๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => El-Bidaye Ven Nihaye => Konuyu başlatan: Esila üzerinde 15 Kasım 2010, 20:26:02



Konu Başlığı: Hicretin Altıyüzseksendördüncü Senesi
Gönderen: Esila üzerinde 15 Kasım 2010, 20:26:02
Hicretin Altıyüzseksendördüncü Senesi


Cemalin Müşahedesi

Îbnu´l-Ûd Er-Rafizî

Hicretin Altıyüzyetmişsekizinci Senesi

Melik Said´in Sultanlıktan Uzaklaştırılıp Yerine Kardeşi Melik Adil Salamısın Sultan Oluşu

Mansur Kalavun Es-Salihî´nîn Sultanlığına Bey´at Edilmesi

Sungur El-Eşkar´ın Dımaşk´a Sultan Oluşu.

Hicretin Altıyüzyetmişsekizinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Vaiz İzzeddîn B. Ganim..

Melik Saıd B. Melik Zahir.

Hicretin Altıyüzyetmişdokuzuncu Senesi

Hicretin Altıyüzyetmişdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

El-Emîrü´l-Kebîr Cemaleddin Akkuş Eş-Şemsî

Şeyh Salih Davut B. Hatim..

El-Emîrü´l-Kebîr Nureddin Alî

Şair Cezzar.

Hicretin Altıyüzseksenînci Senesi

Humus Savaşı

Hicretin Altıyüzsekseninci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Hülagu´nun Oğlu Tatar Hanı Abakahan.

Kadilkudat Necmeddin Ebu Bekir.

Kadilkudat Sadreddin Ömer.

Şeyh İbrahim B. Saîd Eş-Şagurî

Kadîlkudat Takiyyüddîn Ebu Abdîllah Muhammed.

Melik Eşref

Şeyh Cemaleddîn El-Îskenderî

Şeyh Alemüddin Ebü´l-Hasan.

Sadrü´l-Kebir Ebü´l-Ğanaim El-Müslim..

Şeyh Safiyyüddin.

Hicretin Altıyüzseksenbirîncî Senesi

Hicretin Altıyüzseksenbirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Şeyh Salih Bakîyetü´s-Selef Burhaneddîn.

Kadı Eminüddin El-Eşterî

Şeyh Burhaneddin Ebu´s-Senâ.

Kadı, İmam, Allame, Şeyhü´l-Kurrâ Zeyneddin.

Şeyh Selahaddin.

İbn Hallikan.

Hicretin Altıyüzseksenîkincî Senesi

Hicretîn Altıyüzseksenikincı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Sadrü´l-Kebîr İmadüddîn Ebü´l-Fadl

Şeyhü´l-Cebel Şeyhü´l-Allame Şeyhülislâm Şemseddîn İbn Kudame.

İbn Ebî Cefvan.

Hatib Muhîddin.

Emirü´l-Kebîr Melîkü´l-Arab Ali Müsrî

Şeyh İmam Alîm Şihabüddîn.

Hicretin Altıyüzseksenüçüncü Senesi

Hicretin Altıyüzseksenüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Şeyh Talib Er-Rîfaî

Kadı İmam Îzzeddîn Ebü´l-Mefahir -

Melikü´s-Saîd Fethüddîn.

Kadı Necmeddin Ömer B. Nasr B. Mansur El-Beyani

Melîkü´l-Mansur Nasîrüddîn.

Kadı Cemaleddin Ebu Yakup.

Hicretin Altıyüzseksendördüncü Senesi

Hicretin Altıyüzseksendördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Şeyh İzzeddîn Muhammed B. Ali

El-Bundukdarî

Şeyh Salih Abîd Zahîd Şerefüddin.

Kurrâ İbn Âmir.

Kadı İmadüddin.

Şeyh Hasan Er-Rumî

Ebü´l-Kasım Ali B. Balaban B. Abdullah.

Emir Müciruddin.

Şeyh Arif Şerefüddîn.

Hicretin Altıyüzseksenbeşinci Senesi

Hicretin Altıyüzseksenbeşincî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Ahmed B. Şeyban.

Şeyh İmam Cemaleddîn Ebubekir Muhammed.

Kadilkudat Yusuf

Şeyh Mecdüddin.

Şair Edip Şîhabeddin Ebu Abdillah.

Hacı Şerefüddin B. Mirrî

Yakub B. Abdülhak.

Kadıbeydavî

Hicretin Altıyüzseksenaltıncı Senesi

Hicretin Altıyüzseksenaltıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Şeyh İmam El-Allame Kutbeddîn Ebubekir.

Îmadüddin.

Kadilkudat Burhaneddin.

Şerefüddîn Süleyman B. Osman.

Şeyh Salih İzzeddin.

Hafız Ebü´l-Yümn.

Hicretin Altıyüzseksenyedîncî Senesi

Hicretin Altıyüzseksenyeûîncî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Hatib İmam Kutbeddîn.

Şeyh Salih Âbid İbrahim B. Mî´dad.

Şeyh Salih Yasin B. Abdullah.

Honde Gaziye Hatun.

El-Hakim Er-Reis Alaeddin B. Ebu´l-Hazm..

Şeyh Bedreddîn.

Hicretin Altıyüzseksensekizinci Senesi

Hicretin Altıyüzseksensekîzinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Şeyha Fatıma Bintü Şeyh İbrahim..

Alim İbn Sahip.

Şemseddin El-İsfahanî

Şems Muhammed B. Afîf

Melik Mansur Şîhabeddin.

Şeyh Fahreddîn Ebu Muhammed.

Hicretin Altıyüzseksendokuzuncu Senesi

Sultan Melik Mansur Kalavun´un Vefatı

Hicretin Altıyüzseksendokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Sultan Melik Mansur Kalavun.

Emir Hüsameddîn Toruktay.

Şeyh İmam El-Allame Reşidüddin Ömer.

Hatip Cemaleddîn Ebu Muhammed.

Fahreddin Ebü´z-Zahir İsmail

Hacı Taybars B. Abdullah.

Kadilkudat Necmeddin Ebü´labbas.

Hicretin Altıyüzdoksanıncı Senesi

Akkâ Ve Diğer Sahil Beldelerinin Fethî

Hicretin Altıyüzdoksanıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Tatar Hanı Abaka´nın Oğlu Ergun.

Müsnidü´l-Muammer Er-Rehhale Fahreddîn.

Şeyh Taceddin El-Fezarî

Mütehassıs Hekim İzzeddîn Îbraim B. Muhammed B. Tarhan.

Şeyh İmam El-Allame Alaeddîn Ebü´l-Hasan.

Şeyh İmam Ebu Hafs Ömer.

El-Melîkü´l-Âdîl Bedreddin Salamış B. Zahîr.

Afif Et-Telemsanî

Hicretin Altıyüzdoksan Birinci Senesi

Rum Kalesinin Fethi

Hîgretîn Altıyü2d0ksanbîrîncî S Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Hatîp Zeyneddîn Ebu Hafsinesînde.

Şeyh Îzzeddin El-Farusî

Sahîp Fethüddin Ebu Abdullah.

Yunus B. Alî B. Rıdvan B. Berkuş.

Celaleddin El-Habbazî

Melik Muzaffer.

Hicretin Altıyüzdoksanikincî Senesi

Hicretin Altıyüzdoksanikincî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Şeyh Urmevî

El-Mekame Adlı Eserin Sahibi Îbn A´mâ.

Melîk Zahîr Mügîeuddîn.

Şeyh Takiyyüddin El-Vasıtî

Hama Sahibinin Oğlu Melîkü´l-Efdal

Îbn Abdüzzahir.

Emir Alımüddîn Sencer El-Halebl



Cemalin Müşahedesi


«Onu bütün cemal vasıflarıyla görüyorum.

Kendisinden uzaklaştıran hulul itikadına inanmıyorum.

Güzel yürüyüşlü ve hücum eden develerde.

Kınına sokulmuş parlak olan bütün kılıçlarda.

Işıltısı gecelerde parıldayan bütün dolunaylarda.

Ki mehtabı yumuşak ve salınan ağaç dallanndadır.

İnce endamları her kucaklayışımda.

Onların soğuk şarabı andıran dudaklarmdaki ıslaklığı emişimde.

İnci, yakut, esans ve kokularda.

O süsler ki güzel olan bütün gözler üzerinde dururlar.

Elbiselerin ziynetlerinde gözlerim parıldar.

Onların gül gibi altın madenlerine bakışımda.

Şarap ve fesleğen kokusunda şarkı ve türkülerde.

Secilerle Öten kuşların Ötüşlerinde.

Güzel kokular saçan semâsının altındaki bahçelerde.

Güneşin ışınları çiğ ve kırağının parıltısına güler, tebessüm eder.

Bülbülün şen şakrak sesinin berraklığında anlatırken.

Rüzgar onun tüylerini kıvırcıklaştırdığında.

Sevinç, eğlence ve dalgınlıkta.

Ki bütün bunlar fırkaların mensuplarını amaçlarına ulaştırıyor.

Her güzel mecliste olgunlaşmış türlü meyvalarm yanı sıra.

İçki kokusunun yayılışında.

İnsanların her cumada ve bayramda toplanışında.

Yenilenen elbiseleri üzerlerinde göstermelerinde Meşrefî kılıçları­nın savaş alanlarında parıldayışında.

Süngü uçlarının darbelerle eğilişinde.

Sivrilip keskinleşen asil atların.

Rüzgar elçileri olarak birbirleriyle yarışmalarında.

Işığının burcunda güneşin ufukta aydınlatışında.

Doğu ufkunda güneşin altın bir aynayı andırışında.

Tam yuvarlaklaştığında, ufuktaki dolunayı gördüğümde.

Onu billur bir saray gibi göğün aydınlatışında.

Gece karanlığını süsleyen yıldızlarda.

Ki onlar zeberced sergiler üzerine incilerin saçılışını andırırlar.

Kuruyan toprağı suya kandıran yağmurda.

Çiğlerinin öncüleri kuraklaşan yeri ıslatmakla itham edildiğinde.

Işıklarda bulutlardan gelen zafiyet belirdiğinde.

Tıpkı parıldayan ön dişler veya yalın kılıçlar gibidirler.

Hitabın güzelliğinde cevabın çabukluğundaki güzellik gibidir.

Zarif, hatta güzel yazıdaki letafet gibidir.

Şiirlerin inceliğinde bu san´atm üstünlükleri parıldattı, dinleyici için.

Kimi hedefe ulaştı, kimi ulaşamadı.

Sıkıntıdan sonra vuslat bayramına kavuşmada.

Kovulup etrafa giden yalnızların güven buluşunda.

Maşukun acımasında aşıkm şekvası vardır.

Sevginin ifadesi anındaki lafızların inceliğinde.

Çiğ ve kırağıya cömertçe bağışta bulunan kerem sahibi kimsenin aşkında.

Her efendinin af ve şefkatındaki duygularda.

Ariflerin nıunbasıklık ve dostluklarında.

Mukayyed sema anındaki hareketlerinde.

Ondaki kitabın ayetlerinin letafetinde.

Tehditten sonra, vaad ruhunun nesim rüzgarı eser.

İşte celal vasıfları böyle tezahür eder.

Ben de bunu tereddütsüz müşahede ederim.

Azametli kadının satvet ve hey´etinde.

Kahredici güzel sahip hükümdarın satvetinde. Gücüyle tuttuğu anda gazaplı sultanın hiddetinde. Heybetli ve alicenap efendi liderin müsamahasında. Şarap kâsesini sunan sakinin ortaya çıkışında. Mey sofrasında arbede çıkaran ahlaksızın kötülüğünde. Sıcakta ve soğukta ki bunlar, Zamanı paylaşan şeylerdir. Her hasetçinin eziyet verişinde. Şerriyle nefislere musallat olmasının sırrında. Tecavüz edenin tecavüzündeki güzellikte. Adetlerin sıkıntısında yazgıyı hisseder. Güneşin gözünü sürme taşıyla sürmelediğinde. Her savaş alanında atların birbirleriyle çarpışmasında. Düzgün süngüler yüzünden atların tökezleyişinde. Hücuma geçen arslamn güç ve şiddetinde. Hastalıklarla zorlaşan hayatın sıkıntısında. Vuslattan sonra sevgilinin cefa etmesinde. Sağlam vaadten sonra sözünü tutm ayışında. Bozulan aranın korkunçluğunda, Üzüntülü tarafın sıcaklığında ve, Veda pozisyonundaki sıkıntıda.

Birbirlerine ısınanların bir araya gelişinden sonra ayrılışlarında. Toparlandıktan sonra dağılmalarda.

Dostlarla ünsiyet bulduktan sonra dosttan yoksun kalan haneler­de.

Yüksek ve mamur sarayların sütunlarının yıkılıp inkıraz bulmala­rında.

Deniz dalgalarının korkunçluğunda.

Çöllerin ıssızlığında.

Köpüklü suları akıtan oluklarda.

Bütün farizaları yerine getirdiğim anda.

İbadet sırrına teslim olduğum halette.

Yalvarışlar: .1 kendisine yöneltildiği zâtın izzeti karşısında.

Namazda huşu gösterişimde.

Geceleyin teheccüd için uykudan kalkışımda.

Hacıların ihram giyerek tehlil getirişlerinde.

Yaşamlarını te´min etmek için düz arazilerde çalışmalarında.

Helal kazancı elde etmenin zorluğunda.

İbadet eden kalbin bıkkınlık devresinde.

Azabın anısında ve hicabın karanlığında.

Zahid ve abid kimsenin münkabız olmasında.

Kemal vasıflarıyla ortaya çıkar O.

Onun görülmesi sebebiyle ben artık çirkin ve kötü hiçbir şeyi göre­mez oldum.

Bana kötülük yapan herkes, iyilik yapan gibidir. Beni saptıran herkes, benim için mürşit gibidir. Yalnızlık ve kalabalık bakımından benim yanımda hiçbir ayırım yoktur.

Nur ile zulmeti, yakınlık ile uzaklığı da birbirinden ayırd edecek değilim.

Oruçluluğum ve oruçsuzluğunı, gayretliliğim ve gevşekliğim, uyu­mam ve teheccüt için ayağa kalkmam, benim için hep aynıdır. Bazan meyhanede, bazan da mescidin kemerinde, İçen kişi hakikatte benim sırrımı keşfediyor. Vaktim ebediyeti keşfetmekle karışmıştır.

Vatanlar benimle şenlendi. Görüntüleri gözüm ve müşahedem ile tahakkuk etti.

Kalbim bütün eşyaları kapsamına almıştır. Her kaynaktan da su içiyorum.

Put heykelleri, rahibin kilisesi, Mecusinin ateş gedesi, önceleri be­nim mabedimdi.

Ceylanların dolaştığı yerler, kahve köşeleri ve meyhaneler,

Çiçek bahçeleri ve Esad yıldızının doğduğu ufuk,

İrfan sırları, hikmet anahtarları,

Vecd nefesleri, fecrin aydınlığındaki feyizler,

Şaşkının karanlığı, hidayettekinin aydınlığı,

Bütün zıtlar benim yanımda karşılaştılar.

Beni bitkin düşüren 1.000 mihnetten ve bağışta bulunanın lutfun-dan Ötürü,

Mertebelerin sıralanışını sureten sağlanıl aştırdım, manen de bunu böyle yaptım.

Ben, yalnızlık kaynağından içiyorum,

Her vatanda benim bir durağım vardır.

Yalnızlığın hakkını veren bir ayak üzerinde orada dururum.

Bütün mahlukat helak olsa da ben,

Muhammed´in iplerinden bir ipe tutunurum.

ALLAH´ın salatı onun üzerine olsun. Devamlı bize şefaatini umuyo­rum.

Sürekli selam ve tebriklerimi ruhen ona arzediyorum.» [1]



Îbnu´l-Ûd Er-Rafizî


Ebü´l-Kasım Hüseyin b. Ûd Necibüddin el-Esedî el-Hillî. Şiilerin şeyhi, imamı ve alimlerindendi. Faziletleri ve birçok ilme vukufu vardı.

Arkadaşlığı hoş, geçimi iyi bir kimseydi. Eşsiz nükteleri vardı. Gecele­yin çok ibadet ederdi. Güzel şiirleri vardır. Hicretin 581. senesinde doğ­du. Bu senenin ramazan ayında doksanaltı yaşındayken vefat etti. Yüce ALLAH kullarının hallerini, sırlarını, kalblerini, niyetlerini elbette ki da­ha iyi bilir. [2]



Hicretin Altıyüzyetmişsekizinci Senesi



Bu sene, pazar günü ile başladı. Sene başında Müslümanların hali­fesi Hakim Bi-Emrillah el-Abbasî, sultanları da Melik Said idi. Bu sene­de çok acaip işler meydana geldi. Şöyle ki:

Bütün hükümdarlar arasında ihtilaf meydana geldi. Tatarlar ken­di aralarında ihtilafa düştüler. Birbirleriyle savaştılar. Birçok Tatar öl­dürüldü.

Haçlılar da Şam sahillerinde ihtilafa düştüler. Birbirlerine saldır­dılar. Birbirlerini öldürdüler. Deniz tarafında ve adalardaki Haçlılar da kendi aralarında anlaşmazlığa düşerek savaştılar.

Arap kabileleri de birbirleriyle şiddetlice savaştılar. Aynı şekilde Havran taraflarındaki aşiretler arasında da anlaşmazlık meydana gel­di. Birbirleriyle kıyasıya savaştılar. Zahiriye devletinin emirleri arasın­da da ihtilaf meydana geldi. Şöyle ki: Sultan Melik Said b. Zahir, Sis ta­raflarına orduyu sevk ettiğinde kendisi Dımaşk´ta ikamet etmiş, oyun ve eğlenceye dalmış, hasekilerle rahatına bakmıştı. Böylece hasekiler devlet işlerine karışmışlardı. Büyük emirler ve komutanlar ondan uzaklaşmışlar, bir kısmı ona küsüp kızmış, onu terkedip yanından ayrılmış, Sis mıntıkasına ve diğer yerlere giden askerlerin dönmelerini beklemeye başlamışlardı. Nihayet askerler döndüklerinde bu küskün emirler onlarla toplantı yaptılar. Melik Said´den onları soğuttular. As­kerleri ona düşman hale getirdiler. "Melik´in oyun ve eğlenceye dalması uygun olmaz. Aksine hükümdarın yegane himmeti, adaleti gerçekleş­tirmek, Müslümanların çıkarlarını gözetmek, onların yararına çalış­mak ve onların ırzını, namusunu, sınırlarım korumak olmalıdır, tıpkı babası gibi" dediler. Askerler de bu emirlerin söylediklerini doğruladı-lar. Çünkü hükümdarların ve emirlerin oyun ve eğlenceye dalmaları, başka işlerle uğraşmaları, nimetlerin zevalinin ve memleket idaresinin bozulup reayanın yoldan çıkmasının bir göstergesidir. Sonra askerler Melik Said´le nıektuplaşarak hasekilerin etrafından uzaklaştırılması­nı, tıpkı babası gibi akıllı ve dirayetli kimseleri yakınma almasını istedi­ler. Ancak o, askerlerin bu isteğini yerine getirmedi. Çünkü hasekiler çok ve güçlüydüler. Onlara güç yetiremiyordu. Bunun üzerine askerler Mercüssifr´e doğru yola koyuldular. Dımaşk üzerinden geçmeleri müm­kün olmadı. Doğu tarafından geçtiler. Hepsi Mercüssifr´da toplandıklarında Sultan Melik Said, annesini askerlerin yanına gönderdi. Askerler onu karşıladılar. Huzurunda yer öptüler. Annesi onların gönüllerini al­maya, işleri yoluna koymaya çalıştı. Askerler onun öğütlerine kulak verdiler. Yalnız oğlu Melik Said için bazı şartlar ileri sürdüler. Annesi geri döndüğünde Melik Said, askerlerin ileri sürdüğü şartları kabul et­medi. Hasekiler, onun bu şartların gereğini yapmasına imkân vermedi­ler. Bunun üzerine askerler Mısır diyarına gittiler. Sultan peşlerine ta­kıldı. İşlerin büyümeden önünü almaya ve eksiklikleri telafi etmeye ni­yetlenmişti. Ancak askerlere ulaşamadı. Askerler ondan önce Kahire´ye ulaştılar. Sultan Melik Said çocuklarını ve aile efradım Kerek´e gönder­miş, onları orada koruma altına aldırmıştı. Beraberinde kalan bir gurup asker ve hasekilerle Mısır´a gitti. Mısır´a yaklaştığında onu şehre sok­madılar. Onunla savaştılar. Her iki taraftan da az sayıda asker öldürül­dü. Bazı emirler onu yakalayıp safların arasından geçirerek- fitne sa-kinleşsin diye- Cebel kalesine götürdü, ama bu, askerlerin nefretini da­ha da fazlalaştırdı. O gün kaleyi kuşatma altına aldılar. Kaleye giden suyu kestiler. Anlatımı burada uzun sürecek çok uzun maceralar ve zor­lu haller cereyan etti. Bütün bunlardan sonra Emir Seyfeddin Kalavun el-Elfî es-Salihî, Melik Said´ten, sultanlığı bırakmasını, sultanlığına be­del olarak kendisine Kerek ve Şobek´in verilmesini, kardeşi Necmeddin Hızır´ın da kendisiyle birlikte bulunmasını önerdi. Küçük kardeşi Bed-reddin Salamış´m sultan olmasını, Emir Seyfeddin Kalavun´un da ata­bek olmasını teklif etti. [3]



Melik Said´in Sultanlıktan Uzaklaştırılıp Yerine Kardeşi Melik Adil Salamısın Sultan Oluşu


Bu anlattığımız işler olurken Sultan Melik Said rebiyülahir ayının yedisinde kaleden inip adalet sarayına gitti. Kadılar ile ehl-i hal ve´l-akd orada hazır bulundular. Sultan Melik Said, kendini sultanlıktan hal´et-ti. Hazır bulunanları buna şahit tuttu. Oradakiler de kardeşi Bedreddin Salamış´a sultan olarak be/at ettiler. Ve ona Melikü´1-Âdil lakabını tak­tılar. O zaman Bedreddin yedi yaşındaydı. Emir Seyfeddin Kalavun el-Elfî es-Salihfyi ona atabek tayin ettiler. Ülkedeki hatipler Bedreddin Salamış´ın adına hutbe okudular. Paralar ise her ikisinin adına bastırıl­dı. Bedreddin Salârniş´ın kardeşi Melik Said´e Kerek, diğer kardeşi Hı­zır´a ise Şobek şehirleri verildi. Bu hususta mektuplar yazıldı. Kadılar ve müftüler bu mektupların altına imzalarını attılar. Şam´a haber gön­derildi. Mısırlıların bey´at edişleri gibi onların da bey´at etmeleri istenil­di. Şam naibi Emir Aydemir ez-Zahirî tutuklanıp kalede hapsedildi. O zaman kalenin naibi, Alemüddin Sincar ed-Devadarî idi. Emir Ayde-mir´in malına mülküne el konuldu. Şam naibiiğine Şemseddin Sungur

el-Eşkar atandı. Büyük bir debdebe ve saltanatla Şam´a geldi. Darü´s-Saade´ye konuk oldu. İnsanlar ona saygı gösterdiler. Hükümdarlara öz­gü muamelede bulundular. Sultan Bedreddin Salamış, Mısır´ın Şafiî, Hanefî ve Maliki kadılarını azletti. Şafiî kadısının yerine Sadreddin Ömer b. Kadı Taceddin b. bintül-Eazz atandı. Azledilen Şafiî kadısı, Ta-kiyyüddin b. Rezin´di. Onun, Melik Said´i sultanlıktan hal´ etmede çe­kimser kalması, azledilmesine sebep olmuştu. Doğrusunu ALLAH bilir. [4]



Mansur Kalavun Es-Salihî´nîn Sultanlığına Bey´at Edilmesi


Bu senenin receb ayının yirmibirinde salı günü emirler, Mısır´ın Cebel kalesinde toplandılar. Melik Âdil Salamış b. Zahir´i sultanlıktan azledip onu oradan çıkardılar. Zaten daha önce Melik Said hal´ edildi­ğinde şerri sakinleştirmek ve fitneyi dindirmek için Melik Âdil Sala­mış´ın sultanlığına bey´at etmişlerdi. Bundan sonra Melik Mansur Ka­lavun es-Salihî´nin sultanlığına bey´at etme hususunda emirler ittifak ettiler ve öna Melikü´l-Mansur lakabını taktılar. Bu bey´at emri, Dı-maşk´a geldi. Dımaşk´taki emirler de buna muvafakat ettiler. Onun sul­tanlığını tanıdıklarına yemin ettiler. Anlatıldığına göre Emir Şemsed­din Surgur el-Eşkar, halkla birlikte Melik Mansur´un sultanlığına bey´at etmemiş, bu olup bitenlere razı olmamıştı. Onda, Melik Mansur´a karşı biraz çekememezlik vardı. Çünkü O, Sultan Zahir´in yanındayken kendini Melik Mansur Kalavun´dan üstün görüyordu.

Mısır ve Şam diyarlarında minberler üzerinde Melik Mansur Kala­vun adına hutbeler okundu. Paralar onun adına bastırıldı. Artık işler Melik Mansur Kalavun´un görüşü gereğince yürütülüyordu. Bazı gö­revlileri azletti. Yerlerine yenilerini atadı. Ülkenin her tarafında işler onun fermanıyla yürüdü. Burhaneddin es-Sincarî´yi vezirlikten azledip yerine sır katibi (özel kalem müdürü) Fahreddin b. Lokman´ı atadı. Bu zat daha önceleri Mısır´da inşaallahâ divanının başkanlığını yapmıştı.

Bu senenin zilkade ayının onbirinde perşembe günü Melik Said b. Melik Zahir Kerek´te vefat etti. İnşaallah onun biyografisini ileride an­latacağız.

Bu senede Şam naibi Emir Aydemir hastalandığı için bir mahfeye bindirilerek Mısır´a götürüldü. Zilkade ayı sonlarında Mısır´a ulaştı ve Mısır kalesine hapsedildi. [5]


Sungur El-Eşkar´ın Dımaşk´a Sultan Oluşu


Bu senenin zilkade ayının yirmidördünde cuma gün Emir Şemsed­din Sungur el-Eşkar, ikindi namazını kıldıktan sonra Darü´s-Saade´den dışarı çıktı. Önünde bir grup ümera ve asker yaya olarak yürümekteydiler. Böylece şehrin bir ucundaki kale kapısına yöneldi. Hücum ederek kaleye girdi. Emirleri huzuruna çağırdı. Onlar da onun sultanlığına beyat ettiler ve kendisine Melikül-Kâmiî lakabı takıldı. Kalede ikame­te başladı. Bu husus Dımaşk´ta tellallar marifetiyle duyuruldu. Cumar­tesi günü olunca kadıları, alimleri, ayanı ve şehrin önde gelenlerini ka­ledeki Ebu Derda Mescidi´ne davet etti. Onları kendi sultanlığını tanı­maları hususunda bey´ate çağırdı. Be/at ettiler. Diğer emir ve askerler de bey´atlerini sundular. Bundan sonra Melikü´l-Kâmil; sınırlan koru­maları ve ürünleri toplayıp getirmeleri için Gazze´ye asker gönderdi. Melik Mansur da Şobek´e asker gönderdi. Onun naibleri Şobek´i teslim aldılar. Necmeddin Hızır onlara karşı koymadı.

Bu senede Dımaşk Camii´nin batı tarafındaki Nesir kubbesinin dört dilimi yenilendi.

Bu senede Dımaşk´ta Fethüddin b. Kayseranî vezirlikten azledildi. Yerine Takiyyüddin b. Tevbe et-Tikritî atandı. [6]



Hicretin Altıyüzyetmişsekizinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler


Vaiz İzzeddîn B. Ganim


Şeceresi şöyledir: Abdüsselam b. Ahnıed b. Ganim b, Ali b. İbrahim b. Asâkir b. Hüseyin İzzeddin Ahmed el-Ensarî el-Makdisî. Ünlü bir va­iz ve fasih bir şairdi. İbn Cevzî ve emsallerinin yolunda ve tarzında bir vaizdi. Kutbeddin onun birçok güzel sözlerini nakletmiştir. insanlar nezdinde hüsnü kabul görmüştü, Bir defasında Ka´be-i Muazzama´nm karşısında vaaz´etmişti. Yanında Şeyh Taceddin b. Fezarî, Şeyh Takiy­yüddin b. Dakikü´1-îd, Yemen´den İbn Acil ve diğer alimlerle abidler ha­zır bulunmuşlardı. Güzel ve faydalı bir konuşma yaptı. Bu konuşmasını Şeyh Taceddin b. Fezarî nakletmiştir. Bu konuşmasını hicretin 675. se­nesinde yapmıştı. [7]



Melik Saıd B. Melik Zahir


Şeceresi şöyledir: Berekehan Nasirüddin Muhammed b. Bereket-han Ebü´l-Meali b. Sultan Melik Zahir Rükneddin Baybars el-Bunduk-darî. Babası, sağlığında onun veliahdhğı için emirlerden bey*at almıştı. Babası vefat edince emirler onun sultanlığına bey´at ettiler. O zaman kendisi ondokuz yaşındaydı, ilk zamanlarda işler rahat yürümüştü. Mutluydu. Sonra hasekiler onu avuçlarına aldılar. Meydan-ı Ahdar´da onlarla oyun oynamaya başladı. Sıra kendisine geldiğinde saraydan inip yanlarına gitmeye başladı. Büyük emirler bu durumu yadırgadılar. Sultanların kölelerle oyun oynamasından, kendini onlardan biri gibi saymasından rahatsız oldular. Bu tutumunu bırakması için ona haber saldılar. Ancak bundan vazgeçmedi ve önceki sayfalarda da anlattığı­mız gibi emirler onu sultanlıktan uzaklaştırdılar. Yerine Melik Mansur Kalavun´u bu senenin receb ayının sonlarında sultan olarak geçirdiler. Sonra Melik Said bu senenin zilkade ayının onbirinde cuma günü Ke-rek´te vefat etti. Zehirlendiğine dair bir rivayet vardır. Doğrusunu ALLAH bilir. Caferin mezarının yanma defnedildi. O türbede Cafer sebebiyle öl­dürülmüş olan Cafer´in arkadaşlarının da mezarları vardı. Sonra Dı-maşk´a nakledilerek babasının türbesine defnedildi. Bu nakil işi hicre­tin 680. senesinde gerçekleşmişti. Kendisinden sonra yerine kardeşi Necmeddin Hızır, Kerek meliki oldu ve Melik Mes´ud lakabını aldı. înşa-ALLAH ileride de anlatılacağı gibi, Melik Mansur, Kerek´i Melik Mes´ud´un elinden almıştır. [8]



Hicretin Altıyüzyetmişdokuzuncu Senesi

Bu sene hicri yılbaşı üç mayısta başladı. Sene başında Müslüman­ların halifesi Hakim Bi-emrillah, Mısır sultanı Melik Mansur Kalavun es-Salihî idi. Kalavun, Şanı mıntıkasının da bir kısmına hakimdi. Dı-maşk´a ve oraya bağlı mıntıkalara gelince, buralara Sungur el-Eşkar hükmediyordu. Kerek sahibi Melik Mes´ud b. Zahir, Hama sahibi, Melik Mansur Nasirüddin Muhammed b. Melik Muzaffer Takiyyüddin Mah-mud idi. Irak, Cezire, Horasan, Musul, Erbil, Azerbaycan, Diyarbakır, Ahlat ve çevresi, Tatarların elindeydi. Anadolu da Tatarların elindeydi. Ancak Anadolu da Gıyaseddin b. Rükneddin hükümdardı. Ama sadece ismi vardı. Yemen hükümdarı, Melik Muzaffer Şemseddin Yusuf b. Ömer, Harem-i Şerifin sahibi Necmeddin Ebu Nümey el-Hasnî, Medine valisi îzzeddin Cemmaz b. Şihe el-Hüseynî idi.

Mezkur sene başında Sultan Melik Kâmil Sungur el-Eşkar kaleden inip meydana çıktı. Önünde emirler ve muhafızlar vardı. Hepsi hil´atle-rini giyinmişlerdi. Kadı ve ayan ise onun yanı sıra bineklerine binmiş­lerdi. Bir saat kadar meydanda dolaştıktan sonra kaleye döndü. Arap meliki Emir Şerefüddin İsa b. Mühenna yanma gelip hizmetini arzetti. Huzurunda yer öptü. Sofrada yanı başına oturdu. Kâmil onun karşısın­da saygı için ayağa kalktı. Aynı şekilde Hicaz´daki Arabların meliki de ona hizmet arzında bulunmak için gelmişti. Kâmil Sungur; Halep mıntı­kasının, Kadı Şemseddin b. Hallikan´m yetkisine devredilmesini emret­ti. İbn Hallikan´ı ayrıca Emmiye medresesinin müderrisliğine de atadı. Orada görev yapan müderris İbn Seniyyu´d-Devle´yi azletti.

Mısır´da bulunan Melik Mansur, Şam´daki Emir Sungur´un yaptık­larından haberdar olunca üzerine büyük bir askeri birliği şevketti. Bu birlik, Emir Sungur el-Eşkar´ın Gazze´ye gönderdiği askerleri hezimete uğrattı. Onları önlerine katarak Dımaşk yakınlarına kadar sürdüler. Melik Kâmil, Cesvere´deki dehlizinin hazırlanmasını emretti. Bu hadi­se bu senenin safer ayının onikisi olan çarşamba gününe denk gelmişti. Emir Sungur bizzat maiyetiyle birlikte gelip oraya yerleşti. Çok miktar­da görevliyi hizmete aldı. Bu iş için çok masraf yaptı. Arap emiri Sere-füddin İsa b. Mühenna ile Şihabüddin Ahmed b. Hiccî onun yanında yer aldılar. Haleb, Hama ve Baalbek´ten birçok takviye kuvvetleri de imda­dına ulaştılar. Safer ayının onaltısmda pazar günü Mısır ordusu Emir Alemüddin Sencer el-Halebî´nin komutasında yaklaştı. İki ordu karşı karşıya geldiklerinde ikindiye kadar savaştılar. Çok sayıda asker öldü­rüldü. Melik Kâmil Sungur el-Eşkar, yerinde sebat etti. Ancak askerleri ona ihanet ettiler. Kimi Mısırlıların saflarına katıldı, kimi de dağılarak bir tarafa kaçıp gitti. Adamları onu yalnız bıraktılar. Artık Merah yolu­na koyulup az sayıdaki askerlerle İsa b. Mühenna´nın beraberindekiler­le Rahbe çölüne doğru ilerledi. Onları çadırlara yerleştirdi. Onlarla bir­likte orada ikamet etti. Yanlarında ikamet ettiği süre zarfinda yaraları­nı sardı. Onları tedavi etti. Sonra kendisini bırakıp kaçan emirler, haber salarak Emir Sencer´den eman dilediler. Emir Sencer, Dımaşk şehrinin dışında ordugah kurmuştu. Şehir kapıları kilitliydi. Kale naibine haber gönderip kapıyı açmasını istedi. Bu isteğinde ısrar etti. Nihayet akşama doğru Babü´l-Ferec denen kapı açıldı. Şehir dahilindeki kale kapısı da açıldı. Burası Melik Mansur´a teslim edildi. Emir Rükneddin Baybars el-Acemî oradan çıkarıldı. Bu zat Halik adıyla tanınmaktaydı. Emir La-çin Hüsameddin el-Mansurî ve diğer emirler de oradan çıkarıldılar ki, bunları Emir Sungur el-Eşkar orada tutuklamıştı. Sencer, ulak marife­tiyle Melik Mansur´a durumu bildiren mektupları ve haberleri gönder­di. Sencer, Sungur el-Eşkar´ı yakalatmak için 3.000 askeri harekete ge­çirdi.

Bu günde İbn Hallikan, Emir Sencer el-Halebî´yi tebrike geldi. An­cak Emir Sencer onu Necibi hankâhımn üst katındaki bir odaya hapset­ti ve safer ayının yirmisinde perşembe günü onu kadılıktan azletti. Kadı Necnıeddin b. Seniyu´d-Devle´yi onun yerine tayin etti. O da göreve baş­ladı. Sonra postacılar Melik Mansur Kalavun´dan bir mektup getirdiler. Emir Sencer´e verilen bu mektupta Melik Mansur, halka eziyet etmesin­den ötürü Emir Sencer´i kınayıp azarlıyor ve onların tamamını affetme­sini emrediyordu. Affedilen halk, Melik Mansur´a çokça dua ettiler. Şam naibliğine Emir Hüsameddin Laçin es-Silahtarî el-Mansurî´nin atandı­ğına dair ferman geldi. Alemüddin Sencer el-Halebî onunla birlikte Da-rü´s^Saade´ye geldi ve göreve başlamasını bildirdi. Emir Sencer, Kadı İbh Hallikan´a büyük Adiliye medresesini tahliye etmesini emretti ki oraya Necmeddin b. Seniyü´d-Devle yerleşsin, bu emrinde ısrar etti. De­veler getirtti ki eşyalarını taşıtsın. Develere yüklenen eşyalar Salihiye´ye götürüldü. O esnada postacı, Sultan Melik Mansur Kalavun´dan, Emir Sencer´e hitaben bir mektup getirdi. Bu mektupta, Kadı İbn Halli-kan´m eski görevinde bırakılıp affedilmesi iyilik ve şükranla kendisine muamelede bulunulması emrediliyor ve eski hizmetlerinden bahsedili­yordu. Ayrıca Kadı İbn Hallikan´a kıymetli bir hil´at de gönderilmişti. İbn Hallikan bu hil´atı giydi ve cuma namazını bu hil´at üzerinde iken kıldı. Emirlere selam verdi. Ona saygı gösterip ikramda bulundular. İn­sanlar da Sultan Melik Mansur´un bu iyiliğine ve bağışlayıcılığma çok

sevindiler.

Sungur el-Eşkar´a gelince, askerler kendisini takibe çıktığında o, Emir İsa b. Mühenna´dan ayrılıp Şam´ın sahil beldelerine yöneldi. O mıntıkalarda aralarında Sahyun kalesinin de bulunduğu birçok kaleyi istila etti. Sahyun kalesinde çocukları ve eşyaları vardı. Bu arada Bala-tis, Berziye, Akkâ, Cebele, Lazkiye, Şifti Bikas ve Şeyzeri de istila etti. Buraya Emir-i haccı îzzeddin Özdemir´i naib olarak atadı.

Sultan Melik Mansur, Şeyzer´i kuşatmak için bir grup asker gön­derdi. Onlar bu halde iken Tatarlar, Müslümanların kendi aralarında anlaşmazlığa düştüklerini duydukları için bu taraflara yöneldiler. Bun­ların gelmekte olduklarını duyan insanlar, başka beldelerden Şam´a doğru çekildiler. Şam´dan da Mısır´a gittiler. Tatarlar, Haleb´e ulaştılar. Orada bir çok insanı öldürdüler. Büyük bir orduyu hezimete uğratıp mallarım yağmaladılar. Sungur el-Eşkar´ın askerlerinin kendileriyle birleşerek Mansur´a karşı cephe alacaklarını zannetmişlerdi. Durumun tam tersi olduğunu gördüler. Bunun sebebi de şuydu: Sultan Melik Mansur, Surgur el-Eşkar´a şöyle bir mektup göndermişti: «Tatarlar, Müslümanların üzerine gelmektedirler. Müslümanlar bizim yüzümüz­den helak olmasınlar diye maslahat gereği ittifak etmemiz gerekiyor. Şayet Tatarlar ülkeye hakim olurlarsa hiçbirimizi sağ bırakmazlar.» Sungur da bu mektubu alıp okuduktan sonra Sultan Melik Mansur´a bir mektup yazıp emrini dinleyeceğini ve kendisine itaat edeceğini bildirdi. Kalesinden indi. Ordugahını kurdu ki, çağrıldığında hemen icabet et­meğe hazır halde bulunsun. Naibleri de kalelerinden indiler. Tatarlarla savaşmağa hazırlandılar. Cemaziyelahir ayının sonlarında Sultan Me­lik Mansur, askerleriyle birlikte Mısır´dan çıktı. Cemaziyelahir ayının üçünde cuma günü Dımaşk Camii´nin minberinde sultanın, kendisin­den sonraki dönem için oğlu Ali´yi veliaht tayin ettiğine ve ona Melik Sa­lih lakabını taktığına dair mektubu okundu. Mektubun okunuşu ta­mamlanınca posta haber getirdi. Tatarların, Haleb´ten geri çekilip ülke­lerine gittiklerini bildirdi. Çünkü Tatarlar, Müslümanların kendi ara­larında ittifak ettiklerini duymuşlardı. Müslümanlar bu duruma çok se­vindiler. ALLAH´a hamd olsun. Sultan Melik Mansur da Gazze´ye kadar gelmiş iken Mısır´a döndü. Böyle yapmakla Şam üzerindeki ağır yükü hafifletmek istemişti. Şaban ayının ortasında Mısır´a ulaştı.

Cemaziyelahir ayında Burhaneddin Sincarî Mısır vezirliğine iade edildi. Fahreddin b. Lokman da inşa katipliği görevine döndü. Ramazan ayı sonlarında İbn Bintü´l-Eazz´m azledilmesi sebebiyle İbn Rezin kadı­lık görevine iade edildi. Kadı Nefisüddin b. Şükür el-Malikî ve Muined-din el-Hanefî de görevlerine iade edildiler. İzzeddin el-Makdisî de Hanbelîlerin kadılığına atandı.

Bu senenin zilhicce ayında İbn Hallikan´ın uhdesindeki görevleri­ne ek olarak Haleb mıntıkasının da yetki alanına katıldığına dair fer­man geldi. Bu ferman gereğince oralara dilediği naibleri atayabileceği söyleniyordu.

Zilhicce ayı başında Sultan Melik Mansur, askerleriyle birlikte Mı­sır´dan yola çıkarak Şam´a yöneldi. Dönüşüne kadar Mısır´da oğlu Melik Salih Ali b. Mansur´u vekil bıraktı.

Şeyh Kutbeddin dedi ki: «Bu senenin arefe günü Mısır´da iri dolular yağdı. Bu dolular birçok ürünleri telef ettiler. İskenderiye´de yıldırım düştü. Aynı günde Cebel-i Ahmer´in alt tarafındaki bir kayanın üzerine düşen bir yıldırım da bu kayayı yaktı. Oradaki demir alınıp eritildi ve Mısır rıtlı ile birçok okka demir elde edildi.

Sultan Mansur gelip askerleriyle birlikte Akkâ karşısında ordugah kurdu. Haçlılar ondan çok korktular. Ateşkesi yenilemek için ona elçi gönderdiler. Sultan Melik Mansur´un hizmetinde bulunmak üzere Irak´tan Emir İsa b. Mühenna da geldi. Sultan onu askerleriyle karşıla­dı. Ona saygı gösterip ikramda bulundu. İşlediği suçlan bağışlayıp af­fetti ve kendisine ihsanda bulundu. [9]



Hicretin Altıyüzyetmişdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler


El-Emîrü´l-Kebîr Cemaleddin Akkuş Eş-Şemsî

İslâm komutanlanndan biridir. Tatarlann öncü kuvvetlerinin ko­mutanı Kutboğa Noyan´ı öldürmüştür. Ayn Calut savaşında Kutboğa Noyan, Tatarlann itaat edilen komutanıydı. Cemaleddin, geçen sene îzzeddin Aydemir ez-Zahirî´yi de yakalamıştı. Bu senede Haleb´te vefat[10]

etti.



Şeyh Salih Davut B. Hatim


Salih kimselerdendi. Şeceresi şöyledir: Davut b. Hatim b. Ömer el-Habbal. Hanbelî mezhebine mensuptu. Kerametleri, iyi hal ve gerçekle­şen mükâşefeleri vardı. Dedeleri Harran´dan gelmişlerdir. Kendisi Ba-albek´te ikamet etti ve bu senede doksanaltı yaşındayken orada vefat et­ti. Şeyh Kutbeddin b. Şeyh el-Fakih el-Yoninî onu çok övmüştür. [11]



El-Emîrü´l-Kebîr Nureddin Alî


el-Emirü´1-Kebir Nureddin Ali b. Ömer Ebü´l-Hasan et-Turî. Bü­yük komutanlardandı. Bu senede doksan küsur yaşındayken vefat etti. Sungur el-Eşkar´ın, askerleri savaş düzenine soktuğu günde bir atın ayaklan altında kalmış ve çifte yediği için hastalanmıştı. İki ay sonra bu hastalıktan dolayı vefat etti. Kasyun mezarlığına defnedildi. [12]



Şair Cezzar



Şeceresi şöyledir: Yahya b. Abdülazim b. Yahya b. Muhammed b. Ali Cemaleddin Ebü´l-Hüseyin el-Mısrî. Müstehcen şiirler yazardı. Cez-zar adıyla tanınmıştı. Hükümdarlan, vezirleri ve emirleri Överdi. Şaka­cı, gayrı ciddi ve müstehcen bir şair olup münazara ve tartışması tatlıy­dı. Hicretin 601 ya da 602. senesinde doğdu. Bu senenin şevval ayının onikisinde salı günü vefat etti. Şiirlerinden biri şudur:

«Yanıma geldiklerinde soğuk almış hasta ve kederliydim.

Vücudumun içinde iltihap vardı. Bu, unutulacak Dİr hal değildi.

Emeller bana vehim elbisesini giydirdiler.

İşte cismim çıplaktır, ama kürklerim ve elbiselerim vardır.

Soğuk algınlığından ötürü vücudumun teni ağannca,

Sanki sincap olduğum hayaline kapıldım.»

Babası, yaşlı bir kadınla evlendiği için şöyle bir şiir yazmıştı:

«İhtiyar babam acuze bir kadınla evlendi ki;

O kadının ne aklı ne de zihni vardır.

O kadın, yatağında bir kemik yığını gibidir.

Saçı da çevresine saçılan pamuk gibidir.

Babam bana bunun yaşı kaçtır » diye sordu.

Dedim ki: «Onun ağzında diş yoktur.»

Eğer güneş battıktan sonra karanlıkta ortaya çıkarsa,

Cinler dahi onu görmeğe cesaret edemezler.» [13]



Hicretin Altıyüzseksenînci Senesi


Bu senenin başlangıcında Müslümanların halifesi Hakim Bi-Em-rillah, sultanları da Melik Mansur Kalavun idi. Muharrem ayının onun­da Akkâ ve Merkip halkı ile sultan arasında mütareke akdedildi. O za­man Sultan Melik Mansur Ravha´da konaklamış, maiyetindeki emir­lerden bir kısmını tutuklanıış, diğerleri ise Sungur el-Eşkar´m hizme­tinde bulunmak üzere Sahyun kalesine kaçmışlardı. Muharrem ayının ondokuzunda Sultan Mansur, Dımaşk´a gitti. Kaleye vardı. Şehir onun şerefine süslendi. Muharremin yirmidokuzunda sultan, İbn Hallikan´ı azledip kadılığa İzzeddin b. Saiğ´ı yeniden atadı.

Safer ayının başında Hanbelîlerin kadılığına Necmeddin b. Şeyh Şems b. Ebi Ömer atandı ve göreve başladı. Bu makam, mezkur şahsın babasının azlinden beri boş bulunuyordu. Bu ayda Haleb kadılığına Ta-ceddin Yahya b, Muhammed b. İsmail el-Kürdî atandı. Sultan Mansur yine bu ayda adalet sarayında oturup hüküm verdi. Mazlumun zalimde­ki hakkını aldı. Hak sahibinin hakkını verdi. Ham´a sahibi ziyaretine geldi. Sultan Mansur onu alay ile birlikte karşılamaya çıktı. Babü´1-Fe-radis´teki sarayına konuk etti.

Bu senenin rebiyülevvel ayında Sultan Melik Mansur Kalavun ile Sungur el-Eşkar el-Melikü´1-Kâmil arasında sulh yapıldı. Buna göre Sungur el-Eşkar, Sultan Mansur´a Şeyzer´i verecek, karşılığında An­takya, Kefirtap, Şuğırbikas ve diğer beldeleri alacak; elindeki 600 süva­risi de kendine bırakılacaktı. Bu hususlar üzerine yemin edip anlaştılar. Bu sebeple ülkede sevinç davulları çalındı. Aynı şekilde Kerek sahibi ile Sultan Melikü´l-Mansur Hızır b. Zahir de sulh yaptılar. Bu sulh gereğin­ce Kerek sahibinin elindeki belde ve araziler de kendisine bırakılacaktı. Bu husus ülkede ilân edildi.

Bu ayın ilk on gününde içki ve zinanın tazminatlarının verileceğine dair Dımaşk´ta iîanat yapıldı. Bu husus divanda karara bağlandı. Ancak alimlerden, salililerden ve abidlerden bir grup bu kararın iptali için ayaklandılar ve yirmi gün sonra karar iptal edildi. İçkiler döküldü. Zina edenlere had tatbik edildi. Hamd ve minnet ALLAH´adır.

Rebiyülevvel ayının ondokuzunda, Melik Zahir´in zevcesi Hatun Berekethan, oğlu Said´le birlikte Mısır´a geldi. Oğlunu Kerek yakınındaki Karyetü´l-Mesacit´ten getirmişti ki Zahirîye türbesinde medfun bulunan babasının yanma defnetsin. Müteveffa oğlu Said, iplere bağla­narak surdan içeri alındı ve babası Zahir´in mezarının yanma defnedil­di. Annesi de Humus sahibinin evine konuk oldu. Kendisine ikramda bulunuldu. Rebiyülahir ayının yirmibirinde mezkur türbede oğlu için taziyet meclisi kuruldu. Sultan Mansur, devlet erkânı, alimler ve vaiz­ler taziyete katıldılar.

Rebiyülahir ayının sonlarında Taki b. Tevbe et-Tikritî, Dımaşk ve­zirliğinden azledilerek yerine Taceddin es-Sehnurî atandı ve göreve başladı. Sultan Mansur da Mısır´a ve diğer beldelere mektuplar yazarak Tatarların gelişlerinin yakın oluşu yüzünden askerleri çağırdı. Bunun üzerine Ahmed b. Haccî, beraberindeki çok sayıda Arabî, Kerek sahibi Melik Mes´ud da adamlarıyla birlikte cemaziyelahir ayının onikisinde cumartesi günü takviye olmaya geldiler. İnsanlar yanma geldiler. Her taraftan heyetler ziyaretine geldiler. Türkmenler, Araplar, Bedeviler ve diğerleri de yanma gelmişlerdi. Kalabalıktan Dımaşk şehri adeta sarsılır olmuştu. Orada askerler çoğaldı. Halep ve oraya bağlı mıntıka­lardan da çok sayıda asker gelmişti. Tatar, baskınından korktukları için ürünlerini, mallarını, mülklerini terkedip gelmişlerdi. Tatarlar, Hüla-gu´nun oğlu Mengütemir komutasında Anteb´e vardılar. Sultan Man-sur´un askerleri Haleb taraflarına kadar peşpeşe gittiler. Tatarlar, ce­maziyelahir sonlarında Rahbe´de bir grup Bedevi ile karşılaştılar. Baş­larında Tatar hanı Abakahan vardı. Ama adamlarının ne yapacağnı görmek için bir tarafa gizlenmişti. Onların nasıl savaştıklarını görmek istiyordu. Sonra Sultan Mansur, cemaziyelahir sonlarında Dımaşk´tan ayrıldı, yola koyuldu. Cami ve mescitlerdeki hatipler ve imamlar na­mazlarda ve diğer vakitlerde kunut duaları okumaya başladılar. Bu arada Sultan Mansur´un daire ve bürolardaki zimmilerin, Müslüman olmaları için kararı çıktı. Bu karara göre Müslüman olmayanlar asıla­caklardı. Hepsi Kerhen Müslüman oldular ve «îman ettik. Hakim de Müslümanlığımıza -İslâm´a girmemiz teklif edildikten sonra- hükmet­ti» dediler. Müslüman olmak istemeyen zımmiler at pazarında idam edildiler. İpler boyunlarına geçirildi. Bu durumda kalan zimnıiler, ister istemez İslâm´a girmişlerdi. Sultan Melikü´l-Mansur Humus´a vardı­ğında Melik Kâmil, Sungur el-Eşkar´a bir mektup yazarak kendisine takviye askerler göndermesini istedi. O da bizzat askerleriyle birlikte sultanın hizmetine geldi. Sultan ona ikramda bulunup saygı gösterdi. Hediyeler verdi. Artık İslâm askerlerinin tamamı, Sultan Melik Man­sur´un komutası altında bir araya gelip toplanmış ve düşmanla karşılaş­maya karar vermişti. Bunda ihlaslıydılar. Düşmanın onlardan kurtul­masına da imkân yoktu. Sultan Mansur´un sefere çıkmasından sonra halk Dımaşk Camii´nde toplanarak Hz. Osman´ın Mushaf im önlerine

koyarak İslâm´ın ve Müslümanların düşmanlara karşı muzaffer olması için yüce ALLAH´a yalvarıp yakarmaya başladılar. Mushaf-ı Şerifi başla­rına kovmuş vaziyette dua ve niyaz ile ağlayarak musallaya gittiler. Ta­tarlar da azar azar gelmeye başlamışlardı. Hama´ya vardıklarında sul­tanın bahçesini, sarayını ve çevredeki meskenleri yaktılar. Sultan Man-aur ise Türk, Türkmen ve diğer askerlerden oluşan büyük ordusuyla Humus´ta otağ kurmuştu. Tatarlar 100.000 ya da daha fazla savaşçıla-rıyla gelmişlerdi. İnna lillah ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz ALLAH´a aidiz ve O´na dönücüleriz.) Güç ve kuvvet ancak ALLAH iledir. [14]



Humus Savaşı


Receb ayının ondördünde perşembe günü iki taraf karşı karşıya geldi. Güneşin doğuşu esnasında iki hasım ordu göğüs goğüse geldi. Ta­tar askerleri 100.000 süvari idiler. Müslüman askerleri ise bunun yarısı veya biraz daha fazla idiler. İki taraf da Halid b. Velid türbesinden Res-ten´e kadar olan alanda bulunuyorlardı. Uzun asırlardan beri misli gö­rülmemiş büyük bir savaşa tutuştular. Günün ilk vaktinde Tatarlar ga­lip güründüler. İslâm ordusunun sol cenahım kırdılar. Sağ cenah da sar­sıntı geçirdi. Yardımına baş vurulacak olan, yüce ALLAH´tır. Merkezin sol tarafındaki kanat da kırıldı. Sultan Mansur, etrafındaki az bir topluluk­la büyük bir sebat gösterdi. İslâm askerlerinin büyük bir kısmı hezimete uğradı. Tatarlar onları kovalamaya başladılar. Kovalarken Humus gö­lüne vardılar. Humus şehrinin önlerine geldiler. Şehrin kapıları kilitliy­di. Halktan ve diğerlerinden bir kısmını öldürdüler. Müslümanlar bü­yük bir ölüm çizgisine gelmişlerdi. Sonra aralarında Sungur el-Eşkar, Beyserî ve Taybars el-Vezirî, Bedreddin Silahtar, Ayıtmış es-Sadî, Hü-sameddin Laçin, Hüsameddin Toruntay, Düveydarî ve benzeri gibi önde gelen bahadır ve cesaretli komutanlardan bir grup, Sultan Mansur´un sebat ettiğini görünce kendi aralarında istişare yaparak sultanın yanı­na dönmeye karar verdiler. Bu karardan sonra dönüp düşmana peşpeşe ağır hamleler yaptılar. Nihayet Cenâb-ı ALLAH, kendi güç ve kuvvetiyle Tatarları bozguna uğrattı. Mengütemir yaralandı. Arz taraflarından Emir İsa b. Mühenna da gelerek Tatarlara büyük bir darbe vurdu. Tatar askerleri, onun darbesi karşısında sarsıntı geçirdiler. Böylece hezimet tamamlandı. ALLAH´a hamd olsun. İslâm askerleri Tatarlardan cidden çok sayıda askeri öldürdüler. Daha önce hezimete uğramış olan Müslü­man askerleri kovalamaya giden Tatarlar, geri döndüklerinde arkadaş­larının kılıçtan geçirildiğini, İslâm askerlerinin de kaçan diğer Tatarla­rı kovaladıklarını, kimini öldürüp kimini esir aldıklarını; Sultan Man­sur´un ise sancağın altındaki yerinde sebat ettiğini, arkasında savaş köslerinin çaldığını, yanında sadece 1.000 süvarinin bulunduğunu görünce onu haklayabileceklerini zanmna kapıldılar. Onunla savaşma­ya başladılar. Sultan, onların karşısında da büyük bir sebat gösterince karşısında hezimete uğradılar. Sultanın maiyetindekiler onları yakala­yıp çoklarını öldürdüler. Böylece zafer tamamlandı. Tatarların mağlu­biyeti guruptan önce gerçekleşti. Mağlup olan Tatar askerleri, iki gruba ayrıldılar. Bir kısmı Silmiye ve Berriye tarafına diğer kısmı da Haleb ve Fırat tarafina yönelip kaçmaya başladılar. Sultan, bunları kovalayacak askerleri peşlerine taktı. Receb ayının onbeşinde cuma günü zaferin Müslümanların olduğuna dair müjde mektubu Dımaşk´a geldi. Bunun üzerine şehir süslendi ve sevinç davulları çalındı. Mumlar yakıldı. İn­sanlar sevindiler. Cumartesi gün olunca insanlar, aralarında Bilik en-Nasırî ile Halik ve diğerlerinin de bulunduğu hezimete uğramış bir grup İslâm askerinin Dımaşk´a geldiğini gördüler. Bunlar, savaşın ilk etabın­da İslâm ordusunun hezimete uğradığı haberini verdiler, ama savaşın diğer aşamalarından haberleri yoktu. Bunun üzerine Dımaşk halkı bü­yük bir tedirginlik içine düştü. Şiddetli bir korkuya kapıldı. İnsanların çoğu kaçmaya hazırlandı. Tam o sıralarda posta geldi ve savaşın baştan sona bütün aşamalarıyla ilgili haberleri halka ulaştırdı. Artık insanlar yerlerine oturdular. Büyük bir sevince kapıldılar. Hamd ve minnet Al­lah´adır.

Sonra Sultan Mansur, receb ayının yirmiikisinde Dımaşk´a geldi. Önünde esirler vardı. Ellerinde mızraklar, mızrakların ucunda da Ta­tar askerlerinin kafataslan vardı. O gün görülmeğe değer muazzam bir gündü. Sultanın beraberinde bir grup asker de vardı ki bunlar, Sungur el-Eşkar´m adamlarıydılar. Aralarında Alemüddin ed-Düveydarî de vardı. Sultan güçlenmiş ve muzaffer olarak kaleye indi. Halk onu çok sevdi. Ona çokça dualar ettiler. Sungur el-Eşkar ise Humus´ta sultanla vedalaşarak Sahyun´a dönmüştü.

Tatarlara gelince onlar perişan bir halde hezimete uğramış, ölüme ramak kalmış halde her taraftan darbe yiyerek, her cihetten Öldürüle­rek kaçıp gitmişler, Fırat´a varmışlar ve orada da çokları sularda boğul­muştu. Bire (Birecik) halkı da onlara hücum etmiş, bir çoğunu öldür­müş, geride kalanlarını esir almışlardı. İslâm askerleri onları kovalıyor ülkeden uzaklaştınyordu. Nihayet ALLAH, Müslümanları onlardan kur­tarıp rahata erdirdi.

Bu savaşta Önde gelen komutanlardan bir grup şehit düşmüştü. Şe­hitler arasında büyük emir Hacı İzzeddin Özdemir Camdar da vardı. O, bu savşata Tatar hanı Mengütemir´i yaralamıştı. Ona sığınma numara­sı yaparak yanına yaklaşmış, mızrağını fırlatarak Mengütemir´e"isabet ettirmiş ve onu yaralamıştı. Ancak Tatarlar da kendisini yakalayıp öl­dürmüşlerdi. ALLAH rahmet etsin. Halid b. Velid´in türbesinin yakınına defnedildi.

Bu senenin şaban ayının ikisinde pazar günü Sultan Mansur Mı­sır´a gitmek üzere Dımaşk´tan ayrıldı. İnsanlar ona dua ediyorlardı. Onunla birlikte Alemüddin ed-Düveydarî de yola koyuldu. Sonra Gaz-ze´den geri döndü. Şam´ın işlerini yürütmekle onu görevlendirdiği için, Düveydarî geri dönmüştü. Sultan da şaban ayının onikisinde Mısır´a varmıştı.

Şaban ayının bitiminde sultan, Mısır ve Kahire kadılığına, Kadı Vecihüddin el-Behnesî eş-Şafîî´yi atadı. Ramazan ayının yedisinde pa­zar günü Dımaşk´taki Cevheriye medresesinin açılışı yapıldı. Bu medre­seyi yaptıran ve vakfeden Şeyh Necmeddin Muhammed b. Abbas b. Ebu´l-Mekarim et-Temimî el-Cevherî henüz hayattaydı. Orada Hanefî kadısı Hüsameddin er-Razî ders verdi.

Şaban ayının yirmidokuzunda cumartesi sabahı Dımaşk´ın Kas-yun mahallesindeki Ebu Ömer Camii´nin minaresi eski mescidin üzeri­ne yıkıldı. Orada bulunan bir kişi öldü. Cenâb-ı ALLAH diğer cemaatı ko­rudu.

Ramazan ayının onunda Dımaşk´ta bol miktarda kar ve dolu yağdı, hava, çok soğumuştu. Öyleki karın kalınlığı bir zirai bulmuş, sebzeler bozulmuş, insanların geçimle ilgili bir çok işi durmuş, hayat adeta felç olmuştu. Şevval ayında Sincar sahibi, aile efradı ve malıyla birlikte Dı-maşk´a geldi. Sultanın itaatine girdi. Tatarlar´dan asker öldüre öldüre oraya kadar gelmişti. Şehrin naibi onu karşıladı. Ona ikramda bulundu. Saygı ve itibar içinde onu Mısır´a yolcu etti.

Kitab ehlinden olan ve zorla Müslümanlaş tırıl an zimmilerle ilgili olarak şevval ayında bir meclis kuruldu. Bir grup müftü bunların zorla İslâm´a sokulması sebebiyle tekrar eski dinlerine dönebileceklerine dair kendilerine bir fetva yazıp vermişlerdi. İslâm´a zorla sokuldukları hususu, Kadı Cemaleddin b. Ebi Yakup el-Malikî´nin huzurunda ispat­landı. Bunun üzerine çokları dinlerine döndüler. Eskiden olduğu gibi tekrar cizye ödemekle yükümlü kılındılar. Bir kısım yüzlerin ağarıp bir kısmının kararacağı kıyamet gününde ALLAH, bu Ehl-i Kitabın yüzlerini karartsın. jBir rivayette anlatıldığına göre onlar bu fetvayı alabilmek için cidden´ çok para sarfetmişlerdi. ALLAH onları kahretsin.

Bu senenin zilkade ayında Sultan Melik Mansur, Ayıtmış es-Sadî´yi tutuklayıp Cebel kalesinde hapsetti. Dımaşk´taki naibi de Sey-feddin Balaban el-Harunî´yi tutuklayıp Dımaşk kalesine attı. Bu sene­nin zilkade ayının yirmidokuzunda (on mart) sabahleyin halk Dımaşk musallasına giderek yağmur duasında bulundu. On gün sonra yağmur yağdı. Bu senede Sultan Melik Mansur, Melik Zahir´in çocuklarını, kadınlarını, hizmetçilerini Mısır´dan Kerek´e gönderdi ki, orada Melik Mesud Hızır b. Zahir´in koruması altında bulunsunlar. [15]



Hicretin Altıyüzsekseninci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler


Hülagu´nun Oğlu Tatar Hanı Abakahan


Abaka b. Hülagu b. Töli b. Cengizhan. Himmeti yüksek, ileri görüş­lü, tedbirli bir kimseydi. Elli yaşma gelmişti, onsekiz yıl hüküm sürmüş­tü. Babasından sonra kendisi kadar tedbirli ve akıllı bir kimse yoktu. Humus savaşı ona danışılmadan, görüşüne başvurulmadan yapılmıştı. Ancak kardeşi Mengütemir bu savaşa onu teşvik etmiş, o da kerdeşine muhalefet edememişti. Bağdat tarihlerinden birinde okuduğuma göre Mengütemir, Sungur el-Eşkar´ın kendisine teşvik edici mektuplar yaz­masından sonra Şam´a hücuma gelmişti. Doğrusunu ALLAH bilir. Sun-gur´un bu teşvik edici mektuplarını alan Abaka, bizzat Fırat yakınları­na kadar gelmiş, orada durumun ne şekilde cereyan edeceğini görmek istemişti. Tatarların hezimete uğradıklarını görünce çok üzülmüş, ke­der ve üzüntüsünden bu senenin iki bayramı arasında ölmüş, kendisin­den sonra yerine oğlu Sultan Ahmed tahta oturmuştu. [16]



Kadilkudat Necmeddin Ebu Bekir


Necmeddin Ebubekir b. Kadilkudat Sadreddin Ahmed b. Kadilku-dat Şemseddin Yahya b. Hibetüllah b. Hasan b. Yahya b. Muhammed b. Ali eş-Şaflî b. Seniyyu´d-Devle. Hicretin 616. senesinde doğdu. Hadis dinledi. Kendi mezhebinde yüksek bir şahsiyet oldu. Babasına niyabe-ten kadılık yaptı. Çalışması şükranla karşılandı. Muzafferiye devletin­de kadı olarak görev yaptı. Yine çalışması övgüyle karşılandı. Ancak Şeyh Şihabüddin onu ve babasını eleştirirdi. Berzalî dedi ki: «Hüküm­lerde işi sıkı tutar, gerçeği titizce araştırırdı.»

Kadilkudat Necmeddin Ebu Bekir, Mısır´da ikamete me´mur kılın­dı. Mısır Camii´nde ders verdi. Sonra Dımaşk´a dönerek Emmiye ve Rükniye medreselerinde ders verdi. Haleb kadılığı da yaptı. Sonra Dı-maşk´a döndü. Sencer onu Dımaşk kadılığına atadı. Daha sonra azledi­lerek yerine İbn Hallikan atandı. Bu senenin muharrem ayının sekizin­de vefat etti. Ertesi gün dedesinin Kasyun´daki türbesine defnedildi. [17]


Kadilkudat Sadreddin Ömer

Sadreddin Ömer b. Kadi Taceddin Abdülvehhab b. Halef b. Ebil-Kasım el-Gülabî b. Bintü´1-Eazz el-Mısrî. Faziletli, mezhebini iyi bilen, yüksek derecede bir alimdi. O da babası gibi hüküm verirken meseleyi iyice araştırırdı. Bu senenin muharrem ayının onunda vefat etti ve Ku-rafe mezarlığına defnedildi. [18]



Şeyh İbrahim B. Saîd Eş-Şagurî


Ciane adıyla Dımaşk´ta tanınan, aklı yitik bir kimseydi. Bazı akıl­sızlar ve avam tabakasından olan bir takım insanlar, onun harika halle­ri ve mükaşefeleri olduğunu söylemişlerdir. Beş vakit namazım kılan insanlarla birlikte oruç tutan biri değildi. Bununla beraber halk tabaka­sından ve diğerlerinden birçoğu, onun ermiş bir kişi olduğuna inanmış­lardır. Bu senenin cemaziyelevvel ayının yedisinde pazar günü vefat et­ti. Kasyun mezarlığında Şeyh Yusuf el-Kamînî´nin mezarının yanına defnedildi. Şeyh Yusuf da ondan kısa bir süre önce vefat etmişti. Şeyh Yusuf, Şehit Nureddin´in, Bizuriyin mıntıkasmdaki hamamının külha­nında yatıp kalkardı. Pislikler ve necasetlerin üzerinde otururdu. So­kaklarda necasetlere sürtünen, kirli, pasaklı elbiseler giyerdi. Ama in­sanlar ona itaat eder, onu sever ve hüsnü kabul ile karşılarlardı. Onun ermiş bir kimse olduğuna aşın derecede inanırlar ve onu çok severlerdi. Namaz kılmaz, necasetlerden sakınmazdı. Ziyaretine gelen bir kimse, külhanın kapısında necasetlerin üzerinde otururdu. Halk onun mükâ-şefe ve kerametleri olduğunu söylerdi ki, bütün bunlar saçma olup avam tabakasının hurafelerindendir. Diğer bazı deli ve meczublar hakkında da halkın bu tür inanışları vardır. Şeyh Yusuf el-Kaminî vefat edince avamdan ve diğerlerinden oluşan büyük bir kitle, cenaze merasimine katılmıştı. Kasyun mezarlığına kadar omuzlarda taşınmıştı. Tabutu­nun önü sıra çok gürültü, velvele, tekbir ve yapılması caiz olmayan ava­ma mahsus bir takım hareketler icra edilmişti. Onu bu halde Kas-yun´daki delilerin türbesine getirip defnettiler. Avamdan bazı kimseler mezariyla çok ilgilendiler. Türbesinin üzerine nakışlı taşlar koydular. Gül mukarnasları ve diğer desenlerle süslenmiş bir kubbe yaptırdılar. Etrafını çevreleyip bir kapı yaptırdılar. Aşın bir ilgi gösterdiler. Şeyh İbrahim ve bir grup adamı, Şeyh Yusuf un türbesinin yanında uzunca bir süre kalıp Kur´an okuyup tekbir ve tehlil getirdiler. Halk da onlar için yemek pişirip kendilerine götürüyor, onlar da oracıkta yeyip içiyor­lardı. Kısaca demek istediğimiz şudur ki; Şeyh İbrahim el-Cianî, Şeyh Yusuf el-Akminî´nin vefat etmesi üzerine Şağur´dan Babü´s-Sağir´e mü­ritlerinden bir grupla gelmişti. Babü´s-Sağir´e vardıklarında müritleri gürültü yapmış, bağırıp çağırarak şöyle demişlerdi: «Artık şehre girme­mize izin verilçü- Artık şehre girmemize izin verildi!» Bunu defalarca tekrarladılar. Bunun sebebini Şeyh İbrahim´e sorduklarında şöyle de­mişti:

«Yirmi seneden beridir Dımaşk´ın surlarına girmiş değildik. Çün­kü şehrin kapılarından herhangi birinin yanma geldiğimde şu arslanın kapıda durduğunu görüyordum ve kendisinden korktuğum için şehre giremiyordum. Ama o vefat edince artık şehre girmemize izin verildi.»

Bütün bunlar, sürü halindeki avam tabakasından olan bayağı kim­seleri kandırıp yoldan çıkarmaya matuf sözlerdir ki, bu gruptaki insan­lar, her anıranın peşine düşerler. Anlatıldığına göre Şeyh Yusuf, kendi­sine gönderilen bağış ve hediyeleri Ciane´ye gönderirmiş, doğrusunu, kulların ahvalini bilen noksanlıklardan münezzeh olan yüce ALLAH daha iyi bilir. Dönüş O´nadır. Hesabı görecek olan O´dur.

Önceki sayfalarda da anlattığımız gibi Humus savaşında, araların­da Emir Hacı İzzeddin Özdernir es-Silahtarî´nin de bulunduğu bir grup ümera şehit düşmüştü. Emir Hacı İzzeddin şehit edilirken altmış yaşın­daydı. Seçkin ve hayırlı emirlerden olup yüksek himmet sahibiydi. Şu halde bu yüksek himmeti ve hayırh kişiliği sebebiyle Cennette yüksek bir makama kavuşacağı ümit edilir. [19]



Kadîlkudat Takiyyüddîn Ebu Abdîllah Muhammed



Takiyyüddin Ebu Abdillah Muhammed b. Hüseyin b. Rezin b. Musa el-Amiri. Hamalı idi. Şafiî mezhebine mensuptu. Hicretin 603. senesin­de doğdu. Hadis dinledi. Şeyh Takiyyüddin b. Salah´tan yararlandı. Bir süre darülhadiste imamlık yaptı. Şamiye medresesinde ders verdi. Dı-maşk Beytül-nıahnın vekilliğine atandı. Sonra Mısır´a gitti. Orada bir­kaç medresede ders verdi. Hakimlik yaptı. İdaresi şükranla karşılana­cak bir kimseydi. Bu senenin receb ayının üçünde pazar gecesi vefat etti ve Mukattam mezarlığına defnedildi. [20]



Melik Eşref


Melik Eşref Muzafferüddin Musa b. Melik Zahir Muhyiddin Davud el-Mücahid b. Esedüddin Şirkuh b. Nasır Nasirüddin Muhammed b. Esedüddin Şirkuh b. Şazi b. Sahib-i Humus. Bu senenin zilkade ayının yirmidördünde cumartesi günü vefat etti. Kasyun´daki türbesine defne­dildi. [21]



Şeyh Cemaleddîn El-Îskenderî


Dımaşk´ta muhasiblik yaptı. Kiruz minaresinin altında bir bürosu vardı. Çok sayıda insan kendisinden yararlandı. Zamanında hesap ali­miydi. Bu senenin zilkade ayında vefat etti. ALLAH rahmet etsin. [22]


Şeyh Alemüddin Ebü´l-Hasan



Şeyh Alemüddin Ebü´l-Hasan Muhammed b. İmam Ebu Ali Hüse­yin b. İsa b. Abdullah b. Reşik er-Rib´î. Maliki mezhebine mensuptu. Mı­sırlıydı. Vefat edince Kurafe mezarlığına defnedildi. Cenaze merasimine büyük bir kalabalık kitle katılmıştı. Fakih ve müftüydü. Hadis dinle­mişti. Seksenbeş yaşına varmıştı. [23]



Sadrü´l-Kebir Ebü´l-Ğanaim El-Müslim



Şeceresi şöyledir: Muhammed b. Müslim Mekkî b. Halef b. Ğaylan el-Kaysî ed-Dımaşld. Hicretin 594. senesinde doğmuştu. Büyük reisler­den ve hanedandan idi. Dımaşk´ta ve diğer yerlerde divan nazırlığı yap­tı. Sonra bütün bu görevleri bırakıp ibadete ve hadis yazmaya yöneldi. Hızlı yazı yazardı. Günde üç forma yazardı. İmam Ahmed b. Hanbel´in Müsned´ini üç kez dinlemişti. Sahih-i Müslim´i, Tirmizî´nin Camii´ni ve diğer hadis kitaplarını rivayet etti. Berzalî, Mirrî ve îbn Teymiye kendi­sinden hadis dinlemişlerdir. Bu senenin zilhicce ayının yirmibeşinde pazartesi günü seksenaltı yaşındayken vefat etti. Kasyun mezarlığına aynı günde defnedildi. ALLAH rahmet etsin. [24]



Şeyh Safiyyüddin


Şeyh Safiyyüddin Ebül-Kasım b. Muhammed b. Osman b. Muham­med et-Temimî el-Hanefî. Busra´da Hanefîlerin şeyhiydi, uzun seneler Eminiye medresesinde müderrislik yaptı. Yüksek derecede faziletli, âlim, âbid ve insanlardan uzakta yaşayan bir kimseydi. Kadilkudat Sadreddin Ali´nin babasıydı. Uzun bir ömür yaşadı. Hicretin 583. sene­sinde doğmuş, bu senenin şaban ayının ortasında geceleyin doksando-kuz yaşındayken vefat etmişti. ALLAH rahmet etsin. [25]



Hicretin Altıyüzseksenbirîncî Senesi


Bu sene başında Müslümanların halifesi, Hakim Bi-Emrillah, sul­tanları da Melik Mansur Kaiavun idi. Bu senede Tatar hanı Ahmed, Me­lik Mansur´a bir mektup göndererek aralarında akmakta olan kanın durdurulması ve barış yapılması talebinde bulundu. Elçi olarak Nasır et-Tusî´nin öğrencilerinden Şeyh Kutbeddin eş-Şirazî gelmişti. Sultan Melik Mansur, bunu uygun buldu ve barışı kabul ettiğine dair mektubu Tatar hanına gönderdi.

Bu senenin safer ayı başında Sultan Melik Mansur, Emirü´l-Kebir Bedreddin Beyseri es-Sadî´yi ve Emir Alaeddin es-Sadî eş-Şemsî´yi tu­tukladı.

Bu senede Kadı Bedreddin b. Cemaa, Kaymeriye medresesinde; Şeyh Şemseddin b. Safîyy el-Harirî, Serhaniye medresesinde; Alaeddin b. Zemlekânî, Eminiye medresesinde ders verdiler. Ramazan ayının on-birinde pazartesi günü Lebadin´de büyük bir yangın çıktı. O zamanın saltanat naibi Emir Hüsameddin Laçin es-Silahtar ve çok sayıda ümerâ gelip olay yerini keşfettiler. Yangın gecesi cidden korkunç bir gece ol­muştu. ALLAH, Müslümanları onun şerrinden korudu. Bundan sonra ge-" rekli on