๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => El-Bidaye Ven Nihaye => Konuyu başlatan: Esila üzerinde 17 Kasım 2010, 12:07:43



Konu Başlığı: Hicretin Beşyüzyetmişbeşinci Senesi
Gönderen: Esila üzerinde 17 Kasım 2010, 12:07:43
Hicretin Beşyüzyetmişbeşinci Senesi

 Hasan B. Dafi B. Yezden Et-Türkî

Hicretin Beşyüzaltmışdokuzuncu Senesi

Ammare B. Ebu´l-Hasan´ın Öldürülmesi

Şair Ammare El-Yemenî

İbn Kasrul

Nureddin Mahmud Zenginin Vefatı Ve Onun Adil Yönetiminden Bazı Kesitler.

Merhum Nureddin´in Evsafı

Fasıl

Hicretin Beşyüzaltmışdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Hasan B. Hasan.

El-Ahvazî

Mahmud B. Zengi B. Aksungur.

Hızır B.Nasr.

Hicretin Beşyüzyetmişinci Senesi

Fasıl

Fasıl

Hicretin Beşyüzyetmişinci Senesinde Vefat Eden Maşhur Şahsiyetler.

Ruh B. Ahmed.

Semle Et-Türkmanî

Kaymaz B. Abdullah.

Hicretin Beşyüzyetmîşbirinci Senesi

Fasıl

Hicretin Beşyüzyetmişbirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Hafız İbn Asâkir.

Hicretin Beşyüzyetmişikinci Senesi

Hicretin Beşyüzyetmişikinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Ali B. Asâkir.

Muhammed B. Abdullah.

Hatip Şemseddin.

Hicretin Beşyüzyetmişüçüncü Senesi

Hicretin Beşyüzyetmişüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Sadaka B.Hüseyin.

Muhammed B. Es´ad B. Muhammed.

Mahmud B. Tutuş Şihabüddin El-Harimî

Fatıma Bintî Nasr El-Attar.

Hicretin Beşyüzyetmişdördüncü Senesi

Hicretin Beşyüzyetmişdördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Es´ad B. Belderek El-Cibrilî

Hayse Beyse.

Muhammed B. Nesim..

Hicretin Beşyüzyetmişbeşinci Senesi

Hısnü´l-Ahzan´ın (Ahzan Kalesinin) Yıkılması

Halife Müstedi Bî-Emrillah´ın Vefatı Ve Biyografisi

Hicretin Beşyüzyetmişbeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

İbrahim B. Ali

İsmail B. Mevhub.

Mübarek B. Ali B. Hasan.

Nasır Li-Dînillah Ebü´l-Abbas B. Müstedi´nin Hilafeti

Hicretin Beşyüzyetmişaltıncı Senesi

Sultan Turanşahtn Vefatı

Hicretin Beşyüzyetmişaltıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Hafız Ebu Tahir Es-Sülefî

Hicretin Beşyüzyetmişyedinci Senesi

Şehid Nureddin´în Oğlu Ve Haleb Valisi Melik Salih İsmail´in Vefatı Ve Ondan Sonra Cereyan Eden Olaylar.

Hicretin Beşyüzyetmişyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Şeyh Kemaleddin Ebü´l-Berekât

Hicretin Beşyüzyetmişsekizinci Senesi

Fasıl

Mansur İzzeddin´in Vefatı

Hicretin Beşyüzyetmişsekizinci Senesinde Vefat Eden Diğer Meşhurlar.

Şeyh Ahmed Er-Rufaî

Halef B. Abdülmelik B. Mes´ud B. Bişkival

Allame Kutbeddin Ebü´l-Meâlî

Hicretin Beşyüzyetmişdokuzuncu Senesi

Fasıl



Hasan B. Dafi B. Yezden Et-Türkî


Bağdat´ta devlet işlerinde çalışan ümeranın büyüklerindendi, ama murdar ve aşırı derecede Rafızî taraftarı olan mütaasıp bir Rafızî idi. Rafızîler onun itibar ve himayesinin altında yaşamaktaydılar. Nihayet bu senenin zilhicce ayında ölmesi ile Cenâb-ı Allah Müslümanları on­dan kurtarıp rahata kavuşturdu. Ölünce kendi evine defnedildi. Sonra Kureyş mezarlığına nakledildi. Hamd ve minnet Allah´adır.

Öldüğü zaman Ehl-i Sünnet onun ölümüne çok sevindi. O esnada hangi Ehl-i Sünnet mensubuna rastlarsan mutlaka Allah´a hamd ettiği­ni görürdün ama Şiîler bu duruma öfkelendiler. Bu sebeple Şiîlerle Ehl-i Sünnet arasında fitne meydana geldi. İbnu´s-Saî´nin anlattığına göre Hasan b. Dafi gençliğinde yakışıklı, halkın büyükleri tarafından sevilen bir kimseydi. İbn Saî der ki: Şeyhimiz Ebu´1-Yümn el-Kindî onun ağrı­yan gözlerinden bahsederken şöyle demiştir:

«Her sabah her akşam kapınızda durup selap veririm

Gözlerinden rahatsız olduğu bana söylendi

Biz de ondan zulüm görmekte ve şikâyetçi olmaktayız.» [1]



Hicretin Beşyüzaltmışdokuzuncu Senesi


el-Muntazam adlı eserde İbnü´l-Cevzî dedi ki: «Bu sene Bağdat´ta narenç iriliğinde büyük dolu taneleri yağdı ki bunlardan birinin ağırlığı yedi rıtıl (bir rıtıl 462 gramdır) ağırlığındaydı. Bu doluların ardı sıra bü­yük bir sel meydana geldi. Dicle´nin suyu aşırı derecede yükseldi ki daha önce misli görülmemişti. Bu yüzden birçok binalar, evler, köyler, çiftlik­ler, ekinler, hatta mezarlar tahrip oldu. İnsanlar çöle çıkma mecburiyetinde kaldılar. Yüksek sesle Cenâb-ı Allah´a yalvarıp yakarmaya başla­dılar. Nihayet Aziz ve Celil olan Allah, onlardan bu musibeti kaldırdı ve onları genişliğe kavuşturdu. Allah kendi tulfuyla Dicle´nin yükselen su­yunu aşağılara indirdi. Allah´a hamd olsun

Musul´a gelince orada da Bağdat´ta görülen vakalar meydana geldi. Sular yüzünden 1.000 kadar ev yıkıldı. 1.000 kadarı da harab olup yıkıl­mağa yüz tuttu. Yıkıntılar altında çok sayıda insan öldü. Canlı telef ol­du. Aym şekilde Fırat´ın suyu da aynı derecede yükseldi. Bu yüzden bir­çok köy ve kasaba yok oldu. Bu senede Irak´ta ekin ve meyvelerin fiyatla­rı aşırı derecede yükseldi. Davarlar öldü. Bu davarların etlerini yiyen birçok Iraklı öldü.

İbnu´s-Saî dedi ki: «Bu senenin şevval ayında Diyarbakır ve Mu­sul´da kırk gün kırk gece müddetle peşpeşe yağmurlar yağdı. İnsanlar sadece iki defa güneş görebildiler ki, bu da kısa sürmüştü. Sonra bulut­larla kapanıp kaybolmuştu. Yağan yağmur yüzünden birçok ev ve mes­ken, içinde bulunan sahiplerinin üzerine çöktü. Dicle´nin suyu aşırı de­recede yükseldi. Bağdat ve Musul´daki evlerin çoğu sular altında kaldı. Sonra Allah´ın izniyle geri çekilmeye başladı.»

İbnu´l-Cevzî dedi ki: «Bu senenin receb ayında İbn Şehrezorî, yanın­da Mısır elbiseleri, kumaşları ve attabi kumaşını andıran derisi çizgili ve renkli bir merkep olmak üzere Nureddin´in yanma vardı.»

Bu senede İbn Şamî, Nizamiye müderrisliğinden azledilip yerine Ebü´1-Hayr el-Kazvinî atandı.

Cemaziyelahir ayında Fakih Mucir hapsedildi. Zındık, dinsiz na­mazsız ve oruçsuzlukla itham edildi. Ama bazı kimseler onun hesabına öfkelenip suçsuz olduğunu söylediler. Anlatıldığına göre o, Hadisiye mıntıkasında vaaz vermiş, 30.000 kadar dinleyici etrafında toplanmış­tı.

İbnu´s-Saî dedi ki: «Bu senede halife Müstedî´nin oğlu Ahmed yük­sek bir kubbeden yere düşmüş, ama salimen kurtulmuştu. Sadece sağ eli çıkmıştı. Düzelinceye kadar sol eliyle işlerini görüyordu. Biraz da burnunun üstü sıyrılmıştı. Beraberinde Necah adında siyahi bir hiz­metçisi de vardı. Hizmetçi, efendisinin düştüğünü görünce kendisi de ardı sıra kendini yere atmış «Efendim öldükten sonra benim yaşamaya ihtiyacım yoktur» demişti. Kendisi de salimen kurtulmuştu. Ahmed Ebü´l-Abbas en-Nasır (yani kubbeden yere düşen) halife olduğunda kö­lesi Necah´ı unutmamış, onu bir devlet görevine tayin etmiş, ona ihsan­da bulunmuştu. Kubbeden yere düştüklerinde ikisi henüz çocuk yaşta idiler.

Bu senede Melik Nureddin, maiyetindeki ordusu, Ermeni hüküm­darı ve Malatya valisi ile birçok melik ve ümera olmak üzere Rum belde­lerine doğru yürüdü. Onların birkaç kalesini fethetti. Rum kalesini muhasara etti. Kale komutanı cizye olarak 50.000 dinar vererek onunla barış andlaşması yaptı. Sonra Nureddin Haleb´e döndü. Bütün istekle­rinin yerine getirilmiş olduğunu gördü. Sonra sevinç ve sürür içinde Dı-maşk´a geldi.

Bu senede Melik Selahaddin, Yenıen´i fethetti. Bunun sebebi şuy­du: Selahaddin, Abdünnebi b. Mehdi adında birinin ülkeyi istila ettiğini, halkı kendisine beyate davet ettiğini, imam adını aldığını, yeryüzünün tümüne hakim olacağına dair iddiada bulunduğunu duymuştu. Bundan önce de kardeşi Ali b. Mehdi de aynı şekilde Yemeni istila etmiş ve orayı Ehl-i Zübeyd´in elinden almıştı. Hicretin 560. senesinde Ali b. Mehdi öl­dükten sonra kardeşi Abdünnebi bu defa Yemen´i istila etmişti. Her iki­si de içi ve dışı bozuk, muamelesi kötü kimselerdi. Askerlerinin çoklu­ğundan ve kuvvetinin fazla oluşundan ötürü Selahaddin, Abdül-mü´min´in üzerine bir müfreze göndermeğe karar verdi. Büyük kardeşi Şemsü´d-Devle heybetli, bahadır ve yürekli bir kimse olup Yemenli şair Ammare´nin meclisinde bulunanlardandı. Ammare ona daha önceleri Yemen´i ve güzelliklerini, oradaki ürünlerin çokluğunu anlatmıştı. Bu da Şemsü´d-Devle´yi bu müfreze ile birlikte bu senenin recep ayında Ye-men´e Abdünnebi b. Mehdi´nin üzerine gitmeğe şevketti. Bu amaçla Ön­ce Mekke´ye gidip orada umre yaptı. Sonra da Zebid şehrine gitti. Ab-dünnebi´nin karşısına çıktı. Onunla savaştı. Nihayet Şemsü´d-Devle Nurşah onu hezimete uğratıp hür olan karısıyla birlikte esir aldı. Ab-dünnebi´nin karısı zengin, malı mülkü çok bir kadındı. Ancak Şemsü´d-Devle Nurşah onu, malının mülkünün ve kıymetli defineler ile hazine­lerinin başında bıraktı. Askerler Zebid şehrini yağmaladılar. Sonra Şemsü´d-Devle Nurşah Aden´e yöneldi. Aden hükümdarı Yasir onunla savaştı. Yasir hezimete uğrayıp esir düştü. Ufak bir kuşatmadan sonra şehir düştü. Şemsü´d-Devle Nurşah, askerleri şehri yağmalamaktan men etti ve «Ülkeyi tahrip etmeye değil aksine şenlendirip hakimiyeti­miz altına almağa geldik» dedi. Sonra halka güzel ve adilane bir muame­lede bulundu. Halk onu sevdi. Bunun ardı sıra diğer kaleler, şehirler ve mıntıkalar da teslim oldular. Böylece bütün Yemen ülkesi Şemsü´d-Devle Nurşah´a boyun eğdi. Ülke ve halkı, kalbinin kapılarını ona açtı. Abbasi halifesi Müstedi adına orada hutbe okutuldu. Abdünnebi adını alan sahtekâr öldürüldü. Yemen onun pisliğinden kurtulup eski safiye­tine kavuştu. Şemsü´d-Devle Nurşah bu durumu kardeşi el-Melikü´n-Nasır Selahaddin´e fetih haberi ile birlikte müjdeledi. Melik Selahad-din´de bu durumu Nureddin´e bildirdi. Nureddin de bunu Yemen´in fetih müjdesiyle birlikte halifeye müjdeledi ve Yemen´de halife Müstadi adı­na hutbe okumaya başlandığım bildirdi.

Bu senede Selahaddin, Melik Nureddin´in isteğine uygun olarak Mısır diyarının gelir ve giderlerinin listesini hazırlattı. Buna dair mek-

tup kendisine ilk geldiği zamanda Selahaddin emre uymayacağını inti­baını verdi, ama daha sonra kendi güzel huyuna döndü. İtaat edeceğini söyledi ve hesapların yapılıp cetvellerin çıkarılmasını ve buna dair ceva­bın Melik Nureddin´e bildirilmesini görevlilere emretti. Divanda çalı­şanlar, hesapçılar ve katiplerden oluşan bir cemaat hemen işe koyuldu. Çıkarılan hesaplar, İbn Kayseranî vasıtasıyla Melik Nureddin´e gönde­rildi. İbn Kayseranî ile birlikte çok kıymetli hediyeler ve armağanlar da Melik Nureddin´e gönderilmişti. Hediye ve armağanlar arasında üzeri düz çizgilerle kaplanmış beş kıymetli yüzük, nefis cevherlerden yapıl­mış 100 adet gerdanlık, ayrıca belhoş taşları ve yakutlarla mücevher ta­neleri, kıymetli kumaşlar, kaplar, ibrikler, altın ve gümüş tabaklar, eği­tilmiş atlar, güzel suretli köle ve cariyeler, ağızlan kilitli ve mühürlü on sandık dolusu altın vardı. Bu sandıklarda harcamaya hazır Mısır altın­ları vardı ki kaç 100.000 tane olduğu bilinemez.

Bu hediye ve armağanları taşıyan kervan, Mısır diyarından ayrıl­dıktan sonra Şam diyarına varmadan Melik Nureddin vefat etti. Gökle­rin ve yerlerin Rabbi ona rahmet etsin. Selahaddin, Melik Nureddin´in vefat haberini duyunca bu hediye ve armağanları taşımakta olan kerva­nın tekrar Mısır´a geri getirilmesi için peşine görevlileri gönderdi. Anla­tıldığına göre bu hediye ve armağanlar geri getirilip Selahaddin´in önü­ne konulduğunda hediye ve armağanlara elini sürmemiştir. [2]



Ammare B. Ebu´l-Hasan´ın Öldürülmesi


Ammare b. Ebul-Hasan b. Zeydan el-Hakemî. Kahtanlıdır. Künye­si Ebu Muhammed olup lakabı Necmeddin el-Yemenî´dir. Fakih ve şair­dir. Şafiî mezhebine mensuptu. Ölüm sebebi şuydu: Fatımî Devleti za­manında yöneticilik yapmış önde gelen şahsiyetlerden bir grup bir ara­ya gelip toplandılar. Ve yıkılan Fatımî Devleti´ni yeni baştan kurmak hususunda kendi aralarında anlaştılar. Haçlılara mektup yazarak on­ları yardıma çağırdılar. Fatımîlerden de birini halife tayin ettiler. Ayrı­ca vezir ve emirleri de tayin ettiler. Bütün bu olup bitenler Sultan Sela­haddin´in Kerek mıntıkasında bulunduğu bir esnada meydana gelmişti. Sonra Mısır´a dönmüştü. Ammare el-Yemeni, Haçlıların kendilerine yardıma gelmesi durumunda Mısır ordusunun onlara karşı direnecek gücü bulamaması için Şemsü´d-Devle Turanşah´ı Yemen´e sefer yapma­ya teşvik etti. Şemsü´d-Devle Turanşah da Yemen seferine gitti. Ancak Ammare onunla birlikte Yemen´e gitmedi. Aksine Kahire´de kaldı ve Fatımî devletini yeniden kurabilmek için gerekli işleri sürdürdü. Adam­ları topladı. Onlarla görüşmeler yaptı. Kendi safına adamlar kazanma­ğa çalıştı. Fatımî Devleti´nin kurulması için propaganda yapanların en önde gelenlerindendi. Bazı akılsız ve aceleci olan Selahaddin taraftarlarını da kendi saflarına kattı. Kendisine en muhtaç oldukları bir zaman­da Şeyh Zeyneddin Ali b. Neca adındaki vaiz, Fatımîlere ihanet etti. Yapmakta oldukları desiseleri Sultan Selahaddin´e bildirdi. Sultan Se-lahaddin de ona bol miktarda mal ve para verdi. Kıymetli elbiseler giy­dirdi. Bundan sonra Selahaddin bu Fatımî komplocularını birer birer huzuruna çağırdı. Sorguladı. Onlar da suçlarını itiraf edince onları hap­se attı. Fıkıhçılara, bunlara ne yapacağına dair fetva sordu. Onlar da komplocuların öldürülmesi yolunda fetva verdiler. Bundan sonra Sul­tan Selahaddin komplocuların reis ve önde gelenlerini öldürmeleri için görevlilere emir verdi. Onlara tabi olanları ve köleleri öldürtmedi. Geri­de kalan Ubeydî (Fatımî) askerlerin de uzak mıntıkalara sürgün edil­melerini emretti. Halife Adid´in çoluk çocuğunu ve aile efradını bir ko­nakta yalnız yaşamaya mahkum etti. Onlara ne fayda ne de zarar ulaş­mıyordu. Kendilerine uygun erzak ve elbiseleri verdi.

Ammare el-Yemem, Kadı Fadıl´ın karşıtı ve düşmanı idi. Ammare, Sultan Selahaddin´in huzuruna getirildiğinde Kadı Fadıl, onun için şe­faatçi oldu.Ancak Ammare kendi aleyhinde konuştuğunu zannetti ve «Ey efendimiz, ey sultanımız onun sözlerine kulak verme» deyince Kadı Fadıl Öfkelenerek saraydan çıkıp gitti. Sultan Selahaddin de Ammare el-Yemenî´ye «O sadece senin için şefaatçi oluyordu» deyince Ammare, bu söylediklerine son derece pişman oldu. İdam edilmeye götürülürken de Kadı Fadıl´ın konağına uğradı. Onu görmek istedi. Ancak Kadı Fadıl ona görünmedi. O esnada Ammare şu şiiri okudu:

«Abdurrahim benden kaçıp gizlendi. Hayret ki kurtuluşum da onun elindeydi.»

İbn Ebi Tayy dedi ki: «İdam edilenler arasında Fadıl b. Kâmil adın­daki kadı da vardı. Bunun asıl adı Ebü´l-Kasım Hibetullah b. Abdullah b. Kâmil´di. Mısır diyarının Fatımîler zamanındaki kadilkudatı olup Fahrü´l-Ümerâ lakabını taşırdı. İdam edilenlerin ilki o oldu. Katip İmad böyle demiştir. Ancak bu zat faziletli ve edepli bir kişi olup yüksek dere­cede şiirleri vardı. Reffa´m kölesiyle ilgili olarak söylediği şu şiir onun ne denli yüksek bir şair olduğunu göstermektedir:

«Ey her elbisenin söküğünü diken, Ona olan sevgim itikad söküğümü dikmedi, Ayrılığın gönlümde meydana getirdiği söküğü, Belki vuslat eli diker.»

İdam edilen Fatımîler arasında Fatımî propagandacılarının başı olan Abdülkavi´nin oğlu da vardı. Bu, saraydaki definelerin yerini bilir­di. Definelerin yerini göstermek için kendisine baskı yapıldı. Ancak defi­nelerin yerini göstermeyince kendisine işkence yapıldı. Bu yüzden öldü ve definelerin yeri de bilinemedi.

Divan nazırı Uveyris de idam edilen Fatımî propagandacıları ara­sındaydı. Bununla beraber o kadılık yapmıştı.

Sekreter (Sır katibi) Şibriya, Mısırlı kâtip Abdüssamed, Neccah el-Hemmanî de idam edilenler arasındaydı. Hristiyan bir müneccim bu işin, ilm-i nücum bilmekle tamamlanacağı müjdesini onlara vemişti. O da idam edildi. [3]



Şair Ammare El-Yemenî


Ammare, mantıki şiirler söyleyen belagat ve fesahat sahibi bir şair­di. Bu alanda kimse onun derecesine yetişemezdi. Meşhur bir şiir divanı vardır. Tabakatü´ş-Şafiîye adlı eserde ondan bahsetmiştim. Çünkü o, Şafiî mezhebi ile iştigal ederdi. Feraize dair bir eseri, Kitabü´l-Vüzerai´l-Fatımîyyin ve Mısır halkının, sağlamlığına güvendiği nefis bir siyer ki­tabı vardır. Kendisi faziletli, edip ve fakih bir kişiydi. Yalnız Fatımîlere dost olduğu söylenirdi. Fatımîler ve onların vezirleriyle emirleri hak­kında cidden birçok methiyeleri vardır. Ama Rafizi olduğuna dair ufak emareleri de vardı. Zındıklık ve kâfirlikle itham edilmiştir. el-Ceride ad­lı eserde Kâtip İmad´m anlattığna göre Ammare, bir kasidesinde şöyle demiştir:

«İlim bayrağa muhtaç olduğundan beri,

Kılıcın keskinliği, kaleme olan ihtiyacı yok etmiştir.»

Bu çok uzun bir kasidedir. Birçok küfür ve zındıklık ifadeleri içer­mektedir. Katip İmad´ın ifadesine göre bu kasidede şöyle bir beyit de vardır:

«Bu dinin başlangıcı sade bir adamla oldu.

O çalışıp çabaladı. Nihayet ona ümmetlerin seyyidi denildi.»

Mısırlı alimler onun öldürülmesine fetva verdiler.

Sultan Selahaddin´i de ona ve emsallerine işkence yapmağa teşvik ettiler. Yukarıdaki beyit onun aleyhine bir delil olarak kullanılabilir. Doğrusunu Allah bilir.

İbnu´s-Saî onun yüksek manalar içeren şiirlerinden bazılarını nak-letmiştir. Bu şiirlerinden birinde bir hükümdarı şöyle övmüştü:

«Alnının parıldayan yerini öptüğümde,

Ondan ayrıldığımda parlaklık alnımın üzerine geçti,

Elini öpüp yanından ayrıldığımda,

Hükümdarlar elimi öpmeye başladılar.»

Şu şiir de Ammare´ye aitti:

«Reşa el-Özri´ye aşık olduğuma dair mazeretim vardır.

Gözyaşı beni kahrettiğinden bu yana artık inkâr da edemiyorum.

Endamlara, yanakları öpmeye, memeleri göğsüme bastırmaya,

Benim arzu ve ihtiyacım vardır.

Benim tercihim budur. Beğeniyorsan bana uy.

Yoksa bırak beni aşkımla başbaşa kalayım.»

Ammare idam edilirken el-Kindî şöyle bir şiir okumuştu:

«Ammare İslamda bir cinayet işledi açıkça,

Onda iken kilise ve haça beyat etti.

Hz. Ahmed´e buğz etmekle şirkin ortağı oldu.

Haçı sevdiğinden ötürü idam edildi.

Yarın kendi nefsi için yaptığı gayretin karşılığını bulacaktır.

Cehennem alevleri içinde irin içecektir.»

Melikü´n-Nasır Sultan Selahaddin bu senenin ramazan ayının ikinci cumartesi gününde bunları Kahire´nin iki kasrı arasında idam et­tirince durumu ve bunların uğradığı cezalarla perişanlıkları bir mek­tupla Melik Nureddin´e bildirdi.

Katip İmad dedi ki: «Sultan Selahaddin´in konuya ilişkin mektubu merhum Nureddin´e vefat ettiği günde ulaştı. Aym şekilde Sultan Sela­haddin, insanları fitneye düşüren İskenderiyeli Kadid el-Kafacî adında birini de öldürdü.İnsanlar bu adama tutulmuşlar, kazançlarının bir bö­lümünü ona vermişlerdi. Kadınlar bile mallarının bir kısmını ona ver­mişlerdi. Selahaddin´in askerleri kendisini kuşatma altma aldıklarında Kadid el-Kafacî kaçıp kurtulmak istedi ama artık zaman kurtuluş za­manı değildi. Kendisinden öncekinin akibetine uğratılarak Öldürüldü.

Ammare´nin, halife Adid´e, devletine ve hilafet dönemine dair şöyle bir mersiyesine rastlanılmıştır:

«Kısır kimsenin biricik evladını kaybedişine üzülüşü gibi,

Ben de halife Adid´in geçen zamanına üzülüyorum.

Senin sarayının taşlarına bakıp üzülüyorum.

Çünkü ey peygamberin oğlu,insanlar senin sarayına kalabalıklar halinde akıp gelirlerdi.

Şimdi ise o saray bomboş ve ıssızdır.

Bulanık ve engin denizin dalgalarını andıran,

Askerlerinden uzakta ve ayrılıktasın.

İnsanların en akıllılarını ülkenin emin kişileri kılıp görevlendir­din.

Ama şimdi bozulan şeyi onaracak güç ve takat kalmadı.

Umarım ki geceler size,

Yaptığınız güzel şeyleri tekrar iade ederler.»

Şu kaside de ona aittir:

«Ey Fatıma evladını sevdiğimden ötürü beni kınayan kişi! Eğer beni kınamakta kusur edersen sana ayıplar olsun. Allah aşkına Kasreyn sahasını ziyaret et ve benimle birlikte ağla. Ağlamak, Sıfîîn ile Cemel için layık değildir. Kasreyn ahalisine dedi ki: Allah´a yemin ederim ki, Aranızda yaralarım ve çıbanlarım şifa bulmadı, kapanmadı. Haçlıların, müminlerin emiri Ali´nin iki oğlunun nesline, Yaptıkları hakkında sen ne diyorsun »

er-Ravzateyn adlı eserde Şeyh Ebu Şâme, Ammare´nin Fatımîleri methettiğine dair birçok şiirler nakletmiştir. İbn Hallikan da aynı şekil­de bu kabil şiir nakletmiştir. [4]



İbn Kasrul


Metâliu´î-Envar adlı kitabın sahibidir. Kadı İyaz´ın Meşariku´1-En-var adlı eseri üzerine bu eserini yazmıştır. İbn Kasrul, kendi ülkesinin meşhur alimlerinden ve faziletli şahsiyetlerin dendi. Bu senenin şevval ayının altısında cuma namazından sonra altmışdört yaşında ani bir ölümle vefat etti. ibn Hallikan böyle demiştir. Doğrusunu noksanlıklar­dan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [5]



Nureddin Mahmud Zenginin Vefatı Ve Onun Adil Yönetiminden Bazı Kesitler


Adil hükümdar Nureddin Ebü´l-Kasım Mahmud b. Melik Atabeg Kasimü´d-Devle İmadüddin Ebu Said Zengi eş-Şehid b. Melik Aksungur Atabeg Kasimü´d-Devle et-Türki es-Selçukî. Hicretin 511. senesinin şevval ayının onyedisinde pazar günü güneşin doğuşu esnasında Ha­lep´te dünyaya geldi. Haieb, Musul ve buralara bağlı birçok beldelerin hükümdarı olan babası İnıadüddin´in kontrolü altında yetişti. Kur´ân-ı Kerim, Farsça ve Rumca´yı öğrendi. Şehametli, şecaatli, yüksek himmet sahibi, iyi niyetli, saygılı, dindarlığı apaçık belli olan bir kimseydi. Ca-ber kalesini kuşatmakta iken hicretin 541. senesinde babası öldürüldü. Nitekim bu hususu önceki kısımlarda da anlatmıştık. Melik, Halep´te bulunan oğlu Nureddin´in yanma geldi. Kardeşi Seyfeddin Gazi ona Mu­sul´u verdi. Sonra kendisi ilerledi. Hicretin 549. senesinde Dımaşk´ı aldı. Ahaliye iyi davrandı. Onlar için medreseler, mescidler ve hankâhlar yaptırdı. Yollarını ve caddelerini genişletti. Yolların ve caddelerin ke­narlarına kaldırımlar yaptırıp çarşıları ve pazarları genişletti. Hayvan pazarına, buğday pazarına, kavun, karpuz satılan yerlere ve benzer ma­hallere vergiler, harçlar koydurdu. Hanefî mezhebine mensuptu. Alimleri ve yoksulları sever, onlara saygı gösterip ikramda bulunur ve iyilik ederdi. Hükümlerini güzelce, adaletle ve şeriat-ı mütahharaya uygun olarak verirdi. Adalet meclisleri kurar ve bu meclisleri bizzat kendisi yö­netirdi. Bu meclislerine her mezhepten kadılar, fakihler ve müftüler ka­tılırlardı. Bütün Müslümanlar ve zimmiler rahatça kendisine ulaşabil­sinler ve onlara eşitçe muamelede bulunabilsin diye Keşk mıntıkasında bulunan Mescidü´l-Muallak´ta salı günleri adalet meclisi[6] kurardı.

Daha Önce harabe olan Yahudi mahallesine sur çekti. Kessan kapı­sını kapattı. Babül-Ferec´i açtı. Daha önce orada hiç kapı yoktu. Kendi ülkesinde sünneti izhar etti. Bid´atı öldürdü. Babasının ve dedesinin ha­kimiyeti zamanında ezanlarda okunmayan "Hayye alassalâ ve hayye alelfelah" cümlelerinin okunmasını emretti. Önceleri ezanda bu iki cümle yerine sadece "Hayye ala hayril amel" ifadesi okunuyordu. Çünkü böylece Rafizilerin sembolü ortaya konulmuş oluyordu.

Nureddin, hudutları korudu. Kaleleri fethetti. Haçlıları defalarca bozguna uğrattı. Onların ellerinde bulunan birçok müstahkem kaleyi kurtardı. Müslümanlara ait olan bu kaleler, onlar tarafından istila edil­mişti. Nitekim bu husus önceki senelerin olaylarından bahsedilirken detaylı olarak anlatılmıştı. Hacılara sataşmasınlar diye Bedevilere bir­çok arazileri ikta olarak verdi. Dımaşk´ta bir hastahane yaptırdı ki, Şam mıntıkasında ne daha önce ne de daha sonra bu hastahanenin benzeri görülmemiştir. Öksüzlere okuma yazma öğretecek öğretmenler için va­kıf kurdu. Onlar için nafaka ve elbise tahsis etti. Haremeyn´e de yani Mekke ve Medine´de mücavir olarak yaşayan kimseler için de vakıf kur­du. Bütün hayır yollarında sarfedilecek parayı temin etmek için vakıflar kurdu. Dullara ve muhtaçlara bakılması için de vakıf kurmuştu. Dı-maşk´taki Emevi Camii yıkılmaya yüz tutmuştu. Bakım ve onarımına nazır olarak Musullu Kadı Kemaleddin Muhammed b. Abdullah eş-Şehrezorî´yi tayin etti. Bu zatı ayrıca Dımaşk kadilkudatlığına da tayin etti. Kadı Kemaleddin Dımaşk Camii´nin onarımını yaptırdı. Dört meş-hedini açtırdı. Hicretin 461. senesinde çıkan yangında camiinin eşyaları o meşhedlere konulmuştu. Camiinin bilinen vakıflarına ek olarak vak-fedicileri bilinmeyen, şartları hakkında bilgi sahibi olunmayan bazı vakıfları da ilave etti ve hepsini bir vakıf haline getirdi ve bunlara da "malü´l-mesâlih" adını verdi. İhtiyaç sahiplerini, yoksulları, düşkünle­ri, dulları, Öksüzleri ve benzeri muhtaç kişileri de bundan yararlandırdı.

Allah rahmet etsin Nureddin, güzel yazı yazan, çokça dini kitapları mütalaa eden, peygamberlerin izine tabi olan, namazları cemaatle kıl­maya özen gösteren, çokça Kur´ân okuyan, hayır yapmayı seven, iffetli, namuslu, tutumlu kendi şahsına ve aile efradına giyecek ve yiyecekleri ölçülü olarak veren bir kimseydi. Hatta denilmiştir ki: «Kendi zamanın­daki en düşük fakir bile ondan daha fazla para harcardı.» Bununla bera­ber o, para biriktirmez ve dünyaya önem vermezdi. Ne öfke, ne de sevinç halinde ağzından asla kötü bir söz çıkmamıştı. Vakarlı ve suskun bir kimseydi.

İbnü´1-Esir dedi ki: «Ömer b. Abdülaziz´den sonra Melik Nureddin gibisi gelmedi. Onun kadar adaleti araştıran, onun kadar insaflı ve mer­hametli bir kimse görülmedi. Hunıus´ta birkaç dükkânı vardı. Bunları kendi payına düşen ganimetlerle satın almıştı. Bunların kira gelirleriy­le geçimini sağlardı. Karısı bu kiraları artırarak nafakasını temin etti»

Melik Nureddin, Beytülmaldan kendisine ne kadar nafakanın he­lal olacağını alimlere sordu. Onların verdiği fetvada belirtilen miktarda Beytülmaldan nafaka aldı. Açlıktan ölse bile fazla nafaka almadı. Kürre ile çok oynardı. Büyük salihlerden biri onu bu yüzden kınadı. O da şu ce­vabı verdi: Ameller niyetlere göredir. Ben bu oyunu oynamakla atlan hücuma ve geri kaçmaya alıştırmak istiyorum. Biz cihadı terk etmeyiz» Melik Nureddin ipek elbiseler giymezdi. Kendi kazancını yerdi. Kılıcıy­la ve mızrağıyla elde ettiği paralarla geçimini sağlardı.

Birgün arkadaşlarından biriyle beraber ata bindi. Güneş arkala­rında, gölgeleri ,i s e önlerindeydi. gölgelerine kavuşamıyorlar di. Sonra geri döndüler. Bu defa gölgeleri arkalarına düştü. Nureddin atını sürdü, koşturdu. Gölgesi yine onu takip ediyordu. Arkadaşına dedi ki:

«İçinde bulunduğumuz durumun neye benzediğini biliyor musun Ben bunu dünyaya benzettim. Dünyayı elde etmek isteyen kimseden dünya kaçar. Ama dünyadan kaçan kişiyi ise dünya kovalar.»

Şairin biri bu anlamda şöyle bir şiir okumuştur:

«Elde etmek istediğin rızık, seninle birlikte yürüyen gölgeye ben­zer.

Acele de etsen o gölgeye kavuşamazsın.

Ama arkanı dönüp gittiğinde gölge seni takip eder.»

Melik Nureddin, Hanefî mezhebinin fıkhını iyi bilirdi. Hadis dinle­di, rivayet etti. Geceleri seher vaktinde çokça namaz kılardı. Sabah olup atma bininceye kadar namaza devam ederdi:

«Allah´ın huzurunda hem şecaati hem de hüşuu bir oraya getirdi. Şecaatli kimselerin mihrapta namaz kılmaları ne güzeldir.»

Zevcesi İsmetüddin Hatun binti Atabeg Muineddin de aynı şekilde geceleri çokça namaz kılardı. Bir gece uyku bastırdı. Virdini yapamadan uykuya daldı. Sabahleyin öfkeli olarak uyandı. Nureddin niçin öfkelen­diğini sorduğunda karısı virdini yapmasına engel olan uykusunu sebep olarak gösterdi. Bunun üzerine Nureddin seher vakti kalede gece namazı kılmak isteyenleri uykudan uyandırmak için tabılhane çalınmasını emretti. Tabılhane çalacak adama da bol miktarda ücret ve erzak verdi.

«Toprak altında çürüseler bile Cenâb-ı Allah bu kemikleri af ve guf­ran örtüsüyle örtsün.

Ya da mezarlarını ruh ve rehyanla dolduracak. Bir rahmet duasını onlara yapın.»

İbnü´l-Esir´in anlattığına göre bir gün Melik Nureddin kürre oyna­makta iken bir adamın kendisini göstererek bir başkasıyla konuşmakta olduğunu gördü. Hacibini, durumu öğrenmesi için o adamların yanına gönderdi. Hacip o adamın hakim tarafından gönderilen bir görevli ile birlikte konuşmakta olduğunu ve Nureddin üzerinde hakkı bulunduğu­nu iddia ettiğini, kadı nezdinde muhakeme olmak istediğini gördü. Ha-cib, Nureddin´in yanına dönüp durumu bildirdiğinde Nureddin elindeki çevganı bıraktı. Hasmı ile birlikte yaya olarak Kadı Şehrezorî´nin yanı­na gitti. Nureddin, yolda gitmekte iken kadıya haber salarak "Bana ha­sımlara uyguladığın muameleyi uygula» diye bildirdi. Hasmıyla birlik­te kadının makamına vardıklarında Nureddin, kadının huzurunda hasmıyla birlikte ayakta durdu. Dava sonuçlanıncaya kadar oturmada. Neticede adamın Nureddin üzerinde bir hakkı olduğu tesbit edilemedi. Aksine Sultan Nureddin´in o adam üzerinde hakkı bulunduğu tesbit edildi. Durumu açıklığa kavuştuğunda Sultan Nureddin, «Ben, herhan­gi bir kimse davet edildiği zaman şeriata gitmekten imtina etmesin diye-hasmımla birlikte buraya geldim. Çünkü aşağısı ve yukarısı ile birlikte bütün olarak biz emirler topluluğu Rasûlullah (s.a.v.)´in hizmetçileri­yiz. Onun şeriatının muhafızlarıyız. Onun huzurunda usule uyup itaat ederiz. Verdiği emirleri yerine getirir, yasaklarından sakınırız. Bu ada­mın bende hakkı bulunmadığını biliyordum. Ama şahit olun ki iddia et­tiği araziyi kendisine hibe edip mülk ettim» dedi.

İbnü´1-Esir dedi ki:

«Melik Nureddin ilk defa adalet sarayı inşa ettiren hükümdardır. Haftada iki kez orada meclis kurardı. Başka bir rivayete göre ise dört kez meclis kurarmış. Hatta beş kez meclis kurduğuna çeşitli mezheplere tabi kadı ve fakihler katılırlardı. Mecliste bulunduğu zamanlarda her­hangi bir hacip veya görevli, insanların onun yanına girmesine engel ol­mazdı. Güçlü de zayıf da gidip onunla görüşebilirdi. Yanına gelen kim­selerle konuşur, dertlerini dinler haksızlıkları ortaya çıkarır[7], mazlu­mun zalimdeki hakkını alırdı.

Esedüddin b. Sadi, Melik Nureddin katında yükselmiş, itibar sahi­bi olmuş, nihayet hakimiyette onun ortağı gibi olmuştu. Mal, mülk, çiftik ve köy sahibi olmuştu. Naibleri bazan komşu arazilerin ve emlakin sahiplerine haksızlık ederlerdi. Kadı Kemaleddin ise haksızlığa uğra­yıp emirleri şikayet eden kimselerin haklarını emirlerden alıp verirdi. Ancak sözünü ettiğimiz Esedüddin b. Sadi´ye karışamıyordu. Melik Nu­reddin adalet sarayım inşa ettirdiğinde Esedüddin, naiblerin, herhangi bir kimsenin hakkım üzerlerinde bırakmamasını, kendisinden alacağı bulunan kimselerin haklarını da -her ne kadar çok olsa da- ödemelerini emretti. Çünkü Melik Nureddin´in karşısında zalim bir kimse olarak gö­rünmekten veya halktan herhangi bir hasmı ile birlikte onun huzurun­da muhakeme edilmektense bütün malından mahrum kalmaya razı ol­muştu. Naibleri onun bu emirlerini yerine getirdiler.

Melik Nureddin, uzun süre adalet sarayında oturup bekledi. Her­hangi bir kimsenin Esedüddin´den şikayetçi olduğunu görmedi. Bu du­rumu kadıya sordu. Kadı da durumun iç yüzünü ona anlatınca Melik Nureddin Allah´a şükredip secdeye kapandı ve «Üzerlerindeki haksız­lıkları giderip adaleti kendi nefislerine tatbik eden arkadaşlara bizi sa-´ hip kıldığı için Allah´a hamd olsun» dedi.

Melik Nureddin´in şecaatine gelince bu hususta şöyle denilmiştir: At sırtında ondan daha şecaatti, ondan daha sebatlı kimse görülmemiş­tir. Güzel kürre oynardı. Bazan küreye elindeki çevganla vurur, peşine düşer ve kürreyi havada iken eliyle yakalardı. Sonra da o kürreyi mey­danın sonuna fırlatırdı. Çevganınan tepesinin üstüne çıktığı görülme­mişti. Çevganı da elinde iken görülmezdi. Çünkü yeni çevgamnı örtü­yordu. O eğlenmek için kürre ile oynardı. Savaşta şecaatli ve sabırlı bir kimseydi. Bu hususta o örnek gösterilmiştir. Kendisi şöyle demiştir:

«Defalarca kendimi şehid olmak için savaşta ileriye attım, fakat na-sib olmadı. Eğer bende bir hayır bulunsaydı ve Allah katında da kıymetli bir kimse olsaydım, Allah bana şehidlik nasib ederdi. Ameller ancak ni­yetlere göredir.»

Birgün Kutbeddin en-Nisaburî ona şöyle demişti:

- Allah aşkına ey efendimiz, ey sultanımız, kendini tehlikelere at­ma. Çünkü sen Öldürülecek olursan maiyetindeki herkes öldürülür. Ül­ke zaptedilir. Müslümanların durumu bozulur.

- Sus ey Kutbeddin! Senin bu sözlerin Allah´a karşı bir edepsizlik­tir. Nureddin Mahmud da kim oluyor Benden önce dini ve ülkeyi kendi­sinden başka ilah bulunmayan zat korumuyor muydu Nureddin Mah­mud da kim oluyor

Onun bu sözleri karşısında meclisinde bulunan herkes ağlamıştı. Allah ona rahmet etsin.

Gazalardan birinde Melik Nureddin bir haçlı kontunu esir almıştı. Onu öldüreyim mi yoksa ödeyeceği fidye karşılığında serbest mi bıraka­yım diye Ümeraya danıştı. Kont, serbest bırakılmak için çok miktarda

fidye ödemeyi taahhüd etmişti. Emirler ihtilaf ettiler. Sonra Melik Nu-reddin, alacağı fidye karşılığında onu serbest bırakmayı uygun buldu. Esir kont da yakınlarından birini Melik Nureddin´e ödeyeceği fidyeleri getirmesi için kendi ülkesine gönderdi. Giden adam da kısa zamanda fidyeyi getirip teslim edince Melik Nureddin o haçlı kontunu salıverdi. Haçlı kontu ülkesine ulaşır ulaşmaz öldü. Melik Nureddin ve arkadaşla­rı bu duruma şaştılar ve o esir Haçlı kontun ödemiş olduğu fidye ile Dı-maşk´ta, ülkede benzeri bulunmayan bir hastahane yaptırdılar. Bu has­tahanede yoksulların ve düşkünlerin tedavi görmeleri şart koşuldu. Ama başka yerde bulunmayan bir ilaca ihtiyaç duyulduğunda ve o ilaç da sadece bu hastahanede bulunacak olursa o zaman zenginlerin de bu hastahaneden yararlanmalarına müsaade edilecekti. Hastahaneye ge­len herkese şurup içirebilecekti. Nureddin de oraya geldiğinde hastana-nenin şurubundan içmişti. Allah rahmet etsin.

Ben derim ki: Yapıldığı günden beri o hastahanedeki ateş sönme­miştir. Doğrusunu Allah bilir.

Yollarda, burçlarda birçok hanlar inşa ettirmiş, korkulu yerlere bekçiler tayin edip onlara aylık bağlamıştı. Haberleri kısa sürede kendi­sine ulaştıran hevadi güvencinleri kullanmıştı. Ribatlar ve hankâhlar yaptırmıştı. Yanında fakihler, şeyhler, sofiler toplanır, o da onlara ik­ramda bulunup saygı gösterirdi. Salih kimseleri severdi. Emirlerden bi­ri onun yanında fakihlerden Kutbeddin en-Nisaburî´nin aleyhinde ko­nuşunca Melik Nureddin o emire şöyle cevap vermişti:

«Yazıklar olsun sana. Eğer dediklerin doğruysa, onun bu kötülük­lerini yok edecek kadar birçok iyilikleri vardır. Eğer bu dediklerin doğ­ruysa yapmış olduğun gıybete kefaret olacak kadar iyiliklerin yoktur. Kaldı ki ben seni doğrulamıyor um. Bir daha sen veya başkası o zatın aleyhinde konuşacak olursanız sana eziyet ederim.»

Bundan sonra o emir, Fakih Kutbeddin´in aleyhinde konuşmaktan sakındı ve onun adını ağzına almadı.

Melik Nureddin, hadis dinlemek veya okumak isteyen kimseler için Dımaşk´ta bir dârülhadis inşa ettirdi. İbnü´l-Esir´in ifadesine göre ilk yaptırılan dârülhadis orasıdır.

Melik Nureddin, ümeranın kalbine şiddetli derecede heybet salan, korku verici, vakarlı bir zattı. Kendisi izin vermeden herhangi bir kimse onun huzurunda oturmaya cesaret edemezdi. Emir Necmeddin Eyyüp dışında hiçbir emir onun huzurunda izinsiz oturamazdı. Esedüddin Şir-kuh ve Haleb naibi Mecdüddin b. Daye ve diğer ekâbire gelince bunlar onun huzurunda ayakta dururlardı. Bununla beraber fakihlerden veya yoksullardan biri huzuruna girdiğinde kendisi ayağa kalkar, gelen ada­ma doğru birkaç adım atar, sonra onu vakar ve sükunetle beraberinde seccadesinin üzerine oturturdu. Bunlardan herhangi birine çok denecek birşey verdiği zamanda «Bunlar, Allah´ın askerleridirler. Bunların duaları bereketiyle düşmanlara karşı muzaffer oluyoruz. Bunların bey-tülmalde kat kat hakları vardır. Bu verdiklerimizden fazla alacakları vardır. Bu verdiğimiz azıcık şeyler ile bizden razı olacak olurlarsa biz kendilerine minnettar oluruz» derdi. Kendisinden dinlenen bir hadis cüz´ünde şu ibare vardı: «Rasûlullah (s.a.v.) kılıcını kuşanmış vaziyette çıktı»

Kendisi, Rasülullah´ta bulunan bir adeti insanların değiştirmesine şaşıyordu. Askerlerin ve komutanların, Rasûlullah (s.a.v.)´in kılıç kuşa­nışı gibi değil de kılıcı kemerlerine bağlamalarına şaşıyordu. Sonra as­kerlere kılıcı kuşanmadan taşımamalarım emretti. Bundan birgün son­ra da kendisi bütün askerlerine de aynı emri vererek kılıcını kuşanmış olarak içtima alanına gitti. Böyle yapmakla da Rasûlullah (s.a.v.)´e uy­muş olduğunu gösteriyordu. Allah ona rahmet etsin.

Veziri Muvaffaküddin Halid b. Muhammed b. Nasr el-Kayseranî -ki bu şair bir zattı- rüyasında kendisinin, Melik Nureddin´in elbiselerini yıkadığını görmüş vebu rüyasını Melik Nureddin´e anlatmıştı. Melik Nureddin de vergilerin ve harçların halkın üzerinden kaldırılmasını ve buna dair bir ferman yazılmasını emretti. Vezire de «Senin rüyanın tevi­li işte budur» dedi. Halka da kendilerinden almış olduğu vergileri, harç­ları, helal etmeleri için bir ilan yazdırdı ve bu harçlarla vergileri İslâm düşmanları olan kafirlerle yapılan savaşlara, ülke savunmasına, ka­dınların ve çocukların korunmasına sarfedildiğini bildirdi. Bu durumu ülkenin her tarafına