Konu Başlığı: Hicretin Beşyüzyetmişbeşinci Senesi Gönderen: Esila üzerinde 17 Kasım 2010, 12:07:43 Hicretin Beşyüzyetmişbeşinci Senesi Hasan B. Dafi B. Yezden Et-Türkî Hicretin Beşyüzaltmışdokuzuncu Senesi Ammare B. Ebu´l-Hasan´ın Öldürülmesi Şair Ammare El-Yemenî İbn Kasrul Nureddin Mahmud Zenginin Vefatı Ve Onun Adil Yönetiminden Bazı Kesitler. Merhum Nureddin´in Evsafı Fasıl Hicretin Beşyüzaltmışdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. Hasan B. Hasan. El-Ahvazî Mahmud B. Zengi B. Aksungur. Hızır B.Nasr. Hicretin Beşyüzyetmişinci Senesi Fasıl Fasıl Hicretin Beşyüzyetmişinci Senesinde Vefat Eden Maşhur Şahsiyetler. Ruh B. Ahmed. Semle Et-Türkmanî Kaymaz B. Abdullah. Hicretin Beşyüzyetmîşbirinci Senesi Fasıl Hicretin Beşyüzyetmişbirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. Hafız İbn Asâkir. Hicretin Beşyüzyetmişikinci Senesi Hicretin Beşyüzyetmişikinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. Ali B. Asâkir. Muhammed B. Abdullah. Hatip Şemseddin. Hicretin Beşyüzyetmişüçüncü Senesi Hicretin Beşyüzyetmişüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. Sadaka B.Hüseyin. Muhammed B. Es´ad B. Muhammed. Mahmud B. Tutuş Şihabüddin El-Harimî Fatıma Bintî Nasr El-Attar. Hicretin Beşyüzyetmişdördüncü Senesi Hicretin Beşyüzyetmişdördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. Es´ad B. Belderek El-Cibrilî Hayse Beyse. Muhammed B. Nesim.. Hicretin Beşyüzyetmişbeşinci Senesi Hısnü´l-Ahzan´ın (Ahzan Kalesinin) Yıkılması Halife Müstedi Bî-Emrillah´ın Vefatı Ve Biyografisi Hicretin Beşyüzyetmişbeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. İbrahim B. Ali İsmail B. Mevhub. Mübarek B. Ali B. Hasan. Nasır Li-Dînillah Ebü´l-Abbas B. Müstedi´nin Hilafeti Hicretin Beşyüzyetmişaltıncı Senesi Sultan Turanşahtn Vefatı Hicretin Beşyüzyetmişaltıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. Hafız Ebu Tahir Es-Sülefî Hicretin Beşyüzyetmişyedinci Senesi Şehid Nureddin´în Oğlu Ve Haleb Valisi Melik Salih İsmail´in Vefatı Ve Ondan Sonra Cereyan Eden Olaylar. Hicretin Beşyüzyetmişyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. Şeyh Kemaleddin Ebü´l-Berekât Hicretin Beşyüzyetmişsekizinci Senesi Fasıl Mansur İzzeddin´in Vefatı Hicretin Beşyüzyetmişsekizinci Senesinde Vefat Eden Diğer Meşhurlar. Şeyh Ahmed Er-Rufaî Halef B. Abdülmelik B. Mes´ud B. Bişkival Allame Kutbeddin Ebü´l-Meâlî Hicretin Beşyüzyetmişdokuzuncu Senesi Fasıl Hasan B. Dafi B. Yezden Et-Türkî Bağdat´ta devlet işlerinde çalışan ümeranın büyüklerindendi, ama murdar ve aşırı derecede Rafızî taraftarı olan mütaasıp bir Rafızî idi. Rafızîler onun itibar ve himayesinin altında yaşamaktaydılar. Nihayet bu senenin zilhicce ayında ölmesi ile Cenâb-ı Allah Müslümanları ondan kurtarıp rahata kavuşturdu. Ölünce kendi evine defnedildi. Sonra Kureyş mezarlığına nakledildi. Hamd ve minnet Allah´adır. Öldüğü zaman Ehl-i Sünnet onun ölümüne çok sevindi. O esnada hangi Ehl-i Sünnet mensubuna rastlarsan mutlaka Allah´a hamd ettiğini görürdün ama Şiîler bu duruma öfkelendiler. Bu sebeple Şiîlerle Ehl-i Sünnet arasında fitne meydana geldi. İbnu´s-Saî´nin anlattığına göre Hasan b. Dafi gençliğinde yakışıklı, halkın büyükleri tarafından sevilen bir kimseydi. İbn Saî der ki: Şeyhimiz Ebu´1-Yümn el-Kindî onun ağrıyan gözlerinden bahsederken şöyle demiştir: «Her sabah her akşam kapınızda durup selap veririm Gözlerinden rahatsız olduğu bana söylendi Biz de ondan zulüm görmekte ve şikâyetçi olmaktayız.» [1] Hicretin Beşyüzaltmışdokuzuncu Senesi el-Muntazam adlı eserde İbnü´l-Cevzî dedi ki: «Bu sene Bağdat´ta narenç iriliğinde büyük dolu taneleri yağdı ki bunlardan birinin ağırlığı yedi rıtıl (bir rıtıl 462 gramdır) ağırlığındaydı. Bu doluların ardı sıra büyük bir sel meydana geldi. Dicle´nin suyu aşırı derecede yükseldi ki daha önce misli görülmemişti. Bu yüzden birçok binalar, evler, köyler, çiftlikler, ekinler, hatta mezarlar tahrip oldu. İnsanlar çöle çıkma mecburiyetinde kaldılar. Yüksek sesle Cenâb-ı Allah´a yalvarıp yakarmaya başladılar. Nihayet Aziz ve Celil olan Allah, onlardan bu musibeti kaldırdı ve onları genişliğe kavuşturdu. Allah kendi tulfuyla Dicle´nin yükselen suyunu aşağılara indirdi. Allah´a hamd olsun Musul´a gelince orada da Bağdat´ta görülen vakalar meydana geldi. Sular yüzünden 1.000 kadar ev yıkıldı. 1.000 kadarı da harab olup yıkılmağa yüz tuttu. Yıkıntılar altında çok sayıda insan öldü. Canlı telef oldu. Aym şekilde Fırat´ın suyu da aynı derecede yükseldi. Bu yüzden birçok köy ve kasaba yok oldu. Bu senede Irak´ta ekin ve meyvelerin fiyatları aşırı derecede yükseldi. Davarlar öldü. Bu davarların etlerini yiyen birçok Iraklı öldü. İbnu´s-Saî dedi ki: «Bu senenin şevval ayında Diyarbakır ve Musul´da kırk gün kırk gece müddetle peşpeşe yağmurlar yağdı. İnsanlar sadece iki defa güneş görebildiler ki, bu da kısa sürmüştü. Sonra bulutlarla kapanıp kaybolmuştu. Yağan yağmur yüzünden birçok ev ve mesken, içinde bulunan sahiplerinin üzerine çöktü. Dicle´nin suyu aşırı derecede yükseldi. Bağdat ve Musul´daki evlerin çoğu sular altında kaldı. Sonra Allah´ın izniyle geri çekilmeye başladı.» İbnu´l-Cevzî dedi ki: «Bu senenin receb ayında İbn Şehrezorî, yanında Mısır elbiseleri, kumaşları ve attabi kumaşını andıran derisi çizgili ve renkli bir merkep olmak üzere Nureddin´in yanma vardı.» Bu senede İbn Şamî, Nizamiye müderrisliğinden azledilip yerine Ebü´1-Hayr el-Kazvinî atandı. Cemaziyelahir ayında Fakih Mucir hapsedildi. Zındık, dinsiz namazsız ve oruçsuzlukla itham edildi. Ama bazı kimseler onun hesabına öfkelenip suçsuz olduğunu söylediler. Anlatıldığına göre o, Hadisiye mıntıkasında vaaz vermiş, 30.000 kadar dinleyici etrafında toplanmıştı. İbnu´s-Saî dedi ki: «Bu senede halife Müstedî´nin oğlu Ahmed yüksek bir kubbeden yere düşmüş, ama salimen kurtulmuştu. Sadece sağ eli çıkmıştı. Düzelinceye kadar sol eliyle işlerini görüyordu. Biraz da burnunun üstü sıyrılmıştı. Beraberinde Necah adında siyahi bir hizmetçisi de vardı. Hizmetçi, efendisinin düştüğünü görünce kendisi de ardı sıra kendini yere atmış «Efendim öldükten sonra benim yaşamaya ihtiyacım yoktur» demişti. Kendisi de salimen kurtulmuştu. Ahmed Ebü´l-Abbas en-Nasır (yani kubbeden yere düşen) halife olduğunda kölesi Necah´ı unutmamış, onu bir devlet görevine tayin etmiş, ona ihsanda bulunmuştu. Kubbeden yere düştüklerinde ikisi henüz çocuk yaşta idiler. Bu senede Melik Nureddin, maiyetindeki ordusu, Ermeni hükümdarı ve Malatya valisi ile birçok melik ve ümera olmak üzere Rum beldelerine doğru yürüdü. Onların birkaç kalesini fethetti. Rum kalesini muhasara etti. Kale komutanı cizye olarak 50.000 dinar vererek onunla barış andlaşması yaptı. Sonra Nureddin Haleb´e döndü. Bütün isteklerinin yerine getirilmiş olduğunu gördü. Sonra sevinç ve sürür içinde Dı-maşk´a geldi. Bu senede Melik Selahaddin, Yenıen´i fethetti. Bunun sebebi şuydu: Selahaddin, Abdünnebi b. Mehdi adında birinin ülkeyi istila ettiğini, halkı kendisine beyate davet ettiğini, imam adını aldığını, yeryüzünün tümüne hakim olacağına dair iddiada bulunduğunu duymuştu. Bundan önce de kardeşi Ali b. Mehdi de aynı şekilde Yemeni istila etmiş ve orayı Ehl-i Zübeyd´in elinden almıştı. Hicretin 560. senesinde Ali b. Mehdi öldükten sonra kardeşi Abdünnebi bu defa Yemen´i istila etmişti. Her ikisi de içi ve dışı bozuk, muamelesi kötü kimselerdi. Askerlerinin çokluğundan ve kuvvetinin fazla oluşundan ötürü Selahaddin, Abdül-mü´min´in üzerine bir müfreze göndermeğe karar verdi. Büyük kardeşi Şemsü´d-Devle heybetli, bahadır ve yürekli bir kimse olup Yemenli şair Ammare´nin meclisinde bulunanlardandı. Ammare ona daha önceleri Yemen´i ve güzelliklerini, oradaki ürünlerin çokluğunu anlatmıştı. Bu da Şemsü´d-Devle´yi bu müfreze ile birlikte bu senenin recep ayında Ye-men´e Abdünnebi b. Mehdi´nin üzerine gitmeğe şevketti. Bu amaçla Önce Mekke´ye gidip orada umre yaptı. Sonra da Zebid şehrine gitti. Ab-dünnebi´nin karşısına çıktı. Onunla savaştı. Nihayet Şemsü´d-Devle Nurşah onu hezimete uğratıp hür olan karısıyla birlikte esir aldı. Ab-dünnebi´nin karısı zengin, malı mülkü çok bir kadındı. Ancak Şemsü´d-Devle Nurşah onu, malının mülkünün ve kıymetli defineler ile hazinelerinin başında bıraktı. Askerler Zebid şehrini yağmaladılar. Sonra Şemsü´d-Devle Nurşah Aden´e yöneldi. Aden hükümdarı Yasir onunla savaştı. Yasir hezimete uğrayıp esir düştü. Ufak bir kuşatmadan sonra şehir düştü. Şemsü´d-Devle Nurşah, askerleri şehri yağmalamaktan men etti ve «Ülkeyi tahrip etmeye değil aksine şenlendirip hakimiyetimiz altına almağa geldik» dedi. Sonra halka güzel ve adilane bir muamelede bulundu. Halk onu sevdi. Bunun ardı sıra diğer kaleler, şehirler ve mıntıkalar da teslim oldular. Böylece bütün Yemen ülkesi Şemsü´d-Devle Nurşah´a boyun eğdi. Ülke ve halkı, kalbinin kapılarını ona açtı. Abbasi halifesi Müstedi adına orada hutbe okutuldu. Abdünnebi adını alan sahtekâr öldürüldü. Yemen onun pisliğinden kurtulup eski safiyetine kavuştu. Şemsü´d-Devle Nurşah bu durumu kardeşi el-Melikü´n-Nasır Selahaddin´e fetih haberi ile birlikte müjdeledi. Melik Selahad-din´de bu durumu Nureddin´e bildirdi. Nureddin de bunu Yemen´in fetih müjdesiyle birlikte halifeye müjdeledi ve Yemen´de halife Müstadi adına hutbe okumaya başlandığım bildirdi. Bu senede Selahaddin, Melik Nureddin´in isteğine uygun olarak Mısır diyarının gelir ve giderlerinin listesini hazırlattı. Buna dair mek- tup kendisine ilk geldiği zamanda Selahaddin emre uymayacağını intibaını verdi, ama daha sonra kendi güzel huyuna döndü. İtaat edeceğini söyledi ve hesapların yapılıp cetvellerin çıkarılmasını ve buna dair cevabın Melik Nureddin´e bildirilmesini görevlilere emretti. Divanda çalışanlar, hesapçılar ve katiplerden oluşan bir cemaat hemen işe koyuldu. Çıkarılan hesaplar, İbn Kayseranî vasıtasıyla Melik Nureddin´e gönderildi. İbn Kayseranî ile birlikte çok kıymetli hediyeler ve armağanlar da Melik Nureddin´e gönderilmişti. Hediye ve armağanlar arasında üzeri düz çizgilerle kaplanmış beş kıymetli yüzük, nefis cevherlerden yapılmış 100 adet gerdanlık, ayrıca belhoş taşları ve yakutlarla mücevher taneleri, kıymetli kumaşlar, kaplar, ibrikler, altın ve gümüş tabaklar, eğitilmiş atlar, güzel suretli köle ve cariyeler, ağızlan kilitli ve mühürlü on sandık dolusu altın vardı. Bu sandıklarda harcamaya hazır Mısır altınları vardı ki kaç 100.000 tane olduğu bilinemez. Bu hediye ve armağanları taşıyan kervan, Mısır diyarından ayrıldıktan sonra Şam diyarına varmadan Melik Nureddin vefat etti. Göklerin ve yerlerin Rabbi ona rahmet etsin. Selahaddin, Melik Nureddin´in vefat haberini duyunca bu hediye ve armağanları taşımakta olan kervanın tekrar Mısır´a geri getirilmesi için peşine görevlileri gönderdi. Anlatıldığına göre bu hediye ve armağanlar geri getirilip Selahaddin´in önüne konulduğunda hediye ve armağanlara elini sürmemiştir. [2] Ammare B. Ebu´l-Hasan´ın Öldürülmesi Ammare b. Ebul-Hasan b. Zeydan el-Hakemî. Kahtanlıdır. Künyesi Ebu Muhammed olup lakabı Necmeddin el-Yemenî´dir. Fakih ve şairdir. Şafiî mezhebine mensuptu. Ölüm sebebi şuydu: Fatımî Devleti zamanında yöneticilik yapmış önde gelen şahsiyetlerden bir grup bir araya gelip toplandılar. Ve yıkılan Fatımî Devleti´ni yeni baştan kurmak hususunda kendi aralarında anlaştılar. Haçlılara mektup yazarak onları yardıma çağırdılar. Fatımîlerden de birini halife tayin ettiler. Ayrıca vezir ve emirleri de tayin ettiler. Bütün bu olup bitenler Sultan Selahaddin´in Kerek mıntıkasında bulunduğu bir esnada meydana gelmişti. Sonra Mısır´a dönmüştü. Ammare el-Yemeni, Haçlıların kendilerine yardıma gelmesi durumunda Mısır ordusunun onlara karşı direnecek gücü bulamaması için Şemsü´d-Devle Turanşah´ı Yemen´e sefer yapmaya teşvik etti. Şemsü´d-Devle Turanşah da Yemen seferine gitti. Ancak Ammare onunla birlikte Yemen´e gitmedi. Aksine Kahire´de kaldı ve Fatımî devletini yeniden kurabilmek için gerekli işleri sürdürdü. Adamları topladı. Onlarla görüşmeler yaptı. Kendi safına adamlar kazanmağa çalıştı. Fatımî Devleti´nin kurulması için propaganda yapanların en önde gelenlerindendi. Bazı akılsız ve aceleci olan Selahaddin taraftarlarını da kendi saflarına kattı. Kendisine en muhtaç oldukları bir zamanda Şeyh Zeyneddin Ali b. Neca adındaki vaiz, Fatımîlere ihanet etti. Yapmakta oldukları desiseleri Sultan Selahaddin´e bildirdi. Sultan Se-lahaddin de ona bol miktarda mal ve para verdi. Kıymetli elbiseler giydirdi. Bundan sonra Selahaddin bu Fatımî komplocularını birer birer huzuruna çağırdı. Sorguladı. Onlar da suçlarını itiraf edince onları hapse attı. Fıkıhçılara, bunlara ne yapacağına dair fetva sordu. Onlar da komplocuların öldürülmesi yolunda fetva verdiler. Bundan sonra Sultan Selahaddin komplocuların reis ve önde gelenlerini öldürmeleri için görevlilere emir verdi. Onlara tabi olanları ve köleleri öldürtmedi. Geride kalan Ubeydî (Fatımî) askerlerin de uzak mıntıkalara sürgün edilmelerini emretti. Halife Adid´in çoluk çocuğunu ve aile efradını bir konakta yalnız yaşamaya mahkum etti. Onlara ne fayda ne de zarar ulaşmıyordu. Kendilerine uygun erzak ve elbiseleri verdi. Ammare el-Yemem, Kadı Fadıl´ın karşıtı ve düşmanı idi. Ammare, Sultan Selahaddin´in huzuruna getirildiğinde Kadı Fadıl, onun için şefaatçi oldu.Ancak Ammare kendi aleyhinde konuştuğunu zannetti ve «Ey efendimiz, ey sultanımız onun sözlerine kulak verme» deyince Kadı Fadıl Öfkelenerek saraydan çıkıp gitti. Sultan Selahaddin de Ammare el-Yemenî´ye «O sadece senin için şefaatçi oluyordu» deyince Ammare, bu söylediklerine son derece pişman oldu. İdam edilmeye götürülürken de Kadı Fadıl´ın konağına uğradı. Onu görmek istedi. Ancak Kadı Fadıl ona görünmedi. O esnada Ammare şu şiiri okudu: «Abdurrahim benden kaçıp gizlendi. Hayret ki kurtuluşum da onun elindeydi.» İbn Ebi Tayy dedi ki: «İdam edilenler arasında Fadıl b. Kâmil adındaki kadı da vardı. Bunun asıl adı Ebü´l-Kasım Hibetullah b. Abdullah b. Kâmil´di. Mısır diyarının Fatımîler zamanındaki kadilkudatı olup Fahrü´l-Ümerâ lakabını taşırdı. İdam edilenlerin ilki o oldu. Katip İmad böyle demiştir. Ancak bu zat faziletli ve edepli bir kişi olup yüksek derecede şiirleri vardı. Reffa´m kölesiyle ilgili olarak söylediği şu şiir onun ne denli yüksek bir şair olduğunu göstermektedir: «Ey her elbisenin söküğünü diken, Ona olan sevgim itikad söküğümü dikmedi, Ayrılığın gönlümde meydana getirdiği söküğü, Belki vuslat eli diker.» İdam edilen Fatımîler arasında Fatımî propagandacılarının başı olan Abdülkavi´nin oğlu da vardı. Bu, saraydaki definelerin yerini bilirdi. Definelerin yerini göstermek için kendisine baskı yapıldı. Ancak definelerin yerini göstermeyince kendisine işkence yapıldı. Bu yüzden öldü ve definelerin yeri de bilinemedi. Divan nazırı Uveyris de idam edilen Fatımî propagandacıları arasındaydı. Bununla beraber o kadılık yapmıştı. Sekreter (Sır katibi) Şibriya, Mısırlı kâtip Abdüssamed, Neccah el-Hemmanî de idam edilenler arasındaydı. Hristiyan bir müneccim bu işin, ilm-i nücum bilmekle tamamlanacağı müjdesini onlara vemişti. O da idam edildi. [3] Şair Ammare El-Yemenî Ammare, mantıki şiirler söyleyen belagat ve fesahat sahibi bir şairdi. Bu alanda kimse onun derecesine yetişemezdi. Meşhur bir şiir divanı vardır. Tabakatü´ş-Şafiîye adlı eserde ondan bahsetmiştim. Çünkü o, Şafiî mezhebi ile iştigal ederdi. Feraize dair bir eseri, Kitabü´l-Vüzerai´l-Fatımîyyin ve Mısır halkının, sağlamlığına güvendiği nefis bir siyer kitabı vardır. Kendisi faziletli, edip ve fakih bir kişiydi. Yalnız Fatımîlere dost olduğu söylenirdi. Fatımîler ve onların vezirleriyle emirleri hakkında cidden birçok methiyeleri vardır. Ama Rafizi olduğuna dair ufak emareleri de vardı. Zındıklık ve kâfirlikle itham edilmiştir. el-Ceride adlı eserde Kâtip İmad´m anlattığna göre Ammare, bir kasidesinde şöyle demiştir: «İlim bayrağa muhtaç olduğundan beri, Kılıcın keskinliği, kaleme olan ihtiyacı yok etmiştir.» Bu çok uzun bir kasidedir. Birçok küfür ve zındıklık ifadeleri içermektedir. Katip İmad´ın ifadesine göre bu kasidede şöyle bir beyit de vardır: «Bu dinin başlangıcı sade bir adamla oldu. O çalışıp çabaladı. Nihayet ona ümmetlerin seyyidi denildi.» Mısırlı alimler onun öldürülmesine fetva verdiler. Sultan Selahaddin´i de ona ve emsallerine işkence yapmağa teşvik ettiler. Yukarıdaki beyit onun aleyhine bir delil olarak kullanılabilir. Doğrusunu Allah bilir. İbnu´s-Saî onun yüksek manalar içeren şiirlerinden bazılarını nak-letmiştir. Bu şiirlerinden birinde bir hükümdarı şöyle övmüştü: «Alnının parıldayan yerini öptüğümde, Ondan ayrıldığımda parlaklık alnımın üzerine geçti, Elini öpüp yanından ayrıldığımda, Hükümdarlar elimi öpmeye başladılar.» Şu şiir de Ammare´ye aitti: «Reşa el-Özri´ye aşık olduğuma dair mazeretim vardır. Gözyaşı beni kahrettiğinden bu yana artık inkâr da edemiyorum. Endamlara, yanakları öpmeye, memeleri göğsüme bastırmaya, Benim arzu ve ihtiyacım vardır. Benim tercihim budur. Beğeniyorsan bana uy. Yoksa bırak beni aşkımla başbaşa kalayım.» Ammare idam edilirken el-Kindî şöyle bir şiir okumuştu: «Ammare İslamda bir cinayet işledi açıkça, Onda iken kilise ve haça beyat etti. Hz. Ahmed´e buğz etmekle şirkin ortağı oldu. Haçı sevdiğinden ötürü idam edildi. Yarın kendi nefsi için yaptığı gayretin karşılığını bulacaktır. Cehennem alevleri içinde irin içecektir.» Melikü´n-Nasır Sultan Selahaddin bu senenin ramazan ayının ikinci cumartesi gününde bunları Kahire´nin iki kasrı arasında idam ettirince durumu ve bunların uğradığı cezalarla perişanlıkları bir mektupla Melik Nureddin´e bildirdi. Katip İmad dedi ki: «Sultan Selahaddin´in konuya ilişkin mektubu merhum Nureddin´e vefat ettiği günde ulaştı. Aym şekilde Sultan Selahaddin, insanları fitneye düşüren İskenderiyeli Kadid el-Kafacî adında birini de öldürdü.İnsanlar bu adama tutulmuşlar, kazançlarının bir bölümünü ona vermişlerdi. Kadınlar bile mallarının bir kısmını ona vermişlerdi. Selahaddin´in askerleri kendisini kuşatma altma aldıklarında Kadid el-Kafacî kaçıp kurtulmak istedi ama artık zaman kurtuluş zamanı değildi. Kendisinden öncekinin akibetine uğratılarak Öldürüldü. Ammare´nin, halife Adid´e, devletine ve hilafet dönemine dair şöyle bir mersiyesine rastlanılmıştır: «Kısır kimsenin biricik evladını kaybedişine üzülüşü gibi, Ben de halife Adid´in geçen zamanına üzülüyorum. Senin sarayının taşlarına bakıp üzülüyorum. Çünkü ey peygamberin oğlu,insanlar senin sarayına kalabalıklar halinde akıp gelirlerdi. Şimdi ise o saray bomboş ve ıssızdır. Bulanık ve engin denizin dalgalarını andıran, Askerlerinden uzakta ve ayrılıktasın. İnsanların en akıllılarını ülkenin emin kişileri kılıp görevlendirdin. Ama şimdi bozulan şeyi onaracak güç ve takat kalmadı. Umarım ki geceler size, Yaptığınız güzel şeyleri tekrar iade ederler.» Şu kaside de ona aittir: «Ey Fatıma evladını sevdiğimden ötürü beni kınayan kişi! Eğer beni kınamakta kusur edersen sana ayıplar olsun. Allah aşkına Kasreyn sahasını ziyaret et ve benimle birlikte ağla. Ağlamak, Sıfîîn ile Cemel için layık değildir. Kasreyn ahalisine dedi ki: Allah´a yemin ederim ki, Aranızda yaralarım ve çıbanlarım şifa bulmadı, kapanmadı. Haçlıların, müminlerin emiri Ali´nin iki oğlunun nesline, Yaptıkları hakkında sen ne diyorsun » er-Ravzateyn adlı eserde Şeyh Ebu Şâme, Ammare´nin Fatımîleri methettiğine dair birçok şiirler nakletmiştir. İbn Hallikan da aynı şekilde bu kabil şiir nakletmiştir. [4] İbn Kasrul Metâliu´î-Envar adlı kitabın sahibidir. Kadı İyaz´ın Meşariku´1-En-var adlı eseri üzerine bu eserini yazmıştır. İbn Kasrul, kendi ülkesinin meşhur alimlerinden ve faziletli şahsiyetlerin dendi. Bu senenin şevval ayının altısında cuma namazından sonra altmışdört yaşında ani bir ölümle vefat etti. ibn Hallikan böyle demiştir. Doğrusunu noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [5] Nureddin Mahmud Zenginin Vefatı Ve Onun Adil Yönetiminden Bazı Kesitler Adil hükümdar Nureddin Ebü´l-Kasım Mahmud b. Melik Atabeg Kasimü´d-Devle İmadüddin Ebu Said Zengi eş-Şehid b. Melik Aksungur Atabeg Kasimü´d-Devle et-Türki es-Selçukî. Hicretin 511. senesinin şevval ayının onyedisinde pazar günü güneşin doğuşu esnasında Halep´te dünyaya geldi. Haieb, Musul ve buralara bağlı birçok beldelerin hükümdarı olan babası İnıadüddin´in kontrolü altında yetişti. Kur´ân-ı Kerim, Farsça ve Rumca´yı öğrendi. Şehametli, şecaatli, yüksek himmet sahibi, iyi niyetli, saygılı, dindarlığı apaçık belli olan bir kimseydi. Ca-ber kalesini kuşatmakta iken hicretin 541. senesinde babası öldürüldü. Nitekim bu hususu önceki kısımlarda da anlatmıştık. Melik, Halep´te bulunan oğlu Nureddin´in yanma geldi. Kardeşi Seyfeddin Gazi ona Musul´u verdi. Sonra kendisi ilerledi. Hicretin 549. senesinde Dımaşk´ı aldı. Ahaliye iyi davrandı. Onlar için medreseler, mescidler ve hankâhlar yaptırdı. Yollarını ve caddelerini genişletti. Yolların ve caddelerin kenarlarına kaldırımlar yaptırıp çarşıları ve pazarları genişletti. Hayvan pazarına, buğday pazarına, kavun, karpuz satılan yerlere ve benzer mahallere vergiler, harçlar koydurdu. Hanefî mezhebine mensuptu. Alimleri ve yoksulları sever, onlara saygı gösterip ikramda bulunur ve iyilik ederdi. Hükümlerini güzelce, adaletle ve şeriat-ı mütahharaya uygun olarak verirdi. Adalet meclisleri kurar ve bu meclisleri bizzat kendisi yönetirdi. Bu meclislerine her mezhepten kadılar, fakihler ve müftüler katılırlardı. Bütün Müslümanlar ve zimmiler rahatça kendisine ulaşabilsinler ve onlara eşitçe muamelede bulunabilsin diye Keşk mıntıkasında bulunan Mescidü´l-Muallak´ta salı günleri adalet meclisi[6] kurardı. Daha Önce harabe olan Yahudi mahallesine sur çekti. Kessan kapısını kapattı. Babül-Ferec´i açtı. Daha önce orada hiç kapı yoktu. Kendi ülkesinde sünneti izhar etti. Bid´atı öldürdü. Babasının ve dedesinin hakimiyeti zamanında ezanlarda okunmayan "Hayye alassalâ ve hayye alelfelah" cümlelerinin okunmasını emretti. Önceleri ezanda bu iki cümle yerine sadece "Hayye ala hayril amel" ifadesi okunuyordu. Çünkü böylece Rafizilerin sembolü ortaya konulmuş oluyordu. Nureddin, hudutları korudu. Kaleleri fethetti. Haçlıları defalarca bozguna uğrattı. Onların ellerinde bulunan birçok müstahkem kaleyi kurtardı. Müslümanlara ait olan bu kaleler, onlar tarafından istila edilmişti. Nitekim bu husus önceki senelerin olaylarından bahsedilirken detaylı olarak anlatılmıştı. Hacılara sataşmasınlar diye Bedevilere birçok arazileri ikta olarak verdi. Dımaşk´ta bir hastahane yaptırdı ki, Şam mıntıkasında ne daha önce ne de daha sonra bu hastahanenin benzeri görülmemiştir. Öksüzlere okuma yazma öğretecek öğretmenler için vakıf kurdu. Onlar için nafaka ve elbise tahsis etti. Haremeyn´e de yani Mekke ve Medine´de mücavir olarak yaşayan kimseler için de vakıf kurdu. Bütün hayır yollarında sarfedilecek parayı temin etmek için vakıflar kurdu. Dullara ve muhtaçlara bakılması için de vakıf kurmuştu. Dı-maşk´taki Emevi Camii yıkılmaya yüz tutmuştu. Bakım ve onarımına nazır olarak Musullu Kadı Kemaleddin Muhammed b. Abdullah eş-Şehrezorî´yi tayin etti. Bu zatı ayrıca Dımaşk kadilkudatlığına da tayin etti. Kadı Kemaleddin Dımaşk Camii´nin onarımını yaptırdı. Dört meş-hedini açtırdı. Hicretin 461. senesinde çıkan yangında camiinin eşyaları o meşhedlere konulmuştu. Camiinin bilinen vakıflarına ek olarak vak-fedicileri bilinmeyen, şartları hakkında bilgi sahibi olunmayan bazı vakıfları da ilave etti ve hepsini bir vakıf haline getirdi ve bunlara da "malü´l-mesâlih" adını verdi. İhtiyaç sahiplerini, yoksulları, düşkünleri, dulları, Öksüzleri ve benzeri muhtaç kişileri de bundan yararlandırdı. Allah rahmet etsin Nureddin, güzel yazı yazan, çokça dini kitapları mütalaa eden, peygamberlerin izine tabi olan, namazları cemaatle kılmaya özen gösteren, çokça Kur´ân okuyan, hayır yapmayı seven, iffetli, namuslu, tutumlu kendi şahsına ve aile efradına giyecek ve yiyecekleri ölçülü olarak veren bir kimseydi. Hatta denilmiştir ki: «Kendi zamanındaki en düşük fakir bile ondan daha fazla para harcardı.» Bununla beraber o, para biriktirmez ve dünyaya önem vermezdi. Ne öfke, ne de sevinç halinde ağzından asla kötü bir söz çıkmamıştı. Vakarlı ve suskun bir kimseydi. İbnü´1-Esir dedi ki: «Ömer b. Abdülaziz´den sonra Melik Nureddin gibisi gelmedi. Onun kadar adaleti araştıran, onun kadar insaflı ve merhametli bir kimse görülmedi. Hunıus´ta birkaç dükkânı vardı. Bunları kendi payına düşen ganimetlerle satın almıştı. Bunların kira gelirleriyle geçimini sağlardı. Karısı bu kiraları artırarak nafakasını temin etti» Melik Nureddin, Beytülmaldan kendisine ne kadar nafakanın helal olacağını alimlere sordu. Onların verdiği fetvada belirtilen miktarda Beytülmaldan nafaka aldı. Açlıktan ölse bile fazla nafaka almadı. Kürre ile çok oynardı. Büyük salihlerden biri onu bu yüzden kınadı. O da şu cevabı verdi: Ameller niyetlere göredir. Ben bu oyunu oynamakla atlan hücuma ve geri kaçmaya alıştırmak istiyorum. Biz cihadı terk etmeyiz» Melik Nureddin ipek elbiseler giymezdi. Kendi kazancını yerdi. Kılıcıyla ve mızrağıyla elde ettiği paralarla geçimini sağlardı. Birgün arkadaşlarından biriyle beraber ata bindi. Güneş arkalarında, gölgeleri ,i s e önlerindeydi. gölgelerine kavuşamıyorlar di. Sonra geri döndüler. Bu defa gölgeleri arkalarına düştü. Nureddin atını sürdü, koşturdu. Gölgesi yine onu takip ediyordu. Arkadaşına dedi ki: «İçinde bulunduğumuz durumun neye benzediğini biliyor musun Ben bunu dünyaya benzettim. Dünyayı elde etmek isteyen kimseden dünya kaçar. Ama dünyadan kaçan kişiyi ise dünya kovalar.» Şairin biri bu anlamda şöyle bir şiir okumuştur: «Elde etmek istediğin rızık, seninle birlikte yürüyen gölgeye benzer. Acele de etsen o gölgeye kavuşamazsın. Ama arkanı dönüp gittiğinde gölge seni takip eder.» Melik Nureddin, Hanefî mezhebinin fıkhını iyi bilirdi. Hadis dinledi, rivayet etti. Geceleri seher vaktinde çokça namaz kılardı. Sabah olup atma bininceye kadar namaza devam ederdi: «Allah´ın huzurunda hem şecaati hem de hüşuu bir oraya getirdi. Şecaatli kimselerin mihrapta namaz kılmaları ne güzeldir.» Zevcesi İsmetüddin Hatun binti Atabeg Muineddin de aynı şekilde geceleri çokça namaz kılardı. Bir gece uyku bastırdı. Virdini yapamadan uykuya daldı. Sabahleyin öfkeli olarak uyandı. Nureddin niçin öfkelendiğini sorduğunda karısı virdini yapmasına engel olan uykusunu sebep olarak gösterdi. Bunun üzerine Nureddin seher vakti kalede gece namazı kılmak isteyenleri uykudan uyandırmak için tabılhane çalınmasını emretti. Tabılhane çalacak adama da bol miktarda ücret ve erzak verdi. «Toprak altında çürüseler bile Cenâb-ı Allah bu kemikleri af ve gufran örtüsüyle örtsün. Ya da mezarlarını ruh ve rehyanla dolduracak. Bir rahmet duasını onlara yapın.» İbnü´l-Esir´in anlattığına göre bir gün Melik Nureddin kürre oynamakta iken bir adamın kendisini göstererek bir başkasıyla konuşmakta olduğunu gördü. Hacibini, durumu öğrenmesi için o adamların yanına gönderdi. Hacip o adamın hakim tarafından gönderilen bir görevli ile birlikte konuşmakta olduğunu ve Nureddin üzerinde hakkı bulunduğunu iddia ettiğini, kadı nezdinde muhakeme olmak istediğini gördü. Ha-cib, Nureddin´in yanına dönüp durumu bildirdiğinde Nureddin elindeki çevganı bıraktı. Hasmı ile birlikte yaya olarak Kadı Şehrezorî´nin yanına gitti. Nureddin, yolda gitmekte iken kadıya haber salarak "Bana hasımlara uyguladığın muameleyi uygula» diye bildirdi. Hasmıyla birlikte kadının makamına vardıklarında Nureddin, kadının huzurunda hasmıyla birlikte ayakta durdu. Dava sonuçlanıncaya kadar oturmada. Neticede adamın Nureddin üzerinde bir hakkı olduğu tesbit edilemedi. Aksine Sultan Nureddin´in o adam üzerinde hakkı bulunduğu tesbit edildi. Durumu açıklığa kavuştuğunda Sultan Nureddin, «Ben, herhangi bir kimse davet edildiği zaman şeriata gitmekten imtina etmesin diye-hasmımla birlikte buraya geldim. Çünkü aşağısı ve yukarısı ile birlikte bütün olarak biz emirler topluluğu Rasûlullah (s.a.v.)´in hizmetçileriyiz. Onun şeriatının muhafızlarıyız. Onun huzurunda usule uyup itaat ederiz. Verdiği emirleri yerine getirir, yasaklarından sakınırız. Bu adamın bende hakkı bulunmadığını biliyordum. Ama şahit olun ki iddia ettiği araziyi kendisine hibe edip mülk ettim» dedi. İbnü´1-Esir dedi ki: «Melik Nureddin ilk defa adalet sarayı inşa ettiren hükümdardır. Haftada iki kez orada meclis kurardı. Başka bir rivayete göre ise dört kez meclis kurarmış. Hatta beş kez meclis kurduğuna çeşitli mezheplere tabi kadı ve fakihler katılırlardı. Mecliste bulunduğu zamanlarda herhangi bir hacip veya görevli, insanların onun yanına girmesine engel olmazdı. Güçlü de zayıf da gidip onunla görüşebilirdi. Yanına gelen kimselerle konuşur, dertlerini dinler haksızlıkları ortaya çıkarır[7], mazlumun zalimdeki hakkını alırdı. Esedüddin b. Sadi, Melik Nureddin katında yükselmiş, itibar sahibi olmuş, nihayet hakimiyette onun ortağı gibi olmuştu. Mal, mülk, çiftik ve köy sahibi olmuştu. Naibleri bazan komşu arazilerin ve emlakin sahiplerine haksızlık ederlerdi. Kadı Kemaleddin ise haksızlığa uğrayıp emirleri şikayet eden kimselerin haklarını emirlerden alıp verirdi. Ancak sözünü ettiğimiz Esedüddin b. Sadi´ye karışamıyordu. Melik Nureddin adalet sarayım inşa ettirdiğinde Esedüddin, naiblerin, herhangi bir kimsenin hakkım üzerlerinde bırakmamasını, kendisinden alacağı bulunan kimselerin haklarını da -her ne kadar çok olsa da- ödemelerini emretti. Çünkü Melik Nureddin´in karşısında zalim bir kimse olarak görünmekten veya halktan herhangi bir hasmı ile birlikte onun huzurunda muhakeme edilmektense bütün malından mahrum kalmaya razı olmuştu. Naibleri onun bu emirlerini yerine getirdiler. Melik Nureddin, uzun süre adalet sarayında oturup bekledi. Herhangi bir kimsenin Esedüddin´den şikayetçi olduğunu görmedi. Bu durumu kadıya sordu. Kadı da durumun iç yüzünü ona anlatınca Melik Nureddin Allah´a şükredip secdeye kapandı ve «Üzerlerindeki haksızlıkları giderip adaleti kendi nefislerine tatbik eden arkadaşlara bizi sa-´ hip kıldığı için Allah´a hamd olsun» dedi. Melik Nureddin´in şecaatine gelince bu hususta şöyle denilmiştir: At sırtında ondan daha şecaatti, ondan daha sebatlı kimse görülmemiştir. Güzel kürre oynardı. Bazan küreye elindeki çevganla vurur, peşine düşer ve kürreyi havada iken eliyle yakalardı. Sonra da o kürreyi meydanın sonuna fırlatırdı. Çevganınan tepesinin üstüne çıktığı görülmemişti. Çevganı da elinde iken görülmezdi. Çünkü yeni çevgamnı örtüyordu. O eğlenmek için kürre ile oynardı. Savaşta şecaatli ve sabırlı bir kimseydi. Bu hususta o örnek gösterilmiştir. Kendisi şöyle demiştir: «Defalarca kendimi şehid olmak için savaşta ileriye attım, fakat na-sib olmadı. Eğer bende bir hayır bulunsaydı ve Allah katında da kıymetli bir kimse olsaydım, Allah bana şehidlik nasib ederdi. Ameller ancak niyetlere göredir.» Birgün Kutbeddin en-Nisaburî ona şöyle demişti: - Allah aşkına ey efendimiz, ey sultanımız, kendini tehlikelere atma. Çünkü sen Öldürülecek olursan maiyetindeki herkes öldürülür. Ülke zaptedilir. Müslümanların durumu bozulur. - Sus ey Kutbeddin! Senin bu sözlerin Allah´a karşı bir edepsizliktir. Nureddin Mahmud da kim oluyor Benden önce dini ve ülkeyi kendisinden başka ilah bulunmayan zat korumuyor muydu Nureddin Mahmud da kim oluyor Onun bu sözleri karşısında meclisinde bulunan herkes ağlamıştı. Allah ona rahmet etsin. Gazalardan birinde Melik Nureddin bir haçlı kontunu esir almıştı. Onu öldüreyim mi yoksa ödeyeceği fidye karşılığında serbest mi bırakayım diye Ümeraya danıştı. Kont, serbest bırakılmak için çok miktarda fidye ödemeyi taahhüd etmişti. Emirler ihtilaf ettiler. Sonra Melik Nu-reddin, alacağı fidye karşılığında onu serbest bırakmayı uygun buldu. Esir kont da yakınlarından birini Melik Nureddin´e ödeyeceği fidyeleri getirmesi için kendi ülkesine gönderdi. Giden adam da kısa zamanda fidyeyi getirip teslim edince Melik Nureddin o haçlı kontunu salıverdi. Haçlı kontu ülkesine ulaşır ulaşmaz öldü. Melik Nureddin ve arkadaşları bu duruma şaştılar ve o esir Haçlı kontun ödemiş olduğu fidye ile Dı-maşk´ta, ülkede benzeri bulunmayan bir hastahane yaptırdılar. Bu hastahanede yoksulların ve düşkünlerin tedavi görmeleri şart koşuldu. Ama başka yerde bulunmayan bir ilaca ihtiyaç duyulduğunda ve o ilaç da sadece bu hastahanede bulunacak olursa o zaman zenginlerin de bu hastahaneden yararlanmalarına müsaade edilecekti. Hastahaneye gelen herkese şurup içirebilecekti. Nureddin de oraya geldiğinde hastana-nenin şurubundan içmişti. Allah rahmet etsin. Ben derim ki: Yapıldığı günden beri o hastahanedeki ateş sönmemiştir. Doğrusunu Allah bilir. Yollarda, burçlarda birçok hanlar inşa ettirmiş, korkulu yerlere bekçiler tayin edip onlara aylık bağlamıştı. Haberleri kısa sürede kendisine ulaştıran hevadi güvencinleri kullanmıştı. Ribatlar ve hankâhlar yaptırmıştı. Yanında fakihler, şeyhler, sofiler toplanır, o da onlara ikramda bulunup saygı gösterirdi. Salih kimseleri severdi. Emirlerden biri onun yanında fakihlerden Kutbeddin en-Nisaburî´nin aleyhinde konuşunca Melik Nureddin o emire şöyle cevap vermişti: «Yazıklar olsun sana. Eğer dediklerin doğruysa, onun bu kötülüklerini yok edecek kadar birçok iyilikleri vardır. Eğer bu dediklerin doğruysa yapmış olduğun gıybete kefaret olacak kadar iyiliklerin yoktur. Kaldı ki ben seni doğrulamıyor um. Bir daha sen veya başkası o zatın aleyhinde konuşacak olursanız sana eziyet ederim.» Bundan sonra o emir, Fakih Kutbeddin´in aleyhinde konuşmaktan sakındı ve onun adını ağzına almadı. Melik Nureddin, hadis dinlemek veya okumak isteyen kimseler için Dımaşk´ta bir dârülhadis inşa ettirdi. İbnü´l-Esir´in ifadesine göre ilk yaptırılan dârülhadis orasıdır. Melik Nureddin, ümeranın kalbine şiddetli derecede heybet salan, korku verici, vakarlı bir zattı. Kendisi izin vermeden herhangi bir kimse onun huzurunda oturmaya cesaret edemezdi. Emir Necmeddin Eyyüp dışında hiçbir emir onun huzurunda izinsiz oturamazdı. Esedüddin Şir-kuh ve Haleb naibi Mecdüddin b. Daye ve diğer ekâbire gelince bunlar onun huzurunda ayakta dururlardı. Bununla beraber fakihlerden veya yoksullardan biri huzuruna girdiğinde kendisi ayağa kalkar, gelen adama doğru birkaç adım atar, sonra onu vakar ve sükunetle beraberinde seccadesinin üzerine oturturdu. Bunlardan herhangi birine çok denecek birşey verdiği zamanda «Bunlar, Allah´ın askerleridirler. Bunların duaları bereketiyle düşmanlara karşı muzaffer oluyoruz. Bunların bey-tülmalde kat kat hakları vardır. Bu verdiklerimizden fazla alacakları vardır. Bu verdiğimiz azıcık şeyler ile bizden razı olacak olurlarsa biz kendilerine minnettar oluruz» derdi. Kendisinden dinlenen bir hadis cüz´ünde şu ibare vardı: «Rasûlullah (s.a.v.) kılıcını kuşanmış vaziyette çıktı» Kendisi, Rasülullah´ta bulunan bir adeti insanların değiştirmesine şaşıyordu. Askerlerin ve komutanların, Rasûlullah (s.a.v.)´in kılıç kuşanışı gibi değil de kılıcı kemerlerine bağlamalarına şaşıyordu. Sonra askerlere kılıcı kuşanmadan taşımamalarım emretti. Bundan birgün sonra da kendisi bütün askerlerine de aynı emri vererek kılıcını kuşanmış olarak içtima alanına gitti. Böyle yapmakla da Rasûlullah (s.a.v.)´e uymuş olduğunu gösteriyordu. Allah ona rahmet etsin. Veziri Muvaffaküddin Halid b. Muhammed b. Nasr el-Kayseranî -ki bu şair bir zattı- rüyasında kendisinin, Melik Nureddin´in elbiselerini yıkadığını görmüş vebu rüyasını Melik Nureddin´e anlatmıştı. Melik Nureddin de vergilerin ve harçların halkın üzerinden kaldırılmasını ve buna dair bir ferman yazılmasını emretti. Vezire de «Senin rüyanın tevili işte budur» dedi. Halka da kendilerinden almış olduğu vergileri, harçları, helal etmeleri için bir ilan yazdırdı ve bu harçlarla vergileri İslâm düşmanları olan kafirlerle yapılan savaşlara, ülke savunmasına, kadınların ve çocukların korunmasına sarfedildiğini bildirdi. Bu durumu ülkenin her tarafına |