l-Havarî şöyle.demiş­tir: «Vefatından sonra Ebu Süleyman´ı rüyada görmeyi çok arzuluyor­dum. Ancak bir sene sonra onu rüyada görebildim. Kendisine şöyle

sordum:

- Ey üstad, Allah sana nasıl muamele etti

- Ey Ahmed! Bir gün, Babü´s-Sagir´den içeri girdim. Bir ihtiyarın yükünü gördüm. Yükünden bir çöp aldım. Bilemiyorum, o çöple dişi­mi mi temizledim, yoksa attım mı İşte ölümümden şimdiye kadar

onun hesabım vermekteyim.»

Ebu Süleyman ed-Daranî´nin oğlu Süleyman, babasının vefatın­dan iki sene kadar sonra vefat etti. Allah ikisine de rahmet etsin. [1]



Hicretin Îkiyüzaltıncı Senesi


Halife Me´mun, bu senede Davud b. Mascur´u Basra, Yemame, Bahreyn ve Dicle mıntıkalarına vali olarak atadı. Ona, Zutlarla sa­vaşmasını emretti.

Bu senede sel baskını oldu. Sevad toprağı sular.altında kaldı. İn­sanların çok malları telef oldu.

Bu senede Me´mun, Abdullah b. Tahir b. Hüseyin´i Rakka´ya vali olarak tayin etti ve ona, Nasr b. Şebes´le savaşmasını emretti. Bunun sebebi şuydu: Rakka valisi Yahya b. Muaz vefat etmiş, vefat ederken yerine oğlu Ahmed´i halef olarak bırakmıştı. Ama Me´mun, bunu onaylamamıştı. Onun yerine, basiretli ve şehametli oluşu nedeniyle Abdullah b. Tahir´i atamış ve onu, Nasr b. Şebes´le savaşmaya teşvik etmişti. Abdullah´ın babası Tahir, Horasan´dan oğluna bir mektup göndererek iyiliği emretmesini, kötülüğü yasaklamasını, kitaba ve sünnete tabi olmasını emretmişti. İbn Cerir, bu mektupta yazılı olan ifadelerin tümünü nakletmiştir. İnsanlar bu mektupta anlatılan şey­leri birbirlerine nakletmişler, güzel bulmuşlar ve mektubun suretleri­ni birbirlerine hediye etmişlerdi. Nihayet Me´mun da bu durumdan haberdar olunca mektubun bir suretini temin ederek huzurunda okutmuş ve cidden güzel bulmuştu. Mektubun çoğaltılarak ülkenin diğer vilayetlerine de gönderilmesini emretmişti. ;

Bu senede Haremeyn valisi Ubeydullah b. Haşan, insanlara hac­cettirdi.

Bu senede "el-Mübteda" adlı kitabın sahibi Ebu Huzeyfe îshak b. Bişr el-Kahilî, Haccac b. Muhammed el-A´ver, "el-Akl" adlı kitabın müellifi Davud b. Muhbir, Sebbabe b. Suvar (ŞeJbabe), Muhadir b. Mevrid, "el-Müsselles fî´1-Lüga" adlı eserin sahibi Kütrat, Vehb b. Ce­rir ve İmam Ahmed b. Hanbel´in üstadı Yezid b. Harun vefat ettiler. [2]



Hicretin İkiyüzyedinci Senesi


Bu senede Abdurrahman b. Ahmed b. Abdullah b. Muhammed b. Ömer b. Ali b. Talih, Yemen´e bağlı Akh beldelerinde ortaya çıkarak insanları Âl-i Muhammed´den Rıza´ya bey´ata davet etti. Bunun sebe­bi de, oradaki valilerin kötü muamelede bulunmaları ve halka zul­metmeleriydi. Halk kendisine bey´at etti. Bunun üzerine Me´mun, Di­nar b. Abdullah komutasında büyük bir ordu gönderdi. Dinar b, Ab­dullah´ın yanında Abdurrahman için eman verildiğini bildiren bir mektup vardı. Şayet emir dinleyip itaat edecek olursa hâlifenin ona eman verdiği mektupta yazılıydı. Dinar b. Abdullah komutasındaki ordu, hac vazifelerini ifa ettikten sonra Yemen´e gittiler. Halifenin mektubunu Abdurrahman´a gönderdiler. O da emri dinleyip itaat etti ve gelip Dinar b. Abdullah´la el sıkıştı. Hepsi birlikte Bağdat´a gitti­ler. Oraya varınca Abdurrahman siyah elbiseler giyindi.

Bu senede Irak ve tüm Horasan´ın naibi Tahir b. Hüseyin b. Mus´ab vefat etti. Tahir, yatsı namazını kıldıktan sonra yatağına bürünmüş olarak ölü bulundu. Sabah namazına geciktiğim gören aile efradı durumdan şüphelendiler. Kardeşi ile amcası, onun bulunduğu odaya girdiler. Ölü olduğunu gördüler. Me´mun, onun ölümünü du­yunca: «Onu öldüren eller, bu haberi bize getiren ağız dert görmesin. Tahir´i bizden önce öldürüp bizi ondan sonraya bırakan Allah´a ham-dolsun.» dedi. Çünkü Me´mun onun bir gün hutbe irad ettiğini ve minberde Me´mun´a dua etmediğini duymuştu. Bununla birlikte oğlu Abdullah´ı babası Tahir´in yerine tayin etti ve ona ayrıca Cezire ve Şam valiliklerini de verdi.

Abdullah, Horasan´da, kendi adına kardeşi Talha´yı naib olarak görevlendirdi. O bu görevi, yedi sene sürdürdü. Bundan sonra Talha vefat edince, Abdullah o beldelerin tümünde tek başına hüküm sür­dü.

Bağdat´taki naibi İshak b. İbrahim idi. Bağdat ve Irak´ı Emin´in elinden alıp onu öldüren kişi, Tahir b. Hüseyin idi.

Bir gün Tahir, halife Me´mun´un huzuruna girdi. Bir dilekte bu­lundu. Me´mun da dileğini yerine getirdi. Sonra Me´mun, ona baktı ve gözleri buğulandı. Tahir ona: «Ey mü´minlerin emiri, seni ağlatan ne­dir » diye sorduysa da halife ağlayış sebebini bildirmedi. Bunun üze­rine Tahir, Hüseyin adındaki bir hizmetçiye 200.000 dirhem vererek halife Me´mun´un ağlayış sebebini anlamasını ve kendisine bildirme­sini istedi. O da bir ara bunu halifeye sorduğunda halife Me´mun, ni­çin ağladığını hizmetçi Hüseyin´e anlattı ve: «Sakın bunu kimseye bil­dirme. Yoksa seni öldürürüm! Ben, Tahir´in, kerdeşim Emin´i öldür­düğünü hatırladım. Kardeşim Emin´in ondan gördüğü hakaretleri anımsadım. Allah´a yemin ederim ki, Tahir elimden kurtulmayacak-tır!» dedi.

Tahir, halife Me´mun´un bu söylediklerini öğrenince, hilafet mer­kezinden uzaklaşmak için çaba sarfetti. Halife Me´mun´dan bu husus­ta ısrarla taleblerde bulundu. Nihayet Me´mun onu Horasan valiliği­ne atadı. Horasan´a giderken halife Me´mun onun yanma hizmetçile­rinden birini verdi ve hizmetçiye: «Eğer Tahir´de şüpheli bir durum görürsen onu zehirle!» dedi. Ayrıca hizmetçiye, içilmesi durumunda asla kurtulmaya imkan olmayan bir zehir verdi. Horasan´da iken Ta­hir bir hutbe irad ettiğinde halife Me´mun için dua etmeyince, hiz­metçi, iştah açıcı bir şuruba bu zehiri katıp Tahir´e içirdi ve Tahir ay­nı gecede öldü.

Sözünü ettiğimiz bu Tahir´e, "İki sağ elli ve tek gözlü" denilirdi.

Onunla ilgili olarak şair Amr b. Nebate şöyle demiştir:

«Ey iki sağ el ve tek göz sahibi!Bîr an1* nnlrRan hır- pi fn^ln » göz noksan, bir el fazla.»

Kendisi bir adama sol eliyle vurarak adamı ikiye yaranıştı. Bu ne­denle kendisine iki sağ elli denilmişti. Başka bir rivayete göre ise hem Irak hem de Horasan valiliğine atandığı için kendisine iki sağ el­li flenilmiştir. Âlîcenâb, övülen, şairleri seven, onlara bol armağanlar veren bir kimseydi.

Bir gün bir gemiye bindi. Bu durumla ilgili olarak şairin biri şöy­le dedi:

«Hüseyin´in oğlununun (Tahir´in) gemisine şaştım. Batmasın, nasıl batmasın ki, İki deniz var. Biri üstünde, biri de altında. Bundan daha da tuhafı; o geminin direkleridir. Tahir ona elini sürdüğü halde o direk nasıl olur da yaprak ver­mez »

Böyle demesi üzerine Tahir o şaire 3.000 dinar verdi ve: «Eğer bi­zi daha fazla övseydin sana daha fazla verirdik.» dedi.

İbn Hallikan dedi ki: Deniz yolculuğu yapan reislerden biri hak­kında şairin söylediği şu şiir ne kadar da güzeldir:

«Denize bindiğinde ben Allah´a yalvarıp dedim ki: Ey rüzgarları kendi lutfuyla estiren Allah;

Sen bu reisin elindeki cömertliği deniz dalgası gibi yaptın. Reisi koru ve denizin dalgasını onun eli gibi yap.»

Biyografisini anlatmakta olduğumuz Tahir b. Hüseyin, hicri 207. senenin cemaziyelahir ayının bitimine beş gün kala, cumartesi günü vefat etti. Hicretin 175. senesinde doğmuştu.

Halife Me´mun´un emri üzerine kadı Yahya b. Eksem, Rakka´da bulunan oğlu Abdullah´a giderek babasının vefatı nedeniyle başsağlı­ğı diledi ve o beldelere vali olarak atandığından ötürü kendisini teb­rik etti.

Bu senede Bağdat, Küfe ve Basra´da fiyatlar yükseldi. Öyle ki, bir ölçek buğdayın fiyatı kırk dirheme vardı.

Bu senede Me´mun´un kardeşi Ebu Ali b. Reşid, insanlara haccet­tirdi.

Bu senede Bişr b. Ömer ez-Zehranî, Cafer b. Avn, Abdüssanıed b-Abdülvaris, Kurad b. Nuh, Kesir b. Hişam, Muhammed b. Künase, Bağdat kadısı ve siyer, meğazi âlimi Muhammed b. Ömer el-Vakidî, Ebü´n-Nadr Haşim b. Kasım ve çeşitli eserlerin sahibi Heysem b. Adiyy gibi meşhur şahsiyetler vefat ettiler. [3]



Yahya B. Ziyad B. Abdullah B. Mansur


Ebu Zekeriya el-Kûfî. Bağdat´a yerleşmişti. Beni Sa´d kabilesinin azatlısıydı. Ferra lakabıyla meşhur olmuştu. Nahivcilerin, lügatçıla-nn ve kurraların şeyhi idi. Kendisine "Nahivde mü´minlerin emiri"

denilirdi.

Hazim b. Hasan el-Basrî tariki ile yaptığı bir rivayette, Enes b.

Malik´in şöyle dediğini nakletmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir, Ömer ve Osman, Fatiha süresin­deki (Maliki yevmiddiyni) cümlesinde bulunan "malik" kelimesini, "mim" harfini uzatarak okumuşlardır.» Bunu Hatib rivayet etmiş ve Ebu Zekeriya´mn sika ve imam olduğunu söylemiştir.

Yine Hatib´in anlattığına göre halife Me´mun, Ebu Zekeriya´ya bir nahiv kitabını yazmasını emretmiş, o da bu kitabı yazmış. Bütün in­sanlar bu kitabını çoğaltarak birbirlerine aktarmışlar, Me´mun da onun bu kitaplarının hazinelere konmasını emretmişti. Ayrıca ondan, kendisinden sonraki dönem için veliahtları olan iki oğlunu eğitmesini

istemişti.

Ebu Zekeriya, bir gün ayağa kalktığında, Me´mun´un iki oğlu he­men ileriye atılmışlar ve hocalarının ayakkabılarını Önüne koymak için birbirleriyle yarışmışlar ve çekişmişlerdi. Sonra her biri onun bir ayakkabısını getirip önüne koymak üzere anlaşmışlardı. Babaları da, bu anlaşmaları ve hocalarına gösterdikleri saygıları nedeniyle onlara 20.000, Ebu Zekeriya Ferra´ya da 10.000 dirhem vermiş ve ona şöyle

demişti:

«Senden daha şerefli bir kimse yoktur. Çünkü ayakkabılarını, ha­lifenin oğulları ve kendisinden sonraki dönemin veliahtları önüne bı­rakıyorlar.»

Bişr el-Merisî ya da Muhammed b. Hasan, Ferra´ya şöyle bir soru

sormuştu:

«- Sehiv secdesi yapmakta olan bir adamın im secdelerden birin­de yanılması durumunda ne yapması gerekir - Bir şey yapması gerekmez.

-Neden

- Zira arkadaşlarımız demişler ki: "Küçültülmüş olan daha da

küçültülmez."

- Anaların senin gibisini doğurduğunu görmedim.»

Meşhur rivayete göre ona bu soruyu soran kişi Muhammed b. Ha-san´dır. Çünkü o, Ferra´nm teyzesinin oğluydu.

Ebu Bekir b. Muhammed b. Muhammed b. Yahya es-Solî´nin ifa­desine göre Ferra, hicretin 207. senesinde vefat etmiştir.

Hatib Bağdadî, «O, Bağdat´ta vefat etti.» demiştir. Mekke yolun-

da vefat ettiğine dair zayıf bir rivayet de vardır.

Âlimler, eserleri sebebiyle onu methetmiş ve ona layık olduğu Öv­güleri yağdırmışlardır. [4]



Hicretin İkiyüzsekizincî Senesi


Bu senede Tahir´in kardeşi Hasan b. Hüseyin b. Mus´ab, Hora­san´dan kaçarak Kirman´a gitti ve orada isyan etti. Ahmed b. Ebi Ha-lid, onun üzerine gitti ve onu kuşatma altına aldı. Nihayet o da mec­bur kalarak teslim oldu. Me´mun´un huzuruna götürüldü. Me´mun kendisini affetti. Me´mun´un bu âlicenâblığı hoş karşılandı.

Bu senede Muhammed b. Semma´a, halifeden, kadılıktan affını istedi. Me´mun da onu bu görevden affedip yerine İsmail b. Hammad b. Hanife´yi tayin etti.

Me´mun, bu senenin muharrem ayında, Muhammed b. Abdurrah-man el-Mahzumî´yi, Mehdi garnizonunun kadılığına tayin etti. Fakat kısa bir süre sonra onu bu görevden aldı ve rebiyülevvel ayında Bişr b. Said b. Velid el-Kindî´yi atadı. Mahzunıî, bu konuda şöyle bir şiir söylemiştir:

«Ey Rabbini birleyen hükümdar, Senin kadılığım yapacak olan, Bişr b. Velid, eşektir. Kitabın ve sünnetin emirlerine uyan kimsenin şehidliğini reddet­mektedir.

Ama o, vücuduyla bütün ülkeyi kuşatan bir şeyh olduğunu söyle­yen kimsenin adil şahid olduğunu kabul etmektedir.»

Bu senede kardeşi Me´mun´un emri üzerine Salih b. Harun Reşid, insanlara haccettirdi.

Bu senede Esved b. Amir, Said b. Amir, hadis âlimlerinden Ab­dullah b. Bekr, Hacib Fadl b. er-Rebi1, Muhammed b. Mus´ab, Musa b. Muhammed el-Emin gibi meşhur şahsiyetler vefat ettiler.

Muhammed el-Emin, Musa´yı kendisinden sonraki dönem için ve­liaht olarak tayin etmiş ve onu "Hakkı söyleyen" lakabıyla lakaplan-dırmıştı. Ama Musa, halifeliğe geçemedi. Nihayet babası Muhammed el-Emin öldürüldü ve Önceki sayfalarda anlattığımız hadiseler cere­yan etti.

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetler arasında ayrıca Yahya b. Ebu Bekir, Yahya b. Hassan, Yakub b. İbrahim ez-Zührî ve Yunus b. Muhammed el-Müeddeb de vardır. [5]



Seyyide Nefise´nin Vefatı


Nefise binti Ebi Muhammed el-Hasan b. Zeyd b. Hasan b. Ali b. gbi Talib el-Kuraşiye el-Haşimiye. Babası, halife Mansur tarafından Medine valiliğine atanmış ve bu görevi beş yıl süreyle devam ettir­mişti. Sonra Mansur, ona gazaplanarak bu görevden almış ve sahip olduğu, biriktirdiği bütün mallan elinden alıp onu Bağdat´ta zindana

atmıştı.

Mansur´un ölümüne kadar zindanda kalmış, Mehdi halifeliğe ge­çince onu serbest bırakmış ve elinden alınan bütün mallarım kendisi­ne iade etmişti. Sonra hicretin 168. senesinde onunla birlikte hacca gitmişti. Hicir´de iken seksenbeş yaşında vefat etmişti.

Neseî, onun tariki ile İbn Abbas´tan şu hadisi rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), ihramlı iken hacamat yaptırdı.»

Ancak İbn Maîn ile İbn Adiy, onun zayıf ravilerden olduğunu ifa­de etmişlerdir. İbn Hibban ise, onu sika raviler arasında saymıştır. Zübeyr b. Bekkar da ondan söz etmiş, reisliği ve şehameti hususunda onu övmüştür.

Hülasa olarak diyeceğimiz şudur:

Ebu Muhammed Hasan b. Zeyd´in kızı Nefise, kocası Mü´temen İshak b. Cafer´le birlikte Mısır´a gitmiş ve orada ikamete başlamıştı. Servet sahibi idi. İnsanlara, cüzzamhlara, kötürümlere, hastalara ve hülasa herkese iyilikte bulunmuştu. Abide, zahide ve çok hayır yapan bir hatundu.

İmam Şafiî Mısır´a geldiğinde, Nefise ona da ihsanda bulunmuş­tu. Ramazan ayında çoğu kez onun arkasında namaz kılardı. İmam Şafiî vefat edince, Nefise, onun cenazesinin evine getirilmesini iste­miş, cenaze onun evine getirilmiş ve orada üzerine namaz kılmıştı. Kendisi vefat edince kocası İshak b. Cafer onu Peygember şehri Medi­ne´ye götürmek istemiş, ancak Mısırlılar onun bu isteğine engel ol­muşlar ve Nefise´nin Mısır´da, yanlarında defnedilmesini istemişler­di. Eskiden beri Mısır ile Kahire arasında Derbü´s-Siba´ denilen ve kendisinin yaşadığı mahalledeki evine defnedildi. İbn Hallikan´ın an­lattığına göre Seyyide Nefise, hicretin 208. senesinin ramazan ayında vefat etmiştir. Mısır halkı onun, keramet sahibi bir hatun olduğuna inanmıştı.

Ben derim ki: Şu ana kadar halk, Seyyide Nefise ve diğerleri hak­kında cidden çok yanlış itikatlara sahip olmuşlardır. Özellikle Mısır halkı, Seyyide Nefise hakkında insanı küfre ve şirke kadar götürecek Çirkin ibareler kullanmışlardır. Aslında bu tür ibareleri kullanması­nın caiz olmadığını bilmeleri gerekir.

Bazıları da Seyyide Nefise´nin Zeynelabidin sülalesinden olduğu-

nu iddia etmişlerdir; ama onun sülalesinden değildir. Onun hakkında inanılması gereken şey, diğer saliha hatunlar hakkında inanılması gereken şey olmalıdır. Zâten putperestlerin putlara tapmalarının as­lı, mezarlar ve mazarlarda yatan kimseler hakkında abartılı ve asıl­sız inançlara sahip ulamalarıdır. Peygamber (s.a.v.), mezarların yerle bir edilip dümdüz hale getirilmesini emretmiştir. İnsanların olağa­nüstü güçlere sahip olduklarına inanıp abartılı ifadeler kullanmak haramdır. Allah´ın iradesi dışında insanın bir başkasına fayda veya zarar verdiğine inanmak şirktir. Bu inanca sahip olan kimse müşrik­tir. Allah Seyyide Nefîse´ye rahmet etsin. Makamını yüce kılsın. [6]



Fadl B. Er-Rebi


Fadl b. er-Rebi1 b. Yunus b. Muhammed b. Abdullah b. Ebi Ferve Keysan. Keysan, Hz. Osman´ın azatlısıydı. Biyografisini anlatmakta olduğumuz Fadl, Harun Reşid nezdinde itibar sahibi bir kimse idi. Bermekilerin iktidarına son veren kişi Fadl´dır. Bir müddet Harun Reşid´e vezirlik de yaptı. Bermekilere çok benzerdi. Onlar da ona çok benzerlerdi. Onları yıkmaya çok çalıştı. Nihayet, önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi Bermekiler helak oldular.

İbn Hallikan´ın anlattığına göre Fadl b. er-Rebi´, bir gün Yahya b. Halid´in yanına gitmişti Yahya´nın oğlu Cafer, babasının önünde ev­raklara imza atıyordu. Fadl´m elinde ise on mesele vardı. Bunlardan hiçbirini çözümleyemediler. Fadl, bu meseleleri ihtiva eden kağıtları toplayıp şöyle dedi: «Ziyan ve hüsranda kalarak geri dönün.» Böyle dedikten sonra meclislerinden kalkıp şu şiiri okudu:

«Olur, olur ki zaman bir gün yularını gevşetir, İşler başka işlere dönüşür, zamanın ayağı sürçer. Biz ihtiyaçları gideririz. Gönüilerdeki kin ateşleri diner. İşlerden sonra başka işler ortaya çıkar.»

Vezir Yahya b. Halid, Fadl´m böyle dediğini işitince ona: «Sana yemin verdiriyorum, yanıma geri gel» dedi. Elindeki kağıtları alıp im­zaladı. Daha sonra Fadl onların kuyusunu kazmaya başladı, nihayet onların iktidarlarına son verdi. Yerlerine vezirliğe geçti. Şair Ebu Nüvas bu hususta şöyle demişti:

«Zaman, Bermek ailesinin hukukuna riayet etmedi. Onların i darlarına feci şekilde son verdi.

Bir zaman ki, Yahya´nın hukukuna riayet edilemedi; Rebi´ ailesinin hukukuna da riayet etmemişti.»

Fadl, Harun Reşid´den sonra onun oğlu Emin´in de vezirliğini aptı. Me´mun Bağdat´a girdiğinde Fadl gizlendi. Me´mun ona eman verdiğini bildiren mektubunu kendisine gönderince ortaya çıktı. Ge­lip Me´mun´un huzuruna çıktı. Me´mun ona eman verdi. Sonra da bu senede vefat edinceye kadar gözden düşmüş olarak yaşadı. Vefatı sı­rasında altmışsekiz yaşındaydı. [7]



Hicretin İkiyüzdokuzuncu Senesi


Bu senede Abdullah b. Tahir, kendisiyle beş sene müddetle savaş­tıktan sonra Nasr b. Şebes´i kuşatma altına aldı. Onu cidden zor du­ruma soktu. Nihayet o da boyun eğip Abdullah´tan eman diledi. Ab­dullah, bu durumu bir mektupla Me´mun´a bildirdi. Me´mun ona gön­derdiği cevabi mektubunda Nasr b. Şebes´e eman verdiğini bildirdi. O da Me´mun´un bu emri üzerine Abdullah´a bir eman mektubu yazdı. Abdullah´ta içinde kendini koruma altına aldığı- şehrin tahrip edilme­sini, kendi eskerlerine emretti. Böylece Abdullah tehlikesi ortadan kaldırılmış oldu.

Bu senede Babek el-Hürremî ile savaşlar cereyan etti. Babek, ön­cü askerlerin başındaki İslâm komutanlarından birini esir aldı. Bu olay, Müslümanların çok ağrına gitti.

Bu senede Mekke valisi Salih b. Abbas b. Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas insanlara haccettirdi.

Bu senede Bizans imparatoru Mihail b. Nikoforos öldü. Mihail, otuz yıl müddetle imparatorluk yapmıştı. Ölümünden sonra Bizanslı­lar onun oğlu Tofîl b. Mihail´i başlarına imparator yaptılar.

Bu senede hadis üstadlarmdan Hasan b. Musa el-Eşyeb, Ebu Ali el-Hanefî, Nişabur kadısı Hafs b. Abdullah, Osman b. Ömer b. Faris ve Ya´lâ b. Ubeyd et-Tenafüsî vefat ettiler. [8]



Hicretin İkiyüzonuncu Senesi


Bu senenin safer ayında Nasr b. Şebes, Bağdat´a girdi. Onu Ab­dullah b. Tahir göndermişti. Hiçbir askerle karşılaşmadı. Yalnız başı­na şehire girdi ve Ebu Cafer sarayına yerleşti. Sonra başka bir yere intikal etti.

Bu senede Me´mun, İbrahim b. Mehdi´ye bey´at etmiş olan önde gelen şahsiyetlerden bir topluluğu ele geçirdi. Onlara işkence yaptı ve müebbet hapse mahkum etti.

Bu senenin rebiyülahir ayının 13´ünde pazar gecesi İbrahim b. Mehdi, altı yıl ve birkaç aylık süreden beri gizlenmekte olduğu evden, kadın kılığına bürünerek kaçtı, Yanına iki hatunu aldı. Gece vakti Bağdat sokaklarından birinden geçerken bekçinin biri onları yakala­yıp: «Gecenin bu saatinde nereden geliyor ve nereye gidiyorsunuz » diye sordu. Sonra onları tutuklamak isteyince İbrahim elindeki yakut yüzüğü ona verdi. Bekçi, yüzüğe bakınca durumlarından şüphelendi ve: «Bu yüzük, şanı yüce bir adamın olmalıdır.» dedi. Onları alıp gece nöbetçi amirine götürdü. Nöbetçi amiri, yüzlerini açmalarını emre­dince İbrahim açmak istemedi. Ancak zorla açtıklarında, İbrahim ol­duğunu gördüler ve onu köprü mıntıkasının amirine teslim ettiler. O da onu bir üst amire gönderip Me´mun´un sarayına yetiştirdi.

İbrahim hilafet sarayında; halk kendisini bu şekilde görsün ve nasıl yakalandığını anlasınlar diye peçesi başında, çarşafi da üstünde olarak bekletildi. Me´mun, İbrahim´in bir süre nöbetçi nezaretinde tu­tulmasını emretti. Sonra onu serbest bıraktı ve ondan razı oldu. Şunu da belirtelim ki, İbrahim yüzünden zindana atılan bir grup insan, gardiyanları öldürmek teşebbüsünde bulunduklarından ötürü sorgu­landılar ve bunlardan dördü idam edildi.

Anlatıldığına göre İbrahim, kardeşi oğlu Me´mun´un huzuruna girdiğinde halife Me´mun kendisini bu yaptıklarından Ötürü azarla­mıştı. İbrahim ise ondan merhamet dilemiş, kendisini açındırarak şöyle demişti:

- Ey mü´minlerin emin, eğer beni cezalandıracak olursan bu se­nin hakkınoV, ama affedecek olursan bu da senin lutfun olur.

- Aksine seni affedeceğim, ey İbrahim! Çünkü muktedir olmak, tedbir almayı gereksiz hale getirir. Pişman olmak da tevbe etmek de-

mektir. Bu ikisinin arasında, Aziz ve Celil olan Allah´ın affı vardır ki, o da senin istediğinden çok daha büyük şeydir.

Me´mun´un bu sözü üzerine İbrahim tekbir alarak, Aziz ve Celil olan Allah´a bir şükran ifadesi olarak secdeye kapandı.

İbrahim b. Mehdi, kardeşi oğlu Me´mun´a çok tesirli ve abartılı ifadeler içeren bir kaside okuyarak övgüde bulunmuş, Me´mun onun bu övgüsünü dinleyince şöyle cevap vermişti: Ben, Hz. Yusuf un ken­di kardeşlerine söylediği şu sözü söylüyorum: «Bugün siz azarlanacak değilsiniz. Allah sizi bağışlar. O, merhametlilerin merhametli si dır.»

İbn Asakir´in anlattığına göre halife Me´mun, amcası İbrahim´i affedince, onu zengin kılacak kadar malın kendisine verilmesini em­retmişti. İbrahim de: «Ben malı terkettim.» demiş; Me´mun, illa da al­masını emredince o, bir değneği alıp kucağına koymuş ve şöyle de­mişti:

«Bu durum, bir sevinç durumu ve makamıdır. Evleri barkları ha­rap olasıca düşmanlarım, yalanlar uydurarak beni halife katında jur-nallediler. Emirim de beni cezalandırdı.»

Sonra sözünü şu şiiri okuyarak devam ettirdi:

«Dünyadan gider oldum. Gözlerimi kaybettim.

Zaman beni eğip büktü. Gözlerimi de benden alıp götürdü. . Eğer ben ağlayacak olursam kıymetli bir şahsiyete ağlarını.

Eğer onu tahkir edecek olursam, kinimden ötürü tahkir etmiş olurum.

Ben her ne kadar gözlerime kötülük yaptıysam da,

Ben Rabbime kesin olarak inanıyorum ve ona hüsn-ü zan besliyo­rum.

Nefsime düşmanlık ettim ama o beni affetti.

Affederek bize lütuf üstüne lutufta bulundu.»

Me´mun ona: «Gerçekten güzel söyledin.» dedi. İbrahim, kucağın­daki değneği attı ve bu söylediklerinden ötürü korkup ayağa fırlaya­rak yerinden kalktı.

Me´mun ise: «Sakin ol, yerinde otur. Sana hoş geldin, safalar ge­tirdin, diyorum. Bu sözlerim korkmana sebep olmamalıdır. Allah´a yemin ederim ki, halifeliğim süresince korkacak hiçbir şeyle karşılaş­mayacaksın.» dedi. Amcası İbrahim´e 10.000 dinar verilmesini emret­ti ve ona bir kaftan giydirdi. Sonra da elinden alınan bütün malları-nı*ı, çiftliklerinin, evlerinin kendisine iade edilmesini emretti. Böyle­ce ibrahim, halife Me´mun´un yanından, saygı görmüş ve ağırlanmış olarak çıktı. [9]



Me´mun´un Boranla Gerdeğe Girmesi


Bu senenin ramazan ayında Me´mun, Hasan b. Sehl´in kızı Boran ile gerdeğe girdi. Anlatıldığına göre Me´mun, Hasan b. Sehl´in hasta­lıktan kurtulup iyileşmesi üzerine, bu senenin ramazan ayında, onun Femü´s-Sulh mıntıkasında bulunan kışlasına gitmişti. Me´mun, mai­yetindeki emir, reis ve Haşimilerin ileri gelenleri ile birlikte Hasan´a konuk oldu. Bu senenin şevval ayında bir gece Boranla gerdeğe girdi. Huzurunda anber mumları yakıldı. Boran´m başı üzerine inci ve mü­cevherler saçıldı. Bu inci ve mücevherler, kızıl altından örülme bir hasır içerisinde etrafa savuruldu. Bu hasırdaki incilerin sayısı bin idi. Me´mun, bu saçılan incilerin toplanıp altın bir tepsiye konulması­nı emretti. Oradakiler: «Ey mü´minlerin emiri; biz, cariyeler yerden toplasmlar diye bu incileri saçtık.» dedilerse de Me´mun: «Hayır, bun­ların yerine cariyelere ben kendim birşeyler veririm.» dedi ve etrafa saçılan incilerin tümünü toplattı.

Gelin Boran, ninesi Zübeyde (yani Me´mun´un kardeşi Emin´in annesi) ile geldi ve Me´mun´un yanıbaşına oturdu. Me´mun da bu inci ve mücevherleri Boran´ın eteğine döktü ve: «Bu benim sana bahşişim-dir. Dile benden ne dilersen.» dedi. Boran, utanarak başını önüne eğ­di. Ninesi Zübeyde ona dedi ki:

- Efendinle konuş ve dileğini ona söyle. Çünkü dileğini söylemeni o sana emretti.

Boran, Me´mun´a şöyle dedi:

- Ey mü´minlerin emiri, amcam İbrahim b. Mehdi´yi affetmeni ve ondan razı olup onu tekrar eski makamına iade etmeni istiyorum.

- Olur.

- Ümmü Cafer´i (Zübeyde´yi) hacca gitmesi için serbest bırak.

- Olur.

Boran´m bu şefaati üzerine Ümmü Cafer (Zübeyde) Boran´a bir emirlik hil´ati giydirdi ve ona büyük bir köy bağışladı.

Boran´ın babası Hasan b. Sehl´e gelince; o da köylerinin, çiftlikle­rinin ve emlakinin adlarını kağıt parçaları üzerine yazarak bu kağıt­ları oradaki insanların üzerine saçtı. Her kim bu kağıtlardan birini ele geçirdiyse Hasan b. Sehl onu oradaki kahyalarına gönderdi ve o köy, çiftlik veya mülkü o adama teslim etti.

Hasan b. Sehl, Me´mun ve maiyetindeki askerlerin yanında ika­met ettikleri onyedi günlük süre içinde 50.000.000 dirhem kadar har­camada bulundu.

Me´mun, ayrılıp gitmek istediğinde, kendisine 10.000.000 dirhem verdi. Konuk olduğu beldeyi de ona ikta´ olarak verdi. Oraya Femü´s-Sulh mıntıkası deniliyordu. Burayı daha önce sahip olduğu ikta´ ara-

zilerine ek olarak Hasan b. Sehl´e verdikten sonra, bu senenin şevval ayının sonlarına doğru Bağdat´a döndü.

Bu senede Abdullah b. Tahir, Mısır´a gitti. Orayı Me´mun´un emri üzerine asi ve mütegallibeden Ubeydullah b. Sırri b. Hakem´in elin­den kurtardı. Aralarında geçen uzun muharebelerden sonra orayı tekrar eski haline döndürdü.

Bu senede meşhur şahsiyetlerden lügatçı Ebu Amr eş-Şeybanî (İshak b. Murad), Mervan b. Muhammed et-Tatarî ve Yahya b. İshak vefat ettiler. Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [10]



Hicretin İkiyüzonbirînci Senesi


Bu senede Ebü´l-Cevab, Talk b. Ganem, "Musannaf ve "Müsned" isimli eserlerin sahibi Abdürrezzak b. Hemmam es-San´anî ile Abdul­lah b. Salih el-İclî vefat ettiler. [11]



Meşhur Şair Ebü´l-Atahiye


Bu zatın asıl adı şöyledir: İsmail b. Kasım b. Süveyd b. Keysan. Hicaz asıllıdır. Mehdi´nin Utbe adındaki bir cireyesine aşık olmuş ve onu Mehdi´den defalarca istemişti. Mehdi cariyeyi ona vermeye razı olunca bu defa cariye ona gitmeyip halifeye: «Beni çömlek satan çir­kin bir adama mı veriyorsun » demişti. Ebü´l-Atahiye, Utbe adındaki o cariyeye aşık olmuştu. Aşkı dillere destan olmuştu. Mehdi de onun bu durumunu anlamıştı.

Bir zaman Mehdi, şairleri meclisine çağırmıştı. Gelen şairler ara­sında Ebü´l-Atahiye ile a´ma bir kişi olan Beşşar b. Bürd de vardı. Beşşar, Ebü´l-Atahiye´nin sesini duyunca yanında oturan arkadaşına; «Ebü´l-Atahiye burada mı » diye sordu. Arkadaşı da «Evet» diye cevap verdi. Bunun üzerine Ebü´l-Atahiye şu beyitle başlayan kasidesini okumaya başladı:

«Benim hanımefendimde neler var neler! O nazlandı, nazlanması onu güzelleştirdi.»

Beşşar, arkadaşına: «Bundan daha cesaretli birini görmedim.» de­di. Nihayet Ebü´l-Atahiye, kasidesinin şu kısmına geldi:

«Halifelik teslim olup ona geldi, eteklerini yerden sürüdü. Halifelik ancak ona yaraşır. O da ancak halifeliğe yaraşır.

Eğer ondan başkası halifeliğe yönelseydi, Yer şiddetle sarsılırdı.

Eğer kalplerin banileri ona itaat etmezlerse, Cenâb-ı Allah onun amellerini kabul etmez.»

Beşşar, yanıbaşmda oturmakta olan arkadaşına: «Bakın hele; ha­life, minderinden uçtu mu uçmadı mı » diye sordu. Arkadaşı da: «Al­lah´a yemin ederim ki, o gün şairlerden Ebü´l-Atahiye dışında hiçbiri­ne ödül verilmedi.» dedi.

İbn Hallikan dedi ki: «Ebü´l-Atahiye ile Ebu Nüvas bir araya gel­diler. İkisi de aynı tabakadaki şairlerdendi. Ebü´l-Atahiye, Ebu Nu-vas´a şöyle sordu:

- Günde ne kadar şiir yazabiliyorsun

- Bir ya da iki beyit.

- Ama ben günde 100-200 beyit yazabiliyorum.

- Demek ki, sen de şu sözünde anlattığın gibi çalışıyorsun:

"Ey Utbe, bana ve sana ne olmuş ki Ben kim, sen kim Keşke seni görmemiş olsaydım."

Eğer ben de böyle çalışmış olsaydım, günde 1.000-2.000 beyit ya­zardım. Ama ben şu aşağıdaki sözümde anlattığım gibi çalışıyorum:

"Erkek kılığındaki ateşlinin elinden ah!..

Onun iki seveni vardır: Biri homoseksüel biri zinakar!.

Eğer sen de benim gibi yapmak isteseydin, zaman seni aciz bıra­kırdı."»

İbn Hallikan dedi ki: «Ebü´l-Atahiye´nin güzel ve letafetli şiirle­rinden biri de şudur:

"Sana öyle meftun oldum ki, aşırı aşkımdan ötürü;

Yanımdaki kişi bana yaklaştığında, elbisemdeki aşk kokusunu hissedebiliyor."»

Ebü´l-Atahiye, hicretin 130. senesinde doğmuştu. Hicretin 211-(veya 213.) senesinin cemaziyelahir ayının üçüncü pazartesi günü ve­fat etti. Bağdat´taki mezarı taşına şu beytin yazılmasını vasiyet etti:

«Bir hayat ki, sonu ölüm oluyor;

O hayat insanı çabucak kederlendirir.» [12]



Hicretin Îkiyüzonikincî Senesi


Bu senede halife Me´nıun, Azerbaycan diyarındaki Babek el-Hür-remî ile savaşması için Muhammed b. Hamid et-Tusî´yi Musul yolun­dan gönderdi. O da gidip Babek´in etrafındakilerden bazılarını yaka­layıp Me´mun´a gönderdi.

Me´mun, bu senenin rebiyülevvel ayında insanlara, birbirini bas­tıracak kadar çirkin iki bid´at çıkardı. Bunlardan biri Kur´ân´ın mah­luk olduğuna, diğeri de Hz. Ali´nin Rasûlullah´tan sonra insanların en faziletlisi olduğuna dair iddia idi. Me´mun, bu iddiaların her iki­sinde de fahiş şekilde büyük bir yanılgıya düşmüş ve çok büyük gü­nah işlemişti.

Bu senede Abdullah b. Ubeydullah b. Abbas el-Abbasî, insanlara

haccettirdi.

Bu senede kendisine "Sünnetin aslanı" denilen Esed b. Musa, Ha­san b. Cafer, asıl adı Dahhak b. Muhalled olan Ebu Asım en-Nebil, Ebü´l-Muğire Abdülkuddüs b. Haccac eş-Şami ed-Dımışkî ve Buha-rî´nin şeyhi Muhammed b. Yunus el-Feryabî vefat ettiler. [13]



Hicretin İkiyüzonüçüncü Senesi


Bu senede Abdüsselam ve İbn Celis adında iki kişi isyan ettiler. Me´mun´un halifeliğini tanımadılar ve Mısır´ı istila ettiler. Kays ve Yemen kabilelerinden bir grup insan da bunlara tabi oldular.

Me´mun, kardeşi Ebu İshak´ı Şam valiliğine, oğlu Abbas´ı Cezire, sınır boyları ve o mıntıka!ardaki merkezlerin valiliğine atadı. Bunlar­dan her biri ile Abdullah b. Tahir´e, 1.500.000 dinar verdi. O günkü kadar fazla bağışta bulunduğu hiç görülmemişti. Me´mun, bu senede Sind valiliğine de Hassan b. Abbad´ı tayin etti. Bu sene de insanlara geçen senenin hac emiri haccettirdi.

Bu senede Abdullah b. Davud el-Cerinî, Abdullah b. Yezid el-Mukri el-Mısrî, Abdullah b. Musa el-Absî, Amr b. Ebi Seleme ed-Dı­mışkî gibi meşhur şahsiyetler vefat ettiler.

İbn Hallikan´m anlattığına göre bazı kimseler demişler ki: Bu se­nede ayrıca nedimlerden İbrahim b. Mahan el-Musılî, Ebü´l-Atahiye, nahivci Ebu Amr eş-Şeybanî aynı günde Bağdat´ta vefat etmişlerdir. Ama İbn Hallikan´ın ifadesine göre sahih olan rivayet şudur ki, ne­dimlerden İbrahim, hicretin 198. senesinde vefat etmiştir.

Süheylî dedi ki: İbn İshak´tan siret rivayet eden Abdülmelik b. Hişam da bu senede vefat etmiştir. Sahih rivayete göre o, hicretin 218. senesinde vefat etmiştir ki, "Tarihu Mısır" adlı eserde Ebu Said b- Yunus da bunu kafi bir dille ifade etmiştir. [14]



Şair Akuk


Ebü´I-Hasan b. Ali b. Cebele el-Horasanî. Akuk lakabı ile lakap-lanmıştı. Mevalidendi. A´ma olarak doğdu. Başka bir rivayette anla­tıldığına göre yedi yaşında iken çiçek hastalığına yakalanması netice­sinde gözlerini kaybetmiştir. Siyah tenli ve alaca renkli idi. Meşhur şairlerdendi. Fesahat ve belagat sahibi idi.

Ölümünden sonra Cahiz onu bir şiirinde övmüş ve: «Ondan daha güzel ifadeli, ne bir bedevi ne de bir kentli gördüm.» demiştir.

"Babam sana feda olsun, ey beni gizlice ziyaret eden kişi; Herşeyden ürkerek ve korkarak sakınan kişi. Sen beni ziyaret ettin ama güzelliğin seni ele verdi. Doğan dolunayı gece karanlığı nasıl gizleyebilir Sessizliği ve tenhalığı gözetledi, nihayet bu ortamı buldu. Geceleyin oturup konuşanların uyumalarını bekledi. Ziyaretinde korkulu hallere maruz kaldı. Sonra selam verir vermez geri döndü."

Akuk, Ebu Dülef Kasım b. İsa el-İclî hakkında da şöyle demişti:

«Dünya ancak Ebu Dülef tir. Onun gazaya gidişi ile ikameti ara­sında;

Ebu Dülef arkasını dönüp gidince, Dünya da onun peşine takılıp gider. Yeryüzündeki bedevi ve kentli Arapların tümü, Onun cömertliğinden nasibdar olmayı umarlar. Övüneceği günde ona gelirler.»

Akuk bu beyitlere geldiğinde -ki bu çok uzun bir kaside idi- şair Ebu Nüvas´a taşlamada bulundu. Bunun üzerine Me´mun onu yaka­latmak istedi. Fakat o saraydan kaçıp gitti. Daha sonra yakalanıp Me´mun´un huzuruna getirilince Me´mun ona şöyle dedi:

- Yazıklar olsun sana, Kasım b. İsa´yı (Ebu Dülef i) bizden daha üstün görüyordun.

- Ey müminlerin emiri! Siz, Cenâb-ı Allah´ın kulları arasında seçtiği ve kendilerine büyük bir mülk verdiği bir ailedensiniz. Ben Kasım b. İsa´yı ancak kendi emsallerine ve akranlarına nisbetle üs­tün saydım.

- Allah´a yemin ederim ki, sen; "Yeryüzündeki bütün kentli ve be­devi Araplar..." derken herkesi kasdetmiş oldun. Bununla beraber ben bu şiirinden Ötürü senin Öldürülmeni helal görmüyorum. Fakat

-u zelil kul hakkında söylediğin şiirindeki şirkin ve küfrün nedeniyle genin öldürülmeni helal sayıyorum:

"Sen o kimsesin ki, günler onun menziline inerler. Sen o kimsesin ki, zamanı halden hale döndürürsün. Bir kimseye bakışını uzattığında; Mutlaka onun rızık ve eceline hüküm verirsin."

Bak işte; bu senin dediğin işleri ancak Allah yapar!*

Bundan sonra Akuk´ün dilini çıkarıp çektiler. O da bu yüzden bu

senede öldü.

O, Hamid b. Abdülhamid et-Tusî´yi şu şiirinde Övmüştü:

«Dünya ancak Hamid´dir, Hamid´ten ibadettir. Onun lutufları or­tada durmaktadır.

Hamid bu dünyadan göçüp gittikten sonra artık biz de dünyaya "Selam sana deriz."»

Hamid ölünce Ebü´l-Atahiye de şu şiiriyle ona ağıt yakmıştı:

«Ey Ebu Ganim (Hamid), senin saçtığın nimetler çok ve geniştir. Mezarının etrafı da sağlam ve mamurdur. Bedeni içinde yıkılıp çürüdükten sonra, Mezarının mamurluğu ölüye fayda vermez.»

İbn Hallikan, biyografisini anlatmakta olduğumuz Akuk´un çok güzel şiirlerini nakletmiştir, ama biz konuyu kısa tutmak için o şiirle­ri buraya almadık. [15]



Hicretin İkiyüzondördüncü Senesi


Bu senenin rebiyülevvel ayının bitimine beş gün kala cumartesi günü Muhammed b. Hamid ile mel´un Babek el-Hürremî karşılaştılar ve savaşa tutuştular. Hürremî, Muhammed b. Hamid´i ve askerlerin­den birçoğuru öldürdü. Muhammed b. Hamid´in geride kalan askerle­ri bozguna uğradılar. Me´mun, İshak b. İbrahim ve Yahya b. Eksem´i, Abdullah b. Tahir´e gönderdi. Bunlar ona; Horasan, Cibal, Azerbay­can, Ermeniye valiliklerinden birini ve Babek´le savaşma işini üstlen­meyi tercih etmesini söyledi. O da fazlaca disipline ihtiyacı olduğun­dan ve Haricilerin ortaya çıkmalarından korktuğundan ötürü Hora­san´da kalmayı tercih etti.

Bu senede Ebu İshak b. Reşid, Mısır´a gitti ve orayı Abdüsselam ile İbn Celis´in ellerinden alıp ikisini öldürdü.

Bu senede Bilal ed-Dababî adında bir adam ortaya çıkıp isyan ha­reketi başlattı. Me´mun da onun üzerine oğlu Abbas´ı bir grup komu­tanla gönderdi. Bunlar Bilal´ı öldürdüler ve Bağdat´a döndüler.

Bu senede Me´mun, Ali b. Hişam´ı Cebel, Kum, İsfahan ve Aze-baycan valiliğine atadı.

Bu senede İshak b. Abbas b. Muharomed b. Ali b. Abdullah b. Ab-bas insanlara haccettirdi.

Bu senede Ahmed b. Halid el-Mevhibî vefat etti. [16]


Ahmet B. Yusuf B. Kasım B. Sabih


Künyesi Ebu Cafer´di. Katiplik yapardı. Me´mun´un yazışmalar divanı müdürlüğünü yaptı. İbn Asakir, bu zatın biyografisini naklet­miş ve şiirlerinden bazılarını bizlere aktarmıştır:

«Kişi kendisinden sadır olmayan bir çaba sarfetmeksizin de rızık-lanır.

Ama çok zeki, dahi ve çalışkan kimse de bazen nzıktan mahrum kalır.

Hangi gün bana zenginlik veya yoksulluk gelmiş ise, mutlaka ona karşı ben, elhamdülillah demişimdir.»

«Bir şeye evet dersen o şeyi tamamla.

Çünkü evet demek, hür kimsenin ödemesi vacib olan bir borçtur. Eğer yapmayacaksan hayır de ve böylece kurtul ki, insanlar se­nin yalancı olduğunu söylemesinler.»

«Kişi sırrını kendi diliyle açığa vurur;

Bu yüzden başkası da onu kınarsa o ahmaktır.

Kişi kendi sırrını saklamayıp sıkıntı duyarsa,

Sırrını aktaracağı kişinin kalbi daha da dardır. O da bu sırrı baş­kasına açıklar.»

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetler arasında İmam Ahmed b. Hanbel´in şeyhi Hasan b. Muhammed el-Mervezî, Mısırlı Abdullah b. Hakem ve Muaviye b. Ömer de vardır. [17]



Ebu Muhammed Abdullah B. A´yün


Ebu Muhammed Abdullah b. A´yün b. Leys b. Rafi el-Mısrî. İmam

jytalikin huzurunda Muvatta´ı okuyanlardan biridir. Onun mezhebi­min fıkhını öğrenmiştir. Mısır´da saygı gören bir kimseydi. Çok servet sahibiydi. Mısır´a gelişi esnasında İmam Şafiî´ye 1.000 dinar vermişti. Ayrıca arkadaşlarından da 2.000 dinar toplayarak İmam Şafiî´ye ver­mişti. O, İmam Şafiî´nin arkadaşı Muhammed b. Abdullah b. Hakem´-

jn babasıdır.

Ebu Muhammed Abdullah, bu senede vefat edince İmam Şafiî´nin mezarının yanma defnedildi. Oğlu Abdurrahman da vefat edince ba­basının yan tarafına, kıble cihetine defnedildi. Bu hususta İbn Halli-kan şöyle demişti: «Bunlar üç mezardır. Şafiî, bunların Şam´a bakan tarafindadır. İkisinin mezarı ise Şafiî´nin mezarının kıble cihetinde-dir. Allah hepsine rahmet etsin.» [18]



Hicretin İkiyüzonbeşinci Senesi


Me´mun, bu senenin muharrem ayının sonlarında Bizanslılarla gaza yapmak niyetiyle askerleriyle birlikte Bağdat´tan çıkıp Bizans´a yöneldi. Bağdat ve bağlı mıntıkalara vekil olarak İshak b. İbrahim b. Mus´ab´ı bıraktı. Tikrit´e vardığında, Medine-i Nebeviyye´den gelmek­te olan Muhammed b. Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebi Talib ile karşılaştı. Me´mun, ona kendi kızı Ümmü Fadl ile gerdeğe girmesine izin verdi. Muhammed ile Ümmü Fadl´m nikahları, babası Ali b. Musa´nın sağlı­ğında kıyılmıştı ve Tikrit´te gerdeğe girdiler. Sonra Muhammed b. Ali, karısı Ümmü Fadl´ı alıp Hicaz´a götürdü.

Me´mun, bu yolculuğunda Musul´a varmadan önce, Mısır´dan gel­mekte olan kardeşi Ebu İshak b. Reşid ile karşılaştı.

Sonra Me´mun, büyük bir orduyla Tarsus´a gitti. Bu senenin ce-maziyelevvel ayında oraya girdi. Oradaki kaleyi fethetti ve yıkılması­nı emretti. Sonra Şam´a döndü ve orada konakladı. Kasyon dağının eteklerindeki Merrat kiliseni onardı. Şam´da bir süre ikamet etti.

Bu senede Abdullah b. Ubeydullah b. el-Abbasî insanlara haccet­tirdi.

Bu senede Ebu Zeyd el-Ensârî, Muhammed b. Mübarek es-Surî, Kabise b. Ukbe, Ali b. Hasan b. Şakik ve Mekki b. İbrahim