๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => El-Bidaye Ven Nihaye => Konuyu başlatan: Esila üzerinde 15 Kasım 2010, 21:08:07



Konu Başlığı: Hicretin Altıyüzyirmibeşincî Senesi
Gönderen: Esila üzerinde 15 Kasım 2010, 21:08:07
Hicretin Altıyüzyirmibeşincî Senesi


 Hicretin Altıyüzyirmîüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Cemal El-Mısrî

Dımaşk Valisi Mutemîd.

Salîhiye Yolundaki Şebeliye Vakfının Sahibi

Dımaşk´ta Ve Halep´teki Revahiye Vakıflarının Sahibi

Ebu Muhammed Mahmud B. Mevdud B. Mahmud.

Yakut B. Abdullah.

Hicretin Altıyüzyirmidördüncü Senesi

Hicretin Altıyüzyirmidördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Cengizhan.

Sultan Melikü´l-Muazzam..

Ebü´l Meâlî Es´ad B. Yahya.

Ebü´l-Kasım Abdurrahman B. Muhammed.

Ebü´n-Necm Muhammed B. Kasım B. Hibetüllah Et-Tikrîtî

Hicretin Altıyüzyirmibeşincî Senesi

Hicretin Altıyüzyirmialtıncı Senesi

Hicretin Altıyüzyirmialtıncısenesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Kâmil´în Oğlu Melik Mes´ud Atsız.

Muhammed Es-Sebtî En-Neccâr.

Ebü´l-Hasan Ali B. Salim..

Ebu Yusuf Yakub B. Sabir El-Harranî

Ebü´l-Fütuh Nasr B. Ali El-Bağdadî

Ebü´l-Fadl Cebrail B. Mansur.

Hicretin Altıyüzyirmîyedîncî Senesi

Hicretin Altıyüzyirmîyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Zeynü´l-Ümena Ebü´l-Berekat

Şeyh Bayram El-Mardînî

Hicretin Altıyüzyîrmisekîzinci Senesi

Hicretin Altıyüzyirmisekizincî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Yahya B. Mutî B. Abdünnur.

Tabip Dahvar.

Kadı Ebu Ganim B. Adîm..

Ebü´l-Kasım Abdülmecîd B. Acemî El-Halebî Kendisi Ve Aile Efradı Bu Sene Haleb´e Gelmişlerdi.

Ebu Îshak İbrahim B. Abdülkerim..

Mecd El-Behnesi

Cemalü´d-Devle.

Melik Emced.

Behramşah B. Ferruhşah B. Şahinşah.

Celaleddin Tekiş.

Hicretin Altıyüzyîrmîdokuzuncu Senesi

Hicretin Altıyüzyirmidokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Hafız Muhammed B. Abdülganî

Cemal Abdullah B. Hafız Abdülganî El-Makdisî

Ebu Alî Hüseyin B. Ebu Bekir El-Mübarek.

Ebü´l-Feth Mes´ud B. İsmail

Ebu Bekir Muhammed B. Abdülvehhab.

Hüsam B. Gazzı

Ebu Abdîllah Muhammed B. Ali

Ebü´s-Senâ Mahmud B. Ralî

Nahivci İbn Mutî Yahya.

Hicretin Altıyüzotuzuncu Senesi

Hicretin Altıyüzotuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Ebü´l-Kasım Ali B. Şeyh Ebu Ferec B. Cevzî

Vezir Safiyyüddin B. Şükür.

Melik Nasirüddin Mahmud.

Kadı Şerefüddin İsmail B. İbrahim..

Melik Muzaffer Ebu Saîd Gökböri

Melik Aziz B. Osman B. Âdil

Ebü´l-Mehâsin Muhammed B. Nasreddin B. Nasr.

Şeyh Şihabeddin Sühreverdî

Üsdü´1-Gâbe İle El-Kâmil Ff T-Tarîh Adlı Eserin Musannifi İbnü´l-Esîr.

İbn Müstevfî El-Erbîlî

Hicretin Altıyüzotuzbîrînci Senesi

Hicretin Altıyüzotuzbirînci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Ebü´l-Hasan Ali B. Ebî Alî

Emir Rükneddîn Mengürs El-Felekî

Şeyh İmam Alim Radiyyüddin.

Şeyh Tay El-Mısrî

Şeyh Abdullah El-Ermenî

Hicretin Altıyüzotuzikînci Senesi

Halep Kadilkudatı Ebü´l-Mehasin.

İbn Farız.

Hicretin Altıyüzotuzüçüncü Senesi

Şair Hacîrî

Îbn Dihye.

Hicretin Altıyüzotuzdördüncü Senesi

Hicretin Altıyüzotuzdördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Melik Aziz Zahir.

Anadolu Hükümdarı Keykubat

Nasih el-Hanbeli

Kemal B. Muhacir.

Şeyh Hafız Ebu Amir Osman B. Dihye.

Kadı Abdurrahman Tîkritî

Hicretin Altıyüzotuzbeşinci Senesi

Melik Kâmilin Vefatı

Melik Kâmîl´den Sonra Cereyan Eden Olaylar.

Melik Cevad .Muzafferüddin.

Hicretin Altıyüzotuzbeşînci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Muhammed B. Zeyd.

Muhammed B. Hîbetüllah B. Cemîl

Kadı Şemseddin Yahya B. Berekât

Şeyh-Şemseddin B. Hobi

Şeyh Salih Muammer.

Sarimüddin.

Hicretin Altıyüzotuzaltıncı Senesi

Hicretin Altıyüzotuzaltıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Cemaleddin Hasirî El-Hanefî

Vezir Cemaleddin Ali B. Hadid.

Cafer B. Alî

Hafızü´l-Kebir Zekiyyüddin.

Hicretin Altıyüzotuzyedincî Senesi

Hicretin Altıyüzotuzyedînci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Humus Sahibi

Kadı Hobî Şemseddin Ahmed B. Halil

Hicretin Altıyüzotuzsekîzinci Senesi

Hicretîn Altıyüzotuzsekizîncl Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Muhiddin B. Arabî

Kadı Necmeddin Ebü´l-Abbas.

Yakut B. Abdullah Eminüddin Er-Rolî

Hicretîn Altıyüzotuzdokuzuncu Senesi

Şems B. Habbaz.

Kemal B. Yunus.

Abdülvahid Es-Sofî

Ebü´l-Fadl Ahmed B. Îsfendiyar.

Ebu Bekir Muhammed B. Yahya.

Bağdat Kadîlkudatı Ebü´l-Meâlî




Hicretin Altıyüzyirmîüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler


Cemal El-Mısrî


Yunus b. Bedran b. Feyruz Cemaleddin el-Mısrî. O zamanda kadil-kudatlık yapmıştı. İlim tahsil etti. İlimde yükseldi. İmam Şafiî´nin el-Ümm adlı kitabını kısalttı. Feraize dair hacimli bir eseri vardır. İntihar eden ve amâ bir kişi olan Taki Salih´ten sonra Vezir Sofiyyüddin b. Şü­kür tarafından Eminiye medresesinin müderrisliğine atandı. Kendi işiyle ilgilenmekteydi. Sonra Dımaşk Beytü´I-mah´nın vekilliğine atan­dı. Dımaşk sahibi tarafından çeşitli hükümdarlara ve halifelere elçi ola­rak gönderildi. Zeki Ibn ez-Zekî´yi azlettikten sonra Melik Muazzam onu Dımaşk kadilkudathğma, ayrıca inşaatı tamamlandığında da bü­yük Adiliye medresesinin müderrisliğine atadı. Orada ilk dersi kendisi verdi. Bu dersinde önceki kısımlarda da anlattığımız gibi ayan ve eşraf hazır bulundu. Kendisi, «Önce tefsir dersleri verilmeli» derdi. Tefsiri baştan sona tamamladıktan sonra «Tefsirden sonra da fikıh dersi gelir» derdi. Sicilleri isbat işine çok önem verirdi. Hergün sabahleyin; salı gün­leri de gün boyunca Adiliye medresesinin eyvanında şehrin bütün şahit­lerini ve isbatlayacak bir belgesi bulunan kimseleri toplardı. Şahitleri huzuruna çağırır, onlar da ifadelerini sunarlardı. Böylece sicilleri tesbit ederdi. Her cuma günü ikindiden sonra Meşhed-i Osman´da Kemal-i Şibâkî´nin yanında oturur, akşam namazını, bazan da yatsı namazını kılıncaya dek hüküm verirdi. Çokça ilim müzakere eder, ilimle iştigal ederdi. Güzel bir yol takip ederdi. Kimseden birşey aldığını iddia eden olmamıştır.

Ebu Şame dedi ki: Yalnız bazı mirasçılara Beytü´l-mal´la anlaşma­larını tavsiye ettiğinden ötürü eleştirilmiştir. Ayrıca güzel bir gidişatı olmayan oğlu Tac Muhammed´i kendine vekil tayin ettiğinden ötürü de tenkit edilmiştir. Ama kendisi iffetli, nezih ve heybetli bir insandı. Ken­disinin, Kureyş kabilesinin Şeybe kolundan olduğunu iddia ederdi. Bu nedenle insanlar onun aleyhinde konuşmuşlardır. Kendisinden sonra Şemseddin Ahmed b, Halilî el-Cüveynî kadılığa atandı.

Cemal el-Mısrî bu sene rebiyülevvel ayında vefat etti. Dımaşk Ca­mii tarafındaki Râsüderbü´r-Reyhan´da bulunan evine defnedildi. Bu gün Medresetü´s-Sadriye´nin doğusundaki şebekeye defnedildi. Bu tür­be, tabiiki evinin içindeydi. Türbesinin evinin içinde bulunması nede­niyle hicivci İbn Anin şöyle bir şiir yazmıştı:

«Cemal el-Mısrî işini eksiksiz yaptı. Çünkü türbesini evinin içine aldı. Böylece sağları, onu taşlamaktan kurtardı. Ölüleri de kendi ateşinden uzak tutmuş oldu.» [1]



Dımaşk Valisi Mutemîd


El-Mübariz İbrahim. Mutemid adıyla meşhur olmuştur. Dımaşk valisi idi. Seçkin yöneticilerden, iffetli insanlardan, yaşantısı güzel ve kalbi temiz olanlardandı. Musulluydu. Şam´a geldi. Ferruhşah b. Şahin-şah b. Eyyub´un hizmetinde bulundu. Sonra Ferruh Şah´ın kardeşi Bedr Mevdud onu naib olarak görevlendirdi. Kendisi Dımaşk sahnesiydi. Bu işte yararlılıklar gösterdi. Kırk yıl müddetle Dımaşk şahneliği yaptı. Za­manında çok acaip ve tuhaf olaylar cereyan etti. İtibarlı kimselerin ayıplarını çok örterdi. Özellikle eşrafın çocuklarının ve hanedan çocuk­larının ayıplarını gizlerdi. Zamanında şöyle garip bir olay cereyan et­mişti:

Dokumacı bir adamın küçük bir oğlu vardı. Bu çocuğun kulağında altın bir halka vardı. Komşularından biri bu çocuğa saldırdı. Öldürdü ve kulağındaki halkayı alıp çocuğu bir mezara gömdü. Anne baba bu cani­den şikâyetçi oldular. Ancak canî, suçunu ikrar etmedi. Annesi bu du­rumdan ötürü çok ağladı. Kocasından kendisini boşamasını istedi. Ko­cası da onu boşayınca kadın gidip o caniye evlenme teklifinde bulundu. Onu çok sevdiğini söyledi. Cani de onunla evlendi. Bir süre onun yanın­da kaldı. Sonra günlerden bir gün yeni kocasına ölen çocuğunun sözünü etti. Bu sebeple halkın kendisinden şikayetçi olduklarını söyledi. Cani de, «Evet ben o çocuğu öldürdüm» dedi. Kadın «Bana onun mezarını gös­termeni istiyorum ki gidip ona bakayım» dedi. Adam kadını bir mezara götürdü. Mezarı açtı. Kadın içinde bulunan oğluna baktı. Gözyaşlarını tutamadı. O gün için hazırlamış olduğu bir bıçak yanında idi. Bıçağı çe­kip adama sapladı. Adamı öldürdü ve çocuğunun bulunduğu mezara onu da gömdü. Mezarlıktaki diğer insanlar gelip o kadını vali Mutemid´e götürdüler. Mutemid, kadına durumu sordu. O da olduğu gibi herşeyi anlattı. Mutemid onun bu hareketini beğendi. Onu serbest bıraktı. Ayrı­ca ona ihsanda bulundu.

Sibt Mutemid´in şöyle bir olay anlattığını nakleder: «Birgün Babü´l-Ferec dışında dolaşmakta iken sarhoş bir adamın bir davul taşımakta olduğunu gördüm. Emir verdim, o adama sarhoş haddini tatbik ettiler ve davulu da parçaladılar. İçinde cidden büyük bir çelik kap buldular. Kabı açtıklarında içinde içki vardı. Melik Âdil üzüm sıkılarak içki yapılmasını yasaklamış ve az da olsa Dımaşk´a getirilme­mesini emretmişti. İnsanlarda çeşitli hileler ve oyunlarla bunu yapıyor­lardı.»

Sibt diyor ki: Ben kendisine «O davulun içinde bir şey bulunduğunu nasıl anladın » dedim. Bana cevaben şöyle dedi:

«Adamın yürürken bacaklarının titrediğini gördüm. Davulun için­de ağır bir şey taşımakta olduğunu, böylece anladım.» Onun bu türden garip bazı olayları vardır. Muazzam onu görevden azletti. Kalbinde ona karşı düşmanlık taşıyordu. Onu beş yıl kadar kalede hapsetti ve şehirde ilânat yaptırdı. Herhangi bir kimse Mutemid´in kendisinden hardal ta­nesi kadar rüşvet aldığım çıkıp da söylemedi. Mutemid vefat edince -Al­lah rahmet etsin- Şamiye´deki pazarın kıble tarafında bulunan Ebu Ömer medresesine bitişik olan türbesine defnedildi. Türbesinin yanın­da bir mescid de vardı. Bu mescid onun adıyla anılmaktadır. Allah ona rahmet etsin. [2]



Salîhiye Yolundaki Şebeliye Vakfının Sahibi


Şebelü´d-Devîe Kâfur el-Hüsamî. Hüsameddin Muhammed b. La-çin´e nisbetinden ötürü Hüsamî denilmektedir. Sittüşşam´ın oğludur. Hanım efendisi Sittüşşam´a ait Şamiyetü´l-Berrâniye´nm onarılmasını teşvik eden odur. Hanefi´ler için Şebeliye vakfinı o kurmuştur. Bu vakfin yanı başında sofiye hankâhını da yaptırmıştır. Evi buradaydı. Ayrıca bir kanal, atölye ve diğer hayır müesseselerini de vakfetmiştir. Şamiyetül-Berrâniye batısındaki mezarlığın yanından Aynü´1-Kerş yoluna kadar bir yolu açtırıp hizmete sokmuştur. O zamanlar dağda bu mıntıkada in­sanların gidebileceği bir yol yoktu. Ancak Akabe´deki Mescidü´s-Safî ya­nından geçip gidiyorlardı. Şebelü´d-Devle bu senenin receb ayında vefat etti ve medresesinin yanma defnedildi. Ali el-Kindî´den ve diğer alimler­den hadis dinlemişti. Yüce Allah ona rahmet etsin. [3]



Dımaşk´ta Ve Halep´teki Revahiye Vakıflarının Sahibi


Ebü´l-Kasım Hibetüllah. İbn Revaha adıyla tanınmıştır. Tüccarlar­dandır. Serveti ve kadri yüce bir kimseydi. Dımaşk´ta adalet sahibi olup doğru yolda gidenlerdendi. Uzun boylu, geniş endamlı bir kimse olup sa­kalsızdı. Babü´l-Feradis dahilindeki Revahiye medresesini yaptırdı ve burayı Şafîilere vakfetti. Müderrisliğine ve nazırlığına da Şeyh Takiy-yüddin b. Salah eş-Şehrezorî´yi atadı. Halep´te de bunun gibi başka bir medresesi vardı. Âhir ömründe Dımaşk´taki medresesine kapandı. Bu medresenin doğu tarafındaki eyvanda bulunan odada yaşardı. Daha sonra vefat ettiği zaman buraya defnedilmeyi arzuladı. Ancak bu arzusu yerine getirilmedi. Aksine Sofiye mezarlığına defnedildi. Vefatından sonra Muhyiddin b. Arabî et-Taî es-Sofî, Mısırlı nahivci ve Meşhed-i Ali imamı Takiyyüddin Hazal, İbn Revaha´nm Şeyh Takiyyüddin´i bu med­reseden azlettiğine şahitlik yaptılar. Bu yüzden birçok olaylar cereyan etti. îbn Revaha´nm bu nedenle arzusu gerçekleşmedi. Hazal da bu sene vefat etti. Tuttukları yol sonuçsuz kaldı. [4]



Ebu Muhammed Mahmud B. Mevdud B. Mahmud


Ebu Muhammed Mahmud b. Mevdud b. Mahmud el-Beldecî. Hane­fi mezhebine mensuptu. Musulluydu. Musul´da kendi adıyla bilinen bir medresesi vardır. Türktü. Büyük alimlerdendi. Sağlam bir dini inanışa sahipti. Güzel şiirler yazardı. Şiirlerinden biri şudur:

«Bir kimse, kendisinin şeriat yolundan çıkaracak bir hali bulundu­ğunu iddia ederse,

Sakın ona arkadaş olma. Çünkü o yararsız ve de bir pisliktir.»

Ebu Muhammed, bu sene cemaziyelahir ayının yirmialtısında sek­sen yaşı civarında iken Musul´da vefat etti. [5]



Yakut B. Abdullah


Kendisine Yakup da denilirdi. Necibüddin lakabını taşırdı. Şeyh Taceddin el-Kindî´nin mütevellisi idi. Dımaşk Camii´nin kuzey doğu za­viyesinde bulunan kütüphanedeki kitapları ona vakfetti. Bu kitaplar 761 ciltten ibaretti. Sonra bunları oğluna, oğlundan sonra alimlere vak­fetti. Bu kitaplar telef oldu. Çoğu da satıldı. Yakut, faziletli, edebiyat ve şiirden iyi anlayan bir kimseydi. Bu sene receb ayının başında vefat etti.

Ebu Hanife meşhedi yakınındaki Hayzuran mezarlığına defnedil­di. [6]



Hicretin Altıyüzyirmidördüncü Senesi


Bu sene Tiflis halkı olan Gürcüler, düşmanlarının baskınına maruz kaldılar. Havas ve avam tabakasından herkes öldürüldü. Malları yağ­malandı. Kadınları ve çocukları esir alındı. Lvleri yıkılıp yakıldı. Him-ye´ye çıkıp gittiler. Cemaleddin Harezmşah bu durumu duyunca yar­dımlarına gelmek için acele ile yola koyuldu. Ancak onlara kavuşamadı.

Bu sene İsmailîler, Celaleddin b. Harezmşah´m naiblerinden bü­yük bir emiri öldürdüler. Celaleddin de İsmaiiîler´in beldesine gitti ve onlardan çoğunu öldürdü. Şehirlerini tahrip etti. Kadınlarım ve çocuk­larım esir aldı. Mallarını yağmaladı. Allah onları kahretsin. İsmailîler, Müslümanlara karşı düşmanlarının yanında yer alan en büyük grup ve destekçi idiler. Tatarlar İslâm ülkesine saldırdıklarında bunlar da onla­ra destek vermişler ve Müslümanlara en zararlı kimseler olmuşlardı.

Bu sene Celaleddin Harezmşah ile Tatarlar´dan büyük bir grup sa­vaştılar. Celaleddin onları bozguna uğrattı. Çoklarını öldürdü ve esir al­dı. Kaçanları kovaladı. Bu kovalama günlerce sürdü. Onları yakalayıp öldürdü. Nihayet Rey şehrine ulaştı. Başka bir Tatar grubunun kendi­siyle savaşmak amacıyla gelmekte olduklarını duydu. Rey şehrinde onları beklemeğe koyuldu ve -hicretin 625. senesinde de anlatılacağı gi­bi- onlarla savaştı.

Bu sene Melik Eşref b. Âdil´in askerleri Azerbaycan´a girdiler. Ora­daki birçok şehre sahip oldular. Bol miktarda malı ganimet edindiler. Celaleddin´in karısı Tuğrul´un kızını yanlarına alıp Azerbaycan´dan çıktılar. Karısı, Celaleddin´e öfke duyuyor ve düşmanlık besliyordu. Ka­rısını Ahlat şehrine götürüp bıraktılar. Neler yaptıklarına dair malu­mat, müteakip senenin olaylarından bahsedilirken verilecektir.

Bu sene Fransız kralının elçisi deniz yoluyla Melik Muazzam´m ya­nma geldi. Kral Enbar´ın elçisi, Melik Muazzam´dan, amcası Sultan Se-lahaddin´in Şam sahillerinde fethetmiş olduğu beldeleri kendilerine ge­ri vermesi talebinde bulundu. Melik Muazzam onlara çok sert cevap ver­di ve şöyle dedi: «Efendine de ki: «Benim yanımda sizler için sadece kılıç vardır. Başkaca birşey yoktur.» Doğrusunu Allah bilir.

Bu sene Melik Eşref, kardeşi Şihabeddin Gazî´yi büyük bir kafile ile hacca gönderdi. Eşyalarını 600 deve taşıyordu. Beraberinde ayrıca elli hecin devesi vardı. Her hecinin üzerinde bir köle vardı. Bunlar Irak tara­fından yola koyuldular. Yoldayken, Şihabeddin Gazî´ye halifenin gön­derdiği hediyeler geldi. Haccmı tamamladıktan sonra tekrar aynı yol­dan geri döndü.

Bu sene Necmeddin Ebü´l-Meâlî Abdurrahman b. Mukbil el-Vasıtî, Bağdat kadilkudathğına atandı. Kadılara âdet üzere giydirildiği gibi kendisine de hü´at giydirildi. O gün cidden görülmeğe değer muazzam bir gündü.

Bu sene Cezîre´de şiddetli bir kıtlık meydana geldi. Et azaldı. Hatta İbnü´l-Esir´in anlattığına göre Musul´da günlerce et hayvanı kesilmez­di. Sadece bahar mevsiminde bir kuzu kesildiği söylenir.

Yine İbnü´l-Esîr´in ifadesine göre bu sene mart ayının onunda Cezi­re ve Irak´ta iki kez bol miktarda kar yağdı. Bu yüzden ağaçlardaki çi­çekler ve diğer şeyler telef oldular. Bu, misli duyulmamış bir şeydi. Çok sıcak olmasına rağmen Irak mıntıkasında böyle bir olayın meydana ge­lişi, hayretten de öte bir şeydir. Böyle bir durum nasıl meydana gelmişti! [7]



Hicretin Altıyüzyirmidördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler


Cengizhan


Tatarlar nezdinde büyük sultandı. Tatarların bugünkü krallarının babasıdır. Ona mensupturlar. Kaan´ı tazim edenler, Cengizhan´a saygı­yı amaçlarlar. Cengizhan, Tatarlar için bir yasa (kanunlar külliyatı) koymuştu. Bununla hüküm verilir ve bu hükümlere uyulurdu. Ama bu kanunların hükümlerinin çoğu Allah´ın şeriatine ve kitaplarına aykı­rıydı. Bu kanunları kendi kafasından uydurmuştu. Tatarlar da bu ka­nunlara uymuşlardı. Cengizhan, annesinin güneş ışınlarına bakarak kendisine hamile kalmış olduğunu iddia ederdi. Bu nedenle onun babası bilinmemektedir. Açıkça bilinen husus şudur ki, onun nesebi meçhul­dür. Bağdat´ta Vezir Alaaddin el-Cüveynî´nin, Cengizhan´m biyografisi­ni bir kitapta anlatmış olduğunu gördüm, bu kitapta Vezir Alaaddin onun yaşantısını, siyasî aklım, cömertliğini, cesaretini, iyi bir idareci ol­duğunu, halkı ve memleketi iyi yönettiğini, savaşçı bir kimse olduğunu anlatmıştır. Önceleri Özbekhan´m yanında has adam olarak bulunu­yordu. Gençliğinde adı Timuçin´di. Büyüdüğünde kendine Cengizhan adını verdi. Özbekhan da onu yakınına almış, ona kıymet vermişti. Hü­kümdarın büyük emirleri onu kıskanmışlar, ona iftiralar atmışlar, ni­hayet Özbekhan´ı ona karşı gazaplandırmışlardı. Ancak cezalandırma­ğa değer bir suçunu tesbit edemediği için Özbekhan onu öldürmemişti. O esnada Özbekhan iki küçük köleye kızmıştı. Köleler de korkularından ötürü Özbekhan´m yanından kaçıp Cengizhan´a sığınmışlardı. Cengiz­han onlara ikram ve ihsanda bulundu. Onlar da Özbekhan´m onu öldür­me niyetini taşıdığını kendisine bildirdiler. Bunun üzerine Cengizhan tedbir aldı. Kendi başına bir devlet kurmağa başladı. Tatarlar´dan bir grup kendisine tâbi oldu. Özbekhan´m adamlarının çoğu da kaçıp yanı­na geldiler. O da onlara ikramda bulundu. Mal ve para verdi. Nihayet böylece kuvvetlendi. Askerleri çoğaldı. Bundan sonra Özbekhan´la savaştı. Ona karşı galip geldi. Onu öldürdü. Mülküne ve memleketine sahip oldu. Askerleri çoğaldı. Teçhizatı fazlalaştı. İşi büyüdü, ünü her tarafa yayıldı. Tamgaç diyarındaki Türk kabileleri ona itaatlerini arzet-tiler. Öyle ki, 800.000 kadar savaşçıya sahip oldu. Kabileler arasında en fazla savaşçıya kendi kabilesi olan Kiyan kabilesi sahipti. Bundan sonra kendisine Ozan ve Konkoran adında iki büyük kabile de iltihak etti. Cengizhan senenin üç ayında avlanır, geri kalan kısmında ise savaşır, hüküm verir ve memleketi idare ederdi.

Cüveynî onun için dedi ki: Üç ay boyunca av turu atar, sürek avına çıkardı. Sonra çok miktarda hayvan avlayarak geri dönerdi. Daha son­raları kendisiyle Horasan, Irak, Azerbaycan ve diğer memleketlerin hü­kümdarı Aîaaddin Harezmşah arasında savaş meydana geldi. Cengiz­han, Alaaddin´i mağlup etti. Malını, mülkünü yağmaladı. Ülkesinin her tarafını istila etti. Çocuklarım esir aldı. Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi bütün bunları çok kısa bir zamanda başardı.

Cengizhan, hükümdar olarak hicretin 599. senesinde ortaya çıktı. Hicretin 616. senesinde Harezmşah´la savaştı. Önceki sayfalarda da an­latıldığı gibi Harezmşah da hicretin 617. senesinde vefat etti. O zaman Cengizhan, karşısında engel çıkaracak bir kimseyle karşılaşmaksızm

Harezmşah´m ülkesini istila etti. Cengizhan ise hicretin 624. senesinde vefat etti. Onu demir bir tabuta koyup zincirle bağladılar ve iki dağın arasına astılar.

Onun yasa kitabına gelince, bu, kalın bir yazıyla iki cilde yazılmış­tı. Çok hacimli olan bu iki ciltlik eser, yanlarındaki bir deve üzerinde ta­şınırdı. Bazılarının anlattıklarına göre Cengizhan dağa çıkar, sonra iner, tekrar çıkar, sonra iner, bu iniş çıkışı defalarca tekrarlar, nihayet yorulup bayılır ve yere düşerdi. O esnada da yanındaki katibe, soyliye-ceklerini yazmasını emreder ve söylediklerini kanun olarak yazdırırdı. Eğer durum böyleyse demek ki içindeki şeytan konuşur ve konuştukla­rını kanun haline getirirmiş.

Cüveynî´nin anlattıklarına göre Tatarlar´dan bir kişi çok şiddetli soğuklarda ibadet için dağa çıkarmış. Bir defasında yine dağa çıkmış iken görünmezlerden bir sesin kendisine, «Biz Cengizhan´ı ve çocukları­nı yeryüzüne hakim kıldık» dediğini işitmişti. Moğol ihtiyarları ve âlimler^ bu sözü tasdik ederler ve doğru kabul ederlerdi.

Bundan sonraki kısımda Cüveynî, Cengizhan´m yasasından bazı maddeler aktarmıştır. Şöyle ki:

«Zina eden kişi, evli olsa da olmasa da öldürülür. Aynı şekilde homoseksüellik yapan da Öldürülür. Kasten yalan söyleyen öldürülür. Büyü yapan öldürülür. Casusluk yapan öldürülür. Çekişmekte olan iki kişinin arasına giren ve bu iki kişiden birisine yardım eden öldürülür. Durgun suya işeyen öldürülür. Durgun suya dalan öldürülür. Sahibinin izni olmaksızın bir esire yemek yediren veya su içiren veya birşey giydi­ren öldürülür. Kaçak birini görüp de sahiplerine veya hükümete teslim etmeyen öldürülür. Bir esire yemek yediren veya yiyecek birşeyi bir kimsenin önüne atan öldürülür. Çünkü yiyeceği Önüne atılmamalı, ak­sine bizzat eliyle ona vermelidir. Bir kimse bir başkasına yemek yedire-cekse önce kendisi o yemekten tadmalıdır. Misafir emir olsa bile, böyle yapmalıdır. Ama esire yedirmemelidir. Bir kimse yemek yer de yanında-kine yedirmezse öldürülür. Bir hayvanı boğazlayan kimse o hayvan gibi boğazlanır. Hayvanı boğazlamamah, aksine karnım varmalı ve içinden önce eliyle kalbini tutup çıkarmalıdır...» Bütün bu hükümler Allah´ın, kullan olan peygamberlere indirmiş olduğu şeriatlerine muhaliftir. Son peygamber Muhanımed b. Abdullah´a (s.a.v.) indirilen muhkem şeriatı terk edip neshedilmiş, başka şeriatlerin hükmünce amel eden kimse ka­fir olduğuna göre Cengizhan´m yasalarına göre hareket eden kimse na­sıl kâfir olmasın ! Bu hükümlere uyan kimse Müslümanların icmaıyla kâfir olur. Zira yüce Allah buyurmuş ki:

«Cahiliye devri hükmünü mü istiyorlar Yakînen bilen bir millet için Allah´tan daha iyi hüküm veren kim vardır » (ei-Mâide, 50).

«Hayır; Rabbine and olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duy­madan tamamen kabul etmedikçe inanmış olmazlar.» (en-Nisâ; 65).

Ulu Allah doğru söylemiştir.

Tatarların adabına gelince bunlardan bazılarını şöyle sıralayabili­riz:

Sultana son derece itaatkâr olunmalıdır.

Dilediğini seçmesi için güzel bakire kızlar sultana sunulmalıdır. Bunlardan dilediğini sarayına alır ve dilediği zaman yanma alır.

Hükümdarlara kendi adıyla hitap edilmelidir,

Bir kimse yemek yemekte olan bir topluluğun yanma giderse izin almaksızın onlarla yemek yiyebilir.

Ateş ocağının ve yemek tabağının yanından direk olarak geçilnıemelidir.

Tuvaletin taşının üzerinde fazla beklenilmemelidir.

Kirleri açıkça görülmediği sürece elbiseler yıkanılmamalıdır.

Anlattığı şeylerden ötürü alimlere suç isnad edilmemelidir.

Ölünün malına ilişilmemelidir.

Alaaddin el-Cüveynî, Cengizhan´m iyiliklerinin ve haberlerinin büyük bir kısmını nakletmiştir. Bu iyilikleri, kendi karakteri ve aklının icabı olarak yapmaktaydı. Her ne kadar Allah´a ortak koşuyor ve Al­lah´tan başkasına ibadet ediyorsa da iyi tarafları da vardı. Sayılarını an­cak yaratanın bildiği miktarda çok insanı öldürmüştü. Ama savaşı ilk Önce Harezmşah başlatmıştı. Çünkü Cengizhan, kendi ülkesinden bir ticaret kervanını Harezmşah´m ülkesine alış veriş için göndermişti. Bu kervanın çok miktarda malı ve eşyası vardı. Kervan İran´a vardığında Harezmşah´m oradaki naibi onları öldürdü. Naib, Güçlükhan´m kayın­pederiydi ve Tatar kervanının ellerindeki bütün mallara el koydu. Cen­gizhan, Harezmşah´a haber göndererek bu olayın onun bilgisi dahilinde ve rızasına uygun olarak meydana gelip gelmediğini sordu. Harezmşah böyle bir şeyden haberi olmadığını bildirince Cengizhan ona şu mesajı gönderdi: «Hükümdarların tüccarları öldürdükleri görülmemiştir. Çünkü tüccarlar ve kervanlar ülkeleri şenlendirirler. Mamur hale geti­rirler. Kervanlar ve tüccarlar hükümdarlara kıymetli ve nefis hediye­lerle, armağanlar ulaştırırlar. Sonra kaldı ki bu ticaret kervanında bu­lunan insanlar senin dinindendiler. Senin naibin onları öldürdü. Eğer bunu naibine sen emretmiş isen biz bunların kan bedellerini talep ede­riz, yahut sen bundan haberin olmadığını söylersen o zaman naibini ce­zalandır. Naibine kısas tatbik et!»

Harezmşah bu mesajı Cengizhan´m elçisinin ağzından duyar duy­maz ona verdiği cevap sadece adamlarına, «Şunun boynunu vurun!» de­mek oldu. Harezmşah işi bozmuş, tedbiri elden bırakmıştı. O esnada ya­şı da ilerlemiş, aklı zayıflamıştı. Oysa bir hadis-i şerifte Peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

«Sizi terk ettikleri sürece Türkleri terk edin.» Cengizhan, Harezm-şah´ın bu yaptığını haber alınca onunla savaşmak üzere hazırlığa giriş­ti, ülkesini zaptetmeğe karar verdi. Cenâb-ı Allah´ın takdiri gereği yapı­lan savaşlar neticesinde öyle durumlar meydana geldi ki, bunlardan da­ha garip, daha çirkin durumlar duyulmuş değildir.

Cüveynî´nin anlattığına göre Cengizhan avda iken çiftçinin biri kendisine üç karpuz getirmişti. O esnada Cengizhan´m yanında hazine­darlardan kimse yoktu. Karısına, «Kulaklarmdaki küpeleri şu adama ver» dedi. Karısının kulağında çok kıymetli nefis iki cevher vardı. Kadın cimrilik yaptı, vermek istemedi ve «Adamı yarına kadar beklet» dedi. Cengizhan da karısına, «Adam bu geceyi tedirgin olarak geçirir. Acaba elime bir şey geçer mi, geçmez mi diye düşünür, belki de bundan sonra eline hiç birşey geçmeyecektir. Oysa senin bu küpelerini her kim satın alacak olursa mutlaka sana getirecektir» dedi. Karısı küpeleri çıkarıp çiftçiye verdi. Çiftçinin aklı başından gitti. Oradan ayrıldı. Küpeleri tüc­carın birine 1.000 dinara sattı. Kıymetini bilememişti. Tüccar da küpe­leri alıp Cengizhan´a getirdi. Cengizhan da küpeleri tekrar karısına iade etti.

Hikâyenin burasında Cüveynî şöyle bir şiir nakleder:

«Bir kimse deniz ve kırağının damlaları lezzetlidir derse, Denizi ve kırağıyı övmüş olur.»

Cengizhan, bir gün pazarda dolaşmakta iken bir bakkalda innap gördü. Rengini beğendi. Canı çekti. Hâcibine bir palislik[8] innap satın almasını emretti. Hacibi ise çeyrek palislik innap satın aldı. Saraya dön­düğünde önüne koydular. Görünce beğendi. Yedi ve, «Bütün bunlar bir palise mi satın alındı » diye sordu. Hâcibi de artan parayı göstererek, «Şu kadar para da arttı» dedi. Cengizhan öfkelenerek şu cevabı verdi: «Benim gibi para bulup da kim o bakkaldan innap satın alacak ! Hadi gi­din o bakkaldan tam on palislik innap satın alın.»

Bir kişi Cengizhan´a kıymeti olmayan cam bir bardak hediye etti. Cengizhan da adamlarına dönüp «Madem ki bunu uzak bir diyardan bi­ze sağlam olarak getirmiştir. Öyleyse kendisine 200 palis verin» dedi.

Cengizhan´a, «Burada büyük bir hazine vardır. Eğer burayı kaza­cak olursan çok miktarda mal elde edersin» denildiğinde Cengizhan bu sözü söyleyen adama, «Elimizde bize yetecek kadar para vardır. Bırakın bunu başkaları açıp yesinler. Onlar buna bizden daha muhtaçtırlar» de­miş ve hazineye ilişmemişti.

Adamın biri Cengizhan´m ülkesinde şöyle diyordu: «Ben bir hazinenin yerini biliyorum ancak yerini sadece kaana bildiririm.» Emirler ıs­rarla hazinenin yerini kendilerine bildirmesini istemişler ancak o, hazi­nenin yerini onlara bildirmemişti. Bu durumu kaana anlattıklarında kaan (Cengizhan), o adamı posta atıyla hemen huzuruna getirmişti. Adam huzura girdiğinde Cengizhan ona hazinenin yerini sormuş, adam da şöyle demişti: «Ben sadece senin yüzünü görebilmek için bunu bir hile olarak uydurmuştum.» Adamın sözünü değiştirdiğini gören Cengizhan öfkelenmiş ve adama, «İşte maksadım elde ettin» demiş ve onu salimen kendi mekânına göndermişti. Fakat ona bir şey de vermemişti.

İnsanlardan biri Cengizhan´a bir nar hediye etmiş Cengizhan narı parçalayıp tanelerini meclisinde bulunan adamlara dağıtmış ve o nar­daki taneler sayısınca da adama palis verilmesini emretmiş, sonra da şu şiiri okumuştu:

«İşte şu nardaki tanelerin çokluğu ve sıkışıklığı kadar, Ziyaretçiler, Cengizhan´m kapısında çoğalıp sıMaşırlar.»

Kâfirin biri Cengizhan´a gelip şöyle demişti: «Ey Cengizhan! Rü­yamda babanı gördüm. Bana dedi ki, «Oğluma söyle de Müslümanları öldürsün.» Cengizhan, Müslümanlara biraz meyilliydi. Bu nedenle de ailesinin bu yoldaki davranışına muhalifti. Yanına gelen kâfire, «Sen Moğolca biliyor musun » diye sordu. Kâfir, «Hayır bilmiyorum» deyince Cengizhan, ona şu cevabı verdi: «Sen yalan söylüyorsun. Çünkü babam Moğolca´dan başka bir dil bilmiyordu.» Kâfirin boynunun vurulmasını emretti. Böylece Müslümanları o kâfirin şerrinden kurtarmış oldu.

Cengizhan, yasa gereğince öldürülmelerine hükmettiği üç kişiyi yakalamıştı. O esnada kadının birinin ağlayıp yüzünü tokatlayarak oralarda dolaşmakta olduğunu gördü, «Bu da kim Yanıma getirin he­le!» dedi, kadını huzuruna getirdiler. Konuşmağa başladı:

- Bu üç adamdan biri oğlum, biri kardeşim, biri de koçanıdır.

- Ey kadın, bunlardan sadece birini seç ki onu senin için serbest bı­rakayım.

- Kocamın yerine başka bir koca gelebilir. Oğlumun yerine başka bir oğul doğurabilirim. Ama kardeşimin yerine başka bir kardeş bula­mam!

Cengizhan, onun bu sözünü beğendi ve her üçünü de onun hatırı

için serbest bıraktı.

Cengizhan, güreşçileri ve koşucuları çok severdi. Yanında bunlar­dan çok sayıda insan vardı. Horasan´da bir güreşçinin bulunduğunu kendisine söylediler. Onu Horasan´dan yanma getirtti, yanındaki gü­reşçilerin hepsini mağlup etti. Cengizhan ona ikramda bulundu, arma­ğanlar verdi. Emirlerden birinin güzel bir kızını da ona verdi. Bu kız bir süre onun yanında kaldı. Ama güreşçi o kızla münasebete girmedi. Bir

zaman sonra bu kız Cengizhan´m bulunduğu Ordu şehrine geldi. Cen­gizhan o kızla konuşup şakalaştı ve, «Arab´ı nasıl buldun » diye sordu. Kız da kocasının kendisiyle münasebete girmediğim söyledi. Cengizhan buna şaştı. Kızın kocasını yanına getirtti ve durumu ona sordu. O da şöyle dedi: «Ey Kaan! Ben güreşçilikle senin yanında itibar sahibi olup yükseldim. Bu kadınla cinsî münasebete girseydim yanındaki itibarım ve mertebem düşerdi.»

Cengizhan ona, «Bunun bir zararı yok» dedi ve kızın amcasının oğ­lunu yanma çağırdı. O da Horasanlı gibi meşhur bir güreşçiydi. Bunları güreştirmek istedi. Sonra, «Siz akrabasınız, birbirinizle güreşmeniz doğru olmaz» dedi ve Horasanlı güreşçiye bol miktarda para verilmesini emretti.

Cengizhan, hastalanıp can çekiştiği esnada çocuklarına birbirle­rinden ayrılmamalarını, ittifak içinde yaşamalarını vasiyet etti. Buna örnekler verdi. Önce bir ok alıp oğullarından birine verdi ve kırmasını söyledi. Oğlu bunu rahatlıkla kırdı. Sonra hepsine birden birer demet ok verdi. Uğraştılar, fakat kıramadılar. Onlara, «İşte sizin durumunuz da böyledir. Birleşirseniz güçlenirsiniz. Ayrılıp ihtilafa düşerseniz böyle güçsüz olursunuz» dedi.

Bir kaç erkek çocuğu ve kızı vardı. Bunlardan meşhur olanları şun­lardır. En büyükleri Yusa, Heryol, Batu, Berke ve Türkcar. Bunlardan her birinin Cengizhan yanında bir görevi vardı. Bunların hakimiyetleri Hülagu zamanına kadar sürdü.»

Bundan sonra Cüveynî, Cengizhan´in zamanındaki savaşları, belâ, musibet ve olayları önceki kısımlarda da, detaylı olarak anlattığımız gi­bi nakletmiştir. Doğrusunu Allah bilir. [9]



Sultan Melikü´l-Muazzam


İsa b. Âdil Ebu Bekir b. Eyyub. Dımaşk´ın meliki idi. Bu sene zilka­de ayının bitiminde cuma günü vefat etti. Babasının hicri 615. senede vefat etmesi üzerine Dımaşk´ın bağımsız hükümdarı oldu. Şecaatli, kahraman, bilgili ve faziletli bir kimseydi. Nuriye medresesinin hocası Hasirî´den Hanefî fıkhını öğrendi. Tac el-Kindî´den de lügat ve nahiv dersleri aldı. Zemahşerî´nin el-Mufassal adlı eserini ezberlemişti, el-Mufassal´ı ezberleyenlere otuz dinar ödül verirdi. Sihah-ı Cevherî´yi, îbn Düreyd´in Cemhere´sini ve Ezherî´nin Tehzib´i ile diğer kitabları kapsayan bir lügat kitabının kendisi için derlenmesini emretmişti. Ay­rıca imam Ahmed b. Hanbel´in Müsned´inin tertib edilmesini de emir buyurmuştu. Alimleri sever ve onlara ikramda bulunurdu. Hayra tâbi olmak için çok çaba sarfeder ve «Ben Tahavî´nin akidesi üzereyim» der­di. Vefat edeceği zaman beyaz renkli bezden başka bir kefene sarılmamasını, kendisi için lahid yapılmasını, Sahra´da defnedilmesini ve üze­rine herhangi bir bina, kubbe ve benzeri bir şey yapılmamasını vasiyet etmişti. Şöyle derdi: «Dimyat savaşını Allah katında kendim için bir da­yanak olarak saklıyorum. Umarım ki Rabbim beni bu savaş nedeniyle bağışlar ve bana merhamet eder.» Bu savaşta büyük kahramanlıklar göstermişti. Allah kendisine rahmet etsin.

Şecaatli bir insandı. İlimde yüksek mertebelere ulaşmıştı. İlim er­babını severdi. Her cuma günü babasının türbesine gelir, orada azıcık otururdu. Sonra müezzinler ezan okuduklarında amcası Selahaddin´in türbesine gider ve cuma namazım orada kılardı. Fazla azamet sevdalısı değildi. Bazan yalnız başına bineğine binip dışarı çıkardı. Sonra kölele­rinden bazıları acele peşine takılırlardı. Arkadaşlarından Muhibbüd-din b. Ebi´s-Suüd el-Bağdadî onun hakkında şöyle bir şiir okumuştur:

«Eğer bu güzellikler toprakta bir vali tarafindan ihanete uğrayacak olursa,

Benim sana olan aşkım, bilesin ki günah olmayacaktır.

Seni kaybettiğimden bu yana güvenilir bir dost ve arkadaş edindi­ğimde,

Mutlaka sen benim aklımdan geçtin.»

Kendisinden sonra Dımaşk´a oğlu Nasır Davud b. Muazzam hü­kümdar oldu. Emirler ona biatlerini sundular. [10]



Ebü´l Meâlî Es´ad B. Yahya


Ebü´l Mealî Es´ad b. Yahya b. Musa b. Mansur b. Abdülaziz b. Ve-heb. Şafiî fıkıhçısıydı. Buharalıdır. Edebiyat sahibi, hayırlı ve faziletli bir kimseydi. Manzum ve mensur eserleri vardır. Nüktedan bir kimsey­di. Doksan yaşını aşmış iken bu sene vefat etti. Bir zamanlar Hama hü­kümdarı onu vezir olarak görevlendirmişti. Yüksek derecede, ince manâlar içeren şiirleri vardır. İbn es-Saî onun bu şiirlerden bir nebze nakletmiştir:

«Aşkına yemin ederim ki teselli onun aklından dahi geçmemiştir.

Sen onun aşktaki durumunu çok daha iyi biliyorsun.

Bir jurnalci onun durumunu sana jurnallediğinde,

Sen bunu kendi aşkına sor. İşte bu onun mazeretini sana beyanederdir

Yataklara düşüren ağır hastalığı, onun durumuna şahit değil mi.

Bu artık onu sorgulamana gerek bırakmaz.

Onun hastalık elbisesini yeniledin, aşk esrarını açığa vurdun.

Vuslat ipini kopardın.

Hayret!. Bir esir, kurtuluş akçesini ödemek için, Canını ve malını feda ediyor.»

Şu şiir de ona aittir:

«Kınayıcılar seni aşkından ötürü çok kınadılar.

Heyhat! Teselli yeri mahşerdir.

Senin gönüllerdeki yerini bilemediler.

Benim aşkım gibi bir aşk bulmağa çabaladılar,

Ama bunu beceremediler.

Aşkın hem tadına, hem azabına dayanmak gerek.

Aşk müptelası olan, her zaman kınanıp azarlanır.» [11]



Ebü´l-Kasım Abdurrahman B. Muhammed

Ebü´l-Kasım Abdurrahman b. Muhammed b. Hamdan et-Tıbî. Sa-im lakabıyla meşhur olmuştur. Nizamiye medresesinde kalfalık, Saka-fiye medresesinde ise müderrislik yapmıştır. Mezhebi, feraiz ve hesabı iyi bilirdi. Tenbih adlı eseri şerh etmiştir. İbn es-Saî onun hakkında böy­le demiştir.q



Ebü´n-Necm Muhammed B. Kasım B. Hibetüllah Et-Tikrîtî


Şafiî fakihi idi. Ebu Kasım b. Fadlan´dan fıkıh dersleri aldı. Sonra Nizamiye´de kalfalık, başka medreselerde ise müderrislik yaptı. Her gün yirmi ders alırdı. îlim tahsili ile gece gündüz Kur´an okumaktan başka bir meşguliyeti yoktu. Bir çok ilimde yüksek mertebelere ulaşmış­tı. Mezhebi ve hilafı iyi bilirdi. Karısını bir defada üç talakla boşayan bir adamın karısının bir talakla boşanmış olduğuna fetva verirdi. Kadilku-dat Ebü´l-Kasım Abdullah b. Hasan ed-Damiganî bu yüzden ona kızdı, fakat o buna aldırış etmedi. Sonra Tikrit´e gitti. Orada ikamet etti. Bir süre sonra Bağdat´a davet edildi. İlim tahsili ve ders vermek için Bağ­dat´a döndü. Kadilkudat Nasır b. Abdürrezzak onu Nizamiye´deki kalfa­lık görevine iade etti. O da ilimle uğraşmağa, fetva vermeğe, imam ve hatip tayin etmeye başladı. Nihayet bu sene vefat etti. Allah ona rahmet etsin. İbn es-Saî onun hakkında böyle demiştir. [12]



Hicretin Altıyüzyirmibeşincî Senesi


Bu sene Celaleddin Harezmşah ile Tatarlar arasında çok şiddetli savaşlar cereyan etti. Onu defalarca mağlup ettiler. Bu mağlubiyetler­den sonra o da Tatarları büyük bir bozguna uğrattı. Onlardan sayılama­yacak derecede insan öldürdü. Bu Tatarlar, Cengizhan´dan ayrılmış ve

ona âsi olmuşlardı. Cengizhan, Celaleddin´e bir mektup yazarak şöyle dedi: «Bunlar bizden değildirler. Biz bunları yanımızdan uzaklaştırmı-şızdır. Ama ileride karşı koyamayacağın durumlar olacaktır.»

Bu sene Sicilya tarafından büyük bir Haçlı grubu Akkâ´ya ve Sur´a gelip ordugah kurdular. Sayda şehrine baskın düzenlediler. Burayı Müslümanların elinden aldılar ve iç kısımlara doğru ilerlediler. Kuv­vetleri arttı. Kıbrıs adasının hükümdarı Enbirar da oralara gelmişti. Müslümanlar onun şerrinden korktular. Yardımına başvurulacak olan zât, yüce Allah´tır.

Mısır hükümdarı Melik Kâmil Muhammed b. Âdil, önce Kudüs-ü Şerife, sonra Nablus´a gitti. Nasır Davud b. Muazzam, amcası Kâ-mil´den korktu. Bunun üzerine amcası Eşrefe bir mektup yazdı. O da kendisine, savaşta kullanması için atlar gönderdi ve kardeşi Kâmil´e de bir mektup yazarak yeğenine karşı şefkatli davranmasını ve ona zarar vermemesini istedi. Kâmil de verdiği cevapta ona şöyle dedi: «Ben Ku­düs-ü Şerifi, ele geçirmek isteyen Haçlılara karşı korumak üzere bura­ya geldim. Allah´a yemin ederim ki, ben kardeşimi, ya da yeğenimi ku­şatmak niyetinde değilim. Sen Şam´a geldikten sonra orayı sen muhafa­za et, ben Mısır diyarına dönerim.»

Eşref ve Dımaşk halkı, Kâmil´in dönmesi durumunda Haçlıların Kudüs´e tamahlanacaklarından ve oraya baskın düzenleyeceklerinden korktular. Bunun üzerine Eşref, kardeşi Kâmil´in yanına gitti. Onu dön­mekten vaz geçirdi. İkisi birlikte Kudüs´te ikamete devam ettiler. Allah ikisine de hayır mükâfat versin. Kudüs´ün içini, dışım ve çevresini Haç­lılara karşı koruyorlardı. Allah Haçlılara lanet etsin. Melik Kâmil´in ya­nına İslâm ülkesinin hükümdarlarından kardeşi Eşref, Şihab Gazî, Sa­lih İsmail b. Âdil, Humus valisi Esedüddin Şirkuh b. Nasirüddin ve di­ğerleri geldiler. Hepsi de Nasır Davud´u Dımaşk hükümdarlığından alıp, Dımaşk´ı Eşref Musa´ya teslim etme hususunda ittifak ettiler.

Bu sene Sadr et-Tikritî, Dımaşk muhtesipliğinden ve meşihatüşşü-yuh görevinden azledildi. Bu iki göreve başkaları atandı.

Ebu Şame dedi ki: Bu sene receb ayının başında Malikiye medrese­sinde mukim olan salih şeyhlerden Fakih Ebü´l-Hasan Ali b. el-Merakeşî vefat etti. Zeyn Halil b. Züveyza´mn vakfetmiş olduğu sofiye mezarlığının kıblesindeki mezarlığa defnedildi. Buraya defnedilen ilk kişi kendisi oldu. Yüce Allah rahmet etsin. [13]


Hicretin Altıyüzyirmialtıncı Senesi


Bu sene başında Eyyubî melikleri parçalanıp ayrılığa düşmüşler, gruplara ve fırkalara ayrılmışlardı. Bu melikler, Mısır hükümdarı Kâmil Muhammed´in etrafında toplandılar Kâmil Muhammed, Kudüsü Şerif taraflarında bulunmaktaydı. Haçlılara gelince, onlar -Allah ken­dilerine lanet etsin- deniz yoluyla kendilerine gelip katılanların çokluğu ve Muazzam´m vefatı, ondan sonraki meliklerin ihtilafa düşmeleri ne­deniyle kuvvetlenmişlerdi. Bunun üzerine Selahaddin-i Eyyubî´nin kendilerinden almış olduğu beldeleri kendilerine geri vermelerini Müs­lümanlardan istediler. Neticede Haçlılarla Eyyubî melikleri arasında sadece Kudüs´ün Haçlılara iade edilmesi ve geri kalan beldelerin elle­rinde bırakılması şartıyla anlaşma yapıldı. Haçlılar böylece Kudüs-ü Şerifi teslim aldılar. Melik Muazzam daha önceleri Kudüs-ü Şerifin surlarım yıktırmıştı. Bu durum, Müslümanların çok ağrına gitti. Bü­yük bir moral bozukluğu ve sarsıntı meydana geldi. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allah´a aidiz ve ona dönücüleriz).

Sonra Melik Kâmil gelip Dımaşk´ı kuşattı. Ahaliyi sıkıştırdı. Ne­hirleri kesti. Ürünleri yağmaladı