๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => El-Bidaye Ven Nihaye => Konuyu başlatan: Esila üzerinde 21 Kasım 2010, 23:05:12



Konu Başlığı: Harun Reşidin Oğlu Abdullah El-Me´mun´un Halifeliği
Gönderen: Esila üzerinde 21 Kasım 2010, 23:05:12
Harun Reşidin Oğlu Abdullah El-Me´mun´un Halifeliği


 Harun Reşid´in Zevceleri, Oğulları Ve Kızları

Muhammed Eminin Halifeliği

Emin İle Me´mun Arasındaki Anlaşmazlık.

Hicretin Yüzdoksanüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

İsmail B. Aliyye.

Muhammed B. Cafer.

Ebu Bekir B. Ayyaş.

Hicretin Yüzdoksandördüncü Senesi

Hicretin Yüzdoksandördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Salim B. Salim Ebu Bahr El-Belhî

Abdülvehhab B. Abdülmecid.

Sakif kabilesindendi. Yıllık geliri 50.000 dinara yakındı. Bu gelirinin tümünü hadisçilere harcardı. Bu senede

Ebü´n-Nasr El-Cühenî El-Mus´ab.

Hicretin Yüzdoksanbeşinci Senesi

Hicretin Yüzdoksanbeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

İshak B. Yusuf El-Ezrak.

Bekkar B. Abdullah.

Şair Ebu Nüvas.

Sen beni peygamber şefaatine nail olacak kimselerden saymıyor musun ».

Hicretin Yüzdoksanaltıncı Senesi

Emin´in Hilafetten Hali Ve Kardeşi Me´mun´un Hilafete Geçişi

Kadı Hafs B. Gıyas.

Ebu Şis.

Hicretin Yüzdoksanyedînci Senesi

Hicretin Yüzdoksansekizinci Senesi

Muhammed El-Eminin Öldürülmesi

Muhammed El-Emin´in Biyografisi

Bu bineklere binen kimseler, karada yürüdükleri gibi suda da orman aslanına binmiş gibi giderler.»

«Reislerden birinin Kisra´ya günün birinde ihanet edişi gibi, Yerini almak için onu öldürdüler.»

Emin´in annesi Zübeyde´nin, Ebu Cafer kasrından eski ikametga-

Harun Reşidin Oğlu Abdullah El-Me´mun´un Halifeliği

Hicretin Yüzdoksandokuzuncu Senesi

Hicretin İkiyüzüncü Senesi

Hicretin İkiyüzbirinci Senesi

Bağdatlıların İbrahim B. Mehdiye Bey´at Etmeleri

Hicretin İkiyüzikinci Senesi

Hicretin İkiyüzüçüncü Senesi

Bağdatlıların İbrahim B. Mehdi´yi Hal´ Etmeleri

Ali B.Musa.

Hicretin İkiyüzdördüncü Senesi

İmam Şafiî

«Doğrusu Cenâb-ı Allah, her yüz senenin başında bu ümmete, dini işlerini yenileyecek birini gönderir.»

İbn Ebi Hatim, babasının şöyle dediğini nakletmiştir: «Şafiî, bedenen fakihti, lisanen de doğru sözlüydü.»

İmam Şafiî şöyle derdi: «Kur´ân, Allah kelamıdır; mahluk değildir. Mahluk olduğunu söyleyen kafirdir.»

Nihayet çokları Allah´ın haklarım hafife aldılar, omuzlarına almakla yükümlü kılındıkları hakkı hiçe saydılar.»

Hicretin İkiyüzbeşinci Senesi



Harun Reşid´in Zevceleri, Oğulları Ve Kızları


Harun Reşid, hicretin 165. senesinde babası Mehdi´nin sağlığın­da, amcası Cafer b. Ebi Cafer el-Mansur´un kazı Ümmü Cafer (Zübey-de) ile evlendi. Zübeyde ona Muhammed el-Emin adındaki oğlunu do­ğurdu. Zübeyde, hicretin 216. senesinde vefat etti. Nitekim bu ileride-de anlatılacaktır.

Harun Reşid, kardeşi Musa el-Hadi´ye ait bir cariye olan Emetü´l-Aziz ile evlendi. Bu cariye ona, Ali adındaki oğlunu doğurdu.

Harun Reşid, Ümmü Muhammed binti Salih el-Miskin ve amcası Süleyman b. Ebi Cafer´in kızı Abbase ile Rakka´da hicretin 187. sene­sinde aynı gecede evlendi ve ikisi ile aynı gecede gerdeğe girdi.

Harun Reşid, annesi Hayzuran´ın kardeşi olan dayısının kızı Azi­ze binti Gıtrif ile evlendi.

Abdullah b. Muhammed b. Abdullah b. Amr b. Osman b. Affan el-Osmaniye ile de evlendi. Bu karısına Cüreşiye deniliyordu. Çünkü bu, Yemen´e bağlı Cüreş kasabasında doğmuştu.

Harun Reşid, vefat ederken geride şu dört karısını bırakmıştı: Zübeyde, Abbase, İbnetü´s-Salih ve Osmaniye.

Harun Reşid´in gözdelerine gelince; bunların sayısı cidden çoktu. Hatta ravinin birinin ifadesine göre Harun Reşid´in sarayında 4.000 güzel cariye varmış.

Harun Reşid´in erkek evladına gelince adları şöyledir:

Muhammed el-Emin. Bu, Zübeyde´nin oğludur.

Abdullah el-Me´mun. Bu, Meracil adındaki bir cariyeden doğma­dır.

Muhammed Ebu îshak el-Mutasım. Bu, Mirada adlı bir cariyeden doğmadır.

Tbn kesîr

Kasım el-Mütemen. Bu, Kasr adındaki bir cariyeden doğmadır.

Ali. Bunun annesi Emetü´l-Aziz´dir.

Salih. Bu, Riem adlı bir cariyeden doğmadır.

Muhammed Ebu Yakub,

Muhammed Ebu İsa,

Muhammed Ebu Abbas,

Muhammed Ebu Ali. Bunlar da cariyelerden doğmadır.

Harun Reşid´in kızlarına gelince, bunlar da şöyle sıralanabilir:

Sekine. Bu, Kas adlı cariyeden doğmadır.

Ümmü Habib. Bu, Maride adlı cariyeden doğmadır.

Erva.

Ümmü Hasen.

Ümmü Muhammed (Hamdune).

Fatıma. Bunun annesi Gusas´tir.

Ümmü Seleme.

Hatice.

Ümmü Kasım Remle.

Ümmü Ali.

Ümmü Galiye.

Reyta. Bunlar da cariyelerden doğmadırlar. [1]



Muhammed Eminin Halifeliği


Hicretin 193. senesinin cemaziyelahir ayında Harun Reşid, Tus şehrinde vefat edince oğlu Salih, babasından sonraki donem için veli-ahd tayin edilmiş olan kardeşi Muhammed Emin b. Zübeyde´ye bir mektup yazarak babasının vefat ettiğini bildirdi ve başsağlığı diledi. O esnada Muhammed Emin, E ğdat´ta bulunuyordu. Hizmetçi Reca, bu mektubu ona ulaştırdı. Mektupla birlikte mühür, kırbaç ve hırka da vardı.

Cemaziyelahir ayının 14´ünde perşembe günü bu mektubu alan Muhammed Emin, Huld Sarayından çıkıp Bağdat kıyısında bulunan ve Altın Sarayı denilen Ebu Cafer el-Mansur´un sarayına gitti. Cema­ata namaz kıldırdı, sonra minbere çıkıp onlara bir hutbe irad etti. Harun Reşid´in vefatı sebebiyle cemaata başsağlığı diledi. İnsanlara çokça vaadlerde bulundu, onlara ümitler verdi. Kavminin ileri gelen­leri, Haşimilerin Önde gelenleri ve ümera, ona bey´atlarını sundular. Muhammed Emin, askerlerin iki senelik maaşlarının dağıtılmasını emretti.

Sonra minberden inip amcası Süleyman b. Cafer´e geri kalan ce­maatın bey´atını kendisi adına kabul etmesini emretti.

Muhammed Emin´in işi yoluna girip durumu düzelince, kardeşi

onu kıskandı, ileride de anlatacağımız gibi ikisi arasında an başgösterdi. [2]



Emin İle Me´mun Arasındaki Anlaşmazlık


Bu anlaşmazlığın sebebi şuydu: Harun Reşid, Horasan diyarının topraklarına ulaştığında oradaki ürünlerin, bineklerin ve silahların tümünü oğlu Me´mun´a hibe etti, sonra da onun veliahdlık bey´atını yeniledi. Emin, Harun Reşid´in ölmesi durumunda ümeraya ulaştır­ması için bazı gizli mektupları Bekir b. Mutemen´e verip yollamıştı. Harun Reşid vefat edince bu gizli mektuplar ümeraya ve Salih b. Re-şid´e teslim edildi. Bu mektuplar arasında Me´mun´a gönderilen bir mektup da vardı ki, Emin, bu mektubunda Me´mun´dan, kendisinin emirlerini dinlemesini ve itaat etmesini istiyordu. Salih b. Reşid, Emin adına insanlardan bey´at aldı, Fadl b. Rebi de askerlerle birlik­te Bağdat´a göçtü. Fakat bunlar, Me´mun için alman bey´attan ötürü rahatsız olmuşlardı. Me´mun onlara mektup yazarak kendisine bey´at etmelerini istiyordu. Onlar bu isteğe olumlu cevap vermediler. Bu se­beple Emin ile Me´mun arasında hoşnutsuzluk meydana geldi. Asker­lerin çoğu Emin´den yana oldu.

Bu sırada Me´mun, kardeşi Emin´e mektup yazarak emrini dinle­yeceğini, saygı göstereceğini ve itaat edeceğini bildirdi. Ayrıca Hora­san´dan ona binek hayvanı, misk kokusu ve diğer hediyeler gönderdi. Çünkü kendisi o esnada Horasan valisi idi.

Emin, cuma günü bey´at aldıktan sonra cumartesi sabahı av için iki meydan yapılmasını emretti. Şairlerden biri bu hususta şöyle de­di:

«Allah´ın Emin´i bir meydan yaptırdı;

Sahayı bahçe yaptı.

O meydandaki ceylanlar dan ağacına döndüler.

O meydanda kendisine ceylanlar hediye edilirdi.»

Bu senenin şaban ayında Zübeyde, beraberindeki hazinelerle bir­likte Rakka´dan geldi. Ayrıca çeşitli hediyeler ve kumaşlar getirdi. Bunlar Harun Reşid´den kendisine miras kalmışlardı. Oğlu Emin, ayan ve eşrafla birlikte Enbar şehrine kadar gelerek onu karşıladı.

Emin, kardeşi Me´mun´u, idaresi altında bulunan Horasan, Rey v^ diğer şehirlerin valiliğinde bıraktı. Kardeşi Kasım´ı da Cezire ve sınır boyları valiliğinde bıraktı.

Babasının -çok azı dışında- valilerini eski beldelerindeki görevle­rinde bıraktı.

Bu senede Bizans imparatoru Nikoforos, Bürcan tarafından öldü rüldü. Nikorofos, dokuz sene müddetle imparatorluk yapmıştı. Ondan sonra oğlu İstebrak iki ay süreyle tahtta oturdu, sonra öldü. Bizanslı ların başına, Nikoforos´un eniştesi Mihail geçti. Allah hepsine lanet etsin.

Bu senede Horasan valisi Herseme ile Rafı b. Leys karşı karşıya geldiler. Rafi, Türklerden yardım istedi. Türkler, önce yardımına gel­diler, fakat daha sonra kaçtılar. Böylece Rafi yalnız başına kaldı durumu zayıfladı.

Bu senede Hicaz valisi Davud b. İsa b. Musa b. Muhammed b. Ali insanlara haccettirdi. [3]



Hicretin Yüzdoksanüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler


İsmail B. Aliyye


Bu zat, âlimlerin ve yüksek tabakadaki muhaddislerin öncülerin-dendir. İmam Şafiî ve Ahmed b. Hanbel ondan hadis rivayet ettiler. Bağdat´ta, mezalim mahkemesinin başına getirildi. Basra´da zekat iş­lerinin hazırlığını yaptı. Sika, mutemed, asaletli ve kadri yüce bir şahsiyetti. Az gülerdi. Manifaturacılık yapardı. Bu ticaretten elde et­tiği gelirle çoluk çocuğunu geçindirir ve haccederdi. İki Süfyan ve di­ğer bazı arkadaşlarına bu kazancı ile iyilikte bulunurdu.

Harun Reşid, onu kadılığa tayin etti. Abdullah b. Mübarek, onun kadılığa tayin edildiğini duyunca onu kınayan manzum ve mensur mektuplar gönderdi. O da bunun üzerine kadılıktan afnm istedi. Ha­run Reşid de onu bu görevden afetti.

Bu senenin zilkade ayında vefat etti. Abdullah b. Malik mezarlı­ğına defnedildi. [4]



Muhammed B. Cafer


Gunder lakabıyla bilinirdi. Şu´be, Said b. Ebi Arube ve diğer bir­çok kimselerden rivayetlerde bulundu. Aralarında Ahmed b. Hanbel´-in de bulunduğu bir cemaat ondan rivayetlerde bulunmuşlardır.

Sika, kadri yüce, hafızası sağlam bir zattı. Onun, dünya işleriyle ilgilenmediğini ve dünyevi işlerden habersiz olduğunu gösteren bazı hikayeler nakledilmiştir.

Muhammed b. Cafer, bu senede Basra´da vefat etti. Bundan bir sene önce veya bir sene sonra vefat ettiğine dair zayıf rivayetler de vardır.

Mütekaddimin ve müteahhirinden bir grup âlim de bunun laka-lakaplanmıştır. [5]



Ebu Bekir B. Ayyaş


İmamlardan biridir. Ebu İshak es-Sebiî, A´nıeş, Hişam, Hemmam D Urve ve bir cemaattan ders almıştır. Aralarında İmam Ahmed b. Hanbel´in de bulunduğu bir grup zevat ondan hadis rivayet etmişler­dir.

Yezid b. Harun, onun hakkında şöyle demişti: «Salih bir âlimdi.

Faziletliydi, kırk sene müddetle böğrünü yere dayayıp yatmadı.»

Dediler ki: Altmış sene müddetle her gün Kur´ân´ı hatmederdi. Seksen ramazan oruç tuttu. Doksanaltı yaşında iken bu senede vefat etti. Can çekişirken, kendisi için ağlayan oğluna dönerek şöyle dedi: «Ey oğulcuğum, niçin ağlıyorsun Allah´a yemin ederim ki, senin ba­ban asla bir fuhuş ve günah işlememiştir.» [6]



Hicretin Yüzdoksandördüncü Senesi


Bu senede Humuslular, valilerini hal´ ettiler. Emin de onların bu isteği üzerine valilerini görevden aldı. Başlarına Abdullah b. Said el-Hireşî´yi atadı. O da Humuslulann önde gelenlerinden bir grup insa­nı Öldürdü ve çevreyi yaktı. Halk ondan eman dileyince onlara eman verdi. Sonra tekrar ayaklandıklarında, birçoklarının boynunu vurdu.

Bu senede Emin, kardeşi Kasım´ı, Cezire ve sınır boyları valili­ğinden azlederek yerine Huzeyme b. Hazim´i atadı, kardeşi Kasımın da Bağdat´ta, yanında ikamet etmesini emretti.

Emin, bütün şehirlerde minberler üzerinde oğlu Musa, ondan sonra da kardeşi Me´mun, Me´mun´dan sonra da kardeşi Kasım için dua edilmesini emretti. Kendisinden sonra oğlu Musa´yı veliahd tayin etti ve onu «Hakkı söyleyen» diye adlandırdı.

Emin, aralarında anlaştıkları gibi kardeşlerine vefakarca davran­ma niyetindeydi ve bu niyetine bağlı kaldı. Fakat bir süre sonra Fadl b. Rebi, onun kardeşleri hakkındaki bu niyetini değiştirdi. Fadl, Me´mun ile Kasım´ı veliahdlıktan azletme işini ona güzel gösterdi, Me´mun´u onun gözünde küçük düşürdü. Fadl b. Rebi, Me´mun´dan korktuğu için halifeyi bu işe sürükledi. Me´mun halifeliğe geçtiği tak­dirde, kendisini haciblikten azledecek diye düşünüyordu. Emin de Padl´ın bu isteğine uydu. Oğlu Musa için minberlerde dua edilmesini emretti ve kendisinden sonra oğlu Musa´nın veliahd olacağını ilan et­ti. Bu hadise bu senenin rebiyülevvel ayında vuku buldu.

Me´mun, postanın kendisinden kesildiğini, adının sikkelerde vurulmadığını duyunca Emin´i protesto etti.

Rafi b. Leys de Me´mun´a adam göndererek eman diledi. Me´mun ona eman verince beraberindeki adamlarıyla birlikte yanına gitti Me´mun kendisine ikramda bulunup saygı gösterdi. Rafi´in ardı sıra Herseme geldi. Me´nıun, onu ayan ve eşrafla birlikte karşıladı ve mu­hafız kuvvetleri komutanlığına tayin etti.

Emin, askerlerin, kardeşi Me´mun´un etrafında toplandıklarını duyunca bundan hoşlanmadı ve Me´mun´a bir mektup yazdı. Büyük komutanlardan üçünü de elçi olarak gönderdi. Kendisine, oğlu Mu­sa´yı veliahdlıkta Me´mun´dan Önceye almasını onaylamasını emretti ve oğlu Musa´ya «Hakkı söyleyen» adını verdiğini bildirdi.

Ancak Me´mun, bu işe muvafakat etmeyeceğini açıkladı. Emirler ve komutanlar, kardeşi Emin´in bu tasarrufunu onaylaması konusun­da onu yumuşatmaya çalıştılar. Fakat o kesinlikle bunu onaylamadı. Abbas b. Musa b. İsa ona şöyle dedi: «Babam da kendini veliahdlıktan hal´ etmişti, ne oldu » Me´mun ona: «Senin baban yaramaz bir kim­seydi.» diye karşılık verdi. Sonra Me´mun, Abbas´ı ümitlendirdi, ona vaadlerde bulundu. Nihayet o da Me´mun´un halifeliğine bey´at etti. Sonra Bağdat´a dönünce Emin´in durumunu bildirdi, bu hususta ona nasihat verdi.

Elçiler Emin´in yanına döndüklerinde, kardeşi Me´mun´un söyle­diklerini ona ilettiler. O esnada Fadl b. Rebi de Me´mun´u hal´ etmesi için Emin´i iyiden iyiye teşvik etmekteydi. Neticede Emin, Me´mun´u hal1 etti. Bütün beldelerde oğlu Musa için minberlerde dua edilmesini emretti. Ayrıca, Me´mun´un aleyhinde konuşacak ve onun kötülükle­rini anlatacak bazı kimseleri görevlendirdiler. Mekke´ye adam gönde­rerek Harun Reşid´in yazıp Ka´be´ye koyduğu yazıyı aldılar. Emin, o belgeyi parçaladı. "Hakkı söyleyen" adıyla adlandırdığı oğlu Musa için bey1 atı te´kid ettirdi.

Böylece Emin ile Me´mun arasında, anlatımı burada uzun süre­cek bazı yazışmalar cereyan etti. İbn Cerir, bu yazışmaların tümünü "Tarih´ınde anlatmıştır.

Sonra Emin ile Me´mun´dan her biri, bulundukları bölgeyi ellerin­de tutmakla yetindiler. Buraları istihkam ettiler, askerlerim ve ordu­larını hazırlayıp teçhiz ettiler, reayayı etraflarında topladılar.

Bu senede Bizanslılar, imparatorları Mihail´e ihanet ederek sui­kastta bulunma teşebbüsünde bulundular. O da tahtı bıraktı ve kaçtı. Bizanslılar da ondan sonra başlarına İlyon´u imparator olarak geçir­diler.

Bu senede Hicaz valisi Davud b. İsa, insanlara haccettirdi. Hac­cettiren kişinin, Ali b. er-Reşid olduğu da söylenir. [7]



Hicretin Yüzdoksandördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler


Salim B. Salim Ebu Bahr El-Belhî


Bağdat´a geldi. Orada İbrahim b. Tahman ile Sevrî´den hadis der­si aldı. Hasan b. Arefe de ondan hadis dinledi. Abid ve zahid bir kişiy­di. Kırk sene müddetle yatağa uzanıp yatmadı. Bayram günleri dışın­da bu sürenin tümünü oruçlu geçirdi. Başını asla göğe kaldırıp bak­madı. Mürcie mezhebinin propagandasını yaptı. Hadisi zayıftır, an­cak o iyiliği emredip kötülüğü menetme görevini ifa etmede lider bir kimseydi. Bağdat´a gelip Harun Reşid´i protesto etti, icraatını yerdi. Harun Reşid de onu hapsetti ve ona oniki zincir bağı vurdu. Ebu Mu-aviye, onun için şefaatte bulundu. Nihayet oniki bağını dörde indirdi­ler. Sonra o, Cenâb-ı Allah´tan kendisini ailesine göndermesini dile­yip dua ve niyazda bulundu.

Harun Reşid vefat edince, Zübeyde onu serbest bıraktı, o da Mek­ke´de hac vezifesini ifa için bulunan ailesinin yanına döndü. Mekke´de hastalandı. Bir gün kar yemek istedi, o esnada gökten bir parça kar düştü ve yedi.

Bu senenin zilhicce ayında vefat etti. [8]



Abdülvehhab B. Abdülmecid


Sakif kabilesindendi. Yıllık geliri 50.000 dinara yakındı. Bu geli­rinin tümünü hadisçilere harcardı. Bu senede

seksendört yaşında iken vefat etti. [9]



Ebü´n-Nasr El-Cühenî El-Mus´ab


Medine-i Nebeviye´de, peygamber mescidinin kuzey duvarının bi­tişiğindeki suffada ikamet ederdi. Uzun süre konuşmadan, sessizce dururdu. Bir soru sorulunca, güzelce cevap verirdi. Kendisinden nak­ledilip kayda geçirilecek ve kitaplara yazılacak faydalı sözler söylerdi. Cuma günü, vakit gelmeden önce namaza çıkardı. İnsanların toplu bulunduğu yerde durup şu ayet-i kerimeleri okurdu:

"Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Babanın oğulu, oğulun da babası için birşey Ödeyemeyeceği günden korkun." (Lokman, 33) "Kimsenin kimseden faydalanamayacağı, kimseden bir şefaat ka­bul edilmeyeceği, kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görül­meyeceği günden korunun." (el-Bakara, 48.)

Bulunduğu toplulukta bu ayetleri okuduktan sonra başka bir top-

luluğa gider, orada da bu ayetleri okur, sonra başka bir topluluğa pi.

der ve bu ayetleri yine tekrarlar, nihayet böylece mescide varırdı

Mescide vardıktan sonra cuma namazını kılardı. Yatsı namazını da

kılmadan mescitten çıkmazdı.

Bir defasında Harun Reşid´e şu güzel sözlerle vaaz vermişti; «Şunu bil ki, Cenâb-i Allah, peygamberinin ümmetine nasıl mua­melede bulunmuş olduğunu sana soracaktır. Bunun için şimdiden ce­vap hazırla. Unutma, Ömer b. Hattab hazretleri: "Eğer Irak´ta bir ku­zu zayi olup ölürse, korkarım ki Cenâb-ı Allah o kuzunun hesabını bana sorar!" demişti.»

Harun Reşid de ona şu cevabı vermişti: "Ben Ömer gibi değilim zamanım da onun zamanı gibi değildir." Ebü´n-Nasr, ona: "Böyle de­mek seni kurtarmaz!" diye karşılık verdi. Harun Reşid de ona 300 di­nar verilmesini görevlilere emredince şöyle dedi: "Ben suffa halkın­dan bir adamım. Emir ver de bu parayı onlara paylaştırsınlar. Ben onlardan sadece biriyim." [10]



Hicretin Yüzdoksanbeşinci Senesi


Emin, bu senenin safer ayında halktan, üzerlerinde kardeşi Me´-mun´un adı yazılı dirhem ve dinarlarla muamele yapmamalarını iste­di ve Me´mun için minberlerde dua yapılmasını yasakladı. Kendisi ve kendisinden sonra oğlu için dua edilmesini emretti.

Bu senede Me´mun kendini, "Müminlerin imamı" diye adlandırdı.

Bu senenin rebiyülahir ayında Emin, Ali b. İsa b. Mahan´ı; Cebel, Hemedan, İsfahan, Kum ve oralara bağlı mıntıkaların valisi olarak tayin etti. Ona, Me´mun ile savaşmasını emretti, ayrıca onunla birlik­te büyük bir askeri birliği de harekete geçirdi. Bu askeri birliğe çok masraf yaptı. Ali b. İsa´ya 200.000, oğluna 50.000 dinar, 2.000 süslü kılıç, 6.000 de hil´at verdi.

Neticede Ali b. İsa b. Mahan, 40.000 süvari savaşçı ile Bağdat´tan çıktı. Yanında bir gümüş pranga vardı, bununla Me´mun´u bağlayıp getirecekti. Emin, onu uğurlamaya çıkıp onunla birlikte gitti.

Nihayet Rey şehrine vardığında, emir Tahir 4.000 askerle Ali b. İsa´nın karşısına çıktı. Karşılıklı müzakereler sonucunda anlaşama­dılar ve savaşa tutuştular. Ali b. İsa öldürüldü. Arkadaşları dağılıp bozguna uğrayıp dağıldılar. Ali´nin başı ve gövdesi, emir Tahir´e gön­derildi Emir Tahir, bu durumu Me´mun´un veziri Zürriyaseteyn´e bil­dirdi.

Ali b. İsa´yı, Tahir es-Sagîr adında biri öldürmüştü. Ona "İki elli anlamına gelen "Zülyemineyn" adı verildi. Çünkü o, kılıcı iki eliyle tutarak Ali b. İsa b. Mahan´ı boğazlamıştı.

Me´mun ve maiyeti, bu duruma çok sevindiler. Bu haber Dicle ır-niağında balık avlamakta iken Emin´e ulaştı. Emin: "Yazıklar olsun size, bırakın beni hele. Kevser iki balık avladı, ben henüz avlayama-dım!" dedi.

İnsanlar, Bağdat´ta fitne çıkarıp kötü haberlere daldılar. Bu işin kötü sonla biteceğinden korktular.

Muhammed el-Emin, ahdi bozduğuna ve kardeşi Me´mun´u hal´ ettiğine üzüldü, çok pişman oldu. Meydana gelen bu feci durumdan dolayı endişeye kapıldı. Bu haber kendisine bu senenin şevval ayında

ulaşmıştı.

Emin, Abdurrahman b. Cebele el-Enbarî´yi, 20.000 savaşçıyla Ta­hir b. Hüseyin b. Mus´ab ve beraberindeki Horasanlılarla savaşması için Hemedan´a gönderdi.

Abdurrahman b. Cebele ve beraberindeki savaşçılar, Tahir b. Hü­seyin´e yaklaştıklarında karşılıklı iki cephe kuruldu ve iki taraf şid­detlice savaşa tutuştular. Neticede her iki taraftan da çok ölü verildi. Sonra Abdurrahman b. Cebele´nin adamları bozguna uğrayıp Heme­dan´a kaçtılar ve oraya sığındılar. Tahir, onları çembere aldı. Nihayet onlar da barış talebinde bulunmak mecburiyetinde kaldılar. Tahir on­larla barış antlaşması yaptı, kendilerine eman verdi ve barış antlaş­masına riayet etti.

Abdurrahman b. Cebele, Bağdat´a dönmek üzere yola koyuldu. Kimseye ilişmeyeceğini söyledi. Sonra Abdurrahman, Tahir´in adam­larına ihanet etti. Aniden onların gaflet hallerinden yararlanarak ü-zerlerine saldırdı ve bazılarını öldürdü. Onlar Abdurrahman´a karşı direndiler, sonra hücuma geçip Abdurrahman´ı öldürdüler ve adamla­rını bozguna uğrattılar. Abdurrâhman´m adamları, perişan bir halde kaçmaya başladılar. Bağdat´a döndüklerinde işler alt üst oldu, çeşitli ve yalan haberler çoğaldı. Bu hadise, bu senenin zilhicce ayında mey­dana geldi.

Tahir, Emin´in Kazvin ve oraya bağlı yerlerdeki amilini kovdu. Böylece Me´mun´un durumu o mıntıkalarda cidden kuvvetlendi.

Bu senenin zilhicce ayında Şam´da, Süfyanî olayı meydana geldi.

Süfyanî´nin asıl adı, Ali b. Abdullah b. Halid b. Yezid b. Muaviye D. Ebi Süfyan´dır. Bu kişi Şam valisini Şam´dan azledip kovmuş, in­sanları kendisine bey´ata davet etmişti. Emin de onun üzerine bir as­keri birlik gönderdi. Bu askeri birlik, Şam´a gelmeyip Rakka´da ika­met etti. Sonra ileride anlatacağımız bazı olaylar meydana geldi.

Bu senede Hicaz valisi Davud b. İsa, insanlara haccettirdi. [11]



Hicretin Yüzdoksanbeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

İshak B. Yusuf El-Ezrak


Bu zat, hadis imamlarından dır. İmam Ahmed b. Hanbel ile baş­kaları kendisinden hadis rivayet etmişlerdir. Ondan hadis rivayet edenler arasında Bekkar b. Abdullah b. Mus´ab b. Sabit b. Abdullah b. Zübeyr de vardır. [12]



Bekkar B. Abdullah

Bekkar b. Abdullah b. Mus´ab b. Sabit b. Abdullah b. Zübeyr. Ha­run Reşid tarafından Medine valiliğine atanmış; oniki sene bir ay müddetle bu görevi sürdürmüştü. Harun Reşid ona, 1.200.000 dinar vererek Medine halkına dağıtmasını emretmişti. Bekkar; asil, cömert ve saygın bir şahsiyetti. [13]



Şair Ebu Nüvas


Asıl adı, Hasan b. Hani b. S´abbah b. Abdullah b. Cerrah b. Hün-neb b. Davud b. Ganem b. Süleym´dir. Abdullah b. Sa´d, onun soyu­nun Cerrah b. Abdullah el-Hikemî´ye dayandığını söylemiştir. Kendi­sine Ebu Nüvas el-Basrî denilirdi.

Babası Şamlılardan olup Mervan b. Muhammed´in ordusunda as­ker idi. Sonra Ahvaz´a gitti ve Helban adındaki bir kadınla evlendi. Helban ona, Ebu Nüvas ile başka bir erkek çocuk doğurdu. Ebu Nü-vas´ın bu erkek kardeşi, Ebu Muaz´dı. Ebu Muaz, Basra´ya gitti, ora­da Ebu Zeyd ile Ebu Ubeyde´den edebiyat dersleri aldı. Sibeveyhî´nin kitabını okudu ve Halef el-Ahmer´in derslerine devam etti. Mahivci Yunus b. Habib el-Ceremî ile arkadaşlık etti.

Kadı İbn Hallikan dedi ki: «Ebu Nüvas, Ebu Üsame ile İbn Hab-bab el-Kûfî´nin arkadaşı oldu. Ezher b. Sa´d, Hammad b. Zeyd, Harn-mad b. Seleme, Abdülvahid b. Ziyad, Mu´temir b. Süleyman ve Yahya el-Kettan´dan hadis rivayet etti. Muhammed b. İbrahim b. Kesir es-Sufî ve aralarında İmam Şafiî, İmam Ahmed b. Hanbel ve Gunder´in de bulunduğu bir cemaat da ondan hadis rivayet etmişlerdir. Meşhur âlimler de ondan rivayetlerde bulunmuşlardır. Onun meşhur hadisle­rinden biri şudur: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

"Sizden biri Ölürken mutlaka Allah´a hüsn-ü zanda bulunarak öl­sün. Çünkü Allah´a hüsn-ü-zanda bulunmak, Cennet´in bedelidir."

Muhammed b. İbrahim dedi ki: "Ebu Nüvas´m ziyaretine gittik,

ölmek üzereydi. Salih b. Ali el-Haşimî kendisine şöyle dedi:

- Ey Ali´nin babası! Bugün sen dünyadaki günlerinin sonunda ve hirette yaşayacağın günlerin de ilkindesin. Seninle Allah arasında bazı şeyler geçmiştir (Bazı günahlar işlemişsindir.). Bu yaptığın işler­den Ötürü Allah´a tevbe et.

- Beni mi korkutuyorsun Hele Allah için beni biraz kaldırıp

oturtun.

Kendisini kaldırıp oturttuk. Bize şöyle dedi:

- Rasûlullah (s.a.v.), buyurdu ki:

/´Her peygamberin şefaati vardır. Ben de şefaatimi ümmetimden büyük günah işleyenler için kıyamet gününe sakladım."

Sen beni peygamber şefaatine nail olacak kimselerden saymıyor musun »

Ebu Nüvas dedi ki: "Aralarında Hansa ve Leyla´nın da bulunduğu altmış kadından .nakil yapmadan ben şiir söylemedim. Bu kadar ka­dından şiir naklettiğime göre, erkeklerden ne kadarından şiir nak­letmiş olduğumu artık siz düşünün."

Yakub b. es-Sikkit dedi ki: "İmrüü´1-Kays ve A´şa gibi cahiliye devri şairlerinden, Cerir ve Ferazdak gibi İslâm dönemi şairlerinden, muhaddislerden de Ebu Nüvas´tan şiir nakledersen bu senin için ye­ter."

Aralarında Asmaî, Cahiz ve Nezzam´ın da bulunduğu birçok kim­seler Ebu Nüvas´ı övmüşlerdir.

Ebu Amr eş-Şeybanî dedi ki: "Eğer Ebu Nüvas, şiirlerini çirkin şeylerle lekelemeseydi, yani içkiciler ve tüysüz oğlanlara meyilli ol­masaydı, biz onun sözlerini hüccet sayardık."

Bir grup şair, Me´mun´un yanında toplanmışlardı. Kendilerine denildi ki:

- Şu şiirin sahibi hanginiz:

"içkiyi yudumladığında durduk, sanki bizler, Yeryüzünde bir ay gördük de o, yıldızlara ulaşıyordu."

- Bu şiirin sahibi Ebu Nüvas´tır.

- Ya şu şiirin sahibi kimdir

"İçki yudumu delikanlının küçük dilinin aşağısına inince; Kalbinde bulunan kederler, ayrılıp gideceklerini söylerler."

- Ebu Nüvas´tır.

- Demek ki Ebu Nüvas, sizden çok daha üstün bir şairmiş.

- Süfyan b. Uyeyne, İbn Münzir´e şöyle demişti: "Sizin zarif şairiniz

Ebu Nüvas, şu şiirinde ustalığını ne kadar da mükemmel ispatlamış tır:

"Ey hilal, seni bir matemde gördüm;

Akranların arasında hüzünle feryad ediyordun. -

Kapıcı ve perdecilere rağmen matem istemeyerek onu bana gös­terdi.

Ağlıyor, gözlerinden inciler saçıyordu. İnnap ile gülü tokatlıyordu. Onun ahbaplarının âdetleridir, hep ölmek; Onu görmek de hep âdetim oldu."

İbn Arabî dedi ki: Ebu Nüvas, şu şiirinde insanlar arasında en yüksek şair olduğunu göstermiştir:

"Felekten bütün kanatlan ile kendimi gizleyip sakladım. Gözlerim feleği görüyor ama o beni göremiyor. Eğer zamana beni soracak olursan, o beni bilemez. Ben neredeyim, yerimi de bilemez."

Ebu Atahiye dedi ki: Zahitlik hakkında 20.000 beyit inşad ettim. Keşke o 20.000 beyit yerine Ebu Nüvas´ın şu üç beyitini inşad etmiş olaydım. Bu beyitler onun mezar taşma yazılmıştı:

"Ey Nüvasi, ağır ol, ister kendini değiştir ister sabırlı olup dayan. Eğer felek sana kötülük yapmak isterse, Üzülme; çünkü feleğin sana verdiği sevinçler daha çoktur. , Ey günahı çok adam;

Allah´ın affı senin günahından daha büyüktür."

Ebu Nüvas, şu şiirinde emirlerden birini medhetmişti:

"Allah onu icad etti, onun benzeri yoktur. Bunu onun gibi talep eden ve onun gibi arayan yoktur. Cenâb-ı Allah´ın bütün âlemi bir kimsenin şahsında bir araya ge-tirn.asi olmayacak birşey değildir."

Süfyan b. Uyeyne´ye Ebu Nüvas´ın şu şiirini okudular:

"Onun mutlaka bir sebebi vardır ki, o sebepten ortaya çıkar ve dal budak salar.

Kalbim meftun oldu ona, yüzünü peçelemişti; güzelliği peçe altında

Güzelliğin onu aldığım sandım.

Güzellik ondan seçilip ayıklanıyordu.

Etrafını o güzellikle örttü; güzelliğe hibe etmiş olduğu bazı şeyle­ri geri aldı.

Onun içinde olsaydım eğer;

Artık başka bir amacım kalmazdı.

Bu söylediklerim ciddidir, onunla şaka etmedim.

Bazı ciddi şeyler var ki, onu oyun ve şaka meydana getirir."

İbn Uyeyne dedi ki: "Onu yaratan Allah´a iman ettim." İbn Düreyd, Ebu Hâtim´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Eğer bütün halk bu iki beyiti değiştirmeye kalksaydı bile ben bunları altın suyu ile yazardım:

"Üzerimdeki belalardan daha fazlasını senden isteseydim, Fazialaştırmaya mutlaka ihtiyacın olacaktı. Eğer benim hayatım ölülere arzedüseydi, Benim gibi bir hayatı yaşamaları teklif edilseydi, Bu teklifi asla kabul etmezlerdi."

Ebu Nüvas, Peygamber (s.a.v.)´m şu hadisini dinlemişti: "Kalpler, çeşitli gruplardaki askerlerdir. Bunlardan (âlem-i er­vahta) tanışmış olanlar birbirleriyle ülfet ederler, (orada) birbirleri ile tanışmayanlar ihtilaf ederler."

Bu hadisi dinledikten sonra şöyle bir kaside söylemişti:

"Kalpler, Cenâb-ı Allah´ın yeryüzünde çeşitli gruplara ayrılmış askerleridir. Bunlar kendi görüşleri ile tanışırlar.

Tanışmayanlar ve birbirleriyle anlaşmayanlar ihtilafa düşerler. Tanışıp anlaşanlar ise birbirleriyle ülfet ederler."

Bir gün Ebu Nüvas, bir muhaddis cemaatiyle birlikte Abdülvahid D- Ziyad´ın yanma gitti. Abdülvahid onlara: "Sizden her biriniz on ha­dis seçsin ki, onlara bu hadisi okuyayım." dedi. Her biri on hadis seç­ti, sadece Ebu Nüvas seçmedi. Abdülvahid ona: "Niçin arkadaşların &ibi sen de on hadis seçmedin " diye sorunca Ebu Nüvas şu şiiri oku­maya başladı:

"Biz Said´den, Katade´den, Said b. Müseyyeb´ten, sonra Sa´d b. Ubade´den, Şa´bî´den hadis rivayet ettik.

Şa´bî; dayanıklı, kuvvetli, sabırlı bir şeyhti.

Seçkin kimselerden, ifade ehlinden de hadis naklettik. Rivayete göre aşık olarak ölen kimse için şehitlik sevabı vardır "

Abdülvahid ona dedi ki: "Kalk buradan ey facir, ne sana ne de senden ötürü buradaki arkadaşlarına hadis nakledecek değilim."

Abdülvahid´in bu sözünü Malik b: Enes ile İbrahim b. Yahya duv duklarmda, şöyle dediler: "Ebu Nüvas´a hadis nakletmesi daha uygun olurdu. Belki Allah onu böylece ıslah ederdi."

Ben derim ki: Ebu Nüvas´ın inşad ettiği bu şiirdeki hadis, "Ka­mil" adlı eserinde İbn Adiy tarafından, mevkuf ve merfu olarak İbn Abbas´tan şöyle rivayet edilmiştir:

"Bir kimse aşık olur da bu aşkını gizleyip iffetli davranarak vefat ederse, şehit olarak vefat etmiş olur."

Yani bir kimse kendi iradesi dışında aşıklıkla müptela olur da sabreder ve iffetli davranarak fuhuş işlemez, bu aşkını ifşa etmez de bu sebeple vefat ederse çok sevap kazanır. Eğer bu hadis sahih ise böyle bir kişi bir nevi şehit sayılır. Doğrusunu Allah bilir.

Hatib Bağdadî´nin rivayetine göre Şu´be, Ebu Nüvas´a rastlamış ve şöyle demiş:

- Bize kendi tarafından bir hadis naklet. O da hiç duraksamadan şöyle demişti:

- Bir kıza temiz ahlaklı bir adamın gönlü bağlanır da o kız onun­la vuslata erer ve bu vuslatını zakirlere yaraşırcasma muhafaza eder­se Cennet kapısı ona açılır ve Cennet´in çiçekli bahçesinde dolaşır. Bir maşuk da yardımcı olarak devamlı bir vuslatla aşıkı ile bir araya gelir ve ona cefa ederse o, Allah´ın azabına düşer. Nimetler ondan uzak olsun, ona devamlı ve sonu gelmeyen bir azap olsun.

- Sen güzel ahlaklı birisin, bunu senin için ümid ediyorum. Ebu Nüvas, şöyle bir şiir söylemişti:

ren

sun.

«Ey gözleri ve gerdanı büyüleyici olan ve vaadleriyle beni öldü-Bana vuslatı vaad ediyorsun, sonra bu vaadini yerine getirmiyor-

Bana vaad ettiğin şeyi yerine getirmediğinden ötürü vay benim halime!

Muhaddis Ezrak, Şehr ile Avf tariki ile İbn Mes´ud´tan şöyle bir hadis rivayet etti bana:

´Kafir erkek ve kafir kadından başkası, vaadine muhalefet etmez.

Öyleleri de Cehennem ateşinde zincire vurulurlar!»

Ebu Nüvas´ın bu şiirini duyan İshak b. Yusuf el-Ezrak: "Allah´ın düşmanı Ebu Nüvas; bana, tabiilere ve Muhammed (s.a.v.)´in ashabı-na yalan isnad etmiştir!" dedi.

Selim b. Mansur b. Aramar dedi ki: «Ebu Nüvas´ı, babamın mecli­sinde gördüm. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Kendisine: "Ümid ederim ki, bu ağlayışından sonra Cenâb-ı Allah seni azaplandırmayacaktır." de­dim. O da şu şiiri okudu:

"Mansur´un meclisinde Cennet ve huri aşkıyla ağlamadım; me zardan ve onun korkulu hallerinden ve Sûr´a üfleneceğinden korKa-rak da ağlamadım

Cehennem ateşinden, Cehennem´in zincir ve bukağılarından vt. yalnız, yardımsız bırakılmaktan, zulme uğramaktan korkarak da ağ­lamadım.

Ama geyik yavrusuna ağladım. Nefsim onu her tehlikeden koru­maya çalışır."

Bu şiiri okuduktan sonra Ebu Nüvas bana şöyle dedi: "Ben, baba nın yanıbaşmda oturan şu tüysüz ve bıyığı bitmemiş genç için ağla

dım."

Babamın yanında oturan genç, güzel suretli biri idi, vaaz dinli­yor, Aziz ve Celil Allah´tan korktuğu için ağlıyordu.»

Ebu Nüvas dedi ki: «Dokumacılardan biri bir gün beni evine mi­safirliğe davet etti. Israr edince davetine icabet ettim. Evine gittim, evinde anormal birşey yoktu. Dokumacı, yemeğe dokumacı arkadaş­larını da çağırmıştı. Yeyip içtik, sonra bana şöyle dedi: "Efendim, is­terim ki cariyem hakkında şiirler okuyasın."

Bir cariyesi vardı ve ona çok tutkundu. Kendisine: "Cariyeni bana göster ki, onun şekil ve güzelliğine bakarak bir nazım hazırlayayım." dedim. Cariyesinin yüzünü açtı. Allah´ın yaratıkları arasında en çir­kin, en korkunç suretli, siyah tenli, saçı başı dağınık, saçının bir kıs­mı ağarmış, ağzının salyası göğsünün üzerine akmış biri olarak gör­düm. Efendisine: "Bunun adı nedir " diye sordum. Adının Tesnim ol­duğunu söyleyince şu şiiri okumaya başladım:

´Tesnim´in aşkı gece uykularını kaçırdı. Öyle bir cariye ki, güzellikte baykuş gibidir. Ağzının kokusu sanki iştah şurubudur. Ya da bir demet sarımsaktır. Ona olan aşkımdan öyle bir yellendim ki, Bu yellenmemden Bizans imparatoru ürktü!"

Dokumacı kalkıp oynamaya ve alkış tutmaya başladı. Gününün kalan kısmını öylece sevinçle geçirip şöyle dedi: "Vallahi Ebu Nüvas Tesnim´i Bizans imparatoruna benzetti."»

Ebu Nüvas bir şiirinde de şöyle demişti:

"İnsanlar güya çok günah işlediğimi söyleyerek beni rahatsız etmeye başladılar.

Ben Cehennem´de de olsam, Cennet´te de olsam; Size ne ey zinakarların çocukları!"

, Hülasa, Ebu Nüvas hakkında çok şeyler söylenmiş, Önün laubali müstehcen ve çirkin şiirler söylediği nakledilmiştir. Kötü şeylere, içki ve tüysüz oğlanlara, kadınlara fena halde düşkün olduğu anlatılmış­tır. Bazı kimseler onu fasıklık ve fuhuşla itham etmişlerdir. Bazısı zındık olduğunu-söylemiştir. Bazısı ise, "O sadece kendi nefsini harab etmiştir." demişlerdir. İçkiye, tüysüz oğlanlara ve kadınlara düşkün olduğu daha doğrudur. Çünkü şiirlerinde bu tür ifadelere rastlan­maktadır. Zındıklığa gelince, bunun onda bulunması uzak bir ihti­maldir. Ama laubalice sözler, müstehcen bazı kelimeler kullandığı doğrudur. Gençliğinde ve ihtiyarlığında birçok çirkinlikleri ona isnad etmişlerdir. Bunun doğruluğunu Allah bilir.

Fakat şu da var ki, halk tabakası onun hakkında pek çok şeyler nakletmişlerdir ama bunların çoğunun aslı yoktur. Dımışk camiinin sahnında fıskiyeli bir kubbe vardır ki Dımışklılar buna, "Ebu Nüvas kubbesi" derler. Bu, onun Ölümünden 150 senelik bir süreden fazla bir zaman sonra inşa edilmiştir. Neden dolayı bunun ona nisbet edil­diğini.bilmiyorum. Bunun da doğrusunu Allah bilir.

Muhammed b. Ebi Ömer dedi ki: «Ebu Nüvas´ın şöyle dediğini işittim: "Vallahi harama uçkur açmadım."

Harun Reşid´in oğlu Muhammed el-Emin ona: "Sen zındıksın." demiş, o da şu cevabı vermişti:

- Ey mü´minlerin emiri, ben zındık değilim ve ben şöyle diyorum:

"Vakti gelince beş vakit namazı kılarını, boyun eğerek Allah´ın birliğine şahadet ederim.

Cünüb olduğumda güzelce guslederim, düşkün kimse bana geldi­ğinde onu mahrum bırakmam.

Sakiye bey´at etmek için ondan bana bir kase gelirse, çağrısına hemen icabet ederim.

İçkiyi, oğlak veya kuzu gibi yağlı etlerin yanında katıksız içerim.

Helva, badem ve şekere gelince, bunlar da mahmurluğa fayda ve­rir.

Rafİzilerin karıştırmalarına gelince bütün bunları, Bahtiyeşu´un ateşe gönüllü olarak üflemesi gibi sayarım."

- Yazıklar olsun sana! Bahtiyeşu´un üflemesinden ne diye burada bahsettin

- Bununla kafiye tamamlandı.

Bunun üzerine Muhammed el-Emin ona armağan verilmesini emretti. Şiirde adı geçen Bahtiyeşu, halifelerin tabibi idi."»

Cahiz dedi ki: Ebu Nüvas´ın şu şiirinde kullandığı kadar güzel ve letafetli kelimeleri başka bir şairin şiirinde görmedim:

"Çakmakçı hangi ateşi çaktı, şakacı hangi ciddiyete ulaştı

Saç baş ağarması gibi bir vaiz ve öğütçü yoktur. Eğer öğütçüler yanılırlarsa bunlardan iyi öğütçü yoktur.

Yiğit ve .delikanlı kimseler ancak heveslerine uyarlar. Ama yine de hak yolu onlara açık ve belirgindir.

Gözlerim, öyle kadınlara dik ki, onların mehirleri salih amel ol­sun.

Örtüsü ve perdesi altında gizlenen, iri gözlerinin beyazı tam be­yaz, siyahı da tam siyah olan kadınlara,

Ancak terazisindeki günahlar ağır basan kimseler kem gözle ba­karlar.

Allah´tan sakınan kimseye gelince; işte kazançlı tüccar bu hedefe ulaşır.

Dininde sabit kadem ol, dinde yanlışlık yoktur, bu gittiğin yola devam et."

Ebu Affan, "Leyla´yı unutma ve Hind´e bakma" cümlesiyle başla­yan kasidesini okumasını Ebu Nüvas´tan istemişti. Ebu Nüvas bu ka­sideyi okuyup tamamlayınca Ebu Affan ona temenna secdesinde bu­lundu. Ebu Nüvas da: "Vallahi, seninle asla konuşmayacağım." dedi. Ebu Affan buna üzüldü. Ebu Nüvas oradan kalkıp gidecek olunca Ebu Affan ona: "Seni ne zaman görebileceğim " diye sordu. Ebu Nü­vas da: "Seninle konuşmamaya yemin etmedim mi " deyince Ebu Af­fan şu cevabı verdi: "Zaman o kadar kısadır ki, insanın insana küs­mesi doğru olmaz."

Ebu Nüvas´ın güzel şiirlerinden bazıları da şunlardır:

"Nice yüzler toprakta eskimiş, nice güzellikler toprakta incelmiş­tir.

Nice akıllar ve kuvvetler topraktadır. Nice görüşler toprağa bağlanmıştır.

Evi yakında olana de ki; sen çok uzak bir diyara göç edeceksin. Bütün canlıların öleceğini görüyorum; onlar da ölülerin oğulları­dırlar.

Onların nesebleri ölüler arasına kök salmıştır.

Akıllı bir kimse dünyayı deneyecek olursa,

Dünyanın dost kılığında bir düşman olduğunu açığa çıkarır."

"Şımarma, çünkü alçaklık ve zillet, şımarıklıktadır. Yücelik, yumuşak huyluluktadır; zorbalık ve sapıklıkta değildir. Ahmaklığı nedeniyle şaşkınlığa imrenen kimseye de ki; Şaşkınlıkta neler olduğunu buseydin şaşkın olmazdın. Ahmaklık nedeniyle kişinin kendini kaybetmesi, dini fesada sü­rükler ve aklı eksiltir;

Irzı da mahveder; uyan, kendine gel."

Ebu Atahiye Kasım b. İsmail, bir kırtasiyeci dükkanında oturdu. Bir defterin üzerine şu beyitleri yazdı:

"Şaşıyorum, inkarcı kişi Allah´ı nasıl inkar eder ve ona nasıl is­yanda bulunur

Oysa herşeyde bir alamet vardır ki; Allah´ın birliğine delalet eder."

Sonra Ebu Nüvas gelip bu beyitleri okudu ve şöyle dedi: "Vallahi bunu söyleyen çok güzel söylemiş. Allah´a yemin ederim ki bütün şiir­lerimi söylemektense ben bu şiiri söylemiş olmayı çok isterdim. Bu kimin şiiridir " Kendisine, Ebu Atahiye´nin şiiri olduğunu söylemele­ri üzerine o da kalkıp o şiirin yanına şunları yazdı:

"Mahlukatı zayıf ve güçsüz birşeyden (bir damla sudan) yaratan Allah, noksanlıklardan münezzehtir.

İnsanı babasının belinden anasının rahmi gibi sağlam ve muhafa­zalı bir yere sevkeder.

Onun yaratılışını peyderpey tamamlar. O, gözlerin görmediği per­de arkasında ana rahminde gelişmeye başlar.

Derken hareketleri belirmeye başlar ve hareketsiz iken canlı bir mahluk haline gelir."

Ebu Nüvas´ın bazı güzel şiirleri de şunlardır:

"Gücüm kalmadı, eğlenceleri bıraktım; çünkü ihtiyarlık, başıma musibetler getirdi, eklemlerimi gevşetti.

Aklım beni yasakladı, kötülüklerden adalete yöneldim.

Nehyedicinin sözlerinden korktum, o bana şöyle diyecekti:

«Ey yanılgıda ısrar eden gafil!

Ahirette gaflet sahibi kimselerin mazeretleri kabul edilmez!»

Biz kendi amellerimizle kurtulamayız o günde ki;

Sema, alınların üzerinde belirmeye başlar.

Her ne kadar günah işleyip kusurda ısrar ediyorsak da,

Allah´ın güzel affını ümid ediyoruz."

"Ölüp çürüyeceğiz; yalnız günahlarımız, Biz öldükten sonra ölmeyecek ve çürümeyecektir. Nice iki gözlü kimseler var ki, gözleri kendisine hiçbir fayda ver­miyor.

Kalbi kör olan bir kimseye baş gözleri ne fayda sağlar "

"Bir göz ki, nefsi vehimlere düşürürse,

Hesap gününde o göz açılır, asla kapanamaz, korkudan.

Yüksek âlemlerin sahibi olan yüce Allah.

Hangi gecede sabah olunca kıyamet kopacak

Allah, bütün mahlukatınm ölümüne ve yokluğuna hükmetti;

İnsanların kimi gelmekte, kimi de mezara gitmektedir."

Anlatıldığına göre Ebu Nüvaş, hac için ihrama girerken şu şiiri okumuştur:

"Ey Malik, sen ne kadar da adilsin! Bütün hükümdarların hü­kümdarısın. Buyur ey Rabbim, hamd sanadır, mülk senindir, ortağın yoktur.

Kulun senin için ihrama niyet etti. Sen onun gittiği yoldasın. Eğer sen olmasaydın ya Rab, o helak olurdu. Buyur ey Rabbim, hamd sanadır.

Mülk senindir, ortağın yoktur, gece kararlığında yıldızlar gökte dolaştığında, her biri kendi yörüngesine koyulduğunda, mülk yine se­nindir.

Bütün peygamber ve hükümdarlar, senin için ihrama niyet eden­ler, teşbih getirip namaz kılanlar hep senindir. Buyur ey Rabbim, hamd senindir.

Mülk senindir, ortağın yoktur. Ey günahkar kişi, sen ne kadar da cahilsin. Sana adaletle davranan, sana güç veren ve süre tanıyan bir Rabbe isyan ettin.

Acele davran. Amellerine koş, ömrünü hayırlı amellerle sona er´ dir. senin.

Buyur ey Rabbim, hamd senindir, mülk senindir, ortağın yoktu

Muafa b. Zekeriya el-Harirî, Ahmed b. Yahya b. Sa´leb´in şöyle de­diğini rivayet etmiştir:

«Ahmed b. Hanbel´in yanina gittim. Kendi başının çaresini dü­şünmekte, kendi derdiyle ilgilenmekte olan bir adam gördüm. Kendi­siyle çok konuşulmasını istemiyordu. Sanki Önünden ateş alevleri yükseliyordu. Bir yolunu bularak yanına yaklaşmak istedim. Konuş­ma talebinde bulundum, Şeyban kabilesinin az adlılarından olduğu­mu söyledim. Nihayet benimle konuştu ve bana sordu:

- Hangi ilimlerden nasib aldın

- Lügattan ve şiirden.

- Basra´da bir cemaat gördüm. Bir adamdan şiirler dinleyip def­tere yazıyorlardı. Bana o adamın Ebu Nüvas olduğunu söylediler. Safları yararak ileriye geçtim, yanına gidip oturdum. Bana şu şiiri yazdırdı:

"Günlerden bir gün yalnız başına kalsan da deme ki, kimseler be­ni görmüyor. Issız yerde de seni gözetleyen biri vardır.

Cenâb-ı Allah´ı bir an dahi gafil sanma ve günah işleyen bir kim­senin günahının gizli kalacağını da asla düşünme.

Günahlara aldırış etmedik, umursamaz olduk. Böylece, peşpeşe günahlar üzerimizde yığıldı.

Keşke Cenâb-ı Allah geçmiş günahlarımızı bağışlasa ve tevbemi-ze izin verse de tevbe etsek."

Bazıları, Ebu Nüvas in yukarıdaki beyitlerine şu aşağıdaki beyit­leri de ilave etmişlerdir:

"Yollarım daraldığında, kalbime kederler çöktüğünde ve musibet­ler üzerime yığıldığında derim ki:

Bütün bunlar, benim uzun süre günah işlememden ve büyük gü-,., nahları irtikab etmemden dolayıdır.

Keşke tevbe uğruna malımın tümünü verseydinı. Çünkü ben he­lak oldum.

Ümidimi keserek korkular denizinde boğuldum. Nefsim keşke bir gün dönse de tevbe etse ve yüce Rabbın mahlu-katını affını bana hatırlatsa.

Utanırım, ama onun affını ümid eder ve ona tevbe ederek döne­rim.

Sözümü söylerken boyun eğerim, ondan af dileyip ümid ederim-

Umarım ki, bela ve musibetleri kaldıran Allah, tevbemi kabul bu­yuracaktır."

İbn Terraz el-Cerirî dedi ki: «Ben bu beyitleri rivayet ettim. Ama kime aittir diye sordum. Ebu Nüvas´a ait olduğunu söylediler. Bu be­yitler onun zühdle ilgili şiirleri arasındadır. Nahivciler, birçok yerler­de onun bu beyitlerini delil olarak göstermişlerdir.»

Hasan b. ed-Daye dedi ki: «Can çekişmekte iken Ebu Nüvas´ın ya­nma gittim. Kendisine: "Bana öğüt ver." dedim. O da şu şiiri okuma­ya başladı:

"İşleyebildiğin kadar günah işle, ama eninde sonunda bağışlayan Rabbin huzuruna çıkacaksın.

Huzuruna vardığında afn göreceksin ve muktedir bir hükümdar­la karşılaşacaksın. .

O zaman ateş korkusuyla işlemediğin günahlardan ötürü pişman olarak ellerini ısıracaksın!"

Kendisine dedim ki: "Yazıklar olsun sana! Can çekişirken dahi bana böyle mi öğüt veriyorsun "

Bu çıkışmam üzerine bana şöyle karşılık verdi:

- Sus; Hammad b. Seleme, Sabit tariki ile Enes´ten rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Şefaatimi ümmetimden büyük günah işleyenlere sakladım."

Yine Ebu Nüvas, yukarıdaki aynı senedle şöyle bir hadis rivayet etmiştir:

"Sizden biri ölürken mutlaka Allah´a hüsn-ü zanda bulunarak öl­sün."

Rebi´ ile diğerleri İmam Şafiî´nin şöyle dediğini nakletmişlerdir: «Öldüğü günde Ebu Nüvas´m yanma gittik. Henüz can vermemiş­ti, yatağında çırpmıyordu. Kendisine: "Böyle bir gün için önceden ne­ler hazırladın " diye sorduk. O da şu şiiri okumaya başladı:

"Günahlarım bana çok büyük göründü. Ey Rabbim, o günahları senin affınla karşılaştırdığımda affın daha büyük göründü. Sen günahları hep affedersin.

Bunu kendi lütfün ve keremin olarak cömertlik yapıp affedersin. Eğer sen olmasaydın abid, iblis ile baş edemezdi.

Yoksa nasıl oldu da iblis senin seçkin kulun Adem´i baştan çıkar­dı "»

Ibn Asakir, bunu böyle rivayet etmiştir.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre, Ebu Nüvas´ın baş ucunda kendi el yazısıyla yazılmış bir kağıtta şunların olduğunu gördüler:

"Ey Rabbim! Günahlarım büyük ve çoktur. Ama bildim ki, senin affın daha büyüktür.

Ey Rabbim! Tıpkı senin emrettiğin gibi yalvararak sana dua edi yorum.

Sen ellerimi boş çevirirsen bana kim merhamet eder

Eğer sadece iyilik sahibi kimseler senden af ümid ediyorlarsa,

Ya günahkar ve mücrimler kimden ümid bekleyecek

Benim sana vesilem ancak ümittir;

Ve senin güzel affmdır. Sonra ben Müslüman bir insanım."

Yusuf b. ed-Daye dedi ki: «Ebu Nüvas´ın yanına gittim, can çeki­şiyordu. Kendisine: "Kendim nasıl hissediyorsun " diye sordum. O da uzun bir süre başını önüne eğdi. Sonra başını kaldırıp şöyle dedi;

"Yok oluş, tepemden ve ayaklarımın altından vücuduma girmeye,

Vücudumun parça parça, organ organ Ölmeye başladığını gördüm.

Geçen her anda mutlaka vücudumdan birşeyler eksiltildiğini ve koparılıp götürüldüğünü gördüm.

Gayretim, gücüm, kuvvetim ve hayatımın lezzeti gitti.

Güçsüz kaldıktan sonra Allah´a taatı hatırladım.

Bütün kötülükleri işledik Allah´ım, sen günahlarımızı affet. Bizi bağışla."

Böyle dedikten sonra o anda vefat etti. Allah bizi de onu da bağış­lasın. Amin.»

Ebu Nüvas´ın yüzüğünün kaşında "İhlasla söylüyorum ki, Allah´­tan başka ilah yoktur." diye yazılı idi. Öldüğünde yıkandıktan sonra bu yüzüğü ağzına koymalarını vasiyet etmişti. Bu vasiyeti yerine ge­tirildi. Vefat ettiğinde sadece 300 dirhem parası, elbiseleri ve birkaç tane ev eşyası vardı.

Bu senede Bağdat´ta vefat etti. Yahudi tepesinde Şonizi mezarlı­ğına defnedildi. Vefatında elli yaşındaydı. Altmış yaşında veya ellido-kuz yaşında olduğuna dair bazı rivayetler de vardır.

Vefat ettikten sonra arkadaşlarından biri onu rüyasında görmüş, kendisine: "Allah sana nasıl muamele etti " diye sormuş, o da şu ce­vabı vermiş: «Allah, nergiz hakkında söylediğim şu beyitlerim nede­niyle beni bağışladı:

"Yeryüzünün nebatına bakıp tefekkür et ve Allah´ın yaptıklarına

ve eserlerine bak.

Fal taşı gibi açılmış gümüşten gözler; Bunlar kalıba dökülmüş altınları andırır. Zeberced sapın üzerinde işlenmiş şahidlerdir bunlar, Allah´ın ortağının bulunmadığına tanıklık ederler."»

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Ebu Nüvas, kendisini rüya-, gören ve Allah´ın kendisine nasıl muamelede bulunduğunu soran rkadaşına şu cevabı vermiş: ´Allah, yastığımın altındaki bazı beyit­lerim nedeniyle beni bağışladı." Rüyayı gören kişi, gidip onun yastığı­na altından kendi el yazısıyla yazdığı şu beyitleri çıkardı:

"Ya Rab, her ne kadar günahlarım çok fazla ise de; Bildim ki, senin affın daha büyüktür."

İbn Asakir´den gelen bir rivayette anlatıldığına göre adamın biri

şöyle demiştir:

"Ebu Nüvas´ı rüyada, çok güzel bir kılıkta, nimetler içinde gör­düm. Kendisine sordum:

- Allah sana nasıl muamelede bulundu

- Beni bağışladı.

- Nefsini günahlara bulaştırmıştm, nasıl oldu da seni bağışladı

- Ben bu mezarıma gömüldükten sonra, bir gece salah bir adam mezarlığa gelip abasını yere serdi ve üzerinde iki rekat namaz kıldı. Bu namazında 2.000 İhlas-ı Şerif okudu. Sonra bu okuduğu İhlas-ı Şeriflerin sevabım mezarlıktaki Ölülere bağışladı. Onların arasında olduğum için Allah beni de bağışladı."

İbn Hallikan dedi ki:. Ebu Nüvas, ilk şiirini, Ebu Üsame Valibe b. Habbab ile arkadaşlık yaptığında söylemişti:

"Heva ve hevesatın taşıyıcısı yorgunluk yüklenir, ama bu ağır yü­künü neşesi hafif gösterir.

Eğer ağlarsa ağlaması haktır, ama bu ağlamakta oyun ve eğlence yoktur.

Eğlenerek gülersin, aşık ise inler.

v Sen benim hastalığımdan hayrete düşüyorsun. Aslında benim sağlıklı olmam tuhaftır."

Me´mun dedi ki: Ebu Nüvas´ın şu şiiri, ne kadar da güzeldir:

İnsanların hepsi ölümlü ve ölenin oğludur, ^i de ölenlerin arasında kok salmıştır.

Akıllı kimse dünnyayı deneyecek olursa anlar ki; Dünya, dost kılığında bir düşmandır."

İbn Hallikan dedi ki: Şair Ebu Nüvas, şu şiirinde Rabbine ne ka­dar çok ümid beslediğini gösteriyor:

"Taşıyabildiğin kadar günah yüklen, sonunda bağışlayan Rabbin huzuruna varacaksın.

Huzuruna vardığında affı göreceksin. Büyük bir hükümdarı ve yüksek zatı göreceksin.

O zaman Cehennem korkusuyla işlemediğin günahlardan ötürü pişman olup ellerini ısıracaksın!" [14]



Hicretin Yüzdoksanaltıncı Senesi


Bu senede hadis âlimlerinden, sika ve meşhur ravilerden biri olan ama Ebu Muaviye vefat etti. Velid b. Müslim ed-Dımışkî de ve­fat etti. Bu zat, Evzaî´nin talebesiydi.

Bu senede Emin, halkın yönetimini hafife aldığı, işi çocuk oyunu gibi sandığı ve kendini ava verdiği nedeniyle kendisine karşı cephe alan Esed b. Yezid´i hapsetti.

Emin bu senede Ahmed b. Yezid ile Abdullah b. Hamid b. Kahta-be´yi, Me´mun tarafından komutan olarak görevlendirilen Tahir b. Hüseyin´le savaşmaları için 40.000 askerle Hulvan´a gönderdi. Bun­lar Hulvan´a yaklaştıklarında Tahir, ordugahının çevresine hendek kazdırdı. Emin´in gönderdiği iki komutan arasına fitne düşürmek için hile ve tuzak kurmaya başladı. Bu hile ve tuzak neticesinde Emin´in iki komutanı anlaşmazlığa düştüler. Tahir b. Hüseyin´le savaşmadan geri döndüler. Tahir, Hulvan´a girdi. O esnada Me´nıun´un mektubu kendisine geldi. Mektupta, eli altında bulunan yerleri Harseme b. A´yün´e teslim etmesi ve kendisinin Ahvaz´a yönelmesi emrediliyordu. Bu emri yerine getirdi.

Bu senede Me´mun, veziri Fad b. Sehl´i yükseltti. Onu büyük işle­rin başına getirdi ve ona Zürriyaseteyn adını verdi.

Bu senede Emin, Şam valiliğine Abdülmelik´ b. Salih b. Ali´yi ata­dı. Onu Harun Reşid´in zindanından çıkarmıştı. Abdülmelik´e, Tahir ve Harseme ile savaşmak üzere asker göndermesini emretmişti. Rak-ka´ya vardığında orada ikamet etti. Şam reislerine mektuplar yaza­rak onları kendinden yana olmaya ve itaati altına girmeye davet etti-Çok sayıda insan gelip ona itaatlerini arzettiler. Sonra ilki Humuslu-larla olmak üzere, bazı savaşlar meydana geldi. İş büyüdü, insanla*" arasında savaşlar uzadı. Abdülmelik b. Salih, orada vefat etti. Asker-

leri ise, Hüseyin b. Ali b. Mahan komutasında Bağdat´a döndü. Bağ-jat halkı onu saygı ve ikramla karşıladı. Bu hadise bu senenin receb ayında meydana geldi.

Hüseyin b. Ali b. Mahan, Bağdat´a vardığında Emin´in elçileri kendisine gelerek onu saraya davet ettiler. O da: "Vallahi, ben ne ev­lenecek, ne de gülecek durumdayım. Emin için bir iş yapmadım ve mal da toplamadım. Daha ne diye bu gece beni saraya çağırıyor " [15]



Emin´in Hilafetten Hali Ve Kardeşi Me´mun´un Hilafete Geçişi


Hüseyin b. Ali b. Mahan, o gecede halife Emin´in çağrısına icabet etmeyip saraya gitmedi. Askerleriyle Şam´a geldikten sonra o gecenin sabahında kalkıp insanlara bir hutbe irad etti ve onları Emin´e karşı kışkırttı. "Emin´in işi, eğlence ve oyundan ibarettir. Ayrıca birçok gü­nahlar da irtikab ediyor. Bu durumda olan bir kimse, halifeliğe layık değildir. İnsanlar arasına fitne ve fesat koymak istiyor. Onları birbi­rine kırdırıyor." diyerek onları Emin´e karşı kıyama teşvik etti. Onla­ra, bu adama karşı ayaklanmaları için çağrıda bulundu. Etrafında çok büyük kalabalıklar meydana geldi. Muhammed el-Emin de onun üzerine süvari birlikleri gönderdi, gün boyunca savaştılar. Hüseyin, adamlarına, bineklerinden inip yerde kılıç ve mızrakla savaşmalarını emretti. Emin´in askerleri bozguna uğradı. Hüseyin onu hal´ etti ve Abdullah el-Me´mun´un halifeliği için bey´at aldı. Bu hadise bu sene­nin receb ayının onbirinde, pazar günü meydana geldi.

Salı günü olunca Emin´in sarayından çıkıp Ebu Cafer´in Bağdat ortasındaki sarayına taşındı. Sıkıştırıldı, zincire vuruldu. Kendisine işkence yapıldı. Abbas b. İsa b. Musa, Emin´in annesi Zübeyde´ye de, bu saraya yerleşmesini emretti. Ama o bu emre uymayınca Abbas onu kırbaçladı ve taşınmaya zorladı. O da çocuklarıyla birlikte Bağ­dat´ın ortasındaki Ebu Cafer sarayına taşındı.

Çarşamba sabahı Hüseyin b. Ali´den maaşlarını isteyen kimseler ona karşı harekete geçtiler. Böylece Bağdatlılar iki gruba ayrıldılar. Bir grup Emin´den taraf, bir grup da ona karşı oldu. İki taraf şiddetle savaştılar. Halife Emin´in taraftarları, karşılarındakileri mağlup etti­ler. Hüseyin b. Ali b. İsa b. Mahan´ı esir alıp zincire vurdular. Halife Emin´in huzuruna götürerek orada zincirlerini çözdüler. Önu tahtına, oturttular. Bu esnada halife, halktan silahsız olan kimselerin hazine­den silah almalarını emretti. Bunun üzerine insanlar, silah ambarla-nnı yağmaladılar.

Emin, emir verdi; Hüseyin b. Ali b. İsa, huzuruna getirildi. Hali-*e> Hüseyin´i bu yaptıklarından ötürü kınadı, o da halifenin affının kendisini bu işe sürüklediğini söyleyerek özür diledi. Halife Emin onu bağışladı ve ona hil´at giydirdi, vezirlik verdi. Mührünü teslim et­ti, kapı arkasına tayin etti. Onu savaş komutanı yapıp Hülvan´a gön­derdi. Köprü yanına vardığında maiyetiyle birlikte kaçtı. Emin, onu yakalayıp geri getirmek üzere adamlarını peşine taktı. Süvariler pe­şine düşüp onu yakaladılar. İki taraf şiddetle savaştı. Nihayet onu re-ceb ayının ortasında öldürüp başını keserek Emin´in huzuruna getir­diler. Halk, cuma günü Emin´in hilafetine bey´atmı yeniledi.

Hüseyin b. Ali b. İsa Öldürülünce, hacib Fadl b. er-Rebi´ kaçtı. Ta-hir b. Hüseyin de Me´mun´a ait beldelerin çoğunu istila etti. Oraya valiler atadı. Birçok beldelerin halkı Emin´in halifeliğini hiçe sayıp Me´mun´a bey´at ettiler. Tahir de Medain´e yaklaştı. Vasıt şehri ve ka­sabaları ile birlikte buraları ele geçirdi. Hicaz, Yemen, Cezire, Musul ve diğer vilayetlere kendi tarafından valiler tayin etti. Emin´in haki­miyetinde çok az sayıda şehir kaldı.

Bu senenin şaban ayında Emin 400 sancak hazırlattı. Bunlardan herbirini bir emire verdi ve Harseme ile savaşmaya gönderdi. Rama­zan ayında Harseme ile karşılaştılar. Harseme, bunları kırıp geçirdi. Öncü kuvvetlerinin komutanı Ali b. Muhammed b. İsa b. Nüheyk´i e-sir alıp Me´mun´a gönderdi.

Tahir´in askelerinden bir grup, kaçtılar ve Emin´in yanına gitti­ler. Emin, onlara çok miktarda mal ve para verdi. Kendilerine ikram­da bulundu, yorganlarına misk kokusu saçtı. Bu yüzdendir ki bu as­kerlere, miskli askerler denildi. Sonra Emin bunlan savaşa çağırdı ve büyük bir ordu ile Tahir´in üzerine gönderdi. Tahir bunları bozguna uğrattı, darmadağın etti. Yanlarındaki malları ganimet olarak aldı. Daha sonra Bağdat´a yürüyüp orayı kuşatma altına aldı. Askerler arasında fitne meydana getirsinler ve onları gruplara ayırsınlar diye casus ve fesatçılar gönderdi. Bu amacı gerçekleşti ve orduda askerler arasında anlaşmazlıklar başgösterdi. Küçükler büyüklere karşı cephe oluşturdular. Zilhicce ayının altısında Emin´e başkaldırdılar. Bağdat­lılardan biri bu konuda şöyle bir şiir söyledi:

"Nefsinde Allah´ın Emin´ine de ki; askerlere misk kokusundan başka birşey dağıtmadı.

Tahir´e nefsim feda olsun.

Elçilerine de feda olayım, onun yeteri kadar teçhizatı vardır.

Bütün hakimiyet onun ellerine geçti, asi grupla savaştı.

Ey ahdini bozan kişi, ayıpların seni ele verdi, murdarlığın açığa çıktı.

Bütün kuvveti ile aslan sana geldi. O aslan ki kükreyen aslana saldırdı.

Kaç, ama artık bunun gibi bir aslanın önünden de kaçamazsın; ya ateşe, ya da çukura gidersin!"

Emin´in askerleri dağıldı, ne yapacaklarım bilemez oldular.

Tahir b. Hüseyin de ordusuyla gelerek, bu senenin zilhicce ayının onikisinde salı gecesi, Enbar kapısında ordugah kurdu. Halkın duru­mu zorlaştı. Ayak takımı kimseler, salih insanları korkuttular. Yurt, harabeye döndü. İnsanlar arasında fitne ateşleri alevlendi. Öyle ki, aorüş ayrılıkları nedeniyle kardeş kardeşiyle, oğul da babasıyla sa­vaştı. Çok büyük kötülükler meydana geldi. Görüşler muhtelif oldu, fesat ve öldürme olayları şehirde çoğaldı.

Bu senede insanlara, Tahir tarafından atanan Abbas b. Musa b. İsa el-Haşimı haccettirdi. Mekke ve Medine´de, insanları Me´mun´un halifeliğine bey´at etmeye davet etti. İlk olarak bu yılki hacda Me´­mun´un halifeliğine bey´ata davet edilmiş oldu.

Bu senede Humus halkının imamı, fakihi ve muhaddisi Bakiyye b. Velid el-Humusî vefat etti. [16]



Kadı Hafs B. Gıyas


Doksan seneden fazla yaşadı. Can çekişirken, yanındaki arkadaş­larından biri ağlayınca ona şöyle uyarıda bulunmuştu: "Ağlama! Al­lah´a yemin ederim ki, harama asla uçkur açmadım. Huzuruma iki kişi dava için geldiklerinde yakınım da olsa uzağım da olsa, hüküm­dar da olsa, halk tabakasından biri de olsa; aleyhine hüküm verilmesi gereken kimsenin aleyhine hüküm verirken asla hiçbir iltimasta bu­lunmadım."

Bu senede vefat edenler arasında Harun Reşid´in veziri Abdullah b. Merzuk Ebu Muhammed ez-Zahid de vardı. O, vezirliği bırakıp kendini zahidane bir hayata verdi. Ölmeden Önce, kendisini bir çöplü­ğe atmalarını vasiyet etti. Allah kendisine merhamet etsin. [17]



Ebu Şis


Şairdi. Asıl adı, Muhammed b. Rezzin b. Süleyman idi. Şairlerin üstadıydı. Şiir inşad edip nazmetmek, onun için su içmekten daha ko­laydı. İbn Hallikan ile diğerleri böyle demişlerdir.

Ebu Şis ile Şariülğevani lakabıyla tanınan Ebu Müslim b. Velid,

ı Nüvas ve Da´bül bir araya toplanıp karşılıklı şiirler okurdular.

Ebu Şis, ömrünün sonunda gözlerini kaybetti. Onun, güzel şiirle­rinden biri şudur:

"Aşkım senin bulunduğun yerde durdu. Artık oradan ne ileriye geçebildim, ne de geri dönebildim.

Senin aşkın uğruna beni kınamalarında bir lezzet buldum.

Senin hatıran için sevinç duydum; kınayanlar, istedikleri kadar beni kınasınlar.

Senden aldığım payı kendilerinden de ildiğim zaman düşmanla­rımı dosta benzeterek onları da sevmeye başladım.

Sen beni horladın. Ben de nefsimi küçültüp horladım. Senin ik­ram ettiğin kimse sana nasıl hakaret edebilir " [18]



Hicretin Yüzdoksanyedînci Senesi


Bu senenin başında Tabir b. Hüseyin, Harseme b. A´yün ve bera­berindeki askerler Bağdat kuşatmasını sıkıştırdılar ve Emin´i daha da zorlamaya başladılar. Kasım b. Reşid ile amcası Mansur b. Mehdi, Me´mun´un yanına gittiler. Me´mun onlara ikramda bulundu. Kardeşi Kasımı Cürcan valiliğine atadı. Bağdat muhasarası şiddetlendi. Bağ­dat şehri üzerine mancınıklarla taşlar atıldı.

Emin, çok zor durumda kalmıştı. Yanında orduya sarfedecek pa­rası yoktu. Gümüş ve altın kaplan eriterek dirhem ve dinarlar bastır­dı. Askerlerinin çoğu Tahir´in yanına kaçtılar. Bağdat halkından çoğu öldürüldü. Onlardan çok miktarda mal alındı. Emin, birçok köşklere, meşhur ve süslü evler ile bazı mahallere adamlarını göndertip bura­ları yaktırdı. Bunu, maslahatın gereği olarak yaptırdı. Belki ölümden kurtulmak ve halifeliğini devanı ettirmek ümidiyle böyle yapıyordu. Ama halifeliği devam etmedi. Kendisi öldürüldü, diyarı tahrip edildi. Nitekim bu husus, yakında detaylı olarak anlatılacaktır.

Tahir de Emin´in yaptıklarını yaptı. Öyle ki, Bağdat tümüyle ha­rap hale gelmişti. Şairlerden biri bu konuda şöyle demişti:

"Ey Bağdat, sana kim göz değdirdi

Sen bir zamanlar göz aydınlığı değil miydin

Sende bir kavim yurt tutmuştu, meskenleri senin içindeydi. Yakınlarında çok güzel ziynetler vardı. Kargalar onların arasında ötünce dağıldılar. İşte ayrılıktan ötürü yandıklarını gördüm.

Kendilerini andığım kavmi Allah´a emanet ediyorum. Onları an­dıkça gözlerimden yaşlar boşanıyor. Zaman onları ayırıp parçaladı. Zaman iki grubun arasını açtı."

Şairler, bu konuda çokça şiirler söylemişlerdi. İbn Cerir, bu konu-

da yeterli miktarda şiirler nakletmiştir.

Tahir, kasabalarda ve şehirlerdeki ürünleri, gelirleri ele geçirdi. jConıutan ve