๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => El-Bidaye Ven Nihaye => Konuyu başlatan: Esila üzerinde 17 Kasım 2010, 11:59:40



Konu Başlığı: Hicretin Beşyüzdoksandokuzuncu Senesi
Gönderen: Esila üzerinde 17 Kasım 2010, 11:59:40
Hicretin Beşyüzdoksandokuzuncu Senesi


Ebü´l-Hasan Muhammed B. Cafer.

Şeyh Cemaleddîn Ebü´l-Kasım..

Hicretin Beşyüzdoksanaltıncı Senesi

Hicretin Beşyüzdoksanaltıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Sultan Alaeddin Harezm Şah.

Nlzameddin B. Mes´ud B. Ali

Ebü´l-Ferec B. Abdülmün´im B. Abdülvehhab.

Fakih Mecdüddin.

Emir Sârîmüddin Kaymaz.

Emîr Lü´lü´

Şeyh Şihabüddin Et-Tusî

Şeyh Zahireddın Abdüsselâm El-Fârisî

Şeyh Ve Allame Bedreddin B. Asker.

Şair Ebü´l-Hasan Ali

Ebu Alî Abdurrahim B. Kâdi´l-Eşref

Hicretin Beşyüzdoksanyedinci Senesi

Hicretin Beşyüzdoksanyedîncî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Abdurrahman B. Ali

İsfahanlı Kâtip İmad.

Emir Bahaeddin Karakuş.

Meklebe B. Abdullah El-Müstencidî

Ebu Maksur B. Ebi Bekir B. Şücâ´

Ebu Tahir Berekât B. İbrahim..

Hicretin Beşyüzdöksansekizinci Senesi

Hicretin Beşyüzdoksansekîzîncî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Kadı Ibn Zekî

Hatip Doleî

Şeyh Alî B. Alî B. Aliş.

Sadr Ebü´s-Senâ Hammad B. Hîbetüllah.

Yenfuşâ Bînti Abdullah.

Şair İbn Muhtesib Ebıts-Şükr.

Hicretin Beşyüzdoksandokuzuncu Senesi

Şihabeddîn´in Kardeşi Melik Gıyaseddin El-Gurî

Hicretin Beşyüzdoksandokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Emir Alemüddîn Ebu Mansur.

Kadı Ziya Eş-Şehrezorî

Abdullah B. Ali B. Nasr B. Hamza.

Vaiz İbn Necâ.

Şeyh Ebü´l-Berekât

Sit Celîle Zümrüt Hatun.

Hicretin Altıyüzüncü Senesi

Hicretin Altıyüzüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Ebü´l-Kasım Bahâeddin.

Hafız Abdülganî El-Makdîsî

Ebü´l-Fütûh Es´ad B. Mahmud El-Îclî

Şair Benanî

Ebu Saîd Hasan B. Hâlid.

Irakî Muhammed B. Irakî

Hicretin Altıyüzbirınci Senesi

Hicretin Altıyüzbîrînci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Ebü´l-Hasan Ali B. Anter B. Sabit El-Hüllî

Ebu Nasr Muhammed B. Sadullah.

Ebü´l-Abbas Ahmed B. Mes´ûd.

Ebü´l-Fidâ İsmaîl B. Bertaîs Es-Sincarî

Ebü´l-Fadl B. İlyas B. Cami El-Erbilî

Ebü´s-Saadat El-Hüllî

Ebu Galib B. Kemnune.

Hicretin Altıyüzikinci Senesi

Hicretin Altıyüzikinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Şerefüddin Ebü´l-Hasan.

Taki İsa B. Yusuf

Ebu´l-Ganâim Merkî Sehlar El-Bağdadî

Ebü´l-Hasan Ali B. Suad El-Farisî

Hatun.

Emir Mücireddin Taştekin El-Müstencidî

Hicretin Altıyüzüçüncü Senesi

Hicretin Altıyüzüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Fakih Ebu Mansur.

Şeyh Abdülkadir Geylanî´nin Oğlu Abdürrezzak.

Ebü´l-Hazm Mekkî B. Ziyan.

Hadim İkbal

Hicretin Altıyüzdördüncü Senesi

Hicretin Altıyüzdördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Emir Bünyamîn B. Abdullah.

Hanbel B. Abdullah.

Abdurrahman B. İsa.

Emir Zeyneddîn Karaca Es-Selahî

Abdülaziz Et-Tabib.

Afif B. Ed-Derahî



Ebü´l-Hasan Muhammed B. Cafer


Ebü´l-Hasan Muhammed b. Cafer b. Ahmed b. Muhammed b. Abdü-laziz el-Abbas el-Haşimî. İbn Neccarî´den sonra Bağdat kadükudatlığı yapmıştı. Ebü´l-Hasan b. Halden ve diğer üstadlardan Şafiî fıkhını öğrenmişti. Mekke´de kadılık ve hatiplik görevlerinde bulunmuştur. Aslen Mekkelidir. Ancak Bağdat´a göçmüş, orada dünya malına ve mer­tebelerine kavuşmuştur. Sonra bir muhzırcınm kendi yazısını onun aleyhine tahrif etmesi nedeniyle kadılıktan azledilmiştir. Anlatıldığına göre insanlar kendisini ziyarete giderlermiş. Doğrusunu Allah bilir. Az­ledildikten sonra evine kapandı ve nihayet o haldeyken vefat etti. [1]



Şeyh Cemaleddîn Ebü´l-Kasım


Yahya b. Ali b. Fadıl b. Bereke b. Fadlan. Bağdat´ta Şafiîler´in şeyhi idi. Önceleri Nizamiye müderrisi Saîd b. Muhammed ez-Zar´dan fikıh dersleri aldı. Sonra Horasan´a göçtü. Orada Gazzalî´nin öğrencisi Şeyh Muhammed ez-Zebidî´den ders aldı. Bağdat´a döndü. Münazara ilmini, hesap ve feraiz ilimlerini öğrenmişti. Bağdatlılar´a seyyid oldu, lider ko­numuna geldi. Talebeler ve fakihler ondan yararlandılar. Onun için bir medrese yaptırıldı ve orada ders vermeğe başladı. Ünü her tarafa yayıl­dı. Öğrencileri çoğaldı. Kendisi çokça Kur´an-ı Kerim okur, hadis dinler­di. Güzel, letafetli ve zarif bir ihtiyardı. Şiirlerinden biri şudur:

«Eşrafın mertebesine ulaşmak istersen,

Başkalarına yardımcı ol ve insaflı davran.

Bir zorba sana haksızlık edecek olursa onu zamana bırak.

Çünkü zaman onun hakkından tam olarak gelir.» [2]



Hicretin Beşyüzdoksanaltıncı Senesi


Bu sene başında Mısır ordusunun başında bulunan melik Efdal, amcasının elindeki Dımaşk şehrini kuşattı. Şehire gelen nehirleri ve er­zakları kesti. Şehirde çok az miktarda ekmek ve su kalmıştı. İş uzadı. Dımaşk askerlerinin kendilerine ulaşamaması için Levan´dan Lüd´e kadar bir hendek kazmışlardı. Kış mevsimi geldi. Yağmurlar ve çamur­lar çoğaldı. Safer ayı girince Melik Kâmil Muhammed b. Âdil, bir grup Türkmen ve Cezire ile Urfa ve Harran´dan getirdiği askerlerle beraber babası Âdil´in yardımına geldi. O esnada Mısır askerleri dağıldılar. Her biri bir tarafa gitti. Zahir Haleb´e, Esed Hunıus´a, Efdal da Mısır´a dön­dü. Melik Âdil, böylece düşmanların tuzağından kurtuldu. Halbuki daha önce şehri onlara teslim etmeğe niyetlenmişti. Nasırı emirleri, Efdal´m peşine takıldılar ve onun Kahire´ye gelmesine engel olmak iste­diler. Melik Âdil´e de çabucak kendilerine kavuşması için mektup yazdı­lar. O da hemen harekete geçerek onların yardımına geldi. Efdal Mısır´a girdi ve Cebel kalesine sığındı. Artık zayıflamış, gücü azalmıştı. Melik Âdil, Bereke denen yere konakladı. Mısır´ı ele geçirdi. Kardeşinin oğlu melik Efdal, boyun büküp teslim oldu. Melik Âdil de ona Cezîre´yi ikta olarak verdi. Davranışının kötülüğü nedeniyle onu Şam´a sürgün etti. Melik Âdil kaleye girdi. Kadılığı tekrar Sadreddin Abdülmelik b. Dirbaş el-Merdanî el-Kürdî´ye verdi. Hutbelerin yine kardeşinin oğlu Mansur , adına okutulmasına, onun adına para bastırılmasına müsaade etti. Ama kendisi yönetimde müstakildi. Şecaatli, şehametli, lider konu­munda ve dindar bir kimse olduğu için sahip Safîyüddin b. Şükr´ü vezir­liğe tayin etti. Mısır tahtına geçirmek için oğlu Kâmü´e de bir mektup yazarak Cezîre´den Mısır´a gelmesini istedi. Oğlu geldi. Oğluna saygı gösterdi. îkramda bulundu. Kucakladı. Bağrına bastı. Fakihleri huzurunda toplantıya çağırdı. Kardeşi oğlu Mansur b. Aziz´in hükümdarlığı­nın sahih olup olmadığı hususunda fikirlerini sordu. Çünkü kardeşinin oğlu Mansur on yaşındaydı. Fakihler onun vesayet altında oluşu nede­niyle hükümdarlığının sahih olmayacağı yolunda fetva verdiler. Bun­dan sonra Melik Âdil, emirleri huzurunda toplantıya davet etti ve onları oğlu Kamil´e biat etmeğe çağırdı. Ancak emirler oğluna biat etmek iste­mediler. Bunun üzerine kâh onları korkutarak, kâh imrendirip teşvik ederek şöyle dedi:

«Alimlerin verdikleri fetvayı dinlediniz. Biliyorsunuz ki İslâm ülkesinin sınırlarını küçük çocuklar değil, ancak büyük hükümdarlar koruyabilir!» Bu konuşmadan sonra emirler işin hakikatim kavradılar. Önce ona, sonra da oğlu Kamil´e biat ettiler. Hatipler halifeden sonra onun ve oğlunun muvaffakiyeti için dua ettiler. Adlarına para bastırıldı.

Dımaşk´ta da Âdil´in oğlu Muazzam İsa otoriteyi sağladı: Mısır´da ise yönetim Kâmil´in eli altında idi.

Bu senenin şevval ayında Melik Âdil´in ana bir kardeşi Emir Meli-küddin Ebu Mansur Süleyman b. Mesrur b. Celdek, Dımaşk´a döndü. O, Babü´l-Feradis dahilindeki Felekiye medresesinin vakfedicisidir. Me­zarı da oradadır. Dımaşk´ta bu senede vefat edinceye kadar saygı ve ik­ram görerek yaşadı.

Bu sene ve bundan sonraki senede Mısır diyarında şiddetli bir kıt­lık meydana geldi. Bu yüzden zenginler de, yoksullar da helak oldular. İnsanlar Mısır´ı bırakıp Şam´a kaçtılar. Ancak çoğu yolda telef olduğun­dan az sayıda insan Şam´a ulaşabildi. Çünkü yollarda Haçlılar onları alıp götürüyorlar, azıcık erzak vererek aldatıyorlar, sonra da öldürüyor­lardı. Irak diyarına gelince orada bolluk ve bereketle karşılaştılar.

İbn es-Saî dediki: «Bu sene Bağdat´ta bir horoz yumurtladı. Ben bu­nu bir topluluğa sordum; bunun gerçek olduğunu bana bildirdiler.» [3]



Hicretin Beşyüzdoksanaltıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler


Sultan Alaeddin Harezm Şah


Alaeddin Tekiş b. Alparslan, Tahir b. Hüseyin evladmdandır. Ha-rezm hükümdarı olup Horasan´ın, Rey şehrinin ve diğer geniş iklimlerin hakimi idi. Selçuklu devletine son veren kişidir. Âdil ve yaşantısı güzel bir kimseydi. Güzel bir musiki bilgisine sahipti. Yaşantısı mazbuttu. Hanefî mezhebine göre fıkıh okumuş, fakih bir kimseydi. Usul de bilirdi. Hanefîler için bir medrese yaptırmıştı. Harezm´de yaptırdığı türbeye defnedildi. Kendisinden sonra oğlu Alaaddin Muhammed tahta geçti. Alaeddin Muhammed´e daha önce Kutbettin lakabını vermişti. Bu sene­de Sultan Hareznışah´m mezkur veziri öldürüldü. [4]



Nlzameddin B. Mes´ud B. Ali


Yaşantısı mazbut, Şafiî mezhebine mensup bir kimseydi. Ha-rezm´de büyük bir medresesi, muazzam bir camii vardı. Merv şehrinde de Şafiîler için büyük bir cami yaptırdı .Ancak Hanbeliler ve şeyhülis­lam denen şeyhleri, Şafîîleri kıskandılar. Bir rivayette anlatıldığına gö­re Hanbeliler, Şafiîler için yaptırılan bu muazzam camiyi yakmışlardır. Böyle bir eseri yakmağa sevk eden etken, akıl ve din noksanlığıdır. Sul­tan Harezmşah, Hanbeliler´i, vezirin bu camiye yaptığı masrafları öde­mekle yükümlü kıldı. [5]



Ebü´l-Ferec B. Abdülmün´im B. Abdülvehhab


Ebül-Ferec b. Abdülmün´im b. Abdülvehhab b. Sadaka b. Hızır b. Küleyb el-Harranî aslen Harranlıdır, ama Bağdat´ta doğmuş, orada ve­fat etmiştir. Evi de oradadır. Vefat ederken doksanaltı yaşındaydı. Çok hadis dinledi ve rivayet etti. Bir gurup hadis aliminden münferid riva­yetlerde bulundu. Zengin ve tüccarların önde gelenlerindendi. [6]



Fakih Mecdüddin


Mecdüddin Ebu Muhammed b. Tahir b. Nasr b. Cemil. Kudüs mü­derrisi idi. Önceleri Salâhiye medresesinde ders de veriyordu. Benî Ce-milüddin adlarını taşıyan fakihlerin babasıdır. Bunlar önceleri Caruhi-ye medresesindeydiler. İmâdiye ve Dîmaiye medreselerine zamanımız­da geçtiler. Sonra vefat ettiler. Geride sadece şerhleri kaldı. [7]



Emir Sârîmüddin Kaymaz


Sârimüddin Kaymaz b. Abdullah en-Necî. Sultan Selahaddin´in devletinin önde gelen büyüklerindendi. Sultan´m yanında üstad duru­mundaydı. Adîd´in ölümü esnasında kasrı teslim alan kişi odur. Çok miktarda mal sahibi oldu. Ama çok da sadaka verirdi. Çok vakıflar tesis etmişti. Bir günde 7.000 dinar altım sadaka olarak vermişti. Kalenin do­ğusundaki Kaymaziye medresesinin vakıfıdır. Dârülhadisi´l-Eşrefiye, kendisinin eviydi. Orada bir hamamı da vardı. Melik Eşref burayı daha sonra satın alarak Darülhadis haline getirdi. Hamamı yıktı ve orayı medresenin şeyhi için mesken haline getirdi. Kaymaz vefat edip de me­zarına defnedildiğinde evi ve eşyaları yağmalandı. Çok miktarda malı olduğu söyleniyordu. 100.000 dinardan fazla malı ele geçirilmişti. Daha fazla mal sahibi olduğu sanılıyordu. Kendi çiftliklerinin ve köylerinin arazisine mallarını gömüp saklardı. Allah affetsin. [8]



Emîr Lü´lü´


Mısır diyarının haciplerindendi. Sultan Selahaddin´in zamanında büyük emirlerden biriydi. Denizdeki donanmayı teslim almıştı. Nice ba­hadırı esir almış, nice gemiyi kırıp parçalamıştı. Çokça cihad etmesinin yanısıra bol miktarda sadaka vermişti. Hergün çok miktarda nafaka da--ğıtırdı. Onun zamanında Mısır´da bir kıtlık meydana gelmişti. 12.000 \ kişiye 12.000 ekmeği sadaka olarak dağıtmıştı. [9]



Şeyh Şihabüddin Et-Tusî


Mısır diyarmdaki Şafiî ulenıasmdandır. Menâzilü´1-İzz denilen ve Takiyyüddin Şahinşah b. Eyyub´a nisbet edilen medresenin şeyhidir. Gazzalî´nin öğrencisi Muhammed b. Yahya´nın arkadaşlarındandı. Mı­sır hükümdarları nezdinde kıymeti ve mertebesi vardı. Onlara iyiliği emreder ve kötülükten men ederdi. Bu senede vefat etti. Cenazesine bü­yük bir kalabalık katıldı. Ölümüne halk çok üzüldü. [10]



Şeyh Zahireddın Abdüsselâm El-Fârisî


Halep´teki Şafiîlerin şeyhidir. Fıkhı Gazzalî´nin öğrencisi Muham­med b. Yahya´dan aldı. Râzîye´de öğrencilik yaptı. Mısır´a göçtü. Orada Şafiî türbesinde müderrislik yapması teklif edildi, ancak kabul etmedi. Haleb´e döndü ve vefat edinceye kadar orada ikamet etti. [11]


Şeyh Ve Allame Bedreddin B. Asker

Dımaşk´taki Hanefîler´in reisi idi. Ebu Şâme «O İbn Akkade diye ta­nınırdı» demiştir. [12]



Şair Ebü´l-Hasan Ali


Ebü´l-Hasan Ali b. Nasr b. Ukayl b. Ahmed el-Bağdadî. Hicretin 595. senesinde Dımaşk´a geldi. Güzel inciler içeren bir şiir divanı vardı. Baalbek valisi Melik Emced´i övmüştür. Onun şiirlerinden biri şudur:

«İnsanların şanslıları hariç, hepsinin durumu eksik ve noksandır.

Kiminin şansı yoktur, ama durumu iyidir.

Ben seçkin ve iffetli kimselerden servet edindim.

Her ne kadar yanımda bir servet yoksa da.» [13]



Ebu Alî Abdurrahim B. Kâdi´l-Eşref


Allâme bir kişi olup fasih ve beliğ kimselerin üstadı idi. Asıl adı Abdurrahim b. Kâdi´l-Eşref Ebü´1-Mecd Ali b. Hasan b. Beysanî el-Mevl el-Ecel Kadı Fadıl´dır. Babası Askalan´da kadıydı. Fatımiler´in iktidarı zamanında oğlunu Mısır´a gönderdi. Orada Ebül-Feth Kadus´tan ve di­ğerlerinden inşâ yazısını öğrendi. Bütün belde halklarının, hatta Bağ­dat halkının da fevkine çıkıp yükseldi. Zamanında eşi ve benzeri olma­dığı gibi zamanımıza kadar da bir benzerine rastlanmamıştır. Sultan Selahaddin, Mısır´a hâkim olunca onu kâtibi, arkadaşı, veziri ve hemde-mi kıldı. Onu aile efradından ve çocuklarından daha çok seviyordu. İkisi el ele verdiler. Nihayet Sultan Selahaddin çeşitli iklimleri ve beldeleri fethetti. Sultan bu fetihleri kılıcı ve süngüsüyle gerçekleştiriyordu. Ebu Ali Abdurrahim ise kalemi, dili ve fesahatıyla gerçekleştiriyordu. Kadı Fadıl yani Ebu Ah Abdurrahim, çokça mala sahip olduğu için bol mik­tarda sadaka verir, namaz kılar, oruç tutar ve çeşitli iyiliklerde bulu­nurdu. Hergün ve gecede mutlaka Kur´an´ı hatmederdi. Buna ek olarak nafile ibadetlerde de bulunurdu. Merhametli, yaşantısı mazbut, içi te­miz, niyeti halis bir kimseydi. Mısır diyarında onun Şafiîler ve Malikîler için medresesi vardı. Müslüman esirleri, Hıristiyanların elinden kur­tarmak için vakıflar kurmuştu. 100.000´den fazla kitabı vardı. Hiçbir vezirin, alimin ve hükümdarın bu kadar kitabı olmamıştı. Ebu Ali Ab­durrahim yani Kadı Fadıl, hicretin 502. senesinde doğdu. Melik Âdil´in rebiyülahir ayının altısında sah günü Mısır´ın Kasr mıntıkasına girişi esnasında kendi medresesinde aniden vefat etti. Cenazesine büyük bir kalabalık iştirak etti. Melik Âdil de vefatının ikinci gününde mezarını ziyaret etti ve ölümüne çok üzüldü. Sonra Melik Âdil, Safîyyüddin b. Şükr´ü vezir tayin etti. Vezir Safiyyüddin, Kadı Fadıl´ın vefatını duyun­ca bu devlet var olduğu müddetçe Cenâb-ı Allah´tan onu tekrar diriltme­mesi için dua ve niyazda bulundu. Çünkü onunla Kadı Fadıl arasında rekabet vardı. Kadı Fadıl vefat etti. Hiç kimseye kötülüğü ve zulmü do­kunmadı. Devlet kademesinde kendisinden daha büyük biri görülmedi. Vefatı nedeniyle şairler onun için güzel mersiyeler yazdılar. Onun için mersiye yazanlardan biri de Kadı Hibetullah b. Senaülmülk´tür ki mer­siyesi şöyledir:

«Abdurrahim (Kadı Fadıl) halk için bir rahmetli, onunla arkadaş olan, azaba uğramaktan emin oldu.

Ey onu ve sebeplerini benden soran kişi!

O göklere yükseldi. Sen şimdi onu göklerin kenarlarından sor.

Vezirlik rütbesi, isteyerek kendisine geldi.

O uzun süre bu görevle kendini yordu.

Mutluluğu kendisinin kapılarına geldi.

Kendisi mutluluk kapılarına giden biri olmadı.

Hükümdarlar bizzat onun yanına gelirlerdi.

Kendisi boyun eğip hükümdarların kapısına giden değildi.

Hükümdarları zail olucu şeylerle meşgul etti. Ama kendisi mabedinde zikirle uğraştı. Namaz kıldı, oruç tuttu, kendini böylece yordu. Rahatlığının garantisi, nefsini yormaktaydı. Çabucak dünya lezzetlerinden koptu. Çünkü âhiretteki güzelliklere güveniyordu ve inanıyordu. Dünya kendi nıülküyle iftihar etsin bakalım. Oysa kendisi ilmi ve kitaplarıyla övünüyor. Oruç tutanlar, namaz kılanlar, allâmeler, İlmiyle amel edenler, mal bahşedenler ve hibe edenler, İftihar edin.»

Yüksek derecede edebî bir şahsiyet olmasına rağmen Kadı Fadıl´ın uzun bir kasidesinin bulunmayışı hayret vericidir. Onun mektupları arasında tek tük, bir veya iki beyitlik şiirleri vardır. Şiirlerinden biri şu­dur:

«Cömertlik yaparak bağışları bizden önce dağıttınız. Sizler kadar kendilerinden bahsedilen ve anlatılan kimse yoktur. Sizi bu hususta geride bırakacağımı sanıyordum önceleri, Ama kalbim hastalandı. Hıçkırık bastırdı.»

Şu şiir de ona aittir:

«Benim sahibim vardır. Hiçbir vakit zamanın zulmünden korkmu­yorum. Hiçbir vakit

Çünkü o sahibim, her zaman belâlara karşı bana destektir.

Zamanın musibetleri beni ısırırsa,

Ben de onun bayrağı altında o musibetlere hücum ederim.»

Kadı Fadıl, ilk zamanlarıyla ilgili şöyle bir şiir yazmıştır:

«Bütün yazarları görüyorum ki,

Senelerce yetecek rızıkları vardır.

Onlar arasında benim rızkım yoktur.

Sanki ben Kirâmen Kâtibin melekleri gibi yaratılmışım.»

Bal arısı ile sarı arı hakkında şöyle bir şiiri vardır:

«İkisi karşılıklı vızıldadılar.

Ve haksızlık verdiklerinden Ötürü millet onları kovdu.

Bal ansı sarı arının aksine cömertlik yapar,

Ama tam tersine sarı arı övülür, bal arısı kınanır.»

Şu şiir de ona aittir:

«Öyle bir halde geceledik ki aşk gizlenir,

Ama aşkı açıklamak mümkün değildir.

Kapıcımız gecedir, ona dedik ki:

Eğer yanımızdan uzaklaşacak olursan sabah hücum eder.»

Melik Aziz´in cariyelerinden biri Melik Aziz´e siyah anberle örtülü altın bir düğme göndermişti. Melik Aziz, cariyenin bununla neyi amaç­ladığını sorunca Kadı Fadıl ona şu şiiri okumuştu:

«Sana içinde ince bir sanatla işlenmiş altından bir düğmenin bu­lunduğu anberi hediye etmiştir.

Anberin içinde altın düğmenin bulunmasıyla şu mana kastedilmiş­tir:

İşte böyle karanlıkta gizlice beni ziyaret et.»

İbn Halikan dediki: Kadı Fadıl´ın lâkabı hususunda çeşitli şeyler söylenmiştir. Kimi onun lakabının Muhiddin, kimi de Mücireddin oldu­ğunu söylemiştir. Ammare el-Yemenî´nin ifadesine göre onun lakabı Ce­mil´dir. Onu İskenderiye´den getiren kişi Adil veya Salih´tir. Onun iyi­likleri çoktur.»

îbn Halikan onun biyografisini bizim anlattığımız şekilde detaylı olarak nakletmiştir. Bunda çok fazlalık vardır. Doğrusunu Allah bilir. [14]



Hicretin Beşyüzdoksanyedinci Senesi


Bu sene Mısır´da şiddetli bir kıtlık meydana geldi. Bu yüzden zen­gin fakir bir çok insan öldü. Bunun ardısıra daha şiddetli bir kıtlık mey­dana geldi. Öyleki Şeyh Ebu Şâme´nin Zeyn adlı eserde anlattığına göre Melik Âdil, bir ay zarfında kendi öz parasıyla 220.000 ölünün kefenini temin etmiştir. Bu sene Mısır´da köpek ve insan leşleri yanında çok sayı­da küçük çocuk eti yenildi. Babaları ve anneleri, Ölen küçük çocukları pi­şirip etlerini yiyorlardı. Bu halk arasında yaygınlaştı. Bu yüzden kimse­nin kimseyi kınadığı ve ayıpladığı yoktu. Yiyecek, çocuk ve leş kalma­yınca kuvvetli kimseler zayıfları yakalayıp kesiyor ve yiyorlardı. Kişi yoksul birini hile ile eline geçiriyor, güya kendisine yemek yedirmek ve­ya birşey vermek bahanesiyle evine getiriyor, sonra onu boğazlayıp yi­yordu. Bazıları kendi karılarını dahi kesip yiyorlardı. Bu durum halk arasında hiç kınamaya ve şikayete meydan vermeksizin yaygınlaşmış­tı. Hatta bunu yapanlar birbirlerini haklı görüyorlardı. Adamın birinin yanında 400 insan başı görülmüştü. Hastaları tedaviye çağrılan birçok tabip de evlerde kesilip yenilmişti. Örneğin adam tabibi evine çağırıyor, sonra onu kesip yiyordu. Varlıklı ve mal sahibi bir adam mütehassıs bir hekimi evine çağırmıştı. Hekim korkarak gitti. Adam onu evine götü­rürken yolda karşılaştığı insanlara sadaka veriyor, Allah´ı zikrediyor ve kutsuyordu. Bunu çokça yapıyordu. Hekim onun bu durumundan kuşkulandı, ama bununla birlikte tamahkârlık onu adamın evine gitmeğe zorladı. Geldiklerinde adamın evinin harap halde olduğunu gördü. He­kim yine şüphelendi. İçeride bulunan arkadaşı dışarı çıktığında adama, «Bize av olarak bunu mu getirdin !» dedi. Hekim bunu duyar duymaz korkup evden dışarı fırladı. Adamla arkadaşı hemen peşine takıldılar. Kovalamağa başladılar. Hekim büyük zorluklarla kendini onlardan

kurtarabilmişti!

Yine bu sene Hicaz´la Yemen arasında yirmi köyden ibaret Anze di­yarında şiddetli bir veba salgım görüldü. Bu yirmi köyün onsekizinde insanlar helak oldular. Buralarda ne bir ev, ne de ateşe üfleyen bir insan kaldı. Hepsi öldü. Geride malları ve davarları sahipsiz kaldı. Kimse bu köylere girip ikamet edemiyordu. Aksine buralara yaklaşan kimse anında ölüyordu. Allah´ın azap ve gazabından yine Allah´a sığınıyoruz. Geride kalan iki köye gelince, buralarda tek bir kişi dahi ölmediği gibi, çevrelerinde meydana gelen hadiselerden haberleri de yoktu. Aksine bunlar normal yaşantılarına devam ettiler. İlim ve hikmet sahibi olan yüce Allah noksanlıklardan münezzehtir.

Bu sene Yemen´de garip bir olay meydana geldi. Şöyleki: Abdullah b. Hanıza el-Alevî denen biri Yemen´in birçok beldesini istila eti. 12.000 kadar süvari ve çok sayıda piyade askeri topladı. Yemen hükümdarı İs­mail b, Tuğtekin b. Eyyûb ondan korktu. Bu adamın, kendi hakimiyeti­ne son vereceğine inandı. Ona mukavemet edemeyeceğinden ötürü ar­tık kesin olarak helak olacağını düşündü. Ayrıca emirleri, bu konudaki meşverette kendisine muhalefet ettiler. Neticede Cenâb-ı Allah, Abdul­lah b. Hamza´nın ordusunun üzerine bir yıldırım sevk etti. Piyade ve sü­varilerinden oluşan bir topluluk dışında bütün askerleri Öldüler. Geride kalanlar da kendi aralarında ayrılığa düştüler. Muiz onlara baskın yap­tı ve onlardan 6.000 kişiyi öldürdü. Böylece Tuğtekin, kendi tahtında güven içinde oturmağa devam etti.

Bu sene Serhat´ta bulunan Efdal ile Halep´te bulunan kardeşi Zahir arasında mektuplaşma oldu. Bunlar Dımaşk´ı kuşatıp, Muazzam b. Âdü´in elinden almak, burayı Efdal´a vermek, sonra Mısır üzerine yürü­yüp orayı da Âdil ile oğlu KânuTin elinden almak üzere anlaştılar. Çün­kü Âdil ile oğlu Kâmil ahdi bozmuşlar, Mısır´da Mansur adına okunan hutbeyi iptal etmişler, verdikleri sözde durmamışlardı. Bu iki kardeş Mısır´ı ele geçirince, Mısır Efdal´a bırakılacak, Dımaşk ise Haleb´i elinde tutan Zahir1 e ek olarak verilecekti. Âdil bu iki kardeşin anlaşmaların­dan haberdar olunca Dımaşk´ta bulunan oğlu Muazzam İsa´ya bir askerî birliği takviye olarak gönderdi. Bu askeri birlik iki kardeşten önce Dımaşk´a ulaştı. İki kardeş ise zilkade ayında Baalbek tarafından Dımaşk´a gelmekteydiler. Nihayet geldiler ve Mescidü´l-Kadem tarafın­da ordugah kurdular. Şehir şiddetli bir kuşatma altındaydı. Hanü´l-Kadem tarafindan askerler surlara tırmandılar. Gece hücumu olma­saydı şehir hemen hemen fethedilmek üzereydi. Sonra Zahir, Dımaşk´m Efdal´a verileceğine dair yapmış olduğu anlaşmanın uygun olmadığını gördü. Buranın önce kendisine verilmesi gerektiği kanaatine vardı. Sonra Mısır´ı fethettiklerinde Efdal´m orayı teslim almasını düşündü. Bu durumu kardeşine bildirince kardeşi Efdal buna muvafakat etmedi. Anlaşmazlığa düştüler. İttifakları bozuldu. Dımaşk hakimiyeti husu­sunda çekişmeğe başladılar. Etraflarındaki emirler de dağıldılar. Sulh için Melik Âdil´e mektup yazıldı. O da bu iki kardeşin isteğini kabul etti­ğini bildirdi ve iktalarma Cezire beldelerinden ilaveler yaptı. Maar-ra´nın da bazı kazalarını onlara verdi. Hicretin 598. senesinin muhar­rem ayında askerler Dımaşk´tan ayrıldılar. Her birinin askerleri kendi­lerine ikta olarak verilen beldelere gidip oraları teslim aldılar. Anlatımı uzun sürecek olaylar cereyan etti. Zahir ve kardeşi Efdal, Musul valisi Nureddin Arslan el-Atabegî´ye mektup yazarak amcaları Âdil´in elinde bulunan Cezire mıntıkasındaki şehirleri kuşatmasını istediler. O da as­kerleriyle birlikte bu iş için harekete geçti. Sincar valisi, amcasının oğlu Kutbeddin´e bu hususta haber saldı.

Melik Âdil tarafından kuşatma altına alman ve uzun süre baskı al­tında tutulan Mardin hükümdarı da onlarla birleşti. Birleşik ordu Har­ran üzerine yürüdü. Orada Melik Âdil´in oğlu Faiz, emir olarak bulun­maktaydı. Onu bir süre kuşatma altında tuttular. Sonra barış haberini alınca sulhe yöneldiler. Bu da Fâiz´in onlardan bu husustaki talebi üze­rine oldu. İşler sakinleşti ve eski haline döndü.

Bu sene Gurlu Giyaseddin ile kardeşi Şihâbeddin, Harezmşah´m sahip olduğu bütün beldeleri malları ve mülkleri ele geçirdiler. Onlar için uzun süren olaylar cereyan etti.

Bu sene Şam beldelerinden başlayarak Cezire, Rum ülkesi ve Irak´a kadar uzanan büyük bir deprem meydana geldi. En şiddetlisi Şam´da vuku bulmuştu. Şam´da birçok evi yıkılmış, birçok mahalle tah­rip olmuştu. Busra´ya bağlı bir köy yere batmıştı. Şam mıntıkasının ve diğer yerlerin sahillerine gelince orada da birçok şey telef oldu. Trablus, Sur, Akkâ ve Nablus´a bağlı birçok yer harap oldu. Nablus´ta Harretüs-samire´den başka sağlam bir yer kalmadı. Nablus´ta ve köylerinde yı­kıntılar altında kalan 30.000 kişi öldü. Dımaşk Camii´nin doğu minare­sinin büyük bir kısmı yere düştü. Ondört şerefe yıkıldı. Külâse ve Nûrî hastahanelerinin büyük bir kısmı da yıkıldı. İnsanlar meydanlara çıka­rak medet dilemeğe başladılar. Yapısı çok sağlam olmakla birlikte Baal-bek kalesinin de büyük bir kısmı çöktü. Deniz, Kıbrıs´a kadar açılıp kara göründü. Birçok gemi kıyıya çarptı ve bu durum doğu mıntıkasına ka­dar uzandı. Bu yüzden birçok ev yıkılıp harap oldu. Sayılamayacak de­recede insan canından oldu. Mir´atü´z-Zaman adlı eserin sahibi, «Bu sene deprem nedeniyle 1.100.000 kişi öldü» demiştir.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre deprem nedeniyle sayısı be­lirtil emeyecek derecede çok insan ölmüştür. Doğrusunu noksanlıklar­dan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [15]



Hicretin Beşyüzdoksanyedîncî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler


Abdurrahman B. Ali


Abdurrahman b. Ali b. Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Hammadî b. Ahmed b. Muhammed b. Cafer el-Cevzî b. Abdullah b. Kasım b. Nadr b. Kasım b. Muhammed b. Abdullah b. Abdurrahman b. Kasım b. Mu­hammed b. Abdullah b. Abdurrahman b. Kasım b. Muhammed b. Ebî Be­kir es-Sıddîk. Âlim, hafız ve vaiz bir kimseydi. Lakabı Cemalüddin, kün­yesi ise Ebü´l-Ferec´di. îbn Cevzî diye meşhur olmuştur. Kureyş kabile­sinin Teym korundandır. Bağdatlıdır. Hanbelî mezhebine mensuptur. Emsalsiz alimlerdendir, birçok ilimde kendini gösterdi ve başkalarını geride bıraktı. İrili ufaklı 300 kadar eser tasnif etti. Kendi eliyle de 200 cilt kadar kitap yazdı. Vaaz tekniğinde eşsiz bir insan olduğu, kendisin­den önce böyle bir vaiz görülmediği gibi vaizlikte kendisinden sonra da ona ulaşan biri görülmedi. Fesahat, belagat, halavet, te´sir ve bedii ma­nalara dalmakta eşi yoktu. Görülen maddî şeyleri hayret verici bir şekil­de veciz ibarelerle örnek gösterirdi. Çabuk anlar ve idrâk ederdi. Algıla­ması hızlıydı. Az kelimelerde çok manaları toplardı. Bütün ilimlerde söz sahibiydi. Tefsir, hadis, tarih hesap, astronomi, tıp, fikıh, lügat ve nahiv gibi çeşitli ilimlerde de sözü geçerdi. Burada saydığımız takdirde yeri daraltacak çok sayıda tasnif eseri vardı. Zâdü´l-Mesîr adıyla meşhur bir tefsiri vardır. Bundan daha kısa fakat onun kadar meşhur olmayan bir tefsiri daha vardır. Ahmed b. Hanbel´in Müsned´inde, Sahih-i Buharî ile Sahih-i Müslim ve Camiü´t-Tirmizfde yer alan hadislerin çoğunu topla­yan Camiü´l-Mesânid adlı eseri vardır. Araplarla Acemlerden bahseden el-Muntazam fi Tevarihi´1-Ümem adlı yirmi ciltlik bir tarihi vardır. Biz bu kitabımızda Abdurrahman b. Ali b. Cevzî´nin yaptığı işlerin çoğun­dan ve biyografisinden bahsetmisizdir. Âlemin haberlerini tarihe kay­deder, yazardı. Nihayet kendisi tarih oldu. Şair onun hakkında tam ken­disine uyacak şu şiiri inşâd etmiştir:

«Sürekli tarih üzerinde çalışırdın.

Nihayet seni tarihe yazılmış olarak gördüm.»

Makâmât ve Hutep, el-Ehadisü´1-Mevzua, el-İlelü´1-Mütenâhiye fi´1-Ehâdisil-Vâhiye gibi eserleri de vardır.

Hicret´in 510. senesinde doğdu. Üç yaşındayken babasını kaybetti Ailesi bakır tüccarlığı yapardı. Yetişkinlik çağma vardığında halası onu Muhammed b. Nasır ei-Hafiz´m mescidine götürdü. Kendisi şeyhin ya­nından ayrılmadı. Ondan kıraat ve hadis ilimlerini tahsil etti. Hadis dinledi. îbn Zagonî´den fıkıh dersleri aldı. Vaazları ezberledi. Vaaz ver­meğe başladığında yirmi yaşını bulmuş, ya da bulmamıştı. Ebu Mansur el-Cevalikî´den Arap dili ve edebiyatını öğrendi. Çocuk yaştayken de dindardı. Kendini muhafaza ederdi. Başkalarıyla fazla oturup kalk­maz, şüpheli şeyleri yemez, cuma namazı kılmak için hariç, evinden hiç çıkmazdı. Çocuklarla oynamazdı. Vaaz vermeğe başladıktan sonra vaaz meclisine halifeler, vezirler, emirler, hükümdarlar, alimler, yoksullar ve her sınıftan insanlar gelirlerdi. Vaaz meclisinde en azından 10.000 kişi toplanırdı. Bazan 100.000 veya daha fazla kişinin geldiği de olurdu. Bazan hatırından geçenleri hemen manzum veya mensur olarak ifade ederdi. Kısaca o, eşsiz bir vaaz üstadı, emsalsiz bir alimdi. Âlicenab, tenezzülsüz, yüksek şahsiyetli bir kimseydi. Şahsiyeti, makamından daha üstündü. Bu da onun mensur ve manzum konuşmalarında açıkça görülürdü. Şiirlerinden biri şöyledir:

«Kıymetli, hatta üstün olan şeyleri ele geçirdim hep,

Uzun ve zorlu yollara koyuldum ben,

Emeller beni yarış yollarına sürüklüyorlar,

Mutlu kişinin ümitleri doğrultusunda koşusu gibi.

Başarı beni, başkalarını ulaşmakta yoracak ve bitkin düşürecek hedeflere ulaştırdı.

İlim eğer konuşan bir şahıs olsaydı,

Ben de ona benim gibi birini ziyaret edip etmediğini sorsaydım; ha­yır, diye cevap verecekti.»

Başkalarına ait olduğu da söylenen şu şiir de kendisine aittir:

«Az bir azıkla kanaat edersen,

Halk arasında kendisine kızılmayan hür bir kimse olarak kalırsın.

Ey bu günlük azığım, eğer bugün bana akacak olursan,

Ben inci ve yakutlara sahip olmadığıma üzülmem.»

Ebü´l-Ferec İbn Cevzî´nin cidden çok manzum ve mensur eserleri vardır. Lafzü´l-Cuman fî Kâne ve Kâne adını verdiği bir kitabı vardır. Onun «Ümmetimin ömrü altmış ile yetmiş sene arasındadır» hadisiyle ilgili şöyle güzel bir sözü vardır:

«Bizden öncekilerin ömürleri, uzun süre çölde yaşadıklarından ötü­rü uzun olmuştur. Ama kervanlar ikamet için şehirlere geldiklerinde onlara haydi bineklere, denildi.»

Adamın biri ona «Oturup teşbih mi çekeyim yoksa istiğfarda mı

bulunayım » diye sorunca o şu cevabı vermişti:

«Kirli elbisenin buhura daha çok ihtiyacı vardır.»

Can çekiştiği esnada kendisine «Vasiyetim kime yapıyorsun » diye

sormuşlar, o da şu cevabı vermişti:

«Bu, tavanı ocakta olan bir çamurdur.»

Vaaz esnasında halife Müstadî´nin bulunduğu tarafa dönüp şöyle

demişti:

Ey mü´minlerin emiri! Eğer konuşacak olursam senden, eğer susa­cak olursam da sana zarar gelmesinden korkuyorum. Adamın birini sa­na, "Allah´tan kork" demesi, senin için başkalarının, «Siz Allah tarann-dan bağışlanmış bir ailedensiniz» demelerinden daha hayırlıdır. Hz. Ömer b. Hattap şöyle derdi: «Bir valimin veya tayin ettiğim yöneticimin zulmettiğini duyar da onu azarlamazsam, demekki ben de zalimim!» Ey müminlerin emiri! Hz. Yusuf, kıtlık zamanında açları unutmamak için karnım doyurmazdı. Hz. Ömer de kıtlık zamanında karnına taş bağlar ve karnı açlıktan guruldadığı halde karnına, «Guruldama! Allah´a ye­min ederim ki insanlar bolluğa kavuşmadığı sürece, Ömer ne yağ, ne de şişmanlatıcı başka bir şey yemeyecektir!» derdi.

Onun bu uyarısı.üzerine halife Müstadî ağladı ve çok miktarda sa­daka dağıttı. Mahpusları serbest bıraktı. Bir grup yoksula giyecek ver­di.

Önceki kısımlarda da anlatıldığı gibi Ebü´l-Ferec b. Cevzî hicretin 510. senesinde doğmuştu. Bu sene ramazan ayının onikisinde cuma ge­cesi akşamla yatsı arasında seksenyedi yaşındayken vefat etti. Cenaze­sini insanlar başlarında taşıdılar. Cenazesine çok büyük bir kalabalık iştirak etmişti. Bâb-ı Harp mezarlığında babasının mezarının bitişiği­ne, iman Ahmed b. Hanbei´in de mezarının yakınına defnedildi. O gün cidden görülmeğe değer muazzam bir gündü. Hatta o gün için denilmiş-ki: «İzdihamın fazlalığından, sıcaklığın da şiddetinden ötürü bir grup insan orucunu bozdu.»

Ebü´l-Ferec îbn Cevzî mezarının üzerine şu beyitlerin yazılmasını vasiyet etmişti:

«Ey affı çok olan!

Ey yanında kayıtlı günahımın çok bulunduğu yüce nıevlâ! Günah­kar, elleriyle işlediği günahların bağışlanmasını, Ümid ederek sana geldi. Ben bir misafirim. Misafirin göreceği şey, Kendisine yapılacak iyilik ve ihsandır.»

Ebü´l-Ferec İbn Cevzî´nin üç erkek evladı vardı. Abdülaziz, onun en büyük oğluydu. Babasının sağlığında hicretin 554. senesinde genç yaşta vefat etti.

Ebü´l-Kasım Ali, babasına isyan eden ve ona karşı gelen biriydi. Mihnet zamanında ve diğer zamanlarda babasını çok rahatsız etmişti. Babasının yokluğunu fırsat bilerek Vasıt şehrinde kitaplarım çok ucuza satmıştı.

Muhiddin Yusuf ise Ebü´l-Ferec İbn Cevzî´nin en necip ve asil oğlu­dur. Yaşça diğerlerinin küçüğüdür. Hicretin 580. senesinde doğdu ve babasından sonra vaaz vermeğe başladı. İlim tahsil etti. Araştırmalar­da bulundu. Akranlarım geride bırakıp yükseldi. Sonra Bağdat muhte-sipliği yaptı. Daha sonra halifeler tarafından çevre ülkelerin hüküm­darlarına özellikle Şam´daki Eyyübîler´e elçi olarak gönderildi. Bu elçili­ği nedeniyle hükümdarlardan elde ettiği servet ve itibar sayesinde Dı-maşk´ın Neşşabîn semtinde Medresetül-Cevzîye´yi inşâ ettirdi ve oraya vakıflar bağladı. Sonra diğer hükümdarlardan da bol miktarda mal ve para elde etti. Daha sonra hicretin 640. senesinde halife Müstasım´ın sa­rayında üstad oldu. Bu görevi, Cengizhan´m oğlu Harun Türkî hadise­sinde halifeyle birlikte öldürülünceye kadar devam ettirdi.

Ebü´l-Ferec İbn Cevzî´nin kızları da vardı. Bunlardan biri Ra-bia´ydı. Rabia, Mir´atü´z-Zaman adlı eserin sahibi Septe Ebü´l-Muzaffer b. Müzaiî´nin annesidir. Bu tarih derli toplu çok faydalar içeren bir ki­taptır.

" İbn Hallikan, el-Vefeyât adlı eserinde Ebül-Ferec b. Cevzî´den bah­setmiş, onu övmüş, âlimliğinden ve tasnifatından ötürü onu şükranla anmış tır. [16]



İsfahanlı Kâtip İmad


Şeceresi şöyledir: Muhammed b. Muhammed b. Hamid b. Muham-med b. Abdullah b. Ali b. Mahmud b. Hibetüllah b. el-Lüh. İsfahanlı ka­tip İmad diye meşhur olmuştur. Çeşitli tasnif eserlerin ve risalelerin sa­hibidir. Kadı Fadıl´ın çağdaşı olup onun zamanında şöhret bulmuştur. Kadı Fadıl´ın zamanında şöhret olan bir kimse de Fazıl´dır.

Katip İmad hicretin 519. senesinde İsfahan´da doğdu. Bağdat´a gel­di. Orada Nizamiye müderrisi Şeyh Ebu Mansur Said b. Rezzaz´dan ders aldı. Hadis dinledi. Sonra Şam´a göçtü. Melik Nureddin Mahmud b. Zengî´nin gözüne girdi. Yanında itibar sahibi oldu. Onun maiyetinde ka­tiplik yaptı. Nureddin Mahmud onu Imadiye denilen ve Babü´l-Ferec dahilinde inşa etmiş olduğu medreseye hoca olarak tayin etti. Kendisi orada kalıp ikamet ettiğinden ve ders verdiğinden ötürü o medreseye de îmadiye denildi. Yoksa kendisi o medreseyi inşa etmiş değildi. Orayı inşâ eden, Nureddin Mahmut´tu. Orada ilk ders veren de kendisi değil­di. Aksine kendisinden önce orada birkaç hoca ders vermişti. Nitekim bu husus, Nureddin´in biyografisinden bahsederken önceki sayfalarda an­latılmıştır. Sonra Katip İmad, Sultan Selahaddin´in devletinde de ka­tiplik yaptı. Kadı Fadıl onu över ve ondan şükranla bahsederdi.

Kâtip tznad´ın konuşmalarında donukluk ve gevşeklik vardı. Ama imlâsı çok düzgün ve keskindi.

Kadı Fadıl, bir gün arkadaşlarına, "konuşun" dedi. Onlar da konuş­tular ve Kâtip îmad´ı yukarıda geçen vasıflarla nitelediler, ancak Kadı Fadıl ona isnad edilen bu nitelemeyi kabul etmedi ve şöyle dedi:

«Kâtip İmad çakmak gibidir. Dışı soğuktur, ama içi ateştir.»

Kâtip İmad´ın Cerîdetü´n-Nasr fî Şuârâi´1-Asr, el-Fethu´1-Kudsî, el-Berkü´s-Samî gibi secîli tasnif eserleri, çeşitli ibareleri ve kasideleri var­dır.

Kâtip İmad bu senenin ramazan ayı başında, yetmişiki yaşınday­ken vefat etti ve Sofiye mezarlığına defnedildi. [17]



Emir Bahaeddin Karakuş


Hadım edilmiş yiğitlerdendi. Sultan Selahaddin´in devletinin bü­yük katiplerinden ve emirlerindendi. Şecaatli, şehâmetli, atılgan bir kimseydi. Adid vefat edince Kasr´ı teslim aldı. Kahire surlarını bütün Mısır´ı da içine alacak şekilde onardı. Sahabîlerin Mısır diyanndaki ga­nimetleri paylaştıkları yer olan Maksem´e kadar gitti. Cebel kalesini yaptırdı. Sultan Selahaddin, içindeki birçok mekanları tamir etmesi için Akkâ´yı ona teslim etmişti. Kendisi oradayken Akkâ, kuşatma altı­na alınmıştı. İslâm askerleri oradan çıktıklarında kendisi de çıkanlar arasındaydı. Sonra İbn Meştup oraya girdi. Anlatıldığına göre esir düş­müş ve 10.000 dinar ödeyerek esaretten kurtulmuş, sonra Sultan Sela­haddin´in yanma dönmüştü. Sultan Selahaddin de onun esaretten kur­tuluşuna çok sevinmişti.

Emir Bahaeddin Karakuş, bu sene vefat edince Melik Âdil onun te­rekesine el koydu. Iktaları ve emlaki, Melik Âdil´in oğlu Kâmil Muham-nıed´e verildi.

İbn Hallikan dediki: «Karakuş´un acaip hükümler verdiği söylenir. Hatta bazıları bu hususta Kitabü´l-Faşûş fî Ahkânı-i Karakuş adını ver­dikleri güzel bir cüz tasnif etmişlerdir.»

Bu konuda çok şeyler söylenmiştir, ama öyle sanıyorum ki bunlar ona isnad edilen uydurma şeylerdir. Çünkü Sultan Selahaddin ona çok itimad ederdi. Yoksa böyle a,cayip hükümler veren birine itibar gösterir ve itimad eder miydi hiç Doğrusunu Allah bilir. [18]



Meklebe B. Abdullah El-Müstencidî


Türk´tü, âbid ve zahid bir kimseydi. Seher vakti müezzinin minare­de şöyle bir kaside okuduğunu duymuştu:

«Ey gece adamları, gayrete gelin Bu vakitte yapılan dualar geri çevrilmez. Azim ve aşkı olmayan bir kimse Geceleyin kalkıp ibadet etmez.»

Meklebe, bunu duyunca ağlamağa başladı ve müezzine, «Ey müez­zin daha söyle», dedi. Müezzin de şöyle karşılık verdi: «Gece geçip gitti, Sevgilim de artık yalnız kaldı.»

Meklebe bunun üzerine öyle bir çığlık attı ki, çığlıktan hemen sonra ruhunu teslim etti. Sabah olunca halk onun kapısında toplandı. Halk arasında mutlu olan kimseler onun naaşma ulaşan kimselerdi. Yüce Al­lah ona rahmet etsin. [19]



Ebu Maksur B. Ebi Bekir B. Şücâ´


Bağdat´ın Merkels köyündendir. îbn Nokta diye bilinir. Gündüzleri Bağdat çarşılarında dolaşır ve "kâne kâne ve´1-mevâliye" şiirini okurdu. Ramazan gecelerinde halkı sahura çağırıp uyandırırdı. Zarif ve şakacı bir kimseydi. Kardeşi Şeyh Abdülganî ise zâhid bir kimse olup salihlerin büyüklerindendi. Bağdat´ta ziyaret edilen bir tekkesi vardı. Müridleri ve tabileri vardı. Fetihlerde eline geçen ganimetleri biriktirmezdi. Bir gecede bin dinarı sadaka olarak dağıttı. Arkadaşları oruçluydu, ama if­tarları için onlara bir şey saklamadı.

Halifenin annesi onu saraydaki has cariyelerinden biriyle evlen­dirdi ve cariyeye 10.000 dinar çeyiz verdi. Bir sene geçmeden bu çeyizleri harcadılar. Yanlarında sadece bir havan kaldı. Dilencinin biri kapıya gelip ısrarla bir şeyler isteyince Abdülganî, evdeki o havam da çıkarıp verdi ve, «Şunu al ve bununla otuz günlük geçimini sağla, insanlardan bir şey dilenme. Yüce Allah´a karşı çirkince hareketlerde de bulunma.» dedi. Aslında o dilenci de salih insanlardan ve seçkinlerdendi. Dilenci gi­dip Abdülganî´nin kardeşi Ebu Mansur´a şunu söyledi:

«Yazıklar olsun sana. Sen çarşılarda dolaşıyor, şiir okuyorsun. Kar­deşin ise şöyle ve şöyle iyi bir kimsedir.»

Ebu Mansur, onun bu sözlerine karşı irticalen şu iki beyitlik şiiri okudu:

«Ceza boncuğunu inciye benzeten zarar eder. Kahpeyi utangaç bir hürle kıyaslayan da ziyana düşer.

Ben şarkı okuyorum, kardeşim ise bir noktaya kadar zahiddir, Sütün de bir kısmı tatlı olur, bazan acı olanına da rastlanır.»

Bir defasında Ebu Mansur´un yanında Hz. Osman´ın, Hz. Ali´nin yanında öldürüldüğü söylenince o şöyle cevap verdi:

«Yanında Osman b. Affan gibi bir adam Öldürülürken mazeret be­yan eden bir kimsenin,

Şam´da da Yezid´in Özrünü kabul etmesi gerekir.»

Böyle demesinden ötürü Rafızîler onu öldürmek istediler. Bir gece halkı sahura uyandırmak için halifenin sarayının önünden geçmektey­ken halife kanepesinin üzerinde hapşırmca, Ebu Mansur ona hayır dua­da bulundu. Bunu duyan halife de ona 100 dinar gönderdi ve Rafızîler´e karşı bu sene vefat edinceye kadar.korunması için ferman yazdı. Allah rahmet etsin. [20]



Ebu Tahir Berekât B. İbrahim


Ebu Tahir Berekât b. İbrahim b. Tahir el-Huşuî. Meşihatında îbn Asakîr´e ortak oldu. Onun vefatından sonra yirmiyedi sene daha yaşadı. Bu sene bir torunu doğdu. Ebu Tahir, bu sene vefat etti. Allah rahmet et­sin. [21]



Hicretin Beşyüzdöksansekizinci Senesi


Bu sene, Şeyh Ebu Ömer Muhammed b. Kudâme, Kasyun dağı eteklerinde bir cami yaptırmağa başladı. Bu zat daha önce aynı yerde bir de medrese yaptırmıştı. Şeyh Ebu Davud Muhasinü´1-Ganî adında bir adam da ona malî destek sağlamıştı. Nihayet cami duvarları adam boyu kadar yükselince para tükendi. Erbil valisi Melik Muzaffer Gögerî b. Zeyneddin, inşaatın tamamlanması için ona bol miktarda para gönder­di. İnşaata Berdâ´dan su getirilmesi için de 1.000 dinar toplandı. Ancak Dımaşk valisi Melikü´l-Muazzam, cami banisinin oradaki birçok Müs­lüman mezarım açıp ölüleri başka yere naklettiğini gerekçe göstererek buna müsaade etmedi. Şeyh Ebu Ömer de bu iş için bir kuyu kazdı ve ku­yunun çıkrığının ipini çekecek bir de katır temin etti. Bu amaçla oraya da bir vakıf kurdu.

Bu sene Meşrîk diyarında Harezmlüer´le Gurlular arasında uzun

süren savaşlar cereyan etti.

Bu sene Mecdüddin Yahya b. er-Rebî, Nizamiye´de ders verdi. Ona kıymetli siyah hil´atler ve kaftanlar giydirildi. Ders verişi esnasında medresede alimler ve ayan hazır bulundular.

Bu sene Ebü´l-Hasan Ali b. Süleyman el-Cilî, Bağdat kadılığına atandı. Ona da hü´at giydirildi. [22]


Hicretin Beşyüzdoksansekîzîncî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

Kadı Ibn Zekî


Şeceresi şöyledir: Muhammed b. Ali b. Muhammed b, Yahya b. Ab-dülaziz Ebü´l-Meâlî el-Kureyşî Muhyiddin. Dınıaşk kadilkudatı idi. Ba­bası da, dedesi de, dedesinin babası Yahya b. Ali de kadılık yapmışlardı. Bu sülaleden Dınıaşk´ta ilk hâkimlik yapan, dedesinin babası Yahya b. Ali´dir ki o, aynı zamanda Hafiz Ebü´l-Kasım b. Asakîr´in ana tarafından dedesidir. İbn Asakîr, tarihinde onun biyografisini anlatmış, ancak Ku-reyş kelimesine bir ilave yapmamıştır.

Şeyh Ebu Şâzne dediki: «Eğer iddia ettikleri gibi Emevî ve Osmanî olsalardı, İbn Asâkir bunu anlatırdı. Çünkü Emevî ve Osmanî olmakla, onun dedesi ve dayıları Muhammed ile sultan için bir şeref vardır. Bu eğer doğru olsaydı, İbn Asâkir tarafından bilinmeyen gizli birşey olmaz­dı.

Kadı İbn Zekî, Kadı Şerefüddin Ebu Sa´d Abdullah b. Muhammed b. Asran´dan ders aldı. Rahle-i tedrisinden geçti. Hakimlikte ona naiblik yaptı. O naibliği ilk terk eden kişidir ve fethedildiği zaman da Endü­lüs´te ilk hutbe irad eden kişidir. Nitekim bu husus önceki kısımlarda da anlatılmıştı. Daha sonra Kadı İbn Zekî, Dımaşk kadılığına atandı. Ha­lep kadılığı da ona ek görev olarak verildi. Dımaşk Canıii´nin vakıfları­nın nazırı idi. Vefatından birkaç ay önce nazırlıktan azledildi. Yerine Şemseddin b. Leysî atandı.

Kadı İbn Zekî, öğrencileri mantık ve kelâm ilmiyle uğraşmaktan men eder, Medresetü´n-Nûriye´de öğrencilerin yanında bu gibi kitapları gördüğü takdirde kitapları parçalardı. Gazzalî´nin el-Misbah adlı akaid kitabını ezberler ve öğrencilerine de ezberletirdi. Selahaddin türbesinin karşısındaki Külâse medresesinde tefsir dersi verirdi. Onunla îsmaili-ler arasında anlaşmazlık meydana geldi. Onu öldürmek istemeleri üze­rine namaza gidebilmek için evinden camiye bir kapı açtı. Sonra aklını oynattı. Sarâ´ya benzer bir hastalığa yakalandı. Bu senenin şaban ayın­da vefat etti. Kasyûn dağı eteğindeki türbesine defnedildi. Rivayete göre Hafiz Abdülganî, ona beddua etmiş, onun bedduası nedeniyle bu çaresiz hastalığa yakalanıp ölmüştür. Hatip Doleî de bu sene vefat etti. Bu ikisi Hafiz Abdülganî´ye karşı harekete geçmişler ve aralarında ittifak kur­muşlardır. İkisi de bu sene öldüler ve başkalarına ibret oldular. [23]



Hatip Doleî


Ziyaeddin Ebü´l-Kasım Abdülmelik b. Zeyd b. Yasin es-Salebî ed-Doleî. Dole, Musul´un bir köyüdür. Hicretin 518. senesinde doğan Hatip ed-Doleî, Bağdat´a gelip Şafiî mezhebine göre fıkıh dersleri aldı. Hadis dinledi. Ebü´1-Feth el-Kerruhî´den Tirmizî´nin Sünen´ini, Ebü´l-Hasan Ali b. Ahmed el-Berdî´den de Neseî´nin Sünen´ini dinledi. Sonra Dı-maşk´a geldi. Orada hatiplik yaptı. Gazzalî´ye medresesinde ders verdi. Zâhid, takvalı, hak hususunda heybetli ve doğru yolda olan bir kimsey­di. Bu senenin rebiyülevvel ayının ondokuzunda salı günü vefat etti. Ba-bü´s-Sağîr´deki şehidliğe defnedildi. Cenazesine görülmeye değer büyük bir kalabalık iştirak etti. Vefatından sonra hatipliğe kardeşinin oğlu Muhammed b. Ebül-Fadl b. Zeyd atandı. Kardeşinin oğlu o zaman otuz-yedi yaşındaydı. Başka bir rivayette anlatıldığına göre yerine kendi oğlu Cenıaleddin Muhammed hatip olarak atanmıştır. İbn Zekî, oğlu Zekî´yi bu göreve atamış, oğlu da sadece bir vakit namaz kıldırmıştı. Cemaled-din, Melik Âdil´in kardeşi Emir Alemüddin´i aracı yaparak bu göreve atanmış ve hicretin 635. senesinde vefat edinceye dek bu görev de kal­mıştır. [24]



Şeyh Alî B. Alî B. Aliş


Yemenli âbid ve zâhid bir kimsedir. Külase´nin doğusunda ikamet ederdi. Harika halleri ve kerametleri vardı. Onun kerametlerim Şeyh Alemüddin es-Sehavî kendisinden nakletmiş ve Ebu Şâme de böyle rivp-yetlerde bulunmuştur. [25]